Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 1/4 1234 SonSon
33 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Kimler geldi ,Kimler geçti ...

  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Muhahaha Kimler geldi ,Kimler geçti ...

    Kimler geldi ,Kimler geçti ...
    Şu yeryüzü coğrafyasından İnsanlık tarihi nice Şan Şöhret, Mal Mülk ,Güç Kudret sahibine Ev sahipliği yaptı.

    Kimi İlim adamıydı Bilime insanlığa Katkı sundu ,
    Kimi kendi nefsi için Uğraş verdi ,
    Kimi şahtı, Kimi Padışahtı,
    Kimi ünlü bir sporcuydu, Kimi ünlü bir sanaatçıydı ,
    Kimisinin Söyledikleri yazdıkları uyguladıkları sonradan anlaşılabildi,
    Kimisi Yaratanın emirleri yolunda Takva sahibiydi Alimdi ,
    Kimi Acımasızlığıyla ünlendi

    Mehmet Akif Ersoy
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Mehmet Akif Ersoy, 1873 yılında İstanbul'da doğdu. Babası "İpekli Hoca" olarak bilinen Tahir Efendi, annesi ise Şerife Hanım'dır. Dini eğitimini babasından alan Akif, öğrenimine Emir Buhari Mahalle Mektebi'nde başladı. Buradan mezun olduktan sonra sırasıyla Fatih Rüştiyesi, İstanbul İdadisi ve Halkalı Baytar Mektebi'nde öğrenimini sürdürdü. Akif, gittiği tüm okullarda başarısıyla diğer öğrencilerden sivrilmişti.
    Mehmet Akif Ersoy

    İlk şiirlerini, İstanbul İdadisi'nde okurken yazdı. Bu okuldaki hocalarından biri de ünlü edebiyatçı Muallim Naci'ydi. Muallim Naci, daha o yaşlarda Akif'teki yeteneği fark etmiş ve "Bu çocukta gördüğüm cevheri, kimsede görmedim" demişti.


    Osmanlı Devleti'nin farklı bölgelerinde baytarlık yapan Akif, kendisini ideallerine vermek adına bu görevini bıraktı. Darülfünun'da ve Halkalı Ziraat Mektebi'nde edebiyat dersleri vermeye başladı. Bu sırada çeşitli dergilerde yazıları yayınlandı.


    Birinci Dünya Savaşı sırasında Teşkilat-ı Mahsusa'dan Kuşçubaşı Eşref ile Arabistan'a gitti. Buradaki görevi, İngilizlerin kışkırttığı Arapların ayaklanmasını önlemekti.


    Akif, Çanakkale Zaferi'nin haberini Arap topraklarında aldı. Öylesine bir heyecan duydu ki, hemen kalemine sarıldı; "Çanakkale Destanı"nı yazdı.


    1920'de Burdur vekili olarak meclise girdi. 12 Mart 1921 günü yazdığı İstiklal Marşı, meclis tarafından milli marş olarak kabul edildi. 11 yıl boyunca Mısır'da kalan Akif, 1936'da tekrardan yurda döndü.


    İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy, 27 Aralık 1936 günü vefat etti.


    ESERLERİ
    Safahat
    Süleymaniye Kürsüsünde
    Hakkın Sesleri
    Fatih Kürsüsünde
    Hatıralar
    Asım
    Gölgeler
    Bu günün önemine Binaen ( 12 Mart İstiklal Marşımızın kabulu )

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    BARIŞ MANÇO
    2 Ocak 1943 tarihinde İstanbul'da doğdu.
    Müzisyen, şarkıcı, besteci, aranjör, söz yazarı, oyuncu,TV programcısı, sunucu, koleksiyoner, ressam, gezgin...
    Anadolu Rock türünün kurucu üyelerinden olan Barış Manço, Galatasaray Lisesi'nde öğrenci iken ilk kez sahneye çıktığı 1958 yılından bu yana,Türk Sanat Dünyası'nın kilometre taşlarından biri olarak grubu Kurtalan Ekspres ile birlikte Türkiye'de olduğu gibi birçok yabancı ülkede sayısız konserler verdi.
    Bestelediği 200'ün üzerinde şarkısı, kendisine 12 altın ve 1 platin albüm/kaset ödülü kazandırırken, bu şarkıların bir bölümü daha sonra Yunanca, Bulgarca,Arapça, Farsça,Kürtçe, Japonca, İbranice,Fransızca ve Flemenkçe'ye çevrilerek, kendisi ve/veya başka sanatçılar tarafından da seslendirildi.
    1988 yılında Ekim ayında TRT 1'de çocuk ve aileye yönelik bir eğitim kültür ve eğlence programı olarak başlayan 7'den 77'yeTürk Televizyonculuğu'nda şimdiye kadar ulaşılamamış bir rekora imza attı.Türkiye'de en uzun ve en başarılı televizyon yayıncılığını yaptı.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Ekvator'dan Kutuplar'a 5 kıtada 100'den fazla değişik yöreye giderek, 600.000 km'ye yakın yol kateden Barış Manço ülkemiz belgeselciliğine farklı bir boyut getirdi.
    Yüksek öğrenimini Belçika'da Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisinde tamamlayan ve çok iyi derecede İngilizce ve Fransızca konuşan Barış Manço, sanat yaşamında kendisine layık görülen 300'ün üzerinde ödülün dışında,aşağıdaki ünvanlara da sahiptir.
    Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sanatçısı Ankara (1991)
    Hacettepe Üniversitesi:Onursal Doktora Ankara (1991)
    Soka Üniversitesi:Uluslararası Kültür ve Barış Ödülü Tokyo,Japonya (1991)
    Belçika Krallığı :Léopold II Şövalyesi Nişanı Brüksel,Belçika (1992)
    Fransa Devleti:Edebiyat ve Sanat Şövalyesi Nişanı Paris,Fransa (1992)
    Pamukkale Üniversitesi:Onursal Doktora Denizli (1995)
    Min-On Sanat Vakfı :Yüksek Şeref Madalyası Tokyo,Japonya (1995)
    Liege Prensliği:Onursal Hemşehrilik Beratı Liege,Belçika (1997)
    Barış Manço, 1990'lı yılların sonlarına doğru Kaplumbağanın Öyküsü projesini Mançoloji adlı son albümüyle sevenlerinin beğenisine sunamadan hayata veda etti.
    Barış Manço, 1999 yılında 31 Ocak 01 Şubat'â bağlayan gece bu evde vefat etti.

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Haziran 1930'da Istanbul'da doğan Adile Naşit'in asıl adı Adile Keskiner'dir. Tiyatro oyuncusu Amelya Hanım ile ünlü komedyen Naşit'in kızıdır.
    Babasının ölümü üzerine öğrenimini yarım biraktı. 1944 yılında Istanbul Şehir Tiyatrosu Çocuk Tiyatrosu'na girdi. "Herşeyden Biraz" oyunuyla sahneye çıktı. Aynı yıl Halide Pişkin'in grubuyla İstanbul'da turneye çıktı. Daha sonra Muammer Karaca'nin tiyatrosuna girdi. 1948'de komedi oyuncuları Aziz Basmacı ve Vahi Öz'le birlikte kurduklari toplulukta 1951 yılına kadar çalıştı.
    Yine 1948 yılında "Lüküs Hayat" filmiyle sinema oyunculuğuna başladı. 1950 'de, kendisi gibi tiyatorcu olan Ziya Keskiner ile evlendi. 1954'te yeniden Muammer Karaca tiyatrosuna döndü ve 1960'a dek burada sahne aldı.

    1961'de, eşi Ziya Keskiner ve abisi Selim Naşit Özcan ile birlikte, Naşit Tiyatrosu'nu kurdular. Bu topluluğun dağılmasından sonra 1963'te girdiği Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü tiyatrosunda, 1975'e kadar aralıksız olarak sahnelerde boy gösterdi. Adile Naşit, sinemaya ikinci ve asıl girişini 1970'lerde yaptı. 1976'da "İşte Hayat" adlı filmdeki rolüyle, Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde "En İyi Kadın Oyuncu" ödülünü kazandı. Bu, Türk sinemasında, star olmayan bir başoyuncunun kazandığı ilk ödüldü.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Rıfat Ilgaz'ın eserlerinden sinemaya aktarılan Hababam Sinıfı filmlerinin birçoğunda, müstahdem kadın rolüyle yeraldı ve buradaki oyunculuğuyla da büyük beğeni kazandı.


    1978'de Uluslararası Sanat Gösterileri'nin tiyatro ve müzikallerinde rol almaya başladı.
    1981 yılında TRT televizyonunda Uykudan Önce isimli bir çocuk programı yapmaya başladı. Bu programda anlattığı masallar ve öykülerle, çocukların gönlünde taht kurdu.
    Gerek sinema filmlerinde, gerekse oyunlarda, basit, saf, iyi yürekli kadın tiplemesini başarıyla oynadı ve kendine has bir üslûpla yenileyerek karakteristik hale getirdi.
    Adile Naşit, 11 Aralık 1987'de Istanbul'da öldü.

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Şeyh Galip ( 1757-1799)
    1757'de İstanbul'da doğdu.
    Divan edebiyatımızın son büyük şairidir. Asıl adı Mehmed Esad olan Şeyh Galib'in babası Reşid Efendi, annesi Emine Hatun'dur.
    Babası tasavvuf eğitimi almış, mevleviliğe ve melamiliğe bağlı şiirlerle uğraşmış, kültürlü bir kişidir.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Şeyh Galib'in dedesi Mehmed Efendi de mevlevi tarikati aydınlarındandır.

    Şeyh Galib ilköğretimini babasından gördü. Hamdi adlı bir bilginden Arapça dersi almış ve kendisine Esad mahlasını veren Süleyman Neşet'ten de öğrenimi sırasında faydalanmıştır.

    Galib ilk şiirlerinde Esad mahlasını kullanmıştır. Fakat bu adın başkalarınca kullanıldığını görerek Galib mahlasını almıştır.

    Yirmi dört yaşındayken Divan'ını yazmıştır. 26 yaşındayken Türk Edebiyatı'nda mesnevi türünün en başarılı örneklerinden biri sayılan "Hüsn ü Aşk" adlı eşsiz eserini yazmıştır.

    Bir yıl ilimle ve eserlerini yazmakla uğraştı.
    Bu tarihte Galata Mevlevihanesi sonra Konya'da Mevlana dergahında çileye girmiştir.
    Fakat babasının isteği üzerine çileyi tamamlamadan İstanbul'a dönmüştür. Yenikapı mevlevihanesinde yeniden çileye girdikten sonra hücreye çıkmıştır.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Sütlüce'deki evinde, 1791 yılına kadar şeyhlik yaptı. Sekiz yıl süren dergah şeyhliği sırasında Sultan III. Selim, Valide Sultan, padişahın kız kardeşi Beyhan Sultan'ın yakınları arasında yer aldı.
    Onların takdirlerini kazandı.
    Şeyh Galib 1799 yılında İstanbul'da vefat etti.
    Mezarı Galata Mevlevihanesi'nin avlusundaki türbededir.
    Şeyh Galib'in çevresini derinden etkileyen kuvvetli bir şahsiyeti, kendisine ve sanatına tam güveni olduğu anlaşılıyor.

    Şeyh Galip Eserleri

    •Divan (Şiirler)
    • Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk)
    • Şerh-i Cezîre-i Mesnevî
    • Es-Sohbetü's-Sâfiyye

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Genç Osman
    İkinci Osman ya da diğer bilinen ismiyle Genç Osman, 3 Kasım 1604'te İstanbul'da dünyaya geldi. Babası Birinci Ahmed, annesi ise Mahfiruz Haseki Sultan idi. Amcası Sultan Birinci Mustafa'nın tahttan indirilmesi üzerine henüz 14 yaşındayken tahta çıktı.

    İkinci Osman, birçok Osmanlı padişahı gibi yetkin hocalar tarafından çok iyi bir eğitimden geçirildi. Annesi Mahfiruz Sultan da onun eğitimiyle yakından ilgilendi. Arapça, Latince ve Yunanca dillerini çok iyi bir şekilde öğrendi.

    Genç Osman, Osmanlı Devleti'nin sıkıntılı bir döneminde yönetime gelmişti. Bu sebeple çeşitli zorluklarla karşılaştı.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    GENÇ OSMAN'IN LEHİSTAN SEFERİ

    Lehistan'ın Boğdan'a saldırmasından dolayı 1621 yılında Lehistan üzerine sefere çıktı. Ancak Lehistan ordusuna karşı başarı sağlayamadı. Bunda yeniçerilerin disiplinsiz davranışlarının büyük etkisi vardı. Bu savaşın ardından 26 Eylül 1621'de Hotin Antlaşması imzalandı.

    YENİÇERİ OCAĞI'NI KALDIRMASI

    Genç Osman, Lehistan Seferi'nde yeniçerilerin disiplinsiz davranışlarını görmüş; bu sorunu çözmeyi amaçlamıştı. Kafasındaki çözüm belliydi: Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmak ve yeni bir ordu kurmak. Bunun planlamasını da yaptı. Anadolu ve Suriye'den toplayacağı askerlerle İstanbul'a gelip Yeniçeri Ocağı'nı kaldıracaktı.

    Genç Osman'ın Yeniçeri Ocağı'nı kaldırma düşüncesi, yeniçerilerin kulağına gitti. Bunun üzerine 18 Mayıs 1622 günü yeniçeriler ayaklandı. İsyancılar, saraydaki güvenlik açığından yararlanarak saraya baskın düzenlediler. İçeri giren isyancılar Birinci Mustafa'yı odasından alarak tahta çıkardılar. Genç Osman'ı ise Yedikule zindanlarına götürdüler ve orada boğarak öldürdüler. Genç Osman ertesi gün babasının türbesine defnedildi.

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Mimar Sinan
    Mimar Sinan (Cırlavuk ya da Ağırnas köyü Kayseri,1489/1490 “ istanbul,1588). Mimar Sinan Yavuz Sultan Selimin oldugu zamanlarda devşirme olarak istanbul’a getirildi. Mimar Sinan Zeki , genç ve dinamik yapisi ile seçilenler arasinda oldu. Saraya verilen çocuklar içinde mimarliğa özen saldi.
    Vatanin bağlarina bahçelerine su kanallari yapmak kemerler meydana getirmek istedi. Mimar Sinan Mahir ustalari izninde Hanlar, Çesmeler ve Türbe inşaatinda çaliştir. Mimar Sinan 1514 Çaldiran Savaşi, 1517 Misir Seferlerine katildi. Kanuni Sultan Süleymanin Olduğu zamanda yeniçeri olarak alindi. Ve 1521 Belgrad Seferine, 1522 Rodos Seferinde bulundu. ve Atli Sekban Oldu.

    1532 de Alman, 1534 de Tebriz ve Bağdat seferlerinden dönüşte Haseki rütbesi aldı. Bağdat seferinde Van Kalesi Muhasarasında, göl üzerinde nakliyat yapan kalyonlara top yerleştirdi.Korfu, Pulya (1537) ve Moldovya (1538) seferlerine katılan Mimar Sinan, Moldovya (Kara Buğdan) seferinde Prut nehri üzerine onüç günde kurduğu köprü ile Kanunî Sultan Süleyman ın takdirini kazandı. Aynı sene başmimarlığa yükseldi.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Mimar Sinan Bilinen Eserleri :

    Mimar Sinan
    92 cami
    52 mescit
    55 medrese
    7 darül-kurra
    20 türbe
    17 imaret
    3 darüşşifa (hastane)
    6 su yolu
    10 köprü
    20 kervansaray
    36 saray
    8 mahzen
    48 hamam
    olmak üzere 365 eser vermiştir
    Mimâr Sinan, bir asra yaklaşan ömrünü, Türk talihinin en muhteşem bir çağında geçirmiştir.

    16. yüzyılda Osmanlı Ülkesi, bütün bir İslâm âlemi ile diğer Türk dünyasının sevgi ve hayranlık duyduğu, arzuladığı bir saadet diyarıdır. Zira bu asırda Osmanlı İmparatorluğu istisnasız her sahada dünyanın en ileri ve medenî bir ülkesi olma bahtiyarlığına erişmişti.

    Bahusus, Kanunî gibi âlim, şâir ve âdil bir padişahın taht şehri İstanbul, dünyanın dört bucağından gelen âlim ve sanatkârlara bağrını açmış bir sanat meşheri; bir mutluluk ve zenginlik beldesi hâlindedir. Bu sebepledir ki İstanbul, asırlarca kâbiliyetli gençlerin, bilhassa Hristiyan gençlerinin en büyük rüyası olmuştur. Ayrıca İstanbul' da bu gençlerin tahsillerini yapıp yükselebilecekleri Yeniçeri Ocağı, Kapıkulu Sipâhisi Ocağı ve Enderun-ı Hümâyun (saray üniversitesi) gibi müesseseler mevcuttu.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Sadece gençler mi bu rüyayı görüyordu? Hristiyan tebaâ da yüzyıllarca aynı rüyayı gördü. Çocuklarını Osmanlıya teslim edebilmek için adeta birbiriyle yarıştı. Onlar biliyorlardı ki, kendisine candan teslim ettikleri çocuklarım Osmanlı en mükemmel bir şekilde yetiştirmektedir. Yine onlar iyi biliyorlardı ki, evlatlarını ruhen, bedenen ve fikren sabırlı bir sanatkâr gibi işleyen Osmanlı, çocuklarına ikbal ve refah kapılarını da ardına kadar açmaktadır.

    Senelerce aynı rüyayı gören Sinan'ın âilesi de zeki evlatlarını Yavuz'un padişah olduğu günlerde devlete teslim ederler.

    Bence Şu nokta Tam bir osmanlı olduğunun bir delili : Sayıları kırka varan değerli mimârlar da yetiştirmesidir. Bunlardan Yeni Cami'nin mimârları Davut Ağa ile Dalgıç Ahmet Çavuş; Babür'ün daveti üzerine Hindistan'a gidip Delhi, Lahor ve Keşmir'de güzel eserler veren Mimâr Yusuf en meşhur olanlarıdır.

    Hülâsa Mimâr Sinan gibi fazilet ve san'at abidesinin hatırasına sahip çıkmak gayretli ve faziletli gençliğin şiarı olmalıdır.

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    1-İlk vahiy
    HZ MUHAMMED

    PEYGAMBER EFENDİMİZE (S.A.V.) GELEN İLK VAHY

    HİRA'DA İNZİVÂ

    Eskiden beri Mekke'deki hanîf ve zâhitler, recep ayında inzivâya çekilirlerdi. Her biri, Mekke'nin 3 mil (bir saat) kuzeyinde Hira (Nûr) dağında bir köşeye çekilir, tefekküre dalardı. 40 yaşlarına doğru Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kalbinde de bir yalnızlık sevgisi belirdi. O da Hira (Nûr) Dağında bir mağaraya çekilip, günlerce orada kalıyor, Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz kudret ve azametini düşünerek O'na ibâdet ediyordu. Giderken azığını da berâberinde götürüyor, bitince evine dönüyor, sonra tekrar gidiyordu. Böylece Cenâb-ı Hakk, O'nu büyük vazifesine hazırlıyordu. Zaman zaman "Sen Allah elçisisin..." diye kulağına sesler geliyor, fakat etrafta hiç bir şey göremiyordu. Hz. Muhammed (s.a.v.)'e ilâhi vahyin başlangıcı, sâdık rüyâlar şeklinde oldu. Gördüğü her rüya, olduğu gibi çıkıyordu. Bu hâl, altı ay kadar devam etti.

    İLK VAHY

    610 yılı Ramazan ayının Kadir Gecesinde, ridâsına bürünüp Hira'daki mağarada düşünmeye dalmış olduğu bir sırada, bir sesin kendisini ismi ile çağırmakta olduğunu duydu. Başını kaldırıp etrafına baktı; kimseyi göremedi. Bu sırada her tarafı ansızın bir nûr kaplamıştı; dayanamayıp bayıldı. Kendisine geldiğinde karşısında vahiy meleği Cebrâil'i gördü. Melek O'na: -"Oku" Dedi. Hz. Muhammed (s.a.v.): -"Ben okuma bilmem", diye cevap verdi. Melek, Hz. Muhammed (s.a.v.)'i kucaklayıp güçsüz bırakıncaya kadar sıkdı. -"Oku" diye emrini tekrarladı. Hz. Muhammed (s.a.v.) yine: -"Ben okuma bilmem..." cevâbını verdi. Melek emrini tekrarlayıp üçüncü defa Hz. Peygamber (s.a.v.)'i sıktıktan sonra "el-Alak" Sûresi'nin ilk beş âyetini okudu.

    "Yaratan Rabb'ının adıyle oku. O, insanı alak'tan (aşılanmış yumurtadan) yarattı. Oku, kalemle (yazmayı) öğreten, insana bilmediğini belleten Rabb'ın sonsuz kerem sahibidir." (El-Alak Sûresi, 1-5).

    Meleğin arkasından Hz. Peygamber (s.a.v.)'de bu âyetleri tekrarladı. Heyecanla mağaradan çıkarak evine geldi. Yolda ilerlerken gök yüzünden bir sesin: "Ya Muhammed. Sen Allah'ın elçisisin, Ben de Cibril'im" dediğini duydu. Başını kaldırdığı zaman, Cebrâil'i gördü. Korku içinde evine vardı. Eşi Hz. Hatice'ye: "Beni örtünüz, çabuk beni örtünüz" dedi. Bir müddet dinlenip heyecânı geçtikten sonra gördüklerini Hz. Hatice'ye anlattı, kendimden korkuyorum, dedi. Hz. Hatice, O'nu şu ölmez sözlerle teselli etti. "Öyle deme. Allah'a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk hiç bir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen , akrabanı gözetirsin. İşini görmekten âciz kimselerin ağırlıklarını yüklenirsin, Fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Misâfiri ağırlarsın. Hak yolunda zuhûr eden olaylarda halka yardım edersin..."
    2-Veda Hutbesi


    Hz Muhammedin (S.A.V.) Veda Hutbesi

    Hz. Muhammed(sav) efendimizin insanlara son mesajıdır. 8 mart 632 senesinde, cuma günü zevalden sonra kasva adlı devesi üzerinde 140.000 müslümana irad edilmiş bir hutbe'dir.

    VEDA HUTBE'SİNİN ÖNEMİ NEDİR?
    Bütün müslümanlar kardeştir.
    Hiçkimsenin bir başka kişiye zarar verme hakkı yoktur.
    Herkesin can, mal ve namusu korunmalıdır.
    Bütün borçlar iade edilmelidir.
    Kan davasını ve adaleti şahsen yerine getirmek yasaktır.
    Kadınlar erkeklerin hayat arkadaşlarıdır bu sebeple onlara iyi muamele edilmesi emredilmiştir.
    Kadınlarında erkekler gibi mal ve mülke şahsi tasarruf hakları olduğu öngörülmüştür.
    İnsanların hiçbir ayrım gözetilmeksizin eşit oldukları belirtilmiştir.
    Aile ve toplum hayatına zarar veren davranışlar yasaklanmıştır.
    Kuran-ı Kerim'in insanlara emanet olarak bırakıldığı ve ona sımsıkı sarılınması gerektiği belirtilmiştir.
    Bir yıl on iki ay olarak tespit edilmiştir.
    Mekke ve çevresinin kutsal yerler olduğu saptanmıştır.
    Emanetlerin sahiplerine iadesi vurgulanmıştır.
    Hz Muhammedin Veda Hutbesi HZ. MUHAMMED'İN VEDA HUTBESİ

    Ey İnsanlar !
    Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birlesemeyecegim.

    Ashabım!
    Bugünleriniz nasil mukaddes bir gün ise, bu aylariniz nasil mukaddes bir ay ise, bu sehriniz (Mekke) nasil mübarek bir sehir ise, canlariniz, mallariniz, namuslariniz da öyle mukaddestir; her türlü tecavüzden korunmustur.

    Ey Ashabım !
    Yarin Rabbinize kavusacaksiniz ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksiniz. Sakin benden sonra eski sapikliklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayiniz! Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunupta isitenden daha iyi anlayarak, muhafaza etmis olur.

    Ashabım !
    Cahiliyet devrinde güdülen kan davalari da tamamen kaldirilmistir. Kaldirdigim ilk kan davasi Abdulmuttalib'in torunu Rebia'nin kan davasidir.

    Ey Ashabım!
    Bugün seytan sizin su topraklarinizda yeniden tesir ve hakimiyetini kurmak gücünü ebedi surette kaybetmistir. Fakat siz; bu kaldirdigim seyler disinda, kücük gördügünüz islerde ona uyarsaniz, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakininiz!

    Ey İnsanlar !
    Kadinlarin haklarini gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanizi tavsiye ederim. Siz kadinlari, Allah emaneti olarak aldiniz; onlarin namuslarini ve iffetlerini Allah adina söz vererek helal edindiniz. Sizin kadinlar üzerinde hakkiniz, onlarin da sizin üzerinizde haklari vardir. Sizin kadinlar üzerindeki hakkiniz, onlarin aile yuvasini, sizin hoslanmadiginiz
    hiçbir kimseye çignetmemeleridir. Eger razi olmadiginiz herhangi bir kimseyi aile yuvaniza alirlarsa, onlari hafifce dövüp, sakindirabilirsiniz. Kadinlarin da sizin üzerinizdeki haklari mesru bir sekilde, hertürlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.

    Ey Mu'minler !
    Size bir emanet birakiyorum ki, ona siki sarildikça yolunuzu hiç sasirmazsiniz. O emanet Allah kitabi Kur'an'dir.

    Ey Mu'minler!
    Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz. Müslüman müslümanin kardesidir; böylece bütün
    müslümanlar kardestir. Din kardesinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz baskasina helal degildir. Meger ki, gönül hoslugu ile kendisi vermis olsun.

    Ey Ashabım !
    Kendinize de zulmetmeyiniz. Kendinizin de üzerinizde hakki vardir.

    Ey İnsanlar !
    Cenab-i Hak her hak sahibine, hakkini (Kur'an'da) vermistir. Varise vasiyet etmege lüzum yoktur. Çocuk kimin döseginde dogmussa, ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardir. Babasindan baskasina ait soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden baskasina intisaba kalkan nankör, Allah'in gazabina, meleklerin lanetine ve bütün müslümanlarin ilencine ugrasin. Cenab-i Hak, bu gibi insanlarin ne tevbelerini, ne de adalet ve sahadetlerini kabul eder.

    Ey Ashabım !
    Rabbiniz birdir. Babaniz da birdir; hepiniz Adem'in çocuklarisiniz, Adem ise topraktandir.
    Allah yaninda en kiymetli olaniniz, ona en çok saygi göstereninizdir. Arabin Arab olmayana
    takva ölçüsünden baska bir üstünlügü yoktur.

    Ey Ashabım!
    Yarin beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? "Allah'in elçiligini ifa ettin, vazifeni yerine
    getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz!"
    (Bunun üzerine Resul-i Ekrem, mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak, sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek söyle buyurdu.)

    Sahit ol ya Rab! Şahit ol ya Rab! Şahit ol ya Rab!

  8. #8

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bilal-i Habeşi
    Bilâl-i Habeşî (Bilal bin Rebah) (d. 581, ö. 641), Habeşistanlı köle bir ailenin çocuğu olarak Mekke'de dünyaya geldi. Annesinin adı Hamâme, babasının adı Rebah'tır.

    İslamiyet'i ilk kabul edenlerden ve bunu açıktan ilan eden ilk yedi kişiden biridir. Ümeyye bin Halef'in, kölesi Bilal'in İslam'ı seçtiğini duyduğunda onu vazgeçirmek için ağır işkencelere başvurduğu rivayet edilir. Bilal'in işkenceler karşısındaki direncinin Mekkeli müşrikleri çok etkilediği söylenir.

    Ümeyye b. Halef'in Bilâl'e yaptığı işkencelere çok üzülen Ebu Bekir, ona bu işkenceden vazgeçmesini söyledi. O da: Onun ahlakını bozan sensin, onu bizden uzaklaştıran senden başkası değildir dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir ona şu cevabı verdi: Benim yanımda senin şu kölenden daha güçlü ve kuvvetlisi var. Hem de senin dinindendir. İstersen onu al ve bunu bana ver. Ümeyye b. Halef bu teklifi kabul edip öteki köleyi aldi ve Bilâl'i Ebu Bekir'e verdi. Böylece Ebu Bekir Bilal'i işkenceden kurtarmış oldu.

    Bilâl-i Habeşî, 622 yılındaki hicrete katılarak Mekke'den Medine'ye geldi. Medine'de Müslümanlar, namaz vakitlerinin bir şekilde bildirilmesi gerektiğine karar verdiler. Ancak bunun ne şekilde olacağı konusunda fikir birliğine varılamadı. Bu sıralarda Abdullah bin Zeyd, gördüğü bir rüyayı Muhammed'e anlattı. Rüyasında ezanın bugünkü şeklini duymuştu. Bunun üzerine Muhammed, duyduğu ezanı Bilal'e öğretmesini ve bundan sonra namaz vakitlerinin ezanla duyrulacağını bildirdi. Böylece ilk ezan okuyan (müezzin) Bilal olmuştur. Bir süre sonra Bilâl-i Habeşî sabah ezanına essalâtü hayrun minnen nevm (namaz uykudan hayırlıdır) şeklinde bir ekleme yaptı ve Muhammed, Bilâl, bu ne güzel söz! diye onu tasvip etti.

    Bilâl-i Habeşî Bedir, Uhud, Hendek dahil Muhammed'le beraber tüm savaşlara katıldı. Muhammed'in ölümünden sonra Bilal, Şam'a yerleşti.

    Rivayet edildiğine göre bir gün gördüğü bir rüya üzerine Şam'dan Medine'ye geldi ve sabah ezanını okudu. Bilal'in sesini duyan halk, Muhammed'in yaşadığı günleri hatırlayarak sokaklara döküldü.

    Tekrar Şam'a dönen Bilâl-i Habeşî, 641 yılında vefat etti. Ehl-i Beyt mezarı olarak bilinen Şam'daki Bab'üs Sağîr mezarlığına defnedilmiştir.

    ( türbesinin resmini yayınlayıp yayınlamakmak arasında gidip geldi bu yüzden yanınlamıyorum sadece türbede yazan yazıyı paylaşıyorum )

    Bilal Habeşi'nin Şam Bab Sagir Mezarlığı'nda bulunan türbesi. Türbe kapısının üzerindeki levhada Türkçe olarak "Burası peygamber efendimizin müezzini Bilali Habeşi Hazretlerinin kabri şerifidir. Hicri 20 yılında vefat etmiştir. Bu levha Şam Endonezya Büyükelçiliği Üçüncü Katibi Samadyunu tarafından hicri 1387 yılında vefat eden kızı Damayanti ruhuna yeniletilmiştir." yazmaktadır.
    BİLAL-İ HABEŞİHz. Peygamber'e ilk iman edenlerden biri ve sonradan ona müezzin olan sahabî. İslâm tarihinde unutulmaz yeri olan Bilâl-î Habeşî, aslen Habeşlidir. Anasının adı Hamâme, babasının adı Rebah, künyesi Abdullah'tır.Bilâl, İslâm'ın ilk tebliğ yıllarında Ümeyye b. Halef'in kölesiydi. İslâm'ın ortaya çıktığı yıllarda bir çok kimse, soy ve soplarının yüksekliğine, şirk toplumu içindeki nüfuzlarına bakarak kavim ve kabîle taassubuna düşmüş, İslâm'a cephe almış ve sapıklıkta kalmışlardı. Bilâl b. Rebah gibi kimseler de zayıf ve acizliklerine rağmen hak davete uyup şirkten kurtulmuşlardı. İşte Bilâl b. Rebah (r.a.) İslâm davetine ilk icabet edenlerden biriydi.Ümeyye b. Halef, kölesi Bilâl'in müslüman olduğunu anladıktan sonra, onu İslâm'dan çevirmek için yapmadığı eziyet ve işkence kalmamıştı. Ümeyye, öğlen vakti güneşinin bir yanardağ kesildiği anda, Bilâl'i alır, kızgın kumların üzerine yatırır, sırtına kocaman bir taş koyar ve şöyle derdi: "Muhammed'e küfret; Lat ve Uzza'ya iman et. Yoksa onlara iman edinceye kadar böylece kalacaksın."Bilâl'in kızgın kumlar üzerinde sırtı yanar, göğsü yanar, nefesi tıkanır, bu müthiş işkence altında saatlerce kıvranırdı. Fakat dudaklarında daima şu sözler dökülürdü: "Allahu Ahad, Allahu Ahad", Onun bu durumu, müşrikleri bile hayrete düşürürdü (İbn Sa'd, Tabakat, III, 232).O, geçim için, makam ve mevki için başka ilâhlara sığınmazdı. O biliyordu ki hüküm Allah'a aittir, rızık Allah'a aittir. Öldürmek ve yaşatmak Allah'ın elindedir. Geçici dünyanın çıkarları için put ve tağutları tasdik etmek ve bu arada imandan bir cüz de Allah'a ayırmak iman için yeterli değildir. Tam ve kâmil anlamda hükmün, öldürmek ve diriltmenin Allah'a ait olduğunu rızık verenin yalnız Allah olduğunu, Allah'ı bütün sıfatlarıyla tanıyıp ona göre iman etmedikçe ve bu uğurda gelecek sıkıntı ve ezalara katlanmadıkça imanda kemâle ulaşmanın mümkün olmadığını biliyordu. Bilâl, rızık ve ölüm korkusu taşımıyordu. Yalnız Allah'tan korkuyor ve yalnız ondan ümid ediyordu.İşkence altında kıvranan Bilâl (r.a.)'a rastgelen Varaka b. Nevfel,"Vallahi ey Bilâl, Allah birdir, Allah birdir. " der, sonra da müşriklere dönerek: "Siz onu bu yüzden öldürürseniz, biz onu, kendimize örnek alırız." derdi (İbnü'l-Esir, el-Kâmil Fi't-Târih, II, 66).Bilâl'in efendileri olan Mekkeli müşrikler onu, çoluk çocuğun oyuncağı yapmışlardı, ona işkence edenlerden biri de Ebu Cehil'di. Ama Bilâl'e yapılan işkenceler sırasında gösterdiği sabır ve tahammül hepsini şaşkına çevirirdi. Nasıl oluyor da bu derece ağır işkencelere katlanabiliyordu.Ümeyye b. Halef'in Bilâl'e yaptığı işkencelere çok üzülen Hz. Ebû Bekir (r.a.) ona bu işkenceden vazgeçmesini söylemiş o da; "Onun ahlâkını bozan sensin, onu bizden uzaklaştıran senden başkası değildir" demişti. Bunun üzerine Ebû Bekir es-Sıddık (r.a.) ona şu cevabı vermişti: "Benim yanımda senin şu kölenden daha güçlü ve kuvvetlisi var. Hem de senin dinindendir. İstersen onu al ve bunu bana ver." Ümeyye bu teklifi kabul edip öteki köleyi aldı ve Hz. Bilâl'i Hz. Ebû Bekir'e verdi. Başka bir rivayette Hz. Ebu Bekr'in onu yedi ukiyeye satın alıp azat ettiği kaydedilir. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 232).Bilâl'i Resulullah'ın yanına götürüp azat etmiş ve Bilâl işkenceden kurtulmuştu. Elbette bu Allah'ın bir takdiridir. Bilâl Hz. Ebû Bekir'e bu sebeple borçlu değildir. İki mümin de görevlerini yapmışlar. Allah da onlara ecrini vermiştir. Hz. Ömer şöyle der:"Efendimiz Ebu Bekir, yine efendimiz Bilâl'i azad etti. "(İbnü'l-Esîr, Üsdü'l- Gabe, I, 209).Bilâl daha sonra diğer ashab ile birlikte Medine'ye hicret etti. Orada Sa'd b. Hayseme'ye misafir oldu. Ensar ile Muhacirler arasında kardeşlik oluşturulunca Bilâl'e de Abdullah b. Abdurrahman el-Has'amî kardeş ilân edildiler. Bu kardeşlik köklü bir şekilde sürüp gitti. Öyle ki Bilâl, Hz. Ömer devrinde Şam'da bulunduğu sırada maaş olarak divandan ona ayrılan hissesinden kardeşine de bir hisse veriyordu. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 234).Bilâl, Resulullah (s.a.s.)'ın müezzini olarak tanınmaktadır. Ve sık sıkezanı Bilâl'e okuttururdu. Hatta sabah ezanındaki " " (Namaz uykudan hayırlıdır) ibaresini Bilâl ezana eklemiş Resulullah "Bilâl, bu ne güzel söz!" diye onu tasvip etmişti. (Avnu'l-Ma'bud, Şerh Ebû Dâvud, III,185; İbn Mâce, Ezan, 1, 3,). Hz. Bilâl, Resulullah'ın bütün gazalarına katıldı. Bedir gazasında Hz. Bilâl, Mekke'de kendisine her türlü eza ve işkenceyi reva gören Ümeyye'yi görmüş ve şöyle bağırmıştı: "İşte küfrün başı!.." Bunun üzerine dikkatleri ona çevrilmiş ve müslümanlar derhal onun ve oğlunun etrafını sararak ikisini de öldürmüşlerdi. Resul-u Ekrem Mekke'nin fethi ardından Kâbe'ye girerken has müezzini Hz. Bilâl'i yanlarında bulundurmuşlardı. İbn Ömer, bu vakayı şöyle nakleder ve der ki:"Resul-u Ekrem, Mekke'nin fethi gününde, Mekke'nin yüksek tarafından bir deve üzerinde geldi. Üsame b. Zeyd, Bilâl ve Osman b. Talha da yanlarındaydılar. Resul-u Ekrem Kâbe içinde uzun bir müddet kaldılar, sonra çıktılar. Arkasında müminler içeri girmek için birbiriyle yarış etti. İlk giren bendim. Bilâl, kapının arkasındaydı. Bilâl'e Resulullah'ın nerede namaz kıldıklarını sordum, yerini gösterdi. Ne var ki Bilâl'e, Allah Resulunun kaç rekat namaz kıldıklarını sormayı unuttum." (Buhârî, Meğâzî, 49).Resulullah, Kâbe'yi putlardan temizledikten sonra müezzini Bilâl, burada ezan okuyarak, ortalığı tevhîd nameleriyle coşturmuştu. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 234). Resul-u Ekrem'in vefatı üzerine, ona karşı büyük bir sevgi duyan Hz. Bilâl, Medine'de kalmaya dayanamayıp, ayrılmak zorunda kaldı. Hz. Ebu Bekir, Bilâl'e yanında kalması için ısrar ettiği halde, Hz. Bilâl ona şöyle demişti: "Eğer sen beni Allah için azat ettinse bırak istediğim yere gideyim; yok kendi nefsin için azat ettinse beni yanında alıkoy!" Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir şöyle demişti: "İstediğin yere git!..." Resulullah'ın vefatından sonra cihadı, ezana tercih eden Hz. Bilâl, Şam'a gitti ve Hz. Ebû Bekir devrinde Suriye'de meydana gelen gazalara katıldı (İbn Sa'd, Tabakat III,238).Hz. Ebû Bekir'in vefatından sonra, Hz. Ömer devrinde cihat devam etti. Hz. Bilâl bu cihatlara da katıldı. Hz. Ömer, hicrî onaltıncı yılda Suriye ve Filistin'e gittiği zaman, Bilâl onu karşılamaya çıkarak Câbiye'ye gelmişti. Sonra halifenin maiyetinde Kudüs'e giderek, bu kutsal şehrin teslimi sırasında bulunmuş ve Hz. Ömer ile birlikte Kudüs'e girmişti. Hz. Ömer, burada, Resulullah'ın vefatından beri ezan okumayan Bilâl'den ezan okumasını rica etmiş, Hz. Bilâl de halifenin ısrarına dayanamayarak ezan okumuştu. Bilâl Tevhîd'in bu üstün yanı olan ezanı okumaya başlar başlamaz, Hz. Ömer ve diğer ashab Resulullah (s.a.s.) dönemini hatırlayarak, gözlerinin önüne, geçmiş günleri getirip hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Bilâl'in ezanını dinleyenlerin hepsi, kendilerinden geçmişlerdi. Kudüs'ü teslim alma sırasında Hz. Ömer'den başka Ebu Ubeyde b. el-Cerrâh, Muaz b. Cebel, Amr b. el-Âs gibi ashabın ileri gelenlerinden bir çok kimse bulunuyordu.Hz. Peygamber (s.a.s.)'in irtihâlinden sonra Suriye'ye giden Bilâl,"Havlan" kasabasına yerleşti. O burada huzur içinde yaşıyordu. Hz. Bilâl, Suriye'de bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında Hz. Peygamber (s.a.s.)'i gördü. Resulullah ona, şöyle demişti: "Beni ziyaret etmeyecek misin?" Hz. Bilâl, uyanır uyanmaz, hazırlığını tamamlayıp Medine yolunu tuttu. Medine'ye gece ulaştı. Oraya varınca Ravza-i Mutahhara'ya yüzünü sürerek, burada Resul-u Ekrem'le birlikte geçirdiği günlerin hatırasını düşünerek ağladı. Bu sırada Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin Bilâl'i görmüş, fecir vaktinde ondan ezan okumasını rica etmişlerdi. Bilâl, (r.a.) onların arzusunu yerine getirerek, Peygamber Mescid'inde ezan okumuştu. Bilâl'in sesini duyan Medineliler, İsrafil suruyla uyandırılmış gibi yerlerinden fırlamış ve ezanı dinlemeye başlamışlardı. Birinci şehadetten sonra Resulullah'ın risâletini ikrar eden şehadet tekrar okunurken, Hz. Peygamber'in kabrinden kalktığını tasavvur ederek evlerinden dışarı fırlamışlardı. Bu sabah, bütün Medine'ye, risalet devrini bütün canlılığı ile yaşatan, herkesin hislerini coşturan, bütün müslümanların Resul-u Ekrem'e karşı duydukları sevgiyi canlandıran Bilâl'in sesi idi.Hz. Bilâl, hicretin yirminci yılında altmış yaşlarında iken vefat etti. Dımaşk'ın Bâbü's-Sağîr tarafına defnolundu. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 238; İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Gabe, I, 209).Hz. Bilâl (r.a.), vefatı yaklaşınca, ölümün ızdırabını, sevgililerine kavuşmasındaki zevk ile mezcetmiş; ömrünün son anlarında onun hastalığını gören zevcesi, teessüründen "ah ne acı" dedikçe, Bilâl: "Oh! ne tatlı!." diyor ve ekliyordu: "Yarın sevgililerle, Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşacağım." diyordu.Bilâl-i Habeşî, İslâm'ın ahlâkıyla ahlâklanmış, fazîlet ve kemâl sahibi bir sahabî idi. Hz. Bilâl'in, ilk müslümanlardan olduğunu ve İslâm akîdesi uğrunda en büyük çileyi çekenlerden olduğunu, herkes bilir ve ona son derece sevgi ve hürmet beslerdi. Hz. Bilâl, bütün vaktini, Resul-u Ekrem'e hizmetle geçirdi. O, Resulullah'ın meclislerinde daima hazır bulunurdu. Her namazda, her durum ve işte Resulullah'dan ayrılmazdı. Hz. Peygamber'in hazinedarlığını, Bilâl yapardı. Çarşı ve pazardan alınacak her şeyi o tedarik eder, icabında ödünç para alır, Resulullah'ın evinin ihtiyaçlarını sağlar, sonra da müsait zamanlarda o borçları öderdi.Hz. Bilâl'in doğruluk ve ahlâkı, İslâm'a bağlılığı bütün çağdaşları tarafından aynı derecede takdir edilmekte ve övülmekteydi. Artık o, siyahî bir köle değil, ashab'ın ileri gelenlerinden ve İslâm devletinin yönetiminde söz sahibi olan müminlerden biriydi.Hz. Bilâl, uzun boylu, zayıf, ince ve koyu esmerdi. Ömrünün sonlarına doğru saçlarının çoğu beyazlaşmıştı. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 238-239).

  9. #9

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    SEYYİD KUTUP
    YAZAR,MÜFESSİR,DÜŞÜNCE ADAMI
    1906 yılın da Mısır'ın Asyut kasabasın da,dindar bir aile'nin çocuğu olarak dünya ya geldi.Orta ve lise tahsilini El EZHER de bitirdi.Kahire Üniversitesi'nin Darul Ulum fakültesine girdi.1933 yılında mezun olduğu fakülteye aynı yıl öğretim görevlisi olarak girdi.1939 ve sonrasın da islami düşünceye yöneldi.1946 da Konum dersleri makalesi yayımlandı.Makalesinde toplumun ıslahının ve müslümanların bu yön de çalışmasının Kur'anın bir emri olduğunu savunuyor.
    1949 yılında Amerika Birleşik Devletlerine gitmiştir.Amerikan yaşam tarzını ve toplumunu,tanık olduğu özderkçiliği eleştirmiş,ayrıca 1949 yılında o,yurtdışındayken,İslam da sosyal adalet isimli kitabı yayımlanmıştır.Kitaplarında genellikle geleneksel islama karşı sahih bir çizgiyi savundu.Tasavvufta var olan hurafeleri eleştirdi.Mısırdan döndüğün de kamu hizmetinden ayrılıp Müslüman Kardeşler teşkilatına katılmıştır.Cemal Abdül Nasır'a düzenlenen 1954 tarihli suikast girişimi nedeniyle bir çok Müslüman Kardeşler gibi o da tutuklandı.Yargılama sonucun da Seyyid Kutub'a on beş yıl ağır hapis cezası verilmiştir.hapiste,ileride büyük bir önem ve üne kavuşacak iki eseri olan,Kur'an Tefsiri Fi Zilal-İl Kur'an ve Kutub'un siyasi ve düşünsel görüşlerinin en son ve bütününü ifade eden Yoldaki İşaretler'i kaleme almıştır.1964 de serbest bırakıldıktan sonra 1965 de tekrar tutuklandı.Bu kez bir çok müslüman kardeşler ile birlikte tutuklanmıştı ve tutuklanma nedeni devlete karşı bir darbe girişimi idi.21 Ağustos 1966 da hakkında idam cezası verildi.Kararı Pakistan,Lübnan,İngiltere,Ürdün Sudan ve Irak gibi ülkelerdeki bir çok dini otorite ve grup tepkiyle karşılasa ve Nasr'ı kararından döndürmeye çalışsalar da,SEYYİD KUTUP 29 Ağustos 1966 da İDAM edildi.Mahkeme heyeti onu idama mahkum ettiğin de KUTUB'UN ağzın dan şu sözler dökülmüştür:"Eğer ALLAH kanunu ile mahkum edilmişsem ben hakkın hükmüne razıyım.Eğer batıl kanunlarla mahkum olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilenmem.ALLAH'a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım.Ben ALLAH yolun da yaptığım işi için asla özür dilemem.Namaz da ALLAH'IN birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır...
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  10. #10

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Orhan Veli Kanık
    Orhan Veli Kanık (13 Nisan 1914 – 14 Kasım 1950), daha çok Orhan Veli olarak bilinen Türk şair. Melih Cevdet ve Oktay Rifat ile birlikte yenilikçi Garip akımının kurucusu olan Kanık, Türk şiirindeki eski yapıyı temelinden değiştirmeyi amaçlayarak sokaktaki adamın söyleyişini şiir diline taşıdı. Şair 36 yıllık yaşamına şiirlerinin yanı sıra hikâye, deneme, makale ve çeviri alanında birçok eser sığdırdı.İlk eseri Düşüncelerimin Başucunda, Oaristys, Ebabil, Eldorado (1936; Yayınlanan ilk şiirleri)
    Garip (1941; İlk kitabı) Cumhuriyet dönemi şiirinde büyük etki bıraktı. Garip şiiri hem yıkıcı hem de yapıcı özelliği ile Türk şiirinde bir mihenk taşı kabul edilir.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Rumelihisarı sahilinde bulunan Orhan Veli heykeli. Heykelde, elinde kitap tutan şaire bir martı eşlik etmektedir.


    Bedava yaşıyoruz, bedava;
    Hava bedava, bulut bedava;
    Dere tepe bedava;
    Yağmur çamur bedava;
    Otomobillerin dışı,
    Sinemaların kapısı,
    Camekanlar bedava;
    Peynir ekmek değil ama
    Acı su bedava;
    Kelle fiyatına hürriyet,
    Esirlik bedava;
    Bedava yaşıyoruz, bedava.

    Orhan Veli Kanık


    Ben Orhan Veli
    "Yazık oldu Süleyman Efendiye"
    Mısra-i meşhurunun mübdii..
    Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
    Hususi hayatımı,
    Anlatayım:
    Evvela adamım, yani
    Sirk hayvanı falan değilim.
    Burnum var, kulağım var,
    Pek biçimli olmamakla beraber.
    Bir evde otururum,
    Bir işte çalışırım.
    Ne başımda bulut gezdiririm,
    Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
    Ne İngiliz kralı kadar
    Mütevaziyim,
    Ne de Celâl Bayar'ın
    Sabık ahır usağı gibi aristokrat.
    Ispanağı çok severim
    Puf böreğine hele
    Biterim
    Malda mülkte gözüm yoktur.
    Vallahi yoktur.
    Oktay Rıfat'la Melih Cevdet'tir
    En yakın arkadaşlarım.
    Bir de sevgilim vardır pek muteber;
    İsmini söyleyemem
    Edebiyat tarihçisi bulsun.
    Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
    Meşgul olmadığım ehemmiyetsiz
    Sadece üdeba arasındadır.
    Ne bileyim,
    Belki daha bin bir huyum vardır.
    Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya?
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

Sayfa 1/4 1234 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •