PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : 07/01 Sağlık Haberleri



umsado
06-01-2006, 23:59
Kanada'da yapılan bir araştırma, kahvenin meme kanserine yakalanma riskini “önemli ölçüde” azaltabileceğini ortaya koydu.

Toronto Üniversitesi'nden Steve Narod'un başkanlığındaki ekibin yaptığı araştırmaya göre, günde 6 yada daha fazla fincan kahve içen kadınların meme kanserine yakalanma riski, diğer kadınlara oranla yaklaşık yüzde 75 az.

Kalıtsal meme kanserine yol açan BRCA1 ve BRCA2 genleri taşıyan Kanadalı, ABDli, İsrailli ve Polonyalı 1690 kadın üzerinde yapılan araştırmada, günde 1 ila 3 fincan kahve içen bu kadınların meme kanserine yakalanma riskinin yüzde 10, 4 ila 5 fincan kahve içenlerin yüzde 25 oranında azaldığı ortaya çıktı.

Kafeinsiz kahvenin hiçbir etkisi olmadığını da vurgulayan araştırmacılardan Joanne Kotsopulos, “meme kanseri riskini iyi ve kötü östrojen arasındaki oranın artırdığını” belirterek, “kafeinin iyi östrojen seviyesini yükselten enzimi etkilediğini” söyledi.

BRCA1 genindeki mutasyonlar, over tümörü ile beraber olan kalıtsal meme kanserlerinin yaklaşık yüzde 80'inden, BRCA2 geni bu tür kanserlerin yüzde 30-40'ından sorumlu.

Alıntı hurriyet.com.tr

Yaban Ali
07-01-2006, 01:07
Galiba kahveleri satamıyorlar. Tabiki şaka .
Kahve tiryakileri çok sevinecekler bu habere..

umsado
07-01-2006, 03:28
Only the registered members can see the link

Şu yoğun, stresli, koşuşturmalı hayatta baş ağrısından yakınmayan kaldı mı? Hemen hemen herkesin ortak derdi baş ağrıları.

İSTANBUL - Çoğu kez çaresiz kaldığımız bu ağrılara karşı yapabildiğimiz tek şey ilaç kullanmak. Ancak uzmanlar ağrıyı kesmek için alınan avuç avuç ilacın, azaltmak şöyle dursun ağrıyı daha da tetiklediğini söylüyor.
Baş ağrısı; baş bölgesindeki adale, eklemler, sinirler, beyin zarı, damarsal yapılar gibi birçok ağrıya duyarlı yapılardan kaynaklanan bir problem. Baş ağrısının farklı çeşitleri var. Bazı baş ağrıları akut bir şekilde gelişiyor ve hemen müdahale gerektiriyor. Bazıları ise kronik baş ağrısı kategorisine giriyor.

Acıbadem Hastanesi Kozyatağı Ağrı Kliniği uzmanlarından Prof. Dr. Süleyman Özyalçın konuyla ilgili şunları söylüyor:
“Farklı kronik baş ağrıları için için özel klinik bir tanımlamalar vardır. Örneğin basit migren için Uluslararsı Baş Ağrısı Derneğinin tanımına göre klinik olarak tek taraflı yerleşimi olan, zonklayıcı, günlük aktiviteyi önleyici şiddette, bulantı ve kusma ya da ışık ve gürültüye hassasiyetle seyreden ve 4 - 72 saat arası süren baş ağrısı ataklarından en az beş atak olması tanı koydurucudur. Bu anlamda baş ağrısı primer baş ağrısı ve başka bir rahatsızlğa bağlı olarak seyreden sekonder baş ağrısı olarak ayrılabilir. Primer baş ağrılarından kronik baş ağrıları içinde, baş bölgesi adalelerinin tutulumu ile birlikte seyreden veya bağımsız olan gerilim tipi baş ağrıları, migren, küme baş ağrıları, servikojenik baş ağrıları sayılabilir. Sekonder baş ağrıları olarak travma sonrası baş ağrıları, sinus baş ağrısı, kafaiçi basıncın artması ya da azalmasına bağlı ağrılar, kafa içi tümörler sayılabilir.”

BAŞ AĞRISI TÜRLERİ
Baş ağrısının birçok türü var. Prof. Dr. Özyalçın bunu iki ana başlık altında topluyor: Akut ve kronik baş ağrıları. Akut baş ağrısı herhangi bir hastalığın oluşturduğu durum olarak tanımlanıyor. Kafa içinde çok ciddi ve hemen önlem alınması gereken tümör anevrizma gibi bazı önemli sorunlar içerebiliyor. Aynı zamanda gribal enfeksiyon, göz, kulak veya dişlerle ilgili sorunlar da akut baş ağrılarına yol açabilir. Kronik baş ağrıları ise uzun süreli tekrarlayan ağrılar olarak tanımlanıyor. Baş, boyun, adale ve eklem ağrılarından kaynaklanan ağrılar, aşırı ilaç kullanımına bağlı baş ağrıları bu tanıma giriyor.

Peki ne zaman akut ne zaman kronik ağrıdan söz ediliyor?
Prof. Dr. Özyalçın bu soruyu şöyle yanıtlıyor:
“Sık tekrarlayan ve yıllardır süren ağrılar kroniktir. Ancak kişi hayatında ilk kez daha önce görmediği türde şiddetli bir baş ağrısı ile karşılaşıyorsa bu çok önemlidir. Bunu bir alarm olarak kabul edebiliriz. Ayrıca baş ağrısının başlangıç şekli de çok önemlidir. Hasta 50 yaşın üzerinde ise ve daha önce hiç belirtmediği halde baş ağrısı yakınmalarından bahsediyorsa bu da bir alarmdır. Oysa çocukluk çağı ya da erken erişkin dönem pek çok primer kronik baş ağrısı rahatsızlığının başlangıç dönemidir. Bunun dışında baş ağrısının tansiyon artışı ile bazı ateşli hastalıklarla veya ense sertliği çift görme gibi bulgularla seyretmesi hastanın baş ağrısı dışında kanser gibi bir hastalığının olması, bir kafa travması sonrası baş ağrısı gelişmesi gibi durumlar dikkat edilmesi ve bir nörolog ya da beyin cerrahı tarafından izlenmesi gereken önemli aciliyeti olan sorunlardır. Bunların dışında bazı özel tipte rahatsızlıkları saymazsak, kronik primer baş ağrılarının bir çoğu için bugün dünyada gelişen eğilim, bu ağrıların sadece nörologlar tarafından değil aile hekimleri ve dahiliyeciler tarafından düzenli olarak takip ve tedavi edilebileceği yönündedir.”

Her ağrı migren değil!
Baş ağrısı deyince akla ilk olarak migren geliyor. Ancak her baş ağrısını migren olarak algılamamak gerek. Peki migreni diğer baş ağrılarından ayıran en önemli belirti nedir? Prof. Dr. Özyalçın bu soruyu şöyle yanıtlıyor:
“Migreni diğer baş ağrılarından ayıran en önemli özellik yarım baş tutmasıdır. Ama ağrı şiddetlendiğinde tüm başa yayılması söz konusudur. Zonklayıcı olması, ağrıyla birlikte bulantı, kusma, ışık ve gürültü rahatsızlığının da olması tanıyı kuvvetlendirir. Kişi sessiz bir yere kapanmak, uyumak ister. Gerilim tipi baş ağrısında ise kişi “Kafamı mengeneyle sıkıştırıyorlar” tarzı bir açıklama yapar. Migrenin aksine gerilim başağrısında hastalar günlük aktivitelerini sürdürebilir. Gerilim baş ağrısında genellikle bulantı, kusma gibi belirtilere rastlanmaz. Her ne kadar şiddetlendiğinde bulgular karışabiliyorsa da, bu iki sık rastlanan baş ağrısı tipi arasındaki fark oldukça kesin hatlarla birbirinden ayrılabilir.”

DAHA ÇOK KADINLARDA
Migren daha çok kadınlarda görülüyor. Kadınlarda yüzde 15 oranında görülürken erkeklerde sadece yüzde 5 oranında rastlanıyor. Bunun tek sebebi var: Bazı hastalıklar cinsiyet seçiyor! Kısacası kadınlar migren açısından şanssız.

Peki migrenin tamamen iyileşme ihtimali olabilir mi? Acıbadem Hastanesi Kozyatağı Nöroloji Kliniği Şefi Prof. Dr. Yasef Özsarfati bu soruyu şöyle yanıtlıyor:
“Toplumumuzda “migren geçmez” inanışı hakimdir. Migrenin tedavisinde hedefin saptanması çok önemlidir. Ağrı geldiği halde verimli olarak işinizi sürdürebiliyorsanız diğer günlerden farkı yoksa bu durum tıbbi tedavi açısından başarıdır. Ama başarıyı sıfır baş ağrısı olarak algılarsanız o zaman başarı değerlendirilmesi hatalı olur. Migren tedavisinde hedef kişinin baş ağrılarıyla ilgili kayba uğramamasıdır.

Migrenin tedavisi
Migren, tedavisi zor ama imkansız olmayan bir hastalık. Prof. Dr. Özsarfati migren tedavisinde hangi yolların izlenmesi gerektiği konusunda şunları söylüyor:
“Migrenin tedavisinde migrenin oluşum mekanizmasını engelleyici önlemler alınır. Örneğin damarların büzülmesi ve genişlemesini engelleyen bir tedavi yapılır. Ayıca beyinde eksik olan seratonin denen maddenin hap veya enjeksiyon olarak verilmesi şeklinde bir tedavi söz konusudur. Ama bunların yan etkileri olduğu için doktor tarafından dozlarının ayarlanması gerekiyor. Migren tedavisinde magnezyum verilmesi de önemli bir yer tutar. Klasik sınıflamaya giren migren atağı 4 ile 72 saat sürer. Atak sırasında sigara ve alkol alınmaması gerekir. Migreni olan bir kişi atağın başlamasını beklemeden ilaç alırsa bu daha faydalı olur.”

Tanı ve tedavi
Baş ağrısı tanısı klinik muayene ve MR ile çok kolay. Ancak tedavi konusunda farklı uygulamalar söz konusu. Prof. Dr. Özsarfati bunu şöyle açıklıyor:
“En başta ilaç tedavisi ve onun yanında destekleyici başka tedaviler de uygulanır. Bu destekleyici tedaviler arasında gerekirse psikolog yardımı da alınabilir. Gerekirse birtakım fizik tedavi uygulamaları veya lokal olarak ağrı bölgelerine yapılacak enjeskiyonlarla ağrının giderilmesine yardımcı olunur. Ağrılı tetik noktaları bulunup bunların içine ilaçlar zerk edilerek gevşeme sağlanabilir.

KAÇ ÇEŞİT BAŞ AĞRISI VAR?
Akut baş ağrıları
Baş ağrısının hastalığı oluşturduğu durum olarak tanımlanıyor. Kafa içinde çok ciddi ve hemen önlem alınması gereken bazı sorunlar içerebiliyor.

Kronik baş ağrıları
Uzun süreli tekrarlayan ağrılar bu tanıma giriyor. Bazı kronik baş ağrısı tipleri:
* Baş, boyun, adale ve eklem ağrılarından kaynaklanan ağrılar
* Aşırı ilaç kullanımına bağlı baş ağrıları
* Psikiyatrik bozukluklara bağlı ağrılar
* Migren
* Gerilim tipi baş ağrısı
* Krayinal nevraljiler

Alıntı ntvmsnbc.com

umsado
07-01-2006, 03:31
ABD’li bilimadamları, sırt ağrısından kansere kadar birçok hastalığı tedavi ettiği söylenen manyetik terapinin etkisiz olduğunu belirledi.

ANKARA - ABD’nin Philadelphia kentindeki Drexel Üniversitesi ile California’daki Kaiser Tıp Merkezi’nde yapılan ve İngiliz Tıp Dergisi’nde yayımlanan araştırmaya göre, bilezik ve ayakkabı tabanlığı ile bilek ve diz bandı gibi biçimlerde ve tedavi aleti adıyla satılan bu malzemenin, ispatlanmış bir etkisi bulunmuyor.
Araştırmayı yürüten ekip, tüm dünyada 1 milyar doları aşkın bir pazar payına ulaşan bu malzemenin, asıl hastalığı tedaviden mahrum bırakma riskine neden olduklarının altını çizdi.

Tüm dünyada ve özellikle ABD’de başarılı sporcuların da reklamını yaptığı bu tür manyetik tedavi aletlerine para dökmek yerine tıbbi çözümlere güvenmenin daha doğru olduğunu vurgulayan doktorlar, bazı reklamlarda söz konusu malzemenin kanseri tedavi ettiği ve ömrü uzattığı gibi iddiaların gerçeği yansıtmadığını ve hiçbir bilimsel veriyle desteklenmediğini kaydettiler.

ABD’deki araştırmada, bu alanda şimdiye dek yapılan 10 inceleme gözden geçirilirken, son araştırmada deneklere haberleri olmadan gerçek ve sahte manyetik tedavi aletleri verildi. Araştırmanın sonunda, her iki grubun sonuçları arasında herhangi bir istatistiki fark görülmedi.

Alıntı ntvmsnbc.com

umsado
07-01-2006, 03:33
Tarçının ikinci tip şeker hastalığına karşı etkili olduğu iddia edildi.

KUALA LUMPUR - Malezya Teknoloji Üniversitesi’nin üç ay süreyle yaptığı araştırmanın sorumlusu Muhammed Roji, Malezya’da yayımlanan Star gazetesine yaptığı açıklamada, araştırmanın “tarçın özütünün, hücrelerde insülin hormonunun etkisini artırdığını gösterdiğini” söyledi. Üniversitenin, tarçının şeker hastalığıyla mücadelede bu etkisini doğrulamak üzere, hayvanlarla yapılacak deneyler dahil, yeni araştırmalar yapacağı belirtildi.

Alıntı ntvmnbc.com

davutkorucu
07-01-2006, 12:54
KusGribiNedir.com
Kuş Gribi Hakkında | Kuş Gribi Tarihsel Gelişimi
Avian influenza frequently asked questions? (English)
Avian influenza, Prevention and treatment, Links
KUŞ GRİBİ (AVIAN INFLUENZA) Bilgiler
AVIAN INFLUENZA (TAVUK VEBASI, KUŞ GRİBİ) Sıkça Sorulan Sorular
AVIAN INFLUENZA (TAVUK VEBASI, KUŞ GRİBİ) BASIN AÇIKLAMASI
Bird Flu Latest World News
Grip Aşısı hakkında 30 soru ve yanıtı, Grip Nedir


Kuş gribi ile ilgili sıkça sorulan sorular:
Kuş gribi nedir?

Kuşlarla ilgili ne tür önlemler alınabilir?

Kümes hayvanlarındaki salgının önemi nedir?

Bir ülkede kuş gribi nasıl yayılır?

Bir ülkeden diğer ülkeye hastalık nasıl yayılır?

Hastalık kendini nasıl belli eder?

Şimdiki salgından bu kadar korkulmasının nedeni nedir?

Şu an için insandan insana bulaş ile ilgili kesin kanıtlar mevcut mudur?

İnsanlar H5N1 suju ile sıkça enfekte olur mu?

Son rapor edilen kuş gribi salgınlarının hepsi insanlar için tehlike teşkil etmekte midir?

Bir pandemi önlenebilir mi?

Birkaç insan vakasının görüldüğü doğru mu?

Doğru kontrol önlemleri uygulanmakta mıdır?

H5N1 dışında diğer kuş influenza virüsleri ile enfeksiyon söz konusu mudur?

H5N1’e karşı etkili bir insan aşısı var mıdır?

Hastalığı önleme ve tedavi için ilaç var mıdır?

Mevcut aşılar bir influenza pandemisini önlemede faydalı mıdır?

Kuş gribi nedir?

Kuş gribi bulaşıcı bir hayvan hastalığıdır. Hastalığa sebep olan virüs sadece kuşları ve daha az olarak domuzları enfekte eder. Bütün kanatlı hayvanlar enfeksiyon için risk altındadır. Özellikle hayvanların sıkı temas içinde yaşadığı kümes hayvancılığında virüs çok kolay olarak yayılabilmekte ve kısa süre içerisinde kümes hayvanları arasında salgına neden olabilmektedir.

Kuşlarda hastalık iki şekilde görülür. Hastalığın bir şekli orta derecede şiddetle atlatılan; tüylerde kırışıklık ve yumurtlamada azalma olarak kendini gösterir. Hastalığın diğer formu ise ağır patojen özelliğe sahip virüsle görülen şeklidir ki oldukça öldürücüdür. Bu virüse yakalanan bütün kuşlar genelde hastalık etkilerinin görüldüğü ilk gün ölür. Bu hastalık şekli ilk olarak 1978 yılında İtalya’da tespit edildi.

Kuşlarla ilgili ne tür önlemler alınabilir?

En önemli kontrol önlemi hastalıklı ya da virüse maruz kalmış/kalmış olma ihtimali olan hayvanı mümkün olduğu kadar hızlı itlaf etmektir. İtlaf edilmiş hayvanların mutlaka uygun şekilde gömülmesi gerekir (kireçlenerek ve yeterli derinliğe gömülerek). Çiftliklerin karantinaya alınması ve çok dikkatli dezenfeksiyon uygulanması gerekir.

Virüs ısıyla ve (56 C° de 3 saat yada 60 C° de 30 dakika bekletildiğinde ölür) iyot içeren dezenfektanlarla öldürülebilir.


Virüs, bulaştığı hayvan gübresinde soğuk havada 3 haftaya kadar canlı kalabilir. Virüs suda 22 C° lik ısıda 4 günden fazla canlı kalabilirken 0 C° de ise 30 gün canlı kalabilir. Ağır patojen özelliğe sahip virüs barındıran hayvan dışkısının 1 gramı 1 milyon kanatlı hayvana hastalık bulaştırabilir.


Hastalığı kapmış olan kümes hayvanlarının hareketlerinin kısıtlanması (özellikle şehirler ve ülkelerarası hareketler) ve kontrol altında tutulması diğer kontrol önlemlerinden biridir.



Kümes hayvanlarındaki salgının önemi nedir?


Kuş gribi salgını; özellikle ağır patojen olan şekli, kümes hayvancılığı ve çiftçiler için oldukça zarar vericidir. Mesela 1983-1984 yıllarında ağır patojen virüsle Pensilvanya’da ortaya çıkan bir salgın 17 milyon kümes hayvanın telef olmasına sebep olmuş ve Amerikan ekonomisine verdiği zarar yaklaşık olarak 65 milyon dolar olmuştur. Bu ekonomik sonuçlar gelişmekte olan ülkelerdeki yükselen kümes hayvancılığına zarar vermekte ve bu şekilde geçimini sağlayan aileleri de önemli derecede etkilemektedir.


Eğer salgın ülkenin tamamına yayılırsa kontrol oldukça zorlaşır. Mesela 1992 yılında Meksika’da görülen salgın, 1995 yılına kadar tam olarak kontrol altına alınamamıştır.


Bu gerçeklerden hareketle herhangi bir salgın tespiti ya da şüphesi varlığında devlet otoritelerinin mümkün olan en kısa sürede sorumluluğu üstelenmeleri, acil eylem planları geliştirmeleri ve salgını kontrol altına almaları gerekir.



Kuş gribi salgını bir ülkede nasıl yayılabilir?


Ülke içerisinde hastalık bir çiftlikten diğerine ya da bir kümesten diğerine oldukça kolay bulaşabilir. Kanatlı hayvanların dışkılarında ve virüsle bulaşmış tozlarda çok sayıda virüs vardır. Havayla yayılan virüs solunduğu zaman enfeksiyona sebep olabilir. Bu sayede o havayı soluyan bütün kanatlı hayvanlar hastalığı kapar ve hastalığı bulaştırabilir. Virüsle kirlenmiş olan malzemeler; araçlar, yemler, kafesler, örtüler – özellikle ayakkabılar- virüsü bir çiftlikten diğerine taşıyabilir. Enfekte hayvanların, ayakları ve gövdeleri de virüs taşınması konusunda dikkat edilmesi gereken yerlerdir. Hastalığın yayılmasında, mekanik vektör görevi gören kemirgenler de etkili olabilir. Enfekte vahşi kuşların dışkıları, hem kanatlı hayvan ticareti yapılan hem de kümes hayvancılığı yapılan yerlerde hastalığın yayılması için oldukça etkin rol oynarlar. Eğer ev hayvanları serbestçe dolaşabiliyorlarsa hastalığın vahşi kuşlardan ev hayvanlarına geçme ihtimali oldukça yüksektir. Özellikle eğer ev hayvanları ile vahşi kuşlar ortak su kaynağını kullanıyorlarsa, virüs taşıyan vahşi kuş dışkıları bulaşmış su kaynaklarından beslenen ev hayvanlarının hastalığı kapması kaçınılmazdır.


Diğer bir hastalık yayılma kaynağı ise sağlıksız koşullarda canlı hayvan satılan yerlerdir.



Bir ülkeden diğer ülkeye hastalık nasıl yayılır?

Hastalık bir ülkeden diğer ülkeye canlı kümes hayvanı ticareti ile yayılabilir. Göçebe kuşlar, yabani su kuşları, deniz kuşları ve kara kuşları hastalığı bir ülkeden diğerine taşıyabilir. Bu kuşlar uzun mesafeli göç edebildikleri için çok uzaklardaki ülkelere bile virüsü taşıyabilirler. Özellikle yabani su ördekleri hastalığa karşı dirençli oldukları için virüsü taşıdıkları ve başka kanatlı hayvanlara bulaştırdıkları halde hasta oldukları anlaşılmadığından tanınamazlar ve birçok kanatlı hayvana hastalığı bulaştırabilirler.


Evcil ördekler, kazlar, hindiler ve diğer kanatlı hayvan türleri öldürücü olabilen virüsü kapabilir ve bulaştırabilirler.



Hastalık kendini nasıl belli eder?


2003 Kasım ayının ortalarından beri, gelişmekte olan Asya ülkelerinde tavuk ve ördekler arasında ağır patojen virüs enfeksiyonunun salgın halinde görüldüğü bildirilmektedir. Yabani kuş türlerinde ve domuzlarda bile enfeksiyon bildirilmiştir.


Bu hızlı yayılan, ağır patojen virüs aynı zamanda birkaç ülkede görüldü. Bu durum tarihte benzeri görülmemiş şekilde hem insan sağlığını hem de çiftçiliği ilgilendirmiştir.


İnsan sağlığı için alarma geçilmesinin nedeni ağır patojen olan H5N1 türünün bu salgından sorumlu virüs olarak izole edilmesidir. Bu virüs, türler arasında kolay olarak yayılabilir ki bu şekilde yakın geçmişte hastalık kapmış iki insan tespit edilmiş ve bu şimdi tekrar yaşanabilir. Bu sayı özellikle Vietnam ve Tayland’da giderek artmaktadır.



Şimdiki salgından bu kadar korkulmasının nedeni nedir?


Halk sağlığı merkezlerinin, daha önce benzeri görülmemiş bu salgından tedirgin olmalarının birkaç nedeni vardır. Bunlardan ilki, Asya’da görülen salgınların en sık sebebinin - ama hepsinden sorumlu değil- ağır patojen H5N1 suşunun olmasıdır. Bu suş türler arasında geçiş yapabildiği ve diğer türlerde de ağır enfeksiyona neden olabildiği için insanlara bulaşabileceği ve insan ölümlerine neden olabileceği içindir.


2. ve belki daha da önemli bir başka nokta, mevcut durumun insanlarda pandemi yaratabilecek diğer bir influenza salgınına yol açabilme ihtimalidir. Kuş ve insan influenza virüslerinin, aynı anda her iki virüs tipi tarafından enfekte olmuş bir kişinin vücudunda gen exchange işlemini yapabildikleri bilim adamları tarafından bilinmektedir. Bu durum insan vücudu içinde daha önce bağışıklık kazanılmamış yeni virüs alt gruplarının doğmasına yol açabilir. Bu, şu anda kullanılmakta olan ve her yıl dolaşmakta olan virüslere karşı geliştirilen ve epidemi mevsimlerinde insanları hastalıktan koruyan aşıların etkisiz olduğu, tamamiyle yeni virüslerin ortaya çıkması anlamını taşımaktadır.


Yeni oluşacak virüs genomunda yeterli miktarda insan geni olursa hastalığın bulaşması yalnızca kuşlardan insanlara olmakla kalmayacak, virüs insandan insana da rahatlıkla bulaşabilecektir. Bu olursa yeni bir influenza pandemisinin gelişimi de tetiklenmiş olacaktır. Asıl korkulacak nokta insandan insana geçişle başlayacak bu salgının yüksek ölüm oranlarıyla seyredebileceği ihtimalidir. Bu durum 1918-1919 yılları arasında açığa çıkan ve tamamiyle yeni bir virüs tipi ile gelişen influenza salgınındaki hale benzeyebilir. Hastalık 4-6 ayda tüm dünyaya yayılmış ve takip eden 2 yıl boyunca tekrarlayan hastalık dalgalarıyla tüm dünyada yaklaşık 40- 50 milyon insanın ölümüne neden olmuştu.


Şu an için insandan insana bulaş ile ilgili kesin kanıtlar mevcut mudur?

Hayır. Ancak 27 Eylül 2004 tarihinde Tayland Sağlık Bakanlığı bir grup ailede, muhtemelen insandan insana bulaşın yaşandığını bildirmiştir. Yetkililer bir Taylandlı annenin hastalığı ya çevresel kaynaklardan ya da hasta olan kızına bakarken kazandığını bildirmişlerdir. Bu ailenin incelenmesinde hastalığın insandan insana geçişi ile ilgili başka bulgular da tespit edilmiş ancak hastalığın aile içinde sınırlı kaldığı, yakın çevreye yayılmadığı fark edilmiştir.

İnsanlar H5N1 suşu ile sıkça enfekte olur mu?

Hayır. Bu durum çok nadir olarak görülür. H5N1 ile enfekte olan ilk vaka 1997 yılında Hong Kong’dan rapor edilmiştir. İlk salgında 18 kişi enfekte olmuş ve bunlardan 6'sı ölmüştü. Bu vakalardan 1 tanesi tarlada çalışırken kuşlarla temas eden, diğer 17 tanesi de canlı hayvan satılan dükkanlarda çalışanlardı.


İnsan vakaları, kuşlar ve kümes hayvanları arasında yaşanan yüksek bulaşma hızıyla seyreden H5N1 salgını ile eş zamana tesadüf etmiştir. İnsandan insana H5N1 geçişi sağlık çalışanları, aile fertleri, kümes hayvancılığı ile uğraşanlar arasında da çok sınırlıdır. Virüsle karşılaşmış olunduğunu gösteren H5 antikoru bu kişilerde tespit edilse de, bu kişiler arasında ciddi bir hastalık vakası bildirilmemiştir.


2003 yılında H5N1, Çin seyahati sonrasında Hong Kong'a dönen iki aile ferdinde yeniden görülmüştür. Hasta olan baba ölmüş ancak oğlan çocuğu iyileşmiştir. Ailenin 3. ferdi olan kız çocuğu da solunum yetmezliğinden ölmüştür. Ancak kız çocuğunun gerçek ölüm nedenini açığa çıkaracak numuneler elde edilememiştir.

Son rapor edilen kuş gribi salgınlarının hepsi insanlar için tehlike teşkil etmekte midir?

Hayır. H5N1 suşu ile gelişen salgınlar insan sağlığı açısından önem taşımaktadır.

İnsan sağlığı açısından riski belirlemede, kuşlarda salgına yol açan suşun hangisi olduğunun belirlenmesi önemlidir. Örneğin Tayvan’dan rapor edilen en son kuş gribi, H5N2 suşu ile gelişmiştir. Bu virüs kuşlar arasında da hastalık oluşturma riski düşük olduğu gibi şimdiye kadar insanlarda bu suşla hastalık geliştiği hiç bildirilmemiştir. Pakistan'dan bildirilen en son salgın da H7 ve H9 suşu ile ilgilidir.


Ancak hastalık oluşturma riski düşük olan bir suşun bile 6-9 ay içerisinde mutasyona uğrayabileceği gösterildiği için kümes hayvanlarındaki salgınların dikkate alınması ve gerekli önlemlerin alınması gerekir.


Bir pandemi önlenebilir mi?


Kimse kesin olarak bilmiyor. İnfluenza virüsleri yüksek derecede kararsızdır ve davranışları bu konuda herhangi bir tahmini mümkün kılmamaktadır. Buna rağmen Dünya Sağlık Örgütü bu konuda optimist kalarak, eğer doğru hamleler hızlı bir şekilde yapılırsa bir influenza pandemisinin önlenebileceğini düşünmektedir. Bu DSÖ’nün şu anda en önde gelen hedefidir.

İlk öncelik ve ana savunma hattı insanların en büyük virüs rezervuarlarına yani enfekte kümes hayvanlarına maruziyet olasılıklarını azaltmak olmalıdır. Bu da kümes hayvanları arasındaki salgınların hızlı bir şekilde saptanması ve tüm enfekte kümes hayvanı stoklarının yok edilerek leşlerinin de uygun bir şekilde uzaklaştırılması dahil olmak üzere acil kontrol önlemlerinin alınması ile mümkün olmaktadır.


Eldeki tüm veriler kümes hayvanları arasında yüksek derecede patojen H5N1 kuş influenza salgınları yaygın olduğu zaman, insanlara bulaş riskinin de artmış olduğunu göstermektedir. İnsan infeksiyonlarının sayısı arttıkça yeni bir virüs subtipinin ortaya çıkma ve bir influenza pandemisi tetikleme riski de artmaktadır. Kümes hayvanlarında yaygın enfeksiyon ve artmış insan enfeksiyonu arasındaki ilişki şu anda Asya'da gösterilmektedir. Şu ana kadar gösterilmiş insan olguları ve ölümleri iki ülkede -Vietnam ve Tayland'da- olup çok yaygın kümes hayvanı salgınları eşlik etmiştir.


DSÖ durumun aciliyetini belirterek hayvan ve tarım sektörlerinde hızlı davranılması üzerinde vurgu yapmaktadır. Örneğin 1997’de Hong Kong’da tüm kuş populasyonunun -tahminen 1.5 milyon tavuk ve diğer kuş- ortadan kaldırılması 3 gün içinde gerçekleştirilmiştir. Yine 2003’de Hollanda'da 100 milyon kuşun yaklaşık 30 milyonu bir hafta içinde imha edilmiştir. Her iki durumda da alınan hızlı önlemlerin insanlarda kuş gribi pandemisini önlemiş olduğu düşünülmektedir.


Şu ana kadar az sayıda insan olgusunun bildirilmesi endişeleri giderebilir mi?

Evet. DSÖ nün elinde H5N1 suşunun kuşlar arasında Nisan 2003’den beri bulunuyor olabileceğine dair bazı veriler bulunmaktadır. Şu ana kadar az sayıda insan olgusunun bildirilmesi, virüsün kuşlardan insanlara çok kolay bulaşmıyor olabileceğini düşündürmektedir. Yine de H5N1 suşunun hızlı mutasyon geçirebilmesi ve diğer türlerden influenza virüsleri ile gen değiştirme eğilimi nedeniyle durum hızlı bir şekilde değişebilir.

Enfekte hayvanların hızlı bir şekilde ortadan kaldırılması dışında insan enfeksiyonlarını önleme yönündeki bir diğer önlem, hayvan imha operasyonlarında görev alan işçilerin korunması olacaktır. DSÖ bu operasyonların güvenli yapılabilmesi yönünde kılavuzlar yayınlamıştır.


Doğru kontrol önlemleri uygulanmakta mıdır?


Bazı olgularda evet. Japonya ve Kore Cumhuriyeti, kümes hayvanları arasındaki salgınlarını hızlı ve güvenli bir şekilde kontrol etmiş görünmektedir. Hayvan imha operasyonlarında görev almış olan işçiler üzerinde yapılan çalışmalar herhangi bir insan enfeksiyonu ortaya koymamıştır. Diğer ülkelerde durum daha problemlidir.


DSÖ, ciddi kümes salgınları olan çeşitli ülkelerdeki hükümetlerin, önerilen koruma önlemlerini almak ve kümes hayvanlarını hızlı bir şekilde imha etmek için gerekli kaynaklara sahip olmadığının farkındadır. Bu ülkelerin bazılarında uzak, kırsal bölgelerdeki kayıt dışı kümes hayvancılığı hayvan rezervuarının hızlı ve sistematik bir şekilde eliminasyonunu daha öte komplike etmektedir.


H5N1 dışında diğer kuş influenza virüsleri ile enfeksiyon söz konusu mudur?

Evet. İki suşun daha insanlarda hastalığa neden olduğu gösterilmiştir, fakat salgınlar H5N1 suşundan kaynaklananlar kadar ciddi olmamıştır.

Kuşlarda çok patojenik olmayan H9N2 suşu 1999’da Hong Kong'daki iki çocukta ve Aralık 2003’ün ortasında yine Hong Kong'daki bir çocukta hafif hastalık olgularına neden olmuştur. Şubat 2003’de Hollanda da yüksek derecede patojen H7N7 kuş influenza virüsü ile salgın, bir veterinerin 2 ay sonra ARDS den ölmesine neden olurken 83 kümes çalışanı ve ailelerinde de hafif hastalık ile sonuçlanmıştır.


H5N1’e karşı etkili bir insan aşısı var mıdır?

Hayır. Mevcut aşılar H5N1’in insanlarda yol açacağı hastalığa karşı korumayacaktır. DSÖ aşı üreticileri tarafından kullanılacak bir H5N1 prototip virüsü üzerinde çalışmaktadır.

2003 yılındaki H5N1 suşunu kullanarak geliştirilmiş mevcut prototip aşı virüsü, aşı geliştirmek üzere kullanılamamaktadır. 2004 virüsünün başlangıç analizi virüsün ciddi bir şekilde mutasyon geçirmiş olduğunu göstermektedir.


Hastalığı önleme ve tedavi için ilaç var mıdır?


Evet. İki sınıf ilaç mevcuttur. Bunlar M2 inhibitörleri (amantadin ve rimantadin) ve nöroiminidaz inhibitörleri (oseltamivir ve zanimivir) dir. Bu ilaçlar bazı ülkelerde insan influenzasının önlenmesi ve tedavisi için lisanslı olup etken suş önemli olmaksızın etkili oldukları düşünülmektedir.


Ancak Vietnam'daki yakın dönem ölüm vakalarından izole edilen virüslerin ilk analizi göstermiştir ki virüsler M2 inhibitörlerine karşı dirençlidir. Amantadin rezistansını doğrulamak üzere ileri testler yapılmaktadır. Nöroiminidaz inhibitörlerinin mevcut H5N1 suşu üzerine etkinliğini doğrulamak üzere laboratuar çalışmaları devam etmektedir.


Mevcut aşılar bir infulenza pandemisini önlemede faydalı mıdır?


Evet, ancak hedefe yönelik bir şekilde kullanıldığı takdirde. Yüksek risk gruplarına, örneğin kümes hayvanı imhacılarına uygulandığı takdirde mevcut aşılar insan suşlarına karşı korur ve kuş virüsüne maruziyet açısından yüksek risk altındaki insanların aynı anda hem kuş hem de insan virüsü ile enfekte olma ihtimalini azaltır. Bu tarz dual enfeksiyonlar kuş ve insan virüslerine genomlarını değiştirme fırsatı vererek pandemik potansiyeli olan yeni bir influenza subtipinin gelişmesine zemin hazırlar.



Mevsimsel influenza pandemileri esnasında insanları korumak üzere rutin kullanım için yıllık aşılar üretilmektedir. Bu aşılar H5N1 kuş virüsü ile enfeksiyona karşı herhangi bir koruma sağlamazlar.


Bu nedenlerden dolayı DSÖ aşılama için kılavuzlar yayınlamıştır. Buna göre mevcut influenza trivalan aşısının kümes hayvanları arasında yüksek derecede patojenik H5N1 kuş gribi salgını olan ülkelerde yüksek maruziyet riski olan gruplarda kullanılması önerilmektedir.


Dünya Sağlık Örgütü Only the registered members can see the link sayfasından hazırlanmıştır.

Kaynak:Only the registered members can see the link

Avian Influenza, Kuş Gribi Hakkında Son Haberler
New tuberculosis therapy offers potential shorter treatment
What every journalist should know about Influenza
WHO includes additional antiretroviral products in list of prequalified medicines
Pakistan health crisis worsens as winter hits
With an additional US $1 billion per year immunization could save ten million more lives in a decade
Avian influenza – situation in Turkey
Avian influenza – situation in China – update 51
Avian influenza – situation in Indonesia – update 50
Yellow fever in Guinea - update
Avian influenza – situation in China – update 49

--------------------------------------------------------------------------------
Your reader is overfeeding on the NewsXS feed server
Ip-number 70.98.111.57 has requested too many feeds in the last hour. Usage is limited to 30 requests per ip-number per hour. 70.98.111.57 will be blocked from service for 48 hours. Don't make any requests during that period. If you feel this is not correct and if you are behind a proxy with more NewsXS users let your system-admin contact admin@newsxs.com (2006/01/07 10:51:20)







Kaynak : Only the registered members can see the link

MaTRaK
07-01-2006, 13:54
verdiğin bilgiler için teşekkürler. Çok önemli bir konuda bizi aydınlattın sağol.

umsado
07-01-2006, 14:57
Dört önemli gelişim bozukluğundan biri olan ve bin doğumdan 1-2’sinde görülen otizm, kişinin sosyal ilişkilerinde, davranışlarında ve konuşmasında ciddi sorunlar yaratıyor.

İSTANBUL - Nedeni henüz tam olarak bilinemeyen otizm, beyinsel bir rahatsızlık. Doğuştan gelen bu hastalık beynin bilgiyi kullanma şeklini belirliyor. Bazı araştırmalar, beynin konuşma ve duygulardan gelen bilginin değerlendirilmesi ile ilgili bölümünde fiziksel bir problem olduğunu ve beynin bazı kimyasal dengelerinde meydana gelen bozuklukla veya genetik faktörlerle ortaya çıktığını söylüyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün raporuna göre Türkiye’de yaklaşık yüz bin kişide görülen otizmin en büyük hedefi erkekler. İstatistiklere göre bu rahatsızlığa yakalanan her beş kişiden dördü erkek. Konuşma güçlüğü ve iletişim konusunda pasiflikleri ile dikkati çeken otistiklerin dünyasına girmek de bir hayli zor

Dört önemli gelişim bozukluğundan biri olan ve her bin doğumdan bir veya ikisinde görülen otizm, bireyin sosyal ilişkilerinde, davranışlarında ve konuşmasında ciddi sorunlar yaratıyor. Gördüklerini, duyduklarını ve duyumsadıklarını doğru algılayamayan birey, etrafındaki hiçbir şeyle doğrudan iletişim kuramıyor.
Nedeni henüz tam olarak bilinemeyen otizm, beyinsel bir rahatsızlık. Doğuştan gelen bu hastalık beynin bilgiyi kullanma şeklini belirliyor. Bazı araştırmalar, beynin konuşma ve duygulardan gelen bilginin değerlendirilmesi ile ilgili bölümünde fiziksel bir problem olduğunu ve beynin bazı kimyasal dengelerinde meydana gelen bozuklukla veya genetik faktörlerle ortaya çıktığını söylüyor.

Otizmde farkedilebilir özellikler göze çarpıyor. Bunlardan birincisi dilin fonksiyonunu kaybetmeye başlaması. Bu aşamada tuhaf konuşma biçimleri ve anlam değişimleri ortaya çıkıyor. Dili etkin olarak kullanabilen otistiklerde, olağan dışı atamalar veya resmi ve tekdüze bir ses tonuyla konuşma görülüyor.

Otistik birey, içine kapanık özelliğiyle dikkat çekiyor. Karşısındaki kişiyle göz teması kurmuyor, ilgiden sıkılıyor, seslenildiğinde duymazlıktan geliyor ve etrafındaki kişilerden uzaklaşma çabası içine giriyor. Zor arkadaşlık kuran otistikler, başkalarını umursamıyor ve kendileri hakkında da hiçbir şey paylaşmıyor. Sözcüklere ve diğer seslere duyarsız davranıyor, acıya, soğuk ve sıcağa tepki göstermiyor. Ancak bazen de ani ve aşırı tepkileriyle dikkat çekiyorlar.

Genellikle zekâ geriliği gösteren otistiklerin % 20’si resim, müzik, matematiksel hesaplamalar gibi konularda oldukça becerikli. Otistik birey, el çırpma, sallanma, kendi etrafında dönme, el parmaklarını gözünün önüne getirip oynatma gibi tekrarlanan bedensel hareketler yapıyor.

Oyuncakların dönen parçalarına, açılır kapanır kapılara, hızlı dönen nesnelere aşırı bağlı olan otistikler, aynı işleri tekrarlıyor, aynı elbiseyi giyiyor ve her gün aynı programı izliyor. Bu rutin döngüdeki meydana gelecek herhangi bir değişiklik, onları çok rahatsız ediyor.

Otizm ya kendi başına, ya da zekâ geriliği, öğrenme güçlüğü, epilepsi gibi diğer gelişimsel bozukluklarla birlikte ortaya çıkabiliyor. Engellilik sayısı ve zekâ geriliğinin derecesi, bireyin, bu yelpazenin neresinde yer aldığını belirliyor. Zekâ geriliği olan bireylerde göreceli olarak dengeli beceri gelişimi sağlanabilirken, otistik bireyler dengesiz beceri gelişimi gösteriyorlar. Buna karşılık iletişim gibi konularda yetersizlik ve bazı konularda da olağanüstü kabiliyet gösteren otistikler de yok değil.

OTİSTİKLERE ÖZEL EĞİTİM PROGRAMLARI
Tedavisi olmayan otizm için belli eğitim programları mevcut. Otistikler, bireysel gereksinimlerine uygun olarak şekillendirilmiş eğitim programları ve terapistler tarafından eğitilerek evde ve toplumda nasıl davranılacağını öğrenebiliyor. Ayrıca grup evlerinde ve gözetim altındaki yaşam birimlerinde özel olarak tasarlanmış programlarla olabildiğince bağımsız yaşama becerilerini kazanabiliyor.

Bazı otistikler, ressam, piyanist, boyacı, çiftçi, ofis çalışanı, bilgisayar operatörü, bulaşıkçı, montaj hattı çalışanı veya korumalı atölyelerde ve yaşam köylerinde uzman işçi olarak çalışabiliyor. Genellikle müzik, yüzme, yürüyüş, kamp kurma, bulmaca çözme, masa oyunları gibi faaliyetlerden hoşlanıyorlar.

Alıntı mtvmsnbc.com

umsado
07-01-2006, 20:44
Çok sağol ellerine sağlık.Çok kötü bir durumla karşı karşıyayız.Allah hepimizi korusun.

umsado
07-01-2006, 23:39
Arkadaşlar bugün buraya

umsado
07-01-2006, 23:41
Only the registered members can see the link

Kurban Bayramı sofralarında kırmızı etin yanı sıra sebze yemekleri, salata ve meyvenin de tüketilmesi öneriliyor.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Özlem Sert, bayramda nasıl beslenilmesi gerektiğini ve kırmızı et tüketiminde dikkat edilmesi gerekenleri cnnturk.com'a anlattı:

Bayramda kronik rahatsızlığı olanların nelere dikkat etmesi gerekiyor?

"Bayramlarda psikolojik olarak daha fazla yemek yenmesi hissi vardır, ağır ve aşırı yemek yenmesi halinde sindirim zorlukları, gaz sıkıntısı, hazımsızlık, mide bulantısı ve ani tansiyon yükselmesi gibi rahatsızlıklar görülebiliyor.

Kalp, şeker, tansiyon hastalarının normal beslenme düzeninin dışına çıkmamaları gerekir."

Kırmızı et tüketimi nasıl olmalı, nelere dikkat edilmeli?

"Kurban Bayramı'nda kırmızı et tüketimi artar ve her türlü yemek içinde kullanılır.

Kesilen et dinlendirilmeden tüketildiği için sindirimi de zor olur. Fazla tüketildiğinde ise midede şişkinlik, hazımsızlık gibi sıkıntılara neden olabilir.

Etin kesildikten sonra bir-iki gün buzdolabında dinlendirilmesi pişme süresini azaltır ve sindirimi kolaylaştırır. Kolesterolü yüksek olanlar, kalp ve böbrek hastalarının fazla kırmızı et tüketmemeleri gerekir.

Kırmızı etteki doymuş yağ oranının fazla olması kalp damar sağlığını tehdit edici olabilir. Tüketilecekse de ızgara, buğulama veya haşlama olarak ve yanında sebze yemeği ve salata ile tüketilmelidir."

Etin kesimi ve pişirme yöntemleri nasıl olmalı?

"Hayvanın kesim yerinin temiz olması çok önemli, hem ortamdaki hem de ciğer, bağırsak, böbrek gibi sakatatlardaki parazitler insan sağlığı için tehdit oluşturmaktadır.

Bu nedenle çok iyi temizlenmeleri gerekir. Pişirme derecesi de çok önemli çünkü iç kısmı çiğ kaldığında etteki mikroorganizmaların kişiye geçmesi mümkün. Izgaradan ziyade haşlama olarak tüketilmesini öneririm."

Bayramların vazgeçilmezi olan tatlıları nasıl tüketelim?

"Özellikle bayram sonrasında hastanelere başvuran kişilerde gözlemlenen, şeker seviyesinin yükselmesidir. Tatlıların kalori düzeyi yüksek olduğu için kilo alımına neden olabileceği de gözönünde bulundurulmalı.

Şekerli, yağlı hamurlu tatlıların ve çikolatanın fazla tüketilmesi hipertansiyon, kalp ve damar hastalıkları ile diyabete zemin hazırlamakta ve diş sağlığını olumsuz etkilemektedir.

Ziyaretlerde ikram edilen her tatlıyı kabul etmeyerek, aralarında en hafif olan sütlü ve meyveli tatlıları tercih etmek sağlıklı bir seçim olacaktır."

Bayram sofrasında neler bulunmalı?

"Bütün ailenin birlikte olduğu ender zamanlardan biri olduğu için türlü türlü yemekler yapılır. Kurban Bayramı'nda sofrada illaki kırmızı et olacaktır ama önemli olan nasıl yapıldığı.

Kavurma veya kızartma yöntemiyle pişirilen etin hem sindirimi zor hem de vitamin, mineral kaybı olacağı için mümkün olduğu kadar tüketilmemesi gerekir.

Izgara veya haşlama etin yanında bol yeşil ve limon soslu, az yağlı salata veya sadece etli sebze yemeği doğru seçenek olacaktır.
Sebze ve salatada bulunan lifler, kırmızı etteki doymuş yağın vücuttan dışarı atılmasını sağlayacak ve vücuda yapacağı toksik etkileri azaltacaktır.

Çorba mide hacim kapasitesini artıracağı için yemeğe çorba ile başlanmalı.

Pilav, makarna, börek mümkün olduğunca az tüketilmeli. Yoğurt sindirimi kolaylaştırdığı için yemeğin yanında ayran, cacık olarak tüketilmeli. Tatlı olarak da sütlü tatlılar tercih edilmelidir."

Bayram öncesi ve sonrası nelere dikkat edilmeli?

"Kahvaltı günün en önemli öğünüdür, kesinlikle atlanmamalı ama aşırıya da kaçılmamalı. Kahvaltıda C vitamininden zengin olan domates, sivribiber, maydanoz tüketilmeli.

Sıvı alımına dikkat edilmeli ve günde ortalama iki litre su içilmeli.
Öğünler atlanmamalı, az az ve sık sık beslenmeli.

Posadan zengin sebze ve meyvelere ağırlık verilmeli, günde sekiz porsiyon sebze, üç porsiyon da meyve tüketilmeli.

Yemeklerin pişirilme yöntemlerine dikkat edilmeli, etin fırınlanmış, ızgara veya haşlama, sebze yemeklerinin ise az ve sıvı yağlı olarak tüketilmesine dikkat edilmeli. Yiyecekler birbirine fazla karıştırılmamalı.

Bayramın ardından midenin dinlenmesi için bir öğün sadece çorba ve salata, diğer ana öğünde ise etli sebze yemeği yenmeli.

Çay, kahve, kola gibi kafeinli içecekler fazla tüketilmemeli. Bitki çaylarından özellikle rezene çayından destek alınmalı.

Tokluk hissinin 20 dakikada hissedilmesinden dolayı yemekler yavaş yavaş yenmeli."

Alıntı cnnturk.com