PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Hergün 1 Yeni Bilgi



beaverss
13-10-2015, 06:42
Hergün 1 Yeni Bilgi
02.04.2011

Yasaklanmış ve Delirten Enstrüman: Glass Armonica

18.yy da Benjamin Franklin tarafından bulunan "Glass armonica" enstrüman dan çıkan notalar yüzünden müzisyenler ve dinleyecilerin delirdiği gözlendiği için tamamen yasaklamıştır(yada korku yüzünden insanlar çalmayı bırakmıştır). Armonica dan çıkan sesin insan beyni ve kulaklarıyla bilin...meyen bi etkileşimi olduğu varsayılıyor çünkü çıkan ses 1000 ve 4000 hertz aralığında. 4000 hertz altında sesleri insan beyni sağ ve sol kulak arasındaki tam nirengi noktası bulamadığı "katman/safha farklılığına"(phase differences) yol açıyor. Yani sesin nerden geldiğini anlayamayan beyin ambale oluyor buda duyma problemlerine yol açıyor. Bazı insanlarda deliliğe, depresyona ve birbirleri arasında iletişimde kavgaya kadar götürdüğü söyleniyor..

beaverss
13-10-2015, 06:43
03.04.2011

Erkek Bebekler Neden Mavi Giyer ?

Bu gelenek aslında yüzyıllar önce ortaya çıkan bri inanış biçimin bir sonucudur. Bu inanış biçimi insanların yaşam şekillerini etkilerken aynı zamanda yeni doğan çocuklarının da bu inanış biçimine göre yaşamasına neden olmuştur. Bu yaşamsal biçim önceden gelen inanışın bir sonucu bir gelenek olarak günümüze kadar gelmiştir.
Yüzyıllar önce insanlar özellikle inanış biçiminden başlarına gelebilecek tehlikeleri önlemek için bir çok yola başvurmuşlardır. O dönemde özellikle şeytanların varlığına ev insanlara zarar verebileceğine inanan insanlar buna karşı önlemler almaya başlamıştır. Şeytanların özelikle küçük yaştaki çocuklara ve bebeklere girerek onların ruhlarını ele geçireceğine inanan insanların bir çok farklı yönteme başvurmuşlardır. Bu yöntemlerden en önemlisi ise çocukların ve bebeklerin giysilerinde tercih edilen renkler olmuştur.
Şeytani güçlerin gök mavisiyle kovulduğu inancınında hakim olması ile yeni doğan bebeklerin bu renkle giydirilmesi bir inanış haline döndü. Neslin devamının erkekler tarafından sağlandığı gerekçesiyle ortaya çıkan bu inanış sadece erkek çocukların ve bebeklerin mavi üstlerle giydirilmesini öngörüyordu.
İlerleyen yıllarda gelenek haline gelen bu durum insanların sürekli tercih ettiği bir durum haline gelmeyi başardı. Fakat kız çocuklarınında erkekle aynı öneme sahip olması ile onlara özel bir renginde olması gerektiği düşünüldü. Özellikle renkli çiçeklerin bir çoğunun kırmızı ve tonlarının olması kız çocukların bu renklerle giydirilmesine neden oldu. Yani erkeklerin mavi
giyme geleneği uzun yıllar sonra kız çocuklarınında farklı giymesine neden oldu.

beaverss
13-10-2015, 06:43
04.04.2011

60 Yıl Kullanılmayıp Daha Sonra Dünyada Devrim Yapan Buluş: Jiroskop

Her yönde dönen ve yalnız kütle merkezi sâbit olan bir kütle veya tekerlek. Gemilerin hareketini kontrol için kullanıldığı gibi silâh yörüngesi kontrolünde ve yön tâyininde de kendisinden faydalanılır. Esas olarak jiroskop bir tekerlek veya dönen bir silindir rotor ve eksenden ibârettir.

Fransız Jean Bernard Leon Foucault 1852’de dünyânın döndüğünü göstermek için yaptığı bu âlete jiroskop ismini vermiştir. Ancak devamlı dönmeyi tatbik edecek bir teknik meydana gelmediğinden yaklaşık olarak 60 yıl jiroskop matematikçilerin oyuncağı olarak kalmıştır. Gemilerde çelik kullanılması arttıkça magnetik pusulaya güven azalmış ve jiroskopik pusula önem kazanmıştır. Önce Almanya’da ve daha sonra Amerika Birleşik Devletlerinde uygulama sahası ortaya çıkmıştır. Gemi ve uçakların hareketlerini kontrol etmek için jiroskopik âletler geliştirilmiştir. Gemilerde yalpa hareketlerini önleyen jiroskoplar ayrıca torpidolara da yön vermek için kullanılır. 1943’te deniz toplarının yönlendirilmesinde istifâde edilmiştir. İkinci Dünyâ Harbi jiroskopun hızla gelişmesini zorlamıştır.

Uçaklarda otomatik uçuş kontrolünde ve rota tesbitinde önemli kullanış alanına sâhiptir. Yeraltında ise petrol kuyularının ekseninin şaşmaması önemli durumlarda jiroskoplarla sağlanır.
Roket füze ve güdümlü nükleer füzelerin hassas hız ve ivme ölçümlerinde jiroskop vazgeçilmez bir vâsıtadır. Ölçümlerde kullanılan hassas âletlerin yalnız harekete âit değerleri ölçmesi istenildiğinden dolayı yerçekimi etkisinin gözönüne alınmaması gerekir. Bu ise jiroskop ile sağlanır. Böylece ölçümün yerçekimine dik olarak yapılması gerçekleştirilir. Ölçü âletlerinin konulduğu tablanın kullanılan bir kaç jiroskopla yatay iki eksen etrafında kararlılığı sağlanır.

beaverss
14-10-2015, 06:46
05.04.2011

Hamam Böceklerinin Radyasyondan Etkilenmedikleri Doğru Mu?

Hamam böceklerinin kitinden oluşan dış vücut örtüleri, radyoaktif alfa ışınlarını bloke etme özelliğine sahip. Ancak diğer radyoaktif ışımalar için aynı şey geçerli değil. Yani, hamam böcekleri çok yüksek miktarlarda radyasyona karşı direnç gösterebiliyorlar, ancak radyasyona karşı tamamen dirençli değiller.
Böcek bilimciler, yaptıkları bazı çalışmalarla, hamam böceklerinin radyasyona direnç miktarını sayılara dökmeyi de başarmışlar. Buna göre, normal bir insanın dayanabileceği güvenli radyasyon üst sınırı 5 rem iken, insanlar için öldürücü doz 800 rem olarak kabul ediliyor. Hamam böceklerindeyse, türe bağlı olarak öldürücü dozun 67.500-105.000 arasında değişebildiği görülmüş. Bu değer, neredeyse termonükleer bir patlamaya eşdeğer.

beaverss
17-10-2015, 06:45
06.04.2011


Saat Neden Sol Kola Takılır ?

İnsanlar bu soruya farklı farklı cevaplar vermektedir. Fakat şuan günümüzde geçerli ve insanlar tarafından bilinen cevap, sağ elini kullanan insanların bu eli ile birden fazla işi yaptıkları ve hareketli oldukları nedeniyle saatlerini sol ellerini taktıkları cevabını vermiştir. Mantıken bakılınca verilen bu cevap doğrudur. Oldukça fazla hareketli olan sağ elde bulunan saatlerin zarar görmesi kaçınılmaz bir olaydır. Peki sol ellerini kullanan kişiler neden saatlerini yine sol ellerini takmaya devam etmişlerdir? Bu soruya cevabı ise tarih bilimcileri yaptıkları araştırmalar ile vermektedirler. Yapılan araştırma da insanlar tarafından kullanılmaya başlanan ilk saatlerin kolsuz ve zincirli olduğu görünmektedir. Bu saatlerde saat ayarlama vidaları tam 3 hızasında bulunmaktadır. O dönemde yapılan saatler sürekli sorunlar çıkarmakta ve yeniden kurma ihtiyacı duymaktadır. Bu nedenle insanlar hem daha kolay olması açısından saatlerini sol elleriyle tutarak kurmakta ve sağ elleri yardımıyla vidaları çevirmektedirler.
Bu olayların sonrasında ise kordonlu saatlerin çıkması bu alışkanlığın devam etmesine ve insanların saatlerini sol kollarına takmasına neden olmuştur.

beaverss
17-10-2015, 06:46
07.04.2011

Soğan doğranırken niçin gözler yaşarır ?



Soğan besleyici bir gıda olmasının yanı sıra müthiş bir aromatik özelliğe de sahiptir. Bu aromada içindeki kükürtlü maddelerin büyük etkisi vardır, ancak aroma tek başına kükürtlü maddelerden kaynaklanmamaktadır. Soğan ve sarmısakta sülfür ihtiva eden aminoasitlerin türevleri de vardır.
Bir soğanı kestiğinizde bunlardan 'S1 propenylcysteine-sulphoxide' adı verilen kısım çözülür ve gözlerimizi tahriş eden 'proponal-S oxit' adlı kısmı ortaya çıkar. Kimya ilminin karışık kelimeleri aklımızı karıştırmadan esasa geçersek, bu maddenin gözümüze değmesi ile bir çeşit hidroliz olur ve içinde eser miktarda bulunan sülfrik asit gözümüzü yakar ve yaşarmasına neden olur.
Bu bileşimler çok dengeli değillerdir. Örneğin çok düşük bir ısı işlemi sonucunda dahi tamamen yok olurlar. Bu nedenle de pişmiş soğanda hiç bulunmazlar ve göz yaşartamazlar. Soğan doğrarken gözlerinizin yaşarmaması için önerilen birçok önlem vardır.
Önce en ciddisini söyleyelim. Bazı aşçılar soğanı kesmeden önce ıslatmayı, keserken de ıslak tutmayı veya soğanı çeşmeden akan suyun altında kesmeyi öneriyorlar. Bir başka görüş ise soğan doğrarken ağızdan nefes almayı tavsiye ediyor. Bu görüşe göre gaz nefesimizle birlikte burnumuza girip gözümüze yaklaşmak yerine doğrudan ciğerlerimize girer ve çıkarmış. Bunu sağlamak için de dişlerimizin arasına bir metal kaşık koymak yeterliymiş.
Soğan doğrarken gözlerin yaşlanmasını önlemek için, dudaklar arasında bir limon dilimi, dişler arasında bir kesme şeker veya dörtte bir dilim ekmek bulundurmayı önerenler de var. Böylece ağzımıza alacağımız bu gibi şeylerin, aldığımız nefesteki sülfür gazını emdiğini iddia ediyorlar.
Diğer görüşler ise, soğanın doğranılmasına tepesinden başlanılması ve cücüğünün en sona bırakılması veya soğanın doğramadan önce yarım saat buzdolabında tutulması şeklinde. Soğan doğrarken deniz gözlüğü veya kontakt lens takılmasının faydalı olacağını ileri sürenler de var..

beaverss
17-10-2015, 06:46
08.04.2011

Atmosferdeki Oksijen oranı azalabilir mi?


Dünyamızın değişilmez ve vazgeçilemez kaynaklardan biride hiç kuşkusuz oksijendir. Bu gaz insanların yaşamsal faaliyetleri içinde oldukça önemli olmasının yanında insanlar kadar hayvanlar ve bitkilerinde sürekli olarak kullandığı bir gazdır. Atmosferde sürekli olarak bulunan bu gazın oranında herhangi bir değişikliğin olması mümkün olabilir mi? Oran değişirse insanlar ve diğer canlılar üzerinde ki etkisi neler olur? Oranın sabit tutulması için evrende kendiliğinden gelişen bir sistem varmıdır? Tüm b usorularımızın cevapları yazımızın detaylarında.
Avustralyada yapılan çalışmalarda dünya üzerinde yani atmosferde bulunan oksijenin oranı tam olarak ifade edilmiştir. Yaoılan araştırmalarda oksijenin diğer gazlara oranla bulunma yüzdesi tam olarak 20.95 şeklinde belirtilmiştir. Yine aynı araştırma son yıllardaki oksijen oranınıda incelemiş ve birbirinden ilgin. sonuçlarla karşı karşıya kalmıştır. Bu çalışmalarda bir önceki 10 yıla göre oksijenin oranında yaklaşık olarak 0.02 yüzdesinde bir azalma görünmüştür.
Bu azalma insanların yaşamlarını olumsuz yöne etkileyebilecek kadar büyük bir azalma değildir. Bu azalmanın nedenlerini de araştıran bilim insanların son yıllarda olan orman yangınları ve yakıt kullanımı artmasının bu oranı doğrudan etkilediği sonucuna varmıştır. Ön görülen çalışmalarla bu oranın tekrar eski haline getirilmesi hedeflenmektedir. Bu oranın daha da düşmesi sonucunda dünyayı olumsuz bir çok yeni olay bekleyebilir.
Dünya üzerinde diğer gazların ve oksijen gazının oranını sabitleyen hiç bir yapı yoktur. Yani bu oranın korunmasını sağlayan tek varlık insandır.

beaverss
17-10-2015, 06:46
09.04.2011

Gazeteler Neden Enine Düzgün Yırtılmaz ?



Hepimiz bu deneyi evlerimizde bir kez dahi olsa yapmış bulunmaktayız. Dikey doğrultuda kestiğimiz gazete kağıdı düzgünce yırtılırken yatay yani enine yırtmak istediğimiz gazete kağıdı ise zıkzaklar çizerek düzgün olmayan bir görüntü ile karşı karşıya kalmamıza neden olmaktadır.
Gazete kağıdının bir çok matbaa malzemesinin olduğu gibi ana maddesini ağaçlar oluşturmaktadır. Bir çok ağacın uzun uğraşlar sonucu işlenmesi ile ham madde artık üzerine yazılabilir bir hal almaktadır. Ham maddesi olan ağacın liflerinden yapılmakt aolan evlerimizin vazgeçilmezi gazeteler dikey olarak liflerin dizilmesi ile üretilmektedir.
Bu sebepten dolayı ise yırtılmak istenildiğinde gazete dikey doğrultuda liflerden oluştuğu için yırtılma çizgisi yönünü kaybetmeden işlemi sonlandırabilir. Liflerin boylarına parelel olarak uygun bir yırtma yapılabilmektedir.
Enine yırtılma yapıldığında ise karşılaşılan her lif yeni bir zikzagın oluşmasına ve düzensiz bir yırtılmaya neden olmaktadır. Peki gazetelerin imalatında neden lifler dikey olarak kullanılmaktadır. Liflerin sulanması yapıldığında kurumaya bırakılan kağıtlar dikey olarak uzamakta ve bu nedenlede lifler dikey bir şekilde dizilmektedir.

beaverss
17-10-2015, 06:47
10.04.2011


Kutuplardaki Hayvanlar Neden Beyazdır ?

Kutuplarda yaşamlarını sürdüren bir çok hayvan beyaz rengi ile dikkat çekmektedir. Bunun bir çok nedeni vardır. Yazımız da kutuplarda yaşayan hayvanların neden beyaz olduğu konusuna değineceğiz. Nedenlerini tek tek ele alacağımız yazımız da bir çok ayrıntıyı ele alacağız. Kutuplar hayvanların yaşamlarını oldukça zor hale getiren hava durumlarının oldukça olumsuz olduğu alanlardır. Bu olumsuzlukların sıcaklık olması yaşamı daha da olumsuz şekilde etkilemektedir. Sıcaklığın hızlı düşüşü sonucunda ise vücuda ve deriye renk veren madde melanin çalışmaz bir hale gelmektedir.
Bunun sonucunda ise bu hayvanlar beyaz renkli olarak yaşamlarını sürdürmektedir. Ayrıca beyaz renk uzun süre yaşamın havyanlara kazandırdığı kalıtsal bir özellik olarak bilim araştırmaların da yerini almıştır. Daha kolay bir şekilde avlanma ve saklanmayı sağlayan beyaz renk kutuplarda hayvanlara büyük bir kolaylık sağlamaktadır. Beyaz yeryüzü üstünde beyaz renkli hayvanların farkedilmesi pek mümkün olmayacaktır.
Fakat tüm bu nedenlere rağmen bu bölgelerde yaşayan bazı hayvanlar ise beyaz rengin dışında farklı renklerde görülebilir. Bunun nedeni ise dişilerin erkekler tarafından erkeklerin ise dişileri tarafından daha kolay farkedilmesini sağlar. Bunun sonucunda ise türün devamı başarılı bir şekilde sağlanmış olmaktadır. Daha renkli ve daha fazla dikkat çeken unsuru üzerinde bulunduran bu hayvanlar türün devamı için avlanmayı göze alırlar.

beaverss
19-10-2015, 07:28
Mucizevi Anne Sütünün Zamanlaması!

Anne sütü, hamilelikte gelmez iken çocuk doğduktan sonra nası geliyor?

Anne sütünü özel bir hormon olan Prolaktin üretir. Beyinin hipotalamus bölgesi bu hormonun salgılanmasını engelleyen bir hormon salgılar. Bu hormona da PIH(Prolaktin Engelleyici Hormon) denir. Bu hormon anne sütünü üreten Prolaktin hormonu üretimini epey yavaşlatır.... Peki neden PIH(Prolaktin Engelleyici Hormon) üretimi durdurk yere artıyor? Yine hamilelik döneminde üretilen östrojen isimli bir hormon, beyine(hipotalamusa) PIH üretmesini söyler. Bebek doğdukdan sonra östrojen üretimi dolayısıylada PIH üretimide azalır. Gitgide çoğalan Prolaktin hormonlarıda süt bezlerini harekete geçirir. Böylece anne artık süt üretmeye başlar.

beaverss
19-10-2015, 07:29
Saçlar Sürekli Uzarken Kaşlar Neden Uzamıyor ?


Vücudumuzdaki kıllar (saç, kaş, kirpik, vücut kılları, vs.) yer aldıkları bölgelere göre farklı görevlere sahiptir ve farklı boylardadır. Saçlarımız bir metrelik bir uzunluğa bile erişebilirken, kaşlarımız oldukça kısadır. Saçlarımız ve kıllarımız, "keratin" adı verilen bir ...proteinle dolu olan ölü hücrelerden oluşurlar. Derinin hemen altında bulunan köklerine de, "folikül" adı verilir.

Vücudumuzda çeşitli bölgelerde bulunan kılların boyları, genetik olarak programlanmıştır. Bu nedenle hepsi, belirli bir uzunluğa kadar uzarlar ve bu "son uzunluğa" eriştikten sonra da periyodik olarak dökülürler. Ancak yaş etkisiyle, saç ve kıl köklerinin bu programlı büyümesinde bozulmalar görülebilir. Yaşlılarda kaşların normalden daha uzun olması, bu nedenledir.

Saçlarımızın gövdesi boyunca ölü hücreler bulunur. Saçın dış kısmı sert yapılı proteinlerden, iç kısmı ise uzayabilen esnek liflerden oluşur. Saçta herhangi bir sinir hücresi bulunmaz. Bu nedenle, saç kökleri, saçın ne denli uzun olduğuna dair bir bilgiye sahip değildir. Sadece saçların belirli bir "son uzama" sınırı vardır –ki kişiye veya cinsiyete göre değişir-, ve saçlar bu uzunluğa gelip de ömürlerini doldurduktan sonra dökülürler.

beaverss
19-10-2015, 07:30
İşaret Dilinin Bulunuşu ve Geliştirilmesi

İşaret dili 1616 senesinde ilk kez İtalyan Giovanni Bonifacio tarafından geliştirilmiştir. 1750 yılında 2 kız kardeşide sağır olan Abbe Charles Michel de I'Epee bu dili değiştirerek geliştirmiştir. Fransızca kelimeleri heceleyip bu hecelere birer işaret vermiştir ve "Fransız İşaret Dilini" oluş...turmuştur. Soylu bir aileden gelen I'Epee kendi parasıyla dünyanın ilk sağırlar okulunu 1755 yılında açmıştır.

beaverss
20-10-2015, 20:52
Ay neden bazen gündüz de görünür ?

“Ay sadece gece görülebilir” düşüncesi yanlıştır. Ay ve yıldızlar gündüzleri de periyoduna bağlı olarak tepemizde bulunur. Ama güneşinatmosferimizde yansıyan ışınları onları görmemize sebeb oluyor.
Ay dünyamıza çok yakın olduğundan gökyüzünde görüntü olarak yıldızlardan çok büyük görünür. Eğer konumuna göre güneşten iyi ışık alabilirse gündüzleri de gökyüzünde rahatlıkla görünebilir. Ayın yüzeyi bir asfalt yol yüzeyi gibi yansıtıcıdır. Koyu renktedir ama tam siyah da değildir. Biz gökyüzünde aya baktığımızda sadece onun güneşten yansıttığı ışığı görüyoruz. Güneş kadar ışık saçmıyor ama yine de gökyüzündeki en parlak yıldızdan 100.000 kat daha fazla ışık yansıtabiliyor.
Gündüz havanın aydınlığı yıldızların parıltısını yok eder. Aslında parlak yıldızların olduğu bölgede gökyüzünün parlaklığı da biraz daha farklıdır ama bu farkı pek algılayanlayız. Ama ayın olduğu bölgede ışık yeterli ise geceki gibi çok parlak olmasa da onu görebiliriz. Hatta hava şartlarının olumlu olduğu durumlarda hava aydınlıkken Venüs gezegenini bile görebiliriz.
Güneşi büyük bir ampul, ayı da büyük bir ayna olarak düşünebiliriz. Bazı durumlarda ampulün ışığını doğrudan görmesek bile, aynanın yansıttığı ışığını görebiliriz. Bu, geceleri olan durumdur. Güneşi göremeyiz, çünkü dünyamız ondan gelen ışığı bloke etmiştir. Ayı, yani aynadan yansıyan ışığını görebiliriz. Ampulü de, aynayı da birlikte gördüğümüz durum ise ayın gündüz görünme durumudur.
Genellikle ‘ayın karanlık yüzü’ diye kullanılan deyiş şekli yanlıştır. Doğrusunun ‘ayın arka yüzü’ olması gerekir. Ayın dünyamız etrafındaki dönüş süresi ile kendi etrafındaki dönüş süresi hemen hemen aynı olduğundan, biz ayın hep bir yüzünü görürüz ama ay dünya ile güneş arasındayken bize bakan yüzü karanlık, güneşe bakan arka yüzü aydınlıktır.

beaverss
20-10-2015, 20:53
Biberden ağzımız yandığında su içmek neden işe yaramaz ?

Yağ ve su kesinlikle birbirlerine karışmaz. Biberlerin yakıcılık veren maddesi yağlı olduğu için, ne kadar su içerseniz için onunla birleşmez. En iyi metot ekmek yemektir. Ekmek bu yağı emer ver mideye taşır.

Bir diğer etkili yol da süt içmektir. Sütün içinde ki kazein maddesi bir deterjan görevini üstlenir ve biberin yağıyla karışarak ağızı temizler

beaverss
20-10-2015, 20:53
Uyumazsak ne olur ?

Hayatımızın 1/3’ü uyumakla geçiyor. Napolyon ve Florence Nightingale bir gecede ortalama 4 saat uyurken, Thomas Edison uyumanın sadece zaman kaybı olduğunu savunuyordu. Peki, o zaman neden uyuma ihtiyacı duyuyoruz? Bu soru yüzyıllar boyunca bilim adamlarının merak ettiği ancak cevabını kesin olarak veremedikleri bir sorudur. Bazıları uykunun günlük aktiviteler sırasında harcanan enerjiyi geri kazanmak için gerekli olduğunu savunuyor.
Ancak şaşırtıcı bir gerçek de şu yönde: 8 saatlik uyku esnasında depolanan enerji sadece 50 Kcal; yani yediğiniz bir tostun verdiği enerjiyle aynı.
Uyuyoruz çünkü konuşma, hafıza ve esnek düşünmeyle ilgili değerlerimizin normal ölçülerde seyretmesi için uykuya ihtiyaç duyuyoruz. Diğer bir deyişle, uyku beyin gelişimi üzerinde önemli bir etkiye sahip.

Uyumazsak ne olur?
Uyumanın önemini anlamak için uyumazsak başımıza neler gelir onları düşünün. Uyku eksikliği beynin çalışmasını ciddi ölçüde etkiler. Unutkanlık, dalgınlık, kendini rahatsız hissetmek yaşanması muhtemel durumlardandır. Sadece bir gece uykusuz kalındığında konsantrasyon büyük ölçüde azalır ve istediğimiz şeye odaklanmada büyük zorluk çekeriz.
Sürekli olarak yetersiz uyku ile ayakta kalmaya çalıştığımızda, beynin konuşmayı, hafızayı, planlamayı ve zaman algısını kontrol eden bölümü ciddi bir şekilde sekteye uğrar ve kendini “kapatır”.
Uykusuzluk sadece bilişsel aktiviteleri değil aynı zamanda duygusal ve fiziksel halimizi de etkiler. Uyku apnesi gibi aşırı uykusuzluktan kaynaklı hastalıklar başımıza bela olabilir. Araştırmacılar uykusuzluğun kilo almayla da yakından ilişkili olduğunu belirtiyor. Çünkü kilomuzu korumak için gerekli olan kimyasal maddeler uyku esnasında salgılanıyor.


En uzun süre uykusuz kalma rekoru 1965 yılında Randy Gardner tarafından kırılmıştır ve Gardner 11 gün uyumadan kalmayı başarmıştır. 4 gün sonra halüsinasyon görmeye başlayan Gardner, birkaç gün sonra kendini ünlü bir futbol oyuncusu sanmış ve araştırmanın sonuna doğru bilişsel aktiviteleri ciddi ölçüde düşmüştür.

beaverss
20-10-2015, 20:54
Ses duvarını aşan ilk icat

Kırbaç 7000 yıl önce Çin’de icat edildi, fakat kırbaç “şaklaması”nın, kırbacın sapına çarpan derinin sesi olmayıp, mini bir ses duvarı patlaması olduğunun anlaşılması ancak 1927′de yüksek-hızda fotoğrafçılığın icadıyla mümkün oldu. Kırbaç şaklaması, kırbacın vurulması anında kendi etrafında katlanmasıyla oluşan halkadan kaynaklanır.
Bu halka kırbaç boyunca ilerler ve kırbaç uca doğru iyice inceldiğinden halka gittikçe hızlanarak başlangıçtakinin 10 katı hıza ulaşır. “Şaklama” halkanın saate 1194 km hıza ulaşarak ses duvarını aştığı anda gerçekleşir.
Pilotluğunu Chuck Yeager’ın yaptığı Bell XI, 1947′de sesi duvarını aşan ilk uçaktı. Bu uçak, 1948′de 21.900 metre yükseklikte saatte 1540 km hıza ulaştı ve bu hâlâ tüm zamanların en hızlı dokuzuncu insanlı uçuşudur.
En hızlı insanlı uçuş rekoru hâlâ, 1967′de 31.200 metre yükseklikte saatte 6389 km hıza ulaşan X-15A’nındır.
Dünya üzerinde bir insanın en hızlı yolculuğu ise Apollo-10′un 1969′da atmosfere yeniden girişi sırasında gerçekleşti. Bu aracın hızı kayıtlara saatte 39.897 km olarak geçti...

beaverss
22-10-2015, 07:19
Çinliler Yiyecekleri Niçin Çubuklarla Yerler?


Aslında nedeni tam bilinmiyor. Bir görüşe göre, vakti zamanında Çin imparatorlarından biri halkın ayaklanmasından korktuğundan, eritilip silah olarak tekrar kullanılabilecek metal olan her şeyin toplanmasını emretmiş. Ellerindeki bıçak, kaşık ve benzeri şeyleri vermek zorunda kalan Çinliler ne yapsınlar, çaresiz bambu kamışlarından yapılmış ince çubuklarla yemek yemeye alışmışlar. Akla daha yatkın gelen diğer bir görüşe göre ise çubukla yemek adeti Çinlilerin yiyeceklerini küçük parçalara bölüp yeme alışkanlıklarından ve buna bağlı olarak zaman içinde çok önemli bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor. Yemek çubukları milattan bir yüzyıl önce doğmuş. Yemeği içindeki yağa atıp karıştırarak pişirmeye yarayan tava benzeri kaplar kullanılmadan önce yiyecekler odun ateşi üzerinde pişiriliyormuş.
Nüfus çoğaldıkça artan yiyecek ihtiyacından dolayı ormanlar kesilip tarlalar açıldıkça bu sefer de odun, yani yakacak sıkıntısı başlamış. Zamanla etleri ve sebzeleri çok küçük parçalara bölüp, yağ içinde karıştırarak kızartmanın hem süratli pişmeyi hem de odundan tasarrufu sağladığını görmüşler. O zamanlar ağaç sıkıntısı nedeniyle, yemek masası kullanmak zenginlere mahsus bir lüks olduğundan insanlar bir elleri ile yiyecek veya pirinç tabağını tutuyor, yemek yemek için de sadece diğer ellerini kullanabiliyorlarmış. Çinlilerin yemeklerinin bol soslu olduğunu söylemeye gerek yok. Yerken çubukları kullanmak, her şeyi tek elle yemek zorunda olan Çinlilerin bütün parmaklarının kirlenmesi sorununu çözdüğü için hızla yayılmış. O zamanlar çubukların çok azı ağaçtan, çoğunluğu fildişi ve kemiktenmiş. Şimdi artık ne metal ne de ağaç kıtlığı var. Zaten onların yerini sentetik malzemeler çoktan almış durumda. Ne var ki bırakın Çini, diğer ülkelerdeki bir çok insan bile bir Çin lokantası bulup, çubuklarla yemeğe uğraşıp, Çin imparatorunun veya odun yokluğunun yarattığı eziyete seve seve katlanıyorlar.

beaverss
25-10-2015, 07:33
Kahvaltıların vazgeçilmezi çayı kim keşfetti ?

Çaysız bir dünya nasıl olurdu acaba? Çay keşfedilmeseydi, çaydanlık, çay fincanı, kaşığı, işyerlerinde çay paydosu, şehirlerarası otobüslerde çay molası olamazdı. Şükür ki çay milattan önce 2737 yılında büyük Çin imparatoru Shen Nung tarafından tesadüfen de olsa keşfedildi.
Shen Nung bir gün bahçede ağzı açık bir kapta su kaynatırken çalılıklardan bir kaç yaprak kaynayan suyun içine düştü. Nung yaprakları suyun içinden toplayamadan yapraklar suda kaynamaya, hoş bir koku etrafa yayılmaya başladı. İmparator merak edip suyun tadına bakınca çay keşfedilmiş oldu.
İmparatorun kendi keşfi hakkındaki düşüncesi çayın susuzluğu bastırdığı, harareti giderdiği ve uykuya olan isteği azalttığı şeklindeydi. Çay ismi de Çincedeki “ça”dan geliyor. Benzer şekilde çaya Ruslar “chay” Araplar “shaye” Japonlar “cha” diyorlar.
Çay bugün dünyada sudan sonra en çok içilen içecektir. Avrupa’ya gelişi 1610 yılını buldu, başlangıçta da ilaç muamelesi gördü. Halbuki o yıllarda çay Orta Asya’da o kadar değerliydi ki çay balyaları ticarette para yerine geçebiliyordu.
Çayın Avrupa’ya geldiği ilk yıllarda tüccarlar satışını ateş düşürücü, mide ağrısı giderici, romatizmayı önleyici bir ilaçmış gibi yaparlarken, doktorlar biraz daha ileri giderek çaydan yapılan iksirin tüm hastalıklara karşı direnç kazandırdığını ve yaşlanmayı geciktirdiğini ileri sürüyorlardı.
Zamanla bu sefer de çayın aleyhine görüşler yayılmaya başladı. Fransız fizikçiler çayı asrın en münasebetsiz yeniliği diye nitelendirirlerken bir Alman doktor da 40 yaşından sonra çay içenlerin ölüme daha yakın olacaklarını iddia ediyordu.
İngiltere’de ise çay içmek alışkanlık haline gelince kadın dergileri ev kadınlarının çay yüzünden ev işlerine soğuk bakmaya başladıklarını, ekonomistler ise çalışmaya harcanacak zamanın çay içmekle tüketildiğini ileri sürdüler. Ancak bunların hiçbiri çayın dünyanın en favori içeceği olmasını önleyemedi. Miktar tam olarak bilinemiyor ama dünyada senede 2 milyon ton civarında çay tüketildiği tahmin ediliyor.
Günümüzde çayın yaygınlaşmasına en çok etki eden faktör poşet çayın icadıdır. Her ne kadar icadının tam farkına varmasa da poşet çayın mucidi Thomas Sullivan’dır. Kahve ve çay ticareti ile uğraşan Sullivan, müşterilerine sık sık çay örnekleri gönderiyordu. Başlangıçta bu iş için teneke kutuları kullanırken, sonradan elde dikilmiş ipek torbaların bu iş için daha pratik ve ucuz olacaklarını düşündü.
Çok geçmeden siparişler başladı ama şaşırtıcı olan esas malı değil torba içindeki örnek çayları sipariş etmeleriydi. Müşteriler torbaların çayın kaynamasını kolaylaştırdıklarını keşfetmişlerdi. Çayın torba (poşet) içinde satımı o kadar geliştirildi ki Batı ülkelerinde tüketim oranı toplam çay tüketiminin yarısına ulaştı.

beaverss
25-10-2015, 07:34
Nane nasıl ferahlama hissi verir ?

Nane insanlar tarafından sıkça tüketilen ve ağızda bıraktığı o muhteşem ferahlık sayesinde bir çok kez merak edilen bitkiler arasındaki yerini almaktadır. Özellikle gelişen sakız ve şeker sektöründe neredeyse tüm reklamların oyuncusu haline gelmiş olan nane nasıl oluyorda ağızda bir ferahlık hissini verebilir? Bu ferahlık hissini sağlayan nanaler mi yoksa fabrikaların naneler içine yerleştirdiği kimyasallar mı? Yoksa nananin böyle bir işlevi olmamasına karşın insanlar bu misyonu naneye mi yüklemektedirler?
Naneler kullanıldıktan sonra insanın ağzında ferahlık hissi veren maddelerdir. Bu bir his değil bilimsel bir gerçektir. Bu bilimsel gerçeğin ispatlanması uzun süren bir araştırma sonucu değildir. Nanaler içinde bulundurdukları mentol ile bu ferahlık hissini bizlere verebilmektedir. Bu hissin oluşumu aynı kolanyanın elimize döküldükten sonra buharlaşması ile oluşan soğuma hissinin aynısıdır. Bu his sonrasında bir alkol olan mentol dilimizden hızlı bir şekilde buharlaşır. Gerçekleşen bu endotermik olay sonrasında bir ferahlama hissi tüm ağızı hızlı bir şekilde kaplamaktadır. Bu his nanenin içinde bulundurduğu mentolün bitmesi ile son bulur.
Son yıllarda sakız ve şeker üreticileri yaptıkları yapay mentol aramosı ile daha uzun süre ve etkili ferahlama imkanını sunmaktadır. Bu aşamada sakız ve şeker içinde kullanılan mentol ne kadar fazla olur ise ferahlama da o kadar fazla olacak ve uzun sürecektir. Uzun sürme arttıkça kişilerin bu ürünlere olan ilgileride artmaktadır.

beaverss
25-10-2015, 07:34
İnternet Türkiye'ye nasıl ve ne zaman geldi ?

12 Nisan 1993 yılında Ankara ile Washington arasında kurulan bir bağlantı sayesinde internet Türkiye'ye gelmiş oldu.

1987 yılında kurulan Türkiye Üniversite ve Araştırma Kurumları Ağı (TÜVAKA) internetin yerel şekliydi. Sadece ağlar arasında bağ kuruluyordu fakat 12 Nisan 1993 yılında Ankara ile Washington arasında kurulan bir bağlantı sayesinde internet Türkiye'ye tam olarak geldi.

Yine 1993 yılı içerisinde ODTÜ ve Bilkent üniversiteleri ilk Türk web sitelerini açtı. 1994 yılında da kurumlara ve firmalara internet hesapları verilmeye başlandı.

beaverss
25-10-2015, 07:34
Damarlarımızın uzunluğu

Vücudumuzdaki tüm damarların uç uca eklenmesi halinde toplam uzunluğunun 160.000 km olduğu uzmanlarca belirtiliyor. Yani, Dünya’nın çevresini bir değil, dört kez dolaşacak uzunlukta. Dolaşım hızına gelince, kanın değişik organ ve dokulara ulaşması, farklı hızlarda ve karmaşık bir örüntüye göre gerçekleştiğinden, örneğin tek bir kırmızı kan hücresi saniyede şu kadar yol alır diye bir genelleme yapılamıyor. Bununla birlikte vücudumuzdaki tüm kanın birkaç dakika içinde sistem içinde dolaşıp oksijenlenmesini tamamladığı söylenebiliyor.

beaverss
25-10-2015, 07:35
Bilgisayar oyunlarının yararı

Bilgisayar oyunları, Aynı Anda Birden Fazla İşi Yapabilmenize Yardımcı Olabilir!
Dikkatinizi aynı anda birden fazla şeye yöneltebilme yeteneği pratik yaparak artırılabilmektedir. Bu konuda yapabileceğiniz pratik ise, pek çok hedefe ateş etmek zorunda kaldığınız bir video oyunu olabilir.
Bu tür oyunlar dikkatinizi ekrandaki her alana yaymanızı gerektireceği için olayları çabuk kavrama ve çabuk reaksiyon verme konusunda egzersiz yerine geçebilir.
Tetris oynamak aynı etkiyi yapmaz çünkü tetris oynarken birden fazla noktaya aynı anda dikkatini yöneltmek yerine sadece bir tek parçaya odaklanmış oluyorsunuz. Ama bu şekilde bir düşünce tarzıyla çocuklara iyi bir örnek olmadığınızı da bilmelisiniz.

beaverss
25-10-2015, 07:35
Kendimizi Neden Gıdıklayamayız ?

Gıdıklanma konusunda duyarlı hastaları muayene ederken doktorlar hastanın elini kendi elleri üzerine yerleştirerek gıdıklanma hissine engel olurlar. Bu nasıl olmaktadır? Çünkü gıdıklanmaya ne kadar duyarlı olursanız olun, kendinizi gıdıklayamazsınız.
Bunun nedeni beynimizin etrafımızda olan bitenleri takip ederken pek çok hissimiz arasında en önemli olanları hissetmeye programlanmış olmasıdır. Mesela oturduğunuz sandalyeyi veya ayağımıza giydiğimiz çorabı özellikle onları düşünmediğimiz sürece hissetmeyiz ama omzumuza dokunan bir el hemen bizi irkiltecektir.
Beynin bu ‘hisleri ayırt etme’ fonksiyonunu sürdürebilmesi için bizim temasımızı başkalarının temasından ayırt etmeye yarayan bir sinyal üretmesi gerekmektedir. Bu fonksiyonu gerçekleştiren ise beyinciktir. Yaklaşık 110 gram ağırlığındaki bu organ, kendi eylemlerimizin yaratacağı hisleri tayin eden yerdir. Beklenen veya beklenmeyen reaksiyonları ayırt etme işi beyinciğe aittir.
Beyincikten gelen sinyallere göre, beyin bu hissin önemli olup olmadığına karar verir. Gıdıklanma hissi abartılmış bir refleks olmakla birlikte, eğer size dokunan gene size ait bir organsa, beyin bu gıdıklanmanıza değil, dokunduğunuz organdan (mesela elinizden) gelen hislere öncelik verecektir.

beaverss
29-10-2015, 07:55
Kaşıkçı Elması Nasıl Bulundu ?

Osmanlı hazinesinin meşhur “Kaşıkçı Elması” IV. Mehmet zamanında fakir bir adam tarafından İstanbul Yenikapı’da bir çömleğin içinde bulundu. Adam Elmas’ı iki tahta kaşık karşılığı bir kaşıkçıya devretti. Kaşıkçı da Elması çok ucuz bir bedele kuyumcuya sattı. Hadise anlaşılınca Elmas, Sultan IV. Mehmet tarafından hazineye alındı.

beaverss
29-10-2015, 07:56
Dünyanın en uzun filmi

Gerard Courant tarafından 150 saat uzunluğundaki Cinematon dünyanın en uzun filmi kabul ediliyor. 1978 – 2010 yılları arasında 32 yılda çekilen film 2000′den fazla 3 dakika 25 saniye uzunluğunda sessiz bölümden oluşuyor. Her bölüm bir kişinin verilen zaman içerisinde ne isterse yapmasından oluşuyor. Filme katkıda bulunan ünlüler arasında yönetmenler Barbet Schroeder, Ken Loach, Sam Fuller, Jean-Luc Godard, Terry Gilliam, satranç ustası Joel Lautier ve oyuncular Roberto Benigni ile Julie Delpy’de bulunuyor. Yönetmenin en sevdiği oyuncusu ise 7 aylık bir bebek olmuş.

beaverss
29-10-2015, 07:57
Gözyaşının % 98.2�si sudur. Geri kalan kısımda kan plazmasıyla aynı oranda üre ve plazmadakinden daha az oranda glikoz Tuzlar ve organik maddeler bulunur.

Yetişkin bir insan günde 23.000 kez nefes alır.

Bir insan 70 yaşına kadar yaklaşık 48 kg deri döker.

Asma yaprağında sütten daha çok kalsiyum vardır.

Pablo Picasso parasızlık çektiği gençlik zamanlarında yaptığı resimleri yakarak ısınırdı.

Hapşırırken burnu yada ağzı kapamak felce neden olan sebeplerdendir.

Bir pamuk görünümdeki bulutların ortalama ağırlığı 300.000 tondur.

Bir cümle okumak sadece birkaç saniyemizi alır. Fakat vücudumuzdaki enzimlerden sadece biri görevini yerine getirmese bu işlem tam 1500 yıl sürecektir.

Gözde bulunan lens yaşla birlikte kalınlaşmaktadır. Mükemmel görebilen insanların büyük çoğunluğunun 40 yaşından sonra gözlük takmaya başlamasının sebebi budur.

Dişinizi fırçaladıktan sonra ağzınızı çalkalamayın.Dişinizi fırçaladıktan sonra öyle bırakın. Ağzınızı su ile çalkaladığınızda su koruyucu floritleri dışarı atacaktır. Ayrıca dişinizi fırçaladıktan sonra en az yarım saat birşey içmemeye dikkat edin. Başlarda değişik bir his yaratacaktır ama zamanla alışacaksınız.

Salata yaparken limonunu en son ilave edin çünkü limondaki asitler sebzelerin içindeki vitaminleri kullanılmaz hale getirir.

beaverss
29-10-2015, 07:57
‎12 bin yıldır kalp sembolü çiziliyor!

Mısır’da (M.Ö. 2500-1000) kalp, ruhun ve vicdanın merkezi olarak kabul edildi. Ölümden sonra bütün organlar vücuttan çıkarılırken, sadece kalp yerinde bırakıldı. Çünkü ölümden sonra kalbin, adalet tanrısı Maat’ın huzurunda hesap verdiğine inanılıyordu. Eski Yunanlılar ( M.Ö. 700-200) ruhun kalbin içinde yerleştiğine inanıyordu. Kalbin kan pompalama fonksiyonun farkında olan Hipokrat ve Aristo, kalbin aynı zamanda duygu ve düşünce yeteneklerinin de merkezi olduğunu düşünüyordu.
Şarap ve zevk tanrısı Dionisos’un başında yapraklardan oluşan kalpşeklinde bir çelenkle tasvir edildiği bir anfora ( M.Ö. 500), Yunanlılar’ın kalp, zevk ve mutluluk arasında kurdukları ilişkiyi ortaya koyuyor. Bugün bildiğimiz simetrik kalp sembolü ise Ortaçağ’da popüler olmaya başladı. 13. yüzyılda, kadınların güven ve inancını kazanmış İsveç Kralı Magnus Ladulas’ın kolunun üzerinde bir kalp işareti yer alırdı. 1400′lerden kalma ‘Kalbin Sunuluşu’ isimli Fransız duvar halısında, erkeklerin,
aşık oldukları kadınlara bağlılıkları kalplerini sunarken tasvir edildi. Yine o dönemden beri kullanılan iskambil kartlarında kırmızı kalp en değerli kağıt grubu oldu.

beaverss
29-10-2015, 07:58
Kuşlar nasıl konuşabiliyorlar ?

Sadece papağan ve muhabbet kuşları değil, üzerinde uğraşıldığında kargalar, kuzgunlar, saksağanlar ve sığırcıklar da konuşabilirler. Hatta bir kaç kelime söyleyebilen serçe ve kanaryalar bile kayıtlara geçmiştir.
Aslında bu, kuşların yaptıkları konuşma değil, sesleri ezberlemeleri ve taklit etmeleridir. Her insan ağzı ile konuşur ama konusabilmeyi sağlayan asıl organ beyindir. Beyinde oluşan düşünceler daha sonra dilimize ve dudaklarımıza aktarılır. Hayvanlar bu nedenle konuşamaz. Papağan ve benzeri kuşların yaptıkları da konuşma değil, mükemmel bir ses tınısı ezberi ve tekrarıdır.
Kuşların ses organlarının memeli hayvanlardan çok farklı olarak gırtlakta değil de göğüs kafeslerinin dibinde, karın boşluğunun derinliklerinde yer alması kuşların bu ses taklit özelliklerini daha anlaşılmaz bir hale getirmektedir. Ses organlarının bu yeri dolayısıyla tavuk, ördek gibi bazı kuşgiller kafaları kesildikten sonra da ötmeye devam ederler.
Bu ses taklit yeteneği bazı kuşların doğasında vardır. Tabiatla içice yaşarken diğer kuşların seslerini taklit edebilmeleri sayesinde onlarla daha iyi iletişim kurabilmişler ve çevreye daha iyi uyum sağlayabilmişlerdir.
Konuşma denilince ilk akla gelen kuş olan papağanlar Avrupa’ya ilk olarak Büyük İskender tarafından Hindistan’dan getirilmişlerdir. Papağanlar arasında en iyi konuşan tür olan Afrika Papağanları’nın gelişi ise daha sonradır. Muhabbet kumarı 19. yüzyılın ortalarında Avustralya’dan Avrupa’ya getirilmişlerdir. Papağanlar insan isimleri, selam, emir ve soru sözcüklerini öğrenmekten hoşlanırlar. Bir papağan 500-600 kelime öğrenebilir. Zamanla bazı kelimeleri unutur ve yerine yeni kelimeler öğrenir.
Papağanların insan seslerini ve hayvanların bağırışlarını son derece benzeterek taklit etme ve parmaklarını kullanabilme yeteneklerine rağmen çok gelişmiş bir tür oldukları söylenemez. Uzmanlara göre papağanlar, ruhsal bakımdan kargagillerden daha az gelişmişlerdir.

beaverss
29-10-2015, 07:58
Güneş Işığında Neden Hapşırırız ?

Parlak güneş ışığına bakan pek çok kişi hapşırır. Niçin böyle bir refleks vardır ve nasıl çalışır? Hapşırmanın temel fonksiyonu bellidir. Sizin nefes yollarınızı rahatsız eden madde veya parçacıkların dışarı atılması. Hapşırmayı kontrol eden merkez beynin lateral medulla denilen bölgesindedir. Bu bölgenin hasar görmesi halinde hapşırabilme yeteneğimizi kaybederiz.
Hapşırma genellikle ‘rahatsız edici’ bir unsurun uyarısıyla tetiklenir. Bu uyarının beyinde ulaşacağı nokta ‘lateral medulla’dır. Bu bilgi beyne burnumuzdaki çeşitli sinirler vasıtasıyla iletilir. Bu sinirlerden biri de trigeminal sinirdir ve çok yoğun çalışan bir trafiğe aracılıketmektedir. Normalde parlak güneş ışığının yalnızca göz bebeklerinin küçülmesini tetiklemesi gerekirken burun kaşındırıcı impulsları ileten komşu bölgelerdeki nöronlar da aynı şekilde etkilenebilmekte. Gözbebeklerinin küçültülmesi sinyali bu nedenle bazen hapşırmaya neden oluyor.

__________________

beaverss
07-11-2015, 08:41
Kediler nasıl 4 ayakları üstüne düşer ?

Bilimsel olarak izahı biraz zor. Bilime göre düşen bir cisme dışarıdan bir kuvvet uygulayamazsanız, ona açısal bir dönme hareketi kazandıramazsınız. Gerçi bir kule atlayıcısı, havuza düşmeden önce havada birkaç kez takla atar, kendi ekseni etrafında döner ama bu tramplen veya kuleyi terk ederken ayakları ile başlattığı bir dönme hareketidir.
Sırtüstü düşen bir kedi önce bacaklarını kendisine, kuyruğunu da bacaklarının arasına çeker, başını yere bakacak şekilde döndürür. Belli bir noktada tam tersini yaparak bacaklarını ve kuyruğunu açar ve vücudu tam ters yöne, yani yere doğru döner. Böylece paraşüt etkisi yaratarak, hızını da frenler ve inişin yumuşak olmasını sağlar.
Yapılan deney ve gözlemlerde bir kedinin alçak bir yerden düşmesinin, yüksek bir yerden düşmesine göre çok daha fazla hasar yaratacağı tespit edilmiştir. Örneğin yaklaşık bin metre yüksekliğindeki, otuz iki katlı bir binanın tepesinden düşen bir kediye hiçbir şey olmazken, yedi katlı binalardan düşenlerde ciddi sakatlıklar, hatta ölüm vakaları görülmüştür. Bilim insanları bunu da “limiz hızı” ile izah ediyorlar.
Havadan yere düşen cisimler, önce gittikçe artan bir hızla yere düşerler. Sonra kütlelerine bağlı olarak belirli bir mesafede hızdaki bu artış durur ve “limit hız” denilen sabit bir hızla yere düşmeye devam ederler. Yani bir gökdelenenin tepesinden atılan madeni bir paranın yere düşme anındaki hızı ile uçaktan atılan (aynı) paranın hızı arasında bir fark yoktur. İyi ki de yoktur, çünkü bu “limit hız” olmasaydı ve cisimler gittikçe artan bir hızla düşmeye devam etmeselerdi, yağmur damlaları kafamıza kurşun gibi düşebilirlerdi.
Bu teoriye göre yüksekten düşen kediler, yaklaşık saatte yüz kilometre sürate gelince limit hıza ulaşırlar, artık hep aynı hızda düşerler ve stresi atlatıp, kendilerine gelir ve gevşerler. Başlangıçta bahsettiğimiz dönme hareketini yaptıktan sonra, Avustralya’da yaşayan uçan sincapların uçuşuna benzer şekilde, tüm vücutlarını paraşüt gibi kullanarak, yaralanma olasılığını en aza indirerek, yere inerler.
Tabii bütün bu deney sonuçlerı ve teoriler, hayvan hastanelerine gelen kediler göz önüne alınarak ortaya çıkartılmıştır. Yüksekten düşüp de ölen veya alçaktan düşüp, ölmeyip, olay yerini terk eden, her iki şekilde de hayvan hastanalerine uğramamış kedilerin sayıları bilinmiyor.

beaverss
07-11-2015, 08:41
Gün ve Ay İsimleri Nereden Geliyor?


Tavla oynayanlar Farsça altıya kadar saymasını bilirler. (yek, du, se, cihar, penç, şes) Şimdi de yedi sayısını öğreniyoruz. Farsça yedi (heft)dir veya (hefte) Yedi günlük hafta ismi de buradan alınmıştır.
Halen Türkçede kullandığımız gün isimlerinin kökenlerinin neler olduklarını biliyor musunuz?
Cuma Arapça (Toplama, toplanma)
Cumartesi Arapça (Ertesi) Türkçe
Pazar Farsça Ba (Yemek), zar (yer)
Pazartesi Farsça (Ertesi) Türkçe
Salı İbranice (Üçüncü)
Çarşamba Farsça (Cehar) şenbe (dördüncü gün)
Perşembe Farsça (Penç) şenbe (beşinci gün)
Günümüzde kullandığımız ay isimlerinin geldikleri yerler de karışık. Hicri takvimdeki Arabi ay isimlerinin bugün hiçbirini kullanmamamıza rağmen yine de Şubat, Nisan, Haziran, Temmuz ve Eylül aylarının isimlerinin kökenleri Arapça ve Süryanice, Kasım ayının ise Arapça.
İşin daha ilginç yanı bunlardan Şubat, Nisan, Temmuz ve Eylül hemen hemen aynı telaffuzla Yahudi takviminde de yer alıyorlar. Gelin ayların isimleri ve kökenlerine bir göz atalım.
Ocak Türkçe (Kışın evlerde ateş yakılan yer)
Şubat Süryanice
Mart (Latince Mariîus mitolojik isim Mars tan)
Nisan Süryanice
Mayıs (Latice Tanrıça Marianın ayı)
Haziran Süryanice
Temmuz Arapça Süryanice
Ağustos (Latice Roma İmparatoru Augustusun adından)
Eylül Süryanice
Ekim (Türkçe Toprağı ekmekten)
Kasım (Arapça Bölen)
Aralık (Türkçe İki zaman dilimi arası)

beaverss
07-11-2015, 08:42
Güvercinler nasıl takla atıyorlar ve takla atmalarının sebebi nedir ?

Güvercinlerde iki farklı nedenle görülen, iki farklı tip takla var. Bunlardan ilki, havada uçarken hafifçe yan dönme şeklinde görülen ve aslında güvercinlerle beslenen gökdoğan gibi yırtıcı kuş türlerine karşı kazanılmış olan bir savunma uyumu. Bu, doğal olarak artık genlerine yerleşmiş ve bir yaşam biçimi haline gelmiş bir özellik. Taklacı güvercin olarak bilinen ırklarda görülen takla davranışı da, bu şekilde bir uyum olarak kazanılmış ve ırk özelliği haline gelmiş.
Diğeriyse, vitamin eksikliği ya da bir virüs nedeniyle ortaya çıkabilen, beyine giden sinir hücrelerinin üzerini kaplayan myelin kılıfın erimesine neden olan ve havalanırken ya da uçarken denge kaybı nedenli takla atma, yürürken daireler çizme, başın arkaya doğru yatması (stargazing: yıldız sayma) gibi belirtilerle kendini gösteren hastalık. Bu takla zaten diğerinden belirgin olarak ayrılıyor ve sıklıkla hayvanların kontrollü bir şekilde beslenmesiyle iyileştirilebiliyor.

beaverss
07-11-2015, 08:42
Midemiz niçin guruldar ?


Karnınız açken midenizden gelen guruldama sesi, mideniz tarafından çıkarılmaz ve aç olduğunuz için olmaz. Borborigmus (Barsak gazlarından ileri gelen karın gurultuları) olarak bilinen bu ses, ince bağırsağının üst kısmında oluşuyor. Bağırsak kaslarınız yiyecek ve içeçekleri aşağıya doğru götürürken, sıvılaşmaya başlayan yiyeceklerden sızar. Mideniz boş olduğunda ses, büyük bir titreşimli boşluk gibi çıkar.

beaverss
07-11-2015, 08:42
1 Mayıs'ın Kökenleri Nedir ?

Bir proleter bayram gününü, sekiz saatlik iş gününü elde etme aracı olarak kullanma düşüncesi ilk kez Avustralya’da doğdu. Avustralyalı işçiler, 1856′da, sekiz saatlik işgünü lehinde gösteriler yaparak, toplantılar ve eğlenceler düzenleyerek, hep birlikte bir günlük iş bırakmaya karar verdiler. Bu kutlamanın yapılacağı gün olarak da 21 Nisan tarihi saptandı. Avustralyalı işçiler bu kararı, yalnızca 1856′da uygulamaya niyetlenmişlerdi. Ama bu ilk kutlamanın Avustralyalı proleter kitleler üzerinde çok büyük etkisi oldu, onları canlandırıp yeni bir heyecana yol açtı ve bu kutlamanın her yıl tekrarlanmasına karar verildi.Gerçekten işçilere, kendi kendilerine kararlaştırdıkları bir anda, kitle halinde işi bırakmaktan daha fazla cesaret ve kendi gücüne güven duygusunu ne verebilirdi? Fabrikaların ve atölyelerin ebedi kölelerine, kendi öz birliklerini toplamaktan daha fazla ne cesaret verebilirdi? Böylece, proleter bir kutlama günü düşüncesi hızla benimsendi ve Avustralya’dan diğer ülkelere yayılmaya başladı, ta ki sonunda tüm proleter dünyayı fethedene dek.
Avustralyalı işçilerin örneğini ilk izleyen Amerikalılar oldu. 1886′da l Mayıs’ın evrensel bir iş bırakma günü olmasına karar verdiler, l Mayıs’ta 200 bin Amerikalı işçi iş bıraktı ve 8 saatlik işgünü talebinde bulundu. Daha sonra uygulanan polisiye ve yasal baskılarla, işçilerin bu ölçekte bir gösteriyi tekrarlaması birkaç yıl engellendi. Yine de 1888′de bu yolda yeniden karar aldılar ve gelecek gösterinin l Mayıs 1890′da olmasını kararlaştırdılar.
Bu sırada Avrupa’daki işçi hareketi de güçlendi ve canlandı. Bu hareketin en güçlü ifadesi, 1889′da toplanan Uluslararası İşçiler Kongresi oldu. 400 delegenin katıldığı bu Kongrede, sekiz saatlik işgünü talebinin en başta yer alması gerektiği yolunda karar alındı. Bunun üzerine Fransız sendikalarının temsilcisi, Bordeaux’lu işçi Lavigne, bu talebin tüm ülkelerde evrensel bir iş bırakma ile dile getirilmesini teklif etti. Amerikan işçilerinin temsilcisi, yoldaşlarının l Mayıs 1890′da grev yapılması yolunda aldığı karara dikkat çekti ve Kongre bu tarihte uluslararası bir proletarya gününün kutlanmasına karar verdi.
Otuz yıl önce Avustralyalı işçiler, aslında yalnızca bir günlük kutlama düşünmüşlerdi. Kongre, tüm ülkelerin işçilerinin, l Mayıs 1890′da sekiz saatlik işgünü için, hep birlikte gösteriler yapmasını kararlaştırdı. Kimse bu kutlamanın daha sonraki yıllarda da tekrarlanmasından söz etmedi. Doğal olarak, kimse, bu düşüncenin bir şimşeğin çakışı gibi başarı kazanacağını ve işçi sınıfı tarafından kısa zamanda benimseneceğini önceden göremezdi. Bununla birlikte, l Mayıs’ın her yıl kutlanacak sürekli bir kurum haline getirilmesinin gerekliliğini herkesin kavraması ve hissetmesi için, l Mayıs’ın yalnızca bir kez kutlanması yeterli oldu.
İlk l Mayıs’ta sekiz saatlik işgününün uygulanması talep edildi. Ama bu hedefe ulaşıldıktan sonra da, l Mayıs’ın kutlanmasına son verilmedi. İşçilerin burjuvazi ve egemen sınıf karşısındaki mücadelesi devam ettiği sürece, ve tüm talepleri karşılanmadığı sürece, l Mayıs, işçi sınıfının bu taleplerinin her yıl dile getirildiği gün olacaktır. Ve daha iyi günler doğduğunda, dünya işçi sınıfı kurtulduğunda, büyük bir olasılıkla insanlık o zaman da l Mayıs’ı, geçmişte verilen zorlu mücadelelerin ve çekilen acıların anısına yine kutlayacaktır.

beaverss
07-11-2015, 08:43
Ateş Böceği Nasıl Işık Saçıyor ?

Yaz gecelerinin karanlığında otların arasında veya havada uçarken parıldayan, yanıp sönerek sarı-yeşil bir ışık veren bir böceği görmüşsünüzdür. Yanına yaklaşıldığında ışığını söndüren, gece karanlığında izini kaybettiren bu böceğin ismi ateş böceğidir.
Aslında bu böceğin verdiği ışığın ateşle de sıcaklıkla da bir ilgisi yoktur. Bunun bilimsel adı ‘soğuk ışık’tır ki günümüz teknolojisi bu ışığı henüz yapay olarak üretmeyi başaramamıştır. Bilim insanları dünyada milyonlarca yıldır mevcut olan bu tabiat teknolojisinin önce çalışma mekanizmasını çözmek sonra da taklit ederek insanlık hizmetine sunabilmek için çalışmalarına
hız vermişlerdir.
Kısa bir zaman öncesine kadar sürtünme veya ısı olmadan ışık elde etmenin imkansız olduğuna inanılıyordu. Nasıl ki normal bir ampul kendisine verilen enerjinin yüzde 4′ünü, florasan ampul ise yüzde 10′unu ışığa dönüştürebiliyor, geri kalanını ısı olarak yayıyorsa, ateş böceğinde de benzer bir durum olduğunu sanan bilim insanları, böceğin bu iş için kullandığı enerjinin tamamını ışığa dönüştürebildiğini tespit edince hayrete düştüler. Gelelim ateşböceğinin ışık üretme mekanizmasına… Aslında ateş böceklerinin ışık verme reaksiyonları o kadar hızlıdır ki bu fonksiyonun kademelerini incelemek hemen hemen imkansızdır. Yani ışık üretim mekanizması hakkındaki bilgiler hala teoride kalmaktadırlar. Kesin olarak bilinen bunun moleküler seviyede kimyasal bir işlem olduğu, bazı moleküllerin ayrışarak daha yüksek enerjili hale geçebildikleri ve bu fazla enerjiyi ışığa dönüştiirebildikleridir.
Ateş böceğinin karın bölgesindeki ışık organında bulunan guddelerden, ışık elde elmede rol alan iki ana kimyasal madde üretilmekledir. Bunlardan birincisinin kimyasal yapısı aydınlatılmış ve yapay olarak elde edilmiştir. İkincisinin ise yapısındaki gizem çözülmesine rağmen sentetik olarak üretilmesi hala mümkün olamamıştır.
Ateş böceklerinde üretilen iki kimyasalın birleşiminin de ışık vermeye tam olarak yetmediği, böceğin ışık bölgesine yakın solunum organının ışık verme anında burayı oksijenle beslemesi gerektiği tespit edilmiştir. Bilinmeyen bir başka ayrımı ise bu ışığı hangi şalterin açıp kapadığıdır.
Bu gizemli böceklerin 2 bin çeşidi olup erkekleri uçabilirken dişileri kanatsızdırlar. Erkekler dişileri aramak için geceleri uçarlar ve ışıklarını birbirleri ile iletişim kurmak için kullanırlar. En iyi ışık verimini gelişmiş dişiler verir. Ateş böcekleri geceleri 3 saat süreyle ışık verebilirler.
Genellikle ısırarak zehirledikleri salyangozları yedikleri için kireçli toprakların olduğu nemli bölgelerde daha çok görünürler. Parlamayı sağlayan kimyasal maddeler sayesinde, kazara onu yiyen bir düşmanı kusmak zorunda kalır ve bir daha başka ateş böceği yemeye teşebbüs etmez.

beaverss
07-11-2015, 08:44
Tavşanın gözlerine ışık tutulduğunda neden hareketsiz kalır ?

Etkinliklerini gece yapan memeli hayvanların gözlerindeki retinada çubuk biçimindeki görme hücreleri fazla olur. Etkinliklerini gündüz yapan memeli hayvanlardaysa koni biçimindeki görme hücreleri fazla olur. Tavşanlar da etkinliklerini gece yapanlar. Dolayısıyla gözleri karanlığa ya da az ışıkta görmeye uyum yapmıştır. Birden güçlü bir ışık kaynağı, göze tutulduğunda geçici körlük gibi durum ortaya çıkar ve hayvan kendini tehlikeye atmamak için (koşarken bir yere çarpmak ya da düşmek) hareket etmez. Ancak çok yaklaşılırsa o zaman hızlı biçimde kaçabilir. Bunun yanında gece yapılan dalışlarda da benzer bir durum oluşur. fenerle girilen dalışlarda, fener balıklara tutulduğunda balıklar hareketsiz kalır.

beaverss
07-11-2015, 08:45
Google ne zaman ve nasıl kuruldu ?


Google 7 Eylül 1998 de Larry Page ve Sergey Brin tarafından kuruldu.Başlangıçta tez çalışması olarak BackRub adlı bir arama motoru üzerinde çalışmaya başladılar. Amaçları dev bir bilgi yığını olan interneti kategorilemek ve arananları daha kolay bulunabilir bir hale getirmekti. Bunun için yeni bir teknoloji geliştirirler. Bu teknoloji ,interneti klasik motorlara göre daha farklı bir şekilde inceliyordu. Bu yüzden kısa sürede adları popüler olmaya başladı. Google başlangıçta google.stanford.edu adresinde faaliyete geçti ve depolama için kullanacakları terabytelık diskleri Larry’nin yurt odasına koyuyorlardı. Bu arada da projelerini ticari hayata geçirmek için girişimci aramaya başladılar.
Yahoo’nun kurucusu David Filo ile bir görüşme ayarlanır.David onlara projelerini geliştirmelerini ve belirli bir noktaya geldikten sonra müşteri aramalarını tavsiye eder. Büyük şirketlerin ilgilerini çekemeyeceklerini anlayan ikili kendi başlarına devam etmeye karar alırlar. Ama bu seferde veri merkezi kurarken kullandıkları kredi kartları başlarına dert olmaya başlar. Bu sırada Sun Microsystems’in kurucularından Andy Bechtolsheim kendileriyle görüşmek ister. Fikri beğenir ve çok acelesi olduğundan Google adlı şirkete 100.000 dolarlık bir çek yazar. Ama böyle bir şirket var olmadığından parayı bir süre tahsil edemezler. Daha sonra yakınlarından topladıkları 1 milyon dolar sermaye ile 7 eylül 1998 de bir arkadaşlarının garajında Google’ı kurarlar. Aynı yıl Pc magazine adlı derginin Google’ı en iyi 100 site arasında göstermesi ve yılın en iyi arama motoru seçmesi arama motorunun popüleritesini katlamıştır.
Stanford’da doktora yapan iki öğrenci, Larry Page ve Sergey Brin, Google’ı 1998′de 25 milyon dolar yasal sermayeyle kurdu. Şirketin GooglePlex denen merkez ofisi Kaliforniya’da bulunur ve tüm dünyada 10,000 civarında kişi çalıştırır. Şirketin sermaye ortakları, Kleiner Perkins Caufield & Byers ve Sequoia Capital’ı kapsıyor. Şirket ayrıca, içerik sağlayıcı firmalara özel web arama çözümleri de sunuyor.Google’ın piyasa değeri 2007 sonu itibariyle 219 milyar Amerikan dolarıdır. Bu rakam ABD borsalarının en büyük 5. şirketi olduğunu göstermektedir.2005 yılı sonu ise değeri 114 milyar dolardı.

beaverss
07-11-2015, 08:46
Halterciler ne koklar ?

Haltercilerin yarışmadan önce kokladıkları madde önce amonyak. Bunu solunum yollarını açmak için kullanırlar. Ancak, bunun sanıldığı gibi fizyolojik bir katkısı yok. Yalnızca psikolojik olarak katkısı var. Amonyak pis ve biraz da keskin bir koku. Daha çok konsantrasyonu artırdığı düşünülüyor. Halterciler, antrenmanlar sırasında da amonyak koklar. Yarışma sırasında da amonyağı kokladıktan sonra tam hazır olduklarını hissederler. Bunun yanında solunum yollarını açmak için başka karışımlar da var. Ancak bunlar, dopinge girdiğinden sportif müsabakalarda kullanılması yasaktır.

beaverss
07-11-2015, 08:46
İlk Ehlileştirilen Hayvan Hangisidir ?

14.000 yıl kadar önce paleolitik avcı-toplayıcılar, şu anda Rusya/Moğolistan sınırının bulunduğu yerlerde, kendi göçebe gruplarından çok uzaktaki ren geyiklerini ayartmayı ve kendilerine küçük bir sürü yaratmak için bu geyikleri çiftleştirmeyi öğrendiler. Ren geyikleri, tıpkı köşebaşlarındaki dükkanlar gibi, et, süt ve kürk sağlarlardı. Bu insanlar aynı zamanda ren geyiklerini ehlileştirmede yardımcı olmaları için köpek de eğitmiş olabilirler.
Günümüzde üç milyon civarında ehli ren geyiği vardır ve bunların çoğu İsveç, Norveç, Finlandiya ve Rusya topraklarına yayılmış Laponya’da toplanmıştır.
Geyikleri besleyen Laponlar kendilerine Sami adını verirler. Sami kelimesinin eski İsveççede “serseri” anlamına geldiğini bilmiyor olabilirler.
Ren geyiğine Kuzey Amerika’da “Caribou” adı verilir. Bu kelime doğu Kanada dili Mi’Maq’te (Micmac) “kazan kişi” anlamına gelen xalibu’dan gelir. Ren geyikleri/cariboular, altındaki likenlere ulaşana kadar karı kazmak için geniş ayaklarını kullanırlar. Ren geyikleri besinlerinin üçte ikisini likenlerden sağlar.
Ren geyikleri göçmendir ve yılda 4800 km yol katederler (bu mesafe memeliler için bir rekordur). Aynı zamanda hızlıdırlar da; karada saatte 77 km, suda 9,6 km hıza ulaşabilirler. Göç eden bir geyik sürüsü, ayaklarındaki tıkırdayan bir tendondan dolayı kastanyet gösterisi gibi ses çıkarır.
İşte bazı önemli hayvanların yaklaşık ehlileştirilme tarihleri:
Ren geyiği yaklaşık MÖ 12.000
Köpek (Avrasya, Kuzey Amerika) yaklaşık MÖ 12.000
Koyun (Güneybatı Asya) MÖ 8000
Domuz (Güneybatı Asya, Çin) MÖ 8000
Sığır (Güneybatı Asya, Hindistan, K. Afrika) MÖ 6000


Ehlileştirme evcilleştirmeden farklıdır; seçici çiftleştirmeyi kasteder. Filler ehlileştirilebilir fakat evcilleştirilemez.

beaverss
07-11-2015, 08:47
İnsan hangi sesi duyar hangisini duymaz ?İnsanın duyabileceği ses dalgalarının boyu 20-20.000 Hertz arasında değişir. Bunun yanında bazı hayvanlar insanın duyamayacağı sesleri rahatlıklar duyabilirler. Hatta birbirleri arasındaki iletişimi bu biçimde sağlarlar. Örneğin yarasalar ses dalgalarıyla yönlerini bulurlar ve 10.000- 120.000, yunuslarsa 10-200.000 000 Hertz’e kadar olan sesleri duyabilirler

beaverss
07-11-2015, 08:47
Gökkuşağı Niçin Yuvarlaktır ?

Su damlası ve yakıcı güneş. İşte gökkuşağı bunlardan oluşur. Atalarımız gökkuşağından çok korkarlardı. Onu Tanrıların elçi-+lerinin geçmesi için yapılmış bir köprü olarak görüyorlardı. Yağmur ve güneş ile ilişkisi ilk olarak milattan önce 310 yıllarında Aristoteles tarafından ileri sürüldü. Günümüzde ise bir sır olmaktan çıktı.
Altından geçenin cinsiyetinin değişeceği veya yere değdiği noktada bir küp altın gömülü olduğu lafları sadece şakalarda kullanılıyor. Zaten gökyüzünde sabit bir gökkuşağı oluşmuyor. Herkesin bakış yönüne göre, gördüğü gökkuşağı farklı yerde oluyor. Gökkuşağının görüldüğü yere doğru gidilince görülebildiği sürece kişiye hep aynı mesafede kalıyor.
Gökyüzünde gökkuşağı gördüğünüz vakit biliniz ki, o yağmur damlalarından oluşmaktadır ama güneş kesinlikle arkanızdadır. Güneşin paralel ışınları başınızın üstünden geçerek yağmur damlalarına çarparlar. Yağmur damlaları burada ışığı renklerine ayıracak bir prizma görevi görürler.
Sarı gibi görünmesine rağmen güneş ışığı aslında beyazdır ve bütün renkler onun içindedir. Yağmur damlasının içine girince kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor renklere ayrışır. Mor renk çemberin içinde kırmızı ise en dışındadır.
Yağmur damlası çocukken oynadığımız misket veya bilye gibi küresel saydam bir şekildedir. Güneş ışığı bu kendi tarafındaki yüzeyinden doğrudan içine girer. İçinde renklere ayrıdır ve kürenin arka duvarına vurarak gerisin geriye yansır. Işığın damlanın ön yüzünden değil de arka yüzünden yansımasının nedeni içbükey, dışbükey mercek özelliklerindendir.
Ayrışmış renkler, içbükey arka yüzden çeşitli açılarda yansımaları sonucu gözümüze sırayla dizili renklerden oluşmuş bir bant şeklinde görünüyorlar. Gökkuşağını görebilmek için Güneş, biz ve yağmur damlaları, muhakkak belirli bir açıda dizilmek zorundayız. Ama daha önemlisi milyonlarca yağmur damlasından yansıyan ışınların gözümüze geliş açıları mutlaka aynı olmalıdır ki biz gökkuşağını görebilelim.
Yağmur damlalarından yansıyan ışınların gözümüzde odaklaşabilmeleri için bir daire şeklinde dizilmiş olmaları gerekir. Aslında o bölgedeki bütün yağmur damlaları gelen ışığı renklere ayrıştırarak yansıtırlar ama sadece bir yarım daire içinde olan yağmur damlalarından yansıyanlar gözümüze odaklaşırlar.
Biz de sadece o yağmur damlalarından gözümüze gelen renklerine ayrılmış ışınları görebildiğimizden gökkuşağını da yarım daire şeklinde görürüz. Bazen bir uçaktan veya yüksek bir dağdan baktığımızda gökkuşağını tam daire şeklinde görmemiz de mümkün olabilmektedir.
Güneş ne kadar yüksekse gökkuşağı dairesi de o kadar aşağı iner. Bunun içindir ki yedi renkli gökkuşağını sabah ve akşam yağışlarından sonra daha çok görürüz.
Genellikle fark edilmez ama gökkuşağı daima içice iki halkadan oluşur. İkinci kuşak pek dikkat çekmez. Bir ikinci zayıf kuşağın daha bulunmasının nedeni bazı güneş ışıklarının su damlasının iç yüzeyine bir kez değil iki kez çarpmalarıdır, Böylece parlaklıklarını yitiren ışıklardan oluşan ikinci gökkuşağı zar zor görülür. Birinci kuşakta kırmızı renk şeridin en dışında iken ikinci kuşakta en içtedir. Diğer renklerin sıralamaları da terstir.

beaverss
07-11-2015, 08:48
Erkekler Eskiden Nasıl Tıraş Oluyorlardı ?

Arkeologlara göre erkekler tarih öncesi devirlerde de tıraş oluyorlardı. Mağara duvarlarındaki bu devirlerden kalma resimler sakal tıraşı için kabukların, köpekbalığı dişlerinin, en çok da keskinleştirilmiş çakmaktaşlarının kullanıldığını göstermektedir. Günümüzde keşfedilen bazı ilkel kabilelerde çakmaktaşının bu amaçla kullanıldığı gerçekten de görülmektedir. Mısır’da açılan mezarlarda eski Mısırlıların M.Ö. 4. yüzyılda sakal kesmek için kullandıkları altın ve bakır aletler bulunmuştur. MS. 14. yüzyılda şimdiki usturanın ilkelleri ortaya çıkmaya başladı, ama erkeklerin acılı ve kanlı tıraş derdi 20. yüzyılın başlarına kadar devam etti. King Camp Gillette (jilet) ABD’de 1901 yılında ilk iki taraflı jileti keşfetti. Daha sonra eski bir kılıç üreticisi olan Wilkinson firması da tıraş bıçağı üretimine geçti ve bu ikili günümüze kadar piyasanın devleri olarak geldiler.

beaverss
07-11-2015, 08:48
İnsanların niçin bazıları solaktır ?

İnsanların çoğunun niçin, daha çok sağ ellerini kullandıkları henüz bilinmiyor. Eğer dünya nüfusunun yarısı solak olsaydı veya dünyada hiç solak olmasaydı, bu durum tabiatın kurallarına daha uygun olabailirdi, ancak tek yumurta ikizlerinin bile yüzde onunun farklı ellerini kullanmaları şaşırtıcıdır. Bu durumun genetik olmadığı, katılımla bir ilgisinin bulunmadığı da kesin. Bebeklerin rahimdeki pozisyonlarıyla ilgili teoriler var ama kanıtlanmış değil.
İnsanın dışında hiçbir yaratık, bir elini veya ayağını diğerine göre öncelikli kullanmaz. Dünyada tarih boyunca, kültür ve ırk farkı olmaksızın insanlar arasında sağ elini kullananlar hep çoğunlukta olmuşlardır. Bilim insanları yıllardır bunun nedenini arayıp durmaktadır.
Bilindiği gibi, beynimizin her iki yarısı değişik yetenekleri kontrol eder. Önceleri beynimizin sol yarısının konuşma yeteneğimize kumanda ettiği bilindiğinden, yazmamıza da kumanda ettiği, bütün önemli kumandaları bu tarafın üstlendiği sanılıyordu. Ama sonraları beynimizin sağ yarısının da idrak, yargılama, hafıza gibi çok önemli işlevlere kumanda ettiği, beynin her, iki yarısının da birbirinden üstün olmadığı ve her iki tarafın da eşit değerde görevler üstlendiği görüldü.
Solakların oranı hakkında çeşiti görüşler var. Genel görüş bunun 1/9 oranında olduğu şeklindedir. Her azınlığın başına geldiği gibi solaklar toplumda bazı zorluklarla karşılaşmışlar, hatta tarihin karanlık çağlarında şeytanla bile özleştirilmişlerdir. Günümüzde bile solak doğan çocuklar, aileleri tarafından sağ elleri ile yazmaya zorlanmaktadırlar.
Sağ ellerini kullananlar için hayat daha kolaydır. Onlar daha iyi organize olmuşlar, acımasız bir üstünlük kurmuşlar, dünyada her şeyi kendilerine göre ayarlamışlardır. Arabaların vitesleri, silahlarda boş kovanların fırlayış yönü, hatta tuvaletteki muslukların yeri bile hep sağ ellilere göre tasarlanmıştır.
İngilizce’de sol anlamındaki “left” kelimesi, zayıf ve kullanışsız anlamında eski İngilizce’de kullanılan “lyft” kelimesinden türetilmiştir. Sağ anlamındaki “right” ise haklılık ve doğruluk anlamında da kullanılır. Türkçe’de de öyle değil mi? Sağ hem canlı ve hayatta anlamında kullanılır, hem de sağlıklı, sağlam gibi sıfatların kökünü oluşturur, solun ise soluk gibi bir sıfatın kökünü oluşturma dışında sadece bir nota ile isim benzerliği vardır.

beaverss
28-12-2015, 09:35
Türbülans Nedir?

Türbülans uçakta hafif, orta veya yüksek şiddette sarsıntı olarak hissedilebileceği gibi kısa süreli ani irtifa alışverişi şeklinde de hissedilebilir.
Türbülans esnasında uçaktan muhtelif sesler gelmesi de normaldir. Bu sesler uçağın aynı zamanda yeteri kadar esnek olduğunun da kanıtıdır.

Uçaklarda türbülansın yerini ve şiddetini belli koşullarda gösteren cihazlar mevcuttur. Mümkün olduğu takdirde, türbülanstan kaçınmak için pilotlar zaten irtifa değişikliği veya istikamet (rota) değişikliğini hava trafik kontrolörlerinden talep ederler.
Herşeye rağmen yine de türbülanslı hava sahası içinden geçmek gerekebilir. Bu durumda; motorları türbülanstan en az etkileneceği devre ayarlamak, uçağın süratini türbülanstan en az etkileneceği sürate azaltmak, motorun durmasına karşı tedbir olarak ateşlemeyi devamlı hale getirecek anahtarları açmak gibi uçuş tekniği ve uçak sistem olarak gerekli tedbirler zaten pilotlar tarafından yapılır.

Yine de bu tedbirler sarsıntının tamamen yok edileceği anlamına gelmez. Yolcular ve mürettebat emniyet kemerleri bağlı olarak seyahate devam etmeli kabin memurlarının ikazlarına dikkatle uyulmalıdır

beaverss
28-12-2015, 09:36
Dünya neden yuvarlaktır ?

Bu soruya verilelecek ilk yanıt, “Dünya gerçekten yuvarlak mıdır?” olabilir. Bunun cevabı da hayırdır. Yani en azından kusursuz bir yuvarlak değildir. Ancak ortalama bir kübe oranla kesinlikle yuvarlaktır. Size aktarabileceklerimiz “Nova” da gördüklerimizden ibaret olacaktır. Bunun temelde, merkezi bir güç olan yerçekimi ile ilgili olduğu söylenebilir. Bunun anlamı da, yerçekimi herşeyi düz bir çizgi boyunca biraraya doğru çekiyor demektir. Çekilen nesnelerden birisi ne kadar büyük ve kütlesel olursa, o kadar güçlü bir şekilde çekilir. Dünya oluşma aşamasında, patlamış olan bir güneşten (bir süpernova) arta kalan büyük bir toz topundan başka bir şey değildi. Yerçekimi, maddenin büyük bir bölümünün yoğunlaşarak büyük bir ateş topuna (bizim güneşimiz) dönüşmesine neden olmuştu. Ancak bazı parçacıklar çok uzaklara savrulmuştu ki, güneşin değil gezegenlerin toz parçacıklarını bir araya çeken daha güçlü çekim güçlerine kapıldılar, ve böylelikle, hep birlikte başka bir topa dönüştüler. Çarkıfelek üzerine yerleştirilen bir kartona, hızla dönerken boya fışkırttığınızda, bu dönme hareketi boya damlacıklarını merkezden kaçırır (bu süpernovanın patlaması gibidir). Damlacıklar, merkezden açığa doğru ilginç bir yol izleyerek ilerler ve bir yerde dururlar. Bu durma, dönme gücünün, boyayı kartona yapıştıran (yerçekimi gibi) güce eşit ve karşıt olduğu zaman gerçekleşir. Eğer boyayı kartona yapıştıran güç bu kadar kuvvetli olmasaydı, damlacıklar giderek daha büyük hale geleceklerdi, ve tabi gezegenler de.

beaverss
28-12-2015, 09:36
Sarı renkte olan mısır patlatılınca neden beyaz oluyor ?

Mısır, içeriğindeki suyun ısı nedeniyle yaptığı basıncın bir sonucu olarak patlar. Öz halindeki mısır taneciği ısıtıldığında, içeriğindeki su da buhar haline dönüşüp basınç yaratır ve bu basınç taneciğin kabuğunu zorlamaya başladığında da mısırı patlatır. Bu gerçekleştiğinde dışarı çıkan kabarık beyazlık ise tane içeriğindeki nişastadır. Rengi de nişasta içeriğinden dolayı beyaz olur. Mısırın içinde bulunan jelatin yapıdaki nişasta tanecikleri, nemden dolayı oluşan basınç nedeniyle patlamaz. Bunun yerine, genleşerek jel benzeri kabarcıklar haline gelirler. Daha sonra bu kabarcıklar birleşerek katılaşır ve sonuçta da şekilsiz beyaz patlaklar meydana gelir.

beaverss
13-01-2016, 23:01
Saçlar Sürekli Uzarken Kaşlar Neden Uzamıyor ?


Vücudumuzdaki kıllar (saç, kaş, kirpik, vücut kılları, vs.) yer aldıkları bölgelere göre farklı görevlere sahiptir ve farklı boylardadır. Saçlarımız bir metrelik bir uzunluğa bile erişebilirken, kaşlarımız oldukça kısadır. Saçlarımız ve kıllarımız, "keratin" adı verilen bir ...proteinle dolu olan ölü hücrelerden oluşurlar. Derinin hemen altında bulunan köklerine de, "folikül" adı verilir.

Vücudumuzda çeşitli bölgelerde bulunan kılların boyları, genetik olarak programlanmıştır. Bu nedenle hepsi, belirli bir uzunluğa kadar uzarlar ve bu "son uzunluğa" eriştikten sonra da periyodik olarak dökülürler. Ancak yaş etkisiyle, saç ve kıl köklerinin bu programlı büyümesinde bozulmalar görülebilir. Yaşlılarda kaşların normalden daha uzun olması, bu nedenledir.

Saçlarımızın gövdesi boyunca ölü hücreler bulunur. Saçın dış kısmı sert yapılı proteinlerden, iç kısmı ise uzayabilen esnek liflerden oluşur. Saçta herhangi bir sinir hücresi bulunmaz. Bu nedenle, saç kökleri, saçın ne denli uzun olduğuna dair bir bilgiye sahip değildir. Sadece saçların belirli bir "son uzama" sınırı vardır –ki kişiye veya cinsiyete göre değişir-, ve saçlar bu uzunluğa gelip de ömürlerini doldurduktan sonra dökülürler..

beaverss
13-01-2016, 23:04
Gün ve Ay İsimleri Nereden Geliyor?


Tavla oynayanlar Farsça altıya kadar saymasını bilirler. (yek, du, se, cihar, penç, şes) Şimdi de yedi sayısını öğreniyoruz. Farsça yedi (heft)dir veya (hefte) Yedi günlük hafta ismi de buradan alınmıştır.
Halen Türkçede kullandığımız gün isimlerinin kökenlerinin neler olduklarını biliyor musunuz?
Cuma Arapça (Toplama, toplanma)
Cumartesi Arapça (Ertesi) Türkçe
Pazar Farsça Ba (Yemek), zar (yer)
Pazartesi Farsça (Ertesi) Türkçe
Salı İbranice (Üçüncü)
Çarşamba Farsça (Cehar) şenbe (dördüncü gün)
Perşembe Farsça (Penç) şenbe (beşinci gün)
Günümüzde kullandığımız ay isimlerinin geldikleri yerler de karışık. Hicri takvimdeki Arabi ay isimlerinin bugün hiçbirini kullanmamamıza rağmen yine de Şubat, Nisan, Haziran, Temmuz ve Eylül aylarının isimlerinin kökenleri Arapça ve Süryanice, Kasım ayının ise Arapça.
İşin daha ilginç yanı bunlardan Şubat, Nisan, Temmuz ve Eylül hemen hemen aynı telaffuzla Yahudi takviminde de yer alıyorlar. Gelin ayların isimleri ve kökenlerine bir göz atalım.
Ocak Türkçe (Kışın evlerde ateş yakılan yer)
Şubat Süryanice
Mart (Latince Mariîus mitolojik isim Mars tan)
Nisan Süryanice
Mayıs (Latice Tanrıça Marianın ayı)
Haziran Süryanice
Temmuz Arapça Süryanice
Ağustos (Latice Roma İmparatoru Augustusun adından)
Eylül Süryanice
Ekim (Türkçe Toprağı ekmekten)
Kasım (Arapça Bölen)
Aralık (Türkçe İki zaman dilimi arası)

beaverss
13-01-2016, 23:04
Kediler nasıl 4 ayakları üstüne düşer ?

Bilimsel olarak izahı biraz zor. Bilime göre düşen bir cisme dışarıdan bir kuvvet uygulayamazsanız, ona açısal bir dönme hareketi kazandıramazsınız. Gerçi bir kule atlayıcısı, havuza düşmeden önce havada birkaç kez takla atar, kendi ekseni etrafında döner ama bu tramplen veya kuleyi terk ederken ayakları ile başlattığı bir dönme hareketidir.
Sırtüstü düşen bir kedi önce bacaklarını kendisine, kuyruğunu da bacaklarının arasına çeker, başını yere bakacak şekilde döndürür. Belli bir noktada tam tersini yaparak bacaklarını ve kuyruğunu açar ve vücudu tam ters yöne, yani yere doğru döner. Böylece paraşüt etkisi yaratarak, hızını da frenler ve inişin yumuşak olmasını sağlar.
Yapılan deney ve gözlemlerde bir kedinin alçak bir yerden düşmesinin, yüksek bir yerden düşmesine göre çok daha fazla hasar yaratacağı tespit edilmiştir. Örneğin yaklaşık bin metre yüksekliğindeki, otuz iki katlı bir binanın tepesinden düşen bir kediye hiçbir şey olmazken, yedi katlı binalardan düşenlerde ciddi sakatlıklar, hatta ölüm vakaları görülmüştür. Bilim insanları bunu da “limiz hızı” ile izah ediyorlar.
Havadan yere düşen cisimler, önce gittikçe artan bir hızla yere düşerler. Sonra kütlelerine bağlı olarak belirli bir mesafede hızdaki bu artış durur ve “limit hız” denilen sabit bir hızla yere düşmeye devam ederler. Yani bir gökdelenenin tepesinden atılan madeni bir paranın yere düşme anındaki hızı ile uçaktan atılan (aynı) paranın hızı arasında bir fark yoktur. İyi ki de yoktur, çünkü bu “limit hız” olmasaydı ve cisimler gittikçe artan bir hızla düşmeye devam etmeselerdi, yağmur damlaları kafamıza kurşun gibi düşebilirlerdi.
Bu teoriye göre yüksekten düşen kediler, yaklaşık saatte yüz kilometre sürate gelince limit hıza ulaşırlar, artık hep aynı hızda düşerler ve stresi atlatıp, kendilerine gelir ve gevşerler. Başlangıçta bahsettiğimiz dönme hareketini yaptıktan sonra, Avustralya’da yaşayan uçan sincapların uçuşuna benzer şekilde, tüm vücutlarını paraşüt gibi kullanarak, yaralanma olasılığını en aza indirerek, yere inerler.
Tabii bütün bu deney sonuçlerı ve teoriler, hayvan hastanelerine gelen kediler göz önüne alınarak ortaya çıkartılmıştır. Yüksekten düşüp de ölen veya alçaktan düşüp, ölmeyip, olay yerini terk eden, her iki şekilde de hayvan hastanalerine uğramamış kedilerin sayıları bilinmiyor.

beaverss
13-01-2016, 23:04
Güvercinler nasıl takla atıyorlar ve takla atmalarının sebebi nedir ?

Güvercinlerde iki farklı nedenle görülen, iki farklı tip takla var. Bunlardan ilki, havada uçarken hafifçe yan dönme şeklinde görülen ve aslında güvercinlerle beslenen gökdoğan gibi yırtıcı kuş türlerine karşı kazanılmış olan bir savunma uyumu. Bu, doğal olarak artık genlerine yerleşmiş ve bir yaşam biçimi haline gelmiş bir özellik. Taklacı güvercin olarak bilinen ırklarda görülen takla davranışı da, bu şekilde bir uyum olarak kazanılmış ve ırk özelliği haline gelmiş.
Diğeriyse, vitamin eksikliği ya da bir virüs nedeniyle ortaya çıkabilen, beyine giden sinir hücrelerinin üzerini kaplayan myelin kılıfın erimesine neden olan ve havalanırken ya da uçarken denge kaybı nedenli takla atma, yürürken daireler çizme, başın arkaya doğru yatması (stargazing: yıldız sayma) gibi belirtilerle kendini gösteren hastalık. Bu takla zaten diğerinden belirgin olarak ayrılıyor ve sıklıkla hayvanların kontrollü bir şekilde beslenmesiyle iyileştirilebiliyor.

beaverss
09-02-2016, 07:58
Saçlar Sürekli Uzarken Kaşlar Neden Uzamıyor ?


Vücudumuzdaki kıllar (saç, kaş, kirpik, vücut kılları, vs.) yer aldıkları bölgelere göre farklı görevlere sahiptir ve farklı boylardadır. Saçlarımız bir metrelik bir uzunluğa bile erişebilirken, kaşlarımız oldukça kısadır. Saçlarımız ve kıllarımız, "keratin" adı verilen bir ...proteinle dolu olan ölü hücrelerden oluşurlar. Derinin hemen altında bulunan köklerine de, "folikül" adı verilir.

Vücudumuzda çeşitli bölgelerde bulunan kılların boyları, genetik olarak programlanmıştır. Bu nedenle hepsi, belirli bir uzunluğa kadar uzarlar ve bu "son uzunluğa" eriştikten sonra da periyodik olarak dökülürler. Ancak yaş etkisiyle, saç ve kıl köklerinin bu programlı büyümesinde bozulmalar görülebilir. Yaşlılarda kaşların normalden daha uzun olması, bu nedenledir.

Saçlarımızın gövdesi boyunca ölü hücreler bulunur. Saçın dış kısmı sert yapılı proteinlerden, iç kısmı ise uzayabilen esnek liflerden oluşur. Saçta herhangi bir sinir hücresi bulunmaz. Bu nedenle, saç kökleri, saçın ne denli uzun olduğuna dair bir bilgiye sahip değildir. Sadece saçların belirli bir "son uzama" sınırı vardır –ki kişiye veya cinsiyete göre değişir-, ve saçlar bu uzunluğa gelip de ömürlerini doldurduktan sonra dökülürler..

beaverss
09-02-2016, 07:59
• En Uzun Rüya 7 Saniyedir
• Hafızamızı Kaybetmemiz İçin
Beynizimizden 110 Milyon Hücre Ölmesi
Gerekir
• Timsahlar daha derine batabilmek için taş
yutarlar.
• Bir Balinanın Kalbi Tam 300 Kilodur
• İnsanlar gibi Hayvanlarda Rüya görüp
Rüyasında Sayıklarlar.
• Uyku problemi olanlara; Günde 4-5 tam
ceviz yenirse Melatonin salgısı artar ve
rahatça uyursunuz.
• Yorgunluk sadece fiziksel değil, duygusal
olarak da yaşanır. Yani karşınızdaki sizi ne
kadar çok severse sevsin bir süre sonra
yorulacaktır.
• Tekerlemenin orijinal hali "Oh pity pity,
care'em all so pity, tear is the last thing,
gymnastic"dir ve ingilizce bir şiirin giriş
dizesidir.
• Kadınların %80'i, gerçekten kırıldığında
bağırmak yerine sessizliği tercih ediyor.
• İnsanların %67'si çayı kalabalık ortamda,
sohbet ederken içmeyi seviyor. Ancak bu
insanlar kahve içerken her zaman yalnızlığı
seçiyor.

beaverss
09-02-2016, 08:00
- Türk'lerden Guinnesslik Ölümler -
1.Balkona 50 kişinin çıkması sonucu meydana
gelen toplu ölüm.(dudullu'da bir köyde nişan
töreninde)
2.TEM'de seyreden araçtaki 5 kişinin radyoda
oynak şarkı çalınca aracı sağa çekerek
otoyolda göbek atmaya başlaması ve 3'ünün
ayrı ayrı araçların çarpması sonucu ölümü.
(adapazarı -hendek)
3.Elektrik direğine yaslanıp ayakkabısındaki
taşı çıkarmak için ayağını silkeleyen kişiyi
elektrik çarptığını sanan bir başkasının
akımdan kurtarmak amacıyla kafasına kürekle
vurup öldürmesi.(rize- tunca köyü)
4.Midesine sinek kaçan bir kişinin sineği
öldürmek için odaya sıkar gibi ağzına sheltox
isimli ilacı sıkması ve sinekten beter ölümü.
(istanbul- sultanbeyli)
5.Mühendisin kontrol için geminin buhar
kazanına girdiği sırada bundan habersiz bir
gemi personelinin kapağı kapatması ve
geminin sefere çıkmasıyla mühendisin ölümü.
(kocaeli)
6.Aynı işyerinde biri gündüz biri gece
vardiyasında çalışan baba-oğulun
motorsikletle eve giderken sert bir virajda
karşılaşıp birbirlerine selam vermek isterken
çarpışarak ölmeleri.(konya)
7.Nüfus sayımı nedeniyle kendisinden başka
kimsenin bulunmadığı yolda (üstelik de
otoban) sayım görevlisinin bariyerlere
çarparak ölümü(tem otoyolu-gebze)
8.Karabük demir-çelik fabrikasında 600 tonluk
pres makinasının arasından emekleyerek
geçen işçinin 2450 santigratlık fırından
sigarasını yakmaya çalışırken can vermesi.
(karabü k)
9.Tıraş olurken berberin rahatlatır diye boynu
aniden sağa sola çevirme hareketi sonucu küt
diye boynu kırılan müşterinin koltukta
rahmetlik oluşu.(erzurum)
10.Bir vatandaşın yatağındaki tahtakurusunu
öldürmek için yaptığı ilaçlamadan sonra
uykuya dalınca tahatakuruları yla birlikte
zehirlenmesi. (bodrum-yalı kavak)
11.Bir lunaparkta kafadar iki gecebekçisinin
uçan sandalyeyi çalıştırıp binmeleri ve
durduracak kimse olmayınca inemeyip sabaha
kadar kusarak hayatlarını kaybetmeleri.
(göztepe)
12.Arkadaşları yla iddiaya tutuşup kafasıyla
mermer bloku kırmaya çalışan medyatik
karatecinin mermer yerine kafasını kırarak
beyin travması sonucu ölmesi.(Istanbul-
esenler) ..

beaverss
09-02-2016, 08:00
• Mark Zuckerberg renk körüdür. Ve en iyi
görebildiği renk mavidir,bu yüzden
facebook mavidir.
• Ananas'a tuz atmak ananasın daha tatlı
olmasını sağlar.
• NASA'nın bir açıklamasına göre, uzay
biftek ve metal gibi kokuyor.
• El yazısı büyük olan insanların
özgüvenleri diğerlerine göre daha
yüksektir.
• Solaksanız, ileride şizofreni olma
ihtimaliniz daha fazladır.
• Habeşistan takviminde 13 ay vardır, yani
orada hala 2005 yılını yaşamaktadırlar, yeni
yıl ise 11 Eylül'de kutlanır.
• Grönland ülkede yeterince çim
yetişmediği için FİFA'ya katılamamaktadır.
• Cırcır böcekleri kendi yüksekliklerinin 20
katına zıplayabilirler, eğer insanlar bu güce
sahip olsaydı 37 metreye kadar
zıplayabilirdi.
• Vücudunuzda 900 tane kalem yapmaya
yetecek kadar karbon vardır.
• Irak mezarlığı dünyanın en büyük
mezarlığıdır.

beaverss
09-02-2016, 08:01
• Yalan söyleyen insanlar bir şeyi
anlatırken, ellerini kullanarak
görselleştirme yapamaz.
• İnsan mutsuzken daha çok uyumak ister.
Çünkü bütün acıların dindiği tek yer
uykudur.
• Textaphrenia, insanların sıkça yaşadığı
cep telefonuna mesaj geldiğini zannetme
durumudur.
• Hadsafhada, ne kadar random gülüş gibi
dursada Türkçemizin güzide bir kelimesidir.
• Sarhoş biri size bir şeyler anlatıyorsa
anlattıklarına inanın çünkü sarhoşların
anlattıklarının %85'i doğrudur.
• Mutlu çiftlere söylenen "Çifte kumrular
gibi" sözü, Kumru kuşlarının ölene kadar
eşlerine sadık kalmalarından gelir.
• Vanilyalı dondurma yemek, mide
yanmasını büyük oranda azaltır.

beaverss
09-02-2016, 08:01
-İlginç bir şekilde, karıncalar gibi çok hafif
hayvanlar ne kadar yüksekten düşerlerse
düşsünler ölmezler.
-Twitterda atılan her tweet San
Francisco'daki ana merkezde kayıt altına
alınmaktadır.
-Diş fırçaladıktan sonra yenen veya içilen
şeyin tadının kötü gelmesini, fırçalama
sonrası ağzı sıcak suyla çalkalayarak
giderebilirsiniz.
-Eğer ter kokusundan şikayetçiyseniz,
maydanoz tüketin. Maydanoz terleseniz
bile terinizin kötü kokmamasını sağlar.

beaverss
09-02-2016, 08:01
• Klinik ölüm sonrası insan 5 dakika içinde
hayata geri getirilebilir. 5 dakika sonra
beyin hücreleri ölmeye başlar, ama yine de
bu süreyi 5 dakika daha uzatmak
mümkündür.
• Niagara şelalesinden düşüp hayatta
kalabilen ilk insan olan Bobby Leach,
evinde portakal kabuğuna basarak düşmüş
ve iç kanamadan ölmüştür.
• Soru sormak, iletişimi başlatıp devam
ettirecek en iyi yoldur.
• Bir ankete göre kadınların %96'sı en çok
boyundan öpülmekten hoşlanmaktadır.
• Denizanaları ölü halde bile sizi sokabilir.
• Tüm dünyada her saniye 10 milyonun
üzerinde sigara yakılmaktadır.
• Kızılderililere göre doğadan uzaklaştıkça
yüreğiniz sertleşir.

beaverss
09-02-2016, 08:02
♥ Rusya’da doğudan batıya doğru seyahat edilirse, yedi saat kuşağı geçilir.
♥ Sadece bir tane kovboy filmi kadın yönetmen tarafından çekilmiştir
♥ Sadece dişi sivrisinekler ısırır.
♥ Sağ elini kullanan insanlar sol elini kullananlara göre ortalama dokuz yıl daha fazla yaşıyorlar.

beaverss
09-02-2016, 08:02
Çinlilerin gözleri niçin çekiktir?

Yalnız çinlilerin değil, Orta ve Güneydoğu Asya'da yaşayanların, japonların hatta Eskimoların da gözleri çekiktir. Aslında göz yapısı bütün dünyada aynıdır. Farkı yaratan göz kapaklarıdır. Çekik gözlü diye nitelendirilen ırklarda gözün üzerindeki göz kapağının ikinci kıvrımı, gözün üstüne daha çok inmiştir. Bazı teorilere göre bu kıvrım insanların gözlerini yoğun kar tabakasının, göz kamaştıran ışığından korumak için bir çeşit kar gözlüğü gibi gelişmiştir. Çinde ve öteki bölgelerde her ne kadar yoğun kar yağmıyorsa da onların atalarının buzul çağında kuzeyde yaşadıkları daha sonra güneye indikleri kanıtlanmıştır. Yalnız gözleri değil, burunları da rüzgara karşı korunmak için küçülmüş, burun delikleri soğuğu engellemek için daralmıştır. Ciltleri de koruma amaçlı olarak yağlıdır. Göz kapakları da yağlıdır. Gözü ve iç tabakalarını kara ve buza karşı korur. Yani çekik gözlü değil, düşük göz kapaklı, demek daha doğrudur.

beaverss
09-02-2016, 08:03
Yurt Dışında İlk Temsil Eden Türk Takım ?

Yurtdışında Türkleri (o zaman Osmanlı'ydı) temsil eden ilk takım Galatasaray'dır. 1911 yılında Romanya'da Bükreş karmasını 11-1 yenmiştir.

beaverss
09-02-2016, 08:03
• Fenerbahçe bir sezonda hiç gol yemeden
şampiyon olarak, bir dünya rekoru
kırmıştır.
• UEFA kupasını hiç yenilgi almadan
kazanan, ilk ve tek takım Galatasaray'dır.
• Jelibon, Türk lokumundan esinlenilerek
Amerika'lılar tarafından yapılmıştır.
• Tüm hayvanlar içinde sadece köpekler
insan mimiklerinin ne anlama geldiğini
anlar.
• Rihanna, Van depreminde Türkiye için
tweet atan tek yabancı sanatçıdır.

beaverss
09-02-2016, 08:03
Amişler, ABD'nin Pensilvanya ve Ortabatı eyaletleri'nde (ve Kanada'da) yaygın olan tutucu bir Hristiyan mezhebidir.


18. ve 19. yüzyılda Almanya, Fransa ve İsviçre'den gelen göçmenler tarafından kurulmuştur.



Amişler basit bir yaşama inanırlar, otomobil, telefon, elektrik gibi modern yaşamın kolaylıklarını kullanmaktan sakınırlar. Fayton kullanımı yaygındır. Bu insanlar kendilerini toplumdan dinsel inanışları yüzünden ayırırlar.

Örneğin orduya katılmazlar. Kurucusu Jakop Ammann (1644 - 1712 ya da 1730) adlı İsviçrelidir.

Amiş çocuklar 8. sınıfta devlet okullarından alınarak evde eğitim görmeye başlarlar. Amiş inancından olanların başka mezhep ya da dinden biriyle evlenmesine izin verilmez.

beaverss
09-02-2016, 08:04
Eğer bir insan kutup ayısının etini çiğken yerse aşırı A vitamininden dolayı hayatını kaybeder......