Orijinalini görmek için tıklayınız : Sağlık Bilgileri
®adakoglu
10-01-2006, 21:32
Allerjik Nezle Deyip Geçmeyin !
Toplumda en sık görülen allerjik hastalıklardan birisidir.
Yaklaşık her 10 kişiden birinde allerjik nezle vardır.
Bu kişilerin çoğu da " allerji ile birlikte olan" durumlardan şikayetçidir.
Aramızda nezle olmayan yoktur. Bir an önce geçmesini bekle
Allerjik nezle
Toplumda en sık görülen allerjik hastalıklardan birisidir.
Yaklaşık her 10 kişiden birinde allerjik nezle vardır.
Bu kişilerin çoğu da " allerji ile birlikte olan" durumlardan şikayetçidir.
Aramızda nezle olmayan yoktur. Bir an önce geçmesini beklediğimiz katlanılmaz bir durumdur: burun akıntısı, burun tıkanıklığı, hapşırma, koku alamama ve beraberinde halsizlik ve kırıklık hissi...
Bu şikayetlerin çok uzun süre, aylarca ya da tüm yıl boyunca devam ettiğini düşünün: Kuşkusuz çok daha dayanılmaz bir durum olacaktır.
İşte allerjik nezle bu şekilde seyreder. Mikrobik nezlelerden farklı olarak, bir de burun kaşıntısı ve ard arda hapşırmalar vardır. Polen allerjisi olanlarda tüm ilkbahar süresince, ev tozu akarlarına allerjisi olanlarda tüm yıl boyu devam eder nezle şikayetleri...
Allerjik nezle, tanısı ve tedavisi kolay bir hastalıktır. Ancak genellikle hastalar çok uzun süreler ızdırap çektikten sonra “acaba şikayetler allerjik mi?” diye akıllara gelir ve uzman hekimlere başvurulur. Gerekli testler yapılır, tedavi başlanır ve kısa sürede allerjik hastalık bulguları ortadan kalkar.
Bu allerjik nezlelerin “klasik” ve pratisyen hekimler tarafından bile kolaylıkla tanı konulabilecek formudur. Ama her zaman allerjik nezle böyle “gürültülü” seyretmez. İşte asıl sorun da burada ortaya çıkar.
Yazımıza başlarken allerjik nezle ile birlikte olan hastalıklar kavramından bahsettik. Allerjik nezlelerin belki de en önemli yönü budur. Bazı hastalarda allerji tüm bulgularıyla ortaya çıkmaz. Hastalık daha “sinsi” seyirlidir. Üst ve alt solunum yollarında oluşturduğu değişiklikler hasta için daha büyük problemlere neden olur. Nedir bunlar?
Sinüzit
Hemen herkesin çok iyi bildiği bir hastalıktır.
“Sinüsler” kafa kemikleri içinde bulunan, içleri hava ile dolu, boşluklardır. Duvarlarını aynı burun içindeki gibi bir doku kaplar (mukoza) ve sinüs ağzı adı verilen havalanma delikleri burun boşluğuna açılır.
İşte bu organların iltihabi hastalığına sinüzit adı verilir.
Allerjik nezle ile sinüzit arasında ne gibi bir ilişki olabilir? En basit açıklaması: allerjik nezle sinüzit gelişimini kolaylaştırır. Allerji nedeniyle burun içinde ve çevre dokularda meydana gelen ödem (şişlik) sinüs ağızlarının kapanmasına ve sinüslerin iltihaplanmasına neden olur.
Bu nedenle, sık sık sinüzit olan, sinüzit şikayetleri uzun süre devam eden ve tedaviye rağmen kısa süre sonra sinüziti nüks eden kişilerde allerji ve allerjik nezle varlığı mutlaka araştırılmalıdır.
Orta kulak iltihabı
Anne babalar çok iyi bilir.
Doktorlar bazen “çocuğunuzun kulağında sıvı var” ya da “kulak zarında çökme var” gibi tanılardan bahsederler. Hatta “kulağa tüp takılması gerekiyor” gibi anne babayı iyice tedirgin eden söylemler olur.
Bu durum tıpta “seröz otit media” olarak adlandırılır. Orta kulak havalanmasının bozulması neticesinde ortaya çıkan, allerjinin “gizlice” rol oynadığı bir hastalıktır. Orta kulağın havalanmasını sağlayan östaki borusunun geniz tarafındaki ağzının, yine allerjiye bağlı ödem nedeniyle tıkanması seröz otit medianın sık rastlanan sebeplerinden birisidir.
Hepimiz çok iyi biliriz ki sesin iletilmesi için havaya gereksinim vardır. Orta kulak içindeki minicik kemikçikler, kulak zarından gelen ses titreşimlerini iç kulağa iletirler ve beynimiz bu iletiyi ses olarak algılar. Seröz otit mediada en önemli şikayet, orta kulak havalanmasının bozulması nedeniyle ses iletiminin bozulması, daha basit bir deyişle duymanın azalmasıdır.
Çocuğunuzun ilköğretim okuluna yeni başladığını ve seröz otit media problemi olduğunu düşünün. Çocuğun işitme fonksiyonu tam olmadığı için, hem çevresi ile iletişimi bozulacak hem de derslerini algılama ve öğrenme kapasitesi düşecektir. Özetle; okuma yazmayı yaşıtlarına göre geç öğrenen, sınıf içinde uyumu ve iletişimi iyi olmayan çocuklarda seröz otit media ve allerji araştırılması gereken bir durumdur.
Halsizlik, başağrısı ve algılama bozuklukları
Allerjik nezlesi olan kişilerin çok sık olarak yakındığı diğer durumlardır. Nezle (grip) olduğumuzda hepimiz tecrübe etmişizdir; okuduğumuzu anlamayız, konsantre olmakta güçlük çekeriz...
Günlük yaşantıyı olumsuz olarak etkileyen tüm bu şikayetler, allerjik nezlelerin doğru olarak tedavi edilmesi ile tamamen ortadan kalkacaktır.
Astım
Bir hastaya allerjik nezle tanısı konduğunda, sorulan ilk soru genellikle şudur: “Bu hastalık astıma döner mi?”
Çok yerinde ve doğru bir sorudur.
Önceki yıllarda “allerjik nezleli hastaların yaklaşık üçte birinde astım gelişir” denirdi. Ama bugün çok iyi biliyoruz ki, allerjik nezlesi olan her hastanın bronşlarında (akciğer hava yolları), ileride astım belirtilerine neden olabilecek değişiklikler olur. Bu değişiklikler allerjik nezlenin şiddeti ile yakından ilişkilidir. Yani allerjik nezle belirtileri ne kadar fazla ise ve tedavide ne kadar geç kalınmış ise, akciğerlerdeki değişiklikler de o oranda ileri düzeydedir.
Allerjik nezle tanısı konan her hasta, mutlaka alt solunum yolları yönüyle de değerlendirilmeli ve gereken tedaviler zamanında başlanmalıdır.
“Astım” kelimesi ile başladığımız son bölümü okurken biraz canınız sıkılmış olabilir. Gerçekten de astım, hastaların ya da anne babaların duymak istemedikleri, hatta genellikle korktukları bir hastalıktır. Ama rahat olun, astımın “korkulu bir rüya” olduğu dönemler artık gerilerde kalmıştır. Günümüzde, zamanında başlanan modern ilaçlarla astım kontrol altına alınmakta ve hastalar tamamen normal bir yaşam sürdürebilmektedir.
Son söz
Evet, görüldüğü üzere burnumuz sadece kozmetik endişelerle estetik operasyonlara malzeme olan bir organımız değildir.
Basit olarak algılanan bir hastalığı bile, yaşamımızı değişik boyutlarda etkileyebilmektedir.
Bu nedenle lütfen “allerjik nezle” deyip geçmeyin...
Sağlıkla kalın...
®adakoglu
10-01-2006, 21:33
Tiroit Bezinin Aşırı Çalışması (Hipertiroidizm) (Graves Hastalığı)
Hipertiroidizm, tiroit bezinden aşırı tiroit hormonu (T4 ve T3) salgılanmasıyla oluşan bir hastalıktır. Bu hastalığa tirotoksikoz ismi de verilir.
Hipertiroidiye neden olan hastalıklar şunlardır:
1. Graves hastalığı,
2. Toksik nodüler guatr (Tiroid bezindeki sıcak bir no
Hipertiroidizm, tiroit bezinden aşırı tiroit hormonu (T4 ve T3) salgılanmasıyla oluşan bir hastalıktır. Bu hastalığa tirotoksikoz ismi de verilir.
Hipertiroidiye neden olan hastalıklar şunlardır:
1. Graves hastalığı,
2. Toksik nodüler guatr (Tiroid bezindeki sıcak bir nodülden aşırı hormon salgılanması)
3. Tiroid bezinin iltihapları (tiroiditler),
4. Aşırı iyod alınması (nodülü olan hastaların iyodlu tuz veya iyodlu öksürük şurubu içmeleri ile)
5. Aşırı tiroid hormonu almakla (Tiroit hormon ilaçlarının aşırı alınması)
Graves hastalığı tiroid bezinin nedeni bilinmeyen otoimmün bir hastalığıdır. Bu hastalıkta vücut tiroit bezine karşı TSH reseptör antikoru üretir ve bu antikorlar tiroit bezini uyararak aşırı hormon üretmesine neden olurlar. Bu antikorların nasıl oluştuğu henüz bilinmemektedir. Bu hastalarda guatr ve gözlerde öne doğru çıkma-fırlama (oftalmopati) oluşur. Hipertiroidili hastaların çoğunda (%70-80) Graves hastalığı vardır.
Sıcak nodüller de hipertiroidi yaparlar. Hipertiroidili hastaların % 5’inde sıcak nodül vardır.
Tiroit bezinin iltihapları (tiroiditleri) sırasında da hastalığın ilk aşamasında hipertiroidi gelişebilir. Tiroit bezi iltihaplarında boyunda ağrı oluşur. Bazı hastalarda ateş vardır.
Hipertiroidisi olan bir hastada aşağıdaki şikayetler ve bulgular gelişir :
1. Kilo kaybı
2. Kaslarda zayıflık
3. Ellerde titreme
4. Uyumada zorluk
5. Çarpıntı
6. Saçlarda incelme ve dökülme
7. Ciltte incelme ve nemlilik ve aşırı terleme
8. Bağırsak hareketlerinde artma ve bazen ishal
9. Sinirlilik
10. Gözlerde ileri doğru fırlama
11. Adetlerde bozulma
12. Tiroit bezinde büyüme (guatr) oluşması
13. Sıcağa tahammül edememe
14. Erkeklerde memelerde büyüme
15. Kemik erimesi (Osteoporoz)
TANI
Hipertiroidi tanısı için kanda tiroid hormonlarına (T4 ve T3) ve TSH düzeyine bakılır. Kanda T4 ve T3 düzeyleri yüksek, TSH düşük bulunursa hipertiroidi teşhisi konur.
HİPERTİROİDİ HİÇ TEDAVİ EDİLMEZSE NE OLUR?
Hipertiroidi tedavi edilmezse hastada kilo kaybı devam eder; kalpte ritm bozukluğu, kalp yetmezliği ve bir iltihap veya enfeksiyon sırasında tiroit krizi, şok ve ölüm oluşur. Bu nedenle hipertiroidi mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.
TEDAVİ
Hipertiroidi tedavisinde 3 yöntem vardır :
1. İlaç tedavisi
2. Radyoaktif iyod tedavisi
3. Cerrahi (ameliyat)
İLAÇ TEDAVİSİ:
Hipertiroidisi olan bütün hastalara kanda yüksek olan tiroit hormonlarını normal düzeye getirmek için önce ilaç tedavisine başlanır. İlaç olarak kimyasal ismi propiltiourasil olan ilaç (Propycil tablet ) veya kimyasal ismi metimazol olan ilaç (Thyromazol tablet) ve beraberinde nabız sayısını azaltacak ilaçlar başlanır. İlacın dozunu doktorunuz hastalığın şiddetine göre ayarlar. İlaç tedavisine başladıktan 6-8 hafta sonra tekrar kontrole çağrılırsınız ve hormonlarınızın durumuna göre ilaç dozunun ayarlanması yapılır. Bu şekilde 1,5-2 ayda bir kontroller yapılarak en az 9 ay – 1 yıl ilaç tedavisine devam edilir ve doktorunuzun kararına göre ilaç kesilebilir. Doktorun haberi olmadan ilaç kesilirse hastalık tekrar alevlenir veya nüks eder. Böylece o zamana kadar yapılan tedavi de boşa gitmiş olur. Bu nedenle ilaç tedavisi doktorunuza danışılmadan kesilmemelidir.
İlaç tedavisi sırasında ateşiniz çıkar ve boğazda ağrı olursa hemen doktorunuza başvurmanız gerekir. Bu durum kanda beyaz hücrelerin (Lökosit) çok azalmasından dolayı olmuş olabilir. Çok nadir olan bu durum oluşursa ilaçlar kesilerek radyoaktif iyod tedavisi yapılır.
Tedavi sırasında karaciğer enzimlerinde hafif yükselmeler olabilir. Ancak bu durum hipertiroidinin etkisiyle de olabilir. Bu nedenle SGOT (AST) ve SGPT (ALT) enzim düzeyleri sık aralarla takip edilmeli ve tedaviyle birlikte enzim düzeyleri gittikçe artıyorsa ilaçlar kesilerek radyoaktif iyod tedavisi verilmelidir.
İlaçlar doktorunuz tarafından kesildikten sonra hastalık ilk 6 ayda % 30-50 nüks ettiğinden ilaç kesildikten sonra da tekrar kontrole gelmek gerekir.
Sıcak nodül varsa ilaçlarla hormonlar normal düzeye getirildikten sonra radyoaktif iyod tedavisi veya ameliyat yapılır.
İlaç tedavisiyle hastalığı düzelen hastalarda ilaç kesildikten sonra hastalık tekrar alevlenirse veya nüks ederse kesin tedavi dediğimiz radyoaktif iyod tedavisi veya cerrahi tedavi yapılabilir.
Hipertiroidili hastaların dikkat etmeleri gereken bir husus İYOTLU TUZ YEMEMELERİDİR. Piyasada bazı firmalarının ürettikleri, kendiliğinden tuzluklu, İYOTSUZ TUZLAR satılmaktadır. Hipertiroidisi olan hastaların iyotsuz tuz yemeleri gerekir. Ailedeki diğer kişilerin iyot almalarını sağlamak için yemekler tuzsuz yapılmalı hasta iyotsuz tuz kullanmalı, ailedeki diğer kişiler ise iyotlu tuz kullanmalıdırlar.
Sigara içenlerde hastalık zor iyileştiğinden ve göz hastalığı ortaya çıktığından SİGARA İÇİLMEMELİDİR.
NÜKS, YANİ HASTALIĞIN ALEVLENMESİ ŞU HASTALARDA DAHA SIK GÖRÜLÜR:
1- Guatrın büyük olması
2- Genç yaştaki hastalarda
3- Hastalığı başlangıçta şiddetli olanlarda
4- Başlangıçta oftalmopati (gözde dışarı fırlama) olanlarda
5- Sigara içenlerde
6- İyotlu tuz kullananlarda veya iyotlu öksürük şurubu içenlerde
7- TPO antikorları yüksek olanlarda
8- Hormonları normale getirebilmek için yüksek doz antitiroid ilaçlara ihtiyaç olan hastalarda
9- TSH düzeylerindeki düşüklüğün düzelmediği hastalarda
Radyoaktif İyod Tedavisi
İlaç tedavisiyle hormonların normal düzeye geldiği hastalarda ilaçlar azaltılarak kesilir. İlaçlar kesildikten sonra hastalık tekrar nüks ederse (alevlenirse) bu defa kesin tedavi denilen radyoaktif iyod tedavisi veya ameliyat yapılır.
Radyoaktif iyod tedavisi ayrıca sıcak nodülü olan ve hormonları yüksek olan hastalarda da tercih edilen bir tedavi seçeneğidir. Bu hastalarda önce ilaçlarla hormonlar normale getirilir ve sonra radyoaktif iyod tedavisi yapılır.
Radyoaktif iyod Nükleer Tıp uzmanları tarafından endokrinoloji uzmanının kontrolünde verilir. Radyoaktif iyod verilmeden 3 gün önce ilaçlar (Propycil veya Thyromazol) kesilir ve radyoaktif iyod aldıktan 3-4 gün sonra tekrar başlanır. Radyoaktif iyodun kanser yapıcı veya üreme sistemine zararlı bir etkisi yoktur. Ancak kadınların 6 ay sonra gebe kalmalarına izin verilir. Radyoaktif iyod alan hastaların % 80-90’nında ilk yıl içinde kalıcı hipotiroidi (tiroid bezi yetmezliği) gelişir ve ömür boyu Levotiron veya Tefor gibi tiroid hormon ilacı almaları zorunluluğu vardır. Bunu hastaların baştan bilmeleri ve kabul etmeleri gerekir.
Radyoaktif İyod Tedavisi Alan Hastalara Öğütler:
1- Hastanın kullandığı çatal, kaşık ve bıçak başkası tarafından kullanılmaz. Bulaşıklar bulaşık makinesinde yıkanmalıdır.
2- Yeni doğan çocuklar (8 yaş altı çocuklar) ve gebe kadınlarla yakın temas yasaklanır. Ancak aynı odada oturabilirler.
3- Hastanın bebeği varsa emzirmesi yasaklanır.
4- Tuvalet sonrası tuvalet 2 kez yıkanmalı ve eller iyice yıkanmalıdır.
5- Boğazda veya boyunda ağrı olursa aspirin veya diğer benzer ilaçlar faydalı olabilirse de doktorunuza danışmadan almayınız.
6- Sinirlilik, ellerde titreme veya çarpıntı olursa (radyasyon tiroiditi) doktora başvurmalıdır.
Cerrahi (Ameliyat) Tedavisi:
Hipertiroidisi olan hastalardan guatrı büyük olanlarda tavsiye edilir. Tiroit bezinin bir kısmı veya tamamına yakını ameliyatla alınır. Ameliyat öncesi ilaç tedavisiyle hormonların normal düzeye gelmesi sağlanmalıdır.
Ameliyat ayrıca sıcak nodülü olan, ancak nodül çapı büyük olan hastalarda tercih edilen bir tedavi seçeneğidir.
®adakoglu
10-01-2006, 21:35
Tiroid Nodülleri veya Nodüler Guatr
TİROİD NODÜLLERİ
Tiroid nodülleri tiroid bezi içinde oluşan ve bezin normal dokusuna benzemeyen leblebi veya ceviz büyüklüğünde olabilen anormal dokulardır.
Nodüller için en önemli endişe konusu % 5’inde tiroid kanseri olmasıdır.
Nodüllerin % 50’si tek nodül
Tiroid nodülleri tiroid bezi içinde oluşan ve bezin normal dokusuna benzemeyen leblebi veya ceviz büyüklüğünde olabilen anormal dokulardır.
Nodüller için en önemli endişe konusu % 5’inde tiroid kanseri olmasıdır.
Nodüllerin % 50’si tek nodül, % 50’si çok nodül (multipli nodül) olarak bulunur. Tek nodül veya çok nodül de olsa kanser oranı aynıdır (% 5).
Nodüller elle muayene sırasında saptanabildiği gibi tiroid ultrasonu ile de saptanır.
Tiroid sintigrafisi bulgularına göre nodüller soğuk, sıcak ve ılık nodül olarak 3’e ayrılır. Nodüllerin % 70-80’nini soğuk nodül, % 10’unu sıcak nodül, ve % 10’unu ılık nodül oluşturur. Soğuk nodüllerde kanser oranı daha fazladır. Sıcak nodüllerde kanser oranı az olsa da kanser yine de olabilir.
Şikayet ve belirtiler :
Nodüler guatrı olan hastaların çoğunda herhangi bir şikayet yoktur. Boyunda şişkinlik olabilir. Bazen nodül içine kanama olursa ağrı oluşabilir. Nodül çok büyürse baskı yaparak nefes darlığı ve yemek yeme de sıkıntı yapabilir.
Kanser şüphesi olan nodüller hangi nodüllerdir?
Nodül tedaviye rağmen hızla büyüyorsa, boyun bölgesinde lenf bezlerinde şişme varsa, çok sert ve yapışık ise, seste kalınlaşma varsa, soğuk ve tek nodül ise tiroid kanseri yönünden şüphelenmek gerekir.
Nodüler Guatrlı hastalarda yapılan tetkikler :
1. Tiroid iğne biyopsisi :
Nodüler guatrlı tüm hastalara uygulanması gerekir. Nodüllerin % 5’inde kanser olduğundan ilk yapılacak tetkik iğne aspirasyon biyopsisidir. Yapılması kolay, komplikasyonu olmayan bir işlemdir. Koldan damardan kan alıyor gibi nodülden normal plastik şırınga ile aspirasyon yapılır. Ağrı yapmaz. Yeteri kadar parça veya hücre gelmez ise tekrar biyopsi yapılır.
2. Tiroid ultrasonu :
Nodüllerin çapının daha iyi değerlendirilmesinde veya ele gelmeyen, küçük (< 1 cm) nodüllerin saptanmasında yararlıdır.Tedavi takibinde de önemlidir. Tedaviyle nodül çapının küçülüp küçülmediği ultrason ile daha iyi öğrenilir. Doppler ultrasonu ile nodül kan akımının değerlendirilmesi nodülün iyi veya kötü huylu olup olmadığı hakkında bilgi verebilir.
3. Tiroid sintigrafisi :
TSH düzeyi düşük olan hastalarda yapılır. Nodülün sıcak mı soğuk mu olduğunu anlamamıza yarar.
4. Tiroid hormonları :
Serbest T3, Serbest T4 ve TSH düzeylerine bakılarak hastanın hormonlarında düşüklük veya yükseklik olup olmadığı (hipertiroidi-hipotiroidi) anlaşılır.
TEDAVİ
Tedavinin nasıl yapılacağı konusunda nodülden yapılan ince iğne aspirasyon biyopsisinin patoloji sonucu çok büyük önem taşır. Biyopsi patoloji sonucunda kanser veya kanser yönünden şüphe varsa hasta ameliyata verilir.
Kanser olmayan iyi huylu nodüllerde levotiroksin tedavisi (Tefor veya Levotiron) yapılabildiği gibi ilaç vermeden sadece takip de yapılabilir.
Nodülün çapı 3 cm’ den büyükse, gittikçe büyüyorsa, hızlı büyüme varsa ve boyunda lenf bezleri varsa kanser riski arttığından cerrahi tedavi (ameliyat) yapılması uygundur.
Multinodüler guatr dediğimiz bir bezde birden fazla nodül olması durumunda yine önce biyopsi yapılır. Multinodüler guatrlı hastalarda seçilecek tedavi cerrahi tedavidir. İlaç tedavisi de yapılabilirse de tedaviye yanıt azdır.
Sıcak nodüllerde hormonlar normal ise sadece takip yapılabilir. Eğer sıcak nodüllerde hormonlar yüksek ise (hipertiroidi varsa) önce ilaç tedavisiyle hastanın hormonları normal düzeye getirilir ve ardından radyoaktif iyod tedavisi veya ameliyat yapılır.
Nodüler guatrlı hastalar iyodlu tuz ve iyod içeren öksürük şurupları kullanmamalıdır. Ayrıca röntgen filmleri çekilirken koldan yapılan ilaçların iyodlu olduğu unutulmamalı ve bunun için röntgen çeken doktora bilgi verilmelidir.
Nodüler guatrlı hastalar piyasada bulunan bazı firmalarının ürettikleri, kendiğinden tuzluklu, İYOTSUZ TUZ yemelidirler.
®adakoglu
10-01-2006, 21:36
ASTIM
Tanım :
Bronş astması, bronşial astım, allerjik astım gibi isimler de alan hastalık genetik ve çevresel faktörlere bağlı olarak gelişen, solunum yollarının kronik inflamatuar bir hastalığıdır. Bronşial astım, inflamasyona bağlı olarak solunum yollarının kasılması ve buna bağlı olarak
Tanım :
Bronş astması, bronşial astım, allerjik astım gibi isimler de alan hastalık genetik ve çevresel faktörlere bağlı olarak gelişen, solunum yollarının kronik inflamatuar bir hastalığıdır. Bronşial astım, inflamasyona bağlı olarak solunum yollarının kasılması ve buna bağlı olarak daralması ile karakterize olup, bu daralma geri dönüşümlüdür, akut atak geçtiği dönemde hava yolları eski durumuna dönmektedir. Ayrıca hava yollarında aşırı ve koyu salgılara bağlı olarak mukus tıkaç, tekrarlayan ataklar neticesinde hava yolu duvarlarında kalınlaşma da darlığı artırmakta ve nefes darlığı atakları şiddetlenmektedir.
Sıklık :
Ülkemizde astım görülme sıklığı erişkinlerde % 2-4, çocukluk çağında ise %5-8 arasında değişmektedir. Astım olgularının büyük çoğunluğu 10 yaşın altında ortaya çıkmakla birlikte her yaşta kendini gösterebilmektedir. Çocukluk çağında erkek cinsiyette daha fazla görülmektedir, erkek/kız oranı çocukluk çağında 3/1 olurken, gençlerde bu oran 1,3/1 değerlerine kadar düşmektedir. İleri yaşlarda ise aradaki fark ortadan kalkmakta ve daha sonra kadınlarda daha fazla görülmektedir.
Etkenler :
1. Genetik faktörler : Astım hastalığının bilinen en önemli risk faktörü atopi, yani allerjik bünyedir. Atopinin ortaya çıkmasında ise genetik faktörlerin önemli rolleri vardır. Kalıtımın % 40-60 vakada rol oynadığı tahmin edilmektedir. Astımlı hastaların çoğunun yakın akrabalarında astım ya da diğer allerjik hastalıklardan bir ya da birkaçının olduğu tespit edilmektedir, ancak bu tüm olgular için geçerli değildir. Bazı vakalarda kişi veya ailesi allerjik bir durum tarif etmemektedir. Astımlı bir annenin çocuğunda astım görülme sıklığı %20-30’lara çıkarken, hem anne hem de baba astım ise bu oran % 60-70 değerlerine ulaşmaktadır.
2. Çevresel faktörler : Ev içinde ve dış ortamda atmosfer kirliliği ve allerjen yoğunluğunun artması astım sıklığının artışında önemli birer faktördürler. Genetik faktörlerden bağımsız olarak, yaşamın ilk bir yılında çevresel kaynaklı allerjenler ile yoğun temas astım gelişiminde ciddi ve önemli bir faktördür.
Dış allerjenler vücuda genellikle solunum yoluyla, nadiren sindirim yoluyla girerler. Solunum yolu ile vücuda alınan allerjenlerin başında ev tozu akarları gelir. Dermatophagoides farinae ve Dermatophagoides pteronyssinus isimli bu ev akarları ev tozları içinde yaşayan, gözle görülemeyecek kadar küçük canlılardır. Akarlar besinlerini insan deri döküntülerinden, sularını da insanların nefeslerindeki nemden sağlarlar. Nemli ortamda çok daha kolay ürerler. Akarların dışkıları, salgıları ve ölü dokuları allerjen özelliklere sahiptirler. Bu canlılar halı, kilim, yatak, yorgan, yastık kılıfı gibi ortamlarda çok daha kolay barınır ve ürerler.
Polenler dış ortamdan vücuda alınan diğer önemli allerjenlerdir. Yabani ot, çimen, ağaçlar gibi tüm bitkilerden kaynaklanan polenler vücuda solunum yolu ile alınarak astım atağına neden olabilirler. Polenlere bağlı astım mevsimlerle ilişkili olarak kendini gösterir ve çiçek açma dönemlerinde daha sıkça karşımıza çıkmaktadırlar.
Küf mantarları ise iç ve dış ortamda rutubetli yerlerde bulunurlar ve astımın risk faktörleri arasında yer alırlar. Ev içerisinde en çok banyo, çatı ve bodrum katları gibi nemli bölgelerde barınırlar.
Kedi, köpek, tavuk, güvercin, at gibi hayvanların tüyleri ve kılları da birer allerjendir ve yakın temastaki astımlı bireyler için önemli birer risk faktörüdürler.
Sindirim yolu ile vücuda alınan allejenlerin başında yumurta, süt, balık, kabuklu deniz hayvanları, çikolata gibi besin maddeleri ile her türlü tatlandırıcı, renklendirici ve koruyucu katkı maddeleri bulunan gıda maddeleri gelir. Besinlerle oluşan allerjik tablolar daha ziyade çocuklarda kendini göstermektedir.
Çok önemli bir risk faktörü de sigaradır. Sigara dumanında bulunan 4000’e yakın gaz, duman ve partikül yapısındaki kimyasal maddeler astımın oluşumunda önemli rol oynarlar. Yapılan çalışmalarda gebeliği sırasında sigara içen annelerin bebeklerinin kanında allerjiye bağlı IgE’nin yüksek bulunduğu ve bu bebeklerde allerjik hastalık riskinin yüksek olduğu gösterilmiştir. Ayrıca annesi sigara içen bebeklerde solunum yolu hastalıklarının ve astımın daha sık görüldüğü belirtilmektedir. Sigara içen ya da sigara içilen ortamda bulunan astımlı hastaların tedavisi de çok zor olmaktadır.
Hava kirliliği allerjenlere karşı kişinin daha duyarlı olmasını sağlar ve astımın ortaya çıkmasını kolaylaştırır. Çevre havasını kirleten endüstriyel maddeler ve gazlar, evde kullanılan sobalardan kaynaklanan dumanların yanı sıra parfüm, deodorant gibi kozmetik ürünler de astım gelişiminde risk faktörleridir.
Ani ısı değişiklikleri, soğuk hava gibi meteorolojik faktörler de astım gelişiminde rol oynamaktadır.
3. Solunum yolu enfeksiyonları : Çevresel faktörler arasında da sayabileceğimiz solunum yolu enfeksiyonları astım atağını tetiklemektedir. Bu enfeksiyonlar vakaların yaklaşık % 40’ında etken olarak izlenmektedir.
Bebeklik çağında geçirilmiş olan Respiratuar sinsityal virus enfeksiyonlarının allerjik tablolar ve astımın ortaya çıkmasında rol oynayabileceğini gösteren bulgular olmasına karşın, viral solunum yolu enfeksiyonlarının astıma neden olduğu görüşü ispatlanmamıştır. Ancak bilinen bir gerçek, viral enfeksiyonlar solunum yolu iç duvarında harabiyete neden olmakta ve solunumla alınan allerjenler ya da diğer etkenlerin kolayca solunum yollarına ulaşmasına neden olmaktadır. Böylece allerjene karşı duyarlılık kolaylaşmaktadır.
Sigara içimi ve hava kirliliği enfeksiyonlara karşı direnci azaltarak viral solunum yolu enfeksiyonlarının oluşmasında ve astım ataklarında rol oynamaktadır.
4. Psikolojik faktörler : Vakalarının yaklaşık 1/3’ünde sıkıntı, stres, korku, heyecan gibi psikolojik faktörler astım ataklarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
5. Hormonal faktörler : Vakaların az bir kısmında hormonal sistemin rolü düşünülmektedir. Çocukluk çağında başlamış olan astım olguları ergenlik dönemi ile geçebilmektedir. Bunun aksine ergenlik dönemi ile başlayan astım olguları da vardır. Gebelik iki yönlü etki yapabilir, gebelikte bazen astım atakları daha ağır bir hal alabilir, ancak ikinci aydan itibaren ataklar hafifler ve seyrekleşir.
6. Diğer etkenler : Hamile kadınların beslenme bozuklukları anne karnındaki bebeklerin beslenmesinde bozulmaya neden olmaktadır. Bu tür anne rahminde beslenme bozukluğu olan bebeklerde doğum sonrasında gelişme gerilikleri gözlenebilmekte ve kanda allerji ile ilgili olan eozinofil protein X değerleri yüksek bulunabilmektedir. Bu bebeklerde doğum sonrası da olsa astım ve diğer allerjik hastalıkların daha sık görüldüğü varsayılmaktadır.
Aspirin, morfin gibi bazı ilaçlar da astım atağının başlamasına neden olabilmektedirler.
Şikayetler :
Hastaların en önemli yakınmaları nefes ve hışıltılı solunumdur. Olguların büyük çoğunluğunda nefes darlığı gece gelir. Nedeni de yastık, yorgan gibi malzemelerde bulunan ev tozu akarları, yün gibi allerjenlerin yoğun bir şekilde solunması ile akciğerlere ulaşmasıdır. Ayrıca geceleri vücutta gelişen hormonal ve sinirsel değişiklikler de gece nefes darlığı gelişiminden sorumlu olabilir.
Hastaların bazılarında tek ve ilk şikayet uzun süre devam eden kuru öksürük olabilir. Nedensiz olarak, ataklar şeklinde ortaya çıkan ve özellikle gece hastayı uykudan uyandıran kuru öksürükler astım hastalığını akla getirmelidir. Şiddetli öksürükten sonra hastalar bazen balgam çıkarabilirler ve balgam çıkardıktan sonra rahatladıklarını ifade ederler. Öksürük nöbeti sırasında bayılma görülebilir.
Bazı hastalarda nöbet sırasında ya da nöbet aralarında morarmalar fark edilebilir ve hava açlığının göstergesidir. Hastalar ayrıca karın şişkinliği, çarpıntı ve diğer allerjik belirtilerden (burun tıkanıklığı ya da akıntısı, gözde sulanma, kızarıklık veya kaşıntı vs) yakınabilirler.
Fizik Bulgular :
Astım atağı dışında gelen bir hastanın fizik muayenesinde genellikle herhangi bir bulguya rastlanmaz. Hastalığın başlangıç dönemlerinde ya da çok hafif seyrettiği durumlarda muayene bulguları çok zayıf olabilir.
Atak esnasında başvurmuş olan bir hastanın muayenesinde solunum sıkıntısı belirgin olarak izlenir. Atağın şiddetine göre yardımcı solunum kasları da faaliyete geçer. Hasta yatırıldığında solunum sıkıntısının arttığı izlenebilir.
Astım atağı ile gelmiş olan hastada hışıltılı solunum vardır ve akciğerleri dinlendiğinde ronküs denilen ve solunum havasının dar bir alandan geçmesine bağlı anormal sollunum sesleri duyulur. Çok şiddetli astım atağında muayene bulguları çok azalır ve solunum sesleri hiç duyulamayabilir.
Hastalarda ellerde, dudaklarda morarmalar izlenebilir, kalp atım sayısında artış tespit edilebilir. Ağır astım ataklarında tansiyon düşebileceği gibi, bazı ataklarda tansiyon yüksekliği de gelişebilir.
Tanı :
Astım bronşiale tanısı için hastanın hikayesi, muayene bulguları ve laboratuar testleri yol göstericidir. Tüm bunlara rağmen astım tanısına ulaşmak kolay olmayabilir.
Nefes darlığı, hışıltılı solunum ya da uzun süre devam eden kuru öksürük nedeniyle gelen hastanın fizik muayene bulgularının normal veya anormal olmasına bakılmaksızın laboratuar yöntemlerine başvurulmalıdır. Muayene bulguları astım lehine olan hastalarda tanıya ulaşmak daha kolaydır, ancak ataklar arasında gelmiş olan ya da muayene bulguları zayıf olan hastalarda tanı daha da güçleşmektedir.
Her hastaya akciğer grafisi çekilmelidir, unutulmamalıdır ki bazen iltihabi durumlarda ve diğer bazı akciğer hastalıklarında tablo astımı taklit edebilir. Astım bronşialede akciğer grafisi genellikle normaldir.
Astım tanısına destek amacıyla ve diğer hastalıklardan ayırıcı tanısında bazı kan tetkikleri istenebilir.
Astımın kesin tanısı solunum fonksiyon testi ile konulur. Akciğere giren ve çıkan hava miktarlarını ölçme esasına dayanan solunum fonksiyon testinde, astımlı hastalarda belirgin bozulmalar izlenebilir.
Solunum fonksiyon testleri geri dönüşümlü hava yolu daralmalarını gösterebilir. Salbutamol veya Terbutalin ile yapılan bronkodilatasyon testi yol göstericidir. 100 mcg Salbutamol ya da 500 mcg Terbutalin inhalasyon verildikten 10-15 dakika sonra tekrarlanan solunum fonksiyon testinde birinci saniyede dışarı verilen hava miktarında (FEV1), ilaçsız yapılan testteki değere oranla %12 ve/veya 200 ml üzerinde bir artış olması astım tanısını koydurur.
Bazı hastalarda bu erken reversibilite testi negatif çıkabilir. Bu durumda hasta steroid tedavisine alınır ve 2-6 haftalık tedavi sonrası solunum fonksiyon testi tekrarlanır. Geç reversibilite testi dediğimiz bu değerlendirmede FEV1’de %12 veya üzeri bir artış olması astım tanısını teyit eder.
Solunum fonksiyon testi normal olan erişkinlerde ya da bu testi doğru başaramayan çocuklarda tanı için PEF izlemi yapılabilir. Burada hastadan sabah ve akşam saatlerinde ve şikayetlerinin olduğu dönemlerde PEF ölçümü yapması istenir. Günlük PEF değişkenliğinin %20 ve üzerinde olması anlamlıdır.
Tüm bunlara rağmen astım tanısı konulamayan vakalar da olabilir. Bu hastalarda bronş provokasyon testi uygulanması gerekmektedir. Bu testte solunum yollarına artan dozlarda solunum yolu ile Metakolin ya da Histamin maddeleri veya allerjik reaksiyona neden olduğu düşünülen madde verilir. Bu maddelerin verilmesinden sonra tekrarlanan solunum fonksiyon testinde FEV1 değerinde %20 ve üzeri azalma tespit edilirse bronş provokasyon testi pozitif denir ve astım tanısı koydurur.
Kişinin allerjik durumunun değerlendirilmesi için allerji testleri yapılmalıdır. Standart bir allerji testi için 10-15 arası allerjen kullanılması yeterlidir. O bölgeye uygun bitki polenleri, ev hayvanı antijenleri, ev tozu akarları ve küf mantarı allerjenleri testte kullanılır. Çocuk hastalarda kullanılan gıda allerjenlerinin, erişkinlerde kullanılmasına gerek yoktur. 5 yaş altı çocuk grubunda allerji testi uygulamaları anlamlı değildir.
Hastalara allerji deri testi yapılmasının asıl amacı, allerjik astımlıları ayırmak ve bu kişilerin duyarlı oldukları allerjenlerden uzaklaşmasını sağlamaktır. Etken allerjenden korunma tedavide birinci basamağı oluşturmaktadır. Ülkemizde en sık olarak ev tozu akarlarına karşı duyarlılık tespit edilmektedir.
Tedavi:
Tedavinin amacı, hastaya astım ile ilgili şikayetlerinin olmadığı ya da en az düzeyde şikayetin olduğu bir yaşam sağlamak olmalıdır. Hasta normal bir yaşam aktivitesi gösterebilecek düzeye gelebilmelidir.
Tedavide birinci basamak korunmadır. Kişi duyarlı olduğu allerjenlerden uzaklaşmalı, şikayetlerin başlamasına ve atakların ortaya çıkmasına neden olacak etken ve olaylardan sakınmalıdır.
Astım tedavisinde solunum yoluyla verilen ilaçlar öncelikle tercih edilmelidir. Solunum yolu ile ilaç kullanamayan hastalarda diğer tedavi yollarına (tablet, ampul vs.) başvurulmalıdır.
Astımın ilaçla tedavisinde birinci seçenek ilaç solunum yolu ile alınan steroidler olmalıdır. Uzun etkili beta-2 agonist ilaçlar, lökotrien reseptör antagonistleri, teofilin türevi ilaçlardan bir veya birkaçı tedaviye eklenebilir. Kısa etkili beta-2 agonist ilaçlar solunum sıkıntısı atakları sırasında kullanılabilir.
Hasta tedavisini hekim kontrolünde düzenli olarak kullanmalı ve kontrollerini aksatmamalıdır. Düzenli kontrollerde yapılan solunum fonksiyon testleri ile hastanın son durumu değerlendirilmeli ve tedavi planı yeniden oluşturulmalıdır.
®adakoglu
10-01-2006, 21:38
TÜBERKÜLOZ (VEREM)
Dünya Sağlık Örgütünün araştırmalarına göre dünyada her yıl 8 milyon kişi vereme yakalanmakta, 3 milyon kişi bu hastalık nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Dünya nüfusunun üçte biri yani 1.9 milyar kişi verem mikrobuyla enfekte durumdadır. Bunlardan en az 50 milyonunun klasik ilaçlara dirençli verem
Dünya Sağlık Örgütünün araştırmalarına göre dünyada her yıl 8 milyon kişi vereme yakalanmakta, 3 milyon kişi bu hastalık nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Dünya nüfusunun üçte biri yani 1.9 milyar kişi verem mikrobuyla enfekte durumdadır. Bunlardan en az 50 milyonunun klasik ilaçlara dirençli verem basilleri ile enfekte olduğu tahmin edilmektedir.
Hastaların %75’i sosyo-ekonomik bakımdan geri kalmış 13 ülkede ortaya çıkmaktadır. Ancak 1985’lerden sonra ileri endüstri ülkelerinde de artış olması, bu ülkeleri de konuya yeniden önem vermeye ve ciddi tedbirler almaya zorlamıştır.
Ülkemizde durum incelendiğinde ise şu durum görülmektedir. 1950’lerde verem görülme sıklığı ve ölüm nedenleri arasında birinci sırada yer almaktaydı. 1945 yılında verem ölüm oranı yüzbinde 262 ve 1965 yılında hastalığa yakalanma oranı yüzbinde 172 idi. 1953 yılından itibaren başlatılan aşı kampanyaları, açılan verem savaş dispanserleri ve sanatoryumlarda uygulanan tedavi hizmetleri, geniş halk kitlelerinin röntgenle tarama çalışmaları, Sağlık Bakanlığı, UNİCEF ve verem savaş derneklerinin destek ve faaliyetleri ile verem nedeniyle ölümler ve vereme yakalanma oranları hızla düşüş göstermiştir. Bu düşüş halen devam etmekte olup bu gün verem ölüm oranı yüzbinde 2.8 ve vereme yakalanma oranı ise yüzbinde 29 civarındadır. Ancak bu rakam Batı Avrupa ülkelerinden yüksek olup, amacımız bu ülkelerde olduğu gibi yüzbinde 10 oranının altına düşmektir. Ülkemizde enfeksiyon havuzunun genişliği halen 12-15 milyon kişi civarındadır. Hastalığın en sık görüldüğü bölge Marmara Bölgesi olup, bunu Güneydoğu Anadolu Bölgesi takip etmektedir. Hastalığın en az görüldüğü bölgeler ise Akdeniz ve İç Anadolu Bölgesidir.
Günümüzde tüm dünyanın verem ile ilgili en önemli problemlerinden biri 1. kuşak etkin ilaçlara direnç kazanmış hasta sayılarının artma göstermesidir. Özellikle tedavi programlarının iyi takip edilemediği ülkelerde bu oranlar inanılmaz boyutlara ulaşmaktadır. Ülkemizde klasik ilaçlara direnç kazanmış veremli hasta sayısı 2000 civarında olup bu konu özel bir dikkatle takip edilmektedir.
Ülkemizde veremle mücadeleyi yürütecek ciddi bir teşkilat mevcuttur. Bu kuruluşlar aşılama ve tedavi hizmetlerini ücretsiz olarak halkımıza ulaştırmaktadır.
1950’lerde yapılan programların 1. amacı aşılama ve kitle taramaları idi, günümüzde ise en önemli amacımız, bulunan hastaların hatasız tedavilerinin temini olmalıdır. Yeni hastaların bulunmasına yönelik özellikle kitle taramaları gibi çalışmalar ise ancak 2. sırada yer almaktadır. Bu nedenle ülke çapında uygulanacak bir Tüberküloz Kontrol Programının düzenlenmesinde birinci önceliğin tedavi programı olduğu göz önüne alınmalıdır.
2000’li yıllara hitap edecek şekilde yeniden düzenlenen bir Ulusal Tüberküloz Kontrol Programımızın yeni aktiviteleri şunlardır:
Direkt gözlem altında tedavi stratejisinin uygulanması
Çok ilaca dirençli vakaların tedavisi projesi
BCG aşılama oranlarının %85’in üzerine çıkarılması
Eğitim programlarına ağırlık verilmesi ve sürekli hale getirilmesi
Laboratuar ağının güçlendirilmesi
Göğüs hastalıkları hastanelerinin modernizasyonu
Tüm sağlık kuruluşlarında standardize edilmiş tanı ve tedavi ilkelerinin uygulanması
Tedaviye alınan tüm hastaların kayıt ve takip altına alınması
Gönüllü kuruluşlar ile işbirliği
Uluslararası kuruluşlar ile işbirliği
Verem hastalığı ile mücadele görüldüğü gibi meşakkatli, sabır isteyen, pahalı ve uzun yıllar içeren bir uygulamayı gerekmektedir. Bir basil müspet tüberkülozlu hastanın yılda, 10-15 kişiyi enfekte ederek hastalığın kolayca yayılabilmesi yanında tedavinin en az 6 ay veya 9 ay devem ettirilmesi ve hasta ile birlikte ailesinin de takip edilmesi zorunluluğu, Tüberküloz Kontrol Programının ne kadar güç olduğunu göstermektedir. Dünya Sağlık Örgütünün yaptığın araştırmalar göstermektedir ki; Türkiye gibi bir ülkede Etkili bir Tüberküloz Kontrol Programı ile Tüberküloz görülme sıklığının yarıya indirilmesi için 8 yıl geçmesi gerekmektedir.
Halkımızdan bu konudaki en önemli beklentilerimiz ise şunlardır:
Çocuklarımızın aşılarının yapılması konusunda anne ve babaların duyarlı davranmaları. BCG aşısının ilki 2. Ayını doldurunca , ikincisi ilkokul 1. Sınıfta yapılmaktadır. Aşının hiçbir yan etkisi olmayıp koruyuculuğu yüksektir (%80).
Tüberküloz teşhis ve tedavisi Bakanlığımız tarafından ücretsiz olarak yapılmaktadır. Tüberküloz şüphesi olan tüm hastalarımızın en yakın sağlık kuruluşuna ( özellikle verem savaş dispanserine) başvurarak gerekli tetkikleri yaptırmaları gerekmektedir.
Tedaviye alınan hastaların tedavilerini aksatmadan devam etmeleri ve aile bireylerini kontrole getirmeleri gerekmektedir.
Bu tedavinin kesintisiz devamı halinde şifa oranı %100 civarındadır.
Türkiye zaten geçmişte de, çok başarılı bir “Verem Savaşı” örneği sergilemiştir. Bugün de Bakanlığımıza 271 Verem Savaş Dispanseri, 22 Göğüs Hastalıkları Hastanesi, 11 Verem Pavyonu, diğer kuruluşlara bağlı 7 Göğüs Hastalıkları Hastanesinden oluşmuş geniş bir teşkilat ile, bu mücadele için pek çok ülkeden hatta bazı çok gelişmiş ülkelerden bile daha şanslı durumdadır.
TÜBERKÜLOZ (VEREM)
Ocak ayının ilk haftası Verem Savaş Haftası olarak kutlanmaktadır. Verem hastalığının etkeni olan Koch Basili İlk defa 1882 yılında Robert KOCH tarafından gösterilmiştir. Bu basil en çok akciğere daha sonra böbrek,kemik,mide-barsak sistemi,deri,merkezi sinir sistemi ve lenf sistemini tercih eder.
BULAŞMA
Uzun yıllar,verem mikrobunun hemen her yolla ve kolayca bulaşabildiği sanılmıştır. Bugün bile,bulaşmanın,hastaların balgamlarından toza toprağa karışan basillerin inhalasyonu (solunması) ya da hastalarla aynı kap-kacağı kullanmakla olduğu inancı hayli yaygındır.
Tüberküloz basilinin akciğerlere yerleşip çoğalabilmesi için akciğerin en uç noktalarına kadar ulaşması gerekmektedir. Bu uç noktalara ulaşmayan,ağız ve burnun iç yüzeylerinde ve bronşlarda tutulan basiller çoğalamamakta ve dışarı atılmaktadır. Bu uç noktalara geçiş yolları son derece dar olduğundan buralardan toz toprak gibi büyük partiküllerin geçmesi de mümkün olmamaktadır. Toz ve toprakla bulaşmayı imkansızlaştıran bir faktör de basillerin gün ışığından çok çabuk etkilenmeleridir. Bulaşma pratik olarak yalnızca,damlacık çekirdeği tabir edilen ve hastaların öksürük ve aksırıklarıyla meydana gelebilen, aerosol şeklindeki parçacıkların üzerindeki basillerle olmaktadır. Hafiflikleri nedeniyle uzun süre havada asılı kalabilen bu parçacıkların üzerindeki basiller güneş ışığı giren bir ortamda 1-2 saat içersinde ölürler,güneş ışığı girmeyen loş yerlerde ise (sinema,bar,cezaevi koğuşları vs.. ) uzun süre canlı kalabilirler.
Damlacık çekirdekleri yalnız öksürük ve aksırıkla meydana gelebilmektedir. Bu nedenle öksürük bulaşma açısından en çok dikkat edilmesi gereken bulgudur.
Öksürük akciğer tüberküloz olgularının % 75‘ inde bulunmaktadır. Öksürmeyen hastaların pratik olarak bulaştırıcı olmadıkları kabul edilmektedir.
Meme tüberkülozlu ineklerin kaynatılmadan içilen sütlerinden de bulaşma olabilmektedir. Bu tür bulaşma ender olup veremle savaşta hiçbir önceliği olmayan sindirim sistemi tüberkülozuna yol açmaktadır.
BELİRTİLER
1- Halsizlik,yorgunluk,iştahsızlık,zayıflama ve gece terlemesi
2- Ateş
3- Öksürük,balgam ve kan tükürme
4- Göğüs kafesinin yan tarafının ağrısı
TEŞHiS
1- Hasta öyküsü ve fizik muayene
2- Radyoloji
3- Tüberkülin Testi
4- Balgam tetkiki
5- Kesin tanı kültür çalışmasıyla konur.
TEDAVi
İlaçla iyileşme oranı çok yüksektir. Önemli olan ilaçları belirtilen doz ve sürede kullanmaktır. Hastanın kendisi ve çevresindekilerin kontrolleri önemlidir.
KORUNMA
1- BCG Aşısı ile korunma
2- İlaçla korunma
BCG Aşısıyla Korunma: Mikrobun zayıflatılmış bir türünden yapılan aşıdır. Ülkemizde uygulanan verem aşı şeması ;
İlk aşı : Bebek 2 . ayını doldurunca
Rapel : İlkokul 1. Sınıfta
İlaçla Korunma : Veremle savaşın temel amacı insanların verem mikrobuyla karşılanmalarını önlemektir. Bunun en etkili yolu erken teşhis ve düzenli tedavidir. Erken teşhiste ne kadar başarılı olunsa da çoğu zaman, hastaların yakın temaslılarının enfekte olmaları önlenememektedir. Mikrop kapmalarını önleyemediğimiz insanları ilaçla koruyarak hastalanma ihtimalini en aza indirmek ve bu suretle yeni enfeksiyon kaynaklarının ortaya çıkışını önlemek de verem savaşın önemli ilkelerinden biridir.
VEREMLE SAVAŞ KAVRAMI ve İLKELERİ
Veremle savaşta amaç,insanların tüberküloz basili ile enfekte olmalarını önlemektir. Çünkü basille enfekte olan kişi hemen hastalanmasa bile yaşadığı sürece hastalanma riski altındadır. Bu nedenle hastalık kaynaklarını olabildiğince erken teşhis etmek ve bunları yeterli süre ve düzenli olarak tedavi etmek verem savaşın temel ilkesidir.
Olası bir enfeksiyona karşı,insanları BCG aşısıyla bağışıklamak ve enfekte kişileri de olabildiğince erken teşhis ederek ilaçla korumak ve bu suretle hastalanma riskini asgariye düşürmek de verem savaşın diğer iki önemli ilkesidir.
ÇOCUKLARINIZI MUTLAKA BCG AŞISIYLA AŞILATINIZ. Bu konuda bilgi için verem savaş dispanserlerine,sağlık ocaklarına başvurabilirsiniz.
®adakoglu
10-01-2006, 21:39
Bademcik ve Genizeti
Bademcikler ve genizeti boynumuz, kasıklarımızda bulunan lenf bezlerine benzeyen dokulardır. Bademcikler boğazımızın iki yanında yer alırlar ve iki adettirler. Boğazımızın gerisinde ve burnumuzun arkasında bulunan genizetini ise özel aletler olmadan görmek mümkün değildir.
Bademcik ve geniz
Bademcikler ve genizeti boynumuz, kasıklarımızda bulunan lenf bezlerine benzeyen dokulardır. Bademcikler boğazımızın iki yanında yer alırlar ve iki adettirler. Boğazımızın gerisinde ve burnumuzun arkasında bulunan genizetini ise özel aletler olmadan görmek mümkün değildir.
Bademcik ve genizeti solunum yolumuzun hemen girişinde bulunurlar ve enfeksiyona neden olan mikropları yakalarlar. Ancak bazen bakteri ve virüsler bu organlarımızın kendilerinin de iltihaplanmalarına neden olurlar. Doktorlar bademcik ve geniz etlerinin bakteri ve virüsleri filtre eden vücudun bağışıklık sisteminin bir parçası olduklarına inanırlar.
Bu organların bağışıklık sistemindeki önemleri hayatın ilk yıllarında daha fazladır ancak ilerleyen yaşla beraber önemleri azalır. Bademcik ve genizeti alınmak zorunda kalınan çocukların dirençlerinde azalma olmaz.
Bademcik ve genizeti rahatsızlıkları
Bademcik ve genizetinin en sık rahatsızlığı sık tekrar eden infeksiyonlar (boğazda ve kulakta) ve bunlara bağlı olarak bu organların büyümesidir. Bu büyüme nefes alma ve yutma fonksiyonlarını bozabilir. Bademcikler çevresinde oluşan abseler, kronik iltihaplar sonucunda bademciğin içinde kötü kokulu peynir renginde iltihap toplanır ve bu durum boğaz ağrısı ve şişmeye neden olur. Nadir olmakla beraber bademcilerdeki şişlikler tümörde olabilir.
Ne zaman doktora başvurmalı?
Çocuğunuz iltihaplı veya ileri derecede büyümüş bademcik ve genizetlerinden dolayı rahatsızlanıyorsa doktora başvurmalısınız.
Muayene:
Bademcik ve genizeti hastalıklarını ortaya koymak için kullanılan yöntemler şunlardır:
*Hastanın özgeçmişi *Fizik muayene *Boğaz kültürü *Röngen tetkikleri *Kan tahlilleri
Bademcik ve Genizeti Muayenesi Nasıl Olur?
Doktorunuz size çocuğunuzun kulak burun ve boğazıyla ilgili sorular sorup bu bölgeleri inceleyecektir. Genizetini değerlendirmek amacıyla da ufak bir ayna ile ilave bir muayene yapabilir.Kültür ve diğer testler boğazdaki infeksiyonu saptamada önemlidir; özellikle A-grubu steptokoklar bu yöntemle belirlenmelidir. Genizetinin boyutlarını saptamada bazen röntgen filmi çekmek de gerekebilir.
Bademcik ve Genizeti Hastalıkları Nasıl Tedavi Edilir?
Bademciklerin bakteriyel enfeksiyonları önce antibiyotiklerle tedavi edilmelidir. Ancak bazen bademcik ve genizetinin alınması gerekebilir. Bademcik ve genizetinin alınması için en önemli iki neden şunlardır: 1- antibiyotik tedavilerine rağmen tekrar eden infeksiyonlar 2-Büyümüş bademcik ve genizetine bağlı nefes alma zorluğu.
Nefes almada bu tip tıkanmalar erişkinlerde horlama, uyku bozuklukları ve gün boyunca uyku haline neden olurken çocuklarda huysuzluk gibi davranış bozukluklarına yol açabilir. Ortodontistler büyümüş bademcik ve genizeti ne bağlı olarak sürekli ağızdan nefes almanın diş ve yüz gelişiminde de bozukluklara yol açtığına inanırlar.
Boğazdaki kronik infeksiyonlar genizle orta kulak arasında yer alan Östaki borusunu da etkiler. Bu durum ise tekrarlayan kulak infeksiyonları ve işitme kaybına neden olabilir. Yeni yapılan çalışmalar genizetinin alınmasının tekrarlayan kulak ağrılarına ve ortakulaktaki sıvı birikmelerine iyi geldiğini göstermiştir.
Erişkinlerde ise tümör ve kanserler bazen bademcik ve genizetinin alınması için bir neden oluştururlar. İnfeksiyöz mononükleoz gibi bazı hastalıklarda bademciklerdeki büyüme nefes almayı engelleyebilir bu durumda kortizon kullanılması bazen yararlı olur.
Bademcik İltihabının Belirtileri
İltihabın bir belirtisi şişmedir diğer belirtiler ise şunlardır: *Bademciklerin kızarması * Bademciklerin üstünün beyaz bir tabaka ile kaplanması *Seste değişme *Boğaz ağrısı *Yutarken ağrı *Boyunda ağrılı bezelerin ortaya çıkması *Ateş *Ağız kokusu
Büyümüş Genizeti Belirtileri
Eğer çocuğunuzun geniz eti büyümüş ise burnundan nefes alması çoğu kez zorlanmıştır. Diğer belirtiler ise şunlardır: *Burun yerine ağızdan nefes alma *Konuşurken burun tıkanıklığına bağlı seste değişme *Gündüzleri hırıltılı nefes alma *Tekrar eden kulak iltihapları *Geceleri horlama *Geceleri horlama sırasında nefesin almanın birkaç saniye duraklaması.
Ameliyat
Çocuğunuzla konuşarak böylesi bir müdahale öncesi ona destek olun ve güvenini sağlayın. Bu müdahalenin onu daha sağlıklı yapacağına inanmasını sağlayın. Ona ameliyat sonrası ağrı olabileceğinden bahsedin. Çocuğunuzun arkadaşları arasında bu ameliyatı olmuş olanlar varsa onlar ile konuşmasını sağlayın.
Ameliyattan en az iki hafta önce aspirin ve benzeri ilaçların kullanımı terk edilmelidir.(UYARI: Reye sendromuna neden olabileceğinden çocuklarınıza hiçbir zaman aspirin vermeyiniz)
• Hastada veya ailede anestezi (narkoz) ile ilgili herhangi bir sorun varsa mutlaka doktorunuzu uyarın. Hasta herhangi bir ilaç kullanıyorsa, bir kan hastalığı varsa, hamile ise, daha önce kan nakli yapıldı ise ve kortizon kullanıyorsa ameliyatı yapacak olan doktora bunları bildirin.
• Ameliyat öncesi kan ve idrar tahlilleri gerekebilir.
• Ameliyatın öncesindeki gece yarısından sonra hiç bir şey yenilmemelidir (sakız, gargara, diş macunu ve su dahil). Midede bulunan maddeler anestezi sırasında kusmaya neden olabilir.
Hasta ameliyat öncesinde hastaneye geldiğinde anestezi doktoru tarafından muayene edilecektir. Hastaya ameliyatta ve daha sonra damardan çeşitli serumlar verilecektir.Ameliyattan bittikten sonra hasta uyanma odasına alınır her hastanın uyanma süresi farklıdır bu süre 2-10 saat arasında değişebilir. KBB doktorunuz ameliyat öncesi ve sonrası bakım ile ilgili bilgileri size verecektir.
Ameliyat Sonrası
Ameliyat sonrasında görülen bir çok belirti vardır. Bunların bir kısmı şunlardır: yutma zorluğu, kusma, ateş, boğaz ağrısı ve kulak ağrısı. Bazen ameliyattan sonra kanama da olabilir. Herhangi bir kanama olursa doktora hemen haber verilmelidir.
Aklınızda kalan tüm soruları ameliyatınızı yapacak olan doktorla açık bir şekilde konuşmalısınız.
®adakoglu
10-01-2006, 21:40
Ses Kısıklığı
Ses Kısıklığı Nedir?
Ses kısıklığı ses kalitesindeki olumsuz tüm değişiklikleri kapsayan genel bir addır. Sesteki bu değişikler çatallanma, sesin boğuk çıkması vs. şeklinde olabilir. Bu değişiklikler genellikle ses tellerindeki rahatsızlıklara bağlı olarak gelişir. Nefes alırken gırt
Ses Kısıklığı Nedir?
Ses kısıklığı ses kalitesindeki olumsuz tüm değişiklikleri kapsayan genel bir addır. Sesteki bu değişikler çatallanma, sesin boğuk çıkması vs. şeklinde olabilir. Bu değişiklikler genellikle ses tellerindeki rahatsızlıklara bağlı olarak gelişir. Nefes alırken gırtlağımızın sağında ve solunda yer alan ses telleri açılır konuşma sırasında ise bir araya gelip kapanırlar bu sırada aralarından geçen hava akımı ses tellerini titreştirerek ses oluşmasına neden olurlar. Ses tellerinde oluşan kitleler ses tellerinin kapanmasını bozarak ses kısıklığına yol açarlar.
Ses Kısıklığı Nedenleri
Ses kısıklığının birçok nedeni vardır ve çoğu kez bunlar çok ciddi bir hastalık değildirler. Ses kısıklığının en sık nedenleri soğuk algınlığı sonrasında gelişen akut larenjit ve sesin aşırı şekilde zorlanmasıdır. Uzun süren ses kısıklığı genellikle sesin uygunsuz kullanımına bağlıdır. Sesin kötü kullanılması vokal nodül denilen ses teli nasırı ve polip oluşmasına neden olabilir.
Vokal nodül çocuklarda ve sesini fazla kullanan erişkinlerde görülür. Nodül ve poliplerin kansere dönüşmesi nadirdir. Erişkinlerde bir diğer sık ses kısıklığı nedeni ise gastroözofageal reflüdür. Gastroözofageal reflü mide asidinin yemek borusundan yukarı doğru kaçmasıdır. Reflüsü olan bir çok ses hastasında midede yanma hissiolmayabilir. Bu kişilerde ses sabahları kötüdür ve gün içinde giderek düzelir. Reflü hastalarında çoğu kez boğazda takılma ve sık boğaz temizleme hissi bulunur. Sigara kullanımı bir başka ses kısıklığı nedenidir. Gırtlak kanserinin asıl nedeni olan sigarayı kullanan kişiler eğer ses kısıklığı gelişirse hemen doktora başvurmalıdırlar. Allerji, guatr, nörolojik rahatsızlıklar ve kadınların adet hali diğer ses kısıklığı nedenleri arasındadır. Yaşlılık ise bir başka ses kısıklığı nedenidir.
Ses Kısıklığını Kim Tedavi Eder ?
Soğuk algınlığına bağlı ses kısıklığı aile hekimleri, dahiliye hekimi veya çocuk hastalıkları uzmanınca tedavi edilebilir (eğer ses tellerini muayene etmeyi biliyorlar ise). Eğer ses kısıklığı iki haftadan uzun sürdü ise veya nedeni belirlenemiyorsa mutlaka bir kulak burun boğaz doktoru hastayı muayene etmelidir. Ses rahatsızlıkları kulak burun boğaz doktoru ve ses terapistinden oluşan bir ekip tarafından tedavi edilmelidir.
Ne Zaman Kulak Burun Boğaz Doktoru’na Başvurmalı?
• Ses kısıklığı 2-3 haftadan uzun sürdü ise.
• Ses kısıklığına aşağıdaki bulgular eşlik ediyor ise: Ağrı varsa, öksürükle kan geliyorsa, yutma güçlüğü varsa, boyunda şişlik varsa.
• Birkaç günden daha fazla süren tam ses kısıklığı veya çok ciddi ses değişikliği.
Ses Kısıklığı Nasıl Değerlendirilir?
Kulak burun boğaz doktoru hastanın ve hastalığın öyküsünü alır ve hastanın ağzına ayna yerleştirerek ses tellerini muayene eder. Bazen muayene endoskopik yöntemle yapılarak video kaydı da yapılabilir. Bu muayene yöntemleri hastaların çoğu tarafından kolaylıkla tolerere edilebilir.
Ses Hastalıkları Nasıl Tedavi Edilir?
Tedavi hastalığın nedenine göre değişir. Bir çok ses kısıklığı yalnızca ses istirahatı ile tedavi olabilir. Doktorunuz sesinizi nasıl kullanmanız gerektiği hakkında bazı önerilerde bulunup gereğinde sizi ses terapistine gönderecektir. Sigaradan ve dumanından sakınmak tüm ses hastaları için şarttır. Bol sıvı gıda alımı da faydalıdır. Ses istirahatı ve ilaç tedavileri ile iyileşme olasılığı olmayan bazı ses teli rahatsızlıklarında cerrahi tedavi gerekebilir.
®adakoglu
10-01-2006, 21:41
Burun Tıkanıklığı
Sık görülen bir rahatsızlık olan burun tıkanıklığı bazen hayatı çekilmez hale getirecek kadar ciddi olabilir. Doktorlar burun tıkanıklığını nedenlerini dörde ayırır. Ancak bazı hastalarda bu dört kategoriden bazıları beraber de görülür.
Infeksiyonlar
Erişkin bir kişi senede ortalama olarak iki üç kez soğuk algınlığı olabilir çocuklarda ise bu biraz daha sıktır. Bu tip sıradan soğuk algınlığına tükrük damlacıkları ve daha sık olarak el-burun teması sonucu bulaşan virüsler neden olur. Virüs buruna birkez yerleştikten sonra vücüttan yanıt olarak histamin gibi kimyasal maddeler salınır ve bu maddeler burun içine olan kan akımını artırarak burun içi dokularda şişliğe ve bu dokulardan fazla miktarda mukus salgılanmasına neden olur. Kullanılan antihistaminik ve dekonjestan (burun açıcı) ilaçlar bu reaksiyonlar sonucu oluşan burun tııkanıklığını açarak rahatlama sağlar ancak iyileşme zamanla kendiliğinden olur.
Bu viral enfeksiyonlar sırasında burun ve sinusler mikroplara karşı oldukça korumasızdır. Berrak renkli burun akıntısı sarı-yeşil görüntü kazanırsa bu mikroplarında işe karıştığını gösterir ve bu durumda bir doktora görünmek gerekir. Akut sinüs enfeksiyonu olabilecek bu durumlarda burun tıkanıklığı, koyu kıvamlı burun akıntısı, yüzde dolgunluk ve diş,göz ve baş ağrısı olabilir.
Kronik sinüs enfeksiyonları her zaman ağrıya neden olmaz ancak burun tıkanıklığı ve geniz akıntısı olur. Bu hastaların bazılarında da polip denilen burun içi etleri gelişir ve sinuslerdeki enfeksiyon alt solunum yollarına inerek kronik öksürük, bronşit ve astıma neden olur. Akut sinüs enfeksiyonları genellikle antibiotik tedavisinden yarar görür ancak kronik sinüzitin tedavisi çoğu kez cerrahidir.
Yapısal Nedenler
Bu kategoriye giren nedenleri her iki burun deliğini birbirinden ayıran ince kıkırdak yapıdaki burun orta bölmesinin deformiteleri oluşturur. Bu deformitelerin nedeni hayatın bir döneminde geçirilmiş olan travmalardır. Bazan bu travmalar burun tıaknıklıoğından çok yıllar önce çocukluk çağında geçirilmiş ve unutulmuş olur. Tüm yenidoğanların %7’sinin burnu doğum sırasında hasar görür. Görüldüğü gibi yamuk burun orta bölmesi oldukça sık bir sorundur. Eger bu sorun nefes almayı engelliyorsa cerrahi olarak düzeltilmelidir.
Çocukluk çağının 3ensık burun tıkanıklığı nedeni genizetidir.
UYARI: Antihistaminik kullanımına bağlı uyku hissi olan hastalar otomobil veya dikkat kullanımı dikkat isteyen araçları kullanmamalıdır. Aynı şekilde burun açan (dekonjestan) ilaçlar kalbi uyarır ve kan basıncında yükselmeye neden olabilir. Soğuk algınlığı grip tedavisinde kullanılan bu tip ilaçları göz tansiyonu ve prostatı olanlar dikkatle kullanmalıdırlar.
Vazomotor Rinit (damarsal soğuk algınlığı)
Rinit burun ve onun içini döşeyen dokuların iltihabıdır. “Vazomotor” ise damar cidarını harekete geçiren olayları tanımlayan terimdir. Burunun içini döşeyen dokular yoğun kılcaldamar ağı ile kaplıdır. Normal de büzüsme ve genişleme yeteneğiolan bu damarlar yarı açıktırlar. Ancak yoğun egzersiz yapan kişlerde salınan adrenalin bu damarlarda büzüşmeye yol açarak nefes almayı kolaylaştırır. Bunu tam tersi ise allerjik durumlarda ve soğuk algınlığıde görülür. Burundaki damarlar kanla dolarak genişler ve nefez almak güçleşir.
Allerji ve enfeksiyon dışı bazı durumlarda da bu damarlar genişler ve vazomotor rinit gelişir. Stres, tiroid bezi yetmezliği, gebelik, tansiyon ilaçları, uzun süreli burun damlası kullanımı ve sigara dumanı vazomotor rinit nedenleri arasındadır.
Hastalığın başladığı dönemlerde burun tıkanıklığı genellikle geçicidir. Ancak vazomotor rinitin nedeni ortadan kaldırılamaz ise kan damarları büzüşme yeteneğini giderek kaybeder ve kronik burun tıkanıklığı gelişir. Tıkanıklık uykuda daha belirgin hale geldiğinden yatarken başın yükseltilmesi gerekebilir. Ancak tam iyileşme için bazen cerrahi müdahale gerekebilir.
®adakoglu
10-01-2006, 21:42
Ani Yüz Felci
Yüz felci “fasyal sinir” denilen yüz sinirinin hasarı sonucunda veya daha başka sistemlerin rahatsızlığına bağlı olarak gelişebilir. Yüz felci infeksiyona, yaralanma veya bazı tümörlere bağlı olarak gelişebilir ve bu nedenleri ortaya koymak için bir doktora başvurmak gerekir. Kulak burun boğaz hekimlerinin yüz siniri rahatsızlıklarında özel eğitimleri vardır.
Fasyal Sinir Nedir?
Yaklaşık 7000 sinir lifinden oluşan fasyal siniri telefon kablosuna benzetmek mümkündür. Bu liflerden herbiri yüz kaslarını elektrik akımıyla uyarır. Bu sinir lifleri ile taşınan uyarılar gülme, aglama gibi yüz ifadelerini oluşturur. Bu sinir liflerinin ancak yarısı hasar görürse yüzde zaafiyet ve felç gelişir. Fasyal siniri irrite olduğunda ise yüzde seğirme ve spazm olur. Fasyal siniri yanlızca yüz kaslarını değil göz yaşı bezi, tükrük bezi ve ortakulak kaslarını da innerve eder. Aynı zamanda dilimizin ön kısımdan aldığımız tad hissini de fasyal sinir beyne ulaştırır. Fonksiyonu bu kadar karışık olan fasyal sinirin rahatsızlıklarında birçok semptom ortaya çıkar. Bu semptomlardan bazıları şunlardır:
• yüz seğirmesi
• felç
• göz ve ağız kuruması
• tad alma bozukluları
Fasyal sinir nasıl çalışır?
Fasyal sinir anatomisi oldukça karmaşıktır. Fasyal sinir beyin tabanından çıkar kafatası içinden geçerek yüz kaslarına ulaşır. Sinir beyinden çıktıktan sonra kulak kemiğinin (temporal kemik) içine girer ve burda ince bir tünel içinden geçer ve ince tünel işitme ve denge sinirlerine çok yakındır. Kulak kemiği içindeki yaklaşık 3 cm’lik seyri sırasında fasyal sinire orta kulak kemikçikleri de komşuluk eder. Fasyal sinir kulak kemiğinden çıktıktan sonra yanakta yer alan tükrük bezi içine girer ve burda dallara ayrılarak yüz kaslarına ulaşır. Ancak sinir kulak kemiğinden çıkmadan önce de göz yaşı bezi, özengi kası, dil (tad alma duyusu) ve türük bezine dal verir.
Tedavi
Tanı amacıyla yapılan tetkikler aynı zamanda hastalığın tedavisinide belirler.
• Yüz felcinin nedeni bir orta kulak enfeksiyonu ise hemen antibiotiklere başlamak gerekir.
• Fasyal sinirin ödemine bağlı bir felç söz konusu olduğunda kortizonlu ilaçlar kullanılabilir.
• İlaç tedavisine cevap vermeyen yüz felçlerinde sinirin etrafındaki kemik kılıf cerrahi olarak kaldırılır.
Fasyal sinir felçlerinde göz kapağını kapatmak kimi zaman mümkün olamaz ve bu durumda göz korumasız kalır. Gözün nemlenmesini temin için parmakla göz kapağını kapatmak etkili bir yöntemdir. Bu amaçla koruyucu gözlük kullanılması da uygundur. Eger göz kuruluğu varsa yapay göz damlaları doktorunuzun önerdiği şekilde kullanılabilir.
Rehabilitasyon
İyileşmeyen, kalıcı yüz felçleri çeşitli cerrahi müdahaleler ile iyileştirilmeye çalışılır. Gözün kapanması için üst göz kapağına altın ağırlık yerleştirilmesi veya yüze başka bölgelerden kas ve sinir taşınması bu yöntemler arasındadır. Bazı hastalar ise yüze uygulanan fizik tedaviden fayda görebilirler.
"Bell" tipi yüz felci
Ani gelişen yüzfelçleri içinde en sık olanıdır. Bu rahatsızlık muhtemelen bir viral enfeksiyona bağlı olarak gelişir. Teşhisi kesinleştirmek için bir çok test uygulanır:
• İşitme testleri
• Denge testleri
• Gözyaşı ölçümü
• Radyolojik tetkikler: bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans
• Elektik uyaran testleri
®adakoglu
10-01-2006, 21:43
HEMOROİD
Hemoroid daha çok halk arasında bilinen adı ile basur veya mayasıl kalın barsağın son kısmında yer alan damarların büyümesi veya sarkması ile ortaya çıkan bir rahatsızlıktır.
NEDENLERİ
Aslında hemoroidler insan vücudunda varolan normal anatomik yapılardır. Ancak bir takım nedenlerle hemoroidler hastalıklı hale dönüşürler. Başlıca hemoroid nedenleri; kabızlık veya ishal, ailevi yatkınlık, hamilelik karın i. tümörleri, Sürekli ayakta veya oturarak çalışma, siroz
BELİRTİLERİ
Kanama, kaşıntı, akıntı, ağrı, şişlik...
TEŞHİSİ NASIL KONULUR ?
Teşhis hekim tarafından gerçekletirilen muayene ile konur. Gerektiğinde anoskop veya rektoskop ile makat içersine girilere teşhis netleştirilir ve diğer karşılaşabilecek hastalıklarda böylece teşhis edilebilir.
BASKA HASTALIKLARLA KARIŞABİLİR Mİ?
Evet... Makat bölgesinde pek çok hastalıkla karışabilir. Bu hastalıklar anal fissür (makatta yırtık), fistül (makatta delik), kötü huylu tümörler, rektal prolaps (makatın sarkması), polipler, kondilom (virütik bir hastalıktır), ülser, abse ve iltihabi barsak hastalıkları şeklinde özetlenebilr. Hemoridler 2 'ye ayrılır. İç ve Dış Hemoroid... Dış hemoridler makatın içi ile tamamen ilşkisiz dışarıda olan hemoroidlerdir.İç hemoridler ise makatın içinde veya dışarıya doğru sarkan hemorid tipleridir. 4 çeşit iç hemoroid vardır. 1) Tamamen içeride sadece anoskop ile hekim tarafından tespit edilebilen hastada kanama şikayeti yapan hemoroid tipidir. 2 inci Tip hemoroid ise Dışkılama esnasında dışarıya çıkarlar ve kendiliğinden içeriye girerler. Daha çok kanama, akıntı ve kaşıntı yapabilirler. 3. üncü tip hemoroidler: Dışkılama ile dışarı çıkarlar ve elle itmek gerekir. Kanama, akıntı ve kaşıntı yapabilirler. +. üncü tip Hemoroidler : Dışkılama ile dışarı çıkmıştır ve içeri itilemezler. Şiddetli ağrı, akıntı ve kanama yaparlar.
HEMOROİD TEDAVİSİ
Diyet önerilir. bol posa bırakan lifli gıdalar alınması uygundur. Alkol alınması engellenir. Sıcak sı,u ile pansuman faydalıdır. Birinci ve ikinci derecede hemoroidlerde kanama kontrolünü sağlamak için hemoroidn en üst kısmından bir iğne ile sklerozan (yapıştırıcı, sertleştirici) bir madde verilir ve hemodoide giden kan akımı azaltılır.. Bu yöntem birçok hastada başarılı olur ancak kısa süre etkili olur. Lastik Şeritle Bağlama yöntemi kolay bir yöntemdir. Birinci, ikinci ve üçüncü derece hemoroidlerde kullanılır. ve oldukça etkilidir. Genellikle seanslar halinde yapılır. Lazer (İnfrared Koagülasyon) En popüler tedavi yöntemidir. Hastaya pek çok avantaj sağlar. hastaya sunduğu avantajlar. Öncelikle güvelidir. Gebelerde güvenle uygulanır. Kalbin elektriksel akımı etkilemez. Uygulaması basittir. Narkoz gerektirmez. Ağrı çok çok azdır. dikiş atılmaz. Kısa sürer
®adakoglu
10-01-2006, 21:44
Saç Dökülmeleri
Saç dökülmesi, insanoğlunun en eski ve en önemli güzellik sorunlarından biridir ve deri hastalıkları uzmanlarına başvuru nedenleri arasında önemli yer tutar. Tıbbi olarak saç dökülmesi, saç köklerini tam olarak yıkıma uğratarak; iz bırakan, yani saçın yeniden çıkma şansı olmayan dökülmeler ve iz bırakmayan dökülmeler olarak ikiye ayrılabilir. Halk arasında tanınan, iz bırakmayan dökülmelerdir. İz bırakanlar; yanıklar, kellik hastalığı ve daha az tanınan, çok sık görülmeyen bir grup deri hastalığıdır ve çoğu kez saçlı deri içerisinde bölgesel dökülme alanları şeklinde görülür. İz bırakmayan dökülmelerde ise; dökülme nedeni ortadan kaldırılabilirse saçların tekrar çıkma şansı yüksektir. Bunların arasında en iyi tanınanı, erkekler için neredeyse kader olarak kabul edilen doğal dökülmedir (fizyolojik veya androjenik dökülme). Bu dökülme tipinde kalıtımın önemli payı olmakla birlikte etkileyen diğer faktörler pek bilinmemektedir. En çok üzerinde durulan ve tartışılan konu, erkeklik hormonlarının (androjen) etkileridir. Bir şekilde bilinmeyen bir mekanizmayla etkileri olabilecek gibi görünmekle birlikte, doğrudan bu hormonun fazlalığına bağlı değildir. Erkeklik hormonlarının kel erkeklerde fazla olduğu varsayımı uzun süre gündemde kalmış ve en güçlü savunucuları da kel kafalı erkekler olmuşlardır. Bu kişilerde erkeklik hormonlarında fazlalık saptanamamış olmakla birlikte, kadınlık hormonları (östrojen) verildiğinde veya erkeklik hormonlarının etkisini azaltılıp, ilşevlerini engelleyen ilaçlar verildiğinde gerçekten saçlarda yeniden çıkmalar olabilmektedir; fakat bununla birlikte göğüs ve kalça büyümesi gibi bazı kadınsı özelliklerin oluşması da müessesenin hediyesi olarak gelen kaçınılmaz bir sonuçtur. Günümüzde ilaç araştırıcılarının en önemli araştırma konularından biri, promosyonlarından arındırılmış bir saç ilacıdır. Saçların yağlı ve kepekli olmasının da saç dökülmesi üzerinde etkili olduğu düşüncesi çok uzun zamandan beri vardır ve neredeyse her on yılda bir, etkiliyor - etiklemiyor şeklinde gündeme gelmektedir.
Son zamanlarda güneş ışınlarının da saç dökücü etkisinden söz edilir olmuştur. Psikolojik faktörlerin etkisi ise çok açık değildir. Erkek tipi dökülmede, seyrelme alnın iki yanı ve tepenin arka kısmından başlar ve yavaş yavaş ilerleyerek aradaki saçlar dökülmezler. Bu tip dökülmelerde kesin bir çözüm bulma olanağı yoktur. Dökülme ağız yoluyla alınan bazı ilaçlar ve dıştan uygulanan bazı ilaç veya kozmetiklerle yavaşlatılabilir.
Kadınların saç dökülmelerinde ise çok farklı bir durum vardır. Kadınlarda, cinsiyet özellikleri nedeniyle erkeklerdeki gibi doğal kabul edilen ve kaçınılmaz dökülmeler yoktur. Erkeklerdekine benzer bir dökülme söz konusu ise, muhakkak altında bir neden aramak gerekir. Kadınlarda sık karşılaştığımız sorunlardan birisi ''yalancı dökülmelerdir''. Bu hastalar, genellikle bize avuç avuç, topak topak, ''lavabo lavabo ve küvet küvet'' saç dökülmesinden yakınarak gelirler. Bunlar arasında gerçek saç dökülmesi olanlar çok fazla değildir. Çünkü tanımlanan dökülmeler saç yıkama ve fırçalama sırasında olan dökülmelerdir, yani dökülme aşamasında olan saçların doğal dökülmesidir; yerlerine yenileri gelecektir. Daha önceki derslerimizde (özür dilerim! sohbetlerimizde) bu konudan söz etmiştirk. Bir tutam saç alınarak bunların incelenmesiyle (trikogram) gerçek saç dökülmesi olup olmadığına karar verilebilir. Bazen saçların aniden son faza geçmeleri görülebilir ki, bunlar çok özel hastalık durumları veya ilaç yan etkilerine bağlı olarak seyrek görülen olaylardır. Gerçek dökülmenin bir başka belirtisi de saçlarda seyrelme görülmesidir. Seyrelmenin genel veya belirli bir bölgede olması da yol göstericidir. Özellikle tepede, erkek tipi dökülmeye benzer seyrelme varsa, bu hormonal bir bozukluğun işareti olabilir ve bulgular bu yönde araştırılmalıdır. Beraberinde adet görme (menstrüasyon) bozuklukları, kıllanma artışı görülüyorsa bu hormonal bozukluk olasılığını arttıran bir durumdur. Bir başka önemli neden kansızlığın bazı şekilleri, özellikle demir eksikliği anemisidir. Doğum yaptıktan 3 - 4 ay kadar sonra başlayan ve tam nedeni anlaşılaamış bir özel dökülme şekli daha vardır ve 6 ay kadar sonra düzelir. Uzun süren çok sıkı zayıflama rejimleri de saç dökülmelerine neden olabilir. Bu neden erkekler için de geçerlidir, fakat gerek erkeklerde doğal dökülme nedeniyle gözden kaçması, gerekse kadınların fazla diyetsever olmaları nedeniyle, kadınlardaki saç dökülme nedenleri arasında yer almaktadır. Kadınlarda saç dökülmesine neden olan üçüncü önemli etken ise psikolojik nedenlerdir. Özellikle dertli olmanın meziyet sayıldığı ülkemizde, dert ve sıkıntı bolluğu bu nedeni biraz daha ön plana çıkartmakta ve olayı daha romantik bir hale getirmektedir. Üstelik bu dökülen saçlar, eşlerin ve çocukların yoluna süpürge edilmiş saçlar olduğu için durum daha da vahimleşmektedir. Psikolojik neden aslında erkekler için de geçerli olması gereken bir nedendır; fakat erkeklik gururu böyle şeylere izin vermez. Erkekler güçlüdür, sağlamdır, ağlamaz, açık vermez, bağırlarına taş basarak sıkıntılara erkekçe göğüs gerer.
Hem kadınlarda hem erkeklerde geçerli olan bazı saç dökülme nedenleri de vardır, fakat bunlar daha seyrek görülürler ve neden ortadan kalkınca durum düzelir. Bu tip dökülmelerde, genellikle saçlı derinin her tarafında eşit oranda seyrelmeler görülür.
Başta kanser ilaçları olmak üzere bazı ilaçlar ve kimyasal maddeler, tifo gibi yüksek ateşli, ağır seyreden ve uzun süren hastalıklar, tiroid bezinin guatr gibi hastalıkları böyle dökülmelere neden olabilir. İz bırakmayan, parçalı dökülmelerin en önemlisi ''pelade-alopecia areata'' adı verilen ve kesin nedeni belli olmayan hastalıktır. Halk arasında, mantarlara bağlı olan ''kellik'' hastalığı ile karıştırılarak ''saçkıran'' veya ''saçkesen'' gibi adlarla anılmaktadır. Akşam saçlı yatılıp, sabah saçsız kalkma diye tanımlanabilecek bir şekilde ani dökülme olur. Başlangıç genellikle 1 - 2 cm. çapında kılsız, parlak bir alan şeklindedir, bazen yavaş bir yayılma da görülebilir. Genellikle tedavi edilmese bile 3 - 6 ayda kendiliğinden iyileşir (sirke veya sarımsak sürülmese de iyileşebilir).
Ender olarak, hızla ilerleyen ve tüm saçı, hatta kaş, kirpik ve vücut tüylerini de döken daha şiddetli türleri de görülebilir. En çok üzerinde durulan nedenler, psikolojik gerginlik ve sıkıntılardandır. Bununla karışabilecek bir hastalık da, saçlı derinin yüzeysel mantar hastalıklarıdır. Bunlarda da parçalı dökülmeler vardır, fakat üzerindeki kepekler ve kırık saçlar sayesinde ayırdedilir. Psikolojik nedenlere bağlı saç koparmalar, saçları sürekli gererek toplamalar da önceleri geçici, zamanla kalıcı dökülmelere neden olabilir.
®adakoglu
10-01-2006, 21:45
Ayakların Mantar Hastalıkları
Deride yerleşen mantar hastalıklarının en sık görülen şekli ayak mantar hastalıkları olduğu gibi, ayak derisinde en sık görülen deri hastalığı da ayak mantar hastalığıdır. Yani, sık görülen bir durumdur. Sık görülmesine ve çoğu kez yoğun kaşıntısına karşın genellikle ihmal edilen, fazla önemsenmeyen bir hastalıktır. Bu ihmalde belki de sık görülmesinin de payı vardır. İnsanlar birbirlerine sorarak diğerlerinde de ayaklarının aynı bölgelerinde kaşıntı, soyulma, sulanma vb. olduğunu öğrenince normal sağlıklı bir ayağın böyle olması gerektiğini de düşünüyor olabilirler. Bunun da ötesinde bazı hastalarımızda tedavi edilmesi durumunda, başka yerlerden başka hastalıklar (örneğin dizlerde, bacaklarda ağrılar) çıkabileceği gibi tamamen asılsız düşünceler de vardır. Genellikle çok kaşıntılı olan ayak mantar hastalıkları, bu kaşıntının verdiği rahatsızlığın yanısıra, bazen başka hastalıklara da yol açabilir. Kaşınma yoluyla deride yaralar ve sıyrıklar açılması diğer mikroplar için iyi bir giriş kapısı oluşturur ve değişik tiplerde ikinci bir mikrobik hastalık eklenebilir. Ülkemizde ''Yılancık'' adı verilen mikrobik hastalığın en sık, ayaklar ve bacaklarda görülme nedeni de tedavi edilmeyen mantar hastalıklarıdır. Bunların da dışında bazen bu mantar hastalıklarına karşı bazı allerjik reaksiyonlar gelişerek başka türden sorunlara yol açabilir.
En sık görülen şekli, halk arasında ''Mayasıl'' adı verilen ayak parmak arası yerleşimidir. Bu tip bazen kuru soyulmalar, bazen kabarcıklı, bazen de yaş, beyaz, peynirimisi bir manzarada görülebilir. Ayak tabanında ise genellikle kuru soyulmalar ve bazen kalınlaşmalarla görülebilir.
Ayak tırnaklarına yerleştiğinde, tırnaklarda kalınlaşma, kabalaşma, renk değişikliği görülür. Bazen kalınlaşmalar çok aşırı olup, ağrıya yol açabilir, ayakkabı giyilmesini ve tırnak kesilmesini zorlaştırır. Görüntüsünün çirkinliği ise en belirgin yanıdır.
Bulaşması doğrudan ayak ayağa sürtüşme yoluyla olabileceği gibi, terlik, çorap, ayakkabı, havlu gibi ortak kullanılan eşyalardan veya banyo, küvet, plaj, hamam ve benzeri ortak zeminlerden olabilir. Ayakların yıkandıktan sonra iyi kurulanmayıp nemli kalması mantar üremesi için çok uygun bir ortam yaratır. Tırnaklara bulaşma ise daha çok tırnak makası, törpü gibi tırnakta zedelenme de yapabilen ortak eşyalar aracılığıyla olur.
Aynı bölgede yerleşebilen egzema, sedef hastalığı ve benzeri bazı hastalıklar bazen çok yanıltıcı olabilir. Ayrımı, bir Deri Hastalıkları Uzmanı tarafından sağlıklı bir şekilde yapılmalıdır. Gerekirse laboratuar tetkiklerinden de yararlanılır. Tedavisi de Deri Hastalıkları Uzmanının önerdiği şekilde düzgün uygulanırsa sanıldığından çok daha kolay ve etkili olacaktır. Ayak derisi için en az bir ay, ayak tırnakları için en az dört ay düzenli tedavi gerekecektir. Ayak parmak aralarının kuru tutulması, yani yıkamadan sonra çok iyi kurulanması ve hatta pudralanması yeni bulaşma ve yinelemeleri önlemek için çok önemlidir. Ortak eşya kullanımını önlemek ve mantar bulaştığı düşünülen ayakkabı, çorap vb. eşyaların dezenfeksiyonu çok önemlidir.
®adakoglu
10-01-2006, 21:46
Güneş Işığı ve Zararlarından Korunmanın Yolları
Hayat kaynağı, ısı, ışık ve enerji kaynağı olan, bir zamanlar adına tapınaklar yapılıp, kurbanlar verilen güneş, son 30-40 yıldır deri üzerindeki olumsuz etkilerinin farkedilmesinden sonra, sakınılması gereken bir güç olarak da gündemde yerini almıştır. Yönetici yıldızı güneş olan bir ''Aslan Burcu'' erkeği olarak güneş hakkında olumsuz şeyler yazmak bana çok zor gelmekle birlikte, görev sorumluluğum gerçekleri yazmamı emrediyor. Güneş ışığının deri üzerindeki olumlu etkisi yok denecek kadar azdır. Bazı mikropları öldürmesi, sedef hastalığı gibi bazı hastalıklara iyi gelmesi olumlu etkilerindendir. Fakat en yararlı ve en etkileyici yanı sıcak ve aydınlık yüzüyle verdiği moral etkisi ve çevremize ne kadar iyi yandığımızı ve tatilimizi nerelerde geçirdiğimizi göstererek hava atma olanağı sağlamasıdır. Oysa 1950'li yıllara kadar yanık ten yalnız güneş altında çalışanlarda (inşaat işçisi, çiftçi, balıkçı vb.) görülür ve pek makbul sayılmazdı. Yüz ve kolların alt kısım veya atletin dışında kalan alanlarda yanık ''amele yanığı'', sol kolda yerleşeni ''şoför yanığı'', yüz ve el sırtlarında yerleşen ''çiftçi yanığı'' diye adlandırılırdı.
Yanık ten modasından on yıllar sonra zararlı etkiler daha çok ortaya cıkmış ve anlaşılmaya başlanmıştır.
Güneş ışığının içerisindeki Ultraviyole (morötesi) bölümü deri üzerindeki zararlı etkilerin sorumlusudur. Başlangıçta tüm zararlı etkilerden Ultraviyole B (UVB) Ônin bir sorumlu tutulmuşsa da son zamanlarda UVA'nın da daha düşük güçte olmakla birlikte aynı zararlı etkilere sahip olduğu farkedilmiştir. Bu etkiler beyaz ırk için geçerlidir ve ten rengi açıldıkça zarar oranı artar.
Uzun yıllar güneş ışığı altında kalındığında, alınan toplam doza bağlı olarak deride hasar oluşur, incelme, yer yer lekelenmeler görülür ve daha sonra deri kanseri oluşur. Bunlar en çok yüz ve dudakta görülür. Aralıklı ve yüksek dozlarda, ani güneş yanıkları ise (özellikle çocukluk yaşlarında daha çok etkilidir) bir başka deri kanserine zemin hazırlar. Deride leke ve ben oluşumu ile bu benlerin bir kısmının kanserleşmesi de söz konusudur. Ayrıca uzun süreli, yüksek doz güneş ışığı, vücudun bağışıklık sistemini de zayıflatır. Fakat, hepsinden daha önemlisi derinin erken yaşlanmasına yol açar. Deri, ince, gevşek, mat, buruşuk, kırış kırış, lekeli ve çabuk zedelenir bir durum alır ki bu dayanılası bir durum değildir.
Güneşin Zararlarından Korunmanın Yolları
Bilinmesi gereken ilkeler:
1. Korunma ne kadar erken başlarsa o kadar yararlı olur.
2. Kızarma, su toplama, soyulmalara neden olacak yanıklara hiçbir zaman yol açılmamalıdır.
3. Kuru ve sık dokulu giysiler iyi koruyucudur.
4. Bulutlu havalarda, gölgede, şemsiye veya saçak altında güneş ışınlarının %50'sinden fazlası süzülür, yansır ve yine zararlı etkilerini yaparlar.
5. Yüksek yerlerde, denizde, kumda, karada etkilenme daha fazladır.
6. Yüz ve eller için güneşten korunma yalnız tatilde, plajda değil, gündelik yaşamda, sokağa çıkılırken de yapılmalıdır.
7. Güneşin dik olduğu saatlerde güneş altında mayo ile kalınmamalıdır. Bu saatler, gün ortasının 2 saat öncesi ve sonrası olarak kabul edilir, fakat bölgelere gore değişebilir. Pratik olarak saat 11 ile 15 arası sakınılması uygun olur.
Güneşten korunmak için krem veya losyon şeklindeki koruyucu ürünler kullanılır. Bunlar, koruma güçlerine göre derecelendirilir ve bu derecelerin adı ''güneşten korunma faktörü''dür (Sun Protecting Factor = SPF) 1'den 100'e kadar değişik güçte koruma faktörlü ürünler bulunmaktadır. Kullanımda önemli olan nokta, ışığın altına çıkılmadan 20-30 dakika önce koruyucunun sürülmesi ve en az 3 saatte bir yenilenmesidir. Yeni ürünler, belli ölçülerde suya dayanıklı olmakla birlikte, denizde çok uzun süre kalındığında da yenilenmesinde yarar vardır.
®adakoglu
10-01-2006, 21:46
''Ben''ler
''Ben'' sözcüğü, yaşamdaki en önemli sözcüklerden biridir. Bedensel kimliğimizi ifade ettiği gibi ruhsal kimliğimizi, dürtülerimizi, megalomanilerimizi de ifade eden, derin anlamları olan, psikiyatri biliminde ve edebiyatta da çok önemli yeri olan bir sözcüktür. Oysa deri üzerindeki ''ben''lerden söz edildiğinde anlamı da, yerleşimi de bu kadar derin değildir. Halk arasında derideki pek çok oluşuma ''ben'' adı verildiği halde bizim için önemli olan benler, renk hücrelerinin (Melanosit) biraraya gelerek oluşturduğu açık kahverenginden - gri veya siyaha kadar değişebilen renkteki oluşumlardır. Bazen, deri düzeyinde kabarık olabilirler. Bu benleri önemli kılan deri üzerinde görülen kanserlerin en habisi olan ''Malin Melanoma'' adlı kansere dönüşebilmesidir. Bu benlerin bir kısmı doğumsal iken, bir kısmı da sonradan ortaya çıkabilir. Halk arasında doğumsal olanların emniyetli olduğuna dair bir kanı varsa da bu tamamen yanlıştır. Aynı tehlike doğumsal olanlarda da vardır, hatta biraz daha fazladır.
Doğumsal olanların bir kısmı büyük boyutlarda ve kabartılıdır (Dev nevus). Bunlarda kanserleşme oranı daha fazladır ve çok dikkatle izlenmelidir. Çarpma, vurma, kesme ve benzeri zedelenmeler, her türlü benin kanserleşme olasılığını artırır. Sonradan oluşan benlerin, gelişiminde kalıtsal zeminin yanısıra en önemli etken güneş ışığıdır. Özellikle kısa sürede alınan yüksek doz güneş ışını ve oluşan güneş yanıkları ben artışını hızlandırdığı gibi, kanserleşme olasılığını da artırır. Her bir güneş yanığı tehlikeyi daha çok arttırır ve özellikle çocukluk yaşlarındaki güneş yanıkları daha tehlikelidir. Bu nedenle benlerin artış ve kansere dönüşünü engellemek için güneşten iyi korunmak gerekir. Genellikle 0.5 cm'nin üzerindeki benlerde tehlikenin olduğu ve boyut büyüdükçe tehlikenin arttığı kabul edilir. Benlerin bir Deri Hastalıkları Uzmanı tarafından görülüp değerlendirilmesi gerekir. Varolan benler üzerindeki hızlı değişiklikler, olumsuz bir değişimin habercisi olabilir. Özellikle 1-2 ay içerisinde olan hızlı değişiklikler önemlidir. Hızlı büyüme, hızlı renk değişiklikleri ve hızlı şekil değişiklikleri ciddi uyarıcı belirtilerdir. Ayrıca benin üzerinde bir kanama, şişme, kızarma, şiddetli kaşıntı da uyarıcı belirtilerdir. Bu tip değişiklikler görüldüğünde hiç vakit geçirmeden bir Deri Hastalıkları Uzmanına görünmek gerekir. Şüpheli olan ben, hemen cerrahi olarak çıkarılıp tetkik edilmelidir. Halk arasında çok yanlış bir şekilde yerleşmiş olan bir kanıya göre benlerin aldırılmasının tehlikeli olduğu düşünülür. Tamamen yanlış bir düşünce olup, çıkarılan benin kişi için hiçbir tehlikesi olamaz. Aksine, melanomların erken yakalanması kişinin hayatını kurtarabilir. ''Ben''lerimize dikkat edelim.
®adakoglu
10-01-2006, 21:47
Uçuk (Herpes)
Uçuk, virüslerin etkisiyle oluşan, kızarık bir zeminde minik su kabarcıkları şeklinde kendini gösteren, halk arasında çok iyi tanınan bir hastalıktır. Halk arasında tanınmak bir yana hangi nedenle ortaya çıktığı konusunda dahi yorumlar hemen yapılır: ''Kötü bir rüya görmüşsündür.'', ''Korktun mu?'', ''Güneşte çok kalmayaydın.'', veya ''Kız, yine malum zamanın mı?'' gibi. Bu yorumlarda kısmen gerçek payı da vardır. Genellikle bebeklik yaşında bulaşan virüsler, vücutta yerleşir ve direncin düştüğü uygun zamanları kollarlar.
Yukarıdaki örneklerin hepsi geçerli olmasa da, organizmanın direncini düşüren ateşli hastalık, aşırı yorgunluk, aşı sonrası, stres vb. durumlarda hastalık halinde karşımıza çıkar. Genellikle ilk bulaşmada belirti olmaz, ancak yüz kişide bir ilk bulaşma belirtileri görülür, çok şiddetli ve uzun sürelidirler. Yineleyen uçuklarda yineleme sıklığı, kişilere göre değişir. Bazılarında yılda bir - iki kez çıkarken bazılarında ayda bir - iki kez olabilir. En sık ağız kenarında görülmekle birlikte ağız içinden, parmak ucuna kadar her yerde görülebilir. Tedavi edilmezse beş ila yedi günde kendiliğinden geçer, fakat kaşıntı ve sızlama yaparak rahatsız edebilir. Genellikle seyrek görüldüğünde, yalnızca belirti varken yerel ilaçlar uygulamak yeterli olur. Şiddetli ve sık yineleyen şekillerde ise yerel tedavi yetmeyebilir ve ağız yollu ilaçlar da eklenir. Çıkışını önlemek ise olanaksız gibidir, ancak aylarca ilaç kullanılarak baskılanabilir ve sıklığı azaltılabilir. Basit uçuk hastalığının bir de kırmızı noktalı tipi vardır. Cinsel ilişkiyle bulaşan ve doğal olarak cinsel organlarda görülen bu tipte (Herpes Genitalis) genel özellikler, diğerine çok benzer. Bu tip uçuk, AIDS'in zuhurundan önce en çok dedikodusu yapılan ve ayrılıklara neden olan zührevi hastalık olma özelliğini taşımaktaydı. Bugün ise sıradan bir hastalık durumuna düşmüştür. Tedavi de benzer şekilde yapılır ve benzer şekilde etkisi zayıftır. Bu nedenle korunma öne planda gelir
®adakoglu
10-01-2006, 21:48
Saç Kepeklenmesi
Saç diplerinde kepeklenmeler, televizyon reklamlarından tanıdığımız Neşe Hanım'da olduğu gibi pek çok insanda doğal yapının bir parçası olarak, değişik oranlarda bulunabilir. Bu kepekler, ince un kepeği görünüşündedir, yapışık olmadıkları için de kolayca dökülür, saçılırlar. Kimin kepekli, kimin kepeksiz olması gerektiğine nasıl karar verildiği veya başka bir deyişle olayın nedeni belli değildir. Kişisel yatkınlığın üzerine bazı bakteriler ve özellikle de mantarlar suçlanır. İlişki kesin ispatlanamamış olmakla birlikte tedavide mantar ilaçları sıklıkla iyi etki yaparlar. Bazen psikolojik gerginlikler, başın kapalı kalması veya basit tahrişler de arttırıcı etki yapabilir. Şampuan, saç kremi, jöle, briyantin vb. kozmetik ürünlerin özel bir arttırıcı etkisi yoktur. Saçlar yıkandıktan sonra iyi durulamamak da kepek nedeni değildir. Bu tip kepeklenmenin koyu renk elbiseler üzerindeki pasaklı görünümü dışında bir zararı yoktur. Kesin ve köklü olarak tedavi edilemese de özel kepek şampuanları ve losyonları ile uzun süre kepeksiz kalınması sağlanabilir. Bu ilaçlar, çok uzun süre kullanılırlarsa etkinlikleri azalabilir. Bu nedenle Deri Hastalıkları Uzmanınızın önereceği zamanlarda değiştirilmeleri yararlı olacaktır.
Bunun dışında, saç diplerinde kepeklenme ile kendini gösteren çok sayıda hastalık vardır ve basit kepeklenme ile de karışabilirler. Saç diplerindeki deri, bu bölgeyi tutan hastalıkların çoğunda diğer belirtilere ek olarak kepek oluşumu da yapar. Bu grupta mantar hastalıkları, diğer bazı mikropların neden olduğu kaşıntılı, kepekli durumlar, egzemalar, sedef hastalığı, seboreik dermatit (Türkçe adı yok malesef), hatta bitlenme dahi sayılabilir. İyi ve ilgili bir deri hastalıkları uzmanı görünüşte birbirine benzeyen bu hastalıklar arasından doğru tanıyı seçip uygun tedaviyi ayarlayacaktır.
®adakoglu
10-01-2006, 21:49
Sedef Hastalığı ve Tedavisi
Sedef Hastalığı (Psoriasis), deri hastalıkları arasında dedikodusu en çok yapılanlarındandır. Halk arasında sürekli ''Sedef'' sohbetleri ve birbirlerine tedavi veya şifalı yerler ve bitkiler önermeler sık görülür. Sürekli gündemde oluşunun nedeni, bazen çok göz önüne çıkabilen ve göze batan belirtileri ve tedavisindeki zorluklardır. ''Sedef'' adını almasına neden olan tipik belirtileri; pembe - kırmızı, hafif kabarık bir zemin üzerinde yerleşik olan, beyaz, irice, parlak ve kuru kepeklerdir. Bu belirtiler 1 - 2 mm.'den 30 - 40 cm.'ye kadar büyüklükte, çok değişik şekillerde ve bir veya daha fazla sayıda olabilir. Ender olarak vücudun çok geniş alanlarını kaplayan tipleri de vardır. Çocuklarda daha az görülür. Tipik belirtiler daha çok gövde, kollar ve bacaklarda görülür ve bunlar doktor olmayanlar tarafından dahi çok kolayca tanınırlar. Saçlı deride, avuç içinde, ayak tabanında, büklüm yerlerinde yerleşenler ise mantar hastalığı, egzama ve benzeri başka hastalıkları çok taklit ederler ve bazen doktorlar dahi bunları ayırd edemeyebilirler. Ancak deri hastalıkları uzmanlarının bu konudaki deneyimleri tanı için yeterli olacaktır. Tırnaklarda da yerleşebilir ve yalnızca tırnakta dahi görülebilir. Tırnakta kalınlaşma, renk değişikliği, çukucuklar görülebilir.
Hastalığın kesin nedeni belli değildir. Kalıtımın %60 - 70 oranında geçerli olduğu kabul edilir. Kalıtıma bağlı olsun ya da olmasın, hastalığa yatkın bir zemin vardır ve çevre faktörleri de bu zemin üzerinde etkili olur. Bu faktörler arasında en iyi bilinenler psikolojik olanlarıdır. Ani şoklar, sıkıntı, gerginlik, sevgi eksikliği, anne - çocuk ilişkisi bozuklukları önemli tetikleyici faktörler olup; hastalığı başlatabilir veya alevlendirebilir. Diş çürüğü, bademcik iltihabı, idrar yolları iltihabı gibi mikrobik odaklar ve sürtme, çarpma, kaşıma gibi zedelemeler de tetikleyici etki yapabilir. Bunların dışında bilinen ciddi bir tetikleyici yoktur. Hastalığın karaciğer veya başka bir organla ilgisi olmadığı gibi, yenilen yiyeceklerle de hiçbir ilgisi yoktur, fakat çok canı çekip de yenilemeyen yiyeceklerin etkili olma olasılığı daha fazladır.
Sedef hastalığının tedavisinde, hastalığın nedeni bilinmediği ve neden yönelik tedavi yapılmadığı için köklü çözüm getirip hastalığı ortadan kaldıracak bir yöntem ve olanak yoktur. Fakat var olan belirtiler tedavi edilir ve yenilerin çıkmasını önlemek için gereken önlemler yeterince alınırsa, uzun süre belirtisiz kalınan dönemler sağlanabilir. Tedavide amaç en az yan etki ile olabilecek en iyi iyileşmeleri elde etmek ve iyilik halini uzun süre sürdürebilmektir. Hastalığın , her hastaya uyabilen tedavi şekilleri yoktur. Hekim, her hasta için uygun olan tedaviyi ayrı ayrı belirleyecektir. Önemli olan hastayla hekimin karşılıklı güven ve uyumlarıdır. Hastanın her şeyden önce iyileşmeyi istemesi ve tedaviye uyum göstermesi gerekir. Tedaviler hakkındaki tereddütlerini de hekimine danışmalı, kulaktan dolma bilgi veya komşu önerileriyle yorum yapmamalı ve tedaviyi bırakmamalıdır. Var olan belirtileri tedavi etmek için yan etkileri daha az olan, yerel uygulanan (deriye dıştan sürülen) ilaçlardan başlanılır. Bu uygulamalarda önce kepek dökücü ilaçlarla yüzey temizlenir ve diğer ilaçların etkinliği arttırılır. Değişik 4 - 5 çeşit yerel uygulama vardır ve genellikle 20 -30 gün içerisinde güzel sonuçlar alınır. Belirtilerin çok yaygın olduğu durumlarda ultraviyole ışını ile özel tedaviler uygulanır (UVB, PUVA, vb.). Bu tedavilerde de bir aydan sonra sonuç görülmeye başlanır ve ülkemizde en az 15 yıldır uygulanmaktadır. Doğal gün ışığı da değişik şekillerde yararlı olmaktadır. Çok inatçı ve ağır tiplerinde yan etkiler göze alınarak çok iyi bir takiple ağız yolu veya iğne şeklinde tedaviler devreye sokulur. Hangi tedavi uygulanırsa uygulansın tetikleyici etkenler de aradan çıkartılmaya çalışılır. Tedavinin başlangıcından itibaren hastanın bir psikiyatrist denetimine alınması, sonucu çok etkiler ve tekrarları azaltır. Banyolardan sonra sürekli nemlendiriciler kullanılıp, derinin kuruma, kaşıntı ve zedelenmesi, dolayısıyla yinelemeler önlenmeye çalışılır. Sedef hastalığı sık tekrarlama eğiliminde olduğu için, hastaların da arayışları çok olacaktır. Tıp dışı tedaviler, kutsal ve şifalı sayılan yerler bu seçenekler arasındadır. Sedef hastalığı, psikolojik kökeni nedeniyle telkine çok yatkın bir hastalıktır ve hasta yapılan işleme inanmasına paralel olarak bu tür işlemlerden etkilenebilir. Bu yönüyle hastaların sömürülmesine de çok yatkındır. Belli bölgelerde sedef tedavisi konusunda ünlü yerler ve buralara sedef turizmi de vardır. İsrail'de Lut Gölü, ülkemizde Kangal Balıklı kaplıcası bu tip alanlardandır. Bu gibi alanların hiçbir tedavi edici özellikleri yoktur. Buradaki etkilenmeler önemli ölçüde psikolojiktir. Kişiler, şöhretini duydukları bir yere etkilenmeye hazır giderler, burada ortamlarından ve stresten uzak kalırlar, ayrıca aynı soruna sahip kişilerle oluşan dertleşme ortamı da doğal bir grup tedavisi oluşturacaktır. Güneş ışığı ve mineralli sular ise hemen hemen her yerde aynıdır. Hele hele içinde ne olduğu bilinmeyen halk işi tedavilere hiç yönelinmemeli; çözüm bir deri hastalıkları uzmanında aranmalıdır.
®adakoglu
10-01-2006, 21:49
El Egzamaları
Eller, dış ortamla sürekli temas kurmamızı sağlayan en aktif organlarımızdandır. Dış ortamla olan sürekli ilişki, çok çeşitli tahriş edici ve alerji yapabilecek maddelere dokunmanıza neden olabilir. En sık görülen egzamalar, tahriş sonucu ortaya çıkan egzamalardır. Bunun en tipik şekli ''ev hanımı egzaması''dır.
Sürekli olarak suyla temas etmek, sık el yıkamak veya çamaşır, bulaşık yıkamak, işin içinde sabun ve deterjan olmasa dahi, tahriş edicidir. Bu, derinin doğal nem ve yağının azalmasına ve kuruyup çatlamasına neden olur. Sabunların ve deterjanların güçlü yağ eritici özellikleri eklendiğinde bu sonuç kaçınılmazdır. Deri, uzun süre bu saldırılara, belirti vermeden, dayanabilir. Bir eşik noktası aşıldıktan sonra deride; kuruma, çatlama, soyulma, sızlama gibi şikayetler görülür ve bundan sonra en küçük bir temasta yinelenir. Solak olan kişiler dışında başlangıç, genellikle sağ el baş ve işaret parmaklarından olur.
Zaman geçtikçe ve koşullar aynı şekilde sürdükçe, diğer parmaklar ve avuç içine, bir yandan da diğer ele yayılır. Hem görüntü olarak kötüdür, hem de hasta eliyle bir şeylere dokunduğunda rahatsız olur. Ayrıca, bu çatlaklardan mikrop kapma tehlikesi de vardır. Buna ek olarak da, normalde avuç içi derisi kalın olduğu için geçemeyen, alerji yapıcı maddeler daha kolay geçebilir ve reaksiyona neden olabilirler.
Ev kadınlarının çoğunda görülen bu olay, suyla uğraşan diğer mesleklerde de görülebilir. En sağlıklı korunma yolu, suyla ve diğer tahriş edicilerle teması azaltmaktır. İş yapmak zorunda olunduğunda, içi pamuklu, dışı naylon eldiven giymek iyi bir korunma yoludur. Fakat bu da terlemeye yol açtığı için; yarım saat çalışmanın sonunda, eldiven çıkarılarak, on dakikalık bir ara verilmesinde yarar vardır. Ayrıca, her el yıkamanın sonunda, derinin nemini korumak ve yumuşak, elastik kıvamda kalmasını sağlamak için, bir el kremi kullanmak gerekir. Bunlar, hastalığın başlamasını önlemek veya düzeldikten sonra korumak için kullanılırlar, başlamış bir egzamada tedavi edici etkileri yoktur. Bu gibi durumlarda, kesinlikle bir deri hastalıkları uzmanının tedaviyi düzenlemesi gerekir. İşe başlamadan önce ellere sürülen ve hafif tahriş edicilerden koruyan bazı maddeler, eldiven kullanamayanlarda az da olsa yardımcı olabilir, fakat tam koruma sağlamazlar.
Ellerin, dış ortamla sürekli temas ettiği maddeler arasında, çok güçlü alerji yapıcı maddeler de bulunabilir. Bu gibi durumlarda; avuç içleri değil, el üstleri ve parmak araları daha çok etkilenir. Bu tip egzamalar, daha çok mesleklere bağlı olarak temas edilen özel maddelerle ortaya çıkar. En tipik örnekleri: İnşaat işçileri, fayansçılar gibi mesleklerde çimentoya; berberlerde saç boyalarına ve sağlık çalışanlarında eldivenlerin ana maddesi olan latekse bağlı olan egzamalardır.
Eğer eller sürekli su ve tahriş edici maddelerle temasta ise, hasar gören deride alerji yapıcıların yerleşmesi daha kolay olur ve bu tür egzamanın ortaya çıkması da kolaylaşır. Bunların başlangıç dönemleri; ani olarak ortaya çıkan, çok kaşıntılı, kızarık, sulantılı belirtiler halindedir ve kişiyi çok korkutabilir.
Hastalığa neden olan maddeyle yeniden temas olmazsa, yaklaşık olarak 10 - 15 gün içerisinde egzama gerileyebilir. Sık sık duzelip, yinelerse olay sürekli bir hal alır; deri sert, kalın, kaşıntılıdır ve her atakta kızarma ve sulanmalar buna eklenir. Bir deri hastalıkları uzmanı denetiminde ilk aşamalar kolayca denetim altına alınabilir ve müzminleşmiş olan durumlar, biraz daha inatçı olmakla birlikte, tedaviye iyi yanıt verir. Önemli olan, yinelemeleri öneleyebilmektir. Örneklerdeki gibi durumlarda egzamayla şüpheli madde ilişkisi çok nettir, fakat her zaman böyle kolay görünmeyebilir. Şüpheli durumlarda, özel deri testleriyle, şüpheli madde saptanmaya çalışılır. Şüpheli madde her zaman saptanamayabilir, saptansa bile bu maddeye karşı tolerans geliştirilmez, tek yapılacak şey bu maddeden uzak kalmaktır. Ayrıca, bu alerji yapan maddelere karşı direnci artırabilmek için ; elin suyla temasını normal ölçülerde tutmak gerekir. Yıkamalardan sonra el kremi kullanarak ellerin nem ve elastikiyetini korumak ve şüpheli maddelerle iş yapılması gerektiğinde, eldiven kullanmak yararlı olur. Bunların dışında ellerin su kabarcıkları ile seyreden, nedeni bilinmeyen mevsimsel egzamaları (dizidroz) ve özellikle avuç içlerinde nedensiz kaşıntı ve sertleşmeyle seyreden, daha çok da sıkıntı ve gerginliğe bağlanan, egzama tipleri vardır. Bu tip egzamalar birçok hastalığı taklit edebilirler. Bunların tanıları ve tedavileri, kesinlikle bir deri hastalıkları uzmanı tarafından yapılmalıdır.
®adakoglu
10-01-2006, 21:50
İDRAR YOLU ENFEKSİYONLARI
NEDİR ?
Normalde idrarda bakteri bulunmaz. Bakteri çoğunlukla makat bölgesinden gelir ve idrar yolundan mesaneye geçer. Buradan yukarıya ilerleyerek böbrekleri tutabilir. Bir kısım mikroorganizma ise cinsel temasla eşe geçer. İdrarın yıkayıcı etkisi ve kişinin bağışıklık düzeyi enfeksiyondan koruyucu etki yapar. Bunlar yetersiz kalırsa enfeksiyon yerleşir.
BELİRTİLERİ NELERDİR ?
Sık idrara çıkma, yanma, acil idrar isteği en sık görülen belirtilerdir. Göbek altında ağrılar olur. İdrar bulanık ve bazen kanlı olabilir.
Tani nasil konur ?
Ürolog muayeneden sonra idrar tetkiki yapar. Gerekirse idrar kültür ve ilaç duyarlık testi ister. Tekrarlayan enfeksiyonlarda idrar sistemi ultrasonografi ve röntgen tetkikleri ile araştırılır. İdrar kesesinin içi aletle incelenir (Sistoskopi).
Nasil Tedavİ Edİlİr ?
Uygun antibiyotikler verilir. Cinsel ilişki ile geçen enfeksiyonlarda eşler birlikte tedavi edilir. Hazırlayıcı sebep varsa ortadan kaldırılır. Üroloğun ilaç dışında önereceği yardımcı tedaviler belirtilerin kaybolmasını kolaylaştırır, çabuklaştırır ve tekrarlanmasını engeller.
®adakoglu
10-01-2006, 21:51
MESANE KANSERİ
NEDİR ?
İdrar torbasının yüzeysel veya derine inmiş tümörlerdir. Erkeklerde üç kat daha sıktır. Orta ve ileri yaşlarda daha fazla görülür.
NİÇİN OLUR ?
Kesin sebep bilinmemekle birlikte birçok etken hazırlayıcıdır. Tütün mamulleri çok önemli hazırlayıcılardır. Kimya, petrol, lastik sanayileri ve matbaacılıkta çalışan kişilerin uğradıkları kimyasal madde etkileri de önemlidir.
BELİRTİLERİ NELERDİR ?
Kanlı idrar ilk ve çok önemli bir belirtidir. Sık ve acil idrar isteği, yanma diğer belirtilerdir.
NASIL TEDAVİ EDİLİR ?
Yüzeysel tümörlerde ilk tedavi idrar yolundan girilen rezektoskop adlı aletle tümörün kazınmasıdır.(T.U.R). Daha sonra belirli aralıklarla mesaneye ilaç tedavisi uygulanır. Derine inmiş tümörlerde komşu organlara sıçrama yoksa idrar torbası çıkartılır (Sistektomi) ve barsakların çeşitli kısımlarından yapılabilen idrar torbaları oluşturulur. Hastalığın devresine göre ilaç tedavisi ve ışın tedavisi uygulanabilir.
®adakoglu
10-01-2006, 21:52
BÖBREK KANSERİ
Nedir ?
Erişkin yaş kanserlerinin yaklaşık yüzde üçünü oluşturur. Kırk elli yaşlarında daha sıktır. Erkekler bir kat daha fazla yakalanır.
Sebebi Nedir ?
Kesin sebep bilinmez. Diyetin, kalıtımın, hormonal etkenlerin, sigaranın, çevresel ve mesleki zararlı kimyasal maddelerin (Deri İşçiliği, Petrol Ürünleri, Asbest, Kadmiyum) ve kahvenin önemli rolü olduğu bilinmektedir.
Belirtileri Nelerdir ?
Vücudun yan tarafında bir kitle fark edilebilir. Bu kısımda ağrıda bulunur. Kanlı idrar çok önemli bir belirtidir.
Tani Nasil Konur ?
Ürolog kitle varsa muayene eder. Kitle yoksa kanlı idrar hikayesiyle üriner sistemi ultrasonografi ile araştırır. Gerekirse tomografi ister. Böylece bir santimetrelik bir tümör bile yakalanır.
Nasil Tedavi Edilir ?
Hastalığın devresi önemlidir. Tümör diğer dokulara yayılmamışsa ürolog örten yağ dokusu ile birlikte böbreği çıkartır. Hastalık diğer dokulara sıçramışsa (Metastaz) böbreğin çıkarılması tartışmalıdır. Bu durumda ışın tedavisi (Radyoterapi), ilaç tedavisi (Kemoterapi), ve hormonal tedaviden yararlanılır. Hastalık erken devrede yakalanırsa tam iyileşme oranı yüksektir.
®adakoglu
10-01-2006, 21:52
Apse
Apse, iltihabın bir çeşidi olup, özelliği, dokunun eriyip, içini cerahatin doldurmasıdır. Bazen de bir yaralanma, bir damarın bağlanması veya tıkanması sonucu ölü bir tabaka oluşur ve buraya mikroorganizmanın yerleşmesi ile irin dolu bir boşluk meydana gelebilir. Apseler iki türlüdür:
Sıcak apse: Bu apsede ateş yükselir, ağrı ve zonklama olur. Bu tür apse, her zaman bir veya birkaç mikroptan dolayıdır (yani sebep mikroorganizmadır). Sıcak apsenin dört ana belirtisi; sıcaklık, kırmızılık, ağrı ve şişkinliktir (latince, color, rubor, dolor, tumor). Apsenin çevresi sert, ortası ise oynak ve yumuşaktır.
Soğuk apse: Verem hastalığında görülen bir apse türüdür. Öyle ki, el şişlik üzerine konulunca sıcaklık alınamaz ve basmakla ağrı uyandırılamaz. Daha doğrusu sıcak apsedeki kesin iltihap belirtileri yoktur. Fakat şişlik açılırsa, sıcak apsedeki gibi bir apse içeriğinin olduğu görülür. Soğuk apsenin iki özelliği vardır.
1 - İçinde irin yapıcı mikroplar ve irinleşme yoktur. Apse içeriğini harap olmuş doku oluşturur.
2 - Apsenin kaynağı ile görüldüğü yer arasında her zaman doğrudan bir ilişki yoktur. Örneğin bel omurlarının soğuk apsesi (omurga veremi, pott hastalığı) kasıkta bir apse ile kendini belli edebilir.
Sıcak apselerin tedavisi, cerrahi müdahale iledir. Bu tedavi, apse yerinin açılması, irinin boşaltılması ve antibiyotikli merhemle uygulamadır. Ayrıca ağızdan antibiyotik vermek gereklidir.
Apseler tedavi edilmezlerse burada üreyen mikroorganizmalar vücudun diğer bölgelerine yayılabilirler. Apseler, komşu dokulara açılabilir veya komşu damarlara ilerleyerek, bu damarlardan kaynaklanan kanamalara sebep olabilir.
Apseler meydana geldikleri organların çalışmasını bozabilir, vücutta genel bir hastalık halsizlik, iştahsızlık yapabilirler. Soğuk apselerde ise verem ilaçları kullanılır. Bazen (örneğin böbrek vereminde) hastalığın yayılmasını önlemek için cerrahi işlem yapılabilir.
®adakoglu
10-01-2006, 21:54
AKILCI İLAÇ KULLANIMI
Kendiliğinizden ya da konu-komşunuza danışarak ilaç almayınız.
.İlaçlarınızı, yalnızca hekiminizin önerisi ve eczacınızın uyarısı doğrultusunda kullanınız.
.İlaçlarınızı nasıl kullanacağınızı ve nasıl saklayacağınızı tam olarak öğreniniz ve eksiksiz uygulayınız.
.Hekiminize ve eczacınıza başvurduğunuzda, son haftalarda kullandığınız her türlü ilacı belirtiniz.
.Allerjik bir bünyeniz varsa, sağlık personelini uyarmayı unutmayınız.
.İlaçların yan etkileri konusunda hekiminizden ve eczacınızdan bilgi alınız.
.Kendinizi iyileşmiş hissetseniz bile, ilaç (özellikle antibiyotik) kullanımını yarıda kesmeyiniz.
.İlaç kullanırken, alkollü içki içmekten kaçınınız.
.Hamilelik süresince ve emzirme döneminde, hekiminize danışmadan hiçbir ilaç kullanılmaması gerektiğini unutmayınız.
.İlaçlarınızı, kilit altında ve çocukların ulaşamayacağı yerlerde bulundurunuz.
.Son kullanma tarihi (hükmü) geçmiş olan ilaçları kesinlikle kullanmayınız.
.Evinizde, işyerinizde ve taşıtınızda bulunan ilaçları zaman zaman gözden geçiriniz. Bu konuda eczacınıza danışınız.
HAMİLELİK ve EMZİRME DÖNEMİNDE İLAÇ KULLANIM İLKELERİ
Hamilelik süresinde ilaç kullanılması son derece dikkat edilmesi gereken bir konu olup, nedenleri:
(a) Aralarında ilaçların da bulunduğu kimyasalların ana rahmindeki bebek açısından taşıdığı riskler,
(b) Hamileliğin sebep olduğu fizyolojik değişikliklerdir.
Hamilelik sırasında kullanılan ilaçların doğacak bebeğe geçişi sözkonusudur. Bunun sonucunda da doğacak bebek üzerinde anormallikler olabilir. İlaçların doğacak bebek üzerindeki olumsuz etkileri, çeşitli organların yapılarındaki ve/veya fonksiyonlarındaki anormallikler, büyümenin gecikmesi veya davranışsal bozukluklar şeklinde olabilir.
Diğer taraftan, hamilelikte toplam vücut sıvı miktarı artar, karaciğer ve böbrek fonksiyonlarında değişmeler olur. Bunların sonucunda, ilaçların vücuttaki dağılım ve atılımı değişir. Bu durumda ise bazı ilaçların dozları yetersiz kalarak tedaviyi etkisiz kılar.
İhtiyaç duyulan ilaç dozu, hamilelik ilerledikçe genellikle yükselir, doğumdan sonraki devrede ise düşer.
Hamilelik boyunca ve emzirme döneminde ilaç kullanılması, hassas bir dengenin devam ettirilmesini gerektirir. Bir taraftan bebeğin, ilaç kullanımından zarar görmesine izin verilmemeli, diğer taraftan bir hastalığın yeterli tedavi edilmemesinden dolayı annenin veya bebeğin zarar görmemesi üzerinde de aynı titizlikle durulmalıdır.
İlaçların hemen tamamı anne sütüne geçebileceği için, emzirme döneminde ilaç kullanan annelerin bebeklerinde bazı istenmeyen etkiler ortaya çıkabilir.
Eğer annenin ilaç kullanması gerekiyorsa, ilacı, emzirmeden hemen önce ya da hemen sonra alması en doğrusudur. Böylece, ilacın anne sütüyle bebeğe geçişi büyük ölçüde engellenmiş olur.
Eğer hamileyseniz ya da böyle bir olasılık sözkonusu ise:
-Birçok ilacın hamilelikte kullanımının güvenli olup olmadığı konusunda kesin kanıtlar bulunmadığını;
-Bazı ilaçların doğacak bebekte çeşitli üzücü sonuçlara neden olabileceğini;
-Hamilelikte (özellikle ilk üç aylık dönemde) hekim önerisi dışında kesinlikle ilaç kullanılmaması gerektiğini
UNUTMAYINIZ.
"Hamilelikte ilaç kullanımının taşıdığı risklerin yalnızca ilk üç aylık dönemle sınırlı olduğunu düşünmeyiniz."
"Hamile ya da emzikli iseniz, bu durumu hekiminize ve eczacınıza bildirmeyi unutmayınız."
İLAÇLARIN İSTENMEYEN ETKİLERİNE DİKKAT!
İlaçların istenmeyen etkisi;koruma, teşhis ve tedavi amacıyla kullanılan dozlarda ortaya çıkan ve istenmeyen (ve zararlı olabilen) bir etkisi olarak tanımlanmaktadır.
İlaçların istenmeyen etkilerinden söz ederken; ilacın;
1-Öngörülen (önceden bilinen-kaçınılmaz) etkisinin (yan etki) ve
2-Öngörülmeyen (önceden bilinmeyen-alışılmışın dışında kalan) etkisinin olduğunu bilmekte yarar vardır.
İlacın bilinen yan etkileri (örneğin yatıştırıcı ilaçların uyku durumu yaratması) genellikle hasta tarafından nispeten kolay tolere edilebilen istenmeyen etkilerdir. İlacın önceden bilinmeyen etkisi ise hasta tarafından kolayca tolere edilemeyen olumsuz etkisidir.
Çok yararlı ve hiçbir istenmeyen etkisi olmayan maddeler olarak "bilinen" vitaminlerin de-diğer ilaçlar gibi-çeşitli yan etkileri vardır.
İlaçların istenmeyen etkilerine zemin hazırlayan ve hastaya ilişkin faktörler;
-İlacın yanlış dozda (gereken dozun üstünde veya altında) kullanılması,
-İlacın yanlış biçimde kullanılması (örneğin yanlış uygulama yolundan kullanılması),
-İlacın yanlış zamanda-yanlış sıklıkta, yanlış süreyle-kullanılması,
-Yanlış ilaç kullanılması ya da ilacın yanlış amaçla kullanılması,
-Yaşa, cinsiyete, kalıtsal faktörlere (genetik yapıya), ırka, kiloya, allerji öyküsüne, mevcut hastalıklara (böbrek ve karaciğer yetmezliği gibi), daha önce görülmüş istenmeyen etki öyküsüne ilişkin faktörler
İlaçların istenmeyen etkileri, hastaneye başvuru nedenleri arasında önemli bir yer tutmaktadır.
İlaçların istenmeyen etkilerine yol açan nedenlerden bir grup da ilaç tedavisine ilişkin olanlardır. Bunlar;
-İlaç-ilaç etkileşimi sonucu oluşan istenmeyen etkilerinin,
-İlaç-besin etkileşimi sonucu oluşan istenmeyen etkilerinin,
-Zehirlenme tablosunun ortaya çıkması şeklindedir.
Kullanılan ilaç sayısı arttıkça, istenmeyen etkilerin görülme riski yükselmektedir.
Yaşlılık, doza bağımlı istenmeyen ilaç etkilerinin ortaya çıkmasında büyük rol oynamaktadır. Yaşlılıkla birlikte azalan vücut sıvısı oranı, gerileyen böbrek fonksiyonları veya özellikle karaciğer başta olmak üzere bozulan diğer organ fonksiyonları nedeniyle ilacın tedavi dozları ile toksik (zehirlenmeye yol açan) dozları arasındaki "güvenlik aralığı" daralmaktadır. Dolayısı ile ilaçların istenmeyen etkileri daha sık ve daha şiddetli olarak ortaya çıkmaktadır.
Bebekler ve çocuklarda istenmeyen etkiler, genç ve yetişkinlere oranla daha yüksektir. Fizyolojik ve biyokimyasal profil, ilacın vücut tarafından emilimi ve dağılımını etkilemektedir.
.Tüm ilaçların-istenen etkilerinin yanısıra-istenmeyen etkilerinin de olabileceğini aklınızda bulundurunuz.
.Hekim Önerisi ve Eczacı Uyarısı Dışında (Kendiliğinizden) İlaç Kullanmayınız.
.İlaçların istenmeyen etkilerini (özellikle ilaç allerjisi) daha önce yaşamış iseniz, hekiminizi ve eczacınızı uyarmayı unutmayınız.
.İlacınızı kullandığınız sırada ortaya çıkabilecek şikayetinizi hekiminize/eczacınıza bildiriniz.
.İstenmeyen etkileri şiddetlendirebileceği için, ilaç kullanırken alkol almayınız.
®adakoglu
10-01-2006, 21:55
DOĞRU İLAC KULLANIMI
ÇOCUKLUK ÇAĞINDAKİ İLAÇ ZEHİRLENMELERİNDEN KORUNMA
Zehirlenmeler genelde çocukların sorunudur. On dört yaşın altındakilerde ortaya çıkan zehirlenmeler, daha büyüklerde görülenin 2-7 katıdır. Çocuk zehirlenmeleri 1-3 ve 15-17 yaşlarında artış gösterirler. İlkinde kaza sonucu oluşanlar, diğerinde ise cana kıyma nedeni ağır basar.
Çoğu zehirlenmeler çocuğun kendi evinde olur. Bunu, büyükanne ve babaların, bir arkadaşın ve bakıcının evi izler.
El çantaları, buzdolabı rafları ve çocuğun erişebileceği ilaç dolapları tehlikeli yerler arasındadır.
Kaza sonucu ortaya çıkan zehirlenmelerin yarıdan fazlası ilkbahar ve yaz aylarında görülür. Bu aylar, boya, badana, ev taşıma, yolculuk gibi nedenlerle çocuk üzerindeki dikkat ve denetimin azaldığı, evin dağınık, dolapların ve çekmecelerin açık olduğu dönemlerdir.
Aile içi sorunlar, alışılagelmiş aile düzeninin bozulması, hastalık, ölüm, gebelik, aileye yeni bir bebeğin katılması, yolculuk, taşınma, başka bir evi ziyaret, eve misafir gelmesi ve yemek hazırlama gibi olaylar zehirlenmeye zemin hazırlar.
Bir kereden fazla ya da birden çok etkenle zehirlenme, ailenin çocukla ilgilenmediğini düşündürür. Altı aylıktan küçük bir bebekte, zehirlenmenin kasıtlı olabileceği akla gelmelidir. Ergenlik çağında ise, okulda başarısızlık, kız ya da erkek arkadaşla olan sorunlar ve ana babaların anlayışsızlığı zehirlenme nedeni olabilir.
Çocuklardaki doğal meraklılık, onlara zehirlenmeye hazır bir biçimde ortam yaratmaktadır. Çocuklar her yeri keşfetmeye ve çevrelerini incelemeye çaba göstermektedirler. Buldukları her şeyi doğrudan ağızlarına götürürler. Tehlikeyi anlamaz ve uyarı etiketlerini okuyamazlar.
Kaza ile olan zehirlenmelerin %60-70 kadarı ilaçlarla olmaktadır. Bunlar arasında, analjezik (ağrı kesici), antienflamatuvarlar, sedatif-hipnotik ve trankilizanlar (sakinleştirici-yatıştırıcı), antidepresanlar (ruhsal çöküntüyü giderici) ve santral sinir sistemini etkileyen diğer ilaçlar başta gelmektedir. Türkiye'de, özellikle salisilatlar (asetil salisilik asit tuzları ya da esterleri) en sık karşılaşılan zehirlenme etkenleri arasındadır. İlaçlardan kaynaklanan zehirlenmelerin büyük çoğunluğu oral (ağız yolu ile alınan), katı ilaç biçimleri (draje,tablet,kapsül) ile meydana gelmektedir. Çocuklar açısından, kaplanmış tabletler kaplanmamış olanlardan, değişik renkli tablet ve kapsüller tek renkli olanlardan ve yumuşak ilaçlar sertlerden daha çekicidir.
Zehirlenmeye yol açan ilaçların büyük çoğunluğu, anne tarafından kullanılan ve olay sırasında kullanılmakta olan ilaçlardır.
Çocuklarda İlaç Kaynaklı Zehirlenmeyi Önlemek İçin Kurallar :
·İlaçları çocukların ulaşamayacakları yerlerde ve tercihen kilit altında saklayınız. Çocukların iskemle vb.araçlar kullanarak boylarının çok ötesindeki yerlere dahi ulaşabileceklerini unutmayınız.
·Çocukların önünde ilaç kullanmayınız. Sizi taklit etmek isteyebilirler.
·İlacınızı aldığınız anda telefona veya kapıya cevap vermek durumunda kaldıysanız, ilacı yanınıza alınız veya çocukların ulaşamayacakları bir yere koyunuz. Çocukların genellikle gözlem altında olmadıkları zamanlarda çabuk hareket ettiklerini unutmayınız
·ilaç sürekli kullanılacak olsa bile, kullanır kullanmaz kapağını kapatıp sakladığınız yere tekrar koyunuz.
·Gece veya karanlık bir odada çocuğunuza ilaç verirken ışığı açınız.
·Tüm ilaçları kendi orijinal ambalajlarında saklayınız. Etiket (iç-dış ambalaj) ve prospektüs, ilacın doğru kullanımını sağlayan bilgileri içermektedir. İlacın içinde bulunan maddeleri ve acil durumlarda alınacak önlemleri içeren talimatları bilmek önemlidir.
·Her ilacın ismini doğru kullanarak, ilacın şeker olmadığını çocuklara öğretiniz. İlaçların şeker ya da oyuncak olarak algılanmasına yol açabilecek davranışlardan (ilaç kutularıyla veya kullanılmış enjektörlerle oynamasına izin vermek gibi) kaçınınız.
·Çocuğun ilaç kullanması gerektiğinde, ne amaçla ve ne süre kullanılacağını kendisine anlayabileceği bir dille açıklayınız.
·Kullanılmayacak duruma gelmiş ilaçları kesinlikle yok ediniz (çöpe atmayarak, lavaboya ya da tuvalete dökünüz).
·Zaman zaman evinizi ve otomobilinizi (torpido gözü, kapı içi bölmeler, vb.) kontrol ederek, ilaç saklama koşullarını gözden geçiriniz.
·Bu güvenlik kurallarını bebek bakıcınıza da anlatınız ve çocuklu olarak ev ziyaretinde bulunacaksanız veya bebeğe bakacaksanız bu kuralları hatırlayınız.
Bir zehirlenme durumunda 24 saat kesintisiz hizmet sunan Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı Zehir Araştırmaları Müdürlüğü ZEHİR DANIŞMA MERKEZİ'ne başvurabilirsiniz.
Telefonlar: 0-312-433 70 01 -0-800-314 79 00 (Ücretsiz)
Faks: 0-312-433 70 00
E-posta:
[email protected]
AKLINIZDA BULUNSUN!
.FİYAT KÜPÜRÜ BULUNMAYAN AMBALAJLARI SATIN ALMAYINIZ.
.KULLANMADAN ÖNCE PROSPEKTÜSÜ OKUYUNUZ.
.BEKLENMEYEN BİR ETKİ GÖRÜLDÜĞÜNDE HEKİMİNİZE VE/VEYA ECZACINIZA BAŞVURUNUZ.
.ÇOCUKLARIN ULAŞAMAYACAKLARI YERLERDE VE AMBALAJINDA SAKLAYINIZ.
.SON KULLANMA TARİHİ GEÇMİŞ İLAÇLARI KULLANMAYINIZ.
.İLACIN ETKİSİNİ SON KULLANMA TARİHİNDEN ÖNCE YİTİRMEMESİ İÇİN HANGİ KOŞULLARDA SAKLANACAĞINI HEKİMİNİZE VE ECZACINIZA DANIŞINIZ.
.İLACI, KULLANILACAK MİKTAR VE SÜREYE İLİŞKİN HEKİMİN ÖNERİSİ VE ECZACININ UYARISI DOĞRULTUSUNDA KULLANINIZ
AŞAĞIDAKİ SORULARIN CEVAPLARINI HEKİMİNİZDEN VE ECZACINIZDAN ALMAYI UNUTMAYINIZ:
.İLACINIZI NİÇİN KULLANMANIZ GEREKİYOR?
.İLACINIZI DOĞRU BİÇİMDE KULLANMAZSANIZ NE OLUR?
.İLACINIZI NASIL HAZIRLAYACAKSINIZ (SULANDIRMA vs.)?
.İLACINIZI GÜNDE KAÇ KEZ, NE MİKTARDA (DOZDA) ALACAKSINIZ? NE ZAMANLAR KULLANACAKSINIZ?
.İLAÇ TEDAVİNİZ KAÇ GÜN SÜRECEK?
.İLACINIZI KULLANIRKEN KAÇINMANIZ GEREKEN YİYECEK VE İÇECEKLER VAR MI?
.TEDAVİNİZ SIRASINDA İSTENMEYEN BİR ETKİ GÖRÜLECEK OLURSA, NE YAPMALISINIZ?
.İLACINIZI NASIL (HANGİ ŞARTLARDA) SAKLAMANIZ GEREKİYOR?
®adakoglu
10-01-2006, 21:58
Bilgisayar Kullanımı ve Sağlık
Bilgisayarla yazarken ellerinize kramp giriyor mu? Ya da gözlerinizin yaşardığı oluyor mu? Bel ağrıları, baş ağrıları sık oluyor mu? İyi bir programcısınız ama beslenmeniz düzgün mü? Her zaman olduğu gibi bilinçsizce yapılan davranışlar bilgisayar kullanımı sırasında da sağlık sorunları görülmesine neden olabilir.
Bilgisayar çok gelişmiş bir araç olabilir ama çoğu zaman hiç de kullanışlı değildir. Bilgisayara verilerin klavye veya fare kullanılarak girilmesi gerekir. Ya da çalışmanızın sonuçlarını görmek için sürekli olarak monitöre bakmak zorundasınız. Üstelik bunları yaparken saatlerce bilgisayar karşısında hareketsiz oturmanız gerekebilir. Bu arada bazı bilgisayar kullanıcıları yemeği bile unutabilirler! Dünyanın en güzel PC'si sizin olabilir ama doğru şeyleri yapmazsanız en sıradan ve can sıkıcı hastalıklara sahip olabilirsiniz.
Bilgisayar Sağlık Düşmanı Olabilir!
Bilgisayar teknolojisi çok gelişse de gelişim sadece fonksiyonlar ile sınırlı kalmakta. Örneğin PC'lerin kullanılmaya başlandığından bu yana dış görünüşleri çok az değişmiştir. Yıllarca süren çalışmalar ve milyarca dolarlık harcama ile görünüşte bilgisayarların sadece hızı artmış görünüyor. Şu anki teknoloji ile hiç bir bilgisayara sadece sözle bilgi vererek bir işlem yaptıramazsınız. Bilgisayarların işlerimizi görmesi için aslında sağlık açısından çok da uygun olmayan işler yapmalısınız. Örneğin saatlerce ekrana bakarak yazılar yazmalı, şekiller çizmeli ve çalışmalarınızın sonuçlarını da yine benzer biçimde bilgisayardan almalısınız. Böyle olunca bilgisayar işlerimizi kolaylaştırırken sağlığımızı götürüyor mu? Bilgisayar kullanırken sağlığınızı korumak için bazı konulara dikkat etmelisiniz.
Bilgisayar Karşısında Doğru Oturma Biçimi
Kişilerin vücut yapıları ve çalışırken sık kullandığı araçlar değişebildiği için herkese uygun bir bilgisayar masası düzeninden söz edilemez. Fakat bazı temel kurallardan bahsetmek olanaklı. İlk olarak oturduğunuz koltuğunuzu doğru seçmelisiniz. Yüksekliği ayarlı, sırt için desteği olan yumuşak minderli ve dayanıklı bir koltuk almalısınız. Bu tip koltukları büro mobilyaları satan mağazalarda bulabilirsiniz. Sert ve ayarlı olmayan bir koltukta uzun süre oturmak şiddetli bel ve boyun ağrılarına neden olabilir. Koltuk seçiminden sonra eğer yoksa bir bilgisayar masası almalısınız. Normal çalısma masaları çoğu zaman bilgisayarlar için kullanışlı değildir. Örneğin bilgisayar monitörünün gözünüzden biraz aşağıda ve tam karşınızda bulunması gereklidir. Ayrıca klavyenin dik oturduğunuz zaman kollarınız dirsekten 90 derece kıvrıkken ellerinizle aynı hizada ve tam karşınızda olması gereklidir. Ayrıca klavyenin ön tarafında ellerinizi destek olarak koyabileceğiniz bir boşluk olması uygun olur. Bilgisayar kullanırken gereken fare, telefon ve printer diğer araçlar da masa üzerinde kolayca ulaşabileceğiniz yerlerde olmalıdır. Bilgisayar kullanırken sık olarak yazı okumanız gerekirse yazıları bir askı ile tam önünüze koyup monitörü biraz yana almalısınız. Monitorünüzün pencereden veya diğer ışık kaynaklarından uzak olması gereklidir. Ayrıca monitörünüzün rezolüsyonunu yazıların kolayca okunacağı bir ayara ve yenileme hızını titreşme olmayacak bir hıza ayarlanması gereklidir.
Bilgisayar Kullanırken Yapmanız Gerekenler
Bilgisayar karşısında dik olarak oturun. Yazı yazarken klavyedeki tuşlara fazla güçlü olmayan bir biçimde dokunun. Fareyi yumuşak bir biçimde tutun. Yazı yazarken kollarınızı ve elinizi bir yere dokundurmayın. Kollarınızı ve parmaklarınızı ancak yazma işlemi yapmadığınız zaman dinlendirin. Uzun süreler çalışmayın ve sık sık aralar verin. Çalışma sürenizi planlayın. Hergün belli sürelerle çalışın ve ara verin. Böylece sürenin sonuna doğru işlerin sıkışmasını engellemiş olursunuz. Çalışmanız sırasında beslenmenizi aksatmayın. Düzenli olarak spor yapın ve stressle başetme yollarını öğrenin. Gebelik, romatizma ve şeker hastalığı gibi bazı durumlar bilgisayar kullanımınızı etkileyebilir. Böyle durumlarda sağlık profesyonellerine danışmayı ihmal etmeyin.
Tekrarlayıcı Hareketlere Bağlı Bozukluklar
Parmak, el bileği ve dirseğinizin bilgisayar kullanırken yaptığı küçük ve tekrarlayıcı hareketler özellikle el bileği hizasında bozukluklara neden olabilir. Bu hastalıkta el bileği içinden geçen sinir ve tendon denilen kasların kemiğe yapıştığı dokular zedelenip sıkışır. Bu durumda elde uyuşukluk ve ağrı, başparmak hareketlerinde ve el sıkma gücünde azalma ortaya çıkar, el becerisi bozulur. Bu rahatsızlığın tedavisi için bir ortopedi uzmanına danışmalısınız.
Göz Bozuklukları
Uzun süre bilgisayar karşısında çalışmak gözlerde de bazı rahatsızlıklara neden olabilir. Böyle durumlarda en sıklıkla göz çevresi ve başta ağrı, gözlerde yorgunluk hissi, yanma, batma ve kızarıklık görülebilir. Yakınmalar daha çok günde 4-6 saatten fazla bilgisayar karşısında çalışan, özellikle gözlerinde miyopi veya astigmatizm kusurları olan kişilerde sık görülür. Bilgisayarla çalışmanın gözlerde kalıcı bir etkiye neden olmadığı bilinmektedir. Fakat gündelik yaşamda pek sorun oluşturmayan astigmatizm gibi kusurlar bilgisayar karşısında rahatsızlıklara neden olabilir. Yanma, batma, kızarıklık, sulanma gibi yakınmalar monitöre bakarak çalışan kişilerde göz kırpma sayısındaki belirgin azalmaya bağlı olabilir. Ekranın gözlerden 50 - 70 cm. uzakta ve göz hizasından biraz aşağıda bulunması yorgunluk yakınmalarının azalmasını sağlayabilir. Gözle ilgili yakınmaların azaltılabilmesi için öncelikle iyi bir göz muayenesi yapılmalıdır. Ayrıca çalışma sırasında sık ara vermek ve aralarda örneğin pencereden uzak nesnelere bakmak göz sağlığı açısından önemlidir.
Bel, Baş ve Boyun Ağrıları
Bu bölgelerde ağrı oldukça sık görülen rahatsızlıklardır. Hatta iş güç kaybına ve sağlık hizmeti alma açısından şirketlere ve devletlere oldukça büyük yük getirmektedir. Bunların bilgisayar kullanımı ile ilgili olarak sıklıkla uzun süre hareketsiz kalma, stress, uygun olmayan duruş biçimi gibi nedenlerle ortaya çıkarlar. Kas, kemik, sinir ve damarların aşırı gerilme ve uygun olmayan duruş biçimlerine bağlı olarak şekil bozuklukları bu tip hastalıkları yaratabilir. Bu rahatsızlıklar olduğu zaman ihmal etmeden öncelikle bir ortopedi uzmanına muayene olmalısınız. Ortopedi uzmanı tarafından öncelikle bu hastalıkların vücuttaki bir yaspısal bozukluğa bağlı olup olmadığı araştırılır. Örneğin bel ağrıları bel kemiğine bağlı şekil bozuklukları nedeniyle oluşabilir. Bazen de bu ağrıların nedeni bulunamaz ve psikolojik kökenli olduğu düşünülür. Bu tip ağrılar da hasta kişilere psikolojik yardımla yokedilebilir.
Powered by vBulletin® Version 4.2.5 Copyright © 2025 vBulletin Solutions, Inc. All rights reserved.