Orijinalini görmek için tıklayınız : Genel Saglik
®adakoglu
12-01-2006, 19:28
Allerjik Nezle Deyip Geçmeyin !
Allerjik nezle
Toplumda en sık görülen allerjik hastalıklardan birisidir.
Yaklaşık her 10 kişiden birinde allerjik nezle vardır.
Bu kişilerin çoğu da " allerji ile birlikte olan" durumlardan şikayetçidir.
Aramızda nezle olmayan yoktur. Bir an önce geçmesini beklediğimiz katlanılmaz bir durumdur: burun akıntısı, burun tıkanıklığı, hapşırma, koku alamama ve beraberinde halsizlik ve kırıklık hissi...
Bu şikayetlerin çok uzun süre, aylarca ya da tüm yıl boyunca devam ettiğini düşünün: Kuşkusuz çok daha dayanılmaz bir durum olacaktır.
İşte allerjik nezle bu şekilde seyreder. Mikrobik nezlelerden farklı olarak, bir de burun kaşıntısı ve ard arda hapşırmalar vardır. Polen allerjisi olanlarda tüm ilkbahar süresince, ev tozu akarlarına allerjisi olanlarda tüm yıl boyu devam eder nezle şikayetleri...
Allerjik nezle, tanısı ve tedavisi kolay bir hastalıktır. Ancak genellikle hastalar çok uzun süreler ızdırap çektikten sonra “acaba şikayetler allerjik mi?” diye akıllara gelir ve uzman hekimlere başvurulur. Gerekli testler yapılır, tedavi başlanır ve kısa sürede allerjik hastalık bulguları ortadan kalkar.
Bu allerjik nezlelerin “klasik” ve pratisyen hekimler tarafından bile kolaylıkla tanı konulabilecek formudur. Ama her zaman allerjik nezle böyle “gürültülü” seyretmez. İşte asıl sorun da burada ortaya çıkar.
Yazımıza başlarken allerjik nezle ile birlikte olan hastalıklar kavramından bahsettik. Allerjik nezlelerin belki de en önemli yönü budur. Bazı hastalarda allerji tüm bulgularıyla ortaya çıkmaz. Hastalık daha “sinsi” seyirlidir. Üst ve alt solunum yollarında oluşturduğu değişiklikler hasta için daha büyük problemlere neden olur. Nedir bunlar?
Sinüzit
Hemen herkesin çok iyi bildiği bir hastalıktır.
“Sinüsler” kafa kemikleri içinde bulunan, içleri hava ile dolu, boşluklardır. Duvarlarını aynı burun içindeki gibi bir doku kaplar (mukoza) ve sinüs ağzı adı verilen havalanma delikleri burun boşluğuna açılır.
İşte bu organların iltihabi hastalığına sinüzit adı verilir.
Allerjik nezle ile sinüzit arasında ne gibi bir ilişki olabilir? En basit açıklaması: allerjik nezle sinüzit gelişimini kolaylaştırır. Allerji nedeniyle burun içinde ve çevre dokularda meydana gelen ödem (şişlik) sinüs ağızlarının kapanmasına ve sinüslerin iltihaplanmasına neden olur.
Bu nedenle, sık sık sinüzit olan, sinüzit şikayetleri uzun süre devam eden ve tedaviye rağmen kısa süre sonra sinüziti nüks eden kişilerde allerji ve allerjik nezle varlığı mutlaka araştırılmalıdır.
Orta kulak iltihabı
Anne babalar çok iyi bilir.
Doktorlar bazen “çocuğunuzun kulağında sıvı var” ya da “kulak zarında çökme var” gibi tanılardan bahsederler. Hatta “kulağa tüp takılması gerekiyor” gibi anne babayı iyice tedirgin eden söylemler olur.
Bu durum tıpta “seröz otit media” olarak adlandırılır. Orta kulak havalanmasının bozulması neticesinde ortaya çıkan, allerjinin “gizlice” rol oynadığı bir hastalıktır. Orta kulağın havalanmasını sağlayan östaki borusunun geniz tarafındaki ağzının, yine allerjiye bağlı ödem nedeniyle tıkanması seröz otit medianın sık rastlanan sebeplerinden birisidir.
Hepimiz çok iyi biliriz ki sesin iletilmesi için havaya gereksinim vardır. Orta kulak içindeki minicik kemikçikler, kulak zarından gelen ses titreşimlerini iç kulağa iletirler ve beynimiz bu iletiyi ses olarak algılar. Seröz otit mediada en önemli şikayet, orta kulak havalanmasının bozulması nedeniyle ses iletiminin bozulması, daha basit bir deyişle duymanın azalmasıdır.
Çocuğunuzun ilköğretim okuluna yeni başladığını ve seröz otit media problemi olduğunu düşünün. Çocuğun işitme fonksiyonu tam olmadığı için, hem çevresi ile iletişimi bozulacak hem de derslerini algılama ve öğrenme kapasitesi düşecektir. Özetle; okuma yazmayı yaşıtlarına göre geç öğrenen, sınıf içinde uyumu ve iletişimi iyi olmayan çocuklarda seröz otit media ve allerji araştırılması gereken bir durumdur.
Halsizlik, başağrısı ve algılama bozuklukları
Allerjik nezlesi olan kişilerin çok sık olarak yakındığı diğer durumlardır. Nezle (grip) olduğumuzda hepimiz tecrübe etmişizdir; okuduğumuzu anlamayız, konsantre olmakta güçlük çekeriz...
Günlük yaşantıyı olumsuz olarak etkileyen tüm bu şikayetler, allerjik nezlelerin doğru olarak tedavi edilmesi ile tamamen ortadan kalkacaktır.
Astım
Bir hastaya allerjik nezle tanısı konduğunda, sorulan ilk soru genellikle şudur: “Bu hastalık astıma döner mi?”
Çok yerinde ve doğru bir sorudur.
Önceki yıllarda “allerjik nezleli hastaların yaklaşık üçte birinde astım gelişir” denirdi. Ama bugün çok iyi biliyoruz ki, allerjik nezlesi olan her hastanın bronşlarında (akciğer hava yolları), ileride astım belirtilerine neden olabilecek değişiklikler olur. Bu değişiklikler allerjik nezlenin şiddeti ile yakından ilişkilidir. Yani allerjik nezle belirtileri ne kadar fazla ise ve tedavide ne kadar geç kalınmış ise, akciğerlerdeki değişiklikler de o oranda ileri düzeydedir.
Allerjik nezle tanısı konan her hasta, mutlaka alt solunum yolları yönüyle de değerlendirilmeli ve gereken tedaviler zamanında başlanmalıdır.
“Astım” kelimesi ile başladığımız son bölümü okurken biraz canınız sıkılmış olabilir. Gerçekten de astım, hastaların ya da anne babaların duymak istemedikleri, hatta genellikle korktukları bir hastalıktır. Ama rahat olun, astımın “korkulu bir rüya” olduğu dönemler artık gerilerde kalmıştır. Günümüzde, zamanında başlanan modern ilaçlarla astım kontrol altına alınmakta ve hastalar tamamen normal bir yaşam sürdürebilmektedir.
Son söz
Evet, görüldüğü üzere burnumuz sadece kozmetik endişelerle estetik operasyonlara malzeme olan bir organımız değildir.
Basit olarak algılanan bir hastalığı bile, yaşamımızı değişik boyutlarda etkileyebilmektedir.
Bu nedenle lütfen “allerjik nezle” deyip geçmeyin...
®adakoglu
12-01-2006, 19:29
Tiroit Bezinin Aşırı Çalışması (Hipertiroidizm) (Graves Hastalığı)
Hipertiroidizm, tiroit bezinden aşırı tiroit hormonu (T4 ve T3) salgılanmasıyla oluşan bir hastalıktır. Bu hastalığa tirotoksikoz ismi de verilir.
Hipertiroidiye neden olan hastalıklar şunlardır:
1. Graves hastalığı,
2. Toksik nodüler guatr (Tiroid bezindeki sıcak bir nodülden aşırı hormon salgılanması)
3. Tiroid bezinin iltihapları (tiroiditler),
4. Aşırı iyod alınması (nodülü olan hastaların iyodlu tuz veya iyodlu öksürük şurubu içmeleri ile)
5. Aşırı tiroid hormonu almakla (Tiroit hormon ilaçlarının aşırı alınması)
Graves hastalığı tiroid bezinin nedeni bilinmeyen otoimmün bir hastalığıdır. Bu hastalıkta vücut tiroit bezine karşı TSH reseptör antikoru üretir ve bu antikorlar tiroit bezini uyararak aşırı hormon üretmesine neden olurlar. Bu antikorların nasıl oluştuğu henüz bilinmemektedir. Bu hastalarda guatr ve gözlerde öne doğru çıkma-fırlama (oftalmopati) oluşur. Hipertiroidili hastaların çoğunda (%70-80) Graves hastalığı vardır.
Sıcak nodüller de hipertiroidi yaparlar. Hipertiroidili hastaların % 5’inde sıcak nodül vardır.
Tiroit bezinin iltihapları (tiroiditleri) sırasında da hastalığın ilk aşamasında hipertiroidi gelişebilir. Tiroit bezi iltihaplarında boyunda ağrı oluşur. Bazı hastalarda ateş vardır.
Hipertiroidisi olan bir hastada aşağıdaki şikayetler ve bulgular gelişir :
1. Kilo kaybı
2. Kaslarda zayıflık
3. Ellerde titreme
4. Uyumada zorluk
5. Çarpıntı
6. Saçlarda incelme ve dökülme
7. Ciltte incelme ve nemlilik ve aşırı terleme
8. Bağırsak hareketlerinde artma ve bazen ishal
9. Sinirlilik
10. Gözlerde ileri doğru fırlama
11. Adetlerde bozulma
12. Tiroit bezinde büyüme (guatr) oluşması
13. Sıcağa tahammül edememe
14. Erkeklerde memelerde büyüme
15. Kemik erimesi (Osteoporoz)
TANI
Hipertiroidi tanısı için kanda tiroid hormonlarına (T4 ve T3) ve TSH düzeyine bakılır. Kanda T4 ve T3 düzeyleri yüksek, TSH düşük bulunursa hipertiroidi teşhisi konur.
HİPERTİROİDİ HİÇ TEDAVİ EDİLMEZSE NE OLUR?
Hipertiroidi tedavi edilmezse hastada kilo kaybı devam eder; kalpte ritm bozukluğu, kalp yetmezliği ve bir iltihap veya enfeksiyon sırasında tiroit krizi, şok ve ölüm oluşur. Bu nedenle hipertiroidi mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.
TEDAVİ
Hipertiroidi tedavisinde 3 yöntem vardır :
1. İlaç tedavisi
2. Radyoaktif iyod tedavisi
3. Cerrahi (ameliyat)
İLAÇ TEDAVİSİ:
Hipertiroidisi olan bütün hastalara kanda yüksek olan tiroit hormonlarını normal düzeye getirmek için önce ilaç tedavisine başlanır. İlaç olarak kimyasal ismi propiltiourasil olan ilaç (Propycil tablet ) veya kimyasal ismi metimazol olan ilaç (Thyromazol tablet) ve beraberinde nabız sayısını azaltacak ilaçlar başlanır. İlacın dozunu doktorunuz hastalığın şiddetine göre ayarlar. İlaç tedavisine başladıktan 6-8 hafta sonra tekrar kontrole çağrılırsınız ve hormonlarınızın durumuna göre ilaç dozunun ayarlanması yapılır. Bu şekilde 1,5-2 ayda bir kontroller yapılarak en az 9 ay – 1 yıl ilaç tedavisine devam edilir ve doktorunuzun kararına göre ilaç kesilebilir. Doktorun haberi olmadan ilaç kesilirse hastalık tekrar alevlenir veya nüks eder. Böylece o zamana kadar yapılan tedavi de boşa gitmiş olur. Bu nedenle ilaç tedavisi doktorunuza danışılmadan kesilmemelidir.
İlaç tedavisi sırasında ateşiniz çıkar ve boğazda ağrı olursa hemen doktorunuza başvurmanız gerekir. Bu durum kanda beyaz hücrelerin (Lökosit) çok azalmasından dolayı olmuş olabilir. Çok nadir olan bu durum oluşursa ilaçlar kesilerek radyoaktif iyod tedavisi yapılır.
Tedavi sırasında karaciğer enzimlerinde hafif yükselmeler olabilir. Ancak bu durum hipertiroidinin etkisiyle de olabilir. Bu nedenle SGOT (AST) ve SGPT (ALT) enzim düzeyleri sık aralarla takip edilmeli ve tedaviyle birlikte enzim düzeyleri gittikçe artıyorsa ilaçlar kesilerek radyoaktif iyod tedavisi verilmelidir.
İlaçlar doktorunuz tarafından kesildikten sonra hastalık ilk 6 ayda % 30-50 nüks ettiğinden ilaç kesildikten sonra da tekrar kontrole gelmek gerekir.
Sıcak nodül varsa ilaçlarla hormonlar normal düzeye getirildikten sonra radyoaktif iyod tedavisi veya ameliyat yapılır.
İlaç tedavisiyle hastalığı düzelen hastalarda ilaç kesildikten sonra hastalık tekrar alevlenirse veya nüks ederse kesin tedavi dediğimiz radyoaktif iyod tedavisi veya cerrahi tedavi yapılabilir.
Hipertiroidili hastaların dikkat etmeleri gereken bir husus İYOTLU TUZ YEMEMELERİDİR. Piyasada bazı firmalarının ürettikleri, kendiliğinden tuzluklu, İYOTSUZ TUZLAR satılmaktadır. Hipertiroidisi olan hastaların iyotsuz tuz yemeleri gerekir. Ailedeki diğer kişilerin iyot almalarını sağlamak için yemekler tuzsuz yapılmalı hasta iyotsuz tuz kullanmalı, ailedeki diğer kişiler ise iyotlu tuz kullanmalıdırlar.
Sigara içenlerde hastalık zor iyileştiğinden ve göz hastalığı ortaya çıktığından SİGARA İÇİLMEMELİDİR.
NÜKS, YANİ HASTALIĞIN ALEVLENMESİ ŞU HASTALARDA DAHA SIK GÖRÜLÜR:
1- Guatrın büyük olması
2- Genç yaştaki hastalarda
3- Hastalığı başlangıçta şiddetli olanlarda
4- Başlangıçta oftalmopati (gözde dışarı fırlama) olanlarda
5- Sigara içenlerde
6- İyotlu tuz kullananlarda veya iyotlu öksürük şurubu içenlerde
7- TPO antikorları yüksek olanlarda
8- Hormonları normale getirebilmek için yüksek doz antitiroid ilaçlara ihtiyaç olan hastalarda
9- TSH düzeylerindeki düşüklüğün düzelmediği hastalarda
Radyoaktif İyod Tedavisi
İlaç tedavisiyle hormonların normal düzeye geldiği hastalarda ilaçlar azaltılarak kesilir. İlaçlar kesildikten sonra hastalık tekrar nüks ederse (alevlenirse) bu defa kesin tedavi denilen radyoaktif iyod tedavisi veya ameliyat yapılır.
Radyoaktif iyod tedavisi ayrıca sıcak nodülü olan ve hormonları yüksek olan hastalarda da tercih edilen bir tedavi seçeneğidir. Bu hastalarda önce ilaçlarla hormonlar normale getirilir ve sonra radyoaktif iyod tedavisi yapılır.
Radyoaktif iyod Nükleer Tıp uzmanları tarafından endokrinoloji uzmanının kontrolünde verilir. Radyoaktif iyod verilmeden 3 gün önce ilaçlar (Propycil veya Thyromazol) kesilir ve radyoaktif iyod aldıktan 3-4 gün sonra tekrar başlanır. Radyoaktif iyodun kanser yapıcı veya üreme sistemine zararlı bir etkisi yoktur. Ancak kadınların 6 ay sonra gebe kalmalarına izin verilir. Radyoaktif iyod alan hastaların % 80-90’nında ilk yıl içinde kalıcı hipotiroidi (tiroid bezi yetmezliği) gelişir ve ömür boyu Levotiron veya Tefor gibi tiroid hormon ilacı almaları zorunluluğu vardır. Bunu hastaların baştan bilmeleri ve kabul etmeleri gerekir.
Radyoaktif İyod Tedavisi Alan Hastalara Öğütler:
1- Hastanın kullandığı çatal, kaşık ve bıçak başkası tarafından kullanılmaz. Bulaşıklar bulaşık makinesinde yıkanmalıdır.
2- Yeni doğan çocuklar (8 yaş altı çocuklar) ve gebe kadınlarla yakın temas yasaklanır. Ancak aynı odada oturabilirler.
3- Hastanın bebeği varsa emzirmesi yasaklanır.
4- Tuvalet sonrası tuvalet 2 kez yıkanmalı ve eller iyice yıkanmalıdır.
5- Boğazda veya boyunda ağrı olursa aspirin veya diğer benzer ilaçlar faydalı olabilirse de doktorunuza danışmadan almayınız.
6- Sinirlilik, ellerde titreme veya çarpıntı olursa (radyasyon tiroiditi) doktora başvurmalıdır.
Cerrahi (Ameliyat) Tedavisi:
Hipertiroidisi olan hastalardan guatrı büyük olanlarda tavsiye edilir. Tiroit bezinin bir kısmı veya tamamına yakını ameliyatla alınır. Ameliyat öncesi ilaç tedavisiyle hormonların normal düzeye gelmesi sağlanmalıdır.
Ameliyat ayrıca sıcak nodülü olan, ancak nodül çapı büyük olan hastalarda tercih edilen bir tedavi seçeneğidir.
®adakoglu
12-01-2006, 19:30
Tiroid Nodülleri veya Nodüler Guatr
TİROİD NODÜLLERİ
Tiroid nodülleri tiroid bezi içinde oluşan ve bezin normal dokusuna benzemeyen leblebi veya ceviz büyüklüğünde olabilen anormal dokulardır.
Nodüller için en önemli endişe konusu % 5’inde tiroid kanseri olmasıdır.
Nodüllerin % 50’si tek nodül, % 50’si çok nodül (multipli nodül) olarak bulunur. Tek nodül veya çok nodül de olsa kanser oranı aynıdır (% 5).
Nodüller elle muayene sırasında saptanabildiği gibi tiroid ultrasonu ile de saptanır.
Tiroid sintigrafisi bulgularına göre nodüller soğuk, sıcak ve ılık nodül olarak 3’e ayrılır. Nodüllerin % 70-80’nini soğuk nodül, % 10’unu sıcak nodül, ve % 10’unu ılık nodül oluşturur. Soğuk nodüllerde kanser oranı daha fazladır. Sıcak nodüllerde kanser oranı az olsa da kanser yine de olabilir.
Şikayet ve belirtiler :
Nodüler guatrı olan hastaların çoğunda herhangi bir şikayet yoktur. Boyunda şişkinlik olabilir. Bazen nodül içine kanama olursa ağrı oluşabilir. Nodül çok büyürse baskı yaparak nefes darlığı ve yemek yeme de sıkıntı yapabilir.
Kanser şüphesi olan nodüller hangi nodüllerdir?
Nodül tedaviye rağmen hızla büyüyorsa, boyun bölgesinde lenf bezlerinde şişme varsa, çok sert ve yapışık ise, seste kalınlaşma varsa, soğuk ve tek nodül ise tiroid kanseri yönünden şüphelenmek gerekir.
Nodüler Guatrlı hastalarda yapılan tetkikler :
1. Tiroid iğne biyopsisi :
Nodüler guatrlı tüm hastalara uygulanması gerekir. Nodüllerin % 5’inde kanser olduğundan ilk yapılacak tetkik iğne aspirasyon biyopsisidir. Yapılması kolay, komplikasyonu olmayan bir işlemdir. Koldan damardan kan alıyor gibi nodülden normal plastik şırınga ile aspirasyon yapılır. Ağrı yapmaz. Yeteri kadar parça veya hücre gelmez ise tekrar biyopsi yapılır.
2. Tiroid ultrasonu :
Nodüllerin çapının daha iyi değerlendirilmesinde veya ele gelmeyen, küçük (< 1 cm) nodüllerin saptanmasında yararlıdır.Tedavi takibinde de önemlidir. Tedaviyle nodül çapının küçülüp küçülmediği ultrason ile daha iyi öğrenilir. Doppler ultrasonu ile nodül kan akımının değerlendirilmesi nodülün iyi veya kötü huylu olup olmadığı hakkında bilgi verebilir.
3. Tiroid sintigrafisi :
TSH düzeyi düşük olan hastalarda yapılır. Nodülün sıcak mı soğuk mu olduğunu anlamamıza yarar.
4. Tiroid hormonları :
Serbest T3, Serbest T4 ve TSH düzeylerine bakılarak hastanın hormonlarında düşüklük veya yükseklik olup olmadığı (hipertiroidi-hipotiroidi) anlaşılır.
TEDAVİ
Tedavinin nasıl yapılacağı konusunda nodülden yapılan ince iğne aspirasyon biyopsisinin patoloji sonucu çok büyük önem taşır. Biyopsi patoloji sonucunda kanser veya kanser yönünden şüphe varsa hasta ameliyata verilir.
Kanser olmayan iyi huylu nodüllerde levotiroksin tedavisi (Tefor veya Levotiron) yapılabildiği gibi ilaç vermeden sadece takip de yapılabilir.
Nodülün çapı 3 cm’ den büyükse, gittikçe büyüyorsa, hızlı büyüme varsa ve boyunda lenf bezleri varsa kanser riski arttığından cerrahi tedavi (ameliyat) yapılması uygundur.
Multinodüler guatr dediğimiz bir bezde birden fazla nodül olması durumunda yine önce biyopsi yapılır. Multinodüler guatrlı hastalarda seçilecek tedavi cerrahi tedavidir. İlaç tedavisi de yapılabilirse de tedaviye yanıt azdır.
Sıcak nodüllerde hormonlar normal ise sadece takip yapılabilir. Eğer sıcak nodüllerde hormonlar yüksek ise (hipertiroidi varsa) önce ilaç tedavisiyle hastanın hormonları normal düzeye getirilir ve ardından radyoaktif iyod tedavisi veya ameliyat yapılır.
Nodüler guatrlı hastalar iyodlu tuz ve iyod içeren öksürük şurupları kullanmamalıdır. Ayrıca röntgen filmleri çekilirken koldan yapılan ilaçların iyodlu olduğu unutulmamalı ve bunun için röntgen çeken doktora bilgi verilmelidir.
Nodüler guatrlı hastalar piyasada bulunan bazı firmalarının ürettikleri, kendiğinden tuzluklu, İYOTSUZ TUZ yemelidirler.
®adakoglu
12-01-2006, 19:31
ASTIM
Dünya Sağlık Örgütünün araştırmalarına göre dünyada her yıl 8 milyon kişi vereme yakalanmakta, 3 milyon kişi bu hastalık nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Dünya nüfusunun üçte biri yani 1.9 milyar kişi verem mikrobuyla enfekte durumdadır. Bunlardan en az 50 milyonunun klasik ilaçlara dirençli verem basilleri ile enfekte olduğu tahmin edilmektedir.
Hastaların %75’i sosyo-ekonomik bakımdan geri kalmış 13 ülkede ortaya çıkmaktadır. Ancak 1985’lerden sonra ileri endüstri ülkelerinde de artış olması, bu ülkeleri de konuya yeniden önem vermeye ve ciddi tedbirler almaya zorlamıştır.
Ülkemizde durum incelendiğinde ise şu durum görülmektedir. 1950’lerde verem görülme sıklığı ve ölüm nedenleri arasında birinci sırada yer almaktaydı. 1945 yılında verem ölüm oranı yüzbinde 262 ve 1965 yılında hastalığa yakalanma oranı yüzbinde 172 idi. 1953 yılından itibaren başlatılan aşı kampanyaları, açılan verem savaş dispanserleri ve sanatoryumlarda uygulanan tedavi hizmetleri, geniş halk kitlelerinin röntgenle tarama çalışmaları, Sağlık Bakanlığı, UNİCEF ve verem savaş derneklerinin destek ve faaliyetleri ile verem nedeniyle ölümler ve vereme yakalanma oranları hızla düşüş göstermiştir. Bu düşüş halen devam etmekte olup bu gün verem ölüm oranı yüzbinde 2.8 ve vereme yakalanma oranı ise yüzbinde 29 civarındadır. Ancak bu rakam Batı Avrupa ülkelerinden yüksek olup, amacımız bu ülkelerde olduğu gibi yüzbinde 10 oranının altına düşmektir. Ülkemizde enfeksiyon havuzunun genişliği halen 12-15 milyon kişi civarındadır. Hastalığın en sık görüldüğü bölge Marmara Bölgesi olup, bunu Güneydoğu Anadolu Bölgesi takip etmektedir. Hastalığın en az görüldüğü bölgeler ise Akdeniz ve İç Anadolu Bölgesidir.
Günümüzde tüm dünyanın verem ile ilgili en önemli problemlerinden biri 1. kuşak etkin ilaçlara direnç kazanmış hasta sayılarının artma göstermesidir. Özellikle tedavi programlarının iyi takip edilemediği ülkelerde bu oranlar inanılmaz boyutlara ulaşmaktadır. Ülkemizde klasik ilaçlara direnç kazanmış veremli hasta sayısı 2000 civarında olup bu konu özel bir dikkatle takip edilmektedir.
Ülkemizde veremle mücadeleyi yürütecek ciddi bir teşkilat mevcuttur. Bu kuruluşlar aşılama ve tedavi hizmetlerini ücretsiz olarak halkımıza ulaştırmaktadır.
1950’lerde yapılan programların 1. amacı aşılama ve kitle taramaları idi, günümüzde ise en önemli amacımız, bulunan hastaların hatasız tedavilerinin temini olmalıdır. Yeni hastaların bulunmasına yönelik özellikle kitle taramaları gibi çalışmalar ise ancak 2. sırada yer almaktadır. Bu nedenle ülke çapında uygulanacak bir Tüberküloz Kontrol Programının düzenlenmesinde birinci önceliğin tedavi programı olduğu göz önüne alınmalıdır.
2000’li yıllara hitap edecek şekilde yeniden düzenlenen bir Ulusal Tüberküloz Kontrol Programımızın yeni aktiviteleri şunlardır:
Direkt gözlem altında tedavi stratejisinin uygulanması
Çok ilaca dirençli vakaların tedavisi projesi
BCG aşılama oranlarının %85’in üzerine çıkarılması
Eğitim programlarına ağırlık verilmesi ve sürekli hale getirilmesi
Laboratuar ağının güçlendirilmesi
Göğüs hastalıkları hastanelerinin modernizasyonu
Tüm sağlık kuruluşlarında standardize edilmiş tanı ve tedavi ilkelerinin uygulanması
Tedaviye alınan tüm hastaların kayıt ve takip altına alınması
Gönüllü kuruluşlar ile işbirliği
Uluslararası kuruluşlar ile işbirliği
Verem hastalığı ile mücadele görüldüğü gibi meşakkatli, sabır isteyen, pahalı ve uzun yıllar içeren bir uygulamayı gerekmektedir. Bir basil müspet tüberkülozlu hastanın yılda, 10-15 kişiyi enfekte ederek hastalığın kolayca yayılabilmesi yanında tedavinin en az 6 ay veya 9 ay devem ettirilmesi ve hasta ile birlikte ailesinin de takip edilmesi zorunluluğu, Tüberküloz Kontrol Programının ne kadar güç olduğunu göstermektedir. Dünya Sağlık Örgütünün yaptığın araştırmalar göstermektedir ki; Türkiye gibi bir ülkede Etkili bir Tüberküloz Kontrol Programı ile Tüberküloz görülme sıklığının yarıya indirilmesi için 8 yıl geçmesi gerekmektedir.
Halkımızdan bu konudaki en önemli beklentilerimiz ise şunlardır:
Çocuklarımızın aşılarının yapılması konusunda anne ve babaların duyarlı davranmaları. BCG aşısının ilki 2. Ayını doldurunca , ikincisi ilkokul 1. Sınıfta yapılmaktadır. Aşının hiçbir yan etkisi olmayıp koruyuculuğu yüksektir (%80).
Tüberküloz teşhis ve tedavisi Bakanlığımız tarafından ücretsiz olarak yapılmaktadır. Tüberküloz şüphesi olan tüm hastalarımızın en yakın sağlık kuruluşuna ( özellikle verem savaş dispanserine) başvurarak gerekli tetkikleri yaptırmaları gerekmektedir.
Tedaviye alınan hastaların tedavilerini aksatmadan devam etmeleri ve aile bireylerini kontrole getirmeleri gerekmektedir.
Bu tedavinin kesintisiz devamı halinde şifa oranı %100 civarındadır.
Türkiye zaten geçmişte de, çok başarılı bir “Verem Savaşı” örneği sergilemiştir. Bugün de Bakanlığımıza 271 Verem Savaş Dispanseri, 22 Göğüs Hastalıkları Hastanesi, 11 Verem Pavyonu, diğer kuruluşlara bağlı 7 Göğüs Hastalıkları Hastanesinden oluşmuş geniş bir teşkilat ile, bu mücadele için pek çok ülkeden hatta bazı çok gelişmiş ülkelerden bile daha şanslı durumdadır.
TÜBERKÜLOZ (VEREM)
Ocak ayının ilk haftası Verem Savaş Haftası olarak kutlanmaktadır. Verem hastalığının etkeni olan Koch Basili İlk defa 1882 yılında Robert KOCH tarafından gösterilmiştir. Bu basil en çok akciğere daha sonra böbrek,kemik,mide-barsak sistemi,deri,merkezi sinir sistemi ve lenf sistemini tercih eder.
BULAŞMA
Uzun yıllar,verem mikrobunun hemen her yolla ve kolayca bulaşabildiği sanılmıştır. Bugün bile,bulaşmanın,hastaların balgamlarından toza toprağa karışan basillerin inhalasyonu (solunması) ya da hastalarla aynı kap-kacağı kullanmakla olduğu inancı hayli yaygındır.
Tüberküloz basilinin akciğerlere yerleşip çoğalabilmesi için akciğerin en uç noktalarına kadar ulaşması gerekmektedir. Bu uç noktalara ulaşmayan,ağız ve burnun iç yüzeylerinde ve bronşlarda tutulan basiller çoğalamamakta ve dışarı atılmaktadır. Bu uç noktalara geçiş yolları son derece dar olduğundan buralardan toz toprak gibi büyük partiküllerin geçmesi de mümkün olmamaktadır. Toz ve toprakla bulaşmayı imkansızlaştıran bir faktör de basillerin gün ışığından çok çabuk etkilenmeleridir. Bulaşma pratik olarak yalnızca,damlacık çekirdeği tabir edilen ve hastaların öksürük ve aksırıklarıyla meydana gelebilen, aerosol şeklindeki parçacıkların üzerindeki basillerle olmaktadır. Hafiflikleri nedeniyle uzun süre havada asılı kalabilen bu parçacıkların üzerindeki basiller güneş ışığı giren bir ortamda 1-2 saat içersinde ölürler,güneş ışığı girmeyen loş yerlerde ise (sinema,bar,cezaevi koğuşları vs.. ) uzun süre canlı kalabilirler.
Damlacık çekirdekleri yalnız öksürük ve aksırıkla meydana gelebilmektedir. Bu nedenle öksürük bulaşma açısından en çok dikkat edilmesi gereken bulgudur.
Öksürük akciğer tüberküloz olgularının % 75‘ inde bulunmaktadır. Öksürmeyen hastaların pratik olarak bulaştırıcı olmadıkları kabul edilmektedir.
Meme tüberkülozlu ineklerin kaynatılmadan içilen sütlerinden de bulaşma olabilmektedir. Bu tür bulaşma ender olup veremle savaşta hiçbir önceliği olmayan sindirim sistemi tüberkülozuna yol açmaktadır.
BELİRTİLER
1- Halsizlik,yorgunluk,iştahsızlık,zayıflama ve gece terlemesi
2- Ateş
3- Öksürük,balgam ve kan tükürme
4- Göğüs kafesinin yan tarafının ağrısı
TEŞHiS
1- Hasta öyküsü ve fizik muayene
2- Radyoloji
3- Tüberkülin Testi
4- Balgam tetkiki
5- Kesin tanı kültür çalışmasıyla konur.
TEDAVi
İlaçla iyileşme oranı çok yüksektir. Önemli olan ilaçları belirtilen doz ve sürede kullanmaktır. Hastanın kendisi ve çevresindekilerin kontrolleri önemlidir.
KORUNMA
1- BCG Aşısı ile korunma
2- İlaçla korunma
BCG Aşısıyla Korunma: Mikrobun zayıflatılmış bir türünden yapılan aşıdır. Ülkemizde uygulanan verem aşı şeması ;
İlk aşı : Bebek 2 . ayını doldurunca
Rapel : İlkokul 1. Sınıfta
İlaçla Korunma : Veremle savaşın temel amacı insanların verem mikrobuyla karşılanmalarını önlemektir. Bunun en etkili yolu erken teşhis ve düzenli tedavidir. Erken teşhiste ne kadar başarılı olunsa da çoğu zaman, hastaların yakın temaslılarının enfekte olmaları önlenememektedir. Mikrop kapmalarını önleyemediğimiz insanları ilaçla koruyarak hastalanma ihtimalini en aza indirmek ve bu suretle yeni enfeksiyon kaynaklarının ortaya çıkışını önlemek de verem savaşın önemli ilkelerinden biridir.
VEREMLE SAVAŞ KAVRAMI ve İLKELERİ
Veremle savaşta amaç,insanların tüberküloz basili ile enfekte olmalarını önlemektir. Çünkü basille enfekte olan kişi hemen hastalanmasa bile yaşadığı sürece hastalanma riski altındadır. Bu nedenle hastalık kaynaklarını olabildiğince erken teşhis etmek ve bunları yeterli süre ve düzenli olarak tedavi etmek verem savaşın temel ilkesidir.
Olası bir enfeksiyona karşı,insanları BCG aşısıyla bağışıklamak ve enfekte kişileri de olabildiğince erken teşhis ederek ilaçla korumak ve bu suretle hastalanma riskini asgariye düşürmek de verem savaşın diğer iki önemli ilkesidir.
ÇOCUKLARINIZI MUTLAKA BCG AŞISIYLA AŞILATINIZ. Bu konuda bilgi için verem savaş dispanserlerine,sağlık ocaklarına başvurabilirsiniz.
®adakoglu
12-01-2006, 19:31
TÜBERKÜLOZ (VEREM)
Dünya Sağlık Örgütünün araştırmalarına göre dünyada her yıl 8 milyon kişi vereme yakalanmakta, 3 milyon kişi bu hastalık nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Dünya nüfusunun üçte biri yani 1.9 milyar kişi verem mikrobuyla enfekte durumdadır. Bunlardan en az 50 milyonunun klasik ilaçlara dirençli verem basilleri ile enfekte olduğu tahmin edilmektedir.
Hastaların %75’i sosyo-ekonomik bakımdan geri kalmış 13 ülkede ortaya çıkmaktadır. Ancak 1985’lerden sonra ileri endüstri ülkelerinde de artış olması, bu ülkeleri de konuya yeniden önem vermeye ve ciddi tedbirler almaya zorlamıştır.
Ülkemizde durum incelendiğinde ise şu durum görülmektedir. 1950’lerde verem görülme sıklığı ve ölüm nedenleri arasında birinci sırada yer almaktaydı. 1945 yılında verem ölüm oranı yüzbinde 262 ve 1965 yılında hastalığa yakalanma oranı yüzbinde 172 idi. 1953 yılından itibaren başlatılan aşı kampanyaları, açılan verem savaş dispanserleri ve sanatoryumlarda uygulanan tedavi hizmetleri, geniş halk kitlelerinin röntgenle tarama çalışmaları, Sağlık Bakanlığı, UNİCEF ve verem savaş derneklerinin destek ve faaliyetleri ile verem nedeniyle ölümler ve vereme yakalanma oranları hızla düşüş göstermiştir. Bu düşüş halen devam etmekte olup bu gün verem ölüm oranı yüzbinde 2.8 ve vereme yakalanma oranı ise yüzbinde 29 civarındadır. Ancak bu rakam Batı Avrupa ülkelerinden yüksek olup, amacımız bu ülkelerde olduğu gibi yüzbinde 10 oranının altına düşmektir. Ülkemizde enfeksiyon havuzunun genişliği halen 12-15 milyon kişi civarındadır. Hastalığın en sık görüldüğü bölge Marmara Bölgesi olup, bunu Güneydoğu Anadolu Bölgesi takip etmektedir. Hastalığın en az görüldüğü bölgeler ise Akdeniz ve İç Anadolu Bölgesidir.
Günümüzde tüm dünyanın verem ile ilgili en önemli problemlerinden biri 1. kuşak etkin ilaçlara direnç kazanmış hasta sayılarının artma göstermesidir. Özellikle tedavi programlarının iyi takip edilemediği ülkelerde bu oranlar inanılmaz boyutlara ulaşmaktadır. Ülkemizde klasik ilaçlara direnç kazanmış veremli hasta sayısı 2000 civarında olup bu konu özel bir dikkatle takip edilmektedir.
Ülkemizde veremle mücadeleyi yürütecek ciddi bir teşkilat mevcuttur. Bu kuruluşlar aşılama ve tedavi hizmetlerini ücretsiz olarak halkımıza ulaştırmaktadır.
1950’lerde yapılan programların 1. amacı aşılama ve kitle taramaları idi, günümüzde ise en önemli amacımız, bulunan hastaların hatasız tedavilerinin temini olmalıdır. Yeni hastaların bulunmasına yönelik özellikle kitle taramaları gibi çalışmalar ise ancak 2. sırada yer almaktadır. Bu nedenle ülke çapında uygulanacak bir Tüberküloz Kontrol Programının düzenlenmesinde birinci önceliğin tedavi programı olduğu göz önüne alınmalıdır.
2000’li yıllara hitap edecek şekilde yeniden düzenlenen bir Ulusal Tüberküloz Kontrol Programımızın yeni aktiviteleri şunlardır:
Direkt gözlem altında tedavi stratejisinin uygulanması
Çok ilaca dirençli vakaların tedavisi projesi
BCG aşılama oranlarının %85’in üzerine çıkarılması
Eğitim programlarına ağırlık verilmesi ve sürekli hale getirilmesi
Laboratuar ağının güçlendirilmesi
Göğüs hastalıkları hastanelerinin modernizasyonu
Tüm sağlık kuruluşlarında standardize edilmiş tanı ve tedavi ilkelerinin uygulanması
Tedaviye alınan tüm hastaların kayıt ve takip altına alınması
Gönüllü kuruluşlar ile işbirliği
Uluslararası kuruluşlar ile işbirliği
Verem hastalığı ile mücadele görüldüğü gibi meşakkatli, sabır isteyen, pahalı ve uzun yıllar içeren bir uygulamayı gerekmektedir. Bir basil müspet tüberkülozlu hastanın yılda, 10-15 kişiyi enfekte ederek hastalığın kolayca yayılabilmesi yanında tedavinin en az 6 ay veya 9 ay devem ettirilmesi ve hasta ile birlikte ailesinin de takip edilmesi zorunluluğu, Tüberküloz Kontrol Programının ne kadar güç olduğunu göstermektedir. Dünya Sağlık Örgütünün yaptığın araştırmalar göstermektedir ki; Türkiye gibi bir ülkede Etkili bir Tüberküloz Kontrol Programı ile Tüberküloz görülme sıklığının yarıya indirilmesi için 8 yıl geçmesi gerekmektedir.
Halkımızdan bu konudaki en önemli beklentilerimiz ise şunlardır:
Çocuklarımızın aşılarının yapılması konusunda anne ve babaların duyarlı davranmaları. BCG aşısının ilki 2. Ayını doldurunca , ikincisi ilkokul 1. Sınıfta yapılmaktadır. Aşının hiçbir yan etkisi olmayıp koruyuculuğu yüksektir (%80).
Tüberküloz teşhis ve tedavisi Bakanlığımız tarafından ücretsiz olarak yapılmaktadır. Tüberküloz şüphesi olan tüm hastalarımızın en yakın sağlık kuruluşuna ( özellikle verem savaş dispanserine) başvurarak gerekli tetkikleri yaptırmaları gerekmektedir.
Tedaviye alınan hastaların tedavilerini aksatmadan devam etmeleri ve aile bireylerini kontrole getirmeleri gerekmektedir.
Bu tedavinin kesintisiz devamı halinde şifa oranı %100 civarındadır.
Türkiye zaten geçmişte de, çok başarılı bir “Verem Savaşı” örneği sergilemiştir. Bugün de Bakanlığımıza 271 Verem Savaş Dispanseri, 22 Göğüs Hastalıkları Hastanesi, 11 Verem Pavyonu, diğer kuruluşlara bağlı 7 Göğüs Hastalıkları Hastanesinden oluşmuş geniş bir teşkilat ile, bu mücadele için pek çok ülkeden hatta bazı çok gelişmiş ülkelerden bile daha şanslı durumdadır.
TÜBERKÜLOZ (VEREM)
Ocak ayının ilk haftası Verem Savaş Haftası olarak kutlanmaktadır. Verem hastalığının etkeni olan Koch Basili İlk defa 1882 yılında Robert KOCH tarafından gösterilmiştir. Bu basil en çok akciğere daha sonra böbrek,kemik,mide-barsak sistemi,deri,merkezi sinir sistemi ve lenf sistemini tercih eder.
BULAŞMA
Uzun yıllar,verem mikrobunun hemen her yolla ve kolayca bulaşabildiği sanılmıştır. Bugün bile,bulaşmanın,hastaların balgamlarından toza toprağa karışan basillerin inhalasyonu (solunması) ya da hastalarla aynı kap-kacağı kullanmakla olduğu inancı hayli yaygındır.
Tüberküloz basilinin akciğerlere yerleşip çoğalabilmesi için akciğerin en uç noktalarına kadar ulaşması gerekmektedir. Bu uç noktalara ulaşmayan,ağız ve burnun iç yüzeylerinde ve bronşlarda tutulan basiller çoğalamamakta ve dışarı atılmaktadır. Bu uç noktalara geçiş yolları son derece dar olduğundan buralardan toz toprak gibi büyük partiküllerin geçmesi de mümkün olmamaktadır. Toz ve toprakla bulaşmayı imkansızlaştıran bir faktör de basillerin gün ışığından çok çabuk etkilenmeleridir. Bulaşma pratik olarak yalnızca,damlacık çekirdeği tabir edilen ve hastaların öksürük ve aksırıklarıyla meydana gelebilen, aerosol şeklindeki parçacıkların üzerindeki basillerle olmaktadır. Hafiflikleri nedeniyle uzun süre havada asılı kalabilen bu parçacıkların üzerindeki basiller güneş ışığı giren bir ortamda 1-2 saat içersinde ölürler,güneş ışığı girmeyen loş yerlerde ise (sinema,bar,cezaevi koğuşları vs.. ) uzun süre canlı kalabilirler.
Damlacık çekirdekleri yalnız öksürük ve aksırıkla meydana gelebilmektedir. Bu nedenle öksürük bulaşma açısından en çok dikkat edilmesi gereken bulgudur.
Öksürük akciğer tüberküloz olgularının % 75‘ inde bulunmaktadır. Öksürmeyen hastaların pratik olarak bulaştırıcı olmadıkları kabul edilmektedir.
Meme tüberkülozlu ineklerin kaynatılmadan içilen sütlerinden de bulaşma olabilmektedir. Bu tür bulaşma ender olup veremle savaşta hiçbir önceliği olmayan sindirim sistemi tüberkülozuna yol açmaktadır.
BELİRTİLER
1- Halsizlik,yorgunluk,iştahsızlık,zayıflama ve gece terlemesi
2- Ateş
3- Öksürük,balgam ve kan tükürme
4- Göğüs kafesinin yan tarafının ağrısı
TEŞHiS
1- Hasta öyküsü ve fizik muayene
2- Radyoloji
3- Tüberkülin Testi
4- Balgam tetkiki
5- Kesin tanı kültür çalışmasıyla konur.
TEDAVi
İlaçla iyileşme oranı çok yüksektir. Önemli olan ilaçları belirtilen doz ve sürede kullanmaktır. Hastanın kendisi ve çevresindekilerin kontrolleri önemlidir.
KORUNMA
1- BCG Aşısı ile korunma
2- İlaçla korunma
BCG Aşısıyla Korunma: Mikrobun zayıflatılmış bir türünden yapılan aşıdır. Ülkemizde uygulanan verem aşı şeması ;
İlk aşı : Bebek 2 . ayını doldurunca
Rapel : İlkokul 1. Sınıfta
İlaçla Korunma : Veremle savaşın temel amacı insanların verem mikrobuyla karşılanmalarını önlemektir. Bunun en etkili yolu erken teşhis ve düzenli tedavidir. Erken teşhiste ne kadar başarılı olunsa da çoğu zaman, hastaların yakın temaslılarının enfekte olmaları önlenememektedir. Mikrop kapmalarını önleyemediğimiz insanları ilaçla koruyarak hastalanma ihtimalini en aza indirmek ve bu suretle yeni enfeksiyon kaynaklarının ortaya çıkışını önlemek de verem savaşın önemli ilkelerinden biridir.
VEREMLE SAVAŞ KAVRAMI ve İLKELERİ
Veremle savaşta amaç,insanların tüberküloz basili ile enfekte olmalarını önlemektir. Çünkü basille enfekte olan kişi hemen hastalanmasa bile yaşadığı sürece hastalanma riski altındadır. Bu nedenle hastalık kaynaklarını olabildiğince erken teşhis etmek ve bunları yeterli süre ve düzenli olarak tedavi etmek verem savaşın temel ilkesidir.
Olası bir enfeksiyona karşı,insanları BCG aşısıyla bağışıklamak ve enfekte kişileri de olabildiğince erken teşhis ederek ilaçla korumak ve bu suretle hastalanma riskini asgariye düşürmek de verem savaşın diğer iki önemli ilkesidir.
ÇOCUKLARINIZI MUTLAKA BCG AŞISIYLA AŞILATINIZ. Bu konuda bilgi için verem savaş dispanserlerine,sağlık ocaklarına başvurabilirsiniz.
®adakoglu
12-01-2006, 19:32
Bademcik ve Genizeti
Bademcikler ve genizeti boynumuz, kasıklarımızda bulunan lenf bezlerine benzeyen dokulardır. Bademcikler boğazımızın iki yanında yer alırlar ve iki adettirler. Boğazımızın gerisinde ve burnumuzun arkasında bulunan genizetini ise özel aletler olmadan görmek mümkün değildir.
Bademcik ve genizeti solunum yolumuzun hemen girişinde bulunurlar ve enfeksiyona neden olan mikropları yakalarlar. Ancak bazen bakteri ve virüsler bu organlarımızın kendilerinin de iltihaplanmalarına neden olurlar. Doktorlar bademcik ve geniz etlerinin bakteri ve virüsleri filtre eden vücudun bağışıklık sisteminin bir parçası olduklarına inanırlar.
Bu organların bağışıklık sistemindeki önemleri hayatın ilk yıllarında daha fazladır ancak ilerleyen yaşla beraber önemleri azalır. Bademcik ve genizeti alınmak zorunda kalınan çocukların dirençlerinde azalma olmaz.
Bademcik ve genizeti rahatsızlıkları
Bademcik ve genizetinin en sık rahatsızlığı sık tekrar eden infeksiyonlar (boğazda ve kulakta) ve bunlara bağlı olarak bu organların büyümesidir. Bu büyüme nefes alma ve yutma fonksiyonlarını bozabilir. Bademcikler çevresinde oluşan abseler, kronik iltihaplar sonucunda bademciğin içinde kötü kokulu peynir renginde iltihap toplanır ve bu durum boğaz ağrısı ve şişmeye neden olur. Nadir olmakla beraber bademcilerdeki şişlikler tümörde olabilir.
Ne zaman doktora başvurmalı?
Çocuğunuz iltihaplı veya ileri derecede büyümüş bademcik ve genizetlerinden dolayı rahatsızlanıyorsa doktora başvurmalısınız.
Muayene:
Bademcik ve genizeti hastalıklarını ortaya koymak için kullanılan yöntemler şunlardır:
*Hastanın özgeçmişi *Fizik muayene *Boğaz kültürü *Röngen tetkikleri *Kan tahlilleri
Bademcik ve Genizeti Muayenesi Nasıl Olur?
Doktorunuz size çocuğunuzun kulak burun ve boğazıyla ilgili sorular sorup bu bölgeleri inceleyecektir. Genizetini değerlendirmek amacıyla da ufak bir ayna ile ilave bir muayene yapabilir.Kültür ve diğer testler boğazdaki infeksiyonu saptamada önemlidir; özellikle A-grubu steptokoklar bu yöntemle belirlenmelidir. Genizetinin boyutlarını saptamada bazen röntgen filmi çekmek de gerekebilir.
Bademcik ve Genizeti Hastalıkları Nasıl Tedavi Edilir?
Bademciklerin bakteriyel enfeksiyonları önce antibiyotiklerle tedavi edilmelidir. Ancak bazen bademcik ve genizetinin alınması gerekebilir. Bademcik ve genizetinin alınması için en önemli iki neden şunlardır: 1- antibiyotik tedavilerine rağmen tekrar eden infeksiyonlar 2-Büyümüş bademcik ve genizetine bağlı nefes alma zorluğu.
Nefes almada bu tip tıkanmalar erişkinlerde horlama, uyku bozuklukları ve gün boyunca uyku haline neden olurken çocuklarda huysuzluk gibi davranış bozukluklarına yol açabilir. Ortodontistler büyümüş bademcik ve genizeti ne bağlı olarak sürekli ağızdan nefes almanın diş ve yüz gelişiminde de bozukluklara yol açtığına inanırlar.
Boğazdaki kronik infeksiyonlar genizle orta kulak arasında yer alan Östaki borusunu da etkiler. Bu durum ise tekrarlayan kulak infeksiyonları ve işitme kaybına neden olabilir. Yeni yapılan çalışmalar genizetinin alınmasının tekrarlayan kulak ağrılarına ve ortakulaktaki sıvı birikmelerine iyi geldiğini göstermiştir.
Erişkinlerde ise tümör ve kanserler bazen bademcik ve genizetinin alınması için bir neden oluştururlar. İnfeksiyöz mononükleoz gibi bazı hastalıklarda bademciklerdeki büyüme nefes almayı engelleyebilir bu durumda kortizon kullanılması bazen yararlı olur.
Bademcik İltihabının Belirtileri
İltihabın bir belirtisi şişmedir diğer belirtiler ise şunlardır: *Bademciklerin kızarması * Bademciklerin üstünün beyaz bir tabaka ile kaplanması *Seste değişme *Boğaz ağrısı *Yutarken ağrı *Boyunda ağrılı bezelerin ortaya çıkması *Ateş *Ağız kokusu
Büyümüş Genizeti Belirtileri
Eğer çocuğunuzun geniz eti büyümüş ise burnundan nefes alması çoğu kez zorlanmıştır. Diğer belirtiler ise şunlardır: *Burun yerine ağızdan nefes alma *Konuşurken burun tıkanıklığına bağlı seste değişme *Gündüzleri hırıltılı nefes alma *Tekrar eden kulak iltihapları *Geceleri horlama *Geceleri horlama sırasında nefesin almanın birkaç saniye duraklaması.
Ameliyat
Çocuğunuzla konuşarak böylesi bir müdahale öncesi ona destek olun ve güvenini sağlayın. Bu müdahalenin onu daha sağlıklı yapacağına inanmasını sağlayın. Ona ameliyat sonrası ağrı olabileceğinden bahsedin. Çocuğunuzun arkadaşları arasında bu ameliyatı olmuş olanlar varsa onlar ile konuşmasını sağlayın.
Ameliyattan en az iki hafta önce aspirin ve benzeri ilaçların kullanımı terk edilmelidir.(UYARI: Reye sendromuna neden olabileceğinden çocuklarınıza hiçbir zaman aspirin vermeyiniz)
• Hastada veya ailede anestezi (narkoz) ile ilgili herhangi bir sorun varsa mutlaka doktorunuzu uyarın. Hasta herhangi bir ilaç kullanıyorsa, bir kan hastalığı varsa, hamile ise, daha önce kan nakli yapıldı ise ve kortizon kullanıyorsa ameliyatı yapacak olan doktora bunları bildirin.
• Ameliyat öncesi kan ve idrar tahlilleri gerekebilir.
• Ameliyatın öncesindeki gece yarısından sonra hiç bir şey yenilmemelidir (sakız, gargara, diş macunu ve su dahil). Midede bulunan maddeler anestezi sırasında kusmaya neden olabilir.
Hasta ameliyat öncesinde hastaneye geldiğinde anestezi doktoru tarafından muayene edilecektir. Hastaya ameliyatta ve daha sonra damardan çeşitli serumlar verilecektir.Ameliyattan bittikten sonra hasta uyanma odasına alınır her hastanın uyanma süresi farklıdır bu süre 2-10 saat arasında değişebilir. KBB doktorunuz ameliyat öncesi ve sonrası bakım ile ilgili bilgileri size verecektir.
Ameliyat Sonrası
Ameliyat sonrasında görülen bir çok belirti vardır. Bunların bir kısmı şunlardır: yutma zorluğu, kusma, ateş, boğaz ağrısı ve kulak ağrısı. Bazen ameliyattan sonra kanama da olabilir. Herhangi bir kanama olursa doktora hemen haber verilmelidir.
Aklınızda kalan tüm soruları ameliyatınızı yapacak olan doktorla açık bir şekilde konuşmalısınız.
Powered by vBulletin® Version 4.2.5 Copyright © 2025 vBulletin Solutions, Inc. All rights reserved.