Orijinalini görmek için tıklayınız : 17/01 Sağlık Haberleri
Only the registered members can see the link
Bilim adamları, ikinci tip şeker hastalığıyla bağlantılı gen buldu.
ABD'de araştırmayı yürüten ekibin başkanı Kari Stefansson, keşfettikleri genin, ikinci tip şeker hastalarının yaklaşık yüzde 20'sinde bulunduğunu açıkladı.
Stefansson, genin bir kopyasına sahip kimselerin, şeker hastalığına yakalanma riskinin diğer insanlardan yüzde 45 fazla olduğunu kaydetti.
Genin iki kopyasına sahip olanlarda ise bu risk yüzde 141 daha yüksek.
Stefansson, buluşu, 'insanın genetik tarihindeki önemli olaylardan biri' olarak tanımlıyor.
Buluşun, bilim adamlarına şeker riskini tespit amacıyla test geliştirme imkanı vermesi bekleniyor.
Dünya Sağlık Örgütü'ne göre dünyada 200 milyon şeker hastası bulunuyor.
Örgüt, geçtiğimiz eylül ayında ise 2000 yılında şeker hastalığının yüzde 5.2 ile dünyadaki ölüm sebepleri arasında büyük olasılıkla beşinci sırada olduğunu açıklamıştı.
Alıntı cnnturk.com.tr
Only the registered members can see the link
İngiltere'de yapılan bir araştırma, beslenme tarzındaki değişikliklerin zihin sağlığı üzerinde olumsuz sonuçlara yol açtığını gösterdi.
Araştırmayı yürüten ekipten Courtney Van de Weyer, ''vücudu iyi beslemek, zihni de iyi beslemek anlamına geliyor'' dedi.
'Sustain' adlı örgüt ve Zihin Sağlığı Vakfı tarafından desteklenen araştırmaya göre, yemlerde kullanılan katkı maddeleri ve tarım ilaçları, hayvan organizmasında değişikliğe yol açıyor.
Bu nedenle de omega 6 adlı yağ asidi omega 3'ten çok daha fazla tüketiliyor. Bu dengesizliğe vitamin ve mineral eksikliği de eklenince, depresyon ve hafıza sorunları ortaya çıkıyor.
İngilizlerin omega 3 kaynağı olan balığı daha az tükettiği belirtilen araştırma raporunda, beslenme tarzında amino asitlere daha fazla yer verilmesi gerektiği de belirtildi.
Raporda bu elementlerin, beyinde sinir hücreleri arasındaki iletişimde önemli rol üstlendiğine de işaret edildi ve amino asit eksikliğinin, zihinsel yetilerin azalmasına yol açabileceği vurgulandı.
Alıntı cnnturk.com.tr
Trakya Üniversitesi (TÜ) Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Turan Ege, stresli çalışma ortamının ciddi sağlık sorunlarına yol açtığını belirtti.
EDİRNE - Doç. Dr. Turan Ege, “stresli ortamlarda çalışan kişilerdeki ani tansiyon yükselmeleri, aort damar yırtılmalarına neden olabilir” dedi.
Doç. Dr. Ege, kalpten çıkan ve vücuttaki en büyük atardamar olan aort yırtılmalarının, acil müdahale edilmesi gereken ciddi bir sağlık problemi olduğunu söyledi.
Aksi halde bu durumun kişinin kısa sürede hayatını kaybetmesine neden olabildiğini ifade eden Doç. Dr. Ege, şöyle konuştu:
“Aort damar yırtılması görülen kişilerde ani bayılmalar olur. Göğüste veya sırtta ani başlayan ağrılarla kendini gösteren aort damaryırtılmaları, ani kalp krizlerine neden olmaktadır. Bu hastaların çoğuise 40-60 yaş arası erkeklerdir. Hipertansiyonu ve doğumsal aort damarhastalıkları olanlar da risk altındadır. Günümüzde yoğun stresli ortamlarda çalışan kişilerin ani tansiyon yükselmeleri de aort damar yırtılmalarına neden olabilmektedir.”
Son yıllarda aort yırtılması nedeniyle hastaneye başvuranlar arasında stresli işlerde çalışan genç erkek hasta sayısında önemli artış olduğunu bildiren Doç. Dr. Ege, şunları kaydetti:
“Yoğun stresli ortamlarda çalışılıyorsa, mutlaka bu stresin azaltılması gerekmektedir. Aksi halde aşırı stres, ani tansiyon yükselmeleri oluşturarak aort yırtılmasına neden olabilmektedir. Tansiyon yüksekliği saptanan kişilerde çeşitli ilaçlarla tansiyonun mutlaka normal sınırlara çekilmesi gerekir. Kişinin bilinen başka kalpdamar hastalığı varsa, bunlarında da mutlaka zamanında tedavisi yapılmalıdır.”
Doç. Dr. Ege, aort yırtılmaları tanısının yüzde 85-90 oranında bilgisayarlı tomografiyle konulabildiğini belirtti.
Alıntı ntvmsnbc.com
Only the registered members can see the link
Dünya Sağlık Örgütü, kuş gribi virüsünün insanlara bulaşma riskinin azaldığını duyurdu.
ANKARA - Dünya Sağlık Örgütü’nün Ankara misyonuna başkanlık eden Doktor Guenal Rodyer, Türkiye’de kuş gribine bağlı birkaç vaka daha beklediklerini söyledi.
Kuşlarda virüsün kaybolmasının zaman aldığını vurgulayan Rodyer, kuşlarla temasın hastalık riskini artırdığına dikkat çekti. Ancak Rodyer kuş gribinin insanlara bulaşma riskinin giderek azaldığını belirtti.
Dünya Sağlık Örgütü yetkilisi, kuş gribi tedavisinde tamiflu adlı ilacın da etkili olduğunun altını çizdi.
Alıntı ntvmsnbc.com
bu haber çok iyi oldu insanlar artık bu nedenle ölmemeli
saygılar....
Desenize yakında ben yolcuyum. Az kaldı demekki stres delisi oldum burada...(iş yerinde)
isteristemez bazen bende stresli ortamlarda kalabiliyorum bunun neticesinde ciddi anlamda sıkılıyorum ama kalbimede iyi bakarım spor yaparım dikkat etmek lazım..
selametle..
teşekkürler umsado faydalı bilgilerin için...
selametle..
bilgi için teşekkürler
sevgiler.....
Desenize yakında ben yolcuyum. Az kaldı demekki stres delisi oldum burada...(iş yerinde)
Ağzından yel alsın matrak ya.Kendine iyi bak dostum.
Hepinize ben teşekür ederim arkadaşlar.Azda olsa size yararlı haberler verebiliyorsam ne mutlu bana.Hepiniz sevgiyle kalın.
Hakan Gül
17-01-2006, 15:51
aslında hiçbirşey sağlığımızdan önemli değildir kendimizi fazla yormamalıyız
Yaban Ali
17-01-2006, 15:54
Riskin azalması çok iyi bir açıklama.. tamiflu adlı ilaç çok faydalı ama piyasda bulmak hemen hemen imkansız..
Hakan Gül
17-01-2006, 15:55
vallaa abi bu haber çok iyi geldi iyice bunalmaya başlamıştık
Genel Bilgiler
Erişkin insanların yaklaşık %20-25'i horlar. Horlama, erkeklerde ve şişman kişilerde daha sık olmakla birlikte, her insanda görülebilir. İlerleyen yaşla birlikte horlamanın şiddeti de artar. Üst solunum yolundaki yumuşak dokular (yumuşak damak, küçük dil ve bademcikler) uyku sırasında gevşer. Bunun sonucunda, hava yolunda kısmi bir daralma meydana gelir ve yukarıda belirtilen dokuların uyku esnasındaki titreşimleri ile horlama denilen rahatsız edici ses ortaya çıkar. Horlama bazılarınca önemsiz ve basit bir durum olarak kabul edilebilir. Ancak, bazen bütün bir ev halkını huzursuz eden bir sorun haline de gelebilir. Horlama uyku düzenini etkiler ve horlayan kişinin uyku esnasında yeterli oksijen almasına engel teşkil edebilir. Bunun sonucunda da, horlayan kişide gündüz saatlerinde uyuklama, halsizlik, konsantrasyon bozukluğu şikayetleri ortaya çıkabilir. Daha da önemlisi horlama, "obstrüktif uyku apnesi" adı verilen ve uykuda solunumun zaman zaman durması ile kendini gösteren ciddi bir hastalığın belirtisi olabilir. Horlayan kişilerin yaklaşık 1/3'ünde bu ciddi sorunun varolduğu bilinmektedir ve bunun teşhisi ancak bir uyku laboratuarında gerekli incelemelerin yapılması ile mümkün olabilmektedir.
Horlama Tedavi Edilebilir mi ?
Kilo verme, özel şekilli yastıklar, ağız veya buruna yerleştirilen bazı cihazların kullanılması, horlamanın kontrolu konusunda kısmen yararlı olabilir. Ayrıca uyku ilaçları, sakinleştirici ilaçlar ve alkol kullanımından kaçınma gibi yöntemlerle de horlama kısmen kontrol altına alınabilir.
Günümüzde, horlamayı ortadan kaldıracak, başarı oranı %85-90 olan etkili bir yöntem vardır. "Laser Uvulo-Palatoplasti" kısaca (LAUP) adı verilen bu cerrahi yöntemle yumuşak damaktaki dokular yeniden şekillendirilmekte ve horlama önlenebilmektedir. Ameliyatta amaç, lazer ışını ile yumuşak damağı oluşturan dokuları dikkatle küçülterek, zamanla dokuların iyileşip gerginleşmesiyle uyku sırasındaki titreşimleri, yani horlamayı ortadan kaldırmaktır. Ameliyatta lazer ışınının kullanılmasının nedeni, lazerin yumuşak dokuları kanamaya neden olmadan kesme özelliğinin olmasındandır. Ameliyat yaklaşık yarım saat sürmekte ve boğazı uyuşturacak şekilde bölgesel anestezi ile yapılmaktadır.
Ameliyatın Sonucunu Ne zaman Alabilirim ?
Pek çok hastada bir kez tedavi ile istenen sonuç alınmaktadır. Ameliyatın etkilerinin görülme zamanı kişiden kişiye değişmektedir. Bazı hastalarda sonuç hemen alınmakta, ameliyatın yapıldığı gün horlama kesilmektedir. Bazı hastalarda ise sonucun tam olarak ortaya çıkması 1 ay gibi bir sürenin geçmesini gerektirmektedir. Nadiren de, bazı hastalarda, en erken dört hafta sonra olmak üzere ameliyatın tekrarlanmasına ihtiyaç duyulabilir. Bazı hastalarda horlama tamamen ortadan kalkmasa bile, şiddeti azalmaktadır. LAUP ameliyatını takip eden birkaç gün ile iki hafta arasında hasta boğazında ağrıdan şikayet edebilir, ancak bu durum ağrı kesici ilaçlarla kontrol altına alınmaktadır. Hastaların çoğu birkaç gün içinde normal hayatlarına dönmekte ve çalışmaya başlayabilir hale gelmekte, sadece ağır kaldırma gibi zorlayıcı bedensel faaliyetlerden kaçınmaları istenmektedir.
LAUP İçin Uygun Bir Adaymıyım ?
Öncelikle muayene olmanız gerekir. Doktorunuz, horlamanız ile burun tıkanıklığı ve genel sağlık durumunuzun değerlendirilmesine yönelik bilgilere ihtiyaç duyacaktır. Daha sonra baş ve boyun bölgesine ağırlık verilen muayeneniz yapılacaktır. Bundan sonra muhtemelen, "Obstrüktif Uyku Apnesi" bulunup bulunmadığını araştırmak üzere uyku laboratuarında bir uyku çalışması yaptırmanız istenecektir. Uyku çalışması, uyku laboratuarında bir gece geçirmenizi ve bu sırada beyin dalgaları, kalp atımları, kandaki oksijen miktarı, solunum düzeni gibi verilerin kaydedilmesini gerektirmektedir. Bu uyku çalışmasını takiben, doktorunuz LAUP da dahil olmak üzere olası tedavi seçeneklerini belirleyecektir.
Baş ağrıları tüm dünyada hekime başvurularda en sık dile getirilen yakınmayı oluşturuyor. Kadınların yüzde 5’i ve erkeklerin yüzde 2.8’i her yıl 180 gün ve üzerinde süreyi baş ağrılarıyla geçiriyor. Baş ağrılarının 300’den fazla farklı tipi var. Birçoğunun kökeni halen tam anlaşılmamış olmakla beraber genellikle iyi huylu özellik sergiliyor. Ancak bazen ciddi ve yaşamı tehdit eden nedenlerle ilişkili olabiliyor.
Baş ağrıları hemen tüm dünyada Uluslararası Baş ağrısı Birliğinin(IHS) belirlediği kriterlerle sınıflandırılıyor. Oldukça geniş kapsamlı olan bu sınıflamaya göre; primer ve sekonder olmak üzere ikiye ayrılıyor.
Primer (birincil) baş ağrıları:
Baş ağrısını açıklayacak herhangi bir sistemik ve/veya beyin hastalığı olmuyor. Bu grupta migren, gerilim tipi baş ağrıları, küme baş ağrısı gibi baş ağrısı tipleri yer alıyor.
Sekonder (ikincil) baş ağrıları:
Bu grupta beyinde ve/veya sistemik olarak bir hastalık bulunuyor ve ağrılar bu hastalıkla ilişkili oluyor. Baş ağrısının hangi grupta olduğunu belirlemek için, geniş bir anamnez, nörolojik muayene, beyin görüntülemesinin yanı sıra , kan ve idrar tahlilleri, EEG (elektroensefalografi), gereken durumlarda lomber ponksiyon(belden su alma) işlemleri yapılması gerekiyor.
MİGREN
En sık primer baş ağrısı nedeni olan migren, damarsal kökenli, akut ataklarla giden kronik bir hastalık. Kadınların ortalama yüzde 18’i, erkeklerin yüzde 6’sında görülüyor. Migrenli hastaların yaklaşık yüzde 70’inde ailede migren öyküsü bulunuyor. Migren atakları sırasında hastaların yüzde 80’inde şiddetli baş ağrısı ve buna eşlik eden bazı bulgular görülüyor. Bunların 1/3’ünde bu rahatsızlık hissi günlük işlerine devam etmelerini engelliyor ve yatak istirahati bile gerektirebiliyor. Hastalık, hem günlük yaşam kalitesini düşürmesi hem de iş gücü kaybı ile ciddi ekonomik yük oluşturuyor.
Belirtileri:
Uluslararası Baş ağrısı Birliği bazıları seyrek görülen birçok migren tipi belirlemiş. Auralı (öncül belirtili) migrende baş ağrısı öncesinde ışıklar, zik zaklar, renkler görme şeklinde çoğunlukla görsel belirtiler gelişiyor. Aurasız, yani öncül belirtileri olmayan migrende ataklar aniden ortaya çıkıyor. Migren atağı sırasında genelde sağ veya sol yarım baş ağrısı vardır. Bu ağrı zonklayıcı, orta veya çok şiddetli bir baş ağrısıdır. Ağrıya mide bulantısı, kusma isteği veya kusma, ışık ve sese karşı hassasiyet, bazen ağrı olan tarafta uyuşmalar da eşlik edebiliyor. Ataklar ortalama 4-72 saat sürebiliyor. Ataklar sırasında birçok hasta sessiz ve karanlık bir odada yatma ihtiyacı hissediyor.
Nedenleri neler?
Migren ataklarını tetikleyen bazı durumlar olabiliyor. Bunlar adet dönemi, yumurtlama dönemi, doğum kontrol hapı kullanımı, hormon yerine koyma tedavileri gibi hormon dengesinde değişiklik yapan durumlar, alkol, konserve yiyecekler, aspartam (tatlandırıcılarda bulunur) gibi maddeler, çikolata, eski peynir, öğün kaçırma gibi beslenme ile igili durumlar, stres, üzüntü, depresyon, aşırı fiziksel aktivite ve yorgunluk, aşırı ve parlak ışıklı, floresan aydınlatmanı mekanlar, uykusuzluk, aşırı uyku, damarlarda genişleme yapan bazı ilaçlardır.
Tanı nasıl konuyor?
Migren tanısı konması için bu özeliklerin yanı sıra hastanın gerekli incelemelerinin yapılıp baş ağrılarına neden olabilecek başka bir hastalığın olup olmadığının kanıtlanması gerekiyor.
Nasıl tedavi ediliyor?
Migrenin iki tip tedavisi var. Biri atağı durdurmaya diğeri ise ataklardan korumaya yönelik tedavidir. Atak tedavisi sadece atak sırasında kullanılıyor. Ağrıların şiddeti ile süresine ve hastanın durumuna göre basit ağrı kesiciler ya da özel migren ilaçlarından yararlanılıyor. Şiddetli bulantı-kusmaları ve atak sırasında aşırı huzursuzluğu olan hastalarda bu şikayetlere yönelik tedaviler gerekebiliyor. Ataklardan korumaya yönelik tedavinin birinci basamağı ise atağın sıklık ile şiddetini azaltmak. İkinci olarak da ilk basamak başarılı olduğu takdirde hastanın kullanmakta olduğu ağrı kesici miktarını azaltmak ve onun yaşam kalitesini yükseltmek. Kullanılan ilaçlar çok çeşitli gruplardan oluşuyor. Bunlar epilepsi(sara) ilaçları, depresyon ilaçları, hipertansiyon ilaçları, magnezyumlu bazı ilaçlar olarak gruplandırılabiliyor. Bu ilaçların hangisinin seçileceğine migrenin tipi, atakların sıklığı, ataklar sırasında eşlik eden şikayetlerin özellikleri, hastanın yaşı, başka hastalıklarının olup olmaması gibi durumlara göre ilgili hekim karar veriyor. Kadınların ortalama yüzde 18’i, erkeklerin yüzde 6’sında görülüyor.
GERİLİM TİP BAŞ AĞRILARI
Primer başağrıları grubundaki diğer bir ağrı tipini ise gerilim tipi baş ağrısı oluşturuyor. Bu baş ağrıları kaslarda gerginlik ve stres sonucu ortaya çıkıyor.
Tanı nasıl konuyor?
Gerilim ağrıları olan hastalar baş ağrılarını genelde basınç ya da gerilme şeklinde tarif ediyorlar. Ağrılar migrenin aksine hafif- orta şiddette seyrediyor. Genelde iki taraflıdır, aşırı fiziksel aktiviteyle alevlenmeleri olmuyor. Bulantı, kusma, ışık ve ses hassasiyeti olmuyor. Tanı için bu özeliklerin yanı sıra yine baş ağrısının başka hastalıkla ilişkili olmadığının kanıtlanması gerekiyor. Eğer yılda yaklaşık 180 günü ağrıyla geçirmeye neden oluyor ve her ağrı atağı 30 dakika ile 7 gün arası sürebiliyorsa tekrarlayan gerilim baş ağrısından söz ediliyor.
Nasıl tedavi ediliyor?
Şiddetli dönemlerde basit ağrı kesiciler kullanılabiliyor. Ancak sık tekrarlayan ataklar varsa koruyucu tedavi olarak, hastanın yaşı ve diğer hastalıkları göz önüne alınarak ilgili hekim tarafından depresyon ilaçlarına başlanabiliyor. Koruyucu tedavinin amacı yine kullanılan ağrı kesici miktarını azaltmak ve yaşam kalitesini arttırmak. Migren ve kronik gerilim tipi baş ağrıları olan hastalarda bazı psikiyatrik bozuklukların birlikteliğine oldukça sık rastlanıyor. Psikiyatrik problemlerin de ilgili uzman tarafından değerlendirilmesi tedavi başarısında artış sağlayabiliyor.
KÜME BAŞ AĞRILARI
Küme baş ağrılarında, saniyeler süren şiddetli ağrı atakları arka arkaya kümeler halinde geliyor. Bu tip baş ağrısı genelde erkeklerde görülüyor. Ağrı çoğunlukla göz çevresi ve şakakta yoğunlaşıyor ve tek taraflı oluşuyor. Gözde kızarma, yanma, sulanma gibi belirtiler olabilir. Ağrı çok hızlı başlıyor, 10-15 dakikada zirve yapıyor ve 30-45 dakikada sonlanıyor. Ataklar 7 gün de bir görülebileceği gibi yılda bir sıklığında da olabiliyor. Ağrısız dönemlerin süresi 2 haftadan yıllara kadar uzayabiliyor. Ataklar alkol, sigara ve damarlarda genişlemeye yol açan ilaçları kullanmakla tetiklenebiliyor.
Tanı nasıl konuyor?
Yukarıda belirtilen özelliklerin yanı sıra ağrıların başka bir hastalıkla ilişkili olmadığının tetkiklerle kanıtlanması gerekiyor.
Nasıl tedavi ediliyor?
Atak sırasında hastaya yüksek miktarda O2 solutuluyor ve migren ilaçları kullanılıyor. Atağı önlemek için hipertanisyon, epilepsi(sara) ilaçlarının bazıları ve bazı ilaçlara, ilgili hekim kontrolünde başlanabiliyor. Genellikle migren ve gerilim baş ağrılarında tedavinin başarısız olmasının en önemli nedeni, hastanın tedaviye uyum göstermemesi. Özellikle koruyucu tedavilerin etkileri 3 haftadan sonra ortaya çıkıyor ve ilk haftada bazı yan etkileri olabiliyor. Hastalar ilaçları ilk hafta içinde ya da 3 haftalık periyod sonunda bırakabiliyor. Bir grup hasta da tedavide başarı sağlandığı anda iyi olduğunu düşünerek tedavisini yarıda bırakıyor. Tedavi edilmemiş farklı türden baş ağrıları günlük kronik baş ağrısı denilen ve genellikle hemen hiç geçmeyen, tedavisi oldukça güç olan bir baş ağrısı tipine dönüşebiliyor. Bu nedenle tüm tedavilerin ilgili hekim tarafından belirlenmesi ve takip edilmesi gerekiyor.
VERTİGO (BAŞ DÖNMESİ)
Baş dönmesi, nöroloji kliniklerinde sık karşılaşılan şikayetlerden birini oluşturuyor. Çoğu zaman altında önemli bir hastalık bulunmayan ve kendiliğinden düzelen bir belirti olarak ifade ediliyor. Ancak bazen çok ciddi nörolojik bir hastalığa da işaret edebiliyor. Vücudumuzun mekandaki pozisyonundan dar olmayı ve dengemizi sağlayan bazı mekanizmalar var. Göz, iç kulaktaki denge organı, kas ve eklemlerden kalkan uyarılarla sürekli baş ve vücudun diğer kısımlarının birbiriyle ve mekandaki yerleri hakkında beyne bilgi geliyor. Bu mekanizmalarda bozukluk olunca denge bozukluğu veya baş dönmesi ortaya çıkıyor. Baş dönmesi sık karşılaşılan bir şikayet. Ancak hastalar çok farklı şeyleri baş dönmesi olarak ifade edebiliyor. Vertigo, hastanın kendi bedeni veya çevrenin etrafında gerçekten dönmekte olduğunu zannetmesiyle gelişen bir tablo. Bu şekilde bir dönme hissi olmadan ortaya çıkan vertigo ise yalancı vertigo(dizzness) olarak tanımlanıyor.
Belirtileri neler?
Vertigo çok şiddetli olduğunda hastalarda gözlerde sıçrayıcı hareket, bulantı ve kusma, ayakta duramama şeklinde belirtiler de olabiliyor.
Nedenleri:
Vertigo; iç kulak, denge siniriyle ilgili hastalıklar, beyin sapı ve beyinciği tutan hastalıklarda görülebiliyor.
Meniere hastalığı: iç kulakla ilgili bir rahatsızlık. Hasta dakikalar veya saatler süren ataklar halinde tekrarlayan vertigodan yakınıyor. Bu sırada ayakta duramıyor, en ufak baş hareketiyle şiddetli vertigo gelişiyor. Genelde bulantı, kusma ve kulak çınlaması eşlik ediyor. Atakların tekrarlaması hasta olan iç kulak tarafında işitme kaybına neden oluyor.
İyi huylu tekrarlayıcı Pozisyona bağlı vertigo: İç kulakla ilgili bir rahatsızlık.Başın belli bir pozisyonunda ortaya çıkan, vertigo ve gözde sıçrayıcı hareketlerle karakterize iyi huylu bir hastalık olarak nitelendiriliyor. Saniyeler içinde gelip geçiyor, başın aynı pozisyona getirilmesiyle tekrar başlıyor.
Diğer nedenler: Beyin sapı- beyincik birleşme bölgesinden denge siniri geçiyor. Bu bölge tümörlerinde vertigo, kulak çınlaması, giderek artan işitme kaybı olabiliyor. Beyin sapı ve beyincik damar tıkanma ve kanama durumlarında da baş dönmesi gelişebiliyor. Ancak bu durumlarda birçok bölge fonksiyonunu kaybettiği için kafa sinirlerinin çoğunda tutulum, bir taraf kol-bacakta felç gibi nörolojik bozukluklar görülebiliyor.
Multiple Skleroz hastalığında beyin sapı ve beyincik, göz tutulumları olabiliyor ve vertigo, dengesizlik gibi şikayetler yapabiliyor. Oturma kalkma sırasında gelişen tansiyon düşüklüğü, çeşitli kalp hastalıkları, ağır kansızlıklar ve metabolik bozukluklar vertigo yapabiliyor uzmanlara göre. Boyun kemiklerinde bozulmalar ve kireçlenmeler bu kemiklerin içinden geçen ve beyin sapı ile beyinciği besleyen damarları sıkıştırarak vertigo yapabiliyor. Uzmanlara göre, bazı psikiyatrik rahatsızlıklarda da tekrarlayan vertigo şikayeti olabiliyor.
Yaşlı ve birçok hastalığı olan (özellikle diabet gibi) kişilerde sürekli yalancı vertigo ve dengesizlik şikayetleri ortaya çıkabiliyor.
Tanı nasıl konuyor?
Vertigo tanısı konulması için bir dizi tetkik gerekiyor. Hastanın vertigosunun gerçek olup olmadığının anlaşılabilmesi için ayrıntılı sorularla öykü alınıyor. Ardından dikkatli bir nörolojik muayene yapılması gerikiyor. Beyin görüntülemesi istenecekse beyin magnetik rezonanslı(MR) görüntüleme tercih ediliyor.
Çünkü MR beyin sapı ve beyin sapı-beyincik birleşim yerini, iç kulak yapılarıyla ilgili iltihabi durumları daha ayrıntılı gösteren bir tetkik. Gereken durumlarda kulak-burun-boğaz(KBB) muayenesi ve odiyometrik(işitme ilgili) testler yapılıyor. Rutin kan tetkiklerine bakılıyor. Başka bir çok hastalıkla ilişkili olduğu yönünde şüphelenilen hastalarda ileri incelemelere başvuruluyor.
Nasıl tedavi ediliyor?
Vertigo beyin damar hastalığı, MS, beyin tümörü, boyun kemiklerinde kireçlenme gibi hastalıklarla ilişkili ise bu hastalıklara yönelik özel tedaviler uygulanıyor.
İç kulakla ilgili vertigolarda genelde tedavi hastanın şikayetlerini hafifletmeye yönelik uygulanıyor. Kulak Burun Boğaz tarafından uygulanan bazı özel baş manevraları da tedavide kullanılıyor. Sık tekrarlayan vertigo atakları olan hastalar için çeşitli tedavilerle atak önleyici tedaviler oluşturulmaya çalışılıyor.
bende bu horlama olayı ciddii bir sorun ama sanırsam biraz kiloyla alakası var..
selametle..
bende bu horlama olayı ciddii bir sorun ama sanırsam biraz kiloyla alakası var..
selametle..
Sorma sahip kaç kilosun cabbari kardeş :cunning:
Sorma sahip kaç kilosun cabbari kardeş :cunning:
bir ara 88 falandım şi,mdilerde 73-75 arası oynuyor:)
bir ara 88 falandım şi,mdilerde 73-75 arası oynuyor:)
Abi bırak allahaşkına bende 73 kg ama ben horlamıyormuşum öyle diyorlar :spying:
Vücut elektriğinin hücre düzeyinde ölçümlenmesi ve düzenlenmesine dayalı 4 bin yıllık geleneksel Çin tıbbı yönetmelerinden “manyetik alan terapisi (magnetoterapi)”, bugün de geliştirilen cihazlarla modern tıbbın hizmetinde kullanılıyor.
İZMİR - İzmir’de magnetoterapi tedavisi uygulayan bir sağlık kuruluşunda görevli Op. Dr. Mustafa Erşin, manyetik alan tedavisinin, vücutta hücreler tarafından üretilen elektriksel aktivitenin belli noktalardan ölçümlenmesi ve bundan çıkarılan sonuçlar ışığında vücut enerjisinin düzenlemesini içeren, tıbbi yöntem olduğunu söyledi.
Magnetoterapinin, geçmişi 4 bin yıl öncesine uzanan akupunktur noktalarının tespit edilmesinden hareketle uygulanan geleneksel Çin tıbbına dayalı olduğunu ifade eden Erşin, “Bu yöntem, yüzyıllar öncesinde uygulanan bazı temel tedavi yöntemlerinin, geliştirilen cihazlar vasıtasıyla modern tıp içinde uygulanmaya başlanması ve tamamen bilimsel çalışmalar sonucu elde edilmiş terapi sonuçlarına dayanmaktadır” diye konuştu.
ERKEN TEŞHİS İMKANI SAĞLIYOR
Erşin, magnetoterapide öncelikle hastanın EKG cihazına benzer yöntemle çalışan cihaz yardımıyla belli noktalara elektriksel uyarılarvererek, organlarda üretilen elektriğin ölçüldüğünü anlattı. Erşin, şunları kaydetti:
“Bu ölçüm yapıldıktan sonra bilgisayar yardımıyla bunların analizlerini yapıyoruz ve analizler bize, (meridyenler) dediğimiz enerji veya sinir hatları hangi organı temsil ediyorsa, o organın çalışması hakkında fikir veriyor. Organların çalışmasındaki yetersizlik veya zorlanma henüz laboratuvar tahlillerinde görünür halegelmemiş olabilir. Ancak yaptığımız bu inceleme, hastalığın daha oluşum aşamasındayken fikir verme özelliğine de sahip. Aynı şekilde görünür hale gelmesinden sonra da organların enerji düzeyinde değişimden yola çıkarak, bize hastalıkların veya rahatsızlıkların hangi bölgeden kaynaklandığı hakkında bilgi veriyor. Biz bu işaretlere, sinyallere bakarak o organların modern tıp yöntemleriyle ayrıntılı incelenmesini, tetkik edilmesini veya görüntülenmesini isteyebiliyoruz.”
AĞRI, ÖDEM VE SPAZM GİDERİCİ ETKİ
Tedavi aşamasındaysa yine uzun araştırmalar sonucu tamamen tıbbi cihaz olarak geliştirilmiş aletlerle vücuda düşük yoğunluklu manyetik alan uygulandığını anlatan Erşin, bununla sorunlu bölgelerin manyetik alanlarının hücre düzeyinde desteklendiğini ve sonuçta organlarda zorlanma olan bölgelerdeki sorunların ortadan kaldırılması için desteksağlandığını belirtti.
Op. Dr. Mustafa Erşin, magnetoterapinin en önemli özelliklerinden birinin de vücudun immün (bağışıklık) sistemi üzerindeki uyarıcı etkisi olduğunu bildirerek, bu etki sayesinde hastalıklara karşı vücudun direnç mekanizmasının güçlendiğini ve hastalıkla mücadelede vücudun bir adım öne geçmesinin sağlandığını bildirdi.
Alıntı ntvmsnbc.com
Koroner damar hastalıklarının engellenmesi, dünya genelindeki ölümlerin yüzde 12’sini oluşturan ani ölümleri önlüyor.
ERZURUM - Türkiye Kardiyoloji Derneği’nin verilerine göre, ani kalp ölümleri, kalp hastalıklarından ölümlerin yarısını oluşturuyor ve sık görülen kanserlerin neden olduğu ölümlerin toplamından daha fazla ölüme sebebiyet veriyor. Yaşlılarda daha sık görülmesine karşın ani ölümler, birçok ülkede 20-30 yaşlar arasındaki genç ölümlerinin en sık rastlanan nedenleri arasında yer alıyor.
Yapılan çalışmaların ani kalp ölümlerinin yüzde 80’inin kalbi besleyen damarlardaki darlıklar ve tıkanmalar nedeniyle oluştuğunu ortaya koyduğunu belirten uzmanlar, koroner damar hastalığının yanı sıra diğer yapısal kalp hastalıklarının da ani ölüme neden olduğunu ifade ettiler.
Koroner damar hastalıklarının engellenmesinin, ani kalp ölümleriniönlediğini, bu nedenle sigara, kolesterol ve tansiyon yüksekliği gibi kalp hastalığına neden olan risk faktörlerine dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayan uzmanlar, kalp sağlığı açısından düzenli kontroller yaptırılmasını öneriyorlar.
Bazı nadir görülen ailesel geçişli hastalıkların, sağlıklı genç bireylerde ani ölüme neden olabileceğini ifade eden uzmanlar, özellikle yakın akrabalarını beklenmedik ani ölümlerle kaybedenlerin, bir kardiyoloji merkezinde değerlendirilmeleri gerektiğini belirtiyor.
Günümüzde ciddi kalp hastalıkları olan bireylerde çeşitli tetkiklerle ani ölüm riskinin belirlenebildiğini bildiren uzmanlar, yüksek riskli bireylere implante edilen defibrilatör adı verilen bazı cihazlar takılarak ani ölümün önlenebildiğini, bu yöntemle son yıllarda dünyada birçok hayat kurtarıldığını kaydettiler.
Alıntı ntvmsnbc.com
Gebelik döneminde sigara bebeklerde sakatlığa yolaçıyor.
İSTANBUL - Yeni bir araştırma, gebelik döneminde sigara içen kadınların el ve ayakları deforme bebek doğurma riskinin çok yüksek olduğunu ortaya koydu. Buna göre, günde 10 tane sigara içen bir annenin el veya ayak parmakları eksik ya da perdeli bir bebek doğurma oranı içmeyen bir anneye göre yüzde 29 daha fazla...
ABD’de yapılan bir araştırma, hamileyken sigara içen kadınların el ve ayakları eksik parmaklı veya perdeli çocuk doğurma riskinin yüksek olduğunu ortaya koydu.
ABD’de yayınlanan “estetik cerrah dergisinin” Ocak sayısında yayınlanan araştırma, 2001 - 2002 yılları arasında yaklaşık 7 milyon bebeğin üzerinde yapıldı. Araştırmaya göre, hamilelik döneminde sigara içen kadınların 5 bin 171’i sorunsuz bir hamilelik dönemi geçimelerine rağmen, dünyaya getirdikleri bebeklerde fiziksel sorunlar olduğu ortaya çıktı.
Ve araştırmanın nihai sonuçları günde yarım paket sigara içen kadınların eli veya ayağı sakat çocuk doğuma riskinin yüzde 29 arttığını gösterdi. Günde yaklaşık bir paket sigara içen kadınların sakat bebek doğurma riskinin yüzde 38 olduğu, daha çok içenlerin ise yüzde 78 oranında risk taşıdığı ortaya çıktı.
Ancak araştırmacılar, risk oranları ne olursa olsun, anne adaylarının hamilelik döneminde asla sigara içmemesi gerektiği görüşünde...
Alıntı ntvmsnbc.com
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi bünyesinde yaklaşık 3 yıl önce kurulan “İnsülin Bankası”, sosyal güvenceleri olmayan diyabet hastalarının güvencesi oldu.
ADANA - İnsülin üreten firmalardan bağış yoluyla alınan ilaçlarla oluşturulan “İnsülin Bankası”nda bugüne kadar yaklaşık 200 diyabet hastasına hizmet verildi.
ÇÜ Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi İç Hastalıkları, Endokrin ve Metabolizma Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Proje Sorumlusu Prof. Dr. Tamer Tetiker, Türkiye’de diyabetli hasta sayısının her geçen yıl arttığına dikkat çekti. Prof. Dr. Tetiker, bu hastalığın özellikle benzer beslenme kültürüne sahip, akraba evliliklerinin yaygın olduğu güney ve doğu illerinde ciddi bir sorun olarak ortaya çıktığını ifade etti. Diyabetin, ömür boyu tedavi gerektiren bir hastalık olduğunu belirten Prof. Dr. Tetiker, Adana ve çevresinde her 100 kişiden 15’inin diyabethastası olduğunu bildirdi.
“Kapalı toplum yapısı, akraba evlilikleri, sağlıksız beslenme ve hareketsiz yaşam bu oranın giderek artmasına neden oluyor” diyen Prof. Dr. Tetiker, şöyle konuştu:
“Diyabet, tedavisi yaşam boyu süren bir hastalık. Özellikle insülinle tedavide gerekli dozların uygulanamaması durumunda organ kayıpları ve hatta ölümlerle karşılaşabiliyoruz. Avrupa ülkeleri sosyal güvencesi olmayan diyabet hastalarına ücretsiz insülin sağlıyor. Biz de bu düşünceden yola çıkarak, 2003 yılında İnsülin Bankası oluşturduk. İlaç firmalarından bağış yoluyla aldığımız insülinleri poliklinik içindeki odada topluyoruz. Uygulama sayesinde bugüne kadar 200 hastayahizmet verdik. Bize başvuran hastaları muayene ederek elde ettiğimiz bulguları da kayıt altına alıp kendilerini sürekli takip ediyoruz. Yalnızca Adana değil, tüm çevre illerden vatandaşlar bize ulaşabilir. Ücretsiz insülin alabilmesi için sosyal güvencesinin olmaması yeterli.”
Prof. Dr. Tetiker, binlerce YTL’lik yatırım gerektiren bir birimi insülin üreten firmaların bağışlarıyla oluşturduklarını vurgulayarak, vatandaşlardan evlerinde bulunup da kullanmadıkları insülinleri birimlerine bağışlamalarını istedi.
Alıntı ntvmsnbc.com
çook teşekkürleer ustam paylaşım için
paylaşım için teşekkürler ciddi dikkat edilmesi gereken hususlar..
selametle..
çook teşekkürleer ustam paylaşım için
Bişey değil umuter.Allah kalbinizden sevgiyi eksik etmesin.
Yaban Ali
17-01-2006, 23:01
Kalpler artık günümüz yükünü çekemez oldular.. bu zamana kalpmi dayanır..
Powered by vBulletin® Version 4.2.5 Copyright © 2025 vBulletin Solutions, Inc. All rights reserved.