PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : İkinci Sevr......



bulletfromhell
26-10-2007, 22:53
İkinci Sevr AB'nin Son Çığlığı..

Only the registered members can see the link

AB ikinci bir Sevr'i Türkiye'ye dayatarak miadını doldurduğu itiraf edilen kimliğini canlı tutmayı umuyor. Buna karşı ulusal çıkarlarına sahip çıkan bir Türkiye, yeni uluslararası sisteme aykırı hareket etmiş olmaz. Tabii, Atatürk'ün "Hayat demek, mücadele, müsademe demektir" sözlerini hatırlayıp bunların gereklerini yerine getirmek kaydıyla. Halil KARAVELİ Gazeteci-yazar Tarihçi Halil İnalcık AB hakkında "Avrupa Birliği diye bilin, ben Allahın belası diyorum" demiş. Sevr'in "hortladığı" apaçık ortada. Avrupa ve Amerika, Rum, Ermeni ve Kürt milliyetçiliklerini körüklüyor. Tarih bir anlamda tekrar ediyor. Fakat Anadolu'yu Rumlar, Ermeniler, Kürtler arasında paylaştıran Sevr'i Osmanlı'ya empoze edebilen Batı ile bugün benzeri bir planı uygulayan Batı'nın hareket noktaları ve ideolojik güç pozisyonları birbirinden farklı. Birinci ve ikinci Sevr arasındaki benzerlikler kadar farkı da algılamak Türkiye için yaşamsal önem taşıyor. Birinci Sevr, Batı'nın 19. yüzyılın başından itibaren ihraç ettiği etnik temelli devlet düşüncesinin ve emperyalizmin Osmanlı'yı getirdiği son nokta idi. İkinci Sevr sonuçta aynı yıkımı getirecek olsa da birincisinden farkı, bu kez "aydın" liberal ilkelerden kaynaklanıyor olması. Bu sinsilik tehlikeyi bir bakıma daha zor bertaraf edilir kılıyor. İngiliz "Economist" dergisinden Bruce Clark , Lozan Antlaşması ve Türk-Yunan nüfus mübadelesini konu alan "Twice a Stranger" adlı kitabında, 1920 ile bugün arasındaki tehlikeli benzerliğe dikkat çekiyor: Bir zamanlar nasıl Batı kaynaklı etnik milliyetçilik Osmanlı dünyasını kan gölüne çevirmiş idiyse, bugün yine Avrupa'nın ihraç ettiği başka bir model ­ulus devlet karşıtlığı­ bu defa sözde yüksek, liberal ilkeler adına aynı coğrafyada etnik bölünmeleri kışkırtarak benzer tehlikeler yaratıyor. Bu saptama, Kemalizmle hesaplaşmakla meşgul Türk liberallerini kendi düşün temellerini sorgulamaya davet niteliğini taşıyor. Liberallere şunu hatırlatmak gerek: Lozan sadece Batı emperyalizminin yenilgisini tescil etmekle kalmamıştı. Yenilgiye uğratılan, aynı zamanda Batı'nın başat ideolojisi etnik milliyetçilik, dolayısıyla faşizm idi. Cumhuriyet Türkiyesi'nin doğuşu ile bu virüsü Anadolu'nun Hıristiyan nüfusundan sonra Müslüman nüfusunun da içine salma projesine dur denmişti. Ulusallığın etnik milliyetçilikle bir tutulması, faşizmin, etnik milliyetçiliğin Avrupa'ya egemen olduğu bir dönemde Atatürk' ün Türkiye'de bambaşka bir ulus anlayışının temellerini atmış olmasının önem ve değerinin liberaller tarafindan kavranmasını engelliyor. Tarihi yanlış okuyan geleceği temsil edemez. Liberalizmin de geleceğin ideolojisi olmadığı giderek belirginleşiyor. Türkiye liberal, küreselleşmeci söylemin ablukası altında olduğu için uluslararası sistemin dinamiklerinin hızlı bir değişim süreci içinde olduğu gerçeği gözlerden kaçabiliyor. Halbuki liberal "okul" un hiç beklemediği yeni bir dünya doğuyor ve bu dünyada bağımlılık değil, bağımsızlık başat değer. Avrupa'nın temsil edegeldiği ve Türkiye'de hegemonya kurmuş liberal ideoloji üstünlüğünü giderek yitiriyor. Birinci Sevr'i dayatmaya çalışan Avrupa, bunu mutlak, siyasi/askeri ve ideolojik bir güç pozisyonundan yapmıştı. İkinci Sevr'i tezgâhlayan Avrupa ise bu güçten yoksun. Yeni dünya ortamında Avrupa Birliği ve onun siyasal modeli tam tersine giderek aykırı olanı temsil eder duruma düşüyor. Bunu da AB'nin yandaşları kendileri söylüyorlar. Fransız AB uzmanı, AB eski komisyon başkanlarından Jacques Delors 'un danışmanlığını yapmış olan Laurent Cohen-Tanugi "Guerre ou paix" adlı yeni çıkan denemesinde, Avrupa Birliği'nin temel taşının ulusal egemenlik kavramının terk edilmesi olduğunu hatırlattıktan sonra, bu tutumuyla AB'nin dünyada yalnız kaldığını tespit ediyor: "AB'nin ideolojik özellikleri, ulusal egemenliğin kısıtlanması ve pasifizm, simetrik bir gerileme kaydediyor. Tarih, yani uluslararası siyasetin klasik jeopolitik çıkar çatışmaları, geri döndü." "21. yüzyılın başının güçlü devletlerinin hepsi geçmişleri ve kültürleri itibarıyla ulus devlete ve onun sınırsız egemenliği ilkesine sıkı sıkıya bağlı devletlerdir'' dedikten sonra, Cohen-Tanugi, ABD, Çin, Hindistan, Rusya, Japonya, İran, İsrail ve Venezüella'yı örnek veriyor ve aslında dünya devletlerinin hemen hepsi, bu arada bağları gevşemiş AB'nin bile üyeleri, kendi erklerini ve kimliklerini savunma ve yüceltmede birleşiyorlar, sonucuna varıyor. İlk Sevr'e boyun eğmekten başka çare olmadığını düşünen Osmanlı'ya şaşmamak gerek. Fakat ikinci bir Sevr rüyası görenleri bozguna uğratmak için Mustafa Kemal'in cesareti ve dehasına sahip olmak gerekmiyor. AB ikinci bir Sevr'i Türkiye'ye dayatarak miadını doldurduğu itiraf edilen kimliğini canlı tutmayı umuyor. Buna karşı ulusal çıkarlarına sahip çıkan bir Türkiye, yeni uluslararası sisteme aykırı hareket etmiş olmaz. Tabii, Atatürk'ün "Hayat demek, mücadele, müsademe demektir" sözlerini hatırlayıp bunların gereklerini yerine getirmek kaydıyla.

kaynak:Only the registered members can see the link