gacvokem
29-11-2007, 08:16
Alıntıdır
Kefen sıyrıldı ve…Özel solüsyonla ıslatılmış pamuk kitlesi
kaldırılınca Ata’nınyüzü ortaya çıktı. Derisi kahverengi bir hal almış, ama
hatları bozulmamıştı.Sanki uyuyordu…
Only the registered members can see the link
Özel solüsyonla ıslatılmış pamuk kitlesi kaldırılınca
Ata’nın yüzü ortaya çıktı. Derisi kahverengi bir hâl almış, ama hatları
bozulmamıştı. Sanki uyuyordu…
8 Kasım 1953 Pazar gecesi saat 23:00′da Prof. Dr. Kamile Şevki Mutlu’nun ev
telefonu çaldı. Prof. Mutlu, Ankara Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji
Kürsüsü Başkanı’ydı ve patalogdu. Arayan ise Ankara Valisi Kemal Aygün’dü…
Aygün, ‘Hocam’ dedi, ‘10 Kasım günü Atamızın naaşını Anıtkabir’e taşıyacağız.
Bunun için bir komite kurduk. Naaşı
geleneklere uygun olarak toprağa defnedeceğiz. Ancak bozulmadan korunduğunu
belgelemek için muayene etmenizi rica ediyoruz.
Only the registered members can see the link
‘Prof. Mutlu önce reddetti. Mutlu, o sırada 40 derece ateşle yatıyordu.
Hastalığını gerekçe göstererek bu görevi bir başka meslektaşının yapmasını rica
etti. Ancak Vali Aygün ısrarcıydı: ‘Ben sizi sarar sarmalar götürürüm, bu tarihi
bir görev’ dedi. Mutlu kabul etti ve 9 Kasım sabahı Etnografya Müzesi’ne gitti.
Başbakan Adnan Menderes oradaydı. Meclis Başkanı Refik Koraltan ve eski başkan
Abdulhalik Renda… Mutlu, görevden affını istemekle ne büyük hata ettiğini o
zaman anladı.
Gerçekten tarihi bir tanıklıktı bu… Ata’nın gül ağacından tabutu, 4 Kasım
günü, geçici kabrinden çıkarılıp müzenin holündeki mermer katafalka konulmuştu.
Bir hafta boyunca sırayla öğrenciler, subaylar ve generaller katafalk başında
nöbet tutmuştu. Nihayet tabutun açılma günü gelip de komite üyeleri tamam
olunca, Prof.Dr. Kamile Mutlu ‘Başlayın’ talimatını verdi.
Bunun uzerine tabutun vidaları söküldü. Tahta tabutun içinde madenî bir sanduka
bulunuyordu. Bu sandukada gaz birikmiş olma ihtimali düşünülerek önce bir burgu
ile delik açıldı. Gaz ya da koku çıkmadı. Sanduka talaş doluydu. Sandukanın içi,
muhafaza solüsyonu ile ıslatılmış tahta talaşı doluydu. Bu talaş, naaşın ayak
yönüne doğru toplandı. Talaşın arasında, ağzı kapalı ve içi sıvı dolu bir şişe
bulundu. Bu, cesedi muhafaza icin kullanılan solüsyondan bir numuneydi. Üzerinde
terkibi yazılıydı. Ata’nın naaşı beyaz kefene sarılmış, sonra kahverengi bir
muşambayla kaplanmıştı. Sargıları açmaya başladılar. Herkes nefesini tutmuştu.
Çünkü, ‘Naaş çürüyüp bozulmuş, çıkan gazlar tabutu patlatmış, nöbetci er,
kokudan bayılmış’ diye bir sürü söylenti geziniyordu. Ve 15 yıl sonra ilk kez
Ata’nın yüzünü göreceklerdi. Kefenin sargıları aralanınca Prof. Kamile Şevki
Mutlu, orada bulunanların yardımıyla katafalka çıktı ve Atatürk’ün yüzüne baktı.
Ata’nın derisi kahverengi bir hâl almış, ama yüz hatları bozulmamıştı. Menderes
sapsarı olmuştu Prof. Mutlu, gördüğü tabloyu daha sonra şöyle anlatacaktı:
‘Yüzünü örten ıslak pamuk kitlesi kaldırılınca Ata’nın heykel gibi duran yüzü
ile karşılaştım. Uzun sarı saçlarından ince bir tutam, sol göz kapağının üzerine
düşmüştü. Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’ndaki yatağında uyuyor gibiydi. ‘ Prof.
Mutlu, kenarda bekleyen komite üyelerini tabutun başına cağırdı. Onlar da tek
tek tabutun içine baktılar. En başta Başbakan Adnan Menderes vardı. Koyu renk
takım elbisesi içindeki Menderes de yanındakilerin yardımıyla katafalka çıktı,
ürkek bir şekilde aşağı, tabuta doğru baktı. O an ne olduğunu Prof. Kamile
Mutlu’dan aktaralım: ‘Menderes çok heyecanlandı. Rengi sapsarı oldu. Bir de
baktım ki, müzenin kapısına doğru gidiyor. Atatürk’ün yüzüne bakmadı. Tahmin
ediyorum, kendinde o kuvveti bulamadı. En sona Abdulhalik Renda kalmıştı. O da
Ata’yla karşı karşıya gelir gelmez tabutun yanına yığılıverdi. Salondaki herkes
Atatürk’ü tek tek gördükten sonra naaş, tekrar solüsyonla ıslatıldı. Ata’nın
başı pamuklarla örtüldü ve vücudu beyaz kefenle sarıldı. Bu sırada bir komiser,
orada görevli adlî tıp doçenti Dr. Cahit Özen’in yanına yaklaşıp avucunda
taşıdığı bir kağıdı gösterdi ve şöyle dedi: ‘Bu kağıdı, Atatürk’ün hemşiresi
Makbule Hanım gönderdi. Kefenin içine Atatürk’ün göğsü üstüne konmasını istiyor.
‘Doc. Özen, kağıda bir göz attı. Eski Türkçe bir şeyler yazılıydı. ‘Böyle bir
kağıdı Atatürk kabul etmez. Bize kızar, darılır’ dedi. Komiser kağıdı katlayıp
cebine koydu ve uzaklaştı. Bütün işlemler
bittikten sonra salonda bulunanlar naaşın iki yanından geçip hep bir ağızdan
besmele çektiler ve cesedi yeni tabuta yerleştirdiler. Bu tabut da 15 yıl içinde
yattığı büyük gül ağacı tabutun içine konuldu. Üzeri bayrakla örtüldükten sonra
kapağı kapatıldı.
Ve 10 Kasım sabahı, Ata’nın naaşı 15 yıl önce onu Dolmabahçe’den Ankara’ya
taşıyan top arabasına yerleştirilip son
durağı olacak Anıtkabir’e taşındı. Artık ebediyen orada kalacaktı…
Atatürk’ün tabutu, Menderes’in huzurunda açılmıştı. Ata’nın 15 yıl Etnografya
Müzesi’nde bekletilen naaşı, 12 askerin
omuzları üzerinde oradan alınmış ve 136 asteğmenin çektiği bir top arabası ve
matem marşı eşliğinde Anıtkabir’e taşınmıştı. Radyodan naklen yayımlanan o
görkemli tören, en az 15 yıl önceki kadar hüzünlüdür. Ancak o törenden hemen
önce yaşananlar, tarihçilerin pek ilgisini çekmemiştir.
Bilindiği gibi, Anıtkabir yapılana dek, Atatürk’ün naaşının korunabilmesi için
‘tahnit’ denilen bir işlem yapılmıştı. Gülhane Patolojik Anatomi Profesörü Dr.
Lütfi Aksu tarafından gerçekleştirilen bu işlem sırasında naaşa, şırıngayla özel
bir formül enjekte edilmiş ve üzerine formüllerin yapıştırıldığı iki küçük ilaç
şişesi, Ata’nın koltuk altlarına yerleştirilmişti. Bu işlem sayesinde Ata’nın
naaşı da, diyelim bugün Lenin’in mozolesinde olduğu gibi olduğu günkü haliyle
korunabilirdi. Ancak İslâm dini, olunun defnini şart koştuğundan, geçici
tahnitin bozulması şarttı. Nakilden önce, bu işlem için bir komite kuruldu. O
komite, törenden bir gün önce, Başbakan Adnan Menderes’in huzurunda Atatürk’ün
tabutunun açılmasını kararlaştırdı.
Tabut açılınca tahnit bozulacak ve ceset çürümeye başlayacaktı. Bir başka
deyişle Atatürk’ün (mumyalanmış gibi) korunmuş naaşını son görenler, o törene
katılanlar olacaktı. Atatürk’le ilgili belgesel çalışmaları sırasında o törene
katılanların bir kısmıyla konuşmuştuk. Bu yazıda yer alan bilgilerin bir kısmı o
tanıklıklara, önemli bir bölümü ise değerli Atatürk araştırmacısı Prof. Dr.
Utkan Kocatürk’ün, Prof Dr. Kamile Şevki Mutlu ile yaptığı sohbetten
aktardıklarına dayanıyor. Ata’nın yarım asır önceki son yolculuğu, sanırım bu
ayrıntılarla daha da ilginç bir boyut kazanıyor.
Only the registered members can see the link
Atatürk’ü son görenler anlatıyor:
‘Yüzünde iki günlük sakal vardı’ Osman Ersoy ve Halide İntepe, 10 Kasım 1953′te
Etnografya Müzesi’nde asistan olarak çalışıyorlardı. O yüzden 50 yıl önceki o
töreni ve tabutun içindeki Atatürk’ü son kez görme fırsatı buldular.
İzlenimlerini şöyle anlattılar:
OSMAN ERSOY: ‘Sağlığında görmemiştim Atatürk’ü… Korkunç
heyecanlıydım. Biz çalışanlar, asistanlar, memurlar sıra ile
katafalka
çıktık. Oldukça sararmış ve küçülmüş bir çehre… 1 - 2 günlük
sakalı
vardı. Kaşları fevkalade iyi şekilde fark ediliyordu.’
‘ Gözleri aralıktı’
HALİDE İNTEPE:
‘Tabut kapanmadan en son gittim baktım.
Başı yana
doğru eğikti. Yüzü hiç bozulmamıştı. Azıcık sakalları çıkmıştı.
Hani
insan hasret giderek ölürse, gözleri aralık kalırmış ya, öyle
aralıktı
gözleri… Ama bir ölü yüzü yoktu. Uyuyor gibiydi.’
nur içinde yatsın ..............
VATAN SANA MİNNETTARDIR
"Sahipsiz memleketin batması haktır, Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır."
Only the registered members can see the link
Kefen sıyrıldı ve…Özel solüsyonla ıslatılmış pamuk kitlesi
kaldırılınca Ata’nınyüzü ortaya çıktı. Derisi kahverengi bir hal almış, ama
hatları bozulmamıştı.Sanki uyuyordu…
Only the registered members can see the link
Özel solüsyonla ıslatılmış pamuk kitlesi kaldırılınca
Ata’nın yüzü ortaya çıktı. Derisi kahverengi bir hâl almış, ama hatları
bozulmamıştı. Sanki uyuyordu…
8 Kasım 1953 Pazar gecesi saat 23:00′da Prof. Dr. Kamile Şevki Mutlu’nun ev
telefonu çaldı. Prof. Mutlu, Ankara Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji
Kürsüsü Başkanı’ydı ve patalogdu. Arayan ise Ankara Valisi Kemal Aygün’dü…
Aygün, ‘Hocam’ dedi, ‘10 Kasım günü Atamızın naaşını Anıtkabir’e taşıyacağız.
Bunun için bir komite kurduk. Naaşı
geleneklere uygun olarak toprağa defnedeceğiz. Ancak bozulmadan korunduğunu
belgelemek için muayene etmenizi rica ediyoruz.
Only the registered members can see the link
‘Prof. Mutlu önce reddetti. Mutlu, o sırada 40 derece ateşle yatıyordu.
Hastalığını gerekçe göstererek bu görevi bir başka meslektaşının yapmasını rica
etti. Ancak Vali Aygün ısrarcıydı: ‘Ben sizi sarar sarmalar götürürüm, bu tarihi
bir görev’ dedi. Mutlu kabul etti ve 9 Kasım sabahı Etnografya Müzesi’ne gitti.
Başbakan Adnan Menderes oradaydı. Meclis Başkanı Refik Koraltan ve eski başkan
Abdulhalik Renda… Mutlu, görevden affını istemekle ne büyük hata ettiğini o
zaman anladı.
Gerçekten tarihi bir tanıklıktı bu… Ata’nın gül ağacından tabutu, 4 Kasım
günü, geçici kabrinden çıkarılıp müzenin holündeki mermer katafalka konulmuştu.
Bir hafta boyunca sırayla öğrenciler, subaylar ve generaller katafalk başında
nöbet tutmuştu. Nihayet tabutun açılma günü gelip de komite üyeleri tamam
olunca, Prof.Dr. Kamile Mutlu ‘Başlayın’ talimatını verdi.
Bunun uzerine tabutun vidaları söküldü. Tahta tabutun içinde madenî bir sanduka
bulunuyordu. Bu sandukada gaz birikmiş olma ihtimali düşünülerek önce bir burgu
ile delik açıldı. Gaz ya da koku çıkmadı. Sanduka talaş doluydu. Sandukanın içi,
muhafaza solüsyonu ile ıslatılmış tahta talaşı doluydu. Bu talaş, naaşın ayak
yönüne doğru toplandı. Talaşın arasında, ağzı kapalı ve içi sıvı dolu bir şişe
bulundu. Bu, cesedi muhafaza icin kullanılan solüsyondan bir numuneydi. Üzerinde
terkibi yazılıydı. Ata’nın naaşı beyaz kefene sarılmış, sonra kahverengi bir
muşambayla kaplanmıştı. Sargıları açmaya başladılar. Herkes nefesini tutmuştu.
Çünkü, ‘Naaş çürüyüp bozulmuş, çıkan gazlar tabutu patlatmış, nöbetci er,
kokudan bayılmış’ diye bir sürü söylenti geziniyordu. Ve 15 yıl sonra ilk kez
Ata’nın yüzünü göreceklerdi. Kefenin sargıları aralanınca Prof. Kamile Şevki
Mutlu, orada bulunanların yardımıyla katafalka çıktı ve Atatürk’ün yüzüne baktı.
Ata’nın derisi kahverengi bir hâl almış, ama yüz hatları bozulmamıştı. Menderes
sapsarı olmuştu Prof. Mutlu, gördüğü tabloyu daha sonra şöyle anlatacaktı:
‘Yüzünü örten ıslak pamuk kitlesi kaldırılınca Ata’nın heykel gibi duran yüzü
ile karşılaştım. Uzun sarı saçlarından ince bir tutam, sol göz kapağının üzerine
düşmüştü. Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’ndaki yatağında uyuyor gibiydi. ‘ Prof.
Mutlu, kenarda bekleyen komite üyelerini tabutun başına cağırdı. Onlar da tek
tek tabutun içine baktılar. En başta Başbakan Adnan Menderes vardı. Koyu renk
takım elbisesi içindeki Menderes de yanındakilerin yardımıyla katafalka çıktı,
ürkek bir şekilde aşağı, tabuta doğru baktı. O an ne olduğunu Prof. Kamile
Mutlu’dan aktaralım: ‘Menderes çok heyecanlandı. Rengi sapsarı oldu. Bir de
baktım ki, müzenin kapısına doğru gidiyor. Atatürk’ün yüzüne bakmadı. Tahmin
ediyorum, kendinde o kuvveti bulamadı. En sona Abdulhalik Renda kalmıştı. O da
Ata’yla karşı karşıya gelir gelmez tabutun yanına yığılıverdi. Salondaki herkes
Atatürk’ü tek tek gördükten sonra naaş, tekrar solüsyonla ıslatıldı. Ata’nın
başı pamuklarla örtüldü ve vücudu beyaz kefenle sarıldı. Bu sırada bir komiser,
orada görevli adlî tıp doçenti Dr. Cahit Özen’in yanına yaklaşıp avucunda
taşıdığı bir kağıdı gösterdi ve şöyle dedi: ‘Bu kağıdı, Atatürk’ün hemşiresi
Makbule Hanım gönderdi. Kefenin içine Atatürk’ün göğsü üstüne konmasını istiyor.
‘Doc. Özen, kağıda bir göz attı. Eski Türkçe bir şeyler yazılıydı. ‘Böyle bir
kağıdı Atatürk kabul etmez. Bize kızar, darılır’ dedi. Komiser kağıdı katlayıp
cebine koydu ve uzaklaştı. Bütün işlemler
bittikten sonra salonda bulunanlar naaşın iki yanından geçip hep bir ağızdan
besmele çektiler ve cesedi yeni tabuta yerleştirdiler. Bu tabut da 15 yıl içinde
yattığı büyük gül ağacı tabutun içine konuldu. Üzeri bayrakla örtüldükten sonra
kapağı kapatıldı.
Ve 10 Kasım sabahı, Ata’nın naaşı 15 yıl önce onu Dolmabahçe’den Ankara’ya
taşıyan top arabasına yerleştirilip son
durağı olacak Anıtkabir’e taşındı. Artık ebediyen orada kalacaktı…
Atatürk’ün tabutu, Menderes’in huzurunda açılmıştı. Ata’nın 15 yıl Etnografya
Müzesi’nde bekletilen naaşı, 12 askerin
omuzları üzerinde oradan alınmış ve 136 asteğmenin çektiği bir top arabası ve
matem marşı eşliğinde Anıtkabir’e taşınmıştı. Radyodan naklen yayımlanan o
görkemli tören, en az 15 yıl önceki kadar hüzünlüdür. Ancak o törenden hemen
önce yaşananlar, tarihçilerin pek ilgisini çekmemiştir.
Bilindiği gibi, Anıtkabir yapılana dek, Atatürk’ün naaşının korunabilmesi için
‘tahnit’ denilen bir işlem yapılmıştı. Gülhane Patolojik Anatomi Profesörü Dr.
Lütfi Aksu tarafından gerçekleştirilen bu işlem sırasında naaşa, şırıngayla özel
bir formül enjekte edilmiş ve üzerine formüllerin yapıştırıldığı iki küçük ilaç
şişesi, Ata’nın koltuk altlarına yerleştirilmişti. Bu işlem sayesinde Ata’nın
naaşı da, diyelim bugün Lenin’in mozolesinde olduğu gibi olduğu günkü haliyle
korunabilirdi. Ancak İslâm dini, olunun defnini şart koştuğundan, geçici
tahnitin bozulması şarttı. Nakilden önce, bu işlem için bir komite kuruldu. O
komite, törenden bir gün önce, Başbakan Adnan Menderes’in huzurunda Atatürk’ün
tabutunun açılmasını kararlaştırdı.
Tabut açılınca tahnit bozulacak ve ceset çürümeye başlayacaktı. Bir başka
deyişle Atatürk’ün (mumyalanmış gibi) korunmuş naaşını son görenler, o törene
katılanlar olacaktı. Atatürk’le ilgili belgesel çalışmaları sırasında o törene
katılanların bir kısmıyla konuşmuştuk. Bu yazıda yer alan bilgilerin bir kısmı o
tanıklıklara, önemli bir bölümü ise değerli Atatürk araştırmacısı Prof. Dr.
Utkan Kocatürk’ün, Prof Dr. Kamile Şevki Mutlu ile yaptığı sohbetten
aktardıklarına dayanıyor. Ata’nın yarım asır önceki son yolculuğu, sanırım bu
ayrıntılarla daha da ilginç bir boyut kazanıyor.
Only the registered members can see the link
Atatürk’ü son görenler anlatıyor:
‘Yüzünde iki günlük sakal vardı’ Osman Ersoy ve Halide İntepe, 10 Kasım 1953′te
Etnografya Müzesi’nde asistan olarak çalışıyorlardı. O yüzden 50 yıl önceki o
töreni ve tabutun içindeki Atatürk’ü son kez görme fırsatı buldular.
İzlenimlerini şöyle anlattılar:
OSMAN ERSOY: ‘Sağlığında görmemiştim Atatürk’ü… Korkunç
heyecanlıydım. Biz çalışanlar, asistanlar, memurlar sıra ile
katafalka
çıktık. Oldukça sararmış ve küçülmüş bir çehre… 1 - 2 günlük
sakalı
vardı. Kaşları fevkalade iyi şekilde fark ediliyordu.’
‘ Gözleri aralıktı’
HALİDE İNTEPE:
‘Tabut kapanmadan en son gittim baktım.
Başı yana
doğru eğikti. Yüzü hiç bozulmamıştı. Azıcık sakalları çıkmıştı.
Hani
insan hasret giderek ölürse, gözleri aralık kalırmış ya, öyle
aralıktı
gözleri… Ama bir ölü yüzü yoktu. Uyuyor gibiydi.’
nur içinde yatsın ..............
VATAN SANA MİNNETTARDIR
"Sahipsiz memleketin batması haktır, Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır."
Only the registered members can see the link