PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Bu Eğitim Sistemi ile Geleceğimiz Karanlıktır!



osmann
17-12-2007, 18:16
Mehmet Şevket Eygi

17.12.2007


Bir ülkenin eğitim sistemi düzgünse o ülkenin geleceği parlaktır, düzgün değilse karanlıktır. Türkiye’nin geleceği parlak mıdır, karanlık mıdır?.. Karanlıktır, çünkü eğitim sistemi iflas etmiştir.

Sen nasıl böyle konuşabilirsin?.. On binlerce okul, binlerce lise, bir ordu kadar öğretmen, dev binalar, dershaneler... Bütün bunlar varken... Evet, bütün bunlar şekle ait şeylerdir. Bizde eğitimin içi boştur, koftur.

Önce yazılı ve edebî lisandan başlayalım: Bizim eğitimimiz konuşma Türkçesi ile iş görüyor. Lise mezunlarına zengin, yazılı ve edebi Türkçeyi öğretemiyoruz. Sosyal kültürün ana temeli edebi-yazılı Türkçedir. O olmazsa her şey boştur.

Toplum içinde iletişim ihtiyaçlarını gidermek için okula gitmeye lüzum yoktur. Okuma yazma bilmez vatandaşlar da pek âlâ Türkçe konuşabiliyorlar ve onlarla anlaşabiliyoruz.

Eğitim için konuşulmayan, yazılan zengin Türkçe gereklidir.

Günlük sokak Türkçesi üç beş yüz kelimeden ibarettir.

Zengin edebi Türkçe on binlerce kelime, kavram ve terim ihtiva eder.

Biliyorum bazıları itiraz edecekler. Kimi liseli çocuklarımız cebir, geometri, fizik, kimya, biyoloji sahasında uluslar arası ödüller kazanıyorlarmış.

Bırakın bu aldatmacaları!..

O ödül kazanan çocukların ellerine birer Fuzulî Divanı veriniz ve metin şerhi yaptırınız. Bakalım kaç numara alacaklar. Ödül mü alacaklar mödül mü?

Bu Fuzuli de nereden çıktı?.. O, klasik Türkçe’nin en büyük şairidir. İngilizlerin Shakespeare’i, İranlıların Hâfız’ı neyse, Türkiyelilerin Fuzulî’si de öyledir.

İran’da her evde Kur’an-ı Kerim’den sonra bir Hafız Divanı bulunur. Türkiye’de lise ve üniversite mezunu kaç vatandaşın evinde Fuzulî Divanı ve benzeri muhalled klasik eserler vardır?

İran’da lise diplomasına sahip herkes 13’üncü asırda yaşamış Hâfız’ın şiirlerini, mânasını anlayarak okur ve bu kıraatden haz ve zevk alır. Bizde lise mezunları Fuzulî’yi anlayabilir mi?

Felaket bununla bitmiyor. Türkiye’nin yeni nesilleri 1928’den önce basılmış kitapları okuyamıyor. Neymiş Eski Türkçeymiş. Yahu bir lisanın eskisi yenisi olur mu?.. Lisan bir bütündür, tekâmül ede ede gelişir ve değişir ama bu değişim ve gelişimde asla kopukluk olmaz. Bizde kopukluk vardır. Türkler, 1928’e kadar 1000 yıldan fazla Arap-İslâm yazısını kullanmışlar, 1928’de harf devrimi yapılmış ve bu yazı yasaklanmıştır. O zaman bu yasağın büyük bir sakıncası yoktu. Çünkü herkes “eski yazıyı” biliyor, özel notlarını, mektuplarını, kayıtlarını bu yazı ile kaleme alıyordu. Sonra bu nesiller öldüler, yerlerine okuma-yazma bilmez kuşaklar geldi. Onlar dedelerinin, atalarının mezar taşlarını bile okuyamıyorlar.

Liselerde okutulan en önemli dersler edebiyat, tarih ile felsefe grubu derslerdir. Psikoloji, mantık, ahlak, ****fizik, estetik. Bizde bunlar doğru dürüst okutuluyor mu?.. Eskiden medreselerde, idadilerde, sultanilerde güçlü bir mantık dersi varmış. Biz bunları da kaldırdık. Biraz bir şeyler okutur gibi yapıyoruz ama hep aldatmaca, hep kandırmaca.

Lise mezunu bir gence, mantığın tarifini sorunuz bakalım bilecek mi?..

Eskiden bizde lise bitirme imtihanları, ondan sonra olgunluk/bakalorya imtihanları yapılırdı. Kompozisyon şeklinde olurdu. Bunları kaldırdılar. Fransa’da hâlâ var. Okulların ön kapısından çocukları içeri alıyoruz, birkaç sene sonra arka kapıdan ellerinde birer kağıt parçası ile mezun ediyoruz. Edebi Türkçe öğretemiyoruz, gerçek tarihi öğretemiyoruz, doğru dürüst mantık okutamıyoruz, sanat kültürü veremiyoruz; boş bir diploma veriyoruz. Devlet bütçesinde Milli Eğitim bölümü kabarık mı kabarık. Kışla gibi binalar, bir ordu kadar öğretmen, bir sürü tantana... Hepsi boş.

Meraklı bir liseli sirke ve cıva ile çalışan bir pil icat etmiş. Aman ne hoş... Hayır aman ne boş!..

Tevhid-i tedrisat deyip duruyorlar. Bu tevhid-i tedrisat, Tevhidî tedrisata karşıdır.

Müslümanlara soruyorum. Size şu soru yöneltilse: “Türkçe okuma-yazma biliyor musunuz? Biliyorsanız bu beyanınızı Kur’an-ı Kerim üzerine el basarak yeminle teyit edebilir misiniz? “1928’den önce 1000 yıldan fazla kullanılmış yazımızı bilmiyorsanız bu yemini yapamazsınız, yaparsanız çarpılabilirsiniz.

İslâmcı Hacı Beyin bir oğlu, bir de kızı var, Erol ile Mübeccel. İkisi de lisede okuyor. Nasıl okuyorlar? 1000 yıllık tarihi yazımızı bilmeden. Bunlara nasıl okur-yazar diyebiliriz?

Müslümanlar son yıllarda hayli özel okul açtılar. Madalyonun bir tarafında tebrikler... Öbür tarafında esefler. Hiç yoktan iyidir... Hayır, iyi değil, belki “daha az kötü” olabilir.

Bir Türk okulunda doğru dürüst, yeterli miktar ve seviyede, edebi-yazılı zengin Türkçe okutulup öğretilemiyorsa o okul çok güçsüz, çok zayıf, çok kifayetsiz bir okuldur.

Düzenin/sistemin baskısı var, istediğimizi yapamıyoruz... Böyle diyenlere: “Yapabileceğiniz, elinizde olan her şeyi yapıyor musunuz?” cevabı verilir.

Türkiye’nin büyük terbiyecilere, büyük eğitimcilere ihtiyacı vardır.

Türkiye’nin gerçekten “milli” bir eğitime ihtiyacı vardır. Bu günkü eğitim kesinlikle milli değildir.

Eğitimde vasıf olması lazımdır.

Esas olan edebiyat, tarih, felsefe ve sanattır. Bunları ikinci plana atıp bütün gücü cebire, geometriye, fiziğe, kimyaya vermek son derece yanlıştır.

Bir ülkenin teknokratlarında yeterli edebiyat, tarih, felsefe ve sanat kültürü ve birikimi olmazsa onlar gereği gibi hizmet edemezler.

Eğitimde önemli ve hayati olan kemmiyyet (kelle sayısı) değil, keyfiyet ve vasıftır.

Okuma-yazma bilmeyen cahil bir topluma okuma-yazma öğretirseniz, “okuma-yazma bilen cahil bir toplum” meydana getirmiş olursunuz.

Kalite kalite kalite...

İnsaf sahibi ve vicdan sahibi nice solcu ve çağdaş aydın bile Sultan Abdülhamid devri liselerinin seviyesinin bugünkülerden daha üstün olduğunu kabul ediyor.

Bizde niçin İngiltere’deki gibi bir Eton Koleji yok?

Japonya’nın, Güney Kore’nin, Tayvan’ın, Singapur’un eğitim sistemleri ve liseleri çok kaliteli de bizdekiler niçin kalitesiz ve vasıfsız?

Fazla konuşmaya hacet yok... İstanbul’da bir gün öğleden sonra derslerin bittiği saatte bir lisenin kapısına bakınız. Öğrencilerin hallerini, hareketlerini, tavırlarını inceleyiniz. Kapıdan çıkar çıkmaz gömlek yakaları çözülür, kravatlar gevşetilir, gömlek etekleri pantolonun üzerine çıkartılır... Bir laubalilik, bir derbederlik, bir çapaçulluk ki sormayın. Eskiden okul karnelerinde tavır ve hareket notları olurdu. Şimdi var mı bilmiyorum. Ben böylelerine sıfır bile vermem, sıfırın altında eksi 10.

Otuz kişilik, bir lise sınıfında beş parlak öğrenci olur. Zekidirler, akıllıdırlar, çalışkandırlar. On kadar “iyi” öğrenci, on kadar orta öğrenci, beş de zayıf öğrenci. Bu her sınıftaki beş parlak öğrenci, ileride ülkeyi, devleti, halkı yükseltecek kadrolar içine girer.

Okuyan çıkarsa, öğrenciler bu yazımdan dolayı gocunmasınlar. Onlar harcanıyorlar. Onları suçlamıyorum. Onları bu hale getirenlere beddua etmek gerek.

Genç nesillerin verimsiz, vasıfsız, yabancılaşmış, müflis eğitim sisteminin çarkları arasında öğütülüp harcanması bir ülke, bir toplum, bir devlet için ne büyük felakettir.

Herkesi kastederek yazmıyorum, kimlerse onları kast ediyorum. Geri zekalıların veya zeka özürlülerin gözlerinde eğitim demek bina demektir, derslik demektir, okula gidip gelmek demektir. Bunlar zarftır, mazruf (zarfın içinde olan) yoksa bir işe yaramaz.

Fransa liselerinde okutulan edebiyat, tarih ve felsefe kitaplarına bakarsanız son derece mükemmel, cazip, çekici, meraklı olduklarını görürsünüz. Bizim ders kitaplarımız ise mahkeme duvarı gibidir. Bazen elime Fransızca edebiyat, tarih, felsefe, beşeri coğrafya ders kitapları geçer. Onları zevkle, merakla, okumaktan haz alarak karıştırır, tedkik ederim. Fransa liselerinde okutulan tarih kitaplarında otuz kırk sayfalık İslâmiyet bölümü vardır. Mesela, Fransız çocuğuna İmam-ı Maverdi’nin “Ahkam-ı Sultaniye” kitabı hakkında bilgi verilir. Bizde böyle bir ufuk genişliği var mıdır?..