PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Dinimiz ve diğer dinler ile ilgili sual ve cevaplar



muzo
06-03-2006, 11:44
Dinimizde ilmin önemi
Sual: İlmin ve âlimin dindeki yeri nedir?
CEVAP
İlmin önemi çok büyüktür. Yaratılış gayesine uygun yaşamak, dinimizin emrettiği faydalı işleri yapmak, zararlı şeylerden kaçmak için ilim sahibi olmak gerekir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allah iman edenleri yüceltir; bunlardan kendilerine ilim verilmiş olanları ise, kat kat derecelerle yükseltir.) [Mücadele 11]

(De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bilen elbette kıymetlidir.) [Zümer 93]
(Kulları arasında Allahü teâlâdan en çok korkan âlimlerdir.) [Fatır 28]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(İlim öğrenmek, kadın-erkek her müslümana farzdır.) [Beyheki]
(Fen ve sanat müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!) [İbni Asakir]

(İlim Çin’de de olsa talep edin! Öğrenin!) [Beyheki]
(Beşikten mezara kadar ilim öğrenmeye çalışınız!) [S.Ebediyye]

(Allahü teâlâ, İbrahim aleyhisselama "Ben ilim sahibiyim, ilim sahiplerini severim" buyurdu.) [İbni Abdilber]

(İlim, İslam’ın hayatı, imanın direğidir.) [Ebuşşeyh]
(Hiç kimse, cehaletle aziz, ilim ile de zelil olmaz.) [Askeri]
(Boş vaktini ilme harcayan kurtulur.) [İ. Maverdi]

(Salih âlimlerden olun, eğer salih âlimlerden olamazsanız, böyle âlimlerin sohbetinde bulunun, sizi hidayete kavuşturacak, dalaletten uzaklaştıracak ilmi dinleyin!) [İ. Maverdi]

(İlim öğrenmek, namaz, oruç, hac ve cihaddan da efdaldir.) [Deylemi]
(Nerede ilim varsa, orada müslümanlık vardır.) [S.Ebediyye]

(İlim, benim ve diğer Peygamberlerin mirasıdır. Kim de bana mirasçı olursa, Cennette benimle beraber olur.) [Deylemi]

(Bilerek yapılan az bir ibadet, bilmeyerek yapılan çok ibadetten daha iyidir.) [Şir’a]
(Allah’ın rezil etmek istediği kul, ilim ve edepten mahrum kalır.) [İbni Neccar]

(Bir müslüman, arkadaşına, hidayetini arttıracak veya onu tehlikeden kurtaracak hikmetli bir sözden daha iyi bir hediye veremez.) [Ebu Ya’la]

Hz. Lokman, oğluna buyurdu ki:
(Âlimlerle otur, hikmet sahiplerinin sözlerini dinle! Allahü teâlâ, bahar yağmuru ile toprağa hayat verdiği gibi, ölü kalbleri hikmet nurları ile diriltir.)

İlim, Cennete giden bir yol, gurbette arkadaş, yalnızlıkta sırdaştır. İlim, iki cihanda kurtuluş, düşmana karşı siperdir. İnsan için haya, gözler için ziyadır.

Hz.Ali buyurdu ki:
(İlim, maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen korursun; fakat ilim seni korur. Mal harcamakla azalır, ilim sarf etmekle çoğalır.)

İmam-ı Gazali hazretleri de, (İnsanın diğer mahlukattan üstünlüğü ilmi iledir, güç ve kuvvetiyle değildir. Çünkü deve insandan kuvvetlidir. İrilik bakımından da değildir. Çünkü fil insandan çok iridir. Cesaret bakımından da değildir. Çünkü aslan insandan cesurdur. Çok yemesiyle de değildir. Çünkü mandanın karnı, insanın midesinden daha büyüktür. Şu halde ilim çok üstün bir vasıftır) buyurmaktadır.

Yemek ve içmekten kesilen hasta, ölmeye mahkum olduğu gibi, ilim ve hikmetten mahrum kalb de ölüme mahkumdur.

İlim öğrenmek ve öğretmek çok mühimdir. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ ilim verdiği âlimlerden de Peygamberlerden aldığı misak gibi, ilimlerini saklamayıp insanlara açıklamaları için, söz almış ve "Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et!" buyurmuştur.) [Ebu Nuaym]

(En güzel hediye, hikmetli bir sözü iyice anlayıp, din kardeşine anlatmaktır.) [Taberani]
(Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek, sabaha kadar ibadetten daha sevaptır.) [Deylemi]

(Heves edilecek iki kimse vardır: Biri, Allahü teâlânın verdiği ilimle amel edip başkasına da öğreten, ikincisi de, Allahü teâlânın verdiği serveti hayra sarf edendir.) [Buhari]

(İlim yolunu tutana, Allahü teâlâ Cennet yolunu açar.) [Tirmizi]
(Melekler, ilim talebesinden memnun oldukları için kanatlarını onların üzerine gererler.) [İ. Abdilber]

(İlimden bir mesele öğrenmek, dünyadaki her şeyden kıymetlidir.) [Taberani]
(Ya âlim, ya öğrenci, ya dinleyici veya bunları seven olun. Yoksa helak olursunuz.) [Beyheki]

(Tecrübeli yaşlılarla oturup kalkın. Âlimlere sorun. Hikmet sahipleri ile beraber olun.) [Taberani]
(Âlim olmayan veya ilim öğrenmeye çalışmayan bizden değildir.) [Deylemi]

(Bir âlimin, yanına oturarak, bir saat ilimle meşgul olması, bir âbidin 70 yıl ibadetinden hayırlı olabilir.) [Deylemi]

(İşlenen bir günah, âlime bir, cahile iki olarak yazılır. Âlim, günahı için azap olunur. Cahil ise hem günahı, hem de öğrenmediği için azap olunur.) [Deylemi]

(Allahü teâlâ, dünya işlerinin âlimi, ahiret işlerinin cahili olana buğz eder.) [Hakim]
(İlim öğrenmek, namaz, oruç, hac ve Allah yolundaki cihaddan daha kıymetlidir.) [Deylemi]

(Bir saat ilim öğrenmek gece sabaha kadar ibadet etmekten kıymetlidir. Bir gün ilim öğrenmek, üç ay oruç tutmaktan kıymetlidir.) [Ebu Nuaym]

(Bir kimse, ilim öğrense, bununla amel etmese bile; bin rekat namaz kılmasından daha fazla sevap alır. Eğer öğrendiği ilimle amel eder veya başkasına öğretirse, hem bunun sevabını alır, hem de Kıyamete kadar bununla amel edenlerin sevabını alır.) [Hatib]

(Farzlarda ihmallik yapan bir derde müptela olur.) [İ. Ahmed]
(Allah rızasından başka bir niyetle ilim öğrenen, Cehenneme gider.) [Tirmizi]
(Din ilmine sahip olanın sıkıntısı gider ve ummadığı yerden rızıklanır.) [İ. Neccar]

(İlim öğrenen veya Allah için bir dost edinen veya din kardeşinin yüzüne şefkatle bakan veya “Bismillah” diyerek işine başlayan affa uğrar.) [İ. Rafii]

İlim âlimden öğrenilir
Bir talebenin, ilim öğrenebilmesi ve doğru yolu bulabilmesi için, bir öğreticiye ihtiyacı vardır. Çünkü hadis-i şerifte, (İlim üstaddan öğrenilir) buyuruldu. (Taberani)

Kur'an-ı kerimde ise mealen, (Eğer bilmezseniz, bilenlerden sorun!) buyuruldu. (Nahl 43)
Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için de sebeplere yapışmak, bir âlimin gösterdiği yolda gitmek gerekir. Kur'an-ı kerimde mealen (Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve Onun rızasına kavuşmak için, vesile arayınız!) buyuruluyor. (Maide 35)

Bu âyet-i kerimeden de bir öğreticiye ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır. Bir kimsenin rehberi olmazsa, şeytan ona rehber olur. Şeytan rehber olunca da, kendisine tâbi olanı uçurumdan uçuruma atar.
[Bu yüzden, bid’at ehli, reformcu zatları dinlememeli, sözlerine inanmamalı, kitaplarını okumamalı, yaralı aslandan kaçar gibi bunlardan uzaklaşmalıdır. Nakli esas alan kitapları okumalıdır. Hakikat Kitabevi’nin yayınladığı kitaplar, ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetli eserlerinden derlenerek hazırlanmıştır. Only the registered members can see the link adresinden okunabilir ve temin edilebilir.]

İlim bulunan yerde müslümanlık vardır
Ehl-i sünnet itikadını ve ilmihalini öğrenmeyen ve çocuklarına öğretmeyenler, Müslümanlıktan ayrılmak, küfür felaketine düşmek tehlikesindedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İlim bulunan yerde Müslümanlık vardır. İlim bulunmayan yerde Müslümanlık kalmaz.)
Ölmemek için, yiyip içmek gerektiği gibi, kâfirlere aldanmamak, dinden çıkmamak için de, dinini, imanını öğrenmek gerekir. Ecdadımız her zaman toplanıp, İlmihal kitaplarını okur, dinlerini öğrenirlerdi. Ancak böyle müslüman kaldılar. İslamiyet’in zevkini aldılar. Bu saadet ışığını bizlere, doğru olarak ulaştırabildiler.

Bizim de müslüman kalmamız, yavrularımızı içimizdeki ve dışımızdaki kâfirlere kaptırmamamız için, birinci ve en lüzumlu çare, her şeyden önce Ehl-i sünnet âlimlerinin hazırladığı ilmihal kitaplarını okumak ve öğretmektir. Çocuğunun müslüman olmasını isteyen ana-baba, çocuğuna Kur'an-ı kerim öğretmelidir. Fırsat elde iken okuyalım, öğrenelim ve çocuklarımıza, sözümüzü dinleyenlere öğretelim! (Herkese Lazım Olan İman)

İlim öğrenirken nelere dikkat etmeli?
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
İlim talebesinin bazı vazifeleri şunlardır:
a- Kalbini bütün fena hâllerden temizlemelidir. Hadis-i şerifte, (Din, temizlik üzerine kurulmuştur) buyuruldu. Buradaki temizlik, sadece dış temizliği değil, aynı zamanda bâtın temizliğidir. Başka bir hadis-i şerifte de, (Köpek bulunan eve rahmet melekleri girmez) buyuruldu. Kalbi bir eve benzetelim. Bu eve melekler gelir. Gazap, kin, haset, kibir gibi kötü huyları havlayan köpek kabul edelim! Böyle azgın köpeklerle dolu eve rahmet melekleri girmez. Allahü teâlâ ilim nurunu kalbe melekler vasıtası ile akıtır. Rahmet meleklerinin girmediği kalb ilimden mahrum kalır.

b- Bütün gücünü ilme bağlamalıdır! Başka şeylerden alakayı kesmelidir! Dağınık fikir, suyu bölünen ırmağa benzer. Sağa sola aktığından bahçeyi sulayamaz.

c- İlmiyle kibirlenmemelidir! Hiçbir İslam âlimini küçük görmemelidir! Cahil ve aciz bir hastanın, mütehassıs bir doktoru kabul etmesi gibi İslam âlimlerini kabul etmelidir. Talebe, şahsi fikrini bir tarafa atmalı, İslam âlimlerinin öğüdüne kulak vermelidir! İslam âlimlerinin hata gibi görünen işini, kendi doğrusuna tercih etmelidir!

d- Faydalı ilimleri öğrenmeye çalışmalıdır! İlimden gaye, kalbi kötü huylardan temizleyip, faziletlerle süslemektir.

e- Zorluklara karşı sabırla göğüs germelidir. İlim ve diğer nimetleri acı ilaçlarla kaplamışlardır. Akıllı olan, bunların içine yerleştirilmiş tatlıları görür. Üzerindeki acı örtüleri de tatlı gibi çiğner. Acılardan tat alır. Hasta olan onun tadını duyamaz. Hastalık, Allahü teâlâdan başkasına gönül vermektir.

İlimden istifade edebilmek için:
1- Önce niyetini düzeltmeli, cahillikten kurtulmayı düşünmelidir! Allahü teâlâ, (Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu) buyurdu.

2- İnsanlara faydalı olmayı düşünmelidir! Hadis-i şerifte, (İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır) buyurulmaktadır.

3- Öğrendikleri ile amel etmeye çalışmalıdır. Çünkü, (Amelsiz ilim vebal, ilimsiz amel sapıklıktır) buyurulmuştur.

4- İlim öğrenmekten maksat, Cenab-ı Hakkın rızasını talep olmalıdır. Allahü teâlâ, ihlâsı, salih ameli övmektedir.

5- Üstüne lazım olmayan şeye karışmamalıdır. Hz. Lokman'a, (Bu dereceye ne ile kavuştun?) diye sual ettiler. (Doğruluk, emanete riayet ve bana lazım olmayanı bırakmakla) diye cevap verdi.

6- Biri ile münakaşa ederse, ona karşı insaflı olmalı, yumuşak davranmalıdır ki kendisi ile cahil arasındaki fark belli olsun. Hadis-i şerifte, (Allah refiktir, yumuşaklığı sever. Sertlik edenlere vermediği şeyleri ve başka hiçbir şeye vermediğini, yumuşak davranana ihsan eder) buyuruldu.

7- Sabırlı olmalıdır. İbni Abbas hazretlerine, (Bu ilmi ne ile elde ettin?) diye sual ettiler. Cevabında, (Darlıkta, genişlikte sabretmekle, sual sormakla ve yorulmayan bir azimle) buyurdu. Yine büyük bir zat aynı suale, (Erken kalkmakla, son derece alçak gönüllü olmakla, kuvvetli azim ve sabırla) diye cevap verdi.

8- İlim talebesi, herkesle iyi geçinmelidir! (İnsanların hayırlısı onlarla iyi geçinen, insanların şerlisi de onlarla çekişen) buyurulmuştur.

9- Çok edepli olmalıdır.

10- Büyük bir âlime, ilmi ne ile elde ettiği soruldu. Cevabında, (Hocamın her sözünü dinlemekle) buyurdu. Âlimler buyuruyor ki:
(İlim talebesi, ilme ve ilim öğreten hocasına hürmet etmedikçe, öğrendiği ilmin faydasını göremez.) [Bu yüzden, mezhep ve itikad imamlarımıza ve ehl-i sünnet âlimlerine saygı ve hürmette kusur etmemelidir.]

İlmin başı
Peygamber efendimiz, ilmin inceliklerini, acayipliklerini soran köylüye buyurdu ki:
- İlmin başını öğrendin mi?
- İlmin başı nedir ki?
- İlmin başı, Allahü teâlâyı hakkıyla tanımaktır. Bu da Onun, misli, benzeri, zıddı, dengi, eşi olmadığını, vahid, evvel, ahir, zahir ve bâtın olduğunu bilmektir. (Şir'a)
Görüldüğü gibi ilmin aslı marifetullahtır, yani Allahü teâlâyı tanımaktır.

İlmin veya başarının başı sabır denebilir. İbadet için de böyledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İbadetin başı sabırdır.) [Hakim]
Sabrın önemi birçok işten büyüktür. Bu bakımdan, (Her işin başı sabırdır) denebilir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlimden bir şey öğrenmek, dünya ve içindeki her şeyden daha iyidir.) [Taberani]
(Öğretmek için ilimden bir mesele öğrenen 70 sıddık sevabı alır.) [Deylemi]
(İlim öğrenmek amelden kıymetlidir.) [Hatib]

İlimden zarar gelmez. Ölünceye kadar ilim öğrenmeye çalışmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hiç kimse cahillikle aziz, ilim ile de zelil olmaz.) [Askeri]

İlmin faydalısını öğrenmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâdan faydalı ilim isteyin ve fayda vermeyen ilimden Allahü teâlâya sığının!) [İ.Mace]

Lüzumsuz sualler
Okuyucularımız, çok zaman faydalı sual soruyorlar. Biz de araştırıyor, ehline soruyor, cevabını yazıyoruz. Böylece o okuyucu ile birlikte, diğer okuyucularımız da bundan istifade ediyor. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlim bir hazine, sual ise anahtardır. Sorun ki öğrenin! Bir sual sayesinde dört kişi sevap alır. Sual soran, cevap veren, dinleyen ve bunları sevenler.) [Ebu Nuaym]

Okuyucularımızdan bazıları ise, Hz. İbrahim’in kestiği koçun etini kimler yedi?, Falanca âlimin anasının adı neydi?, Yunus aleyhisselamı yutan balık, erkek miydi? gibi sualler soruyorlar. Dürr-ül-muhtarın Tahtavi haşiyesinde buyuruluyor ki:
(İnsanın bilmesi gerekmeyen şeyleri münakaşa etmesi mekruhtur. Öğrenilmesi emredilmemiş olan şeyleri sormak caiz değildir. Mesela Hz. Lokman peygamber midir? Cin, insanlara nasıl görünür? Hz. İsa gökten ne zaman inecek? Buna benzer şeyler sormamalı, çünkü bunları öğrenmekle emrolunmadık.)

Bugün çok kimse, Ehl-i sünnet itikadını bilmiyor. Öğrenmesi farz-ı ayn olan bilgilerden habersizdir. Faiz çeşitlerini, hatta yemeğin farzlarını bile bilmez iken, dünya ve ahirette gerekmeyen şeyleri soruyorlar. Biz de (Bilmiyoruz) diye cevap verince, (Bir bilene sor) diyorlar. Zaten biz, bilmediklerimizi bir bilene soruyoruz. Fakat bilinmesi gerekmeyenleri sormak lüzumsuzdur. Dünya ve ahirete yaramayan sualleri sormak ve her suale cevap vermeye kalkmak ve (Ben bilirim) demek doğru değildir. Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruldu ki:
(Her ilim sahibinin üstünde, daha iyi bilen vardır.) [Yusuf 76]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlimim diyen cahildir.) [Taberani]
(Çok sual sormaktan sakının! Sizden öncekiler, bu yüzden helak oldu.) [İ. Maverdi]
(Sizi çok sual sormaktan nehyediyorum.) [Taberani]

(Allah rızasından başka bir maksatla ilim öğrenen veya ilmini dünya menfaatine alet eden Cehenneme gidecektir.) [Tirmizi]

(İlmi, âlimlerle yarışmak, cahillerle münakaşa edip susturmak ve insanlar yanında itibar kazanmak için öğrenen Cehenneme gidecektir.) [Tirmizi]

Şu halde, lüzumsuz sual ve başka maksatlarla sual sormak doğru değildir. İmtihan gayesiyle karşısındakini sıkıştırmak için sual sormak da uygun değildir. Hadis-i şerifte, (Öğrenmek için sual sorun! Kötü maksatla sual sormayın!) buyuruldu. (Deylemi)

Suali uygun sorabilmek, o kişinin ilmini gösterir. Hadis-i şerifte, (Güzel sual, ilmin yarısıdır) buyuruldu. (Taberani)

İlmi, öğrenip amel etmek isteyen kimseye öğretmelidir! İlmin kıymetini bilmeyen, laf olsun diye öğrenmek isteyene, ilim öğretmek doğru olmaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlmi, ehli olmayana öğretmek onu kaybetmek demektir.) [İbni Ebi Şeybe]

(Bazı kavimler gelecek, fakihleri, ince ve karışık meseleleri ele alacak, halkı şaşırtacaklardır. İşte bunlar, ümmetimin şerlileridir.) [Taberani]

Ayıp olur diye sormamak
Sual: Bir genç kızım. Mahrem konuları sormaktan utanıyorum. Ne yapayım?
CEVAP
Bir kız, mahrem konuları annesine sorar. O da bilmezse, annesine, (Babamdan öğren) der. Babası da bilmezse, babasının, bilen birisine sorması gerekir. Babası yoksa, ağabey, amca, dayı gibi mahrem akrabalarından öğrenir. Bunlar da öğrenip bildirmezse, o zaman mektupla veya telefonla, kendinden değil de, (Bir kadının muayyen hâli şu kadar devam edip kesilse, ne gerekir) şeklinde sormak daha uygun olur. Bir kadının kocası, bu bilgileri öğrenip hanımına anlatmazsa, kadın, en uygun bir yolla bunları öğrenebilir. Bilenlerden bu konuları edep dairesinde sorması ayıp olmaz.

Hz. Esma’nın Peygamber efendimize nasıl gusledileceğini sorarken utanması üzerine, Hz. Âişe validemiz, (Ensar kadınları ne iyidir; utanmaları, dinlerini öğrenmekten men etmiyor) buyurdu. (Buhari) Demek ki, ayıp olur diye kendisine farz olan bilgileri öğrenmemek yanlıştır. Peygamber efendimiz, mahrem konuları anlatırken, (Allahü teâlâ, hakkın anlatılmasından çekinmez) buyurmaktadır. (Tirmizi) Aynı anlamda âyet-i kerime de vardır:
(Allahü teâlâ, gerçeği söylemekten çekinmez.) [Ahzâb 53]


Sual: Bilmediğimiz şeyler oluyor. Sormaya fırsat bulamıyoruz veya çekiniyoruz. Sormamanın vebali var mıdır? Bir de sorduğumuz kimse bildiği halde bilmiyorum derse ona da vebal olur mu?
CEVAP
İhtiyaç halinde bilmeyenler, bilenlerden sormalı, bilenler de bilgisini gizlememelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Âlimin bildiğini söylememesi, cahilin de bilmediğini sormaması helal değildir. Çünkü Allahü teâlâ, "Bilmiyorsanız, ilim ehline sorun" buyuruyor.) [Taberani]

Dinini öğrenmek için sual soranlara, cevap vermemenin vebali çok büyüktür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İlmini [bildiğini] gizleyene, denizdeki balıktan, gökteki kuşa kadar her şey lanet eder.) [Darimi]


Okuma alışkanlığı kazanmak
Sual: Ülkemize gelen turistlere dikkat edin, bavullarının yarısında elbise, geri kalan yarısında kitaplar var. Oysa biz seyahate çıktığımız zaman aklımıza en son gelen şey kitaptır. Okuma sevgisi ve alışkanlığını kazanmamız hususunda tavsiyeniz nedir?
CEVAP
Bilginin kaynağı kitaptır. En güzel, en sağlıklı ve en kolay bilgi kitap okuyarak öğrenilir. Sessiz bir öğretmendir kitap. Anlamadığınız yeri defalarca okuyabilirsiniz. Anlayamadığınız için kızmaz size. Aşağılamaz ve şevkinizi kırmaz.

Kitap okurken hem yeni bilgiler öğrenir, ufkunuzu genişletir, hem de günlük sıkıntılarınızdan az da olsa uzaklaşmış olursunuz. Çok kitap okuyanların konuşması düzelir. Güzel ve anlamlı cümleler kurar. Fikrini sağlıklı bir şekilde aktarabilir muhatabına. Fazla gaf yapmaz. Hadiseleri daha geniş açıdan ele alarak değerlendirir. Kolay öfkelenmez, sabrı öğrenir. Anlayışlı ve hoşgörülü olur.

Tabii kitap derken, her kitap bunları sağlar demiyoruz. Kitabın da doğrusu, güzeli, faydalısı var. Bunun tersi de mümkün. Bazı kitapları okuduğunuz zaman; ister istemez olumsuz yönde etkilenebilirsiniz.
At, otu yemeden önce koklar. Eğer zehirli ise, şüphelenirse yemez. Kitap da öyledir. Kitap hakkında önceden bilgi sahibi olmak, kitabın yazarı, müellifi hakkında fikir sahibi olmak gerekir.

Bozuk bir besin yediğimiz zaman midemiz nasıl bozuluyorsa, bozuk bir kitap okuduğumuz zaman beynimiz de o şekilde etkilenir. [Bu yüzden mezhepsizlerin, reformcuların kitaplarını okumamalı.]
İnsanın en esef duyacağı şey, öğrendiği lüzumsuz ve yanlış bilgidir.

Lüzumsuz bilgi nedir?
Dünya ve ahiretine yaramayan, sadece bazı tartışmalarda ve bilgiçlik taslamada işe yarayabilen bilgi türüdür. Mesela, 1980 yılının en hızlı koşan adamının ismini ezberlemek gibi. Maalesef günümüzde genel kültür dendiği zaman bu tür şeyler akla geliyor. Bilime ve insana hiçbir faydası olmayan bir sürü ıvır zıvır bilgiler...Konuyu fazla dağıtmayalım.

Kitap okumanın faydalarını saymakla bitiremeyiz...
Bizim asıl değinmek istediğimiz konu; kitap okuma alışkanlığıdır.
Bu alışkanlık, küçük yaşlarda kazanılırsa, daha etkili, daha güzel ve daha kalıcı olur.
Çocuklara ve gençlere okuma alışkanlığı kazandırmak lazımdır. Peki, bu nasıl mümkün olabilir?
Çocukların ve gençlerin okudukları zaman heyecan duydukları çizgi romanlar, kısa hikayeler, meraklı çocuk romanları, kelime hazinesini geliştiren bulmacalar, bilmeceler, çocuklar ve gençler için hazırlanmış mecmualar bu iş için biçilmiş kaftandır.

En güzel okuma alışkanlığını bu bahsettiklerimiz sağlayacaktır.
Yoksa, çocuklara direkt bilginin verildiği ders kitaplarının ve ağır kitapların okutulması çok zordur. Ülkemizde bu işi en güzel yapan ve başarılı olan kuruluşlardan bir tanesi Türkiye Çocuk Dergisi’dir. Yıllardan beri profesyonel ve uzman kadrosu ile çocukları ve gençleri geleceğe hazırlıyor.

Ülkemizde okuma alışkanlığının çok yetersiz düzeyde olduğunu kabul etmek zorundayız. Dünya ülkeleri ile kıyaslandığımız zaman, çok geri saflarda kalıyoruz.

Televizyon ve radyo gibi cihazlardan edinilen bilgiler, uçucudur. Çok bilgi verilse dahi, bunları hatırımızda tutmak zordur. Çünkü, bu bilgilere erişmek için hiçbir emek harcanmamıştır.
Ama kitap öyle değil. Belli bir emek harcanarak edinilen bilgilerin unutulma ihtimali daha düşüktür.

Sual: Bazıları dini ve ilmi diyorlar. Din ilimden ayrı mıdır?
CEVAP
İslamiyet, ilmin tâ kendisidir. Kur'an-ı kerimde birçok yerde, ilim emredilmekte, ilim adamları övülmektedir. Mesela, (Bilen ile bilmeyen hiç bir olur mu, bilen elbette kıymetlidir) buyurulmaktadır. (Zümer 9)

Peygamber efendimizin ilmi öven ve teşvik buyuran sözleri o kadar çok ve meşhurdur ki, gayrı müslimler dahi bunları bilmektedir. Yukarıda birkaçını bildirdik.

İslam dininde kadın, kocasının izni olmadan nafile hacca gidemez. Sefere çıkamaz. Fakat kocası öğretmezse ve izin vermezse, ondan izinsiz, kendisi için lüzumlu ilmi öğrenmeye gidebilir. Allahü teâlânın sevdiği hacca izinsiz gitmesi günah olduğu halde, ilim öğrenmeye izinsiz gitmesi günah olmuyor. Hadis-i şerifte, (Nerede ilim varsa, orada Müslümanlık vardır. Nerede ilim yoksa, orada kâfirlik vardır) buyuruluyor. Burada da ilmi emretmektedir. (Herkese Lazım Olan İman)

İlim, dinden ayrı değildir. İslam ilimleri ikiye ayrılır:
1- Akli ilimler,
2- Nakli ilimler.
Fizik, kimya, matematik, edebiyat gibi tecrübi ilimlere, akli ilimler denir. Tefsir, kelâm, hadis, fıkıh gibi ilimlere de nakli ilim veya din ilimleri denir.

"İslamiyet, ilmi, fenni emreder" demek bile yanlış anlaşılabilir. İslamiyet’in kendisi ilimdir.
Fen ilimleri, İslamiyet’in bir koludur. Din [İslamiyet] denince, içine ilim de girer. Bunun için, dini ve ilmi demek yanlıştır. Fen, dinden ayrı değildir.

"Dini, ilmi, edebi ve ahlaki yayın" gibi tabirler kullananlar, böyle konuşup yazanlar, ya dinimizi iyi bilmiyorlar veya mezhebi kabul etmiyorlar. Bütün ilimler, İslam bilgileri içinde incelenir. Dini, ilimden ayıranlar, Batılı yazarların tesiri altında kalan kimselerdir. Dinimizde ahlak da var, edep de var, edebiyat da... Bu bakımdan "Dini, ilmi, edebi, ahlaki yayın" tabiri doğru değildir. Dini denilince, diğerleri kullanılmaz. Dini kelimesi kullanılmadan diğerlerinin hepsini kullanmakta mahzur yoktur.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Fen ve sanat müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!) [İbni Asakir]
(İlim Çin’de de olsa talep edin! Öğrenin!) [Beyheki]

Çin, eskiden olduğu gibi yine müslüman değildir. Çin’den alınacak ilim, elbet fen ilmidir. Her türlü teknolojidir. Bu bakımdan hiç kimsenin, İslamiyet’in ilme, tekniğe karşı olduğunu söylemesi mümkün değildir.

Sual: Kadın ve erkeğe farz olan ilimler nelerdir?
CEVAP
Dinimizde farz olan ilimler ikiye ayrılır: Farz-ı kifaye, Farz-ı ayn olan ilimler.
Dünya işlerini tanzim için gereken tıp, ziraat, terzilik, siyaset gibi ilimler, farz-ı kifayedir.
Bu ilimleri bilen kâfi miktarda insan varsa, diğer insanların bu ilimleri öğrenmesi farz olmaz. Yani bu ilimleri bilmediği için diğer insanlar mesul olmazlar.

Farz-ı ayn olan ilimleri her müslümanın bilmesi farzdır. Mesela namaz, oruç gibi ibadetleri her müslümanın bilmesi farzdır. En başta da Ehl-i sünnet itikadını öğrenmek her müslümana farz-ı ayndır. Ancak zekat verecek zenginin zekat ilmini bilmesi farz-ı ayn iken, fakirin bilmesi farz değildir.
Evlenecek kimsenin evliliğe ait lüzumlu bilgileri bilmesi farzdır. Evlenmeyecek kimsenin evliliğe ait bilgileri bilmesi farz değildir. (Hadika)

Sual: Dinimi daha iyi öğrenebilmem için çok çeşitli kitap okumanın zararı olur mu?
CEVAP
Çok kitap okumak, çok ilim öğrenmek yerine faydalı ilim öğrenmek gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâdan faydalı ilim isteyin ve fayda vermeyen ilimden Allahü teâlâya sığının.) [İbni Mace]

(İlmin faydası, ibadetleri doğru ve makbul yapmakla görülür. Haramlardan sakındırmayan, zühdü artırmayan ilim, ancak Allahü teâlânın gazabını artırır.) [Deylemi]

(İlmi çoğaldığı halde, ahlakı düzelmeyen kimse, Allahü teâlâdan uzaklaşır.) [Deylemi]


Hikmet nedir?
Sual: Gayri Müslimlerden alınan ilimlerden istifade etmenin mahzuru olur mu?
CEVAP
Dini bilgiler, ehl-i sünnet âlimlerinden alınır yani onların kitaplarından öğrenilir. Fen ilmi ise her yerden alınır. Bu konudaki üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Hikmet, [fen ve sanat] müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alması gerekir.) [İbni Asakir, Askeri]
(Hikmeti al, hangi kaptan çıktığı sana zarar vermez.) [Künuz-ül hakaik]
(İlim Çin’de de olsa alın.) [Beyheki]
Bu hadis-i şerifler, dünyanın en uzak yerinde, hatta kâfirlerde bile olsa ilmi almayı emretmekte, doğu veya batıdan gelme diyerek fenni reddetmemek gerektiğini bildirmektedir. (Mevduat-ül-ulum)

Hikmet, fen ilmi anlamına geldiği gibi, başka anlamlara da gelir. Mesela fıkıh ilmi anlamına da gelir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah, hikmeti [fıkh ilmini] kime dilerse ona verir. Her kime hikmet verilmişse, muhakkak ona çok hayır verilmiştir.) [Bekara 269]

Hikmet, eşyanın mahiyetini, vasfını ve özelliğini bilmek anlamına da gelir. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah’a şükret diye Lokmana hikmet verdik. Şükreden kendisi için şükreder.) [Lokman 12]


Sual: İlim öğrenmenin şartı falan var mı?
CEVAP
İlim talep edene öğretilir. Talep etmeden ilim öğrenilmez. Bir şeyler ezberleyebilir, durumu idare edebilir ancak faydasını pek göremez. İlim öğrenmenin ilk şartı talep etmektir.

Sual: Günah işleyerek ilim öğrenilir mi?
CEVAP
Öğrenilmesi lazım olan ilim bile, günah işleyerek öğrenilmez.

Sual: Okulda bulunduğumuz ve evde ders çalıştığımız her an, hiç durmadan sevap almamız için nasıl niyet etmeli?
CEVAP
Şöyle niyet edilebilir: (Okula, eğitimim bitince, müslümanlara, insanlara hizmet etmek için gidiyorum ve derslerime onun için çalışıyorum. Ya Rabbi bana faydalı ilim nasip eyle.)

Sual: "Bilip de yapmamanın cezası daha büyüktür" diyerek dini meseleleri öğrenmek istememek uygun mudur?
CEVAP
Öğrenmesi mümkün iken öğrenmemek de günahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Aynı günahı işleyen âlime bir, cahile iki günah yazılır. Âlim, yalnız günahın, cahil ise, hem günahın, hem de o meseleyi öğrenmemenin cezasını çeker.) [Deylemi]

Sual: Dünya ve ahireti kazanmak için ne gerekir?
CEVAP
Dünya ve ahireti kazanmak, ilim iledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Her şeyin bir yolu vardır. Cennetin yolu ilimdir.) [Deylemi]

Ahireti kazanmak ilim ile olduğu gibi, dünyada da rahat ve huzur içinde yaşamak, yine ilim iledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Süleyman aleyhisselam, mal, saltanat ve ilim arasında muhayyer bırakıldı. İlmi seçti. Mal ve saltanat da verildi.) [Deylemi]

En üstün amelin ne olduğu sual edildiğinde, Peygamber efendimiz, (Allahü teâlâyı bilmek) buyurdu. Onlar, (Ya Resulallah, biz amelden soruyoruz. Siz ilimden cevap veriyorsunuz) dediler. (İyi bilin ki, ilim ile yapılan az amel kıymetlidir. Fakat cehaletle yapılan çok amel faydasızdır) buyurdu. (İbni Abdilber)

Tasavvufu, yani tarikatı öğrenmeden önce, ilim öğrenmek gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek, sabaha kadar ibadet etmekten daha sevaptır.) [Ebu Nuaym]

Bedreddin-i Serhendi hazretleri buyuruyor ki:
(İmam-ı Rabbani hazretlerinden Buhari, Mişkat, Hidaye, Şerh-i Mevakıf kitaplarını okudum. Gençleri ilim öğrenmeye teşvik eder, "Önce ilim, sonra tasavvuf" buyururdu. Benim ilimden kaçındığımı, tasavvuftan zevk aldığımı görünce, halime merhamet ederek, "Kitap oku, ilim öğren, cahil sofu, şeytanın maskarası olur, Rütbetül-ilmi aler rüteb yani, rütbelerin en üstünü, ilim rütbesidir" buyurdu.) [Hadarat-ül-kuds]

Sual: En iyi ibadet nedir?
CEVAP
Her zaman doğru iman sahibi olmaya, farzları yapıp haramlardan kaçmaya, tevbe edip farz borçlarını ödemeye çalışmalıdır! Bunları doğru yapabilmek de, ancak ilimle mümkündür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Gece bir müddet ilim öğrenmek, bütün gece ibadet etmekten sevaptır.) [R.Nasıhin]
(Sabah-akşam ilimle meşgul olmak, cihaddan efdaldir.) [Deylemi]
(İlimden bir mesele öğrenmek, yüz rekat [nafile] namaz kılmaktan daha kıymetlidir.) [İ. Abdilber]

İlimsiz amelin kıymeti olmaz. Günümüzde ilmin önemi daha büyüktür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Siz fakihleri çok, hatipleri az, isteyeni az, vereni çok bir zamandasınız. Böyle zamanda amel ilimden hayırlıdır. Bir zaman gelir ki, fakihleri az, hatipleri çok, isteyeni çok, vereni az olur. O zamanda ise ilim amelden hayırlıdır.) [Taberani]

muzo
06-03-2006, 11:44
Âlimin dindeki yeri
Sual: (Kur’an herkes için inmiştir. Onun için âlime, ilim sahibi olmaya ihtiyaç yoktur) diyenler çıkıyor. Âlim olmasa Kur’an anlaşılmaz mı?
CEVAP
Anayasa da herkes içindir; ama kanunlar, tüzükler olmadan anayasa ile memleket idare edilebilir mi? Kanunları da ancak hukukçular anlayabilir. Hasta olan avukata değil doktora gider. İlmin, âlimin önemi nasıl inkâr edilebilir. Kur'an-ı kerimi herkes kolayca anlasa idi, Peygambere ihtiyaç kalmazdı. Hadis-i şerifler, Kur'an-ı kerimin açıklaması mahiyetindedir. Hakiki âlimler de, hadis-i şerifleri açıklamışlardır. Arapça bilen herkese âlim denmez. Hakiki âlim, Kur'an-ı kerimi, hadis-i şerifleri açıklayan yetkili, yüksek insandır. Çok ilmi olduğu halde, hakkı bâtıldan ayıramayan, hakiki âlim değildir. Yetmiş iki sapık fırkanın önderleri de derin âlim idi, hakkı bâtıldan ayıramadıkları için dalalete düşmüşlerdir.
Şu halde, âlim çok bilen değil, hakkı bâtıldan ayıran din uzmanlarıdır. Bunlar Peygamberlerin vârisleri, vekilleridir. İctihadlarında isabet etmeseler de yine sevap alırlar. Bunlara uyanlar da kurtulur. Dinimiz âlimleri övmektedir.

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bilmiyorsanız ehl-i zikre [âlimlere] sorun!) [Nahl 43]
Demek ki bilmeyen insanlar da var ki, Allahü teâlâ, bilenlere sormamızı emrediyor.

(Bu örnekleri ancak âlimler anlar.) [Ankebut 43]
Herkes her örnekten anlamaz. Âlimler, kıymetli insanlar ki, ancak âlimler anlar deniyor.

(Gökleri ve yeri yaratması, dil ve renklerinizin farklı olması da Onun [kudretini gösteren] alametlerindendir. Elbette bunda âlimler için ibretler vardır.) [Rum 22]
Ancak âlimler ibretle bakıp, yaratılıştaki hikmetleri anlayabilir.

(Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?) [Zümer 9]
Şu halde bilenler [âlimler] kıymetlidir.

(Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fatır 28]
(Allah’tan en çok korkan benim) hadis-i şerifi Allah’tan korkmanın derecesini gösteriyor. (Buhari)

(Kendilerine güven veya korku ile ilgili bir haber geldiğinde onu hemen yayıverirler. Halbuki onu Peygambere ve aralarındaki yetkililere [âlimlere] götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya gücü yetenler, onu anlarlardı.) [Nisa 83] Âyette geçen ülül-emrin = yetkilinin âlim demek olduğu tefsirlerde yazılı. Peygamber efendimiz de, (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir) buyurdu. (Darimi)

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Âlimin mürekkebi, şehidin kanı ile tartılır, âlimin mürekkebi, ağır gelir.) [İ.Neccar]
(Âlimler Peygamberlerin vârisidir.) [Ebu Davud, İ.Mace, Tirmizi]

(Âlimler [hak yolu gösteren] birer rehberdir.) [İ. Neccar]
(Âlimlere uyun! Onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.) [Deylemi]

(Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İ. Maverdi]
(Bilmediklerinizi salih âlimlerden sorup öğrenin!) [Taberani]

(Âlim, Allahü teâlânın güvendiği kimsedir.) [Deylemi]
(Salih âlim ile nebi arasında bir derece fark vardır. O da nebilik makamıdır.) [R. Nasıhin]

İlim ve âlim kıymetlidir
İnsanı kötü yoldan ilim ve âlimler kurtarır. Rehber olmadan doğru yol bulunamaz. Büyük bir Peygamber olan Hz. Musa, Allahü teâlâ ile konuşmak şerefine kavuştuğu halde, Hz. Hızır’dan ilim öğrenmeye gelmiştir. İmam-ı Ebu Yusuf’un çok sevdiği oğlu vefat edince, talebelerine, (Defin işini siz yapın. Ben hocam imam-ı a’zamın dersine gidiyorum. Dersimi kaçırmayayım) dedi. Kendisini vefatından sonra rüyada gördüler. Cennette, çok ihtişamlı büyük bir köşkte idi. Buna nasıl kavuştuğu sorulunca, (İlim öğrenmeye ve öğretmeye olan sevgim ile) buyurdu.

İlim ve âlim kıymetlidir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Âlime hürmet eden, bana hürmet etmiş, onu ziyaret eden beni ziyaret etmiş olur.) [İ. Rafii]
(Âlim olmayan veya ilim öğrenmeye çalışmayan bizden değildir.) [Deylemi]

(Ya âlim, ya öğrenci, ya dinleyici veya bunları seven olun. Yoksa helak olursunuz.) [Beyheki]
(Âlim ile oturmak, yüzüne bakmak ibadettir.) [Hakim]

(Âlim ile beraber olun, diz dize oturun. Çünkü Allahü teâlâ, yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi, ölü kalbleri de ilim nuru ile diriltir.) [Taberani]

(Kıyamette Peygamberler, âlimler ve şehidler şefaat eder.) [İ.Mace]

(Cennette de âlime ihtiyaç olur. Cennet ehline "Ne arzunuz varsa isteyin" diye sorunca, ne isteyeceklerini şaşırıp âlimlere bakarlar. Âlimler de, "Şunu isteyin" derler.) [Deylemi]

(Âlimin âlim olmayana üstünlüğü, Peygamberin ümmetine üstünlüğü gibidir.) [Hatib]
(Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayın, yıldızlara olan parlaklığı gibidir.) [Ebu Nuaym]

(Âlim, âbidden yetmiş derece üstündür. Bid’at ortaya çıkınca âlim, halkı ikaz eder. Âbid bid’atten habersiz, ibadetle meşgul olur. Bu bakımdan da âlim, âbidden kıymetlidir.) [Deylemi]

(Şeytanın bir âlimden korkması, cahil olan bin âbidden korkmasından daha çoktur.) [Beyheki]
(Kıyamette âbide Cennete gir, âlime ise halka şefaat için bekle denir.) [İ Maverdi]

(Bir âlim, bir şehirden gelip geçse, onun ayak basmasının hürmetine, oradaki kabristandan kırk gün azap kaldırılır.) [R.Nasıhin]

İşte böyle kıymetli olan âlimin vefatı büyük kayıptır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, sizden ilmi almak için ilmi ile amil olan âlimleri kaldırır. Cahiller kalır. Dinden sual edenlere, kendi akılları ile cevap verip, insanları doğru yoldan ayırırlar.) [Buhari]

(Bir âlim ölünce, İslam’da bir gedik açılmış olur ve kıyamete kadar kapanmaz.) [İ. Süyuti]

(Âlimin ölümüne üzülmeyen, münafıktır. Bir âlimin ölümünden daha büyük musibet yoktur. Bir âlim ölünce, gökler ve göklerde olanlar, yetmiş gün ağlarlar.) [R. Nasıhin]

(Âlim ölünce, denizdeki balıklar bile kıyamete kadar ona istiğfar ederler.) [Deylemi]
(Bir âlimin ölmesi, bir şehir halkının ölümünden daha büyük ziyandır.) [Taberani]

(Ahir zamanda, âlimler ölür, cahiller din adamı yerine geçirilir. Onlar da bilmeden yanlış fetva verir, kendisi sapar, başkalarını da saptırır.) [Buhari]

Büyük bir âlim vefat edince, feyz vermesi kesilmez, daha da artar. Kınından çıkmış kılıç gibi olur. (İrşad-üt-talibin)


Âlimlere saygının önemi
Sual: Hoca hakkı, hocaya hürmetin önemi hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
Saygı, ibadetten önemlidir. Mesela, ibadet etmeyen, günah işleyen kâfir olmaz. Fakat Allahü teâlânın, emir ve yasaklarını küçümseyen, beğenmeyen, saygısızlık yapan kâfir olur. [Tâlim-ül-müteallim]

İmam-ı Maverdi hazretleri de buyurdu ki:
(Talebe, hocasının gösterdiği yakınlığa güvenerek naz etmemelidir! Çünkü cahilin yanında susmaya mahkum olan bir âlim, zelil ve hakir duruma düşmüş olur. Esirler arasındaki bir cariyenin, cömertliği ile meşhur Hatim-i Tai’nin kızı olduğunu öğrenen Peygamber efendimiz, (Bir kavim içinde aziz iken zelil olana, zengin iken fakir düşene, âlim iken cahiller arasında kalmış olana acıyın) buyurup kızı serbest bıraktırdı. (Edeb-üd-dünya)

Tevazunun aşırı şekline temelluk denir. Nefsini zelil etmek demektir.
Temelluk, hocaya, üstada, âlime karşı caizdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Üstad hariç, temelluk mümin ahlakından değildir.) [İ. Maverdi]
(Âlime hürmet eden, Rabbine hürmet etmiş olur.) [İ. Maverdi]
(İlim öğrendiğiniz zata tevazu gösterin!) [Taberani]

Hz. Ali’nin, Bana ilimden bir harf öğretenin kölesiyim buyurması, hocaya hürmetin önemini göstermektedir. Bir harften maksat, ilimden bir meseledir.

İmam-ı Şafii hazretleri, bir çobanı görünce ayağa kalkar. Yanındakiler, (Bu çobana hürmetinizin sebebi nedir?) diye sual edince, Bu zat, bana kitaplarda bulamadığım ilimden bir meseleyi öğrettiği için, yani benim hocam olduğu için hürmet ediyorum buyurdu.

Doğru yolu bulmamıza sebep olanlara, bize çok lüzumlu ilimleri öğretenlere, gösterilecek hürmetin önemini idrak etmeye çalışmalıyız! (R. Nasıhin)

[Mezhep ve itikad imamlarımıza, imam-ı Gazali, Seyyid Abdülkadir-i Geylani ve imam-ı Rabbani hazretleri gibi din büyüklerimize saygı ve hürmetin önemini buradan da anlamalıyız.]

Sual: Bir âlimin sohbetinde bulunmak faydalı mıdır?
CEVAP
Ehl-i sünnet âliminin bulunduğu zamanlarda, sohbetinde bulunmak elbette büyük nimet idi. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Âlimin sohbetinde bulunmak, bin rekat nafile namazdan üstündür.) [İ. Gazali]
Âlim bulunmadığı zaman, eskiden yaşamış, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumak gerekir.
Bir âlimin kitabını okuyan, az da olsa, onunla sohbet etmiş sayılır.

muzo
06-03-2006, 11:45
Âlimlere nasıl tâbi olunur
Sual: İslam âlimlerine nasıl tâbi olunur?
CEVAP
Âlimlere tâbi olmak, dört mezhepten birine uymak demektir. Asırlardan beri bütün İslam âlimleri, dört mezhepten birine uymuşlar ve müslümanların da uymalarının gerektiğini bildirmişlerdir. Bunlara uymakta İcma hasıl olmuştur. İcmadan, cemaatten, birlikten, topluluktan ayrılan helak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İki kişi, bir kişiden, üç kişi, iki kişiden iyidir. O halde cemaatle birlikte olun! Allahü teâlânın rızası, rahmeti, yardımı cemaattedir. Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer.) [İbni Asakir]

(Cemaatten ayrılan, yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberani]
(Ümmetimin âlimleri, hiçbir zaman dalalette birleşmezler. İhtilaf olunca sivad-ı a'zama [âlimlerin ekseriyetinin bildirdiği yola] tâbi olun!) [İbni Mace]

(O gün her fırkayı imamları ile çağırırız) mealindeki İsra suresinin 71. âyet-i kerimesini Kadi Beydavi hazretleri (Her ümmeti Peygamberleri ve dinde uydukları imamları ile çağırırız) şeklinde açıklamıştır. Ruh-ul beyan ve Tefsir-i Hüseynide ise, (Herkes mezhebinin imamı ile çağırılır. Mesela "Ya Şafii" veya "Ya Hanefi" denir) şeklinde açıklanmaktadır. Bu açıklamalar da, her müslümanın dört hak mezhepten birine uyması gerektiğini açıkça bildirmektedir.

İcmadan ayrılmak caiz değil
Medarik tefsirinde (Müminlerin [itikad ve ameldeki] yolundan ayrılan Cehenneme gider) mealindeki Nisa suresinin 115. âyet-i kerimesini bildirdikten sonra, (Kitab ve sünnetten ayrılmak gibi icmadan da ayrılmak caiz değildir) buyuruluyor. Beydavi tefsirinde ise aynı âyet-i kerimenin açıklamasında (Bu âyet, icmadan ayrılmanın haram olduğunu göstermektedir. Müminlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola uymak da vacip olur, şart olur) buyuruluyor.

Ahmed bin Muhammed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki:
(Kur'an-ı kerimdeki (Allah’ın ipi)nden maksat, cemaattır. Cemaat da, fıkıh ve ilm sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer. Sivad-ı A'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Peygamber efendimiz aleyhisselamın ve Hulefa-ı raşidinin yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Kurtuluş, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasındadır. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’dir. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine tâbi olmayan, bid'at sahibi olup Cehenneme gider.) [Tahtavi]

Abdülgani Nablüsi hazretleri de (Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir) buyuruyor. (Hadika)

İmam-ı Rabbani hazretleri de, (Mezhepten ayrılmak, mezhepsiz olmak ilhaddır) buyuruyor. (Mebde ve Mead)
[İlhad, doğru yoldan ayrılmak demektir.]


Âlimleri taklit nimeti
Sual: Bazıları, (İslam âlimlerinin asırlar önce verdiği fetvalar bizi bağlamaz, onları taklit etmek uyduluktur!) diyorlar. Bunlara ne cevap vermeli?
CEVAP
Kötüyü, yanlışı ve bâtılı taklit, ne kadar zararlı ise, iyiyi, doğruyu ve hakkı taklit de o kadar faydalıdır. Bir kimsenin bütün ilimlerde üstad, bütün işlerde mütehassıs olması mümkün değildir.

Hastanın kendisini ameliyat edecek bir doktora ihtiyacı vardır. Doktorun da, manevi hastalıklarını tedavi edebilecek bir mürşid-i kâmile [Kalb mütehassısına] ihtiyacı vardır.

Doktorlar ilaç imal etmez, kimyagerlerce hazırlanan ilaçları tavsiye ederler. Hastalar da, doktorlara itimat ederek, onlara teslim olarak, onların tavsiyesine uyarak ilaçları kullanırlar. Herkesin, hem kimyager, hem doktor, hem mühendis gibi ihtisas isteyen her mesleğin erbabı olması düşünülebilir mi? O halde, bir kimse, bir işte mütehassıs da olsa, ihtisası dışındaki başka bir işin mütehassısına tâbi olması lazımdır. Bir saate, bir radyoya ihtiyacı olan kimsenin, (Taklit gericiliktir. Hiç kimsenin yaptığı bir şeyi kullanmam) diyerek saat, radyo yapmaya kalkışması doğru mudur?

Taklit düşmanları, hem taklidi uyduluk olarak vasıflandırıyor, hem de Batı’nın taklit edilmesini istiyorlar. Keşke Batı, ahlakta değil de, teknikte taklit edilse idi. Çünkü Peygamber efendimiz, (Fen ve sanat müminin kaybettiği malıdır, nerede bulursa alsın, ilim Çin’de [çok uzakta ve kâfirde] de olsa talep edin) buyuruyor. Batı’nın tekniği yerine, örf ve âdeti, ahlaksızlığı taklit edilirse, elbette rezil olunur.
Uzun tecrübelerden sonra çeşitli âletler yapılmış, çeşitli kaideler bulunmuş, çeşitli ilimler sistemleştirilmiştir. (Taklit etmemek için bunları kullanmam) diyenin aklından şüphe edilir.

Maiyet bulunmadıkça, amir olur mu? Ast bulunmazsa üst olur mu? Herkesin müctehid, lider olmasını istemek ateşin üşütmesini, buzun ısıtmasını istemek gibi eşyanın tabiatına aykırıdır. Müctehid olmak, doktor veya kimyager olmak gibi kolay bir iş değildir. Birçok ilimde ihtisas sahibi olduktan başka, ilahi mevhibe sahibi de olmak gerektiği için Yusuf Nebhani hazretleri, (Bugün müctehidlik taslayanın ya aklı veya dini noksandır) buyurmuştur.

Eshab-ı kiramın hepsi mutlak müctehid olduğu halde, Peygamber efendimizi görüp taklit ettikleri için, Peygamberlerden sonra en yüksek makama kavuşmuşlardır. Tâbiin, Eshab-ı kirama tâbi oldukları, onları taklit ettikleri için yüksek şerefe kavuşmuştur. Onlardan sonra gelenler de onlara tâbi oldukları, onları taklit ettikleri için Tebe-i tâbiin şerefine nail olmuştur. Peygamber efendimiz de, (Âlimler rehberdir, âlimlere tâbi olun) buyurdu. O halde âlimleri taklit etmek lazımdır. (Berika)

Ehl-i sünnet âlimleri çok yüksek insanlardır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlim, Allahü teâlânın güvendiği zâttır.) [Deylemi]
(Âlimlere tâbi olun! Onlar, dünyanın ışığıdır.) [Deylemi]
(Âlimler [ebedi saadet yolunu gösteren] birer kılavuzdur, rehberdir.) [İ.Neccar]

Dindeki dört delil, müctehid âlimler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü biz, âyetten ve hadisten hüküm çıkaramayız. Bunun için, mezhebimizin bir hükmü, nassa uymuyor gibi görünse de, mezhebimizin hükmüne uyarız. Çünkü nass; ictihad isteyebilir, tevil edilmesi gerekebilir, nesh edilmiş olabilir. Bunları da ancak müctehid âlimler anlar. Bunun için tefsir ve hadis değil, âlimlerin kitaplarını okumamız lazımdır. (Berika s.94)

Buhari’deki, (Bir zaman gelir, din âlimi kalmaz, din adamı yerine geçirilen cahiller, bilmeden fetva verir, herkesi, doğru yoldan çıkarmaya çalışırlar) hadis-i şerifi, âlimlerden nakletmeye taklitçilik diyerek, Ehl-i sünneti kötüleyen, dinde reformcuların zararlarını bildirmektedir. Yine Buhari’deki (Kıyamete yakın, ilim yok olur, din cahilleri çoğalır, içki içen ve zina edenler artar) hadis-i şerifi de, dinde reformcuların, din adamı olarak ortaya çıkacaklarını bildiren Resulullah efendimizin mucizelerinden biridir.

Hocaya ittiba ne demektir
Sual: Veysel Karani, Resulullahın mübarek dişi kırıldı diye, ona benzemek için dişlerini çektirmiş. 63 yaşından fazla yaşayan kimseler, Resulullahtan fazla dünyada kalmam diyerek evine kabir kazıp kalan ömrünü kabirde geçirmiş. Bunun örnekleri çok. Böyle hareketler Resulullaha ittiba mıdır? Bizlerin de yapması lazım mı? İslam âlimlerine, dini öğreten hocalara nasıl ittiba gerekir? Mesela Resulullah efendimiz ikindinin sünnetini bazen kılmazmış. Bizim de bazen kılmamamız sünnet midir, Resulullaha ittiba olur mu? Bir arkadaş söyledi. Hocası, Rabbena’dan sonra Allahümme inni euzübike min hemezatişşeyatin okumak çok sevap diye bildirirmiş. Namazda son oturuşta salli barikten sonra Rabbena atina’dan fazla okumam, çünkü hocamızın okumadığını bir iki kere gördüm dedi. Başka duaları okumak hocaya ittiba etmemek mi olur?
CEVAP
Evliyanın, aşıkların durumu farklıdır. Veysel Karani hazretleri, Resulullah efendimizin hangi dişi olduğunu bilmediği için dişlerinin hepsini çektiriyor. Bu aşıklık hâlidir, onlar mazurdur.

İttiba, dinin yasaklamadığı konularda, o zata uymaya çalışmaktır. Mesela o zat, özürlü olduğu için, teyemmüm etse, biz de ona uymak için teyemmüm etmemiz caiz olmaz.

Resulullah efendimiz bazen ikindinin sünnetini terk etti diye sünneti terk etmek sünnet olmaz, ancak ibadet etmek sünnet olur, terk etmek sünnet olmaz.

Bir zat, birkaç namazda Rabbena’dan sonra dua okumasa, yahut ömründe hiç okumasa, ancak, siz okuyun diye bildirse, okumak o zata ittiba olur. Mesela Rabbena’dan sonra Allahümme inni euzübike min hemezatişşeyatin okumak hocaya ittibadır.

Ehli sünnet âlimlerine uymak gerekir
Âlim, hakkı bâtıldan ayıran ve bildikleri ile amel eden zattır. Ehl-i sünnet âlimleri Peygamber efendimizin vârisleridir. Bunlara uyanlar kurtulur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bu misalleri ancak âlim olan kimseler anlar.) [Ankebut 43]
(Eğer bilmiyorsanız, zikir ehlinden [âlimlerden] sual ediniz) [Nahl 43]
(Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fatır 28]

Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki:
(Âlimlere tâbi olun.) [Deylemi]
(Âlimler, birer rehber ve kılavuzdur.) [İ. Neccar]

(Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İ. Maverdi]
(Bilmediklerinizi salih âlimlerden sorup öğrenin.) [Taberani]

(Âlimin, insanlara üstünlüğü, Peygamberin ümmetine üstünlüğü gibidir.) [Hatib]
(Âlimler, benim ve diğer Peygamberlerin vârisleridir.) [Tirmizi]

muzo
06-03-2006, 11:45
Fetva vermenin mesuliyeti
Sual: Fetva ne demektir?
CEVAP
Fetva, bir hususun dine uygun olup olmadığını, hangi fıkıh kitabının neresinden alındığını bildiren hüküm demektir. Mehazını göstermeden caiz veya caiz değil demek fetva olmaz.

Fetva veren Müftinin müctehid olması gerekir. Müctehid olmayan kimse müfti yapılırsa, bunun müctehidlerin bildirdiklerini okuyup, öğrenerek bunları söylemesi gerekir. (İbni Hümam)

Müctehid olmayan kimse bir hadis işitince, bu hadisten kendi anladığına uyarak amel edemez. Mezhebindeki müctehidlerin verdiği fetva ile amel etmesi gerekir. (Kifaye)

Cengiz Han, Fatımiler ve hatta Abbasiler zamanında, haramlara caiz diyen müftü adını taşıyan devlet memurları vardı. Bunların yanında bir kısmı da gerçekten İslam müftisi idi. Bir kısmı ise, o zamanki hükümdarın arzusuna göre konuşurlardı. İslam müftileri, Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını bildiren âlimlerdi. Müftü denilen devlet memurları ise, zaten dini bilmezlerdi. Allahü teâlânın yasak ettiği bir şeyi, hükümdar emretmiş ise, (Bunu yapmak caiz değil) demezlerdi. Yahut bir zalim, Allahü teâlânın emrettiği bir şeyi yapmamış olsa, (Bunu yapmak gerekir) diyemezlerdi. Böylece müslümanları günaha ve büyük felaketlere sürüklemişlerdi. Böyle uydurma fetvaların verildiği zamanlarda, dinini kayıran müslümanlar, âlimlerin yazdığı fıkıh ve ilmihâl kitaplarına uyup dinlerini kurtardılar.

Yanlış fetva vermek
Sual: Dini konularda rastgele konuşmanın veya çalakalem yazı yazmanın vebali yok mudur?
CEVAP
Dini konularda bilmeden konuşmanın vebali çok büyüktür. Meşhur bir harama helal veya meşhur bir helale haram diyen küfre girer. Müctehid olmayan kimsenin, Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden anladığına göre fetva vermesi caiz değildir. Çünkü âyet ve hadislerden dört mezhebin müctehidleri, farklı hükümler çıkarmıştır. Onun için herkes, kendi mezhebine uymalı, kendi mezhebindeki âlimlerin verdiği fetvalarla amel etmelidir! Bilmeden, kitaba bakmadan, "caizdir", "caiz değildir" gibi konuşmaktan çok sakınmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Fetva vermeye en cüretli olanınız, Ateşe [girmeye] en cüretli olanınızdır.) [Darimi]

Haramdan korkmayan, günah işlemeye cesaret eden cahildir. Nitekim, (cahil, cüretkâr olur) buyuruldu. Yani, (cahil, günah işlemekten korkmaz) demektir.

Fetva vermenin mesuliyeti çok büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bilmeden fetva verene, yerdeki ve gökteki melekler lanet ederler.) [İbni Lal, İbni Asakir]

(Cehennem zebanileri, günah işleyen hafızlara, puta tapanlardan daha çok azap yapar. Çünkü bilerek yapılan günah, bilmeyerek yapılan günahtan daha kötüdür.) [Taberani]

(Ümmetim, kötü âlimler, cahil abidler yüzünden helak olur. Kötülerin en kötüsü kötü âlimlerdir. İyilerin en iyisi de iyi âlimlerdir.) [Darimi]

(Sizin için Deccalden daha çok, sapık imamlardan korkuyorum.) [İ.Ahmed]

Kendine sual sorulan, bilmiyorsa, "bilmiyorum, kitaplara bakayım, bulursam söylerim" demeli! Bilmiyorum demek ilimdendir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Üzeyrin ve Zülkarneynin Peygamber olup olmadığını bilmiyorum. Hz. Cebrail gelinceye kadar, oturulacak yerlerin en iyisi ve en kötüsünün ne olduğunu soranlara "bilmiyorum" dedim. Cebrail de, "bilmiyorum" dedi. Nihayet Allahü teâlâ bildirdi ki, "Oturulacak yerlerin en iyisi camiler, en kötüsü de sokaklardır.") [Ebu Davud]

(Bilmiyorum demek de ilimdendir.) [İbni Mace]
(Âlimim diyen cahildir.) [Taberani]

(Ahir zamanda, âlim ve ilim azalır, cahillik artar. Cahil ve sapık din adamları, yanlış fetva vererek fitne çıkarır, doğru yoldan saptırırlar.) [Buhari]

(Ümmetim, kötü din görevlilerinden çok zarar görecektir.) [Hakim]
(Ehli olmadan yanlış fetva veren, hainlik etmiş olur.) [Ebu Davud, Hakim]

(Allahü teâlâ, âlimleri almak suretiyle ilmi ortadan kaldırır. Âlim kalmayınca da, cahiller bilmeden yanlış fetva verir, hem kendilerini, hem de başkalarını sapıtırlar.) [Buhari]

Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Bilmem, demek ilmin yarısıdır. Allah rızası için bilmediği bir hususta, susanın aldığı mükafat, bildiği hususta konuşanın aldığı mükafattan az değildir. Çünkü cehaleti kabul etmek nefse çok ağır gelir. (Şabi)

Şeytanı en çok kahreden şey, âlimin "bilmiyorum" demesidir. Şeytan, "Bunun susması benim için, konuşmasından daha zararlı" der. (İbrahim Edhem)

Hakiki âlim, suali cevaplandırırken, kıyamette, "bu cevabı hangi kitapta buldun" diye sorulacağından korkan zattır. (Hakim Nişapuri)

Hz.Cabir anlatır:
Yolculukta, arkadaşlarımdan birinin başı yaralandı. Oradakilere sordu:
- Muska yapmak caiz olur mu?
Oradakiler dedi ki:
- Caiz olmaz, başını yıka!
O da başını yıkayınca öldü. Medine’ye gelince, Resulullah efendimize haber verdik. Buyurdu ki:
(Allahü teâlâ, onun ölümüne sebep olanları öldürsün. Bilmediklerini niçin sorup öğrenmediler? Cehlin ilacı, sorup öğrenmektir!) [Mişkat]

Bu zatlar, daha çok bilenlerden sormadan, kendiliklerinden fetva verdikleri için, çok sert sözle karşılaşıp, kendilerine, (Allahü teâlâ, onları öldürsün) buyurulunca, şimdi din adamı geçinen bir kimsenin İslam âlimlerinin kitaplarını okumadan, kendi boş kafası ve kısa görüşü ile Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere mana vermeye kalkışmasına, böylece, müslümanların dinlerini, imanlarını bozmasına ne denileceği meydandadır.

Böyle kimseye, din, iman hırsızı demek yerinde olur. Allahü teâlâ, hepimizi böyle din hırsızlarının zararlarından muhafaza buyursun!

Dinini öğrenmek için sual soranlara, cevap vermemenin vebali büyüktür.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Sual sorulan kimse, bildiği halde cevap vermezse, kıyamet gününde ağzına ateşten bir gem vurulur.) [Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace]

(İlmini [bildiğini] gizleyene, denizdeki balıktan, gökteki kuşa kadar her şey lanet eder.) [Darimi]

(Âlimin bildiğini söylememesi, cahilin de bilmediğini sormaması helal değildir. Çünkü Allahü teâlâ, "Bilmiyorsanız, ilim ehline sorun" buyuruyor.) [Taberani]

İlmin kıymetini bilmeyene, ilim öğretilmez. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlmi, ehli olmayana öğretmek, onu kaybetmek demektir.) [İbni Ebi Şeybe]

(İlmi layık olmayana öğreten domuzun boynuna yakut, inci ve altın takana benzer.) [İbni Mace]

(Biz Peygamberler, herkese, seviyesine göre muamele yapmak ve anlayabileceği şekilde hitap etmekle emrolunduk.) [İ.Gazali]

(Aklın almayacağı şeyi söylemek, fitne olur.) [İbni Asakir]

Hz. Ali, göğsünü işaret edip, (Burada istediğiniz kadar bilgi vardır. Ancak bunu taşıyabilecek birisi olsa, hepsini ona anlatırım) buyurdu.

Adamın biri bir âlime ince bir mesele sordu. Âlim cevap vermeyince, o kimse dedi ki:
- Sen, (İlmini gizleyene Allahü teâlâ ateşten gem vurur) hadis-i şerifini bilmiyor musun?
- Eğer anlattıklarımı anlayabilecek biri sorar da söylemezsem, o zaman bana gem vurulur.

Kur'an-ı kerimde, (Sefihlere, akılsızlara malınızı vermeyin) buyuruluyor. Mal verilmezse, ilim hiç verilmez. Ona ilim vermek fitneye sebep olur. (İhya)

muzo
06-03-2006, 11:46
İmam-ı a’zam bu ümmetin ışığıdır
Sual: İmam-ı a’zam hazretleri hakkında hadis var mıdır?
CEVAP
İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri hakkında, meşhur ve muteber fıkıh kitaplarında çeşitli hadis-i şerifler bulunmaktadır. En kıymetli fıkıh kitaplarından biri olan Dürr-ül-muhtâr’ın önsözündeki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âdem aleyhisselam, benimle övündüğü gibi, ben de ümmetimden ismi Numan, künyesi Ebu Hanife olan bir zât ile övünürüm. O ümmetimin ışığıdır.)

(Peygamberler benimle iftihar ettikleri gibi, ben de Ebu Hanife ile iftihar ederim. Onu seven, beni sevmiş olur. Onu sevmeyen, beni sevmemiş olur.)

Mevduat-ül-ulum ve Hayrat-ül-hisan’daki hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Ebu Hanife adında biri gelir. Bu, kıyamet günü ümmetimin ışığı olur.)
(Ebu Hanife denilen biri gelir, Allah’ın dinini ve benim sünnetimi canlandırır.)
(Her asırda, ümmetimden yükselen olur. Ebu Hanife, zamanının en yükseğidir.)

Mirât-ı kâinat’daki birkaç hadis-i şerif:
(Ebu Hanife adında biri gelir. O, bu ümmetin en hayırlısıdır.)
(Ümmetimden biri, dini canlandırır. Bid’ati öldürür. Adı Numan bin Sâbittir.)
(Ebu Hanife’nin iki küreği arasında ben vardır. Allahü teâlâ dinini onun eliyle canlandırır.)

İbni Âbidin hazretleri, Dürr-ül-muhtar’ın önsözündeki yukarıdaki hadis-i şerifleri açıklarken buyuruyor ki:
[Buhari ve diğer hadis âlimlerinin rivayet ettiği hadis-i şerifte, (İman, süreyya yıldızına çıksa Fâris oğullarından biri elbette alıp gelir) buyuruldu. Buhari’nin diğer bir rivayetinde ise, (Allah’a yemin ederim ki, din, süreyya yıldızında asılı olsa, onu Fâris oğullarından, acemlerden bir zât alacaktır) buyuruldu. Fâris, İran’ın Fers denilen memleketindeki insanlar demektir. İmam-ı a’zamın dedesi buradandır. Bu hadis-i şerifin imam-ı a’zamı gösterdiği açıktır.

İmam-ı Süyuti; “Bu hadiste Ebu Hanife’nin kastedildiği pek âşikârdır. Bunda şüphe yoktur. Çünkü Acemlerden, ilimde Ebu Hanife derecesine varan tek bir kimse yoktur” buyurdu.]

İmam-ı a’zam Ebu Hanife Numan bin Sabit, dört mezhep imamları içinde, Eshab-ı kirama en yakın olanı, en âlim olanı, fıkıhta en derin olanı, vera’ı en çok olanı idi. İmam-ı Şarani hazretleri Şafii mezhebinde iken, insaf ile, imam-ı a’zamı şöyle tanıtmaktadır:

(Ona hiç kimse dilini uzatmamalıdır. Çünkü O, dört imamın en büyüğü, mezhebin ilk kurucusu, senetleri Resulullaha en yakın olanı, Eshab-ı kiramın ve Tâbi’inin yaşayışlarını en çok göreni idi. Her sözü Kitaba ve Sünnete dayanmaktadır. Kendi re’yi, düşüncesi ile hiçbir şey söylememiştir.) İmam-ı Şarani gibi büyük bir âlimin (Rabbani âlim) dediği ve kendi re’yi ile hiçbir şey söylememiştir dediği bir yüce imam için ve talebeleri için, birkaç hadis âliminin (Eshabı re’y) demeleri çok haksız bir isnattır.
Şafii mezhebindeki büyük âlimlerden ibni Hacer-i Mekki, imam-ı a’zamı tanıtmak için ayrı bir kitap yazmıştır. Kitabının ismi (Hayrat-ül-hisan fi-menakıb-in-Nu’man)dır.

Hanefi âlimlerinden ibni Âbidin, Redd-ül-muhtar kitabının önsözünde diyor ki:
İmam-ı a’zamın, büyüklüğünün şahidi, diğer mezhep imamları, onun bütün sözlerini senet olarak almışlardır. Mezhebinin âlimleri, onun zamanından, bu zamana kadar, her yerde onun sözleri ile fetva verdiler. Evliyadan çoğu, onun mezhebine göre çalışarak kemale geldiler. Anadolu, Balkan müslümanları, Hind, Sind ve Türkistan, yalnız onun mezhebini bilirler. Abbasi devleti, her ne kadar, cedlerinin mezhebinde idi ise de, kadılarının, hakimlerinin, âlimlerinin çoğu Hanefi mezhebinde idi. Beşyüz seneye yakın bu mezhebe göre amel ettiler. Bu devletin yerine kurulmuş olan Selçuki ve sonra Harezmi melikleri ve büyük Osmanlı devleti hep hanefi idi.

Büyük âlim Muhammed Tahir sıddıki, (Mecmaul-bihar fi-garaib-it-tenzil ve letaif-il-ahbar) kitabında diyor ki:
(İmam-ı a’zamdan Allahü teâlânın razı olduğuna alamet, mezhebinin her yere yayılmasını kolaylaştırmasıdır. Bu işte bir sırrı ilahi olmasaydı, yeryüzündeki müslümanların çoğu onun mezhebinde olmazdı.)

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri, Mektubat ismindeki kitabının 2. cildinin 55. mektubunda buyuruyor ki:
İmam-ı a’zam Ebu Hanife, İsa aleyhisselama benzemektedir. Vera ve takva nimetine kavuştuğu için ve Sünnet-i seniyyeye uyduğu için, nasslardan ahkam çıkarmakta ve ictihad yapmakta, çok yüksek dereceye ulaşmıştır. Bazı âlimler, onun bu derecesini anlayamadılar. Onun ictihad ile bulduğu şeyler, çok ince bilgiler oldukları için, Kitaba ve Sünnete uymuyor sandılar. Bu yüce imama, re’y sahibi dediler. Onun ilminin hakikatine yetişemedikleri, onun anladığını anlayamadıkları için, böyle yanıldılar. Halbuki, imam-ı Şafi’i, onun anladığı bilgilerden, az bir şey sezerek, (Fıkıh âlimlerinin hepsi, fıkıh ilminde, Ebu Hanife’nin talebesidir) dedi.

Buhara’nın büyük âlim ve velilerinden Muhammed Parisa hazretleri, Füsuli sitte kitabında, (Hz. İsa gökten [Şam’a] inince ictihad ve ameli imam-ı Ebu Hanife’nin mezhebine uygun düşecektir) buyurdu. Bu söz, belki yüce imamın İsa aleyhisselama benzerliğini göstermektedir.

Bu ümmetin Âlimlerinin, Salihlerinin çoğu Hanefi mezhebinde idiler. Mezhepsizlerin böyle bir âlime ve ilmi ile amile dil uzatmaları ve mezhep taklit edenlere kâfir sözleri, hatta (Fıkıh kitaplarını okuyan kâfir olur) gibi küstahça konuşmaları, (El-cerh-u a’la Ebi Hanife) ve başka kitaplarda açıkca yazılıdır. Bu nasipsizlerin, bu büyük ve mübarek imama böyle saldırmalarının sebebi acaba nedir? Bilmiyorlar ki, ona düşmanlık, bu ümmeti merhumeye düşmanlıktır. (Üsuli Erbe’a, Kitap-ül-mecid fi-vücub-it-taklit)

Allahü teâlâ, bütün müslümanları sapık ve bozuk yola kaymaktan muhafaza buyursun! Hepimize dört mezhep âlimlerinin hak olan ictihadlarına uygun iman ve ameller nasip eylesin! Kıyamet günü, onların mezhebinde olarak, Peygamberlerle, sıddıklarla ve şehidlerle ve salihlerle birlikte haşr eylesin! Amin.

Netice:
Peygamber efendimiz, imam-ı a’zam hazretlerinin geleceğini haber vermiştir. Diyâ-i manevi, Mevduat-ül-ulum, Hayrat-ül-hisân, Mirât-i kâinat ve Dürr-ül-muhtar’da yazılı olan hadis-i şerifte, (Ebu Hanife ümmetimin ışığı olacaktır) buyuruldu. Hadis ilminde de icazeti bulunan büyük fıkıh âlimi seyyid İbni Âbidin hazretleri, bu hadis-i şerifin sahih olduğunu bildirmektedir.

Bu hadis-i şerif, büyük âlim Ebülleys-i Semerkandi hazretlerinin Mukaddime kitabında ve bunun şerhi Tekaddüme kitabında da yazılmıştır. Gaznevi’nin Mukaddime adındaki fıkıh kitabının önsözünde imam-ı a'zamı öven hadis-i şerifler yazılıdır. Bunun şerhi olan Diyâ-i manevi kitabında kâdı Ebülbekâ hazretleri, (İbni cevzi, bu hadise mevdu demiş ise de, bu sözü taassuptur. Çünkü bu hadis, çeşitli yollardan gelmiştir) buyuruyor.

Hayrat-ül-hisan kitabını müellifi İbni Hacer-i Mekki hazretleri, Şâfii fukahasının büyüklerindendir. Şafii olmasına rağmen, mezhepsizlerin dediği gibi, mezhep taassubu olsaydı, Hanefi mezhebinin kurucusu hakkındaki hadis-i şerifleri kitabına almazdı.

Mevduat-ül-ulum kitabının sahibi Taşköprü Zade, Ahmed bin Mustafâ, Osmanlı âlimlerindendir. Şakâik-i Numâniyye tarih kitabı ile Miftah-üs-seâde kitabı meşhurdur. Oğlu Kemaleddin Muhammed, Miftâh-üs-seâde kitabını Türkçeye tercüme ederek Mevduat-ül ulum ismini vermiştir.
Mirât kâinat kitabının sahibi Nişancı Zade, Muhammed bin Ahmed bin Muhammed bin Ramazan, Edirne kadısı idi. Mirât kâinat kitabı meşhurdur.

Dürr-ül-muhtar kitabının sahibi Alaüddin Haskefi, Şam müftisi idi. Bunun Dürr-ül-muhtar kitabına İbni Âbidin, Burhaneddin İbrahim bin Mustafa Halebi ve Ahmed Tahtâvi kıymetli hâşiyeler yapmışlardır.

Bu âlimlerin doğruluğunu tasdik ettiği hadis-i şeriflere uydurma demek büyük bir insafsızlıktır. Hanefilere göre, deniz haşaratı yenmez, diğer üç mezhebe göre yenir. Hanefi, diğer üç mezhebe sizin ictihadınız yanlış diyemediği gibi, üç mezhep de, Hanefi’ye sizinki yanlış diyemez. Bir hadise bir âlim mevdu derken, öteki sahih diyebilir. Bu âlimler, birbirine dil uzatmaz.

Hadis ilminde müctehid bir âlim, bazı âlimlerin sahih dediği bir hadise mevdu diyebilir. Müctehidin böyle demesi; “bu hadis, Peygamber efendimizin sözü değildir" anlamında değildir. Bu hadis benim usulüme göre hadis değildir demektir. Farklı ictihadlar da böyledir. Bana göre doğrusu bu der, fakat farklı ictihadda bulunan müctehide dil uzatmaz. Bazı kimseler, âlimin birisi, bir hadise mevdu dese, sanki bütün âlimlerce o hadis mevdu imiş gibi, o hadise hemen uydurma damgasını vuruyorlar. Halbuki hiçbir Ehl-i sünnet âliminin kitabında uydurma hadis olmaz. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına dil uzatmamalı ve onların kitaplarında uydurma hadis var sanmamalıdır.

İslam âlimleri, hadis uydurmanın ve uydurulmuş hadisi nakletmenin vebalinin büyüklüğünü bildikleri için, kitaplarına uydurma hadis almazlar. Çünkü hadis-i şerifte, (Benden duyduğunuz âyet ve hadisi tebliğ edin! Beni İsrailden bildirdiklerimi de söyleyin! Yalnız bana bilerek yalan isnat eden, Cehennemdeki yerine hazırlansın!) buyuruluyor. (Buhari)

muzo
06-03-2006, 11:47
Dinimiz ve adalet
Sual: İslamiyet’in başka dinlerde olanlara karşı tutumu nasıldır?
CEVAP
Dinimiz iyi bilinirse görülür ki, Allahü teâlâ, insanlara daima merhamet ve şefkat ve af ile muamele etmeyi, kendilerine fenalık yapanları affetmeyi, daima güler yüzlü ve tatlı sözlü olmayı, sabırlı hareket etmeyi, işlerinde daima dostlukla anlaşmayı emretmektedir.

Hakiki Müslümanlar, diğer bütün dinlere karşı büyük bir müsamaha göstermişler, değil Hıristiyan ve Yahudileri zorla Müslüman yapmak ve onların ibadethanelerini tahrip etmek, aksine, onlara yardım, hatta kiliselerini tamir etmişlerdir.

Müslümanlar arasından Hıristiyanlara fena muamele edenler çıkmamış mıdır? Çıkmış olabilir. Fakat bunlar, hem miktarca çok az, hem de, dinimizin emirlerini bilmeyen cahiller idi. Bunlar nefslerine uyarak hareket etmişler ve cezaları bizzat Müslümanlar tarafından verilmiştir.

Tarihi vesika
Peygamber efendimizin bu husustaki bir mektubu şöyledir:
(Bu yazı, Abdullah oğlu Muhammed’in bütün Hıristiyanlara verdiği sözü belirtmek için yazılmıştır. Şöyle ki; Allahü teâlâ, kendisini rahmet ile müjdelemiş, insanlar üzerindeki emaneti muhafaza edici kılmıştır. İşte bu Muhammed, bu yazıyı, Müslüman olmayan bütün kimselere verdiği ahdi belgelendirmek için kaleme aldırdı.

Kim ki, bu ahdin aksine hareket ederse, ister sultan, ister başkası olsun Allahü teâlâya karşı isyan ve din-i İslam ile alay etmiş sayılır ve Allahü teâlânın lanetine layık olur. Eğer Hıristiyan bir rahip [papaz] veya bir seyyah [turist] bir dağda, bir derede veya çöllük bir yerde veya bir yeşillikte veya alçak yerlerde veya kum içinde ibadet için perhiz yapıyorsa, kendim, dostlarım, arkadaşlarım ve bütün milletimle beraber onlardan her türlü teklifleri kaldırdım. Onlar benim himayem [korumam] altındadır. Ben onları, başka Hıristiyanlarla yaptığımız ahitler mucibince, ödemeye borçlu oldukları bütün vergilerden affettim. Harac vermesinler veya kalbleri razı olduğu kadar versinler. Onlara cebretmeyin, zor kullanmayın. Onların dini reislerini makamlarından indirmeyin! Onları ibadet ettikleri yerden çıkartmayın! Bunlardan seyahat edenlere mani olmayın! Bunların manastırlarının, kiliselerinin hiç bir tarafını yıkmayın! Bunların kiliselerinden mal alınıp Müslüman mescitleri için kullanılmasın! Her kim buna riayet etmezse, Allahü teâlânın ve Resulünün kelamını dinlememiş ve günaha girmiş olur.

Ticaret yapmayan ve ancak ibadet ile meşgul olan kimselerden, her nerede olurlarsa olsunlar, cizye ve garamet gibi vergileri almayın! Denizde ve karada, şarkta ve garpta, onların borçlarını ben saklarım. Onlar benim himayem altındadır. Ben onlara eman verdim.

Dağlarda yaşayıp ibadet ile meşgul olanların ekinlerinden harac, vergi almayın! Ekinlerinden Beytül-mal devlet hazinesi için hisse çıkartmayın! Çünkü, bunların ziraatı, sırf nafakalarını temin etmek için yapılmakta olup, kâr için değildir. Cihad için adam gerekirse, onlara baş vurmayın! Cizye, varlık vergisi almak gerekirse, ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, ne kadar malları ve mülkleri bulunursa bulunsun, yılda on iki dirhemden daha fazla vergi almayın! Onlara zahmet, meşakkat teklif olunmaz. Kendileriyle bir müzakere yapmak gerekirse, ancak merhamet, iyilik ve şefkat ile hareket edilecektir. Onları, daima merhamet ve şefkat kanatları altında himaye ediniz!

Nerede olursa olsun, bir Müslüman erkekle evli olan Hıristiyan kadınlara, fena muamele etmeyin! Onların kendi kiliselerine gidip, kendi dinlerine göre ibadet etmelerine mani olmayın! Her kim ki, Allahü teâlânın bu emrine itaat etmez ve bunun zıddına hareket ederse, Allahü teâlânın Peygamberinin emirlerine isyan etmiş sayılacaktır. Bunlara kilise tamirlerinde yardımcı olunacaktır. Bu ahitname [sözleşme] kıyamet gününe kadar devam edecek, dünya sonuna kadar değişmeden kalacak ve hiç bir kimse bunun aksine bir harekette bulunamayacaktır.)

[Bu ahitname Hicretin 2. yılı, Muharrem ayının üçüncü günü, Medine-i Münevvere de Mescid-i seadette Ali bin Ebi Talibe yazdırılmıştır. Peygamber Efendimizin, bütün Müslümanlara hitaben yazdırdığı bu mektubun aslı, Feridun Beyin Mecmua-i Münşea-tus-salâtin kitabı, c.1,s.30 dadır.]


Bir adalet örneği
Rum Kayseri Herakliyus’un büyük ordularını perişan eden İslam askerlerinin başkumandanı Ebu Ubeyde bin Cerrah hazretleri, zafer kazandığı her şehirde adamlarını bağırtarak, Rumlara, Halife Hz. Ömer’in emirlerini bildirirdi. Humus şehrini alınca buyurdu ki:

(Ey Rumlar! Allahü teâlânın yardımı ile ve Halifemiz Ömer’in emrine uyarak bu şehri de aldık. Hepiniz ticaretinizde, işinizde, ibadetlerinizde serbestsiniz. Malınıza, canınıza, ırzınıza, kimse dokunmayacaktır. İslamiyet’in adaleti aynen size de tatbik edilecek, her hakkınız gözetilecektir. Dışardan gelen düşmana karşı, Müslümanları koruduğumuz gibi sizi de koruyacağız. Bu hizmetimize karşılık olmak üzere, Müslümanlardan hayvan zekatı ve uşr aldığımız gibi, sizden de, senede bir kere cizye vermenizi istiyoruz. Size hizmet etmemizi ve sizden cizye almamızı Allahü teâlâ emretmektedir.)

Humus Rumları, cizyelerini seve seve getirip, Beyt-ül-mal emini Habib bin Müslime teslim ettiler. Herakliyus’un, bütün hıristiyan ülkelerinden asker toplayarak Antakya’ya hücuma hazırlandığı haberi alınınca Humus şehrindeki askerlerin de, Yermük’teki kuvvetlere katılmasına karar verildi. Ebu Ubeyde hazretleri şehirde memurların şöyle bağırmalarını emretti:

(Ey Hıristiyanlar! Size hizmet etmeye, sizi korumaya söz vermiştim. Buna karşılık, sizden cizye almıştım. Şimdi ise, Halifeden aldığım emir üzerine, Herakliyus ile gaza edecek olan kardeşlerime yardıma gidiyorum. Size verdiğim sözde duramayacağım. Bunun için hepiniz Beyt-ül-mala gelip, cizyelerinizi geri alınız! İsimleriniz ve verdikleriniz, defterimizde yazılıdır.)

Suriye şehirlerinin çoğunda da böyle oldu. Hıristiyanlar Müslümanların bu adaletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri Rum imparatorlarından çektikleri zulümlerden ve işkencelerden kurtuldukları için bayram yaptılar. Sevinçlerinden ağladılar. Çoğu seve seve Müslüman oldu. Kendi arzuları ile Rum ordularına karşı İslam askerine casusluk yaptılar.

İslam devletlerinin meydana gelmesi, yayılması asla, saldırmakla olmadı. Bu devletleri ayakta tutan, yaşatan, büyük ve başlıca kuvvet, iman kuvveti idi ve İslam dininde çok kuvvetli bulunan adalet, iyilik, doğruluk ve fedakârlık meziyeti idi. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah, adaleti, iyilik yapmayı, akrabaya bakmayı emreder. Hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı men eder.) [Nahl 90]

(Ey iman edenler! Bir millete olan öfkeniz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olunuz!) [Maide 8]

Avrupa ve vahşet
Sual: Avrupa okullarında verilen din derslerinde, İslamiyet’i bir vahşet dini olarak tanıtıyorlar. Halbuki zulmü, vahşeti yapan Hıristiyanlar değil midir?
CEVAP
Hıristiyanların yaptıkları vahşetler çoktur. Tarih baştan başa bu zulümlerle doludur. Din namına yapılan Engizisyon zulümleri, Sen Bartelmi faciası ve buna benzer toplu öldürmeler, Hıristiyanların, mezhepleri farklı olan dindaşlarına ve diğer dinlere karşı gösterdikleri akıl ermez vahşetleri birer birer teşhir etmektedir. Müslüman hükümdarlar, Müslüman kumandanlar, Müslüman devlet adamları arasında hiçbiri, hiçbir zaman Hıristiyanların yaptıkları gibi, zulümler yapmamış, bunları "din namına yapıyoruz" demek küstahlığında bulunmamış, Müslüman âlemini Hıristiyanlara karşı teşvik etmemiştir. İslamiyet’te hiçbir mahluka zulüm yapmak caiz değildir. Bütün Müslüman din adamları zulme mani olmuştur.

İşte küçük bir misal:
Dar-üs-seade ağası iken emekli olan Sünbül ağa, Mısır’a giderken, gemisi Rodos açıklarında, Malta korsanları tarafından basılıp, ağa şehit edildi. Venedik gemileri Mora’ya asker çıkarıp çocuk ve kadın demeden, binlerce Müslümanı öldürdü. On sekizinci padişah Sultan İbrahim, çok merhametli idi. Hıristiyanların bu katliamını işitince pek üzüldü. 1646 senesinde bunlara karşılık olarak Osmanlı idaresinde misafir olarak bulunan Hıristiyanların kısas olarak, öldürülmelerini istedi. O zamanda Şeyh-ül-islam olan Ebüs-Said efendi, yanına Bostancı başıyı alarak padişahın huzuruna çıktı. Padişaha, her ne kadar suçsuz Müslümanları katledenler hıristiyan iseler de, verilecek cezanın, aynı dinden de olsa herhangi bir hıristiyana değil, bizzat bu fiili işleyenlere verilebileceğini ve suçsuz yere insan öldürmenin İslam dinine aykırı olduğunu bildirdi. Sultan İbrahim, bütün Osmanlı sultanları gibi, İslam dinine ve Allahü teâlânın kitabına çok bağlı olduğu için, Şeyh-ül-islamın sözünü dinleyip, fikrinden vazgeçti. [Fezleke-i tarih-i Osmanı ve Tarih-i devlet-i Osmaniyye]

Bütün dinleri iyi incelemiş olan, İngiliz ilim adamlarından Lord Davenport, (Hz. Muhammed ve Kur'an-ı kerim) adındaki İngilizce kitabında diyor ki:

(Müslümanların Hıristiyanlara karşı davranışı ile, papalığın ve kralların müminlere reva gördüğü muamele, asla birbirine benzetilemez. Mesela 1572 senesi ağustosun 24. günü, yani Saint Bartelemi yortu günü, Dokuzuncu Şarl ve Kraliçe Katerinanın emri ile Paris ve civarında altmış bin Protestan öldürüldü. Böyle nice işkencelerde dökülen Hıristiyan kanları, Müslümanların harp meydanlarında döktükleri Hıristiyan kanlarından kat kat fazladır. Bunun içindir ki, birçok aldanmış insanı, İslamiyet’in, bir zulüm dini olduğu zannından kurtarmak gerekir. Böyle yanlış sözlerin, hiç bir vesikası yoktur. Papalığın vahşet ve yamyamlık derecesine varan işkenceleri yanında, Müslümanların gayri müslimlere karşı davranışları, ağzı süt kokan bir sübyanınki kadar yumuşak olmuştur.)

Chatfeld diyor ki:
(Araplar, Türkler ve başka Müslümanlar, Hıristiyanlara karşı, batılı milletlerin, yani Hıristiyanların Müslümanlara karşı uyguladıkları muamele ve gaddarlığın aynını yapmış olsalardı, bugün doğuda tek Hıristiyan kalmazdı.)

Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Hıristiyan kitaplarında bile benzerlerine çok rastlanan bu vesikalardan şu hakikat meydana çıkmaktadır:
1- İslam dini, hiçbir zaman, vahşet dini olmamış, Müslümanlar, hiçbir zaman Hıristiyanları imhayı düşünmemiş, aksine icabında onları himaye etmiştir.

2- Buna mukabil Hıristiyanlar, birbirlerini Müslüman ve Yahudilere ve farklı mezhebe mensup dindaşlarına karşı tahrik etmiş, onları muhtelif mezalime tâbi tutmuş, her vahşeti yapmış, İsa aleyhisselamın dinini tahrif ederek bir vahşet dinine çevirmişlerdir. Şimdi ise İncilin tahrif edildiğini anlayarak tek Allah inancına dönme gayretleri başlamıştır.

Mecusi ve İslam adaleti
Sual: Müslüman olanların çoğunun, kılıç korkusu ile Müslüman oldukları söyleniyor. Bunlar doğru mudur?
CEVAP
Kılıç korkusu ile Müslüman olan, bu korku gidince hemen eski dinine dönebilir. Müslümanlığın her tarafa yayılması İslamiyet’in hak bir din olduğunu göstermektedir.

Eshab-ı kiramın tamamı severek, isteyerek Müslüman olmuştur. İslam’ın adaletinden dolayı seve seve Müslüman olanlar az değildir. Bir misal olarak bir mecusinin Müslüman olmasını bildirelim.

Hz. Ömer, halife iken, şark cephesi kumandanı olan Sad bin Ebi Vakkas hazretleri, Kufe şehrinde bir bina yaptırmak istedi. Arsaya bitişik bir Mecusi’nin evini satın almak icap etti. Mecusi satmak istemedi. Evine gidip hanımına danıştı. Bu da, (Onların Medine’de bir Emirleri var. Ona gidip şikayet et) dedi. Medine’ye gelip halifenin sarayını aradı. Dediler ki:
- Onun sarayı, köşkü yok.
- Peki şimdi nerededir?
- Şehir dışına çıktı.

Gidip aradı. Askerleri, muhafızları göremedi. Toprak üstünde uyumuş birini görüp dedi ki:
- Halife Ömer’i gördün mü?
- Onu niçin arıyorsun?
- Onun kumandanı, benim evimi zor ile satın almak istiyor. Onu kendisine şikayet etmeye geldim.
- Benimle gel!

Mecusinin bilmeden konuştuğu Hz.Ömer’di. Hemen Mecusi ile evine geldi. Kağıt istedi. Evde kağıt bulamadı. Bir kürek kemiği gördü. Kemik üzerine, Besmeleden sonra, (Ey Sad, bu Mecusi’nin kalbini kırma! Yoksa hemen yanıma gel) yazdı.

Mecusi, kemiği alıp evine geldi. (Boşuna yoruldum. Bu kemik parçasını kumandana verirsem, alay ediliyor sanıp, çok kızar) dedi.

Hanımının ısrar etmesi üzerine, Sad’a gitti. Sad, askerleri arasında oturmuş, neşe ile konuşuyordu. Sad’ın gözü, uzakta duran Mecusinin elindeki kemikteki yazıya ilişti. Emir-ül-müminin Ömer’in yazısını tanıyıp ansızın rengi soldu. Bu ani değişikliğe herkes şaşırdı. Sad, Mecusinin yanına gelip dedi ki:
- Her ne istersen yapayım, aman beni Ömer’in karşısına çıkarma! Zira, onun cezasına takat getiremem.

Kumandanın bu yalvarmasını görünce, hayretten aklı gitti. Aklı başına gelince, hemen Müslüman oldu. Mecusinin Müslüman olduğunu duyan arkadaşları sordu:
- Hemen nasıl Müslüman oldun?
- Emirlerini gördüm. Yamalı hırkasını örtünmüş, toprak üstünde uyuyordu. Kumandanların bundan titrediklerini de gördüm. Bunların hak dinde olduklarını anladım. Benim gibi, ateşe tapan birine böyle adalet yapılması, ancak hak olan dine inananlarda olur. (M.Ç.Güzin)

Sual: Sosyal adalet ne demektir?
CEVAP
Sosyal adalet; asırlardan beri bütün rejimler ve bütün sosyal doktrinler tarafından düşünülen ve gerçekleştirilmesi arzu edilen bir husustur. Bir topluluğun düzenli, ahenkli olması ve fertler, zümreler arasında nefret ve düşmanlık bulunmaması için sosyal adaletin bulunması gerekir.

Sosyal adalet, herkesin çalışması; bilgi ve kabiliyeti ve gördüğü iş nispetinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi; en küçük bir iş görene de hayat hakkı tanımak demektir. Çalışan herkesin asgari bir geçim şartına erişmesi, sosyal adaletin ilk şartıdır.

Sosyal adalet, sosyal eşitlik demek değildir. Herkesin aynı gelire sahip olması adalet değil, adaletsizlik olur. Bir sınıfta, çalışan çalışmayan, bilen bilmeyen bütün öğrencilerin sınıf geçmesi de böyledir. Mutlak eşitlik, ne tabiatta, ne toplulukta, hiçbir yerde yoktur. Olması da düşünülemez. Bir fabrikadan çıkan eşya gibi, bütün vasıfları aynı olan robot gibi insan olmaz. Herkes farklı yaratılışta olduğu için işleri de farklı olur.

Hukuktaki eşitlik, aynı durum ve şartlar içinde bulunan herkesin aynı muameleye tâbi tutulması demektir. Sosyal bakımdan, hele ekonomik yönden tam bir eşitlik aramak ve istemek, hem gereksiz, hem imkansızdır. Çünkü, adalet kavramı ile bağdaştırılamaz. Mesele, mevcudu kelle hesabı, eşit şekilde paylaştırmak değil; herkesin çalışmasının karşılığını görmesi, hakkını elde edebilmesidir.

Sosyal adalet, milli gelirin en uygun şekilde taksimini sağlar; istismarı, sömürücülüğü ortadan kaldırır. Sermayenin belirli bir zümre elinde toplanmasını önler. Herkese kendi ölçüsünde hayat hakkı verir. Sınıf ve zümreleri arasında düşmanlık bulunmayan bir topluluk meydana getirir. Böyle bir toplulukta vatandaşlar, kendilerini emniyette hissederler. Sosyal adaleti en iyi, en verimli olarak sağlayan kuvvet, elbette İslam ahlakıdır. Müslümanlar birbirlerinin kardeş olduklarına inanır ve kardeş gibi birbirini severler; Müslüman olmayanların mallarına, canlarına, ırzlarına saldırmazlar.

İslam dini, insanların yardımlaşmalarını sağlar; her çeşit bölücülüğü önler. Çalışmayı, helal para kazanmayı emreder. Çalışan her insana hakkını verir. Herkesin mülkünü korur. Kimse kimsenin malına, mülküne dokunmaz. Sosyal adaleti anlayanların, İslam ahlakına saygı göstermeleri gerekir. Bugün Avrupalı, İslam ahlakına uyduğu ölçüde temiz ve sağlam işler yapıyor. Doğruluk, temizlik ve çalışmak İslam ahlakının esaslarındandır. Dinsiz bir toplum bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa, dünyada rahat eder.

Eşitlik, tarafsızlık, özgürlük
Sual: Herkes, eşitlik, tarafsızlık, özgürlük gibi konuları kendine göre açıklıyor. Bunların doğru açıklaması nasıldır?
CEVAP
Bahsettiğiniz üç konu, istismar edilen konulardandır.
Eşitlik: Bu kelime insanlara cazip gelir. Bunun için bazı kimselerce sık sık istismar edilir. Her zaman, her işte, her yerde eşitlik mümkün değildir. Böyle davranmaya kalkmak, bazen zulüm olur. Çünkü iyi ile kötü, âlim ile cahil, sağlam ile sakat, tembel ile çalışkan ve bunlar gibi farklı şeylerin eşit olmasını istemek, eşyanın tabiatına aykırıdır. Adalet ise, çok zaman eşitlikten farklıdır. Bunu bir örnekle şöyle açıklayabiliriz:

Bir erkeğin yapabildiği güç isteyen çalışmayı bir kadın yapamaz. Çünkü kadın ve erkek arasında fizyonomik olarak büyük farklar vardır. Ağır çalışma şartlarına sahip bir iş yerinde, aynı şartlarda ve aynı işi yapan bir erkek ve kadın düşünelim. Bunlara aynı ücreti vermek eşitliktir; ancak adalet değildir. Erkek, vücutça daha güçlü; kadın ise daha narindir. Onu erkekle aynı kefeye koymak, kadına zulmetmektir. Özetle, bazı hâllerde insanlara eşit davranmak, zulüm olur. Adaletle davranmak ise hiçbir zaman zulüm olmaz.

Tarafsızlık: İnsan tarafsız olamaz. Bir kimseyi tarafsız davranmaya zorlamak yanlıştır. Tarafsızlıktan dem vuranları biraz yoklarsanız, tarafsız davranmayı asla istemezler. Ama, başkalarının tarafsız olmasını beklerler. İyinin yanında olmak, kötünün karşısında olmak, tarafgirlik değildir. Ülkenin, milletin menfaati nerede ise, o tarafta olmak gerekir. Hakkın, doğrunun, iyinin yanında olanı taraf tutmakla suçlamak doğru olmaz. Yapıcıya göre doğru ve iyi olan bir şey, yıkıcıya göre, yanlış ve kötüdür. Bunun için de doğrunun, iyinin yanında bulunan kimse, tarafsız olmamakla suçlanamaz.

Özgürlük; başıboşluk ve her istediğini yapabilmek demek değildir. Suç işleyeni mahkum etmek, hapse atmak özgürlüğe aykırı değildir. Halkın özgürlüğüne engel olan canilerin, ırz düşmanlarının, hırsızın, uğursuzun, dolandırıcının hapse konması, esaret değildir. Sadece başkalarına değil, kendine bile zararlı olmak özgürlük değildir. Mesela; uyuşturucu madde gibi, vücuda zararlı olan şeyleri yasaklamak, kişi özgürlüğünü engellemek değildir. Trafiğin düzgün akabilmesi için, çeşitli kaideler koymak hürriyete mani olmaz. Aynı şekilde suç işleyene ceza vermek, onu affetmeyip cezasını çekmesini istemek, insan haklarına saygısızlık olmaz. Kafesteki zehirli bir yılanı, halkın içine salmak, yılan için bir özgürlük ise de, insanlık için bir felakettir. Aynı şekilde bir caninin serbest bırakılması, onun için özgürlük olabilir, ancak, millet için hürriyet düşmanlığıdır.

Sonuç olarak, her işte eşitlik, her konuda tarafsızlık ve sınırsız özgürlük diyerek insan hakları zedelenmemelidir!

muzo
06-03-2006, 11:47
İslam terörü olmaz
Sual: İslam terörü diyorlar, böyle şey olur mu?
CEVAP
Amerika’daki intihar saldırıları bahanesiyle, ısrarla İslam terörü tabiri kullanılmaya
başlandı. Ekrana bir binanın yanışı getiriliyor, arkasından namaz kılan müslümanlar gösteriliyor. Uçakta Kur’an-ı kerim bulundu, seccade bulundu, tesbih bulundu, işte İslam terörü deniyor.

Herhangi bir Müslüman suç işleyince, suçlu İslamiyet mi olur? Hıristiyan Sırplar, ne zulümler yaptı. Kim Hıristiyan zulmü veya Hıristiyan terörü dedi? Hıristiyan Ermenilerin, Yunanlıların, Rusların zulümleri pek meşhurdur. Kim buna Hıristiyan zulmü veya terörü dedi? Denmesi de yanlış ve çirkin olur.

Almanlar, Fransızlar, İtalyanlar terör çıkarsa, buna Hıristiyan terörü mü denir? Yoksa Alman terörü, Fransız terörü, İtalyan terörü mü denir? Terörün din ile ilgisi yoktur, olamaz. Hele İslam terörü asla olamaz. Müslümanlıkta, hayvana, ağaçlara, otlara binalara bile zarar vermek yoktur. Hele intihar hiç yoktur.

Diyelim ki, Amerika’daki terörü Türkiye’den bazı kimseler yapmış olsa, Türk terörü mü denir, yoksa Müslüman terörü mü denir? Amerika’daki terörü kim yaptıysa onların terörü olmaz mı?. Taliban yapmışsa, Taliban terörü denir, Filistin yapmışsa Filistin terörü denir. Japon yapmışsa, Japon terörü denir. Mensup olduğu din ile terörün ne ilgisi vardır? Bazıları bulanık suda balık avlıyor. Vur abalıya kabilinden her fırsatta Müslümanlığı suçluyorlar. Devamlı ekrana namaz kılanlar getiriliyor. Bu yapılanlar apaçık bir din düşmanlığıdır. Amerika’da da bu yönde saldırılar başlamış, Müslümanlara karşı bir cephe alınmıştır.

İslamiyet’ten önce, Arabistan halkı çok vahşi idi, gerici idi. Kâbe’yi çıplak olarak tavaf eder, tesettüre riayet etmezlerdi. Putlara tapar, kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Şarapçı, kumarbaz, faizci ve tefeci idiler. İslâmiyet gelince, bunların hepsi kaldırıldı. İnsanlar medenileşti. Resulullah efendimizin vefatından sonra, İslamiyet’i bırakıp dinden dönüp, eski kötülüğe dönenlere mürted ve mürteci adı verildi. Dinden dönmeye de irtica dendi. Her müslüman, bu irticayı sevmez.

Bu tabirler, Tanzimat’a kadar bu manada kullanıldı. Devrimcilerin ve evrimcilerin tepki, etki ve yetkisiyle Tanzimat’tan sonra, dini bırakmaya değil, müslümanca yaşamaya irtica dendi. Namaz kılan, içki içmeyen, tesettüre uyan müslümana da gerici dendi. Mürtede, aslını inkâr edene, ahlaksıza, edepsize, soysuza, ayyaşa, Türk düşmanına ilerici denmeye başlandı.

Üniversiteyi bitirmiş, ilim, sanat, ticaret sahibi, ahlaklı, faziletli, vergilerini veren, kanunlara uyan ve herkese iyilik eden, hakiki bir müslüman, bu taşkınlıklara katılmadığı için, gerici olmaktadır. Böyle ilericiler, gençleri fuhşa, tembelliğe, dünyada felakete, ahirette de sonsuz azaplara sürüklüyorlar. Aile yuvalarının yıkılmasına sebep oluyorlar. Kısacası, gayri müslimlerin yalnız ahlaksızlıklarını taklit edenlere ilerici diyorlar. Müslümanlar gibi, Cennete, Cehenneme inanan Avrupalılara, Amerikalılara da gerici demediklerine göre, Müslümanlara, kendi ahlaksızlıklarına uymadıkları için gerici diyorlar.

Her fırsatta, Müslümana, dinci, köktendinci, çağdışı, gerici, irticacı, çember sakallı, örümcek kafalı, yobaz, mürteci, bağnaz, mutaassıp, tutucu, muhafazakâr, softa, aşırı sağcı, ilkel, şeriatçı, tarikatçı, hilafetçi, padişahçı, saltanatçı, fundamentalist, radikal gibi yaftalarla saldırıyorlar, tesettürü, tesbihi, takkeyi bahane ederek dini kötülüyorlar, Müslümanlığa şark dini, hortlatılan kara kuvvet, Kur'an-ı kerime çöl kanunu, ibadete müzik karıştırmaya uygar batı dini, haram işleyenlere sanatçı diyorlar. Şimdi de İslam terörü çıkardılar. Müslümanlar dostunu düşmanını iyi bilmelidir.

Hayvan ve insan kesenler
Sual: Bir ateist diyor ki: “En büyük ibadetin, bir hayvanı boğazlamak olduğunu kabul eden İslam dininin, bugün yeryüzünün en acımasız, en vahşi, en kanlı, en bıçaklı-satırlı terörü ile suçlanması, bence rastlantı değil. Bahçelerinde besledikleri kuzuları gözlerinin önünde kesile kesile büyüyen ve böylece Cennete gideceklerine inandırılan çocuklar, artık kan akıtmaktan, kesmekten, öldürmekten kaçınmıyorlar.”
CEVAP
Müslümanlık yeni mi geldi? 1400 yıldan beri yok mu? Bu zamana kadar kurban kesen Müslümanlar, eli satırlı anarşist mi oldu, hep insan mı kestiler? Bu cehalet mi, yoksa dine saldırmak için bir bahane mi? Kurban, en büyük ibadet sözü de yanlıştır. Kurban kesmek, zengine sadece Hanefi’de vacip, diğer üç mezhepte sünnettir. Yani kurban kesmeyen günaha girmez. Dinimizdeki en büyük ibadetin ne olduğunu, ateist nereden bilsin ki? O, sadece bahaneler bulup, hakkı bâtıla katmaya, Müslümanlara çamur atmaya çalışır.

Kurban kesmek, Müslümanlıktan önce de Hak dinlerde var idi. Yahudilerin de, Hıristiyanların da Peygamber olarak kabul ettikleri atamız İbrahim aleyhisselamın sünnetidir. Hz. İbrahim, oğlunu kesmeyip, bir koçu kestiği için, bu sünnet asırlardan beri devam etmektedir. Çocukların sünnet olmaları da atamız İbrahim aleyhisselamdan kalmıştır.

Müslüman kültüründe yetişen, vahşi bir terörist oluyorsa, bu ateist, dağda yetişmedi ya... O da kurban kesen Müslümanların arasında büyüdü. Kurban kesilmesi onu hiç mi etkilemedi? Demek ki kurban kesmenin terörle bir ilgisi yok. Ama Müslümanlara saldırmak için, kurban kesmeyi bahane ederek Müslümanları potansiyel terörist olarak göstermeye çalışmaktadır.

Avrupalı fanatikler gibi ateistler, hayvan kesmeye değil, kurban kesmeye karşıdır. Ama bunu hayvan hakları adı altında yapıyorlar. Avrupalılar, hayvan kesip hiç et yemiyorlar mı? Yahut zevk için boğa güreşleri düzenleyip, sonunda boğayı şişleyip öldürmüyorlar mı? Vahşi hayvanları öldürüp kürklerini giymiyorlar mı? Çinliler, Japonlar kedi köpek kesip yemiyorlar mı? Bunların maksadı hayvan korumak değil, Müslümanlığa saldırmak için bir bahane.

Gazetelerde görüyor, televizyonlarda izliyoruz. Hayvanları koruma adı altında yapılan toplantılara gelen bayanların hemen hemen hepsinde astragan kuzu postu, Samur veya vizon kürkler oluyor. Bunların maksadı, hayvanları korumak değil, kurbanı istismar ederek Müslümanlığa çatmak ve çamur atmaktır.

Müslümanım diyenler terör yapınca, en acımasız, en vahşi, en kanlı, en bıçaklı-satırlı terör oluyor da, gayri müslimler terör yapınca, sevecen, uygar ve kansız bıçaksız mı oluyor? Bosna - Hersek, Kosova, Türkistan, Cezayir, Çeçenistan, Karabağ, Filistin ve daha başka ülkelerde yıllarca yaptıkları zulüm insancıl mıydı? PKK’lılar arasında Hıristiyan Ermenilerin bulunması, yapılan katliamları sevecen hale mi getiriyor? Bu ne sakat görüş böyle? Hıristiyan Sırpların yaptığı zulümlere, biz Hıristiyan terörü mü dedik? Herkes Sırp zulmü dedi.

Ateistin, kurban kesmeyi bahane ederek, Müslümanlığı terör dini gibi göstermeye çalışması, onun kötü maksatlı olduğunun açık delilidir.

muzo
06-03-2006, 11:48
Kur’anda Yahudiler
Sual: Yahudilere niye İsrail oğulları deniyor? Yahudilerin gayesi nedir?
CEVAP
Hz. Yakub’un adı İsrail olduğu için, Yahudilere İsrail oğulları denildi. Hz. Musa Tur dağına gidince, bunlar dinden çıktı. Buzağıya taptı. Sonra pişman olup tövbe ettikleri için, Yahudi denildi. Yahudi, doğru yolu bulucu demektir. Yahudiler, Hz. Musa’ya çok eziyet etti. Sonra gelenleri, bin Peygamberi şehid etti. Hz. İsa ve annesine iftira ettiler. İncili tahrif ederek Hıristiyanlığı bozdular. Peygamber efendimizi zehirlediler. Hz. Osman zamanında, fitne çıkararak, Halifenin şehid edilmesine sebep oldular. İbni Sebeciliği, Hurufiliği meydana çıkarıp, Müslümanları parçalayıp, birbirine düşman ettiler. Yehovacılığı çıkarıp Hıristiyanları birbirine düşürdüler. Dinleri yok etmek için masonluğu kurdular.

Sual: Kur’anda Yahudiler ve Hıristiyanlar hakkındaki âyetlerde özellikle neler bildiriliyor?
CEVAP
Yahudiler hakkındaki âyetlerden bazıları şunlardır:
1- Tevrat’ı değiştirdiler. (Bekara 79)
2- Peygamberleri öldürdüler. (Âl-i İmran 183)
3- Hz.İsa’yı öldüremediler. (Nisa 157)
4- Fesat çıkardılar. Allah’a cimri dediler. (Maide 64)
5- Hz. Meryem’e iftira ettiler. (Nisa 156)
6- İman edenlere en şiddetli düşmanlık edenler Yahudi ve müşriklerdir. (Maide 82)
7- Üzeyir Allah’ın oğlu dediler. (Tevbe 30)
8- Kıskançlık ve maddi çıkar yüzünden Kur’ana inanmadılar. (Bekara 146)
9- Çoğu iman etmeyecektir. (Bekara 100; Nisa 155)
10- Allah’ı inkârlarından dolayı lanete uğradılar. (Bekara 88-89)

Kur’ana göre Hıristiyanlar
1- Meryem oğlu Mesihe, Allah diyenler, kâfir olmuştur. (Maide 72)
2- Allah üç ilahtan biridir diyenler kâfir olmuştur. (Maide 73)
3- Meryem oğlu Mesih bir Peygamber, anası da sadık bir kadındır. (Maide 75)
4- İsa Mesihe Allah’ın oğlu dediler. (Tevbe 30)
5- Yahudilere göre, Hıristiyanlar Müslümanlara daha yakındır. (Maide 82)

Yahudi ve Hıristiyanların ortak yönleri:
1- Bilginlerini, rahiplerini Rabler edindiler. (Tevbe 31)
2- Yahudi bilginleri ve Hıristiyan rahipleri halkın mallarını yediler. (Tevbe 34)
3- Allah’ın oğullarıyız dediler. (Maide 18)
4- Bile bile hakkı gizlediler. (Âl-i İmran 71)
5- Allah çocuk edindi diye iftira ettiler. (Bekara 116)
6- Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler. Âl-i İmran 70)
7- Allah’a iftira ettiler. (Âl-i İmran 78)
8- Yahudi ve Hıristiyanlar, birbirinin dostlarıdır. (Maide 51)
9- Resulullah, dinlerine girmedikçe, Yahudi ve Hıristiyanlar ondan razı olmazlar. (Bekara 120)
10- Dinlerinde aşırı gittiler. (Nisa 171)
11- Kitaplarındaki bilgileri gizlediler. (Maide 15)
12- Ehl-i kitap, “Cennete ancak Yahudi ve Hıristiyanlar girecek” dediler. (Bekara 111)
13- Ehl-i kitap ve müşriklerden olan inkârcılar, Cehennem ateşinde ebedi olarak kalırlar. Onlar, halkın en şerlileridir. (Beyyine 6)

Bu âyet-i kerimelerden açıkça anlaşılıyor ki, Yahudiler Tevrat’ı değiştirdiler. Hz. Musa’nın dini değişince Allahü teâlâ, İncil ile Hz. İsa’yı gönderdi. Hz. İsa’nın dini de bozulunca, İncil, İnciller haline gelince, Allahü teâlâ, İslamiyet’i göndermiştir.

muzo
06-03-2006, 11:49
Bugünkü Tevrat ve İnciller
Sual: Bugünkü Tevrat ve İnciller hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
İyice tetkik edilirse, Tevrat ve İncillerde mevcut olan yazıların üç membadan geldiği kolayca görülür:
1- Bunların bir kısmı Allah kelamı olabilir.
2- İkinci kısımda yazılı olan sözler Peygamberler tarafından söylenilmiş olabilir.
3- Üçüncü kısımdaki sözlerin bir kısmı İsa aleyhisselamın havarileri tarafından, bir kısmı bazı tarihçilerin rivayetlerinden, bir kısmı ise, kimin tarafından ve niçin söylendiği bilinmeyen rivayetlerden ibarettir. Bugün elde bulunan Kitab-ı mukaddesin büyük bir kısmında, kim tarafından söylenildiği bilinmeyen, fakat muhakkak insan sözü olduğu hemen anlaşılan sözler çoktur. Bunları Allah kelamı olarak kabul etmek imkansızdır.

İçinde bir kısım Allah kelamı, bir kısım Peygamber sözü, fakat büyük bir kısmı insanların muhtelif rivayetleri bulunan bir kitap Allah kelamı olarak kabul edilemez. Hele (insan sözü) olan kısımlarında türlü türlü yanlışlıklar bulunması, aynı hususu anlatanların birbirinden çok farklı ifadeleri, verilen rakamların birbirini tutmayışı, bugünkü Tevrat ve İncillerin tamamen bir insan eseri olduğunu açıkça ispat etmektedir.

Bugünkü İncillerin Allahü teâlânın kelamı mı, yoksa insan eseri mi olduğu hakkında Hıristiyan din ve fen adamları ne diyorlar?

Moody İncil Enstitüsü’nden Dr. Graham Scroggie, İncil Allah kelamı mı? adlı kitabında diyor ki:
(Kitab-ı mukaddes insan eseridir. Bazı kimseler, neden olduğunu anlamadığım sebeplerden ötürü, bunu inkâr etmektedir. Kitab-ı mukaddes, insanların dimağında teşekkül etmiş, insanlar tarafından, insan dili ile insan eli ile yazılmış ve tamamen insan karakteri taşıyan bir eserdir.) [S.17]

Hıristiyan din adamı olan Kenneth Cragg ise şöyle diyor:
(Kitab-ı mukaddesin Ahd-i Cedid kısmı, Allah sözü değildir. Burada doğrudan doğruya insanların anlattıkları hikayeler ve herhangi bir işin nasıl yapıldığını gören insanların görgü şahitliği vardır. Sırf insan sözü olan bu kısımlar, kilise tarafından insanlara Allahü teâlânın kelamı gibi nakledilmektedir.)

Teolog Prof. Geyser:
(Kitab-ı mukaddes Allah kelamı değildir. Ama, buna rağmen kutsal bir kitaptır) diyor.
Demek ki, bugünkü Kitab-ı mukaddes hakkında, Batılı ilim adamları ile birlikte vereceğimiz karar şudur: Kitab-ı mukaddes, Allah kelamı değildir. Allah kelamı olan hakiki Tevrat ve İncil, bugün tamamen başka bir kitap haline dönüşmüştür. Bugünkü İncillerde Allah kelamı olması düşünülebilen sözler yanında, başkaları tarafından ilave edilen birçok sözler, tahminler ve hikayeler vardır.
İncillerin hepsi Allah kelamı olsa bile, Kur’an-ı kerimde olduğu gibi, bir medeni hukuk, bir ceza hukuku yoktur. İncillerle bir muhtarlık bile idare edilemez.

İkinci husus, İnciller Allah kelamı bile olsa, artık onlar nesh edilmiştir. Âdem aleyhisselama, Nuh aleyhisselama inen kitapların aslı bulunsa bile onlarla amel edilemez, çünkü onlar yürürlükten kaldırılmıştır. Allahü teâlâ kaldırmıştır. Onun en son gönderdiği din ile amel etmek gerekir. Öyle olmasa idi, Allah bir tek kitap gönderir, bütün Peygamberlere bununla amel edin derdi. İman edilecek hususlar bütün dinlerde aynı olduğu gibi amel edilecek hususlar da aynı olurdu. Hıristiyanlığı nesh etmese idi, Müslümanlığı göndermezdi.

muzo
06-03-2006, 11:49
Hz. İsa ve Yılbaşı
Sual: Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın yılbaşında geleceğine inandıkları için mi yılbaşını kutluyorlar?
CEVAP
Hıristiyanların, Hz. İsa’nın yılbaşında geleceğine dair bir inanışları yoktur. Onlar Hz. İsa’nın çarmıhtan öldüğüne inanırlar. (İnsanları günahtan kurtarmak için Tanrı, oğlu İsa’yı öldürdü) derler. Bazen İsa aleyhisselam için (Oğul Allah) bazen de (Tanrı üçtür. Üç tanrı birdir) derler. Bu saçmalıklar da İncillerde yapılan tahrifattan ileri gelmektedir. Hıristiyanların eğlenceleri, Noel Baba dedikleri hayali varlık içindir.

Kur'an-ı kerimde, Nisa suresinin 157 ve 158. âyet-i kerimelerinde, İsa aleyhisselamın öldürülmediği, öldürülen [Çarmıha gerilen] kimsenin başka birisi olduğu, İsa aleyhisselamın göğe kaldırıldığı bildirilmektedir. Al-i İmran suresinin 54. ve 55. âyetleriyle, başka surelerde de bu hususta bilgi vardır. İsa aleyhisselam, Hz. Mehdi [ve Deccal] zamanında gökten inecektir. (Mektubat-ı Rabbani c.2, m.67)

Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Allah’a yemin ederim ki, Meryem’in oğlu İsa, âdil bir hakem olarak aranıza inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, İslam’dan başka şeyi kabul etmeyecektir. Mal o kadar çok olacak ki, kimse dönüp de bakmayacaktır.) [Buhari]

(İsa, âdil bir hakem olarak indiği zaman kin, nefret ve haset kalkacaktır.) [Müslim]

(Deccal çıkınca, İsa gelecek, Deccal’ı helak edecek, bundan sonra iki kişi arasında düşmanlık olmayacaktır.) [Müslim]

(İsa, Mehdi’nin arkasında namaz kılacaktır.) [İbni Hacer-i Mekki]

(İsa inince İslamiyet ile hükmedecektir. O zaman Allahü teâlâ, Müslümanlardan başka herkesi helak edecektir. Sonra yeryüzünde sükun emniyet meydana gelecektir. O kadar ki aslan deveyle, kaplan inekle ve kurt kuzuyla serbestçe dolaşacak, çocuklar yılanlarla oynayacaktır. İsa ölünce cenazesini Müslümanlar kaldıracaktır.) [Ebu Davud]

(İsa benim yanıma gömülecektir.) [Tirmizi]

[Açıklama: Hadis-i şeriflerde geçen, Domuzu öldürecek demek, domuz avına çıkacak demek değildir. "Domuz eti yemeyi yasaklayacak" demektir. Haçı kıracak, yani Hıristiyanlığı kaldıracaktır. Başka bir hadis-i şerifte (Mizmarları kıracak) buyurulmuştur. Yani her çeşit çalgıyı yasak edecektir.]