Orijinalini görmek için tıklayınız : 19 Mayıs Şiirleri
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:31
19 MAYIS
19 Mayıs günü,
Yaşıyor kalbimizde,
Atatürk güneş gibi,
Her zaman içimizde.
Tembellik yasak bize,
Parolamız ileri,
Dünyaya örnek olsun,
Çalışkan Türk gençleri.
Ülkü verir, hız verir.
Bize 19 Mayıs.
Yurdumuzu kurtaran,
Ata'yı unutmayız.
Tembellik yasak bize,
Parolamız ileri,
Dünyaya örnek olsun,
Çalışkan TÜRK GENÇLERİ
F. ELMALI
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:31
ŞU SONSUZ KOŞU
Samsun'a ayak basmış Kahraman bugün,
Çayır, çimen yeşermiş zafer yolunda
Davul zurna sesinde şahlanır düğün,
Gönlüm coşup öter bir bahar dalında.
Ata'nın rüyasına gelincikler sun,
Emek bahçelerinin güzel gülünü...
Biz sonsuz bir sabahtayız... O uyusun,
Sevincimiz coşturur O'nun gönlünü.
Nasıl çıkmış bir sabah Samsun'dan yola,
Dağlardan dağlara o zafer türküsü,
Şahlanıp bayrak çekmiş her eski kola,
Taze bir bahar açmış yurdun gözünü.
Al bayrağın Ankara Kalesi'nde hür,
Dalgalanmakta altın bir çağa doğru,
Yeni kahramanlar kol kol, boy boy yürür,
Şu karlı dağlardaki bayrağa doğru.
On dokuz Mayıs'ın hür başına çelenk,
Kiraz mevsimi, gençlik ay'ı, gül ay'ı,
Bir bahar bahçesinde gönüller renk renk,
Şu sonsuz koşuya bak, sarmış yaylayı.
Ceyhun Atuf KANSU
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:32
19 MAYIS GENÇLİK MARŞI
Bir şerefli milletin şanlı çocuklarıyız.
Kalplerimiz, nabzımız, vatan diyerek atar.
Ayrılmadan yürürüz, aynı yolda erkek, kız.
Ruhumuzda ateş var, göğsümüzde iman var...
Vücudumuz yay gibi, bacaklarımız çevik,
Kalplerde cumhuriyet, başımızdadır bayrak,
Bir emanet taşırız, Ata'mıza söz verdik.
Kuvvetimizi, gücümüzü, kanımızdadır kaynak...
Bilgi ile sporu, yürütürüz atbaşı,
Çalışkanlık, çeviklik atalardan mirastır.
Türk olmanın amacı kazanmaktır savaşı...
Bize ülkü yaraşır, bize hamle yaraşır.
19 Mayıs bizim en kutsal bayramımız.
Tarihlerde var mıdır, böyle bir günün eşi ?
Bu pınardan içiyor, alıyoruz kuvvet, hız,
Bu ocaktan yakıyor bütün gençlik ateşi...
İ. Hakkı TALAS
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:33
ATATÜRK KURTULUŞ SAVAŞI'NDA
Bir gemi yanaştı Samsun'a sabaha karşı
Selam durdu kayığı, çaparası, takası,
Selam durdu tayfası.
Bir duman tüterdi bu geminin bacasından bir duman
Duman değildi bu
Memleketin uçup giden kaygılarıydı.
Samsun limanına bu gemiden atılan
Demir değil
Sarılan anayurda
Kemâl Paşa'nın kollarıydı.
Selam vererek Anadolu çocuklarına
Çıkarken yüce komutan
Karadeniz'in hâlini görmeliydi.
Kalkıp ayağa ardısıra baktı dalgalar
Kalktı takalar,
İzin verseydi Kemâl Paşa
Ardından gürleyip giderlerdi
Erzurum'a kadar.
Cahit KÜLEBİ
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:33
19 MAYIS
Samsun'da o gün doğdu
Türk'ün eşsiz güneşi,
Arasalar bulunmaz
Dünyada onun eşi.
Bütün yurt inliyordu,
Vatan gidiyor diye.
O sanki Türk yurduna
Gökten geldi hediye.
Samsun, Sivas demedi
Bütün yurdu dolaştı,
Türk'ün bu öz evlâdı
Vatanla kucaklaştı.
Bin dokuz yüz on dokuz
Türk'ün temel taşıdır.
Ardından gelen savaş
İstiklâl Savaşı'dır.
Temiz Türk gençliğine
Armağan olsun diye
Bu büyük ve şanlı gün
Bırakıldı hediye.
Ramazan Gökalp ARKIN
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:33
BU GELEN BANDIRMA VAPURU
Tekmil Anadolu ayakta,
Bu gelen Bandırma vapuru.
Mustafa Kemâl'in bakışı
Göklerden duru.
Boz kalpağın hele bir çıkarsın Mustafa Kemâl
Altın saçları pırıl pırıl uçuşur rüzgarda.
Mustafa Kemâl'in elbisesi
Rütbesiz, nişansız...
Ve avuçlarında
Kaderi yazılmış Türkiye'nin.
Karadeniz sereserpe uzanmış önünde
Bandırma vapuru yavaş yavaş yol alır,
Gazi Anadolu divan kurmuş bekleşir
Mustafa Kemâl geliyor.
Vapur yaklaşır, yaklaşır;
Secde eder dağlar taşlar.
Selam verir Gazi Anadolu'm;
Bandırma vapurunun içinde.
Güneşten süt emmiş
Bir sarışın kahraman var.
Mustafa Kemâl, ölümsüz kahraman,
Sen Samsun'a ayak bastığın an,
Al bir bayrak gibi açılıp rüzgarınla,
Dalgalandı vatan.
Özker YAŞIN
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:34
BOYNUMUZUN BORCUDUR
Atamızdan bize emanet oldu bu vatan,
Onu ebedî yaşatmak boynumuzun borcudur.
Bil ki her zaman plân yapıyor düşman,
Vatanı korumak boynumuzun borcudur.
İnmesin, göklerde dalgalansın bayrağım,
Verilir mi şehit kanıyla sulanmış toprağım?
Ölürüm de bırakmam, burası benim yatağım,
Sancağı korumak boynumuzun borcudur.
Şerefsiz hayat için, bu toprağı satanlar,
Bu milletin içine fesat ruhu katanlar,
Bunu bize yakıştırır mı toprakta yatanlar?
Türklüğü yaşatmak boynumuzun borcudur.
Tarih okusun ki, mazimiz ne imiş görsün
Her bir kötülüğü kalbinden silsin,
Düşmanımız, Türk gençliği ne imiş bilsin.
Cumhuriyeti korumak boynumuzun borcudur.
Mehmed'im ne söylese hepsi haktır,
Cumhuriyetçi gençlikte hile yoktur,
Atatürkçü olanda vatan sevgisi çoktur,
Vatanı korumak boynumuzun borcudur.
Mehmet SARIOĞLAN
Göksun D. Dere Çok Programlı Lisesi / MARAŞ
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:34
BİR KURTULUŞ DESTANI
Osmanlıydı bir zaman tarihler yazan,
Dört bir yana kök salmış, kükreyen aslan.
Asırlarca yaşadı, nesil geçti aradan,
Zayıfladı kuvvetçe, dediler "hasta adam".
Asiler çıktı, Osmanlıya başkaldıranlar,
Fitneyle parçaladı hain düşmanlar.
Küçüldü topraklar savaşlarda bir yandan,
Atmak istediler Türk'ü Anadolu'dan.
Bir inançla gürledi, yüce Türk milleti,
Önder seçti kendine Mustafa Kemal'i.
Millet birlik oldu, koştu düşman üstüne,
Nice canlar verildi, Maraş, Urfa, Antep'te.
Cephelerde Mehmetçiğin Allah sedası,
Temizlendi düşmandan güney, doğu, batısı.
Ay ve yıldız dalgalandı akan kanlar üstüne,
Ve ölümsüz marşımız doğdu Mehmet Âkif'le.
Büyük harpler yaşadı bu vatan, bu topraklar,
Yine de bir nebze susmadı gök kubbede ezanlar.
Büyük Ata önder oldu, açtı Millet Meclisi,
Daha sonra kuruldu Milletin İradesi.
Binlerce şehidiyle aldı, Türk milleti vatanı,
Tarihe şerefiyle yazıldı, bu "Kurtuluş Destanı".
Bu "Kurtuluş Destanı"dır kuşak boyu sürecek,
İlelebet, yok etmeye kimsenin gücü yetmeyecek
Erdoğan GÜNEŞ
Saltukova İlköğretim Okulu Öğretmeni
Çaycuma / ZONGULDAK
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:34
19 MAYIS TÜRKÜSÜ
On dokuz Mayıs,
En yüce bayram.
Bize armağan,
Bıraktı Ata'm.
Sağız vatanca,
Kafamız zinde,
Tek bir kitleyiz,
Ata izinde.
Ata'yı sevmek,
Kutsal ülkümüz,
O'na benzemek,
Coşkun türkümüz.
Ata her yerde,
Yol gösteriyor,
Koşun güzele,
Bilime diyor.
Samsun'a O'nun,
Çıktığı bugün.
Vatanda düğün,
Çocuğum övün!
Halim YAĞCIOĞLU
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:35
NUTUK
Vatan boylu boyunca vurulmuş
İki gözü iki çeşme derelerin
Dağlar kapkara yasından
Ovalar tüm kavrulmuş
Düşman kan içinde parmaklarıyla
Ta Kars'a kadar Menderes Ovası'ndan.
- Geldi geçti, ama hatırlanmalı -
Neler çektik o günler milletimle ben
Bir bir yollara düştüler perperişan
Aç susuz ama aşk içinde
Yanmış yıkılmış damları koyup
Sessiz sedasız köylerden.
... İşte böylece efendiler
Aşk istediler verdim
Ateş istediler verdim
Ekmek istediler verdim
- Güldüler, yalan dediler, olmaz dediler -
Uğraştım sonunda en güzel boyalarla
Önümüze bir bütün harita çıkardım...
Ben, Atatürk'üm öldüm - demiştim zaten -
İşte nutkumu da baştan sona okudum.
Öldüm ama gözüm arkada değil
Kitabım bir uzun bir güzel oldu
Hem ne iyi ettim, ne iyi ettim de efendiler
- Sonunda "EY TÜRK GENÇLİĞİ" dedim. -
Turgut UYAR
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:35
O GELİYOR
Yıl 1919
Mayıs'ın on dokuzu.
Kızaran ufuklardan kaldırıyor başını
Yeryüzüne can veren,
Cana heyecan veren
Al yüzlü Oğan güneş.
Takanın burnu nasıl Karadeniz'i yırtar ?
Siz de bir an öyle yırtınız uykunuzu.
Uyanın Samsunlular!
Kurutacak gözlerde umutsuzluk yaşını
Al yüzlü Oğan güneş.
Bugün Çaltıburnu'ndan gülerek doğan güneş.
Yıl 1919
Mayıs'ın on dokuzu.
Uyanın Samsunlular.
Uyumak ölüme eş.
Diriltir ruhunuzu,
Ufukta bir gemi var.
Fakat bu gemi niçin böyle yavaş geliyor ?
Fakat yolu mu az, yoksa yükü mü ağır ?
Bu gemi umut yüklü, insan yüklü, hız yüklü !
İçinde bu vatanın derdiyle yanan bağır.
Kurulacak yarını düşünen baş geliyor.
Bir baş ki, gökler bir küme yıldız yüklü.
Bu gemi onun için böyle yavaş geliyor.
Yıl 1919
Mayıs'ın on dokuzu.
Ufukta duran gitgide yaklaşıyor.
Sanki harlı bir ateş
Yakıyor ruhumuzu.
Beklemek üzüntüsü her gönülde taşıyor.
Üzülmemek elde mi ?
Hız yüklü, iman yüklü, umut yüklü bu gemi.
O umut yayıldıkça ruhlara sıcak sıcak,
O hız, doldukça bütün damarlara kan gibi,
Gizli inleyen her yürek canlanacak.
Ateşler püskürecek uyuyan volkan gibi.
Gittikçe büyükleşen
Gölgene dikilmekten karardı gözlerimiz.
Koş, atıl gemi, sana engel olmasın deniz.
Ak saçlı dalgaları birer birer kes de gel !
Kuşlar gibi uç da gel, rüzgar gibi es de gel !
Celal Sahir EROZAN
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:35
RENKLERDE 19 MAYIS
Ak 19 Mayıs ak
Mustafa Kemal Samsun'a çıkacak.
Al 19 Mayıs al
Sivas'ta Mustafa Kemal...
Yeşil 19 Mayıs yeşil
Çimenlerde çocuklar oynaşır.
Mavi 19 Mayıs mavi
Ordular hedefimiz uygarlık, ileri.
Mor 19 Mayıs mor
Sonrasını anlatmak zor.
Sarı 19 Mayıs sarı
10 Kasım'da bayraklar yarı.
Ak 19 Mayıs ak
Atatürk vatan, Atatürk bayrak.
Pembe 19 Mayıs pembe,
Atatürk aklım sende.
Gönderen: Uğur YİYİT
Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası İ.Ö.O. Ankara
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:36
19 MAYIS'TA DÜŞÜNCELER
Sen, geceyi gündüze katan
Kaputa sarınıp karda yatan
Sen, müstesna ölümsüz kahraman
Çanakkale'nin çelik kalesi
Sen, düşmandan kaçılmaz, diyen
Bir avuç, cephanesiz, keşif koluyla
Dağ gibi zırhların karşısında duran
Duru durup, Dumlupınar'da
Turnayı gözünden vuran
Çarıksız, tüfeksiz, ekmeksiz
Kağnıyla, Ayşeyle, Fatmayla
Ordulara Akdeniz'i gösteren
Senin yolundayız bugün de...
Yorulmaz Usanmayız
Yenilmeyiz, dönmeyiz
Senden aldık ışığımızı,
Gökte bile kalmasa bir kıvılcım
Yine sönmeyiz.
Gözlerin güneş bize,
Sözlerin ateş bize,
Bir kavuşturdun sevdiğimize,
Hürriyet, vatana.
Bugün 19 MAYIS
Senin yolundayız.
Dönmeyiz bir adım sağa, sola,
Dönmeyiz bir adım geri.
Hep aynı heyecanla görüyoruz seni
At üstünde,
Parmağın ufukta
"-Ordular, Hedefiniz Akdeniz'dir, İleri!"
Hep böyle görüyoruz seni,
Hep aynı heyecanı taşıyoruz,
Hep aynı heyecanla
9 Eylül'de İzmir'e girer gibi
Yaşıyoruz.
Hep dev gibiyiz
Hep aslan gibi,
Şimdi hep senin gibiyiz.
Kimse yan bakamıyor artık bize,
Hattı müdafaa yok,
Sathı müdafaa var.
Edirne'den Kars'a,
İzmir'den Rize'ye kadar
Akdeniz'den Karadeniz'e,
Yalın kılıç,
Kükremiş,
Bekliyoruz.
Bugün elle tutuyor, gözle görüyoruz
"^Yurtta sulh, cihanda sulh" dediğini.
Dumlupınar'da yatıyor şehitler,
Her gün gidip geliyoruz
Senden onlara mekik dokuyoruz.
Silah çatıyor, süngü takıyoruz...
19 Mayıs'ta Samsun'a çıktığın gibi heyecanla
Her yıl okuldan çıkıyoruz.
Biz de sen olduk şimdi
Her köyde, her okulda, her fabrikada
Cumhuriyeti emanet ettiğin
GENÇLİK VAR!...
Gönderen: Uğur YİYİT
Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası İ.Ö.O. Ankara
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:36
Bugün 19 Mayıs
Gençlik Bayramı Var
Bugün Samsun Ufkundan
Yeni Bir Güneş Doğar
Karanlığa Gömülmüş
Vatana Nur Oldu O
Yas Bağlayan Ruhlarına
Yüreklerre Doldu O
O Bir Yaman Volkandı
Baş Buğdu Kahramandı
Bugün Kuran Odur
Yurdu Kurtaran Odur
Bugün 19 Mayıs
Gençlik Bayramı Var
Bugün Samsun Ufkunda
Yeni Bir Güneş Doğar
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:39
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:39
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:40
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:40
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:40
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:41
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:41
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:41
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:41
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:42
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:42
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:42
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:43
19 MAYIS'IN ANLAMI
PROF. DR. DURSUN ALİ AKBULUT (*)
Türk Tarihinde kutlanması gereken günler vardır. Bunlardan biri 19 Mayıs 1919'dur. 19 Mayıs 1919 Anadolu'da yeni Türk Devleti'nin fiilen temellerinin atıldığı gündür ve Türkiye Cumhuriyeti tarihimizin başlangıcıdır. Yüce Önder Atatürk'ün Büyük Nutkunu bu olayla başlatması, doğum gününü soranlara 19 Mayıs'ı işaret etmesi bunun kanıtı sayılmalıdır. 19 Mayıs'ın millî bayram olarak ilân edilmesi bu yargıyı daha da pekiştirmektedir. Atatürk, gerek Millî Mücadele döneminde, gerekse Cumhuriyet döneminde yurdumuzun birçok şehrini ziyaret etti. Bu ziyaretler, o şehirlerin mahallî övünç günleri olarak kutlandığı halde sadece 19 Mayıs yasa ile millî bayram kabul edildi.
Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım 1918'de İstanbul'a geldi. İstanbul'da yaklaşık altı ay kaldı. Bu süre içerisinde vatanın kurtuluşu için çeşitli girişimlerde bulundu. Padişahla birkaç kez görüştü ve ona bu konuda düşüncelerini aktardı. Güçlü bir hükûmetin kurulması için çaba gösterdi. Basın yoluyla geniş kitleleri bilgilendirmeye, halkı aydınlatmaya çalıştı. Kurtuluşa giden yolun temel ilkelerini yine bu dönemde ortaya koydu. Bunları çok yakın arkadaşlarına anlattı. Böylece Millî Mücadeleden yana az sayıda, fakat etkin bir grup oluşturmayı başardı. Millî Mücadele Anadolu'dan başlatılacaktı. Bunun için öncelikle birer görevle Anadolu'ya geçilecek, mecbur kalınmadıkça görev terkedilmeyecek, görevi bırakmak gerektiğinde asla İstanbul'a dönülmeyecek, çalışmalar gayrî resmî bir tarzda sürdürülecekti. Samsun'dan başlayan süreçte, onun tutum ve davranışları izlenecek olursa bütün bu prensiplere bağlı kaldığı görülecektir. Başlangıçta kendisiyle birlikte Millî Mücadeleye atılan arkadaşları arasında, zorunlu olmadıkları halde İstanbul'dan verilen emirlere hemen uyarak görevini bırakanları, bununla kalmayıp İstanbul'a dönenleri, söz konusu prensiplere aykırı davrandıkları için Nutuk'ta ağır bir biçimde eleştirmektedir. Yüce Önder'i diğerlerinden ayrı ve üstün kılan, azmi, iradesi, kararlılığı, milletine sevgisi ve güveni, zafere olan mutlak inancıydı. Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliğine atandıktan sonra, heyecanla Harbiye Nezareti'nden çıkarken, "kafes açılmış, önünde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak uçmağa"(1) hazırlanıyordu. Oldukça sıkıntılı, zahmetli bir yolculuktan sonra,Samsun'da milletiyle kucaklaştı.
Samsun, mülkî taksimatta doğrudan Dahiliye Nezareti'ne bağlı Canik Sancağı'nın merkez ilçesiydi. Karadeniz kıyısındaki bu şirin kasaba, Birinci Dünya Savaşı'nın yükünü taşıyan yerlerden biriydi. Genel savaş sırasında özellikle Rus istilâsına uğrayan Türk topraklarından göç eden çok sayıda insan buraya gelmiş, kasabanın rengi, havası birden bire değişmiş, yeni gelenlerin barındırılması sıkıntılar yaratmıştı. Bunlar bir yana, Samsun aynı zamanda Pontusçu faaliyetlerin yoğun olduğu bir yerdi. Karadeniz'de dolaşmakta olan İtilâf donanmasından, Yunan savaş gemilerinin varlığından cesaret alan ve Samsun Rum metropoliti Germanos tarafından örgütlenen Pontus çeteleri sokaklarda dolaşıyor, asayişi ihlâl ediyor, köylere baskınlar düzenliyor, evleri, binaları ateşe veriyor ve korumasız Türkleri öldürüyorlardı. 9 Mart 1919'da Samsun'a çıkarılan 200 kişilik İngiliz birliği, Pontus çetelerini büsbütün şımarttı. Mütakerenin bozulacağı endişesiyle güvenlik kuvvetleri ya kullanılamıyor, ya da asayişsizliği önlemede yetersiz kalıyordu. Bu durumda sırf nefs-i mûdafaa için Türkler de harekete geçince, bu zamana kadar Pontus çetelerinin terör faaliyetlerini seyreden İngilizler, seslerini yükselttiler ve 21 Nisan 1919'da Osmanlı Hükümeti'ne bir nota vererek Orta Karadenizde Türklerin hırıstiyanları katlettiklerini bildirdiler, bunun önüne geçilmediği takdirde bölgenin işgal edileceği tehdidinde bulundular. Esasında olay bunun tam aksineydi. İngilizler gerçekleri tahrif ederek, Pontusçuları korumayı ve karışıklıkların devamını amaçlıyorlar bölgeyi işgal etmek için bahane arıyorlardı. İstanbul Hükümeti hemen bölgeye yetkili birini göndermek için kolları sıvadı. Derinlemesine bir araştırmadan sonra Mustafa Kemal Paşa üzerinde mutabakat sağlandı. Çünkü O, ikinci meşrutiyetin çalkantılı döneminde siyasete bulaşmamış, girdiği bütün savaşlarda zafer kazanmış başarılı bir kumandandı. İşte bu noktada Mustafa Kemal Paşa ile Samsun'un dolayısıyla bütün Anadolu'nun ve Türk Milletinin kader çizgisi kesişiyordu. O büyük insan, sebatla, inançla, doğru bildiği yoldan ayrılmadan Türk Milletinin geleceğini kurtaran kahraman oldu.
Mustafa Kemal Paşa'ya asayişsizliğe neden olan olayları tayin ve tespit ile bunların ortadan kaldırılmasının yanında daha başka görevler ve görevin gerektirdiği yetkiler de verilmişti. Atatürk, söz konusu yetkilerini değerlendirirken, bunları çok fazla bulduğunu ve İstanbul Hükümeti'nin bilerek, anlayarak bunları kendisine vermediğini belirtmektedir. Aynı günlerde ve daha sonra Anadolu'ya bir kısmı şehzadelerin başkanlığında olmak üzere heyetler gönderildi. Bunlar da önemli yetkilerle donatıldılar. Nasihat Heyetleri, Tahkik Heyetleri,Teftiş Heyetleri adı altında Anadolu'da dolaşan bu kurulların da vatanın kurtuluşu yolunda büyük sonuçlar elde edecekleri bekleniyordu. Basın, bu beklentilere tercüman oluyor, heyetler hakkında geniş bilgiler veriyor, gittikleri yerlerde karşılanmalarından her türlü faaliyetlerine kadar hemen her konuda kamuoyunu aydınlatıyor, hadiseyle birinci derecede alâkadar oluyordu. Halbuki Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya gönderilmesi İstanbul basınında çok az ve sadece haber niteliğinde yer almaktaydı. Bu da kimden ve ne ölçüde sonuç beklendiğinin bir göstergesi sayılmalıdır.?u halde esas olan görev ve görevin gerektirdiği yetkiler değil, yetkileri yerinde ve zamanında tam bir liyakatla kullanmak, mutlak zafere ulaşabilmektir. Mustafa Kemal Paşa'nın başarı sırlarından biri de budur.
19 Mayıs, sadece Türk millî kurtuluş hareketinin başlangıcı olmakla kalmadı, yeni Türk devletinin çağdaş değerlerle milletler ailesi içerisinde yerini almasını da sağladı. Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıktığı andan itibaren zihnini meşgul eden problem millet iradesinin devlet hayatımıza yansıtılmasını sağlamaktı. Hatta denilebilir ki bunu kurtuluşun önüne koymuş millî mücadelenin vaz geçilemez ilk şartı saymıştı. 19 Mayıs'ı izleyen günlerde yapmış olduğu yazışmalardaki terminolojiye bakılacak olursa, bu açıkça görülür. İzmir söz konusu olduğunda "ordu ve millet bu işgalî tanımayacaktır" derken bunu kastediyordu. Samsun'dan Kâzım Karabekir Paşa'ya çektiği telgrafta "millet ve memlekete medyûn olduğumuz en son vazife-i vicdaniye"den amacı da buydu. Kurtuluş mücadelesi ancak milletle birlikte kazanılabilirdi. Milletle kazanılan mücadeleyi, yine milletle taçlandırmak lâzımdı. Yayın hayatına başlamalarına öncülük ettiği ilk iki gazeteden biri İrade-i Millîye, diğeri Hakimiyet-i Millîye adını taşıyordu. Bu değerler ve kavramlardır ki onu Türk Milletinin kalbinde "milletin kurtarıcısı", "devletin kurucusu" payesine yükseltmiştir.
(*) On Dokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi.
(1)Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün Bana Anlattıkları, İstanbul 1955, s.115.
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:44
TÜRK ULUSAL KURTULUŞ HAREKETİNİN BAŞLANGICI
DR. MEHMET ATAY (*)
"Türk'ün onuru ve gururu ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür.
Böyle bir Ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyi.
Bu nedenle ya bağımsızlık, ya ölüm."
"Mustafa Kemal : Nutuk"
Gazi Mustafa Kemal (Atatürk) 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ne yapmaya gelmişti ?
Görünürde Gazi, Üçüncü Ordu'ya müfettiş olarak atanmış pek büyük yetkilerle donatılmıştı. Mustafa Kemal'i, Padişah VI.Mehmet, Anadolu'da asayişi sağlamakla görevlendirmiştir.
İtilaf devletlerinin işgaline karşı kafalardaki mayalaşma, tehlikeli boyutlara varmıştır. Sultan'ın elçisi olan Gazi, ünlü Söylev'inde sonradan yazacağı gibi, kafasında gerçekte bir "Millî Sır" taşımaktadır. İtilaf devletlerince hasım ögelerin kaynaşmasını sınırlayıp önlemek için, Anadolu'ya ayak basmış değildir. Aksine, belli etmekte gecikmeyeceği amacı, yenilgi sonucu morali derinden derine sarsılmış bulunan Ordu'ya güvenini yeniden kazandırmaktır.
Gazi'nin hedefi Anadolu Türk topraklarındaki bütün direniş hareketlerini, tek bir otorite altında toplamayı denemektir.
Savaşılması, yenilmesi gereken düşman, sadece yabancı işgalci kuvvetler değildir. Bu hususla ilgili olarak Gazi Mustafa Kemal'in kaleminden şunlar anlatılacaktır: "Her ne pahasına olursa olsun, Osmanlı Hükümetine karşı, Sultana karşı, halifeye karşı ayaklanmak ve ordu ile bütün Milleti başkaldırıya götürmek gerekiyordu."
Gazi 19 Mayıs 1919 tarihinde yukarıdaki sözlerinden ilerici, devrimci ve laik bir Cumhuriyet kurmayı düşlediğini anlatır gibidir. "Millî Mücadele, başta Yurdu yabancı işgalinden kurtarma amacıyla, geliştiği ve başarılar kazandığı ölçüde, millî egemenliğe dayanan bir yönetimin bütün ilke ve güçlerini gitgide seferber etmesi doğaldı."
Gazi Mustafa Kemal, Anadolu'ya gelir gelmez, derhal usta bir manevracı olarak, kimi askeri şeflerin desteğini aramaya girişti.
Gözde kişilikler, özellikle Kazım Karabekir Paşa ile eski Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey Gazi'nin yanında yer almışlardır. Keza çok kısa bir zaman içinde yani birkaç hafta içinde Gazi, ulusal güçlerin hatırı sayılı bir bölümünü kendi çevresinde toplamayı başarmıştır.
Böylece 22 Haziran 1919'dan başlayarak, Amasya'dan gönderilen ve Türkiye'nin bütün yurtsever örgütlerine seslenen bir genelge ile Milletin tehlikede olduğu ilan edilmiş ve Ülkenin içinde bulunduğu feci duruma bir çare bulmakla yükümlü bir millî kongrenin toplanacağını haber verecek duruma gelinmiştir.
Anadolu'daki millî isyanın büyümekte olduğunu değerlendiren Babıâli hükümeti Gazi Mustafa Kemal'in İstanbul'a geri dönmesini teminen Üçüncü Ordu Müfettişliği'ne kesin bir emir yollayacaktır: "Sultan Hazretleri, Size hemen İstanbul'a dönmenizi buyuruyorlar."
Gazi'nin, bu gözdağı verici emre cevabı birkaç kelimeden ibaret olacaktır: "Milletin tam bağımsızlığını elde edeceği güne kadar, Anadolu'da kalacağım" (8 Temmuz 1919).
Gazi Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti'nin buyruklarına boyun eğmeyi reddetmekle kalmayıp, onu yaparken, sadece müfettişlik görevlerinden değil, Ordudan ayrılmaya da karar verir.
Artık Gazi Mustafa Kemal, resmi durumunun gerektirdiği bağlılıklardan sıyrılmış bir halde, daha büyük bir eylem özgürlüğüne sahiptir. Merkezi iktidarla bağlarını kopardığı andan itibaren, ilk büyük siyasal kavgasını vermek riskini göze alabilirdi.
Böylece 1919 Temmuz ayının sonlarına doğru, Türkiye'nin doğu illerinden gelen ellidört temsilcinin katılacağı Erzurum'da bir kongre örgütleyecektir. Bu ilk siyasal savaş, aynı zamanda ilk siyasal zaferdir.
Fırtınalı tartışmalarla dolu bir ondört gün yaşanırken Mustafa Kemal "halkın iradesine dayanan bir Millî Meclis'in yaratılmasını ve gücünü yine aynı iradeden alan bir hükümet kurulması" talebini kongreye kabul ettirir. Kabul edilen önergeye göre; "Vatan tektir ve bölünemez. Doğu Anadolu illeri, ortak bir anlaşma içinde, her türlü yabancı işgal ya da müdahaleye karşı direneceklerdir.
Sultanın hükümeti, milletin bağımsızlığını ve yurdun bütünlüğünü korumakta yetersiz görünürse, devlet işlerinin yürütülmesini ele almak üzere, bir geçici hükümet kurulacaktır."
Bir ay sonra, bu kez sadece Doğu illerinin değil 4-11 Eylül 1919'da bütün ülkenin temsilcilerini bir araya getiren bir ikinci kongre Sivas'ta toplanacaktır. Sivas kongresinde, Sultan'ın İstanbul Hükümetinin izlediği siyaset reddedilirken, Anadolu insanı kendi iradesi ile kendi yönetimine karar vermiş oluyordu. Sivas'ta Kongreye katılan kırk kişi Mustafa Kemal'in gözünde, Milletin bütününü temsil etmekte kutsal ve tarihsel nitelik taşımaktadır.
İstanbul Hükümeti yabancı işgali ve ülkenin çöküşü karşısında şaşkın haldedir. Anadolu'da gelişen ulusal direniş hareketi ise ülkenin parçalanmasına karşı faaliyetlerini hızlandırmıştır.
Bu arada Babıâli Hükümeti, Kemalist direniş hareketini, kan ve yağmaya susamış İttihatçılar topluluğu diye kamuoyuna takdim ederek başarısızlığa uğratmaya çalışacaktır. Bu iftira kampanyasına işgalciler ve Batılı basın da sahip çıkacak ve ortak olacaktır. Ortak işgal ve ihanet cephesi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını, yoğun bir şekilde, "Ermeni kıyımcıları" ve "militan Alman hayranları" olarak nitelendirmektedir. İstanbul yanlılarının bu, ulusal direniş karşıtı kampanyasında, İttihat ve Terakki Partisi'nin maceracı ve sorumsuz politikalarından çok zarar gören toplumun korkutulması amaçlanmıştır.
Ne var ki dost düşman herkes Anadolu'da hızla gelişen Türk milliyetçiliğinin varlığından artık haberdardır.
Türk Milleti, Mondros mütarekesini tevekkülle karşılamıştı. Fakat batılı devletlerin mütareke şartlarını çiğnemeleri, azınlıkların taşkın hareketleri, milletin bağrında derin yaralar açmaya başlamıştı.
Yeni kurulan dernekler, partiler, barışcı yollarla kurtuluş çareleri arıyorlardı. Yapılan mitingler ve protesto faaliyetlerinde hiçbir direnme fikri yoktu.
Memleketin bütünlüğünü korumak koşulu ile büyük bir devletin himayesine girmek isteyenlerde vardı. Padişah kurtuluşu, İngiltere'nin gölgesine sığınmakta ve her türlü direnmeyi memleketin yüksek menfaatlerine aykırı görüyordu.
Ulusal direnme fikri İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalinden sonra kuvvetlenmeye başlamış 19 Mayıs 1919'da Anadolu'ya ayak basan Mustafa Kemal bu fikrin ve direnme hareketinin ateşini yakmıştır.
Başlangıçta İzmir bölgesinde silahla direnenlere Kuva-yı Milliye (Millî Kuvvetler) adı verildi, ardından bu ad bütün millî hareketleri kapsar hale geldi.
Kuva-yı Milliye'yi, çeteci sayan İstanbul Hükümeti, Anadolu'daki bütün hareketlere Kuva-yı Milliye adını vermekte yarar görüyordu.
Ancak Anadolu'daki direnme hareketi yalnız bir savunmadan ibaret değildi. Bu hareket siyasal ve sosyal yönleri de olması sebebiyle özünde Millî Mücadele (Ulusal Kurtuluş) hareketi olarak gelişmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a çıkar çıkmaz Kazım Karabekir ve Ali Fuat paşalarla irtibatlı olarak. Eyleme geçerek her gittiği yerde tek kurtuluş yolunun düşmanla doğrudan doğruya savaşmak olduğunu bunu ise ulusun kendisinin başarabileceğini anlatıyor ve büyük ilgi görüyordu.
Gazi İstanbul'da plânladığı fikirlerinin stratejik sistematiğini Samsun'da tamamladı.
Mustafa Kemal Paşa'nın saptadığı bu stratejiyi "Nutuk" da anlattıklarına dayanarak anahatları ile görmek gerekmektedir.
Mustafa Kemal Paşa, savaşı, devrimi halka mal etmek istiyordu. Düşüncesinin hep bu yönde oluştuğu anlaşılmaktadır. Düşmanla mücadeleyi doğaldır ki, Ordu yapacaktı. Fakat Ordunun durumu o günlerde pek perişandı. Ateşkes hükümlerine göre pek çok birlikler terhis edilmiş ve silah, cephane ile diğer gereçler yenen devletlere teslim edilmişti. Lojistik destek diye bir şey kalmamıştı. En önemlisi, Ordunun morali bozuktu. Orduyu yaratan ulustur. Bu nedenle, ulusun ordusunun yanında olması ve onu desteklemesi gerekirdi. Bu da ancak, halka inmiş bir yönetimle sağlanacaktı. Daha önce geçirilen demokrasi denemeleri ile halk yönetimi için ilk adımlar atılmıştı. Bunlara dayanılarak yeni bir devlet kurulacaktı. Bu devlet egemenlik hakkını ulustan alacak ve onun temsilcileri ile yönetilecek, Ordu bu ulusal gücün arkasında ve emrinde olacaktı. Ancak bu biçimde, halk, savaşı ve devrimleri onaylayacak ve destekleyecektir. Bir hükümet darbesi ile yeni bir yönetim kurmak mümkündür. Fakat, bu yönetim salt orduya dayanacağından her zaman için tehlikelidir ve kısa ömürlüdür. Zaten Ordu o tarihte ulus tarafından sevilmemektedir. Böylece zayıf ve sevilmeyen bir orduya dayanan yönetimin ihtilali başarıya ulaştırma imkânı yoktur. Yeni ve halkçı devlet kurmak tek çaredir. Bu amaca ulaşmak için hemen örgütlenme başlayacaktır. Yeni devletin kurulmasını İstanbul Hükümeti tepki ile karşılayacaktır. Bu nedenlerle, iyice güçleninceye kadar Osmanlı Hükümeti ile iyi geçinmeli, gerekirse padişahı ve halifeyi kurtarmak gerekçesi ile örgütlenildiği belirtilmelidir.
İşte, Büyük "Nutuk"da da anlattığı gibi Mustafa Kemal Paşa Samsun'dan Anadolu'nun içlerine doğru yola çıktığı zaman bu stratejiyi uygulamaya başlamıştı. İlk durak Havza ilçesi oldu. 25 Mayıs 1919'da vardığı Havza'da Mustafa Kemal Paşa, bir genelge hazırladı. Bunu 9'uncu Ordu Müfettişi imzası ile bütün yurttaki askerî ve sivil makamlara gönderdi. Bu genelge ile bütün askerî ve sivil yöneticilerden, bulundukları yerlerde bir an önce işgal olaylarını protesto etmek için geniş destekli mitingler tertip etmeleri, ulusal dernekler kurup halka felaketin büyüklüğünü anlatmaları ve bu işleri köylere kadar yaymaları isteniyordu. 28-29 Mayıs günü gönderilen bu genelgeye pek çok yerdeki yöneticiler uydular ve büyük mitingler düzenlediler. Özellikle İstanbul'daki mitingler pek heyecanlı oldu. İşgal devletleri buna sert tepki göstererek. İngilizler tutuklu bulunan 67 Türk devlet adamını Malta'ya sürdüler.
Mitingler, İzmir'in işgaline gösterilen olumlu tepkilerle birleşince Gazi'nin umudunu daha da artırmıştı. Özellikle Havza'da halktan gördüğü yakın ilgi O'na güven veriyordu. Çizdiği stratejinin önderi olarak başta bulunabileceğini anlamıştı. Zaten kendisinden başka kimse bu plânı yürütemezdi.
Mustafa Kemal Paşa, Havza'da bir taraftan askeri işlerle de uğraştı. Bütün kolordu komutanları ile temas kurdu. Birliklerin yerlerini ve güçlerini saptadı ve işgal halinde komutanlara gerekli tedbirleri almalarını telkin etti. Gerilla ve milis örgütleri kurulmasına komutanları teşvik etti. Onlarda karşı koyma düşüncelerinin yerleşmesi için gerekli açıklamalarda bulundu. Gelen cevaplara göre, komutanları değerlendirdi. İçlerinde kendi düşüncelerine aykırı düşenleri, yetkilerine dayanarak işten uzaklaştırdı ya da böylelerinin hareketlerini sıkı denetim altına aldı.
Bir ay içinde yaptığı çalışmalar, önemli zorluklara rağmen başarılı oldu. Halk ve Ordu karşı koyma fikrine alışmaya başlamıştı. Şimdi artık durumdan yararlanarak, bütün girişimlerin ulusun adına yapıldığının halka anlatılması ve ulusun bu girişimlerin içine girmesinin sağlanması gerekiyordu. Tarihsel "Amasya Tamimi" bu uğurda atılmış ilk adımdır.
Mustafa Kemal Paşa'nın Havza'daki etkinliği İstanbul Hükümetini iyice kuşkulandırdı. 8 Haziran tarihinde Harbiye Nezareti'nin kendisini geri çağırması üzerine Mustafa Kemal Paşa, o güne kadar "Ordu Müfettişi" sıfatı ile bütün kişisel ağırlığını ortaya koyarak hareket etmişti. Şimdi bu sıfatının tehli***e düştüğünü görüyordu. Bu nedenle giriştiği eylemi kişisel olmaktan çıkarıp, halka maletmekte acele etmek gerekiyordu. Harbiye Nezaretine oyalayıcı bir cevap verdi ve 12 Haziran 1919'da Amasya'ya vardı. Halk kendisini coşkun bir heyecanla karşıladı. 14 Haziranda Amasyada "Müdafaa-i Hukuk" Derneği kuruldu. Bu dernek çerçevesinde yaptığı çalışmalardan sonra Mustafa Kemal Paşa 22-23 Haziran günü tarihsel Amasya Tamimini (Genelgesini) yayınladı. Bu tamimin yayınlandığı gün, Anadolu İhtilalinin gerçek başlangıç tarihidir. Pek çok bilim adamı bu kısa genelgeyi bir "ihtilal beyannamesi"olarak kabul etmektedirler. Bu nedenle tamimi inceleyip açıklamak gerekirse bu önemli tamim şöyledir;
"1-Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul Hükümeti, yenen devletlerin etkisi altında bulunduğundan yüklendiği sorumlulukların gereğini yerine getirmemektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş tanıttırıyor. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azmi ve kararı kurtaracaktır. Ulusun durumunu saptamak ve haklı sesini dünyaya işittirmek için her türlü etki ve denetimden uzak bir ulusal kurulun varlığı şarttır. Bunun için habeleşme yolu ile her taraftan gelecek ulusal öneri ve istekler üzerine, Anadolu'nun en güven verici yeri olan Sivas'ta ulusal bir kongrenin acele olarak toplanması kararlaştırılmıştır. Bu amaçla bütün Osmanlı illerinin her livasından, parti anlaşmazlıkları gözönünde tutulmadan, yetenekli ve ulusun inancını sağlamış, üç kadar kişinin hızla yola çıkarılması gerekmektedir. Her ihtimale karşı bunun ulusal bir sır olarak saklanması, dağdağaya yer verilmemesi, gerekli görülen yerlerde yolculuğun gizli tutulması.
2-Doğu illeri adına, 10 Temmuz'da Erzurum'da toplanması kararlaştırılmış kongre için, adı geçen illerin Müdafaa-i Hukuk-i milliye ve Redd-i İlhak derneklerinden seçilen üyeler, zaten Erzurum'a doğru yola çıkarılmışlardır. O zamana kadar diğer illerimizin de temsilcileri Sivas'a ulaşabileceklerinden, Erzurum Kongresinin üyeleri, uygun görecekleri tarihte, genel toplantıya katılmak üzere, Sivas'a hareket edeceklerdir.
3-Yukarıdaki hükümlere göre temsilciler, Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak dernekleri ve belediyeler tarafından ve diğer şekillerde seçileceklerdir.
4-Bu kararların uygulanmasına 9'uncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, eski Harbiye Nazırı (Deniz Kuvvetleri Bakanı) Hüseyin Rauf Bey, 15'inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, 13'üncü Kolordu Komutan Vekili Albay Cevdet ve 3'üncü Kolordu Komutanı Albay Refet Bey, Canik Mutasarrıfı Hamit Bey, 2'nci Ordu Müfettişi Ferik Cemal Paşa, (Korgeneral), 12'nci Kolordu Komutanı Albay Selahattin Bey, 20'nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Bursa'da 17'nci Kolordu Komutanı Albay Bekir Sami Bey, Edirne'de Kolordu Komutanı Albay Cafer Tayyar Bey ve diğer bazı sivil ve askeri önemli kişilerce çalışılacaktır. Bundan başka Başvezir Müşir Ahmet İzzet Paşa (Mareşal), Nafia Nazırı (Bayındırlık Bakanı) Ferit Bey ve Ayan üyelerinden Ahmet Rıza Bey gibi kişilerin düşünce ve görüşleri alınacaktır.
5-Redd-i İlhak ve Müdafaa-i Hukuk-i milliye derneklerinin verecekleri telgrafların, yalnız telgrafhanelerde kabul edilerek, çekilmemesi, Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğünden bildirilmiştir. Bu, kesin olarak reddedilecek ve haberleşmenin mutlak olarak serbestçe yapılmasının sağlanması için gösterilerde bulunulacak ve bu sağlanıncaya kadar gösterilere devam edilecektir.
6-Askeri ve ulusal örgütler hiç bir biçimde lağvedilmeyecektir. Komuta hiç bir biçimde terkedilmeyecek ve başkalarına verilmeyecektir. Vatanın herhangi bir yanına yeniden gelecek düşman işgal eylemleri, bütün orduyu ilgilendirecek ve meydana gelecek duruma göre yurdun savunmasına hep birlikte girişilecektir. Bu nedenle komutanlar derhal birbirlerine haber vereceklerdir. Silah, cephane ve diğer araçlar hiç bir biçimde elden çıkarılmayacaktır".
Tamimi imza edenler: Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey (Orbay), Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Refet Bey (Bele). Bu kişilerden başka Kazım Karabekir ve Cemal (Mersinli) paşaların da telgrafla onayları alınmıştır.
Bu çok önemli Tamim incelenirse aşağıdaki sonuçlara varılabilir:
-Mustafa Kemal Paşa İhtilal stratejisinin ilk adımını atmıştır. Vatan parçalanmaktadır. Ulusun bağımsızlığı tehlikededir. Osmanlı Hükümeti bu felaketi önlemek yeteneğinde değildir. Türk ulusu, bu hükümetten artık hiç bir girişim beklememeli ve kendi işini kendisi görmelidir. Bu her tarafa ilan ediliyor. Yani Osmanlı Devletine karşı gelmenin gerekçesi hazırlanıyordu.
-Bu amacı gerçekleştirme işi, yurdun her yanında kurulmuş olan ulusal derneklere verilmiştir. Bu dernekler ve belediyeler, kendi yönetim birimlerinin kapsadığı alan içinde üçer kişiyi temsilci olarak seçip, Sivas'ta toplanacak ulusal kongreye göndereceklerdir. Böylece hem ulusal dernekler birleşip tek bir kuruluş haline gelecek, hem de seçilecek kimselerin herhangi bir siyasal partiye bağlı olup olmaması önemli görülmediğinden, Kongre'de tam bir dayanışma havası esebilecektir.
-Toplanacak Kongre, yeni bir devlet kurulmasının ilk adımıdır.
-İstanbul Hükümetinin bu kongrenin toplanmasını engellemek için aldığı haberleşme yasakları dinlenmeyecektir. Böylece Anadolu ile İstanbul arasındaki son bağların kopması yolu açılmıştır.
-En önemlisi, Amasya'da alınan kararların uygulanması ile Ordunun görevlendirilmesidir. Böylece Ordu, İhtilal eyleminin içine çekilmektedir.
Mustafa Kemal Paşa Üçüncü Ordu Müfettişi olarak Samsun'a çıktığı zaman Anadolu iki büyük kongrenin eşiğinde bulunmaktaydı. Batı Anadolu'yu Yunan işgalinden kurtarmak isteyen mahallî teşkilâtlar Balıkesir'de, Doğu'da bir Ermenistan kurulmasını önlemeğe çalışanlar ise Erzurum'da toplanacaklardı. Samsun'dan Amasya'ya geçen Gazi, orada millî bir hareket taraftarı olan Ali Fuat Paşa, Rauf Bey, Refet Paşa, Canik Mutasarrıfı Hamit Bey ile bir araya gelerek dört hususta mutabakata vardı. Toplantıya katılamayan ve fakat desteklerinin sağlanması gerekli olan XV. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa ve Konya Yıldırım Kıtaları Müfettişi Mersinli Cemal Paşa'ya telgrafla danışılarak onların da alınan kararlara katılması mümkün kılındı.
Görüldüğü gibi Amasya kararları, bir yandan milliyetçi bir siyasi hareketin örgütlenmesine çalışırken diğer yandan mevcut askeri teşkilâtın milliyetçilerin emrinde olması amacını güdüyordu. Kararların Amasya'da alınmasına rağmen, zeminin İstanbul'da daha önceki tarihlerde hazırlanmış olduğunu da belirtmeye gerek yoktur. Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa, Refet Paşa ve Rauf Bey birbirlerini yakından tanıyan kimselerdi ve millî bir hareket düzenlemek için Anadolu'ya geçmeğe İstanbul'da iken karar vermişlerdi.
Erzurum kongresi 23 Temmuz 1919'da toplandı. Doğu Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin bir merkezde birleştirilmesi için toplanan Kongre, aldığı kararlar itibarile Millî Mücadelenin prensiplerini de ortaya koyan ilk kongre olmuştur. Alınan kararları tekrar özetlemek gerekirse;
"a) Millî hudutlar dahilinde vatan bölünmez bir bütündür.
b) Yabancıların işgal ve müdahalesini Osmanlı Devleti önleyemezse millet önleyecektir.
c) İstanbul Hükümeti vatanı ve bağımsızlığı koruyamazsa, bunu millî kongrece seçilmiş bir hükümet, kongre toplantı halinde değilse, kongrenin devamlı temsilcisi Heyeti Temsiliyenin seçeceği bir hükümet yapacaktır.
d) Kuva-yı Milliyeyi millî iradeye hakim kılmak esastır.
e) Azınlıklara millî egemenliğimizi zedeleyici imtiyazlar verilemez.
f) Manda ve himaye kabul olunamaz.
g) Millî Meclisin derhal toplanması ve hükümet icraatının meclisin murakabesine konulması için çalışılacaktır."
--Bir millî devletin ana unsurlarının bu kararlarda kapsandığı görülecektir: Millî hudutlar, milletin kendi kaderini kendisinin tayin etme hakkı ve topraklar üzerinde mutlak egemenlik esas alınacaktır. Ayrıca Kongrenin devamını bir temsil heyetiyle sağlamış olması mücadelenin bir önderler heyeti tarafından yürütüleceğini ortaya koymuş oluyordu.
4 ile 12 Eylül arasında toplanan Sivas Kongresi Doğu ve Batıdaki Müdafaa-i Hukuk teşekküllerinin bir merkeze bağlanmasını mümkün kılmıştır. Kongrede alınan kararlar Erzurum Kongresi kararlarını benimsemek mahiyetinde olmuştur. Daha geniş bir Heyeti Temsiliye seçilmiş ve başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirilmiştir. Bu tarihten sonra bütün Anadolu'nun milliyetçi örgütü Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olacaktır. Ancak haberleşme güçlüklerinden, Sivas Kongresinin mahiyetinin anlaşılamamış olmasından ve bazı teşkilâtların Sivas'ın kendilerini temsil hakkını haiz olduğunu kabul etmemelerinden dolayı, Cemiyet millî hareketin tek örgütü olduğunu hemen benimsetememiştir. Bu husus, Mustafa Kemal Paşa'nın sözlerinden de anlaşılmaktadır:
" Maahaza, bu tarihlerde henüz bazı yerlerde maksadın tamamen anlaşılamadığı görülüyordu. Mesala, Reddi İlhak Heyetlerinin kendi namlarına tebligatta bulunmakta olduğu ve 10 Teşrinievvel 1919 tarihine Reddi İlhak Cemiyeti Reisi imzasıyla, Teşrinievvelin yirmisinde bir büyük kongre içtima edeceği ve bu kongreye iki murahhas izamı vilayetlerden talebediliyor ve bir takım tedbirler icrası bildiriliyordu."
Buna karşılık, önemli bir olay İstanbul'daki Meclisi Mebusan'da Müdafaa-i Hukuk Hareketini destekleyen Felah-ı Vatan grubunun 28 Ocak 1920'de Meclis'e Misakı Millî isimli belgeyi onaylatmış olmasıdır. Bu suretle Anadolu Hareketinin amaçları İstanbul'daki teşrii organca da benimsenmiş oluyor, milliyetçilerle Saray ve Kabine karşı karşıya kalıyordu. Zaten 16 Mart 1920'de cereyan eden İngiliz işgalinden sonra İstanbul'daki Meclis kapanmış ve ileri gelenler Malta'ya sürülmüşlerdi. Milliyetçi üyelerin bir kısmı da Anadolu'ya geçerek Müdafaai Hukukçulara katılmışlardır.
Meclisi Mebusan'ın kapatılması, milliyetçilerin eline bir koz vermişti. Meclis İngilizler'in baskısıyla kapatıldığına göre, dış etkilerden uzak bir yerde millî bir meclisin açılmaması için artık hiçbir sebep yoktu. Milliyetçiler esasen bir meclis açmayı tasarlamalarına rağmen İstanbul Meclisinin kapanması, kendilerinin meclis açmalarını engelleyecek son sebebi de ortadan kaldırmış oldu.
Osmanlı Meşrutiyeti kahramanca ölmüştür. Büyük savaşta cephelerde dövüşe dövüşe, Mütareke de düşman istilasına karşı haykırarak son nefesini vermiştir.
Bu sonuç, büyük Türk imparatorlukları için ortak bir kaderdir. Türk milleti bir yerde devlet kurmuş, çevresini almış, büyük ve fethettiği memleketlerin halkı fatih milletin üstünde, onu içinden yemeye ve kemirmeye çalışan kurtlar halinde kabuklaşmışlardır. Nihayet yenme ve kemirilme Türk unsuru için bir hayat meselesi önemini almıştır. O zaman da Türk milleti silkinmiş ve bütün bu kurtlardan kurtularak kendi kendine kalmış saf bir kitle olarak yeni bir devlet kurmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş de bu tarihi kaderin bir tekrarlanmasıdır.
İşte iki belge ki, son Osmanlı Mebusan Meclisi ile ilk T.B.M.M.'ni tarih önünde bütünleştirmiştir.
1-İmparatorluğun yabancı unsurlarından kurtulan Türk milleti, umumi savaştan sonra hükümetin karışma imkânını bulamadan yapılmış seçimde hür bir şekilde milletvekillerini göndermiş ve bu şekilde idaresi hala imparatorluk yıkıntısından insanlar ve zihniyetlerle işleyen hükümetin karşısında saf ve karışmamış bir Millet Meclisi meydana gelmişti.
Bu Meclis'in havsalası, mertlik meydanında dövüşerek yenilmiş bir millet ve devletin ölüme mahkum edilmesini bir türlü alamamış ve temsil ettiği milletin barış şartlarını "Millî Misak-Millî Ahit" adı altında bir beyannamede toplayarak, 17 Şubat 1336 (1920) tarihinde dünyaya ilân etmiştir.
"Aşağıya imzalarını koyan Osmanlı Mebusan Meclisi azaları, devlet ve milletin istikbalinin haklı ve devamlı bir sulha kavuşabilmesi için kabul edebileceği fedakarlığın en ileri haddini gösteren aşağıdaki esaslara tamamiyle uyulmasının sağlanması ile mümkün olduğunu ve bu esaslar dışında sağlam bir Osmanlı saltanatı ve cemiyetinin vücudunun mümkün bulunmadığını kabul ve tasdik etmişlerdir:
"Madde 1-Osmanlı devletinin sadece Arap çoğunluğunun oturdukları ve 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin imzası sırasında düşman ordularının işgali altında kalan kısımlarının mukadderatının, ahalinin serbestçe verecekleri reye uygun olarak tayin edilmesi gerektiğinden, adı geçen mütareke hudutları içinde din, ırk ve soyca birlik olan, birbirine karşılıklı saygı ve fedakarlık hisleriyle dolu bulunan, gelenek ve içtimai hukukuyla yaşadıkları muhitin şartlarına tamamıyla uyan Osmanlı İslam ekseriyetini oturdukları kısımların hepsi hakikaten ve hükmen hiçbir sebeple ayrılık kabul etmez bir bütündür.
"Madde 2-Ahalisi ile serbest kaldıkları zamanda amme reyi ile ana vatana katılmış olan 'elviveyi selase' -Kars, Ardahan ve Batum-için icap ettiği takdirde tekrar serbestçe amme reyine müracaat edilmesini kabul ederiz.
"Madde 3-Türkiye ile yapılacak sulha bırakılan Garbi (Batı) Trakya'nın hukuki vaziyetinin tespiti de, halkının tam bir hürriyetle verecekleri reye göre yapılmalıdır.
"Madde 4-İslam hilafetinin merkezi ve saltanatın payitahtı ve Osmanlı hükümetinin merkezi olan İstanbul şehri ile Marmara Denizi'nin emniyeti her türlü ihlâlden korunmuş olmalıdır.
"Bu esas mahfuz kalmak şartıyla Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının umum ticaret ve münakalata (ulaştırmaya) açılması hakkında bizimle diğer bütün alakadar devletlerin ittifakla verecekleri karar muteberdir.
"Madde 5-İtilaf devletleri ile hasımları ve bazı müşavirleri arasında kararlaştırılan anlaşma esasları içinde azınlıkların hukuku, civarda bulunan memleketlerdeki Müslüman ahalinin de aynı hukuktan istifadeleri emniyetiyle tarafımızdan teyit ve temin edilecektir.
"Madde 6-Millî ve iktisadî inkişafımız imkân dairesine girmek ve daha asri, muntazam bir idare şeklinde işlerin yürütülmesine muvaffak olabilmek için her devlet gibi bizim de inkişafımızın temelinde istiklal ve tam serbestliğe sahip olmamız, hayat ve bekamızın temel ve esasıdır. Bu sebeple siyasî, adlî, malî inkişafımızı önleyen kayıtlara muhalifiz. Gerçekleşecek borçlarımızın ödeme şartları da bu esaslara aykırı olmayacaktır.
29 Kanunsani (Ocak),336 (1920)"
İşte bir belge ki, insana hemen Fransız Devrimi'nin "İnsan Hakları Beyannamesi"ni hatırlatmaktadır.
Gerek "Millî Misak" ve gerek "İnsan Hakları Beyannamesi" aynı kaynaktan, milliyet prensibinden ilham almışlardır. Her ikisi de milletlerin, mağlup veya galip olsunlar, hür ve bağımsız yaşamalarını bir hayat kaidesi olarak kabul etmişlerdir. Her ikisi de millî varlığı mukaddes, parçalanmaz, el uzatılmaz saymışlardır.
Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin kabul ve ilân ettiği "Millî Misak" beyannamesi bu bakımdan, insanlık tarihinin ortak eseri niteliğindedir.
"Millî Misak"ın bu insan ve millet hakkını ilân eden prensibi yanında Osmanlı İmparatorluğu'nun şüphesiz tam bir tasfiye senedi olması niteliği de vardır.
Bu beyannameyle imparatorluk içindeki bütün Türk olmayan unsurlar ayrılmakta, "Din, ırk, soy bakımından bir olan" kitlenin, yani Türk kitlesinin tamlığı tanınmaktadır.
Türk milleti hiçbir kayda bağlı olmadan yeni bir devlet kurmaya karar vermiştir. Bu devletin temelini Türk milleti oluşturacaktır. 19 Mayıs 1919'dan bu yana aradan geçen 80 yıla rağmen, bugün de üniter ve laik Türk Cumhuriyeti'ni bölmeye ve yıkmaya yönelik, yelpazesi ve gerekçesi ne olursa olsun her türlü iç ve dış tehditlere ve düşmanlara karşı büyük Türk Ulusu, Türk Vatanı'nın ve Devleti'nin bütünlüğü ve birliğini dolayısıyla bekasını koruyacaktır.
1919'da olduğu gibi bundan böyle dünyada ve bölgede ne tür gelişme ve değişmeler yaşanırsa yaşansın Türk Ulusu'nun, kendine, vatanına ve devletine düşman olan tüm hareket, gayret ve unsurlara karşı gereğinde topyekün bir "Beka Savaşı"nı yapmaktan asla çekinmeyeceğine tarih yakın tanıktır.
(*) Siyaset Bilimi Doktoru, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı.
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:45
19 MAYIS 1919'DAN 2000'E
DOÇ. DR. AYLANUR ATAKLI (*)
GİRİŞ
80 yıl önce 19 Mayıs 1919; Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a ayak basması ile başlayan millî mücadeleyi başka bir ifade ile Erzurum, Sivas kongreleriyle kararlaştırılan ve 11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi ile sonuçlanan Türk Kurtuluş Savaşı'nı hatırlatmaktadır. 1. Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı iç içe olup biri diğerinin devamı ve sonucudur. Kurtuluş Savaşı'nın amacı, tam bağımsız bir devlet kurmaktır.
Tarihî literatür incelendiğinde görüleceği gibi (1, 2), sadece komutan değil, memleketin dertlerini dert edinen, bunlara çare arayan, cemiyetler toplayıp kararlar alan büyük önder Mustafa Kemal Paşa, arkadaşları olan Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Ali Fethi Okyar, Kazım Karabekir ve sonradan katılan İsmet İnönü ile İstanbul'da sık sık toplanıp gelecekle ilgili kararlar almaya başlamışlardır. O sırada Samsun,Vezirköprü, Merzifon ve dolaylarında Rum Pontus Çetelerinin İslâm halkına saldırıları artmış, fakat itilaf devletleri durumu tam tersine algılayarak bölgedeki olayların sebebini Türklerin Hıristiyanlara saldırıları şeklinde göstermişlerdir. Samsun'un stratejik önemi büyüktür; hem doğal bir liman, hem de Karadeniz'in Anadolu'ya açılan kapısıdır. Toplumsal yapısı ise karışıktır. Bunun üzerine Hükümet, gereken tedbirleri alacak güvenilir birine ihtiyaç duymuştur. Damat Ferit Paşa kabinesi, o bölgeye değerli fakat kendi isteklerine göre davranacak bir komutan görevlendirilmesini istemektedir. O günkü bazı politikacılar da Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'dan uzaklaştırılmasında kendi hesaplarına fayda görmüşlerdir. Padişaha bağlı sanılan Mustafa Kemal Paşa, yakın arkadaşlarının da yardımıyla ve akıllıca kurduğu iyi ilişkiler sonucu Padişah ve Hükümet tarafından 30Nisan 1919'da 9. Ordu müfettişliğine tayin edilmiştir. Anadolu'ya geçmek için bu görevi fırsat sayan Mustafa Kemal Paşa güvendiği 18 subay ile Bandırma vapuruyla 16 Mayıs 1919'da Samsun'a hareket eder. Anadolu'ya giderken kafasında iki düşünce vardır:Bağımsızlık ve özgürlük. Yani düşmanı yurttan atmak, kişisel egemenliğe (padişahlığa) son vermektir. Padişah Mustafa Kemal'in bağımsızlık düşüncesini bilir, hatta destekler. Ancak özgürlük, yani ulusal egemenlik düşüncesini bilmez. Zaten bunu öğrenir öğrenmez Mustafa Kemal'in görevine son verir. Samsun'a vardığı 19 Mayıs 1919 tarihinde,Mustafa Kemal Paşa için tarihî görev başlamış olur. 19 Mayıs 1919 Anadolu ve Türk ulusu için bir dönüm noktasıdır.
Ulusal egemenliğe dayanan bir devlet kurmayı düşünen Mustafa Kemal Paşa, kuracağı devletin temel organlarını oluşturacak yeni meclisin toplanması çalışmalarını da başlatır. 20 Nisan 1920'de Ankara'da toplanan meclis TBMM adını alır ve Mustafa Kemal Paşa'yı başkanlığa seçer. TBMM'nin kurulması ile yeni bir hükümet ortaya çıkmış olur. Meclisin ilk amacı ülkenin kurtarılmasıdır. Meclisin çıkardığı bir yasa ile 16 Mart 1920'den itibaren Osmanlı İmparatorluğu ile yapılan tüm sözleşmeler yapılmamış kabul edilir ve yabancı devletler Ankara ile anlaşmak zorunda bırakılır.
13 Ekim 1923'deAnkara'nın başkent olmasıyla yurt içinde ve dışında saltanat yönetimine dönülemeyeceği yolunda ciddi bir mesaj verilmiş olur. Daha sonra 29 Ekim 1923'de, 1921 tarihli Anayasada yapılan değişikliklerle Cumhuriyet ilân edilir. Buna göre hakimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu, idare şeklinin halkın kendi kaderini kendisinin tayin edeceği temeline dayandığı görüşü benimsenir.
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı
Gençlik ve spor bayramının başlangıcı şöyle anlatılabilir(3):Mustafa Kemal Atatürk'ün millî mücadeleye başlamak üzere 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak bastığı günün yıldönümü; 20 Haziran 1938 tarih ve 3466 sayılı kanunla millî bayram olarak kabul edilmiştir. Her yıl 19 mayıs günü Türkiye'nin her yerinde beden eğitimi ve spor gösterileri yapılmaktadır. (Türkiye'de ilk beden eğitimi gösterisini 12 Mayıs 1916'da erkek öğretmen okulu öğrencileri yapmışlar, sonra erkek öğretmen okulu öğrencileri her yıl ve genellikle mayıs ayı içerisinde bu gösterileri tekrarlamayı bir gelenek hâline getirmişlerdir."Jimnastik şenlikleri", "mektepliler bayramı", "idman bayramı","Jimnastik bayramı" adı altında devam eden bu gösteriler zamanla bütün okullara yayılmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı 1927'den sonra bu gösterilerin düzenlenmesini üzerine alarak her yıl mayıs ayının üçüncü haftasında Türkiye'nin çeşitli yörelerinde bu gösteriler yapılmaya başlanmıştır). 1938'de 19 mayıs gününün"gençlik ve spor bayramı" olarak kanunlaşmasından sonra bu gösteriler de resmî bayram gününe alınmış, bu bayram için"dağ başını duman almış" marşı, gençlik marşı olarak kabul edilmiştir. Atletlerin,Atatürk'ün millî mücadeleye başladığı Samsun'dan aldıkları toprağı, koşarak Ankara'ya ulaştırmasıyla sonuçlanan 19 mayıs koşusu da o tarihten beri yapılmaktadır.
Millî Mücadele Hareketinin ve Cumhuriyetin Eğitime Yansıması
Bilindiği gibi, Osmanlı eğitiminin temel kurumu medrese olup eğitim düzeni dine dayanmaktadır. Ayrıca, mahalle okulları ve saray okulları mevcuttur. Osmanlı yönetimi 18. yüzyılda; ilköğretimin zorunlu olması, orta okul, harbiye, tıbbiye gibi yüksek okulların açılması ve okulların sayıca artırılması gibi eğitim alanında bir takım yenilikler yapmıştır. Ancak, eğitim hiçbir zaman orta çağ kalıplarını aşamamış ve bilimsel düzeye ulaşamamıştır. Birlikte sürdürülen eski ve yeni eğitim kurumları, eğitimde kargaşa oluşturmuştur. Bu durumda Osmanlıdan devir alınan eğitim sistemi Cumhuriyetin ilkeleri ile bağdaşmamıştır.
Millî mücadele hareketinin başarı ile sonuçlanması üzerine Türk toplumunu çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak isteyen Atatürk, bu amacını gerçekleştirmek için köklü inkılâp hareketlerine başlamıştır. Yeni yönetim biçiminin, kendi eğitim düzenini kurma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Millî, lâik ve çağdaş bir toplumun millî bir eğitim ile gerçekleşebileceği düşüncesi ile 1921'de Ankara'da millî bir eğitim programı oluşturmak amacıyla Maarif Kongresi toplanmıştır. Cumhuriyet ile beraber Millî eğitimin amacı; millî egemenlik ve tam bağımsızlık ilkelerini benimsemiş, millî birlik ve bütünlüğe önem veren nesillerin yetiştirilmesi olarak benimsenmiştir. Bu durumda Millî Eğitimin çağdaş ve lâik özellikler taşıması için çalışılmış, temelinde kültür ve medeniyet değişimi yatan Atatürk ilke ve inkılâplarının dayandığı esasları Türk Millî Eğitim Politikasının da özünü oluşturmuştur.
14 Ağustos 1923'de TBMM'de okunan icra vekilleri heyeti programının Millî Eğitim bölümünde Atatürk'ün görüş ve direktifleri doğrultusunda eğitimde izlenecek politika şöyle belirlenmiştir (4):
1-Maarif siyaseti birlik esasına dayanacaktır.
2-Maarifin üç görevi; çocukların yetiştirilmesi, halkın eğitimi, millî güzidelerin yetiştirilmesidir.
3-Maarifin bu görevini yapması için gerekli vasıtalar temin edilecektir.
4- İlköğretim okulları ile orta okullara öğretmen ve ilköğretim müfettişi yetiştirmek için kız ve erkek orta öğretmen okulları açılacaktır.
5- Ülkenin belli yerlerine kız ve erkek öğretmen okulları, tam devreli liseler açılacaktır.
6-Bir beden eğitimi öğretmeni yetiştiren okul açılacaktır.
7-Kadınların eğitimine önem verilecek, bunun için kız ilk öğretmen okulları ve kız liseleri açılacaktır.
Atatürk'ün farklı tarih ve yerlerde yaptığı şu konuşmalar; millî eğitimin yurdu işgal eden düşmandan kurtarmak için önemli olduğunun bir göstergesidir(5):"Dünyanın her yerinde öğretmenler toplumun en fedakâr ve saygıdeğer insanlarıdır". "Memleketimizi ve milletimizi gerçek hedef ve mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbâlini yoğuran kültür ordusu". "Hükümetin en önemli ve esaslı görevi, eğitim meselesidir."'Milleti kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir".Ayrıca, İsmet İnönü'nün de "ilköğretim sorunu, millet olmak sorunudur" sözleri eğitime verdikleri önemi göstermektedir. Günümüzle karşılaştırıldığında, Cumhuriyet'in başlangıç yıllarından(1920-1952), eğitimin lâik özellikler taşıması ve öğretmenin saygınlığının yüksek olduğu dönem olması bakımından da gururla bahsedilmektedir."Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyete yaptığı devrimlere sahip çıkan, koruyan idealist öğretmenler yetiştirilmişse bunun en önemli nedeni onları yetiştiren öğretim elemanlarının aynı niteliklere sahip olmalarıdır (6). Diğer taraftan"Cumhuriyetin ilk yıllarındaki o güzel eğitim atılımlarından sonra bugün nereden baksanız perişan Türk Millî Eğitimi biz eski öğretmenlerin yüreğini sızlatmaktadır. Eğitim düzenimiz neden bu hâle gelmiştir? Çünkü Atatürkçü çizgiden uzaklaşılıp, tam bağımsızlık ilkesi yitirilmiştir"(7).
Bilindiği gibi Cumhuriyet döneminde eğitimde pek çok yol kat edilmiştir. 1924 yılında ABD'den Prof. John Dewey, 1925'de Almanya'dan Dr.Köhne, 1927'de Belçika'dan Dr.Omer Buyse davet edilip kurulacak yeni eğitim sistemi hakkında görüşleri alınmıştır. Özellikle John Dewey'nin "çocukların hayattaki ihtiyaçlarına uyum sağlayacak programlar ve öğretim yöntemleri" önerisi bugün de önemini korumaktadır. 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu, tekke ve zaviyelerin kapatılması, 1928'de okuma yazma seferberliği olarak başlayan ve halk eğitiminin başlangıcı olan halk dersaneleri, öğretmenlik mesleği ile ilgili kanunlar, karma eğitimin başlaması, harf inkılâbı, Türk Tarih Kurumu'nun kurulması, Türk Dil Kurumu'nun kurulması, köy okulları için öğretmen yetiştirilmesi, 1961 İlköğretim ve Eğitim Kanunu, 1739 Millî Eğitim Temel Kanunu, 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu, 8Yıllık Zorunlu Temel Eğitim Kanunu, sınıf ve branş öğretmeni yetiştirilmesi çabaları Cumhuriyet döneminin temel taşlarındandır. Bu dönemde güzel sanatlara da önem verilmiş olup ilk iş olarak saraylar müze hâline getirilmiştir. Resim ve heykel müzesi kurulmuş, konservatuarın temeli atılmış, Türk tiyatrosunun gelişimine öncülük edilmiştir.
Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne Cumhuriyet Hükümetleri, eğitimin, günün ihtiyaçlarına daha iyi cevap verebilmesi için eğitim sistemine daima önem vermişlerdir. Ancak her ülkede olduğu gibi, bizde de bir takım sorunlar yaşanmış olması da kaçınılmazdır. Belli başlı sorun alanları şöyle sıralanabilir:Yetersiz finansman, merkeziyetçilik, kalabalık sınıflar, eğitim personelinin yetiştirilmesi sorunu, öğrencinin ilgi ve yeteneğine göre öğrenci merkezli eğitim sisteminin kurulamamış olması, hızlı nüfus artışı ve süreklilik ilkesinin olmamasıdır. "Sürekliliğin değişim kadar hatta bazen değişimden daha çok etkili olduğu genel kabul görmektedir" (8). Diğer bir sorun "öğretmen ögesinin eğitim sisteminin en başat insan kaynağı girdisi olarak değerlendirilmesidir. Eğitim yöneticileri ile deneticileri her zaman eğitim politikalarını belirleyenlerin ilgi alanlarının dışında kalmıştır. Bugüne kadar öğretmen yetiştirmeye yoğunlaşan ilgi ve önceliklerin okul yöneticisi yetiştirme üzerinde yoğunlaştırılması, öğretmen yetiştirmede daha köktenci bir tutum olacaktır. Seçkin öğretmenlerin il, ilçe millî eğitim müdürlükleri ve okullarda yöneticilik statüsü ile uzmanlık alanları dışında çalıştırılmaları doğru değildir" (9).
SONUÇ
Yukarıda da bahsedildiği gibi, eğitim sorunu Cumhuriyet sonrası büyük önem kazanmıştır. Bugün de ülkemizde en çok tartışılan konuların başında, çocuklarımıza sunulan eğitim niteliği gelmektedir. Haklı nedenlerle eğitimde sürekli olarak, Cumhuriyetin ilk yıllarına bir özlem, bugüne eleştiri söz konusudur. Ancak önemli olan bir an önce geçmişten ders alıp, geleceğin ışığında bugünü plânlayabilmektir. Bu bağlamda büyük önder Atatürk'ün millî, ilmî, demokratik ve en önemlisi lâik eğitim anlayışına yaraşır şekilde daha sorunsuz bir eğitim sistemi için aşağıdaki öneriler sunulmuştur:
1-Yönetici, öğretmen, veli, öğrenci etkileşimi güçlendirilmelidir.
2.Okul yöneticisi ve öğretmen eğitiminde taviz verilmemelidir.
3.Aileyi eğitmeden çocuğu eğitmenin mümkün olamayacağı düşüncesi ile, aileler için eğitim programları düzenlenmelidir.
4.Ezber eğitimden kaçınmalı, her tür ve düzeydeki okulda düşünme becerisi geliştirilmeli, başka bir ifade ile beynin bilgilerin seçimi, denetlenmesi, ilişkilendirilmesi, yeniden üretilmesi için bir makine gibi çalışması sağlanmalıdır(10). Düşünce becerisi kazanmada eksikliğin en temel nedeni; eğitimciler tarafından fırsat verilmemiş olmasıdır(11).
5.Eğitim faaliyetleri öğrenci merkezli olmalıdır.
6. Eğitimde amaç öğretmek değil, eğitmek olmalı, kazanılmış bilgi davranış olarak gösterilmelidir.
7.İstihdamda yerel yönetimlere yetki ve sorumluluk verilmeli, böylece haksız dağılım önlenip, yerel şartlara göre daha çok ücret ödeme imkânı oluşturulmalıdır(12).
8. Eğitim çalışanları personel yasası çıkarılmalıdır.
9.Nüfus artış hızı azaltılmalıdır.
10. Eğitimde süreklilik ilkesi benimsenmelidir.
(*) Hacettepe Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu Öğretim Üyesi.
(1) Mustafa Yılmaz ve diğerleri, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Siyasal Kitabevi,
Ankara, 1998, s.89-91.
(2)Engin Kansav,Tarih (ÖSS-ÖYS),Yıldırım Yayınları s.269.
(3)Meydan Larousse Ansiklopedisi,Cilt 5, Meydan Yayınevi,İstanbul, s.98.
(4) Ziya Karamuk, Cumhuriyetin 50.Yılında Millî Eğitimimiz. Millî Eğitim Basımevi,
İstanbul, 1973, s.24-25.
(5)Hüseyin H.Tekışık,"Köy Enstitüleri",Çağdaş Eğitim Dergisi, sayı 242, 1998, s.1-2.
(6)Galip Karagözoğlu, "Atatürk Devrimleri ve Öğretmenin Rolü", Cumhuriyetin 75 Yılında İlköğretim Sempozyumu Kitabı. Hüseyin H.Tekışık Eğitim Araş. Geliş. Merkezi, 1998, s.70.
(7)Talip Apaydın,"150Yıl Düşünceleri", Çağdaş Eğitim Dergisi, sayı 241, 1998, s.49.
(8)Avni Akyol, "2000'li Yıllarda İlköğretim",Cumhuriyetin 75 Yılında İlköğretim Sempozyumu Kitabı, Hüseyin H.Tekışık Araş.Gel.Eğit.Merezi, 1998, s.316.
(9)Aytaç Açıkalın,"KırkYıl Önce KırkYıl Sonra",Millî Eğitim Dergisi, sayı 137, 1998, s.17-19.
(10) Hüseyin Başar,"Düşünce Geliştirmeye Yönelik Öğretim", Millî EğitimDergisi, sayı 140, 1998, s.4.
(11)Lisbeth J.Brown,"Developing Thinking and Problem-Solving Skills With Children's Books" Children Education, vol 63, 1986, p. 102-106.
(12)Köksal Toptan,"Bilgi Çağına Doğru", Cumhuriyetin 75 Yılında İlköğretim Sempozyum Kitabı, Hüseyin H.Tekışık Eğit. Araş. Gel. Merkezi, 1998, s.323.
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:45
ATATÜRK'ÜN 19 MAYIS 1919'DA SAMSUN'A ÇIKIŞI VE TÜRKİYE'DE MİLLİ EGEMENLİK İLKESİNİN GERÇEKLEŞMESİ
YRD. DOÇ. DR. BEHÇET KEMAL YEŞİLBURSA (*)
Millî Mücadelenin Atatürk tarafından dile gelen hikâyesinin ilk cümlesi, "1919 senesi Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım" ile başlar. Diğer bir deyişle, 19 Mayıs 1919 Millî Mücadelenin fiilen başladığı tarihtir. 19 Mayıs bir başlangıçtır; fikir ve karar sahibi Atatürk'ün hedefine varan yolda ilk adımdır. Şevket Süreyya Aydemir'e göre, "Mustafa Kemal'in yeni hayatı, yeni âlemi, onun, 1919 Mayısının 19'uncu günü Samsun kıyısında Anadolu karasına ayak basmasıyla başlar, yani onun zuhurunun, hem kendi kaderine, hem milletimizin tarihine, hem çağımızın akışına, çeşitli yönlerden yön ve şekil veren safhası o gün, orada ve Mustafa Kemal'in Samsun kıyısına ayak basmasıyla başlamıştır."(1)
Egemenlik(Hakimiyet); egemen olma, hakimlik, üstünlük, amirlik manalarına gelir ve hükmeden, buyuran, buyruğunu yürütebilen üstün gücü ifade etmek için kullanılır. Egemenlik, devlet kudretinin bir vasfıdır.İç hukukta en üstün kudreti, uluslar arası hukukta da bağımsız bir gücü ifade eder.(2)
Millî Egemenlik ise; bir milletin kendi kaderine hakim olarak, kendi geleceğini tayin etme gücünü elinde bulundurması demektir. Yani bir milletin kendini idare etmesi, kendine hükümet edecek heyeti seçmesi anlamına gelir. İç görünüşü itibarıyla demokratik rejimi, yani egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu ortaya koyarken, dış görünüşü ile de milletin özgür ve bağımsız yaşamasını, yani dışa karşı millet birliğini ve bütünlüğünü ifade eder.(3)
Millî Egemenlik, bir kişi veya sınıfın egemenliğinden uzak olarak, milletin kendi yönetiminde söz sahibi olması anlamına geldiğinden, milletin genel iradesinin ortaya konulmasını sağlar ve iktidarın, kayıtsız şartsız millete ait olmasını ifade eder. Millî Egemenlik anlayışında millet, kendisini oluşturan fertlerden ayrı, onların üstünde bir kişiliğe, bir iradeye sahiptir ve egemenlik bu kolektif kişiliğe aittir. (4)
Millî Egemenlik, millet iradesini hakim kılması münasebetiyle demokrasinin temel şartıdır. Bu sebeple, bütün demokratik rejimlerde en üstün kuvvet ve devlet yönetimi konusunda belirleyici unsur olarak, devlete yön verirken, aynı zamanda devlet fonksiyonlarının oluşmasını da sağlar. (5)
Millî Egemenlik, insanlık tarihinde başlı başına kuvvet kaynağı olan ve kuvvet doğuran fikirlerden birisi olarak, devletlerin yapısını değiştirebilecek ve tarihin akışını etkileyebilecek kadar etkilidir. Dolayısıyla, insanlık tarihi açısından büyük önemi sahiptir. (6)
Atatürk'e göre Millî Egemenlik, devlet ve milletin mukadderatında amil ve hakim unsur olması gereken bir değerdir. Çünkü Millî Egemenlik, adaletin, eşitliğin, hürriyetin dayanağı ve milletin namusu, haysiyeti, şerefidir. Bu sebeple Atatürk, Millî Egemenlik ilkesini devletin temel unsurlarından birisi haline getirmeye çalışmıştır. Bundan amaç ise; siyasî, sosyal ve ekonomik yönden, yabancı etkilerden uzak, millî iradeden oluşmuş bir toplumun meydana gelmesini sağlamaktır. (7)
Atatürk,"Millî Hakimiyet öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar" ifadesiyle, Millî Egemenlik ilkesinin gücünü ortaya koyarak, devlet hayatındaki önemini
vurgulamıştır. (8)
Türkiye'de Millî Egemenlik ilkesinin gerçekleştirilmesi, tamamen Atatürk'ün bu konudaki düşünce ve çalışmalarının sonucudur. Atatürk'ün 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak basmasıyla birlikte, Türk tarihinde ilk defa kişisel egemenlikten, Millî Egemenliğe geçiş süreci başlamıştır. Atatürk, Samsun'a ayak bastığı andan itibaren, hem içe, hem de dışa dönük olarak, dinî ve batılı fikirleri yanına almış ve bunların senteziyle Anadolu'da tek idare, tek devlet, tek egemenlik, tek kumandan, tek meclis ve tek millet fikirlerinden hareket ederek, her alanda gerçek Millî Egemenlik ilkesini uygulamaya çalışmıştır. Dolayısıyla, Türkiye'de Millî Egemenlik ilkesinin genel anlamda ilk defa Atatürk'ün önderliğinde girişilen Millî Mücadele yıllarında uygulandığını söylemek mümkündür. Çünkü bu dönemde, memleketin içine düştüğü kötü durum karşısında, bazı aydınlar memleketin kurtarılması için bir büyük devletin mandasını kabul etmekten başka çare görmezlerken,Atatürk bunlardan çok farklı düşünmüş ve millete güveni esas alan bir hareketin peşinde olmuştur.(9)O, memleketin içinde bulunduğu kötü durumu kastederek Nutukta; "... Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da Millî Hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak! İşte daha İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamasına başladığımız karar, bu karar olmuştur."(10)
Atatürk'ün Samsun'a varır varmaz, müfettişliğin kendisine yüklediği vazifeleri yerine getirmek amacıyla hazırladığı 22 Mayıs 1919 tarihli rapor; Ordu müfettişinin birçok noktalarda, talimatın sınırını da aşarak, bütün memleket kaderi ile ciddi bir şekilde uğraştığını göstermektedir. Hazırladığı bu ilk raporunda Atatürk, Samsun bölgesindeki asayişsizliğin sebebinin Rumlardan kaynaklandığını, Türklüğün yabancı mandasına ve kontrolüne tahammülü olmadığını, Yunanlıların İzmir'i işgale haklarının bulunmadığını ve en önemlisi, milletin, millî egemenlik esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul ettiğini ve bunu gerçekleştirmeye çalışacağını belirtmiştir. Dolayısıyla Atatürk, milletin birlik ve beraberliği ile Millî Egemenlik ilkesini Millî Mücadelenin temel dayanağı yapmaya kararlı olduğunun ilk işaretini vermiştir. Millî Mücadelenin ilk ana programını teşkil eden bu rapor, Tevfik Bıyıklıoğlu'na göre, gerçekte, bir ihtilâl programından farksızdır. (11)
Atatürk, Samsun'un İngiliz işgalinde ve kıyıda bulunması ve civarındaki Rum çetelerinin faaliyetlerinden ötürü karargâhının içerde daha emin bir yere naklini gerekli görmüş ve 25 Mayıs 1919'da Havza'ya hareket etmiştir. Atatürk için artık tarihî görev başlamış bulunuyordu. Bundan sonra Osmanlı Devleti bir süre adeta iki elden idare edilecekti. Çünkü Atatürk her gittiği yerde halkın arasına girerek İstanbul Hükümeti gibi halkı sükunete değil, tersine onları harekete geçirmeye çalışacaktı. Yine O, sadece bir komutan olmayacak valiler ve millî teşekküllerle haberleşen,Türk milletini düştüğü kötü durumdan haberdar eden, memleketin dertlerini dert edinen bunlara çare arayan, cemiyetler toplayıp kararlar alan bir önder olacaktı. (12)Nitekim, 28 Mayıs 1919'da Havza'dan bütün memlekete, askerî ve mülkî amirlere, Müdafaayı Hukuk Cemiyetlerine gönderdiği bir tamimle İzmir'in işgalini protesto için yurdun her tarafında mitingler yapılmasını, halka felaketin büyüklüğünün anlatılmasını ve bunu köylere kadar yaymalarını istedi. Bunun üzerine memleketin her köşesinde İzmir'in işgaline tepki olarak mitingler yapıldı. İstanbul'da altı miting, Anadolu'nun çeşitli şehir ve kasabalarında toplam 96 miting tertip edildi.(13)
İstanbul mitinglerine ve Atatürk'ün Havza'daki faaliyetlerine ilk tepki işgal makamlarının onu İstanbul'a geri çağırmaları olmuştur. Atatürk, o güne kadar"Ordu Müfettişi" sıfatı ile bütün kişisel ağırlığını koyarak hareket etmişti. Şimdi bu sıfatın tehli***e düştüğünü görüyordu. Bu nedenle başlattığı eylemi kişisel olmaktan çıkarıp halka mal etmekte acele etmek gerekiyordu. Harbiye Nezaretine oyalayıcı bir cevap vererek 12 Haziran 1919'da Amasya'ya gitti. Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Refet Bey(Bele) ve Rauf Bey'in (Orbay) katkılarıyla 14 Haziran 1919'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bünyesinde, Mustafa Kemal tarafından önceden hazırlanmış metnin üzerindeki çalışmalar tamamlanarak Millî Mücadele tarihimize Amasya Tamimi olarak geçen ilk önemli belge kabul edildi. Tamim, Konya'da bulunan 2.Ordu Müfettişi Cemal Paşa (Küçük, ya da Mersinli Cemal Paşa)ile Erzurum'da 15.Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa'nın da onaylamasından sonra 21/22 Haziran 1919'da tüm ilgililere duyuruldu. (14)
Amasya Tamimi'nde dikkati çeken noktalar özellikle şunlardır."Yurdun bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir" denilmekle, tehlike çanı çalmakta, alarm işareti verilmektedir. Tamimin ikinci maddesi birinciyi tamamlamakta İstanbul Hükümetinin aczi ortaya konularak, bu durumun milletimizi yok olarak tanıttırdığı açıklanmaktadır. Tamimde yer alan önemli bir hüküm de, "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" parolasıdır. Millî Egemenliğe ve millî bağımsızlığa yer veren bu ilke, daha sonraki tarihî gelişmelerle Türk İnkılâbının bir temel dayanağı olacaktır. Tamim, bölgesel değil, bütün ül***i içine alacak bir kuruluşu öngörmekte ve bu amaçla bir kongrenin toplanması gereğini belirtmektedir(15).
Amasya Tamimi, Millî Egemenliğe dayalı yeni bir Türk devletinin kurulması yolunda atılan ilk adımdır. Türk milletine bu çağrının gerekçesini ve uygulanacak plânı açıklamaktadır. Artık yüzyıllardır Türk milletinin kaderine hükmetmiş olan Padişah iradesine karşı ayaklanma başlamıştır. Nitekim Tamimle birlikte İstanbul'a gönderilen mektuplarda, artık İstanbul'un Anadolu'ya egemen değil, bağımlı olmak zorunda olduğu belirtilmiştir. Ordunun Amasya'da alınan kararların uygulanması ile görevlendirilmesi artık ordunun da ihtilâlin içinde yer aldığını göstermesi bakımından önemlidir.(16)
Tamim, millet gerçeğine dayanarak alt üst olan düzenin yerine yeni bir düzeni öngörmektedir."İstiklâl", bu yeni düzenin parolası, millî iradeye dayanan"Millî Hakimiyet" ilkesi de gücüdür.(17)
Amasya Tamimi'nin bir diğer önemi de,Türk Milliyetçiliği akımının, inkılâbın bir temel prensibi olarak değerlendirilmiş olmasıdır. Milliyetçilik Amasya Tamimi'nden itibaren millî mücadelenin esası, özü, temel yapısı olmuş, milleti harekete getiren, ona millî şuur ve vicdanının sesini duyuran, politik tutumun hedeflerini gösteren prensip olmuştur.(18)
Kısaca, Amasya Tamimi,Türk İnkılâp Tarihinde, hukukî ve siyasî önemi ile yeni Türk devletinin kuruluşunu hazırlayan bir temel vesika olması bakımından özel bir değer ifade eder.
Devletin kaderinde, milletin söz sahibi olması anlamını taşıyan Millî Egemenlik ilkesinin, Millî Mücadele dönemi boyunca ve daha sonra da üzerinde durulacak en önemli hususlardan birisi olduğu, Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde kongreler düzenlenerek, halkın istek ve düşüncelerinin belirlenmeye çalışılmasından da açıkça anlaşılıyordu. Zaten sadece bu kongrelerin toplanması bile, millet egemenliğinin gerçekleştirilmesi yolunda atılmış önemli bir adımdı. Çünkü kongrelerde alınacak olan kararlar, milletin temsilcilerinin görüşleri doğrultusunda ortaya çıkacaktı. Bu da milletin girişilecek olan mücadelede söz sahibi yapılması demekti.(19)
Bu çerçevede, 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında yapılan Erzurum Kongresinde alınan kararlar arasında; "Kuva-yı Milliyeyi âmil ve İdare-i Milliyeyi hakim kılmak esastır" ibaresinin bulunması, bütün bu çalışmaların Türkiye'de Millî Egemenliği gerçekleştirmek esasına dayandığı açıktır. Yine 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında yapılan Sivas Kongresinin sonunda yayınlanan beyannamede de; "İstiklâlimizin temini için Kuva-yı Milliyeyi âmil ve Millî İradeyi hakim kılmak esastır" denilerek,Erzurum Kongresinde bu konuda alınan kararın aynen tekrarlanması, şüphesiz Atatürk'ün bu konudaki kararlılığının bir göstergesi olmuştur. Bu çerçevede,Atatürk'ün Sivas'ta çıkarttığı gazetenin adının İrade-i Milliye ve Ankara'da çıkarttığı gazetenin adının da, Hakimiyet-i Milliye olması tesadüf değildir.(20)
Türkiye'de Millî Egemenlik konusunda atılmış önemli adımlardan birisi de Son Osmanlı Mebusan Meclisinde 28 Ocak 1920'de kabul edilen Misak-ı Millî kararlarıdır. Misak-ı Millî ile her şeyden önce millî ve bölünmez bir Türk ülkesinin sınırları çizilmekle birlikte Türkler, tam bağımsızlık şuuruna erişmişler ve millet olarak asgari haklarını istemişlerdir. Bu Misak (Ant), Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarındaki millî kurtuluş programını, millî hudutlarımızı daha geniş ve belirli kılarak tam bir hukuk ve siyaset anlayışı esaslarına oturtmuştur.(21)
Misak-ı Millî'nin kabulünden sonra İngilizler 16 Mart 1920'de İstanbul'u işgal ederek,Son Osmanlı Mebusan Meclisini de dağıtmışlardır. İstanbul'un işgaliyle birlikte Osmanlı Devleti'nin tamamen etkisiz kaldığını ve milletin içinde bulunduğu kötü duruma bir çare bulmasının artık mümkün olmadığını gören Atatürk, milletin kurtuluşunu yine milletin kendisinin sağlayacağı düşüncesiyle ve Millî Egemenlik ilkesinin tam anlamıyla gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla, 19 Mart 1920'de bütün valilere, mutasarrıflıklara ve komutanlıklara bir genelge göndererek, Ankara'da "olağanüstü yetkilere sahip" yeni bir meclisin toplanmasını istedi.Bu genelgede yer alan hükümlere uygun olarak yapılan seçimler sonucunda belirlenen milletvekillerinin yanında, İstanbul'dan Ankara'ya gelmeyi başaran milletvekillerinin de katılmasıyla, yeni meclis 23 Nisan 1920'de Ankara'da açıldı.(22)
Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla,Türkiye'de Millî Egemenlik ilkesi resmen ve de fiilen gerçekleştirilmiştir. Böylece millet kendi geleceğini kendisi belirleme imkânına kavuşmuştur. Bunda da en büyük pay, hiç şüphesiz Atatürk'e aittir.
Atatürk, T.B.M.M.'ni açarak en büyük ideallerinden birisi olan,Türkiye'de Millî Egemenlik ilkesini devletin temel unsurlarından birisi haline getirirken, "Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir" ifadesiyle de, hükümranlık hakkını ve otoritesini sadece T.B.M.M.'ne vermiştir.O, böylece bu konuda milleti tam yetkili kılarken, aynı zamanda diktatörlüğe karşı da bütün kapıları kapatmıştır.(23)
Atatürk,Meclisin,Millî Egemenlik ilkesi gereği, milletin kaderine nasıl hakim olması gerektiğini de, yine mecliste yaptığı bir konuşmada şu sözlerle ifade etmiştir;"Millet mukadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve millî saltanat ve hakimiyetini bir şahısta değil, bütün fertleri tarafından seçilmiş vekillerden oluşan bir Meclis-i Ali'de temsil etti. İşte o meclis, Meclis-i Alinizdir;Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Milletin saltanat ve hakimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisidir." (24)
19Mayıs 1919'da Atatürk'ün Samsun'a çıkmasıyla başlayan Türkiye'de Millî Egemenlik ilkesini gerçekleştirme çalışmaları, 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla fiilen gerçekleşmiş ve "Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir" ifadesinin 20Ocak 1921'de kabul edilen ilk Anayasada yer almasıyla da hukukî anlamda güvence altına alınmıştır. Böylece Türkiye'de Millî Egemenlik ilkesinin gerçekleşme evreleri de tamamlanmıştır.
(*) Gazi Üniversitesi,Kastamonu Eğitim Fakültesi, Öğretim Üyesi.
BİBLİYOGRAFYA
1. AKGÜN,Seçil; "Atatürk, Konya ve Millî Egemenlik", Millî Egemenlik 1991, Sempozyum ve Panellerde Sunulan Bildiriler, TBMM Kültür,Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara, 1991.
2.ATATÜRK, Nutuk,C.I, Bugünkü Dille Yayına Hazırlayan Zeynep Korkmaz,Ankara, 1984.
3.ATATÜRKÇÜLÜK(1.Kitap), Atatürk'ün Görüş ve Direktifleri, İstanbul, 1988.
4. ATEŞ, Sami; Millî Hakimiyet Prensibinin Tarihi Gelişimi ve Türk İnkılâbındaki Yeri, Kemalist Atılım Birliği Yayınları, Ankara, 1991.
5. AYDEMİR, Şevket Süreyya; Tek Adam,Mustafa Kemal, C.I, (1881-1919), İstanbul, 1963.
6.BIYIKLIO?LU,Tevfik; Atatürk Anadolu'da, (1919-1921),Ankara, 1959.
7. DEMİRCİ, Sevtap; "Atatürk'te Egemenlik Anlayışı ve Gençlik", Millî Egemenlik Fikrinin Tanımı, Unsurları ve Gelişimi (Panel),Dicle Üniversitesi, Diyarbakır 6 Mayıs 1986, TBMM Kültür,Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara, 1986.
8. DEVELİO?LU, Ferit; Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, 7. Baskı, Aydın Kitabevi, Ankara, 2986.
9.DÖNMEZ,Cengiz; "Atatürk ve Türkiye'de Millî Egemenlik Prensiplerinin Gerçekleştirilmesi", Cumhuriyet'in Kuruluşunun 75. Yıl Armağanı,Gazi Üniversitesi,Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayını,Ankara, 1998.
10. ERO?LU, Hamza; Atatürk ve Millî Egemenlik, Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları,Ankara, 1987.
11. ERO?LU, Hamza; Türk İnkılâp Tarihi,MEB Basımevi,İstanbul, 1982.
12.FEYZİO?LU, Turhan; Türk Millî Mücadelesinin ve Atatürkçülüğün Temel İlkelerinden Biri Olarak Millet Egemenliği, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1988.
13.KARAOSMANO?LU, Yakup Kadri; "Atatürk ve Devlet Kuruculuğu", Atatürkçü Düşünce, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1982.
14. KODAMAN,Bayram; "Millî Hakimiyet Fikrinin Gelişmesi", Millî Egemenlik Kavramının Fikri Gelişmesi, (Panel), 19 Mayıs Üniversitesi,Samsun 22 Nisan 1986, TBMM Kültür,Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara, 1986.
15.KÖNİ, Hasan; "Millî Egemenlik Kavramının Batıda ve Türkiye'de Gelişimi", Millî Egemenlik Kavramının Fikri Gelişmesi, (Panel), 19 Mayıs Üniversitesi, Samsun 22 Nisan 1986,TBMM Kültür,Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları,Ankara, 1986.
16. ÖNSOY,Rıfat; "Türklerde Millî Egemenlik ve Atatürk",Atatürk ve Millî Egemenlik Paneli (Bildiriler), M. Kemal Üniversitesi Yayınları, Antakya, 1994.
17. ÖZTÜRK,Kazım; Atatürk'ün TBMMAçık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, C.II,Kültür Bakanlığı Yayınları,Ankara, 1990.
18. ŞAHİNGÖZ,Mehmet; İzmir,İstanbul ve Maraş'ın İşgaline Tepkiler,Doktora Tezi,(A.Ü. T.İ.T.E.), Ankara, 1986.
19.TANSEL, Selahattin; Mondrostan Mudanyaya Kadar, C.II, Ankara, 1973.
20. TURAN,Refik ve diğerleri; Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi,Ankara, 1994.
21.YILMAZ,Mustafa ve diğerleri; Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ankara, 1998.
(1)Şevket Süreyya Aydemir,Tek Adam, Mustafa Kemal,C.I, (1881-1919), İstanbul, s.390.
(2)Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, 7.Baskı, Aydın Kitabevi,Ankara, 1986, s.375. Hamza Eroğlu,Atatürk ve Millî Egemenlik,Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1987, s.2.
(3)Hamza Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, MEB Basımevi, İstanbul, 1982, s.444.H.Eroğlu, Atatürk ve ..., a.g.e., s.5.
(4)Cengiz Dönmez,"Atatürk ve Türkiye'de Millî Egemenlik Prensiplerinin Gerçekleştirilmesi",Cumhuriyet'in Kuruluşunun 75. Yıl Armağanı,Gazi Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayını, Ankara, 1998, s.64-65.
(5)Sami Ateş,Millî Hakimiyet Prensibinin Tarihî Gelişimi ve Türk İnkılâbındaki Yeri,KemalistAtılımBirliği Yayınları,Ankara, 1991, s.27.
(6)Turhan Feyzioğlu, Türk Millî Mücadelesinin ve Atatürkçülüğün Temel İlkelerinden Biri Olarak Millet Egemenliği, Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları,Ankara, 1988, s.1.
(7)Sevtap Demirci,Atatürk'te Egemenlik Anlayışı ve Gençlik, Millî Egemenlik Fikrinin Tanımı,Unsurları ve Gelişimi (Panel), Dicle Üniversitesi,Diyarbakır 6 Mayıs 1986, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara, 1986, s.34. Atatürkçülük(1.Kitap), Atatürk'ün Görüş ve Direktifleri, İstanbul, 1988, s.4-21.
(8)Atatürkçülük (1. Kitap), a.g.e., s.17.
(9)C.Dönmez. a.g.m., s.67.
(10)Atatürk,Nutuk, C.I, Bugünkü Dille Yayına Hazırlayan Zeynep Korkmaz,Ankara, 1984, s.9.
(11)H.Eroğlu, Türk ..., a.g.e., s.174-175. Tevfik Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu'da, (1919-1921), Ankara, 1959, s.30. Atatürk 16 Mayıs 1919'da 9. Ordu Müfettişliği görevine atanmıştır.
(12)Selahattin Tansel, Mondrostan Mudanyaya Kadar, C.II,Ankara, 1973, s.241.
(13)Bu konuda geniş bilgi için bkz. Mehmet Şahingöz, İzmir, İstanbul ve Maraş'ın İşgaline Tepkiler,Doktora Tezi,(A.Ü.T.İ.T.E.), Ankara, 1986, s.58-271.
(14)Mustafa Yılmaz ve diğerleri,Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi,Ankara, 1998, s.92.
(15)H.Eroğlu,Türk..., a.g.e., s.178-179.
(16)M.Yılmaz, a.g.e., s.93-94.
(17)Refik Turan ve diğerleri, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi,Ankara, 1994, s.114.
(18)H.Eroğlu, Türk..., a.g.e., s.183.
(19)C.Dönmez, a.g.m., s.68.
(20) C.Dönmez, a.g.m., s.68-69. H.Eroğlu, Türk ..., a.g.e., s.188-191.
(21)R.Turan, a.g.e., s.130-131. H.Eroğlu, Türk..., a.g.e., s.200-201.
(22)R.Turan, a.g.e., s.136-137.
(23)Yakup Kadri Karaosmanoğlu,Atatürk ve Devlet Kuruculuğu, Atatürkçü Düşünce,Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1982, s.473.
(24)Kazım Öztürk, Atatürk'ün TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, C.II,Kültür Bakanlığı Yayınları,Ankara, 1990, s.907-908.
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:46
MUSTAFA KEMAL'İN ANADOLU'YA
GEÇİŞİ MESELESİ VE 19 MAYIS RUHU
DOÇ. DR. E. SEMİH YALÇIN (*)
Giriş
Osmanlı Devleti, Trablusgarp ve Balkan savaşları akabinde Avrupa'da oluşan gruplaşmada tarafsız kalamamış ve Almanya'nın yanında I. Dünya Savaşı'na girmek zorunda kalmıştı. Çünkü Osmanlı Devleti'nin hem zayıf durumda olması, hem de Avrupa siyaseti dahilinde tarafsız kalması, o günkü şartlarda pek mümkün gözükmüyordu (1).
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Mondros Mütarekesi'nin imzalanması ülke üzerinde başlangıçta büyük bir ferahlık meydana getirmişti. 1911 yılından beri savaşın içinde olan Türk halkı bu durumdan umutlanmış ancak mütarekenin uygulanış şekli bu ümitleri kısa sürede ortadan kaldırmıştır. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasıyla ortaya çıkan Anadolu'nun haksız işgali meselesi, ülkenin kurtuluşu için fevkalâde ciddî düşüncelere ve teşebbüslere ihtiyaç olduğunun fark edilmesine yol açmıştır. Haksız işgallere karşı tepki olarak ortaya çıkan Millî Mücadele fikri, fiilî anlamda Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri vasıtasıyla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Millî Mücadele döneminde oluşan "Müdafaa-i Hukuk" kavramı; Türklerin millet olarak bağımsız bir devlet kurmak suretiyle yaşama hakkının, Osmanlı payitahtına İmparatorluğun diğer unsurlarına ve bu hakkı tanımayan I. Dünya Savaşı'nın galip devletlerine karşı fiilî bir mücadele sonunda elde etmeyi ifade etmektedir (2).
Millî Mücadele fikrinin ortaya çıkışı hususunda farklı yorumlar yapılmaktadır. Bu yorumlardan en önemlisi; İttihatçılar arasında yaygın bir fikir olarak kabul gören "Mukavemet" fikridir. Gerçekten de 1918 yılına girildiğinde Osmanlı Devleti'nin savaşta mağlup olacağını anlayan İttihatçı grup güvenli kabul edilen Anadolu'da bir direniş hareketinin zarureti üzerinde fikir birliği içinde idiler. Mukavemet konusunda, vilayetlerde yaptıkları çalışmalar ile kamu görevlilerini savaş sonrası ortama hazırlamaya çalışmışlar, Anadolu kongrelerinin toplanmasında ve Kuva-yı Milliye'nin tesisinde önemli roller üstlenmişlerdir. Teşkilat-ı Mahsusa'nın bakıyyesi olan Karakol Cemiyeti'nin faaliyetleri bu duruma güzel bir örnek teşkil eder.
Millî Mücadele fikrinin ortaya çıkışının, İttihatçılara mal edilmesi Mustafa Kemal Paşa ve kadrosuna haksızlık edildiği anlamına gelmez. Çünkü Mustafa Kemal Paşa da siyasî ve politik faaliyetlerinin başlangıcından itibaren bir İttihatçıdır ve bulunduğu ortamlarda İttihatçı misyonu temsil eden önemli bir isimdir. Ayrıca İttihatçılıktan ayrıldığı hususunda herhangi bir açıklaması olmadığı gibi kaynaklarda da bugüne kadar bu durumu teyit eden herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Enver Paşa ile olan çekişmesi Mustafa Kemal Paşa'yı mütareke döneminde bir ara Hürriyet ve İtilaf Fırkası yanlısı gibi göstermiş isede ona bu sıfatı yakıştırmak tarihî hakikatlerle bağdaşmadığından dolayı mümkün değildir. Mustafa Kemal Paşa'nın fikrî anlamdaki farklılıkları daima İttihatçı misyon çizgisinde kalmış ve sadece bir iç muhalefet olarak tezahür etmiştir. Onu farklı kılan nokta tatbikinin hayatî bir zorunluluk olduğuna inandığı millî mukavemet fikrinin fiiliyata geçirilmesinde oynadığı büyük roldür. Başlangıçta ham olan mukavemet fikrine şekil veren, başarılması için her türlü vasıtadan faydalanılmasını sağlayan ve mukavemet fikrini cesaretle tatbik eden odur.
Bu dönemde I. Dünya Savaşı'nın Osmanlı Devleti için ağır yenilgiyle sonuçlanması, bu yenilginin nereden kaynaklandığı hususunda birtakım fikirlerin ortaya çıkmasına sebep olmuş ve daha çok da İttihatçı grup suçlanmıştır. Bazı yazarlarımız İttihat ve Terakki'nin içine düştüğü bu olumsuz durumdan etkilenerek Mustafa Kemal Paşa'yı kurtarma adına, onu İttihatçı karşıtı gibi gösterme çabasına girmektedirler. Bu tip çabaların ilmî temellere dayanmayan mülahazalardan öteye gitmesi mümkün değildir. Esasında İttihatçılıktan aklanma gayretlerine ihtiyacı olmayan Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa'nın uygulamalarına muhalefet etmekle zaten İttihatçı misyona yüklenen son dönemin sorumluluklarından kendisini kurtarmıştır.
Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'daki Hazırlıkları ve 19 Mayıs Ruhunun Tesisi
İşgallere karşı başlayan Millî Mücadele'nin başarıya ulaşabilmesi ve millî istiklâlin sağlanabilmesi için verilen mücadelenin hukuken tasvip ve teyit edilmesi gerekiyordu. Bu yönde netice alınabilmesi için Mustafa Kemal Paşa liderliğinde sürdürülen mücadele, askerî olduğu kadar siyasî bir mücadeledir. Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkmasından itibaren beyanatlarıyla başlayan, kongrelerle ve nihayetinde Ankara Hükûmeti'nin kurulması ile devam eden çizgide temel amacın, hukuken temsili sağlamak olduğu görülür. Bu noktada en önemli mesele, Babıâli ve İstanbul Hükûmeti'dir. İşgal kuvvetlerinin zorlayıcılığı ile İstanbul Hükûmeti'nin kendi yapısından kaynaklanan hantallık ve âcizlik, millî istiklâli ciddî olarak tehli***e sokuyordu. Bu durumda yapılması gereken Anadolu'da Millî Mücadele'nin başlatılması ve millî hukukun tesisini temin etmektir. Nitekim, müttefikler İstanbul Hükûmeti'ni muhatap alıyorlar, Kuva-yı Millîye'yi de "asî" olarak vasıflandırıyorlar ve Kuva-yı Millîye'nin önlenmesi için sürekli baskıda bulunuyorlardı. Böyle bir ortamda Türk milliyetçilerinin verdikleri mücadele iki buçuk yıl kadar devam etmiş ancak, Ankara Hükûmeti hukuken temsil konusunda muhatap alınmamıştı. 1921 yılı Millî Mücadele tarihinde bu anlamda bir dönüm noktasıdır. Zira bu yıl içerisinde cereyan eden olaylar, silâhlı mücadelenin gerçek amacının anlatılmasını ve Ankara Hükûmeti'nin Müttefik Devletlerce kabulünü, en azından kabulün başlangıcını sağlayacak bir mahiyet arz edecektir.
Mustafa Kemal Paşa İtilâf donanmalarının mütareke hükümlerine göre fiilen işgal ettiği İstanbul'a 13 Kasım 1918 tarihinde gelmişti. Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçmeden önce İstanbul'da kaldığı altı aylık süre, Millî Mücadele hareketinin başlangıcını oluşturan hazırlık dönemidir. Bu dönem yakın tarihimizde yeni Türk devletinin yapılanmasında siyasî ve fikrî temellerin oluştuğu fevkalâde öneme haiz tarihî hadiseler silsilesi ile doludur.
Mustafa Kemal'in İstanbul'da bulunduğu süre içerisinde düşüncesi, henüz Mebuslar Meclisi'nde güven almamış bulunan Tevfik Paşa kabinesine, mecliste güvenoyu verilmesini önleyerek, iş başına millî ülküye bağlı, azim ve kuvvet sahibi bir kabinenin geçmesini sağlamaktı. Bu fikrini tanıdığı ve güvendiği arkadaşlarına, bir kısım milletvekillerine de kabul ettirmişti. Şahıs şahıs yaptığı bu temas ve anlaşmaları yeterli görmeyerek, Tevfik Paşa kabinesinin milletvekillerini toplu bir hâlde görmek ve fikrini onlara anlatmak istedi. Mustafa Kemal, mecliste toplanan milletvekillerine düşüncelerini açık olarak anlattı ve o gün için alınacak tek tedbirin kabineye güvenoyu vermemek olduğunu söyledi. Böyle bir karar karşısında meclisin dağılması ihtimalinden bahsedenlere bunun muhakkak olduğu ve esasen kabine güvenoyu alırsa ilk işinin yine meclisi dağıtmak olacağı cevabını vermiştir. Uzun tartışmalardan sonra bu hususî toplantıda bulunan milletvekilleri Tevfik Paşa kabinesini düşürmeye karar vermelerine rağmen Sadrazam Tevfik Paşa, istediği güvenoyunu meclisten, tartışma bile olmadan almıştır.
Dinleyici localarından birinde meclisin çalışmalarını takip etmiş olan ve o günkü neticeden hiç memnun kalmayan Mustafa Kemal'in evine döner dönmez ilk işi, Padişah'ın başyaveri vasıtasıyla, Vahdettin'den bir görüşme istemek oldu. Padişah 22 Kasım 1918 cuma günü selâmlıktan sonra kendisini kabul edeceğini bildirmişti. Görüşmede, Mustafa Kemal'in düşündüklerini anlatmasına imkân bırakmayarak, ordunun, komutan ve subaylarının Mustafa Kemal'i çok sevmelerine binaen kendisine bir fenalık gelmemesini temin etmesini istemişti (3). Buna karşılık Mustafa Kemal tarafından kendisine sorulan "...ordu tarafından aleyhinize hazırlanan bir harekete dair malûmat ve mahsusatınız mı var?" sorusuna, padişah kesin bir cevap vermemekle beraber o gün için değilse bile ilerisi için böyle bir ihtimali mümkün gördüğünü istemeyerek ifade etmişti.
Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, Mütareke Dönemi'nde İstanbul'da, iktidara gelmenin bütün yollarını denedikten sonra, Anadolu'ya geçmek ve "millî mukavemet"te bulunmak gibi "ağır ve kat'i" bir kararı her yönüyle incelemiş ve "bundan başka bir şey yapmak ihtimali kalmadığına" inanmış idi. Sonunda devletin ve milletin İstanbul'dan kurtarılamayacağını anlayan M. Kemal Paşa Anadolu'ya geçerek millî mukavemette bulunma kararını vermiştir.
Bu karardan sonra Anadolu'ya geçerek millî mukavemet kararına varmakla iş bitmemiştir. Bundan sonra o, mümkünse resmî bir görevle, bu mümkün olmazsa özel olarak Anadolu'ya geçme ve orada bir Millî Mücadele hareketini başlatmanın çarelerini aramaya başlayacaktır. Bu hususta ona başta Ali Fuat Cebesoy olmak üzere arkadaşlarının büyük yardımı olmuştur. Önce Mustafa Kemal Paşa'ya Anadolu'da görev verilmesi için kendisinin hükûmette etkili bir kişiye tavsiye edilmesi gerekmiştir. Bu işi yapan kişi, Ali Fuat Paşa'dır (4). Ali Fuat Paşa, daha sonra dahiliye nazırı olan Mehmet Ali Bey'e Mustafa Kemal Paşa'yı tavsiye etmiş ve onu bu hususta ikna etmiştir. Bu görüşmeden sonra Erkân-ı Harbiye-yi Umumiye Reisi Cevat Çobanlı ve Mustafa Kemal Paşalar ile yemek yiyen Damat Ferit Paşa, bir gün sonra Harbiye Nazırı Şakir Paşa'ya Samsun ve çevresindeki olayın araştırılmasına Mustafa Kemal Paşa'nın memur edilmesi emrini vermiştir. Bundan sonra, "9. Ordu Müfettişliği" olarak gerçekleşecek tarihî tayinin işlemlerine geçilecektir.
Türk İstiklâl Savaşı'na başlangıç teşkil eden bu tayin tesadüfler sonucu olarak değil, Mustafa Kemal Paşa'nın Mütareke Dönemi'nde gösterdiği şuurlu faaliyetleri sonucu gerçekleşecektir. Mütareke Dönemi'nde Mustafa Kemal Paşa memleket meselelerinin dışında veya gerisinde kalmamıştır. O, herkesin her şeyden ümidini kestiği bir dönemde kendisine, devletine ve Türk Milleti'ne olan güvenini yitirmemiştir. Kurtuluşu başka bir devletin himaye ve desteğinde değil, kendi gücümüzde görmüştür. Onun Mütareke Dönemi'nde İstanbul'da gösterdiği faaliyetlerin temelinde bu inanç ve karar vardır. İşte bu inanç ve karar 19 Mayıs Ruhu'nun oluşmasında temel faktördür.
Zürcher, Mustafa Kemal'in Anadolu'ya geçerek Millî Mukavemeti başlatma kararını Nisan 1919 ortalarında verdiğini belirtmekte (5) ve oldukça geç verilmiş bir karar olarak değerlendirmektedir. Anadolu'ya geçiş kararının gecikmiş olmasını bir eksiklik olarak görmek yanlıştır. Çünkü bu varsayımla hareket edildiğinde Mustafa Kemal Paşa'da Anadolu'ya geçme fikrinin Nisan 1919'dan önce olmadığını kabul etmek gerekir. Geç verilen "Millî Mukavemet" kararı değildir. Bu kararın uygulanma şeklidir. Bu düşüncenin ne şekilde, ne zaman ve nasıl tatbik edileceği arayışı değişik teşebbüslerle ele alınmış fakat sonuçta Anadolu'ya geçme fikri ağırlık kazanacaktır (6).
Dikkat edilirse Mustafa Kemal Paşa'nın fikrî faaliyetlerinin başlıca hedefi Anadolu'ya geçerek millî mukavemet hareketini başlatmaktır. O, bu gaye ile bir taraftan yakın arkadaşlarını bu fikir etrafında hazırlarken, diğer taraftan 19 Mayıs Ruhu dediğimiz bu idealin tahakkuku için yollar aramıştır. Gerçekten de Mustafa Kemal Paşa, bu ideal için sadece önüne çıkan fırsatları değerlendirmekle kalmamış, amacı doğrultusunda yeni fırsatlar meydana getirerek bunlardan azamî ölçüde yararlanmıştır. Diğer bir ifade ile O, tarihin önüne çıkardığı fırsatları olabildiğince iyi değerlendirmiştir. Bu büyük liderlere mahsus bir özelliktir.
Mustafa Kemal Paşa'nın Görevlendirilmesi
19 Mayıs Ruhunun Tecellisi
Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'da ilk ayak bastığı yer Samsun'dur. Bu nedenledir ki, Samsun Millî Mücadele'nin başlangıç noktasıdır ve Millî Hareketin ilk evresini teşkil etmektedir. İleride Kuva-yı Milliye Ruhu şekline dönüşecek olan 19 Mayıs Ruhunun tecelli ettiği mekândır.
Atatürk, Samsun'a ilişkin olarak Nutuk'ta şu bilgilere yer vermiştir:
"1919 senesi Mayısının 19. günü Samsun'a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye: Osmanlı Devletini dahil bulunduğu grup, Harbi Umumide mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şeraiti ağır, bir mütarekenâme imzalanmış. Büyük Harbin uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harbi Umumiye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, mütereddi, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği deni tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa'nın riyasetindeki kabine; aciz, haysiyetsiz, cebin, yalnız padişahın iradesine tabi ve onula beraber şahıslarını vikaye edebilecek herhangi bir vaziyeti razı. Ordunun elinden esliha ve cephanesi alınmış ve alınmakta...İtilaf Devletleri, mütareke ahkamına riayete lüzum görmüyorlar..." (7).
Görülmektedir ki Millî Mücadele'nin Mustafa Kemal Paşa tarafından dile gelen hikâyesinin ilk cümlesi, "1919 senesi Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım" ile başlamaktadır. 19 Mayıs; bağımsızlık ruhunun oluşmasında başlangıç tarihidir. Fikir ve karar sahibi Mustafa Kemal Paşa'nın hedefine varan yolda ilk adımdır. Şevket Süreyya Aydemir'in anlatımıyla, "Mustafa Kemal'in yeni hayatı, yeni âlemi, onun 1919 Mayısının 19'uncu günü Samsun kıyısında Anadolu karasına ayak basmasıyla başlar, yani onun zuhurunun, hem kendi kaderine hem milletimizin tarihine, hem çağımızın akışına, çeşitli yönlerden yön ve şekil veren safhası o gün, orada ve Mustafa Kemal'in Samsun kıyısına ayak basmasıyla başlamıştır (8).
Dönemin şartları içinde Samsun ve dolayları mütareke Türkiye'sinin en çapraşık çete faaliyetlerine sahne olan ilimizdi. Mevcut çete faaliyetlerinin çoğunluğunu Pontusçu Rumlar oluşturmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa'nın, IX. Ordu müfettişliğine atanmasının başlıca nedeni de bu yöredeki Rumları, orada yaşayan Türklere karşı korumak ve Anadolu'da kurulmakta olan millî cemiyetleri dağıtmaktı. Onun bu göreve atanmasındaki isabetlilik, şahsî kaygı ve korkuların bariz şekilde ön plâna çıktığı günlerde "Millî Mukavemet" fikrini en üst düzeyde düşünen ve bunun uygulaması için çaba gösteren kişi olmasından kaynaklanmaktaydı. O daha İstanbul'a gelmeden önce sahip olduğu bu düşüncesini bir sır gibi vicdanında saklamış; Anadolu topraklarına ayak basar basmaz bu düşüncesini uygulamaya başlamıştır (9).
Öte yandan Samsun'un Millî Mücadeledeki diğer önemli tarafı, Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a ilişkin görevinin belirlenmesinde Osmanlı Hükûmeti'nin ne derece etkili olduğu hususudur. Çünkü Samsun'a gidiş, başlangıçta mevcut hükûmete karşı bir tavır değil bilakis İstanbul Hükûmeti'nin zaruri gördüğü askerî ve idarî bir sorumluluktur. Ancak gerek olayların seyri gerekse Atatürk'ün bizzat kendisinin dile getirdiği hatıralarından anlaşılan, İstanbul Hükûmeti'nin Mustafa Kemal Paşa'yı bu göreve getirişinde aynı düşüncelere ve hedeflere ulaşmak isteğinin olmamasıdır.
Nitekim, Mustafa Kemal Paşa Sivas'ta, Heyet-i Temsiliye Karargâhında Samsun'a gidişini Kılıç Ali'ye şöyle anlatmıştır (Ekim 1919);
"--- Ben tasarladığım programımı Şişli'deki evimin bir köşesinde oturarak ve birtakım pestenkerani anasırla görüşerek tatbik edebileceğime kanî olmadığım içindir ki doğrudan doğruya milletle temasa gelmek istedim. Cevherini çok âlâ bildiğim ve çok sevdiğim milletimin içinde ve onunla birlikte hareket etmeyi daha faydalı, hatta çok lüzumlu gördüm. Senelerden beri ıstırap içinde bulunan Anadolu'nun derhal varlığına karışmak elbette ki daha salim bir düşünce idi. Bundan dolayı 3.Ordu Müfettişliğine tayinimi temin ettim ve Seyrisefainin küçük bir vapuruna binerek karargahımla birlikte alelacele yola çıktım. Bazı dostlarım bana İngilizlerin yolda gemiyi batırması ihtimali olduğunu söyledikleri halde kulak asmadım, kıymet vermedim..."
Mustafa Kemal Paşa İstanbul'dan Anadolu'ya geçişini anlatırken gözleri parlayarak bütün heybetiyle memleket için yegâne kurtuluş çaresinin, millî birliğin muhafazası olduğunu ve içinde yaşanılan felaketlere birlikte mukavemet edilerek milletin ancak bu sayede kurtulabileceğini, milletle beraber behemehal ve mutlaka bu gayeye varacağı kanaatini izhar ediyordu" (10) demiştir.
"Mustafa Kemal Paşa 'nın 9. Ordu Müfettişliğine tayini (11), Ali Fuad (Cebesoy) Paşa'dan başlayıp zamanın dahiliye nazırı Mehmet Ali Bey Sadrazam Damad Ferid Paşa ve Sultan Vahideddin'e kadar uzanan bir tavsiye zinciri sonucunda gerçekleşmiştir (12).
Mehmet Ali Bey'in Ali Fuat Paşa'nın ailesi ile dünür olması ve bu arada Ali Fuat Paşa'nın rahatsızlığı dolayısıyla Ankara'dan İstanbul'a gelmesi sırasında ona bu tavsiyede bulunmakla kalmamış, aynı zamanda onun İttihatçı olmadığına Mehmet Ali Bey'i ikna etmiştir. Öte yandan Samsun ve havalisinde asayişsizlik durumu ortaya çıkınca Mehmet Ali Bey Sadrazam Damad Ferit Paşa'ya meselenin halli için bölgeye Mustafa Kemal Paşa'nın gönderilmesini teklif etmiş ve ayrıca onu bu hususta ikna etmeyi de başarmıştır. Damad Ferit Paşa meseleyi Padişah'a arz ederken göreve Mustafa Kemal Paşa'nın tayini için ayrıca Vahideddin'i ikna etmesi gerekmemiştir. Zira Sultan Vahidettin Mustafa Kemal Paşa'yı çok iyi tanımakta olup şahsî kabiliyetini takdir etmekte ve değerini bilmektedir.
Mustafa Kemal Paşanın 9. Ordu müfettişliğine tayininde başta Sultan Vahidettin olmak üzere zamanın sadrazamı Damad Ferid Paşa, Dahiliye nazırı Mehmed Ali Bey, Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Erkan-ı Harbiye-yi Umumiye Reisi Cevad (Çobanlı)Paşa ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye İkinci reisi Diyarbekirli Kâzım Paşa gibi büyük devlet erkanından bazıları şahsî kaygılarını bazıları da millî menfaatleri gözeterek bu tayin üzerinde hepsi de etkili rol oynamışlardır. Her ne sebeple olursa olsun Mustafa Kemal Paşa'nın tayini meselesi başlangıçta normal bir idarî-askerî karar gibi gözükmüş fakat sonuçları itibariyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir milletin istiklâl mücadelesinde hareket noktasını oluşturmuştur (13).
Atatürk, Nutuk'ta memleketin kurtuluşuyla ilgili o gün varolan birkaç çareyi izahtan sonra kendi kararını "ciddî ve hakikî karar olarak telakki etmekte ve bunu "Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da hakimiyeti millîyeye müstenit, bilakaydüşart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek! " olarak açıkladıktan sonra "İşte daha İstanbul'dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikatına başladığımız karar, bu karar olmuştur." (14) demektedir.
Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'daki Faaliyetleri
Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a gelir gelmez müfettişliğin kendisine yüklediği vazifeleri yerine getirmek amacıyla Samsun'da kaldığı beş-altı gün içinde durumu incelemiş, ve beraberinde gelen arkadaşlarından Refet (Bele) Beyi Samsun (Canik Sancağı)'a mutasarrıf atamış, daha sonra da Erzurum'da bulunan XV. Kolordu komutanı Kâzım Karabekir ve Ankara'da bulunan XX. Kolordu Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşalara telgraf çekerek, Samsun'a geldiğini bildirmiş ve kendisiyle ilişki kurmalarını istemiştir.
22 Mayıs 1919 tarihinde hazırlamış olduğu rapor, birçok noktalarda, Ordu Müfettişliği talimatının sınırlarını aşarak, bütün memleketin kaderi ile ciddî bir şekilde uğraşmış olduğunu göstermektedir. Millî Mücadelenin ilk ana programını teşkil eden rapor, özetle şu fikirleri kapsamaktaydı:
1. Samsun bölgesi Rumları siyasî emellerinden vazgeçerlerse, asayiş kendiliğinden düzelir.
2. Türklüğün yabancı mandasına ve kontrolüne tahammülü yoktur.
3. Yunanlıların İzmir'de hakları yoktur. İşgal geçicidir.
4. Millet, millî hakimiyet esasını ve Türk millîyetçiliğini kabul etmiştir. Bunu gerçekleştirmeye çalışacaktır (15).
Bu rapor, 19 Mayıs Ruhunun dayandığı temelleri tespit etmesi bakımından önemlidir. Raporda, Rum azınlığın faaliyetlerine, Yunanlıların İzmir'i işgal faaliyetlerine açıkça karşı çıkış vardır. Bununla birlikte Türklüğün yabancı mandasına tahammülü olamayacağının açıkça ilân edilmesi ve millî mücadele hareketinin referanslarını Türk Milliyetçiliği fikriyatına bağlanması fevkalade önemlidir.
Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a gelmesiyle ilgili 1927 yılına ait bir yazıda şunlar yazılmıştır:
"Ordu müfettişi namı altında memleketimize ayak basan bu simadan o zaman kimse bir şey anlamamıştı... Çünkü o zaman memleket kafası yerinde anlayacak vaziyette değildi. Muhtelif ve müttezâ kavgaların hasıl ettiği hay-huy içinde kendinden geçmiş gibi idi. O büyüksima, burada bir hafta sessiz durdu. Etraf ve eknahı dinledikten sonra mekânı Anadolu içlerine nakletti. İşte o zaman o büyük simadan bir şeyler okunmağa başladı. Meğer o sima, o zat, o zekâ ordu müfettişi değil, bir vatan mübeşşiri imiş...üç sene sonra vatanın nail olacağı şerefli istiklâlini müjdeliğe gelmiş. Pek sarih olarak malûmdur ki böyle bir nasib davasındaki hakkımızın mertebesi yüksekti. Belki de birincidir. Çünkü Anadolu'yu kurtarmağa gelen o büyük Türk, Anadolu toprağı olarak ilk adımını Samsun iskelesine atmıştır." (16)
Mustafa Kemal Paşa, Samsun'da güvenliğin korunmasını sağlayacak tedbirleri aldıktan ve ordu ile ilk teması kurduktan sonra hem daha sakin bir çevrede çalışmak ve Anadolu'nun içlerine doğru biraz daha ilerlemek hem de Samsun'un İngiliz işgalinde ve kıyıda bulunması ve civarındaki Rum çetelerinin faaliyetinden ötürü karargâhının içerde daha emin bir yere naklini gerekli gördüğünden 25 Mayıs 1919 günü "Gençlik Marşı"nı söyleyerek 80 km içerideki küçük bir kaplıca kasabası olan Havza'ya gelerek (17) halkı millî mücadele fikri etrafında toplamaya ve hazırlamaya başlamıştır. Millî Mücadelenin ilk yıllarındaki harekâtın ordudan çok "Kuva-yı Milliye"ye dayanması da ihtilâli halka mal etmek amacına hizmet etmiştir (18).
(*) Gazi Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
(1) Yavuz Ercan, "Bloklar Arası Çatışmalarda Osmanlı Devleti Topraklarının Stratejik Önemi", Beşinci Askerî Tarih Semineri Bildirileri I, Değişen Dünya Dengeleri İçinde Askerî ve Stratejik Açıdan Türkiye(23-25 Ekim 1995-İstanbul), Gn.Kur.Başk. Yayınları, Ankara, 1996, s.122.
(2) T. Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasî Partiler, 1859-1952, İstanbul, 1952, s.435-437.
(3) F.Rıfkı Atay, 19 Mayıs, Ankara,1944, s. 6 vd.; F.Rıfkı Atay, Atatürk'ün Bana Anlattıkları, İstanbul, 1955, s. 91 vd.; E. Semih Yalçın, "Mütareke Döneminde Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'daki Faaliyetleri", Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl. 1995, Sayı. 28, s.185 vd.
(4) Yalçın, s. 202-203.; Cumhuriyet, 19 Mayıs 1963.
(5) Eric Jan Zürcher, Millî Mücadelede İttihatçılık, Ankara, 1987, s. 200.
(6) E. Semih Yalçın, "Mütareke Döneminde Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'daki Faaliyetleri (30 Ekim 1918-16 Mayıs 1919)", Tarih Araştırmaları Dergisi, s. 28'den ayrı basım, s. 196.
(7) Nutuk, C.I., İstanbul, 1973, s. 1-2.
(8) Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Mustafa Kemal (1881-1919), C.I, İstanbul, 1963, s. 390.
(9) Salim Koca- E. Semih Yalçın, "Mustafa Kemal Paşanın Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine Tayininde Osmanlı Genel Kurmayının Rolü", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 24, Temmuz, 1994,
s.402-403.
(10) Kılıç Ali, Kılıç Ali Hatıralarını Anlatıyor, İstanbul, 1955, s.12.
(11) Mustafa Kemal Paşa (Atatürk)'nın resmî sicilinde bu vazifesi III. Ordu Müfettişliği olarak ve tayin tarihi de 2 Mayıs 1919 diye gösterilmiştir. Kendisine verilen talimatnamede ise (IX. Ordu-yu Hümayun Kıtaatı Müfettişliği) kaydı vardır. (Fethi Tevetoğlu, Atatürk'le Samsun'a Çıkanlar, Ankara, 1987, s.15, 10 no'lu dipnottan iktibas.; Yılmaz Öztuna, "Osmanlı Generali Olarak Atatürk", Türkiye, 4 Haziran 1991.)
(12) Mustafa Kemal Paşa'nın 9.Ordu Müfettişliğine tayini için bkz. Gotthard Jaeschke, Mustafa Kemals Sendung nach Anatolien, No:1, Geshichte des İslamischen Orients, Tübingen, 1949; Tevfik Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu'da, İstanbul, 1981, s.91-110.; Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, İstanbul, 1965, s.186-194; Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C.I., İstanbul, 1981,s.397-419; Tahsin Ünal, Millî Mücadele Başlarında Mustafa Kemal, TK., s.73,; Sina Akşin, İstanbul Hükûmetleri ve Millî Mücadele, İstanbul, 1983, s.276-296; D.A. Rustow, The Army and the Foundin of the Turkisch Republic, World Polities, XI.(1959), s.537-538; Salahattin Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, C.I., Ankara, 1973, s.81-89; Salim Koca, "Mustafa Kemal'in 9. Ordu Müfettişliğine Tayininde Vahiddedin'in Rolü", Millî Kültür, S.50, s.1-5; aynı yazar, "Mustafa Kemal Paşa'nın 9.Ordu Müfettişliğine Tayininde Damad Ferid Paşa'nın Rolü Var mıydı?", Türk Dünyası Tarih Dergisi, S.41, 1990, s.3-9.; Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt:I-III, Ankara,1984.; Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953.; Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbinin Esasları, İstanbul,1972.
(13) KOCA-YALÇIN, s.402-403.; Gothard Jaeschke, Mustafa Kemal Paşa'nın 9 Ordu Müfettişliğine tayininde "Padişahın kedisine olan büyük itimadını görmemezlikten gelmemek gerekir" derken Tevfik Bıyıklıoğlu da, "aksi takdirde bu tayini tasvip etmeyeceği muhakkaktır" diyerek, adeta onun ifadesini tamamlamaktadır(G. Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle ilgili İngiliz Belgeleri, Ankara, 1971, s.96; T. Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu'da, İstanbul 1981, s.100.) Mustafa Kemal, daha veliaht iken Vahideddin'in 15 Aralık 1974-4 Ocak 1918 tarihleri arasında Almanya'ya yaptığı seyahatte refakatinde bulunmuştu. Vahideddin, Çanakkale savaşlarında gösterdiği başarılardan dolayı hayranlık duyguları dolu olduğu Mustafa Kemal Paşa'yı bu vesile ile daha yakından tanıma fırsatını bulmuş, fikirlerini ve şahsi kıymetini takdir etmişti (F.R. Atay, Çankaya, İstanbul, 1980, s.104; G. Jaeschke, s.97.) Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesini müteakip 13 Kasım 1918 tarihinde cepheden İstanbul'a döndükten sonra Sultan Vahiddedin ile görüşme isteğinde bulunmuş ve 15 Kasım 1918'de huzura kabul olunmuştur. Bu görüşmede Vahiddedin, "Bilirim ki, ordunun zabitleri ve kumandanları sizi severler. Bana teminat verebilir misin ki, onlardan bana bir fenalık gelmeyecektir" gibi bir ifade ile endişesini ihtiyatkar bir dille belirttikten sonra, ona güvenin bir belirtisi olarak, "Siz akıllı bir kumandansınız. Tecrübesiz arkadaşlarınızı tenvir edeceğinize eminim" demiştir.( Hakimiyet-i Milliye, 12 Nisan 1926). Bu konuşmadan anlaşılacağı gibi, Sultan Vahideddin'in güvendiği bir komutan olarak Mustafa Kemal Paşa vasıtasıyla orduyu elinde tutmak istemektedir. Hiçbir olay Sultan Vahiddedin'in Mustafa Kemal Paşa üzerindeki büyük güvenini sarsmamıştır:Mustafa Kemal Paşa, kendisine fikren yakın saydığı; Ahmed İzzet Paşa ile birlikte iktidara gelebilmek için arkadaşları ile bazı politik teşebbüslerde bulunmuştur. Hatta bu gaye ile arkadaşlarıyla toplantılar bile düzenlemiştir. Öyle ki, bir gün arkadaşları ile İttihat ve Terakki Hükûmeti Dahiliye Nazırlarından İsmail Canbulat'ın evinde toplandıkları ve hükûmet aleyhinde kararlar aldıkları ihbar edildiğinde sultan Vahideddin,şüphesiz kendisine duyduğu büyük güvenin tesiriyle onun böyle teşebbüslerin içinde olmasına ihtimal vermediğini o zaman sadrazam olan Tevfik Paşaya söylemiştir (Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, Haz. C. Kutay, İstanbul, 1981, s.263.). Söylemeye bile gerek yoktur ki, bu olay Sultan Vahideddin'in Mustafa Kemal Paşa üzerinde güveninin derecesini açıkça göstermektedir. Anlaşılacağı üzere, Sultan Vahideddin'in Mustafa Kemal Paşa üzerindeki güveni hangi bir olay karşısında silinip gidecek kadar köksüz değildir. Sultan Vahideddin, Mustafa Kemal Paşaya duyduğu büyük bir güvenin bir diğer belirtisi olarak, ona kızı Sabiha Sultanı vermek istemiştir. Fakat Mustafa Kemal Paşa bu evliliği istememiş olacak ki, karşı tarafın kabul edemeyeceği bir teklifte bulunmuştur. (Enver Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, Ankara, 1958, s.273 vd.). Yukarıdan beri izah etmeye çalıştığımız bu "büyük güven"in tesiri ile Sultan Mehmed Vahiddeddin; "Samsun'a bir müfettiş gönderileceğini öğrenince, yaveranımdan; Erkanı Harp Mirlivası(tuğgeneral) Mustafa Kemal Paşa'yı da namzetler meyanında nazırı itibara alınız" diye zamanın "hükûmetini ikaz" etmiştir. Böylece, tarihin Türk milletine en büyük ihsanı olan bu tayin gerçekleşmiştir(Salim Koca, Mustafa Kemal'in 9.Ordu Müfettişliğine Tayininde Vahideddin'in Rolü Var mıydı?, MK, S.50, 1985, s.3.).;
(14) Nutuk, C.I., İstanbul, 1973, s.12-13.
(15) Bkz. Tevfik Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu'da (1919-1921), Ankara, 1959, s.30.
(16) Dursun Ali Akbulut, "Samsun'un "Gazi Günü"Ya Da 19 Mayıs Bayramı", AAMD, Sayı 33, Kasım 1995, s.776(Samsun, 15 Mayıs 1927, N.115)
(17) "Bir hafta kadar, Samsun'da ve 25 Mayıstan 12 Hazirana kadar, Havzada kaldıktan sonra Amasya'ya gittim. Bu müddet zarfında bütün memlekette, millî teşkilât vücuda getirilmesi lüzumunu tamimen bilcümle kumandanlara ve rüesayı memurini mülkiyeye tebliğ ettim". NUTUK, s. 22. Ayrıca Bkz. İsmet Giritli, "Samsun'da Başlayan ve İzmir'de Biten Yolculuk(1919-1922)", AAMD., Kasım 1986, S.7, s.49-59.
(18) Kemal Arıburnu, Sivas Kongresi Samsun'dan Ankara'ya Kadar Olaylar ve Anılarla, Ankara, 1997, s.2.
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:47
ATATÜRK ve BAYRAK
Orhan Seyfi ORHON
19 Mayıs'ın en güzel sembolü, Samsun'dan, elden ele Ankara'ya koşturulan bayrağımızda görüyorum. Bana öyle geliyor ki, Atatürk'ün o enerji dolu ruhu bir alev gibi kıvrıla kıvrıla yaşıyor. Bunda ona uyan her şey var: Hareket, enerji, ideal, şeref, şan... Şimdi maddî varlığı gözümüzden silinen Atatürk, zaten bu bayraktan başka bir şey değildi. Toplayıcı kudretiyle o bir bayraktı. Nerede ayağa kalksa, etrafını, cazibesine katılanların gitgide genişleyen daireleri sarardı; mihveri onun ayağının bastığı noktada olan daireler... Hareket ve faaliyetiyle de bir bayraktı. Fırtınalarla dövüşmeyi de ümit dolu rüzgarlarla dalgalanmayı da bilirdi. Bilmediği şey sadece hareketsizlikti. Bazen orduların, bazen de en yeni, en ileri fikirlerin başında onu gördük. Ölümünü bile yarıya indirilmiş bayraktan anladık.
Samsun'dan Ankara'ya koşturan gençler, Atatürk'ün ruhunu taşıyor. Elimizde bu bayrak dalgalandıkça, onun yolunda koşmaktan hiç umutsuz olmayacağız. Ondan yeni bir kuvvet ve cesaret almak, istediğimiz zaman gözlerimizi bu bayrağa çevirmek yeter. Başımızın üstünde onun dalgalandığını göreceğiz. Hissedeceğiz ki, o yine bizimle beraberdir. Bize yine ufukları gösteriyor. Engeller, tehlikeler, fırtınalar gözümüzü yıldırmayacak. Çünkü biz bu bayrağın nerelerden geçtiğini ve nasıl hedefine ulaştığını biliyoruz.
19 Mayıs Gençlik bayramı, Türkiye'nin millî hedefe doğru nasıl koştuğunu gösteren bir işarettir. Atatürk'ün bir bayrak biçimine giren ruhu başımızda dalgalana dalgalana bir koşuş. Bu gün hepimizin gönlünde bu bayrak var ve onun bizi nasıl şerefli bir yarına doğru götürdüğü en yakın örnekleriyle hatırımızdadır.
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:47
ATATÜRK'ÜN MİSYONU
Dr. Mustafa TATCI
Büyük ulusların tarihinde, o ulusun, hatta dünyanın kaderini değiştiren kahramanlar vardır. Bunlar daha çok kriz zamanlarında ortaya çıkarlar. Büyük kahramanlar, ulusların hayatî dinamiklerini kendi benliklerinde toplayarak felâket anında yeniden doğuşun mucizesini gösterirler. Onlar, âdeta hususî bir talihle doğmuş, ulusların kaderini yüklenmiş, bu kaderi, bir "ulusal sır" gibi vicdanlarında taşıyan "misyon" sahibi büyük aksiyon adamlarıdır.
İşte, Atatürk, son çağ Türk ve dünya tarihinde ortaya çıkmış, tarihin akışını değiştirmiş, bir devir kapatıp-açmış bir liderdir. Ve hiç mübalâğasız denilebilir ki, Atatürk, müstesna yaratılmış bir şahsiyettir.
Türk ulusu, Atatürk'ün gerçek şahsiyetini ne kadar benimsediyse, onu toplum şuurunda ve şuuraltında bir çeşit efsane-varlık hâline de getirmiştir. Yaşarken ve ölümünden sonra milletimizin ona verdiği hüviyet, tıpkı Oğuz Kağan yahut Malazgirt kahramanı Alparslan gibi, gerçek bir insanınkinden çok, efsane bir kahramanın hüviyetidir. Bu efsane kahraman, Türk ulusunun sosyal psikolojisi bakımından ayrıca önemlidir. Dolayısıyla Atatürk, tarihimizin içinden kopup gelen "Alp" ve "Gazi" tipinin bir devamı, hatta son mükemmel örneğidir.
Bununla beraber, objektif olarak bakılınca görülecektir ki, tarihimizin içinden kopup gelen bu efsanevî liderin arkasında, yirminci yüzyıl dünya tarihinin en önemli hadisesi, batan bir cihan imparatorluğu ve doğan yeni bir "ulusal devlet" vardır. Modern Türkiye Cumhuriyeti! İşte Atatürk'ün hayatı ve aksiyonu, Türk tarihinin bu batış ve doğuş merhaleleri arasından tarihin yeni bir şafağı gibi ortaya çıkmıştır.
M.Kemal Atatürk, pek çok vasfı olmakla beraber, özellikle, askerî - siyasî deha ve misyonuyla dikkat çekmektedir. Onun bizzat kendisinin kaleme aldığı eseri "Nutuk" incelendiğinde, misyonu apaçık görülecektir. Nedir bunlar?
Her şeyden önce Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'ne ve yeni Türkiye'ye şekil veren, dün olduğu gibi, bugün ve yarın da Türkiye'yi yaşatan ve yaşatacak olan temel fikir ve prensiplerin sahibidir. Bu yönüyle o, doktriner bir karakter ve inkılâpçıdır. Özellikle, bir imparatorluğunenkazından modern bir toplum ve devlet yaratan Atatürk, karşımıza büyük bir komutan, devlet adamı, askerî, siyasî ve fikrî otorite olarak çıkmaktadır. Nihayet Atatürk, monarşiden cumhuriyete, yani ulusal devlet rejimine geçişi sağlayan kişidir. İşte Atatürk'ün dehası, onun bu saydığımız aksiyoner karakterinde gizlidir. Hayatını incelediğimizde, büyük önderin iki fikrî safhasının olduğu görülecektir. Bunlar, Türk İstiklâl Savaşı esnasında oluşan askerî ve siyasî fikirler safhasıyla ; Türkiye'nin ulusal ve çağdaş bir devlet hâline gelmesiyle alâkalı fikirler safhasıdır. Onun geçirmiş olduğu bu iki fikrî safha, tabiatıyla birbirini tamamlar. İstiklâl Harbi, âdeta Atatürk'ün vicdanındaki hürriyetçi, ulusal hâkimiyet anlayışını tebarüz ettirmiştir. Daha sonraki görüşleri bu temel düşüncenin üzerine inşa edilmiştir. Bir konuşmasında şöyle diyor:
"İstiklâl Savaşı'nın çeşitli cephelerinde kazanılmış olan zaferler, Türkiye'nin çağdaş medeniyet meydanında kazanacağı zaferlerle tamamlanmadıkça Türk milletinin tam, hür ve müstakil olması mümkün değildir."(Nutuk). Türkiye'de medeniyet meselesi hâlledilmedikçe, hiçbir problemin çözülemeyeceği düşüncesi, Büyük Önder tarafından sık sık tekrar edilmiştir.
Türk İstiklâl Savaşı, yalnız Atatürk'ün hayatında değil, Türk ulusunun da tarihinde âdeta bir mucizedir. Bu savaş, Türk'ün bütün imkânlardan ve savunma vasıtalarından mahrum bırakılsa bile, başında kendisine inanan ve kendisinin de inandığı bir lider bulunduğu takdirde nasıl bir iman, azim ve fedakârlıkla kendisini kurtaracak imkân ve vasıtaları yaratabildiğini dünyaya ispat etmiştir.
Türk ulusunun vicdanında bulunan hürriyet, vatanseverlik ve kahramanlık duygularını çok iyi sezmiş olan M.Kemal Atatürk, İstiklâl Savaşı denen mucizeyi gerçekleştirirken kendine göre bazı yöntem ve prensipler uygulamıştır.
Karşısında parçalanmış bir vatan, yorgun ve uçurumun kenarında bir ulus vardır. Bu ulusu harekete geçirmek için her şeyden evvel "ulusal birlik ve beraberlik" sağlanmalıdır. Ulusa dayanmadan, birlik ve beraberlik sağlanmadan, bütün maddî ve moral güçler birleştirilmeden, yaşama kabiliyetini canlı tutmadan başarılı olmak imkânsızdır. Atatürk bu görüşünü;
"Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." şeklinde dile getirmiştir. Fakat bu azim ve karar,tek başına yeterli değildir. Hâkimiyet iradesi ve kurtuluş kararı, ancak mükemmel bir organizasyon ile sağlanabilirdi. Yine bunun içindir ki, Atatürk; "Yalnız fikirler ve nümayişler (gösteriler) büyük gayeleri hiçbir zaman kurtaramaz.Bunlar ancak milletin bağrından fiilen doğan ortak kudrete dayanırsa kurtarıcı olur."(Nutuk) demektedir. İşte, "Kuvâ-yı Milliye ruhu" denilen ruh budur. Bu ruhla ulusal birlik sağlanmış, ulusal bir devletin temeli atılmıştır.
Atatürk'ün prensiplerini dikkatli incelediğimiz zaman şu da görülecektir: Ulusal varlığı tehli***e düşmüş bir toplum, aldatıcı ve uyuşturucu politikalarla, izmlerle yahut dış güçlere dayanarak değil, ulusal benliğimizden çıkan ve ulusun kendi egemenliğine dayanan düşüncelerle kurtarılabilir.
Bilindiği üzere, 20. yüzyılın başında dünyada imparatorluklar çağı sona ermiş, ulusal devletler çağı başlamıştır. Ulusal devlet, meşruiyetini tek kişinin otoritesinden değil, ulusun kendisinden alan bir siyasî birliktir. Atatürk'ün kurmuş olduğu devletimizin temeli de ulustur. BüyükNutku'nda, kendisini ömrü boyunca "Millî hâkimiyetinen sadık bir kulu " (Nutuk) kabul eden büyük Önder'e göre "Hâkimiyet hiçbir mânâ,hiçbirşekilvehiçbir renkte ve rehberlikte paylaşma kabul etmez! Unvanı ne olursa olsun, hiç kimse, bu milletin mukadderatına ortak çıkamaz." Onun içindir ki, büyük felâketler ve fedakârlıklar pahasına kurtarılmış hürbir vatanda kurulacak devletin şekli Türk'ün karakterine uygun demokratik bir cumhuriyet olacaktır. Atatürk'ün "tabiî ve kaçınılmaz bir tarihî akış" dediği vakıa, sonunda saltanat ve hilâfetin de kaldırılarak, tam bağımsız "Türkiye Cumhuriyeti"nin kurulmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti demek, Türk devletinin ve ulusunun, mukadderatında yalnız kendi iradesinin hâkim olması demektir. Atatürk, bizden bu fikrinin devamını ve dolayısıyla cumhuriyetin korunmasını isteyen pek çok mesajlar vermiştir. Yine Atatürk'e göre, cumhuriyetin temel kurumu, ulusal iradenin tecelli ettiği yer olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Atatürk'ün yakınında bulunan Falih Rıfkı Atay, Cumhuriyetimizin banisini tanıtırken şu veciz sözü söyler: "Meclissiz yaşamayı aklı almayan bir yirminci asır lideri!"
Atatürk'e göre, millî mücadele Meclis ile kazanılmış, Cumhuriyet'i Meclis kurmuş, inkılâpları da Meclis yapmıştır. Onun bizden istediği, kendisinden sonramiras bıraktığı siyasî rejimi korumak ve geliştirmektir. Ulusumuzun bekası ve saadeti için bu şarttır. Büyük "Nutuk"ta şöyle diyor;
"Milletimizin kuvvetli, mes'ut ve istikrarlı yaşayabilmesi için devletin tamamen millî bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin iç teşkilâtımıza tamamen uyması ve dayanması lâzımdır." O, ulusal siyasetten şunu anlar;
"Millî sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanarak, varlığımızı korumakla, millet ve memleketin hakikî saadeti ve refahına çalışmak, aşırı ihtiraslar peşinde milleti oyalamamak ve ona zarar vermemek. Medenî dünyadan, medenî ve İnsanî muamele ve karşılıklı dostluk beklemektir."
Atatürk'ün aksiyoner doktrininde en son safha, "Atatürk İnkılâpları" dediğimiz reformlar bütünüdür ki, devletimiz, kuruluşunun, varlığının ve devamının fikir ve hareket kaynağını bu reformlardan almaktadır. Bunlar; cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, lâiklik ve inklâpçılık başlığı altında toplanan fikrî bir zemine dayanmaktadır.
Reformlar, lâiklikten; gerçekte bir düşünce ve zihniyet sembolü olan şapka inkılâbına kadar diğer bütün yenilikler, Türkiye'nin iki yüzyıllık uygarlık mücadelesini sonuçlandıran ve kesin hedefine yönelten çağdaş bir uygarlık sistemi teşkil eder.
Atatürk'ün işaret ettiği bu uygarlık anlayışı, Türk ulusuna, ulusal benliğini, ulusal birliğini, ulusal karakterini kazandırma, kendisine güven duymayı öğretme, çağın teknik imkânlarından yeterince yararlanma esaslarına dayanmaktadır. Yenilik hareketlerinin özü, kurulan devleti ayakta tutacak ulusal yapıyı oluşturmaktan ibaretti. Gerçekten büyük Atatürk, bu yapıyı oluşturmuştur. Fakat o, bununla kalmıyor, gelecek nesillere başka hedefler gösteriyordu. Asıl hedefe yürüyüş, ulusal yapı inşa edildikten sonra başlayacaktı. İşte bunu büyük önder, cumhuriyetimizin on yıllık bir muhasebesi olan "Onuncu Yıl Nutku"nda veciz bir şekilde dile getirmiştir;
"Türklüğün büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır."
Burada kısaca özetlediğimiz fikir ve prensiplerine göre Atatürk'ün, psiko-anatomisini şöyle özetleyebiliriz: O önce bir komutan, siyasî bir deha ve nihayet ileriyi gören bir fikir adamı olarak karşımıza çıkmaktadır. Kesin bir irade, şaşmaz bir sezgi, yanılmayan bir muhakeme kudreti, sarsılmayan bir otorite ve disiplin, Atatürk'ün karakteristik vasfıdır. Bu vasıflar göz önüne alınınca derhal hükmedilir ki, Atatürk sosyolog M.Weber'in "karizmatik lider" dediği tipin en mükemmel örneğidir. Bu karizmatik lider, ömrü boyunca kendisini ulusunun içinde ve ulusuyla beraber hissetmiştir. O, savaşlardan inkılâplarına kadar ne yaptıysa, Türk ulusunu kendi içinde ve dünya karşısında haysiyetli, hür, müstakil, büyük ve modern bir ulus olarak yaşatmak için yapmıştır. Türk olmanın şuuru ve gururu, onun için her zaman tükenmez bir ilham kaynağı olmuştur.
Şimdi bugün bize düşen, Atatürk'ün fikirlerini, şahsiyetini, doktrin ve aksiyonunu yeniden düşünmek, gafletten, tembellikten uyanıp, yeniden onun gösterdiği yolda ve hedefte kuvvetlenip, devlet ve ulusumuzun bekası, çağdaş bir seviyeye yükselmesi için azimli ve kararlı olarak çalışmaktır.
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:48
ATATÜRK, GENÇLİK VE TOPLUM
DOÇ. DR. ALİYE MAVİLİ AKTAŞ (*)
Biyolojik, psikolojik, kültürel ve toplumsal özellikleriyle çocuklukla yetişkinliği birbirine bağlayan bir köprü olarak değerlendirilebilecek bir dönem olarak"gençlik" çok boyutlu bir dönem olmanın güçlüklerini kapsamaktadır. Kültürümüz de "delikanlılık" olarak tanımlanan bu dönem kimine göre "fırtına, stres" dönemi kimine göre "sessiz çalkantı" olarak nitelendirilmektedir (Özbay, Öztürk, Aktaş, 1992). Tanımlamalardaki farklılıklar ve vurgulamalar her ne biçimde olursa olsun gençlik, ikinci bir doğum süreci olarak yetişkinler arasında yerini ve konumunu alabilmeyi, belli bilgi, beceri ve tecrübe kazanabilmeyi ifade eder. Gençlik dönemi ana-babaya bağımlılıktan bağlılığa, topluma aktif, üretken sorumlu bir birey olarak katılımı ifade eder, gencin içinde bulunduğu topluma sorumlu ve aktif bir birey olarak katılımı kolayca gerçekleşebilecek bir süreç değildir. Sosyal olgunluğa erişmek olarak ele aldığımız bu dönem içindeki gencin üç önemli boyutu olan bağımsızlık, kimlik ve cinsel kimliğe uygun olan davranışları kazanarak topluma üretken bir birey olarak katılabilmeyi başarabilmesi oldukça önemlidir.
Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olan Büyük Atatürk,Cumhuriyetimizi, en iyi şekilde savunup, koruyup, kollayacağına inandığı Türk Gençliğine emanet ederek, bu gruba güvenini teyit etmiştir. Türk gençliğini Atatürk'ün eserlerinin temel taşı olarak değerlendirmek mümkündür. Nitekim yüce Atatürk bu düşüncelerini 1918'in karanlık günlerinde şu şekilde ifade etmektir.
"Her şeye rağmen muhakkak bir nura doğru yürümekteyiz. Bende bu imanı yaşatan kuvvet yalnız aziz memleket ve milletin hakkındaki payansız muhabbetim değil, bu günün karanlıkları içinde sırf vatan ve hakikat aşkıyla ziya serpmeğe, aramağa çalışan bir gençlik gördüğündendir.
Nitekim, Kurtuluş Savaşımızın ilk günlerinde 1919'da Atatürk'ün Samsun'a ayak basışında Türk gençliği adeta yeniden doğmuş sorumluluklarının önemini farketmiştir. Ulu önder Atatürk Cumhuriyet kurulduktan sonra da gençliğe verdiği değeri ve önemi hep sürdürmüştür. O, Türk gençliğinin en zor durumlarda bile başarılı olacağına inanıyordu. Türkiye Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek için gerekli kudretin Türk gençliğin damarlarında asil kanda mevcut olduğunu ifade ederken Türk gençliğine olan sarsılmaz inancın, büyük bir hitabet örneği içinde ortaya koyuyordu.
Büyük önder gençliğe inanırken, onlara açık bir sorumluluk yüklemiş, vatanın ve milletin bekçiliğini gençlere bırakmıştır. "Gençliğe Hitabesini" yakın arkadaşlarıyla paylaştığı gün, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğini şu şekilde ifade ediyordu.
"Tarihi yaşadığımız gibi yazdık, fakat geleceği Cumhuriyete inananlara, koruyanlara ve yaşatanlara emanet etmek lazımdır."
Kurtuluş Savaşından Cumhuriyet devrimleriyle Atatürk'ün güvenine mazhar olan bu yaş döneminin içinde bulunduğu sosyal-psikolojik konumunu tartışmak istiyorum.
Coşkulu atılgan ve çalkantılı bir dönem olarak gençlik hayallerin, tutkuların ve ideallerin filizlendiği sıkı arkadaşlıkların yaşandığı, yeniliğin ileriye doğru atılımların yapıldığı kendini kanıtlama ve kendi kimliğini bulma çabalarının yoğunlaştığı bir dönemdir.
Bu dönemde karşımızda tedirgin, güç beğenen, çabuk tepki gösteren bir genç vardır. Duyguları hızlı iniş çıkışlar gösterir. Çabuk sevinir, büyüklerin deyimiyle uçarıdır, haylaz ve gözü karadır. Çabuk sinirlenip, olur olmadık her şeyi sorun yapar. Tepkileri önceden kestiremez olur. Çalışma düzeni bozulmuştur, istekleri artmıştır. Kendine tanınan hakları yetersiz bulur. Evdeki kuralların çokluğundan ve sıklığından yakınır. Genç bu dönemde anne ve babanın uyarılarına birden tepki gösterir, hep karşı yanıtlar verir. Sürekli bir gidiş-geliş içindedir. Evde pek durmak istemez, dönüş saatlerine aldırmaz, yemeğe geç kalır, dağınık ve savruk olur, ilgileri artmış, gel geç hevesleri çoğalmıştır. Süs ve giyime, müziğe, spora ilgisi artmıştır. Genç kız ayna karşısında saatler geçirir bir sivilcesi için gün boyu uğraşır. Genç erkek boyasız ayakkabısına bakmaksızın günün modasına uyar, saçını uzatır. Zayıflık, şişmanlık, uzun veya kısa boy, yüz hatlarının düzgün olup olmayışı sorun olmaya başlar. Gizliliğe önem verir, odasına kapanır, kapısını kilitli tutmak ister, şiirler öyküler yazar, uzun düşler kurar. Toplumsal olaylara ilgisi artar. Anne ve babasına aykırı fikirleri ileri sürmek, onları eleştirmek fırsatını kaçırmaz. Genç bu tür davranışları sürdürmekten özel bir tat alır gibidir. Kendi kendisiyle ve çevresiyle sürekli bir etkileşim ve savaş içinde görünür. Gençliğe yönelik umutları bu dinamik etkileşimi ve savaşma azmi vermektedir. Ancak bu noktada, kritik bazı durumların da ortaya çıkması söz konusudur. Söz gelimi gençler ana-babalarının otoritesinden kurtulup bağımsızlık kazanmak isterken ve dışındaki farklı arkadaş gruplarının ve tepkisel hareketlerin içinde eylemci olabilir. Gençlerin duygu ve davranışlarındaki çelişkiler dönem özellikler itibariyle tabii karşılanabilir.
Bu dönemi bazı gençlerin daha sakin, bazılarının da daha gürültülü geçirmesi mümkündür. Eğitimciler, ana-babalar olarak gençlerin bu gelişim dinamiklerini çok iyi kavramak ve onları anlamak sorumluluğumuz olduğunun bilincindeyiz. Ancak zaman zaman onlarla arkadaş olalım derken bizden bekledikleri etkili ebeveynlik ve eğitimciliğin gereği yerine getirememiş olabiliriz. "Ben ondan daha çok tecrübeliyim" diyerek de gereksiz sürtüşme ve çatışma alanları yaratmış olabiliriz. Her şeyden önce her birey, her genç kendine has bireysel özellikler ve kapasitesi ile varlığını devam ettirmek ve içinde yaşadığı topluma katkıda bulunmak ister. Yetişkinlerin, gençlerin bireysel sınırlarına müdahale etmeden onların kendilerini gerçekleştirme imkânı yaratmalarından Türk toplumu kazançlı çıkacaktır. Kendi bireysel kimliğine saygı duyan, kendine güvenen bir gencin, biz yetişkinlerin uzantısı olmadan da yapabileceklerine güvenmek ve inanmak ihtiyacındayız.
Atatürk gençliğin her zaman kendine güvenini ve bir gün onlara bırakılacak yüksek görevleri gerçekleştirebilecek kudret ve yetenekleri güçlendirmek için yapılması gerekenleri iyi bilen ve bulup uygulayan bir kişiydi. Onun, oldukça başarılı olduğu bir alan da gençlikte yarattığı duygu ve heyecandır. Türk Gençliğinin dış düşmanlara, hatta içerdeki gaflet, hiyanet ve delalet içinde olanlara karşı ne kadar uyanık olunması gerektiğini, millî birlik ve beraberliğimizin ne derece önemli olduğunu ifade ederken ne kadar haklı ve uzağı gören bir devlet adamı olduğunu bugün ülkemizde yaşanmakta olan olaylar ortaya koymaktadır.Bu gün ülkemizde farklı düşünce akımları birçok genci müridi yapma eylemi içindedirler. Ancak Atatürk'ün vurguladığı millî birlik ve ülke geleceğinin huzur içinde devamını engelleyecek boyutlarda bölücülüğe dönüşmemesini sağlayacak olanlar Türk gençleridir. Nitekim Atatürk gençleri bu sorumluluğu üstlenecek yapıda görmüş ve gençlere bugünler kadar yarınları düşünmelerini, yarınları sürekli geliştirmelerini önermiştir. Bu görüşlerini;
"Biz her şeyi gençliğe bırakacağız, o gençlik ki hiçbir şeyi unutmayacaktır, gelecek umudunun ışıklı çiçekleri onlardır" sözcüklerle ifade etmiştir. Onun gençliğin kapasitesine inancı ve güveni tamdı.
Atatürk bir başka konuşmasında gençlerimizin gerçeği sevmesini, gerçeği aramasını, ve gerçeği düşünmesinin önemli olduğunu vurgularken, gençlerimizin ilerleme ve başarı konuşlarını ilim ve fen de çağın gerektirdiğini (bilgisayar kullanma vb.) yaşantılarına aktarabilmeleri gerektiğini gündeme getirmiştir. Gençlerin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik düzey(ailenin geliri ve imkânları) içinde bulunduğumuz çağın gereklerini kullanabilme şanslarını sınırlayabilir. Ancak kendi gerçeklerini seven, gençler, bulundukları yerde ve düzeyde pasif ve edilgen bir tutum içine girerse, gerçeği aramaktan yoksun kalabilirler. Bu da onların, içinde bulundukları gerçeği sorgulamaktan uzak bir tutum benimsemelerine yol açar. Oysa sorgulayan ve faaliyet içinde olan genç, kendi potansiyelini yerinde ve zamanında kullanırken sosyal ve kültürel zenginliklere de katkıda bulunabilir. Uğraş verdiği sanat, sportif faaliyetler, akademik çalışmalardan kendileri kadar, toplum da istifade eder.
Atatürk 18Mart 1923'de gençlere şu cümleleriyle seslenmiştir.
"Saygıdeğer gençler, yaşamak durmadan uğraşmaktır. Bundan dolayı yaşamda iki şey vardır. Yenmek ve yenilmek. Size,Türk Gençliğine bırakıp emanet ettiğimiz vicdanı inan, yalnız ve durmadan yenmektir. İnanıyorum ki, her zaman yeneceksiniz. Milletin yükselmesi koşulları ve nedenleri için yapılacak şeylerde, atılacak adımlarda kesinlikle bocalamayın. Milleti o yüksek dereceye götürmek için dikilecek engelleri hep birlikte önleyeceğiz ve sonunda kesinkes o hedefe ulaşacağız. O hedef:En medenî ve en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmek, Millî kültürümüzü medenî milletler seviyesi üstüne çıkarmaktır."
Türk gençliğinin bağımsızlığını kazanma sırasında otorite figürleri (anne-baba-öğretmen vb.) ile direniş içine girmesinin doğal yanları olduğu daha önce belirtildi. Gençler kişiliğini ispatlamayı olumlu yollardan gerçekleştiremezse olumsuz yollara da başvurabilir, kendi kararlarını kendi kendine vermek yerine, ebeveynlerin isteklerini yapmak, bir çocuk gibi ebeveyne tabii ve bağımlı kalmak, onun bir uzantısı gibi algılanmak olacağından otorite ile ayrı bir birey olduğunu vurgulamak için çatışmaya girebilir. Gencin bu yöndeki çatışmalarının cinsel olgunluğa girildikten sonra azalacağının göz önünde bulundurulması gerekir. Bu gerçek hem gençler, hem de yetişkinler tarafından göz önünde tutulmalıdır. Onları anlama, kendimizi anlatma ve anlaşmaya ulaşma oldukça zor ama anlamlı bir çabadır. Onları anlamadan, kendi kafamızdaki gerçekleri ve doğruları anlatmaya kalkışmak anlaşmayı ortadan kaldırabilir ya da tek taraflı olarak mesaj verilmesine neden olur. Oysa içinde bulunduğumuz şartlar, yetişkinlerin tecrübe ve bildiklerinin, gençlerin eylemde bulunma arzu ve hevesleriyle birleşmesini gerektirmektedir. Gençlik döneminin sonunda, kendi problemlerini, ülkenin problemlerini ele almada ve çözüm sağlamada daha etkin ve olgun bir tarz edinen gençlerimize güvenerek onlarla anlaşma zeminlerinin devam ettirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bireysel kimliğini, meslekî kimliğini, cinsel kimliğini geliştirirken sorulan Ben kimim? Ne olacağım? sorularına verilecek cevaplarda, gençlere güvenen, destek sağlayan yetişkinlerin olması, toplum olarak hepimizin kazancını sağlayacaktır.
Büyük Önder Atatürk'ün gençlere güvenini,"Gençler! Cesaretimizi kuvvetlendiren ve devam ettiren sizlersiniz. Ey yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yüceltecek ve yaşatacak sizlersiniz".Cümleleriyle ifade etmiştir.
21. yüzyılda gençlerimizin kendi bireysel sınırları içinde sorumlu, duyarlı ve çalışma azmi içinde önemli görevler üstlenerek, ülke kalkınmasına katkıda bulunacağına inanıyoruz.
(*) Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu Öğretim Üyesi.
KAYNAKÇA
Özbay, N., Öztürk, E., Aktaş, A. Ergenlikte Benlik İmajı. Mualla Öztürk anısına Gençlik ve Ruh Sağlığı Ödülü, 1992, Ankara.
Aktaş, A. Gençlere YönelikGrup Danışması, ahlâkî ve etik ilkeler, KHO. BEMYYayınları, 1995, Ankara.
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:48
ATATÜRK'ÜN GERÇEK BAŞARISI
Burcu YÜCEL (*)
Atatürk'ün Türkiye'yi dünya milletleri arasında en şerefli medeniyet seviyesine çıkarmak için yaptığı devrimlere baktığımızda, onun nasıl bir karakter sahibi olduğunu tahmin etmek zor değildir. Bu devrimler bir çırpıda olup bitmiş şeyler değildir. İyice düşünülmüş, dikkatlice hazırlanmış ve milletin yararına sunulmuş devrimlerdir.
Atatürk'ün attığı her adım Türkiye için yeni dönemlerin başlangıcı olmuştur. Buna en güzel örnek Kurtuluş Savaşı'dır. Bu savaştan önce tüm ülke savunmasız bir durumdaydı. Ne bir silâh, ne bir cephane, ne de kendimizi savunacak bir şeyler vardı. Bir an önce harekete geçmemiz gerekiyordu ki düşmanlara fırsat vermeyelim.Ama elimizde yok denecek kadar az bir cephane vardı.Nasıl düşmanlara karşı koyabilirdik ki?
İşte Atatürk, hiçbir önderde bulunmayan bir azimle, bu savaşı kazanacağımıza yürekten inandı. Çünkü, Türk milletinin vatanını korumak ve bağımsızlığını kazanmak uğruna ne gerekiyorsa yapabileceğini iyi biliyordu. Kısacası, Türk milletine güvendi ve hiç kimse onun güvenini boşa çıkarmadı. Atatürk mitingler, kongreler, genelgeler düzenleyerek milletimizi ayağa kaldırdı ve bu uyanış bizim bağımsızlığımızı kazanmamıza yetti. İşte Atatürk'ün gerçek başarısı budur. Bu büyük önder milletinin kafasındaki düşünceyi okuyabiliyordu. Bu da Atatürk'ün ileri görüşlülüğünü yansıtıyordu.
Eğer Atatürk'te bu azim olmasaydı belki de bu günlere zor gelirdik. Bizim de onun bu yönünü örnek almamız gerekir. Ne olursa olsun, hangi şartlarda olursak olalım, o içimizdeki başarma azmini yitirmediğimiz sürece önümüze çıkan her engel kolaylıkla aşılacaktır; sonuç ise "başarı" olacaktır.
(*) Mareşal Fevzi Çakmak Lisesi / MALATYA
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:49
İZMİR'İN İŞGALİ İLE UYANAN MİLLİ MÜCADELE RUHU VE BUNUN MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN SAMSUN VE HAVZA'DAN YAZDIĞI RAPORLARDAKİ YANSIMASI
DOÇ. ÖĞ. ALB. CEMALETTİN TAŞKIRAN (*)
İzmir'in Yunanlılar tarafından işgâli ile Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'daki görevine başlamak için İstanbul'dan ayrılması hemen hemen aynı tarihlere rastlar. İzmir'i Yunanlılar 15 Mayıs 1919'da işgâle başlamışlardır. Mustafa Kemal Paşa da maiyeti ile birlikte 16 Mayıs 1919 günü bir vapurla Samsun'a doğru yola çıkar. Ancak,Mustafa Kemal Paşa daha İstanbul'dan hareket etmeden, 15 Mayıs 1919'da, veda etmek için Genelkurmay Başkanlığına ve İstanbul Hükümetinin bulunduğu Babıâliye uğramıştır. Babıâli'deki veda ziyareti sırasında İzmir'e Yunan kuvvetlerinin çıkarıldığı haberini öğrenmiş, şaşkın ve telâşlı hükümet üyelerinden İç İşleri Bakanı Mehmet Ali Bey ile Deniz İşleri Bakanına "Ne yapmayı tasavvur ediyorsunuz?" diye sormuş, "protesto edeceğiz!" cevabını alınca da "Bu lâzımdır, doğrudur. Ancak böyle bir protesto ile Yunanlıların İzmir'den geri çekilişlerine veya İngilizlerin onları geri çekeceklerine ihtimal veriyor musunuz?" diye tekrar sormuş ve "Daha kesin tedbirler düşünmeli." (1)diyerek hükümet üyelerini uyarmıştır. Böylece İzmir'in işgâlini, ilk gün hükümetten öğrenen Mustafa Kemal Paşa, ertesi gün de sorumluluk bölgesinde asayişi sağlamak, mevcut silâh ve cephaneleri toplatmak ve kendiliğinden toplanan ve bölgelerine yapılacak muhtemel bir saldırıya karşı koymak için çalışan şûraları dağıtmak olan görevine başlamak (2) üzere İstanbul'dan ayrılmıştır.
Bilindiği gibi İzmir'in işgâli hem İstanbul'da, hem Anadolu'da çok büyük üzüntü ve ızdırap yaratmıştır. Halk bütün yurtta bu haksız uygulamanın yanlışlığını hem İstanbul'a, hem de İtilâf devletlerine ulaşabildikleri her vasıta ile duyurmaya çalışmış ve halkta "karşı koyma" şuuru uyanmaya başlamıştır.Hiç kimse tarafından organize edilmeyen, sırf millî şuurla bir araya gelen insanlar, yurdun her yerinde protesto mitingleri yapmaya başlamışlar ve bu protesto miting ve telgraflarıyla da bütün yurdu büyük bir heyecan dalgası kaplamıştır. Denilebilir ki İzmir'in işgâli ile Türk halkında işgâllere karşı koyma şuuru uyanmıştır. İşgâl kuvvetlerinin kontrolü altında bulunan İstanbul'da bile halk çok çeşitli yerlerde protesto mitingleri düzenlemiş buralarda heyecanlı konuşmalar yapılmış ve bütün dünyaya mücadele etmenin kararı ve haklılığı duyurulmaya çalışılmıştır. Daha sonra anlatılacağı gibi Mustafa Kemal Paşa bu heyecanı yeni görevine başlar başlamaz Samsun ve Havza'dan İstanbul'a gönderdiği telgraflarda net bir şekilde yansıtmıştır. Mustafa Kemal Paşa İzmir'in işgâli ile uyanan bu "millî mücadele ruhunu" çok iyi yönlendirmiş, her yerde protesto mitingleri yapılmasını sağlamış, İstanbul'a ve itilâf devletlerine protesto telgrafları çektirmiş ve millî mücadelenin ilk kıvılcımlarını bir araya toplayarak bir kurtuluş meşalesi yaratmıştır. Biz bu çalışmamızda Mustafa Kemal Paşa'nın telgraflarındaki millî ruh ve heyecanı göstermeye çalışacağız. Ancak bunun için de İzmir'in Yunanlılarca işgâlinin Türk kamu oyunda oluşturduğu millî heyecanı birkaç farklı örnekle göstermek istiyoruz:
Bu örneklerden biri işgâl edilen İzmir şehrinde gerçekleştirilen bir faaliyettir. 16 Mayıs 1919'da İzmir Müdafaa-i Hukuku Osmaniye Cemiyeti, İstanbul'daki devlet adamlarına ve ABD temsilcisine şu şekilde telgraflar çekmiş ve işgâli protesto etmiştir:"... Avrupa, on milyon Müslüman ve Türk'ün idam ve imhasına karar vermişse, milletimiz buna uymayacak ve vatan uğrunda, kahramanca çarpışarak ölmeye hazır bulunacaktır. Tarihe, bütün bir milletin varlığını savunmak için nasıl öldüğünü gösterecektir..."(3)
Örneklerden bir diğeri işgâl kuvvetlerinin kontrolündeki İstanbul'daki "işgâli protesto, mitingleridir. Fatih,Üsküdar, Sultan Ahmet Meydanı ve Kadıköy gibi İstanbul'un çeşitli semtlerinde çok büyük kalabalıkların katıldığı mitingler yapılmıştır. Bunlardan 28 Mayıs 1919 tarihinde Sultan Ahmet Meydanında yapılan mitinge 200.000 civarında insanın katıldığı görülmüştür. Bu mitingde konuşma yapan şair Mehmet Emin Yurdakul ve yazar Halide Edip Adıvar halkın millî duygularını dile getirmişlerdir. Özellikle Halide Edip'in "... Ruhu göklerde olan 700 senelik tarihimiz bu minarelerden bugün Osmanlı tarihinin faciasını seyrediyor. Bu muazzam, bu tarihi meydanda zafer alayları tertip eden ecdatlarımızın ruhu bizi seyrediyor. Dünyaların öbür ucuna at süren namağlup erlerin evlatları önünde ben, baş eğiyor ve yemin ediyorum. Diyorum ki, bugün kolları kesilmiş olan Türk'ün kalbi eski yiğitlik ve cesaretini kaybetmemiştir... Allah'a, hakka, milletlerin ilâhi hakkına dayanan,Türk milleti olarak, bütün Müslüman ve Türk dünyasına ilân ediyorum... Bu muazzam toplantımızda bu aşk, vatan ve Allah aşkı, payidar oldukça hiçbir şey bizi buradan ayıramayacaktır..." (4)şeklindeki konuşması toplanan kalabalığı ağlatacak derecede duygulandırmıştır.
İzmir'in işgâli karşısında oluşan millî heyecanı gösteren üçüncü bir örnek de Giresun'dadır. İşgâlden 2 gün sonra 17 Mayıs 1919'daGiresun'da yapılan miting sonunda Giresunlular İstanbul hükümeti baskınına ve padişaha birer telgraf çekmişlerdir. Sadrazama çekilen telgrafta "... Hükümetinizi idamımızı tebliğe memur görmek istemiyoruz. Sizi Türk sadrazamı bilerek hitap ediyoruz... İzmir'in Yunan'a ilhak edildiğini öğrendiğimiz gün Giresun muhiti akissiz kalmayacaktır. Ve hiçbir kuvvet bizi azmimizden çeviremeyecektir..." Giresunlular Padişaha da şu telgrafı çekiyorlardı:"Ey ulu Hakan, tacından İzmir elmasını Türk kanlarıyla boyayarak koparıyorlar. Sıra yarın bizlere gelecek, Senelerce serhatlarda dolaşan biz Türkler ipte değil, süngüde can vermek için hazırız. Semamızda al bayrak alındığı gün, zümrüt dağlarında kanlarımız bir al bayrak serilecek. Dökeceğimiz kanlara iştirak edecek, bayrağımıza taç giydirecek, Âli Osman'ın kanını taşır, Orhan'ın, Ertuğrul'un bir oğlunu gönderiniz..." (5)
Erzurum'da da, İzmir'den işgâli bildiren telgrafın alınması üzerine, 18 Mayıs 1919'da bir protesto mitingi yapılmıştır. Miting sonrası İtilâf devletleri temsilcilerine çekilen telgrafla da işgâl protesto edilmiş, Yunan işgâli kınanmıştır:"... İzmir saldırısı, faciası karşısında pek heyecanlı ve yaralı olan biz Türkler, varlığımıza indirilmiş bu darbenin kaldırılmasını, yıkılan hak ve mihrabının onarılmasını devletinizin adaletli ve insaniyetli karakterinden dileriz..." (6)
Denizli'de yapılan ve İzmir'in işgâlini protesto eden mitingde ise Denizli müftüsü Ahmet Hulusi Bey "... işgâl edilen memleketler halkının silâha sarılması ve savaşması farz-ı ayn'dır...", "...Elinizde hiçbir silâhınız yoksa bile üçer taş alarak düşmanın üzerine atın..." (7) diyerek halkı mücadeleye çağırmıştır.
Balıkesir'de ise yörenin ileri gelenleri Alaca Mescit'de toplanmışlar, muhtemel bir Yunan işgâline karşı silâhlanmak için karar almışlardır. 25 Haziran 1919'da yapılan toplantıda sadece gönüllülerden oluşan birliklerle Yunanlılara karşı konulamayacağı düşüncesiyle düzenli güçler oluşturulması zarurî görülmüş ve bu maksatla 1902 ve 1903 doğumlulardan millî kuvvetler oluşturulması kararlaştırılmıştı. (8)
Görüldüğü gibi İzmir'in işgâli bütün yurtta derin bir üzüntü yaratmış ve halk bir araya gelerek mücadele arzu ve kararını yüksek sesle hem İtilâf devletlerine hem de İstanbul hükümetine bildirmiştir. Şimdi de İzmir'in işgâli ve bu işgâller karşısında İstanbul hükümetinin tutumunu gösteren iki örnek verelim:İzmir'in işgâlini öğrenen Damat Ferit Paşa hükümeti aynı gün toplanmış ve resmî bir bildiri yayınlamıştı. Bildirinin resmî olduğunu ve işgâl kuvvetlerinin kontrolü altında bulunulduğunu hiç göz ardı etmesek de bildiri, yukarıdaki örneklerde açıklanmaya çalışılan Türk halkının millî duygu ve coşkusu ile uzaktan yakından ilgili değildir. Bildiride "...Hükümet bu meselede devlet ve millet haklarını korumak için kendisine düşeni tespit etmiş ve sükun ve vakarın muhafazası lüzumunu ahaliye tavsiye eylemesini Dahiliye Nezaretine tebliğ etmiştir..." (9) denilmektedir. İşgâl karşısında bu kadar pasif ve kayıtsız kalan sadece İstanbul'daki hükümet değildi. Padişah Vahdettin de benzer bir tutum içerisindeydi. İstanbul Sultan Ahmet Meydanındaki mitingden sonra seçilen bir temsilci grubu Sultan Vahdettin'i ziyaret etmişti. Sultan onlara şu öğütlerde bulunmuştu:"... Ağzımızı açalım, bağıralım, sesimizi yükseltelim. Fakat elimizi kaldırmayalım." (10)
İzmir'in işgâlinden hemen sonra Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Paşa, halkta uyanan millî ruhu ve coşkuyu hem arttırmaya çalışıyor, hem de bunu yönlendirerek kurtuluşu gerçekleştirmek istiyordu.
Mustafa Kemal Paşa Samsun'a ayak bastığının üçüncü günü yeni vazifesiyle ilgili ilk raporları İstanbul'a göndermeye başladı. Az sonra detaylı olarak ele alacağımız bu raporlarda Mustafa Kemal Paşa'nın kararlılığı, milletine olan güvenci ve inancı, yeni bir mücadeleyi başlattığının işaretleri açıkça görülüyordu.
Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'da Sadaret makamına gönderdiği telgraf, bir rapor değildi. Ancak İzmir'in Yunanlılar tarafından işgâl edilmesi üzerine işgâlden bir gün sonra hem milletin hem de kendisinin işgâle karşı duygularını şöyle belirtiyordu:"İzmir'in Yunan askeri tarafından işgâli hadisesi, yakından temasta bulunduğum milleti ve orduyu gayrî kabili tasavvur ve tasvir derecede dilhun etmiştir... Ne millet ve ne ordu mevcudiyete karşı yapılan bu haksız tecavüzü hazm vekabul etmeyecektir... 20.5.1919" (11)İşgâlden hemen sonra işgâlin millet ve orduca kabul edilmeyeceğini bildiren ve bunun için Anadolu'nun her yerinde protesto mitingleri düzenleyip,İstanbul ve İtilâf devletlerine protesto telgrafları çektirten Mustafa Kemal Paşa'nın tavrı, işgâlle ilgili olarak Türk milletine "sükûneti tavsiye etmeye" karar veren ve "bağıralım, çağıralım ama elimizi kaldırmayalım" diyen İstanbul'un zihniyet ve anlayışından çok farklıdır. Bu anlayış milletin kurtuluşunu beklediği anlayıştır. Ancak bu tavır İstanbul'dan gelmemiş, Samsun'dan gelmiştir. Hem de çok kesin ve çok net bir şekilde. Hem İstanbul'a, hem bütün dünyaya haykırarak gelmiştir:"Millet ve ordu bu haksız tecavüzü kabul etmeyecektir."
Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya gönderildiğini yazmıştık. 22 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal Paşa bu görevi ile ilgili olarak İstanbul Sadaret makamına bir rapor gönderir. Samsun ve civarında Rum çetecilerinin çalışması ile ilgili bir rapordur bu. Ancak dikkatle okununca Anadolu'da başlayacak bir millî mücadelenin ilk ip uçlarını veren bir rapor olduğu da görülür:"Bu gün Erkân-ı Harbiyemden birkaç zatı, suret-i mahsusa da Samsun İngiliz Siyasî Mümessili Yzb.Hurst,Askerî Kontrol Memuru Yzb. Solther ve Siyasî Kontrol Memuru Yzb.Mill ile temas ve mülâkat ettirdim. Bu mülâkat neticesinde aşağıdaki hususlar arza şayan görülmüştür:
1. Samsun Sancağı'nda şakavetin esbâp ve âmilleri tamamen 21 Mayıs 1919 ve 53 numaralı şifre ile arz ettiğim kanaat dahilinde olmak üzere bizzat İngilizler tarafından itiraf edilmiştir. İzmir işgâliyle hâdis olan müessif vakalara nakl-i kelâm suretiyle İngiliz subaylarını, Osmanlı Hükümeti'nin, Türkiye'yi kendi kendine idare edemeyeceği, birkaç seneler olsun ecnebi müdahale ve siyanetine müftekir bulunduğu zemininde bir fikir ileri sürmüşlerdir. Kendilerine verilen cevapta, Samsun livasındaki şakavetin harp zamanında Rumlardan başladığı o zaman bu havalide takibatta tehcirini de yapmak zorunda kaldığı, bu gün için Rumlar,Müslümanları tehyiç ve dilgir eden siyasî emellerinden vazgeçerlerse şakavetin derhal kalkacağı ve bu takdirde İslâm çetelerinin ortadan kaldırılması mümkün ve lüzum görülürse askerî tedbirlerle tenkili tabiî bulunacağı bildirilmiştir. Osmanlı Hükümeti'nin idare tarzı hakkındaki fikirlerine de sırf hususî mahiyette ve zatî kanaat olmak üzere, Türklüğün ecnebi idaresine tahammülü olmadığı, İngilizler gibi, en medenî milletlerden mütehassıs zatların müşavir olarak iyi karşılanacağı, Yunanlıların, Osmanlı memleketlerinin hiçbir yerinde hâkimiyet hakları olamayacağı anlatılmıştır. İzmir hakkındaki suallerine de vakanın tamamıyla millî ve hayatî bir mesele olduğu ve en basit bir köylü için de böyle bir telâkki olunduğu ve İzmir'in Türklerce İstanbul kadar mühim bulunduğu, hiçbir ecnebi, bilhassa Yunanistan gibi hayalperver bir hükümetin işgâline razı olunamayacağı, kuvvetle yapılan bu işgâlin muvakkat bulunacağı, milletin yek vücut olup hâkimiyet esasını, Türk duygusunu hedef ittihaz ile hükümet-i hazıraya bütün ruh ve vücuduyla muti ve münkad bulunduğu sırasıyla teşrih ve teati-i efkâr ve hissiyat mahiyetinde olan bu mülâkat hususiyetini muhafa etmiştir. 22 Mayıs 1919.
9 ncu Ordu Kıtaatı Müfettişi
Mustafa Kemal" (12)
Bu raporda belirtilen açık ve net görüşleri şöyle sıralayabiliriz:
- Türklüğün yabancı yönetimine tahammülü yoktur.
-İzmir, Türkler için millî ve hayatî bir meseledir ve İstanbul kadar önemlidir.
-Hiçbir yabancı hükümetin işgâline razı olunmayacaktır.
-Kuvvete dayanarak yapılan İzmir'in işgâli geçicidir, Yunanlılar oradan mutlaka çıkarılacaktır.
-Millet yek vücut olmuş ve millî hakimiyet esasını ve Türklük duygusunu, yani Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir.
Bu raporda, net olarak ortaya çıkan bu görüşlerin Mustafa Kemal Paşa ile İstanbul Hükümeti arasında memleketin içinde bulunduğu durumda izlenecek yolla ilgili çok farklı görüşlere sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. İstanbul Hükümeti Birinci Dünya Savaşı'nın galipleri olan İtilâf devletlerine karşı mücadele yapılmayacağına inanıyor ve bütün tutum ve davranışlarını bu inanış çerçevesinde belirtiyordu. İtilâf devletlerinin Türklerle ilgili verecekleri kararı beklemekten başka yapabilecek hiçbir şey olmadığına inanan İstanbul'a, Mustafa Kemal Paşa Samsun'dan gönderdiği raporlarla Türk milletinin topluca kurtuluşundan bahsediyor ve izlenecek yolu da "Türk milliyetçiliği" olarak belirtiyordu. Oysa Mustafa Kemal Paşa Anadolu'ya Samsun ve civarındaki yerlerin asayişini temin etmek üzere gönderilmişti. O, şimdi bu görevlerin sınırlarını aşıyor, sadece Samsun ve civarının asayişiyle meşgul olmuyor, Türk milletinin ve Türk vatanının toptan kurtuluşundan bahsediyor ve bununla meşgul oluyordu. Mustafa Kemal Paşa biliyordu ki galip devletlerin kararlarını beklemek ve onlara güçlük çıkarmayarak her dediklerini yerine getirmekle bu ülke ve bu milletin kurtuluşu sağlanamazdı. Yapılacak işi millete güvenmek ve milletin gücü ve mücadele azmî ile millî mukavemeti teşkilâtlandırmaktı.
Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'dan İstanbul'a gönderdiği bu iki telgraf sanki Amasya Genelgesi'nin öncüsü gibidir. Dikkatle incelenince Kurtuluş Savaşı'nı başlatan Amasya Genelgesi'ndeki çok önemli şu iki maddenin fikrî temeli bu iki raporda görülebilir:
"1.Vatanın bütünlüğü ve milletin istiklâli tehlikededir."
"2. Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır."
Mustafa Kemal Paşa Samsun ve civarında bulunan İngilizlerin mahallî hükümetin haberi olmadan bölgedeki kuvvetlerini takviye ettiklerini ve bunların bir kısmının da memleketin içlerine gittiğini görünce Samsun'dan Harbiye Nezareti'ne 22 Mayıs 1915 tarihli bir rapor gönderir. Bu raporda İngilizlerin Samsun ve civarındaki kuvvetlerini takviye ettikleri ve bunlardan bir kısmını memleket içerisine sokmalarıyla İngilizlerin mütareke hükümlerine aykırı hareket ettikleri; böylece de devletin nüfuz ve mevcudiyetine zarar verdikleri, bu yüzden kendisine verilen bölgede asayişi sağlama görevini sarsan, millî hukukumuza da aykırı bu gibi olayların önlenmesini istemektedir. (13) Aynı tarihli Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti'ne (Genelkurmay Başkanlığı)yazılan telgrafta ise Mustafa Kemal Paşa İtilâf devletlerinin tavrından ve memleketin parçalanmaya doğru gidişinden son derece endişeli bir şekilde İstanbul'u memurları ihraç harekâtı ve zabitleriyle kıtalarının öteye beriye sevki hakkında ne hükümete ne de tarafıma resmen bir şey bildirmediler ve bildirmelerinin de yasak olduğu kendileri tarafından ifade edilmiştir...İcraatları vâkâ hâline geldikten sonra ise onları yaptıklarından geri döndürmeye mecbur edebilmek bittabi müşkül bir meseledir... Bu münasebetle arz etmek isteğim nokta şudur:Mevcudiyetimize ehemmiyet vermiyorlar, âdeta memleketimizi açık bir sahra gibi telâkki ederek kuvvetlerini taksimatı mahsusa ve mahremaneleri icabatına göre taksim ve ikame ediyorlar... Bir gün her tarafta emrivakiler karşısında kalınmak pek ziyâde muhtemel olduğunu kemâl-i hürmet ve mutavaatla arz eylerim". (14)Mustafa Kemal Paşa bir yandan olayları değerlendirip rapor ederken, bir yandan da teşkilâtlanma çalışmalarını yürütmektedir. Bu ikinci düşünceyle eldeki mevcut kuvvetleri azaltmamak, aksine mümkün olursa arttırmak düşüncesiyle 24 Mayıs 1919'da yine Genelkurmay Başkanlığı'na bir yazı gönderir. Mondros Mütarekesi'nin 5 nci maddesini yorumlayarak, "... bu maddenin Osmanlı Devleti'nin jandarma ve güvenlik kuvvetlerinin mevcudunu, iç güvenliğin ve sınırların korunmasına kâfi gelmediğini ve kâfi gelecek şekilde takviye edilmesi için İtilâf devletleri temsilcileri nezdinde teşebbüste bulunulmasını..."(15) ister. Elbette ki amaç başlatılacak bir kurtuluş mücadelesi için yeni kuvvetler elde edebilmektir.
Mustafa Kemal Paşa İzmir'in daha sonra da Manisa ve Aydın'ın Yunanlılarca işgâl edilmeleri üzerine memleketin her yanına protesto mitingleri yapılması için ve hem İstanbul'daki Hükümete hem de İtilâf devletleri temsilcilerine telgrafla protesto gönderilmesi için emir vermiştir. Bu emir üzerine yurdun hemen hemen her yerinde bu tür faaliyetler görülmüştür. İstanbul'daki Harbiye Nezareti bu faaliyetlerin mahiyetini ve kapsamını öğrenmek istemiş ve Mustafa Kemal Paşa'dan sormuştur Mustafa Kemal Paşa'nın cevabi telgrafı aşağıdadır:
"Havza'dan Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa Hazretlerine
... İstanbul'a çekilen telgrafların tamamen sine-i milletten feveran eden teessüratın birer ma'kesi olduğunu arz eylerim. Bütün gördüğüm bu tezahüratın İtilaf devletlerinin Türk izzeti nefsi millisine, hakkı meşru ve mevrûsuna karşı zâlimane olan tecavüzlerinden dolayı, kanayan Türk ve Müslümandan başka bir şey değildir. Bu heyecan, memleketin en ücra köşesine kadar şamildir, umumîdir. Memurin-i hükümet ile askerin şimdilik tamamen bitaraf kaldığı bu tezahürat ve teessüratın kemâl-i itidal ve metanetle hareket eylediği de ayrıca şayan-ı kayıt olduğunu arz eylerim 30 Mayıs 1919." (16)
Harbiye Nezareti bir başka yazı ile de Sivas civarındaki mitinglerde, bu bölgede bulunan Ermenilerin ve gayrî Müslimlerin durumlarıyla ilgili bir bilgi istemiş ve bu tür mitinglerin önlenmesini belirtmiştir. Mustafa Kemal Paşa bu yazıya verdiği cevapta millî duygularını çok sert bir şekilde şöyle ifade etmiştir:
"Havza'dan Harbiye Nezareti'ne
... Sivas ve civarında evvelce bulunan Ermenileri ve bilâhare gelen mültecileri tehdit edecek hiçbir hâdise olmamıştır. Ne Sivas'ta ve ne de civarında endişe edecek hiçbir hâl yoktur. Herkes sakin bir şekilde iş ve güçleriyle meşgûldür, bunu sureti katiyede arz ve temin ederim...İtilâf devletleri milletimizin hukuk ve istiklâline riayetkâr kaldıkça ve millet ve devletin tam masuniyetinden emin oldukça gayrî Müslimlerin endişe etmelerinin hiçbir sebebi yoktur...Fakat istiklâl ve millî mevcudiyeti imha ve hayatın bekasını tehli***e düşüren kasıtlı işgâl gibi İzmir havalisinden görülmekte olan fiilîyatın ortaya çıkmasına karşı ne halkın heyecan ve tesirat-ı vicdaniyesini ve ne de buna dayalı millî tezahürü men ve tevkif için nefsimde ve hiç kimsede kudret ve takat göremeyeceğim gibi, bu yüzden ortaya çıkacak hadiseler karşısında mesuliyet kabul edebilecek ne kumandan ve ne de mülkiye memuru ve ne de hükümet tasavvur ederim. 3 Haziran 1919" (17)Böylece Mustafa Kemal Paşa çok sert bir şekilde hükümetin halktaki heyecanı paylaşması gerektiğini bildirir.
Mustafa Kemal Paşa Samsun ve Havza'dan İstanbul'a çeşitli raporlar ve telgraflar göndermiştir. Raporlarında aktarılan olaylara bakınca Samsun ve çevresinde durumun hiç de sevindirici olmadığı görülür. Zira İngiliz askerleri zaman zaman takviye almakta ve Samsun civarından başka, memleketin içlerine kadar ilerlemektedir. En acı taraf da İstanbul hükümeti temsilcilerine bilgi vermemekte, onları muhatap almamaktadırlar. İtilâf devletlerine ait kuvvetlerden cesaret alan Rumlar Pontusçuçeteler kurmakta ve Türk halkını tedirgin ederek yıldırmaktadırlar. Halk, İzmir'den sonra Trabzon ve Samsun'un da Yunanlılarca işgâl edileceğine inanmaktadır. Bölgede asayişin sağlanması için elde bulunan jandarma kuvvetleri yetersiz kalmaktadır. Askerlerarasında firar olayları had safhayı bulmuştur. Kaçakları önlemek mümkün olmamaktadır. Askerden kaçma gittikçe şiddetlenerek yayılmaktadır. Mustafa Kemal Paşa'nın yine Harbiye Nezareti'ne 4 Haziran'da yazdığı raporda belirttiği gibi, "Bu gibi durumlarda tesirli çare ve tedbir kuvvettir..." (18) Maalesef o kuvvet de o anda henüz oluşmamıştır. Bu yüzden Samsun ve Havza'daki raporlarda Mustafa Kemal Paşa'nın memleketin kaderini karanlık bir şekilde gördüğü hemen ortaya çıkar. Ama o ümidini asla yitirmemiştir. Yine aynı raporlar dikkatlice incelenince onun Türk milletine olan güveni görülür. Millî bir hareket yaratıldığı takdirde karanlığın yok edilebileceğine inanmıştır. Amasya'da kendisine tezahürat yapan halk için, yanındaki bir gazete muhabirine şöyle der:"Bak birader, böyle milletten nasıl ayrılırsın? Bu palaspareler içinde perişan gördüğüm bu insanlar yok mu, onlarda öyle bir yürek, öyle bir cevher vardır ki Çanakkale'yi kurtaran bunlardır. Kafkas'ta, Galiçya'da, şurada burada arslan gibi çarpışan, mahrumiyete aldırmayan bunlardır." (19) Milletin duygularını paylaşan Mustafa Kemal Paşa milletine güvenmekle yanılmadığını kısa bir süre sonra bütün dünyaya göstermiştir.
(*) Genel Kurmay Başkanlığı, Askeri Harp Tarih ve Strateji Etüd Başkanlığı.
(1) Falih Rıfkı Atay-Çankaya,İstanbul, 1980, s.172.
(2) Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı:1, vesika no:3.
(3) Atatürk,Gnkur. ATASE yayınları, Ankara, 1980, s.143.
(4) Prof. Rıfkı SalimBurçak, Türk DevrimTarihi, Ankara, 1973, s.34.
(5) Mahmut Goloğlu, Erzurum Kongresi,Ankara, 1968, s.40.
(6) Atatürk Özel Arşivinden Seçmeler,Ankara, 1981, s.1.
(7) Ahmet Akif Tütenk, Millî Mücadelede Denizli,İzmir, 1949, s.7.
(8) Millî Mücadele Balıkesir, İstanbul, 1986, s.70.
(9) Selahattin Tansel,Mondros'tan Mudanya'ya, c.I., İstanbul, 1991, s.203.
(10) Prof. Rıfkı Salim Burçak, a.g.e., s.34.
(11) Nimet Arsan; Atatürk'ün Tamim,Telgraf ve Beyannameleri, s.23.
(12) a.g.e., s.24-25.
(13) Harp Tarihi Vesikaları Dergisi; sayı 4, vesika no:68.
(14) a.g.d., sayı 4, vesika no:69.
(15) a.g.d., sayı 4, vesika no:71.
(16) a.g.d., s.5, vesika no:92.
(17) a.g.d., sayı 4, vesika no:95.
(18) a.g.d., sayı 4, vesika no:65, s.2.
(19) Sabahattin Selek, Anadolu İhtilâli, İstanbul, 1986, s.234.
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:49
NİCE 19 MAYIS'LARA
Zehra IŞIK (*)
Ne yapmak istediğini bilmek, işin yarısını yapmak demektir. Gayemiz belli olduğu sürece, azimle ona ulaşmamız kolaydır. Örneğin; gideceğimiz yeri bildikten sonra, oraya giden otobüsü bulmak kolaydır.
Bir amaca ulaşmak için çeşitli beceriler kazanmamız gerekir. Bunların en önemlilerinden biri de yaratıcılıktır. Herkes yaratıcılığın sanatçılara özgü bir şey olduğunu düşünür. Yaratıcılık sadece resim yapmak, şiir yazmak, müzik aleti kullanmak vb. değildir. Her alanda bir yaratıcılık vardır. Önemli olan onu ortaya çıkarıp, kullanmasını bilmektir.
Yaratıcı bir kişi doğaldır, cesurdur, meraklıdır, uyumludur, dirençlidir, kolay pes etmez, kendine güvenir, sorumluluk sahibidir, kararlıdır ve insanlara saygı duyar. En önemlisi de yaratıcı kişi plânlı çalışmasını bilir.
Bir alanda yaratıcı olmak için dikkatimizin tümünü o alanda yoğunlaştırmamız gerekir. Önce kendimize bir kimlik belirlememiz gerekir. Sonrası kendiliğinden gelir. Sahip olmak istediklerimizi kolaylıkla elde ederiz.
Yaratıcılığın kendi kendine ortaya çıkma olasılığı çok azdır. Onu bulmak bizim elimizdedir. Bu da duyumsamayla gerçekleşir. Duyumsama da ayrıntılara önem verme, ileri görüşlü olma, araştırmacı ve gerçekçi olma ve de sonuçları değerlendirme ile kuvvetlendirilir.
Yaratıcılık, bir yetenek olmanın dışında bir sistemdir. Sizin kendiniz için belirlediğiniz, yaşamınızın plânı, yönü ve parçalarıdır ve topluma yararlı olabilmenin kaynağıdır.
Düşüncelerinizi kafanızda saklamayın, serbest bırakın. Dışınıza ördüğünüz kozayı yırtın. Sağduyunuza kulak verin. Fikirlerinizi dışa vurun. Değişik ortamlarda iken düşünün. Mutlaka düşünmek için sessiz ve loş ışıklı bir odadaki çalışma masasının başında olmanız gerekmez. Her ortamda kendinizi geliştirmeyi, düşüncelerinizden emin olmayı ve açıklamayı ve başkalarının düşüncelerine saygılı olmayı bilin.
Kendi sorunlarınıza ya da başka sorunlara çözümler arayın. Bir çözümle yetinmeyip, birkaç türlü çözüm üretmeye çalışın. Daha kolay ve mantıklı çözümler bulabilirsiniz. Arkadaşlarınıza güvenin ve onların yardımlarını değerlendirin. Çevrenizdeki insanları sevin.
Her yerde ve her zaman yeniliklere açık olun. Kültürünüzü geliştirin. Her soruya karşı mantıklı cevaplar verebilin.
(*) MEB APK Uzmanı/ ANKARA
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:50
ÖLÜMSÜZ ATATÜRK
Hüseyin ÖZLÜK (*)
Mustafa Kemal Atatürk "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." diyordu. Ve altmış iki yıl evvel bu dünyadan bedenen ayrılırken, Türk milletine sonsuza dek yaşayacak olan bir armağan bırakıyordu: Cumhuriyet!
Elli yedi yıllık yaşamına; asırlık başarılar sığdıran, hayatının hiçbir karesinde yılgınlığa ve teslimiyete yer vermeyen, evrensel ilkeleriyle yalnız ülkede değil, insanlık tarihinde bir çağ açan Mustafa Kemal Atatürk'ün ebediyete intikali elbette, yalnızca maddeseldir.
Ölümü, esir yaşamaya tercih eden, "Ben gerektiği zaman en büyük hediyem olmak üzere,Türk milletine canımı vereceğim." diyecek kadar vatan âşığı, millet âşığı bir önderin; Atatürk'ün takipçileri olarak onun ilke ve devrimlerinden hiçbir ödün vermeden yolumuza devam edeceğiz. Engeller karşısında tek bir vücut, tek bir yürek olacağız. Ona bağlılığımızı, dürüstlüğümüzle, çalışkanlığımızla, üretkenliğimizle, haksızlığa ve gericiliğe direnişimizle, cumhuriyete ve demokrasiye inancımızla, çağdaşlık ve bağımsızlık yolunda, tüm değerleri korumak adına yaptığımız kutsal uğraşılarımızla göstermeliyiz. Her 10 Kasım'da akıttığımız gözyaşlarımız ve suskunluğumuzla değil!
Atatürk bir konuşmasında: "Kudretsiz dimağlar, zayıf gözler, hakikati kolay göremezler. O gibiler, büyük Türk milletinin yüksek seviyesine nazaran geri adamlardır." diyordu.
Evet, bu vatan, gerçeği görebilen, aydın, çağdaş kişilerce yükseltilecektir. Zayıf gözlerin, kudretsiz dimağların, ül***i geriye götüreceğinden şüphe yoktur.
Bunun çabası içinde olan, Atatürk düşmanlığında birleşen fakat amaçları farklı olan teokratik düzen özlemcileri, bölücü ve II.Cumhuriyetçiler hiçbir zaman başarılı olamayacaklardır.
Çünkü, Türk ulusu sonsuza dek Ata'sına sahip çıkıp, onun izinde yürüyecektir.
Mustafa Kemal "Hakikati konuşmaktan korkmayınız." demişti. Atatürkçüler olarak, hakikati konuşmaktan korkmadık ve korkmayacağız. Doğru bildiğimiz yoldan şaşmayacağız. Ruhun şad olsun ATATÜRK!
(*) İl Millî Eğitim Müdürü
KONYA
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:50
Sevgili Ata'm
Emine DÜŞÜNCELİ (*)
Sevgili Ata'm,
Ben, bize bıraktığın cennet yurdun bir köşesinden sana sesleniyorum. Seni hiç görmedim, seninle konuşamadım. Seninle aynı havayı teneffüs edemedim. Sana çiçek sunmak isterdim. Bıraktığın cennetin bahçelerinden dal dal, boy boy; alı yeşiline karışmış demetler sunmak isterdim.
Sana, içine yurdumun kokusu sinmiş bir mektup yazıyorum. Her kelimesinde Akdeniz'i,Karadeniz'i göreceğin; her cümlesinde İzmir'i, Ankara'yı okuyacağın ve her hecesinde Samsun'un yaylalarını, çiçeklerini, pınarlarını hissedeceğin. Mektupta beni, bizi, kısaca tüm ulusumu göreceksin.
Mektubumda, sana güneşin ışıklarını, toprağımın verimini, yağmurumun bereketini getireceğim. Sana, ilkbaharda tohum saçan köylümün çalışkanlığını, tahta başında ders veren öğretmenimin azmini, ekmek ve kitap parası için sokakta simit satan çocuğun alın terini getireceğim. Şehit olmuş asker anasının feryadını, kundaktaki bebeğin hayata ilgisini, okul yolunda bir öğrencinin hayallerini getireceğim.
Kim bilir ne çok özlemişsindir Anafartalar'ı,Çanakkale'yi,İzmir'i?... Belki hâlâ özlemini duyuyorsundur Samsun'a ayak bastığın ilk günün... Bize ders olarak anlatılan Çanakkale'den, Arıburnu'ndan insanımın sesini. Bandırma Vapuru'yla Samsun'a yol aldığın Karadeniz'den köpük köpük deniz kokusunu gönderiyorum.
Aradan geçen bunca seneden sonra biz de seni çok özlüyoruz. Sana şiirler yazıyoruz. Her gün, her an sevecen bir gülümseyişle bize bakıyorsun. Sen bizi duyuyor, görüyorsun. 2000 yılında,Cumhuriyetimizin 77. yılında senin başarılarını sahipleniyor, onlarla öğünüyoruz. Bilmem bana inanıyor musun?
Ben, seni seviyorum Atatürk'üm. Seni çok seviyorum. Sana ve yurduma lâyık biri olarak yetişeceğime söz veriyorum. Sen bizlere kılavuzluk etmeyi sürdüreceksin. Senin rehberliğinde çağdaşlığa, uygarlığa, bize gösterdiğin hedeflere, aklın ve bilimin ışığına kavuşacağız. Sensiz olmuyor sevgili Atatürk'üm!
Mektubumun sonunda sevgili Atatürk, senden bize inanmanı, bize güvenmeni ve sonsuzluk uykusunda rahat olmanı diliyorum. Bizler, hepimiz, ilerde doktor, öğretmen, mühendis olacağız. Bizler, senin yenilikçi, coşkun ruhunu taşıyan MUSTAFA KEMALLER olarak yetişeceğiz. Sana söz veriyorum.
Sana bunları anlatabildiğim için, sesimi sana duyurabildiğim için, ulusumun selâmını sana iletebildiğim için mutluyum. Mutluyum, çünkü artık ben de bir MUSTAFA KEMAL'im!..
(*) Anamur Fatih İlköğretim Okulu Öğrencisi / İÇEL
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:51
PAŞA'M
A. Doğucan HANEGELİOĞLU (*)
Keşke sen olsaydın ve daha güçlü, daha aydın günlere beraber yürüseydik seninle!
Bak, Türkiye'n nasıl büyüdü, nasıl yüceldi senin aydın yolunda. Cumhuriyeti armağan ettiğin halkın nasıl senin izinde gidiyor.
Bizler, çocukların ise yaktığın meş'aleyi söndürmemek için, aydınlık bir gelecek için, ülkemiz için hep en iyisini yapma gayret ve çabasındayız. Devamlı ileriye bakıyoruz sabır ve inançla.
Bizim olan bu vatan için ant içtik çıkar gütmemeye; cehaletle savaşmaya; ilimde, fende hep birinci sırada olmaya; dürüst, güvenilir ve çalışkan olmaya; mutluluğa, aydınlığa ve güzel geleceğe...
Belki zaman zaman ülkenin manzaraları karşısında, hiç görmediğim mavi gözlerin hüzünleniyor. Oysa ki Türk gençliği hüzünlü gözlerinden değil, insanı delip geçercesine keskin ve kararlı bakışlarından güç alıyor. Sen sakın üzülme!Üzülme ki bizler de seni hayal kırıklığına uğratmanın ümitsizliğini ve çaresizliğini yaşamayalım.
Sen bil ki; gelecek bizim, yarınlar bizim ve en önemlisi bu vatan bizim! Dünya döndükçe de öyle kalacak ve dalgalanan ay yıldızlı bayrağımız hiçbir zaman yere inmeyecek ve boynunu bükmeyecek.
(*) Üsküdar Zeynep Kamil İlköğretim Okulu Öğrencisi
İSTANBUL
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:53
19 Mayıs...
MİLLİ MÜCADELEMİZİN BAŞLAMA YILDÖNÜMÜ TEKRAR KUTLU OLSUN..EYY TÜRK GENÇLİĞİ TİTRE VE KENDİNE GEL MİLLİ MÜCADELEMİZ HALA DEVAM EDİYOR !!!
Only the registered members can see the link
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:54
Ey büyük Ata'm,
Türk gençliği olarak hürriyetin, bağımsızlığın, egemenliğin, cumhuriyetin ve İnkılâplarının yılmaz bekçileriyiz.
Her zaman, her yerde, her durumda, Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için; bütün zorlukları yeneceğimize namus ve şeref sözü verir, kendimizi Büyük Türk Milletine adarız.
Türk Gençliği
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:56
Atatürk diyor ki;
"Gençler, Cesaretimizi güçlendiren ve sürdüren sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve kültür ile, insanlık değerinin, vatan sevgisinin en değerli örneği olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil, gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve sürdürecek sizsiniz..."
"Milletin bağrından temiz bir nesil yetişiyor. Bu eseri (Türkiye Cumhuriyetini) ona bırakacağım ve gözüm arkamda kalmayacak."
"Her şeye rağmen muhakkak bir ışığa doğru yürümekteyiz. Bende bu imanı yaşatan kuvvet, yalnız aziz memleket ve milletimin hakkındaki sonsuz sevgim değil, bugünün karanlıları, ahlâksızlıkları, şarlatanlıkları içinde sırf vatan ve hakikat aşkıyla ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik görmemdir."
"Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk´ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, ey Türk Çocuğu, o kabahat da senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! .. Bu belli. Fakat zekânı unut! .. Daima çalışkan ol..."
"Rica ile, merhamet dilenmekle bir millet ve devletin şeref ve istiklâli kurtarılmaz. Türk milleti, gelecek nesiller için bunu unutmamalıdır."
Mustafa Kemal Atatürk
sarıkanarya_41
19-05-2008, 14:57
19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımız Kutlu olsun..
"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE."
"ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR."
ibalaban
19-05-2008, 15:19
Only the registered members can see the link
Bir Daha Gel, Gel Samsundan
Sana Hasret Sana Vurgun Gönlümüz
Neredesin Mavi Gözlüm
Nerde Nerde Nerdesin Dost
Bu Gemi Bu Karadeniz
Sarı Saçlım Mavi Gözlüm
Nerde Nerde Nerdesin Dost
Ararım İzini Dolmabahçeden
Bir Daha Dönmezmi Bu Yola Giden
İçimde Sen ,Gözümde Sensarı Saçlım Mavi Gözlüm
Nerde Nerde Nerdesin Dost
Kurban Olam Yürüdüğün Yollara
Kara Peçe Yakışmıyor Kullara
Uyan Bak Bizim Hallara
Sarı Saçlım Mavi Gözlüm
Nerde Nerde Nerdesin Dost
Bulutlar Terinden, Dağlar Kokundan
Sarhoştur Sevdiğim Mahsuni Bundan
Bir Daha Gel, Gel Samsundan
Sarı Saçlım Mavi Gözlüm
Nerde Nerde Nerdesin Dost
ahmeTTaşar
19-05-2008, 21:37
Only the registered members can see the link
19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI KUTLU OLSUN.Atatürk ve Cumhuriyet
‘’Gökteki ay, yıldız indi kana bayrak oldu,
Bu milletin mücadelesi dünyaya destan oldu,
Söylendi dilden dile marş oldu istiklal ile
O mavi gözler ışık oldu, geleceğe inanç ile.’’
Ne acılar çekti bütün satılmışlıkların içerisin de bu memleket, ne kanlar döküldü sebepsizce güç uğruna. Yinede başaramadılar yetmedi güçleri, bu memleketin milletin onurunu esir etmeye. Bir oldu bu memleketin insanı o emperyalist güçlere karşı. Atatürk’ ün hep ileriye bakan o mavi gözlerinde. Umut oldu bir çift mavi göz çakmak çakmak bakarken bu toprağın insanına, haklı ve onurlu mücadelesinde. Ne top ne tüfek, ne hiçbir şey yıkamadı bu onuru bu gururu, memleketin hürriyet mücadelesini. Yetmez de zaten yetmeyecekte.
Bu gün değişik silahlar bulmuşlar geçmişi bir tarafa bırakarak. Birlik beraberliği, din mezhep çatışmaları ile ırk ayrımcılığı yaparak dağıtmaya çalışıyorlar, topla tüfekle başaramadılar. Süngüye ise, zaten hiç geçemediler. Yıkılmaya mahkûm oldu onların bu karanlık düşünceleri. İşte böyle bir ulusun Cumhuriyet mücadelesi.
‘’Neler acılar çekti bu millet geçmişinde
Ne yazık ki kalmış onlar için artık mazide
Kendini bilmez birkaç ucube
Dil uzatır elbet ulu öndere…’’
Ama ne yazık ki günümüzde bazı insanlar bu günlere nasıl geldiğimizi unutur, atalarımızın ulu önderin peşindeki mücadelesi hiç olmamış gibi davranır, değişik hayaller içerisinde hareket eder olmuşlar. Yazık. Hiç yakışmayacak bu şanlı tarihimize bu birtakım kişilerin davranışları, kara leke olarak geçecek, bunun farkında bile değiller. Şimdi gün onların gibi gözükse de, bunun hesabı, yine bu millletin tokatı olacak yüzlerine. Bu şanlı coğrafyanın onurlu insanları, elbette bir kurtuluş savaşı mücadelesi verecek bu karanlık düşüncelere karşı. Ve kazanacak. Tekrar bir tarih yazacak. Kimse bu büyük ulusu bir takım güçlerin güdümüne sokamaz. Ve bunu yaparken sanki olması gerekeni yapıyormuş gibi, allayıp, pullayıp sanki Atatürk bunu istiyormuş gibi anlatamazlar. Ne yaptıklarını görüyor her kez. Onlar bu mücadeleyi ağızlarına bile almaya korkarlarken, o mücadelenin liderinin ismini zikretmekten çekinirlerken, nasıl sahip çıkacaklar cumhuriyete peki sorarım. Ne olduğunu bile bilmezler ki. O softalar demokrasiyi sadece ulaşmak istedikleri noktaya ulaşabilmek için bir alet olarak görmekten başka ne yapıyorlar ki.
‘’Tarihe destan yazdılar iman ile
Sınırları çizdiler akan kan ile
Tek yürek oldular ATATÜRK’ün peşinde
Kurdular Cumhuriyeti o şanlı zafer ile.’’
Ben bu memleketin insanlarına bir çağrıda bulunmak istiyorum buradan, bu yazımdan, her kez den ulu önder M. Kemal ATATÜRK ‘ ün Gençliğe Hitabesini okumasını istiyorum, bir kez daha. Sanki o büyük lider, mavi gözlü devin bu günleri görerek o günden, günümüzü tarif eder gibi seslenişini görmesini istiyorum. Nasıl da tarif uyuyor günümüze, nasılda anlatıyor gafleti, delaleti, nasılda anlatıyor memleketin satıldığını, uyanalım lütfen, bu üzerimize oynanan oyunlara dur demenin zamanı geldi. Öyle sesleniyor M.Kemal ATATÜRK, bize ta o günlerden, ‘’…vazifeye atılmak için içinde bulunduğun halin, imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin…’’ öyle sesleniyor bizlere, onlar düşünmediler çünkü, Çanakkale’de, İstiklal Harbinde, düşünmediler o zaman, bizlere bu vatanı, her şeylerinden vazgeçerek canlarından bile, öyle hediye ettiler, bu gün o insanların ruhları aramızda dolaşıyorlar, onlara karşı borcumuz var hesabımız var, bu vatan, bu bayrak, CUMHURİYET, Onların ve ulu önder ATATÜRK ‘ün bize armağanıdır ve gelecek nesillere sapa sağlam ulaştırmamız gerek bir emanettir. Elimizdeki en kıymetli hazineye sahip çıkalım ve bu günlerde daha da hassas olalım. Onların düşüncelerinin, emellerinin gerçekleşmesini engelleyelim.
‘’Güzel vatanımın güzel insanı,
Geldi şimdi görev zamanı
Emanet bu vatan, sana atandan
Sahip çık artık Cumhuriyete,
Tek bir laf ettirme Ulu Öndere…’’
Evet, gerekli cevabı verelim, Cumhuriyetimize dil uzatanlara, bu memleketin kardeş insanlarını birbirine düşürmeye çalışanlara, atalarımızın kanı kurumamış topraklarını satan zihniyete, Atatürk’e dil uzatanlara cevabımızı verelim.
Alıntı:SERKAN ÖZTÜRK
Ellerinize sağlık çok güzel bir çalışma olmuş
ahmeTTaşar
19-05-2008, 21:37
Only the registered members can see the link
Ellerinize SAĞLIK..ATAM İZİNDEYİZ CUMHURİYETİN BEKÇİLERİYİZ...
emeğinize sağlık arkadaşlar
Ellerinize yüreğinize sağlık arkadaşlarım. Çok sağolun. Bu bilgi ve belgeler için.
Saygılar.
Powered by vBulletin® Version 4.2.5 Copyright © 2025 vBulletin Solutions, Inc. All rights reserved.