Orijinalini görmek için tıklayınız : Gazete Haberlari...
sarıkanarya_41
03-06-2008, 14:17
12 bin Euro kaptırdı, falcının evini bastı
3 Haziran 2008Yaşar ANTER/BODRUM (Muğla), (DHA)Only the registered members can see the linkĞLA'nın Bodrum İlçesi'nde, hayatını düzene sokacaklarını ve daha çok para kazandıracakları vaadiyle, 3 falcıya yaptıkları büyü ve tılsım karşılığında son 1 yılda 12 bin Euro kaptırdığını ileri süren muhasebe müdürü 34 yaşındaki Ayşe K. çılgına döndü.
“İşlerim iyiye gideceğine daha da bozuldu, iflasın eşiğine geldim, hayatım sizin yüzünüzden kabusa döndü” diyerek, kendilerine ‘Rebeca’, ‘Christina’ ve ‘Marica’ takma adlarını veren falcı anne ile 2 kızının evini basan K., jandarmanın araya girmesiyle sakinleştirilebildi. Jandarma suçlamayla ilgili soruşturma başlattı.
Bodrum'da özel bir şirkette muhasebe müdürlüğü yapan bekar Ayşe K., yaklaşık 1 yıl önce, kötüye giden işlerini düzeltip daha fazla para kazanmak ve bireysel ilişkilerini iyileştirmek için çareyi falcılarda aramaya karar verdi. Bodrum'un Güvercinlik Köyü'nde oturan ve takma adları Marica, Rebeca ve Christina olan üç falcıyla irtibata geçen muhasebeci K., iddiaya göre çeşitli periyotlarda yaptırdığı büyü ve tılsımlar için toplam 12 bin Euro ödedi.
8 seansı için 7 bin Euro ödediği büyülerin bugüne kadar hiçbir etkisini göremediğini, 5 bin Euro verip satın almak zorunda bırakıldığı ve altın olduğu savunulan tılsımlı nazar boncuğunun ise sahte çıktığını iddia eden muhasebeci K., çileden çıktı. Bodrum Cumhuriyet Savcılığı'na ve jandarmaya gidip şikayetçi olan muhasebeci, kendisi gibi 8 kişinin daha aynı yöntemle dolandırıldığını kaydetti, hızını alamayınca da soluğu falcıların evinde aldı.
Evin bahçesinde, çevrede sadece takma adlarıyla bilinen anne 64 yaşındaki N.D. (Marica), kızları 37 yaşındaki J.D. (Christina) ve 32 yaşındaki Ş.D. (Rebeca) ile muhasebeci Ayşe K. arasında tartışma çıktı.
Aldatıldığını ve 1 yıl içinde toplam 12 bin Euro tutarında dolandırıldığını ileri süren K., “İşlerim iyiye gideceğine daha da bozuldu, iflasın eşiğine geldim, hayatım sizin yüzünüzden kabusa döndü” diyerek anne ve kızlarının üzerine yürüdü. Anne N.D. de muhasebeci Ayşe K.'ya saldırdı. Kavganın büyümesi, olay yerine gelen jandarma ekiplerince güçlükle önlendi, karşılıklı küfürleşmeler yaşandı.
Ayşe K., “Bana verilen, tılsımlı ve altın olduğu iddia edilen 5 bin Euro'luk nazarlığın Bodrum pazarında 2 YTL'ye satıldığını öğrenince beynimden vurulmuşa döndüm. Ayrıca, büyülerin hiçbir etkisini görmedim. Tersine, büyü ve tılsımdan sonra tüm işlerim bozuldu, kişisel ilişkilerimde düzen kalmadı. Eşyalarımı satıp haciz ve borçlarımı ödemeye başladım, iflasın eşiğine geldim. Bunları daha önce dile getirdiğimde benden 5 bin euro daha istediler, ödemeye yanaşmayınca da yüzüme karşı beddua ettiler. Allah hepsini kahretsin. Beni yaktılar, bari başkalarının hayatı kararmasın” diye dert yandı.
J.D. ise iddiaları yalanlarken, Atina'da hukuk fakültesinde okuduğunu savundu, Bodrum'da çalıştığı avukata gelen Köroğlu'nun haciz davası için kendilerine altın verdiğini ileri sürdü.
Ancak, büyü ve tılsım yaptıkları belirtilen anne ve 2 kızı hakkında, daha önce de 8 kişinin dolandırıldıkları gerekçesiyle şikayetçi olduğu ortaya çıktı. J.D. hakkında ise kendini avukat olarak tanıtıp dolandırıcılık yapmak suçundan kamu davası açıldığı öğrenildi. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.
sarıkanarya_41
03-06-2008, 14:18
Yolsuzlukların üzerine giden gazeteci dövüldü
A.A.Hırvatistan'da organize suç ve yolsuzluk davalarını açığa çıkaran bir gazeteci beyzbol sopalarıyla dövüldü.
Evinin önünde iki kişinin saldırısına uğrayan Yutarnyi List gazetesi muhabiri Duzam Milyus, beyin sarsıntısı ve kolunda kırıkla hastaneye kaldırıldı. 20 yıldır bu tür haberler yapan 47 yaşındaki gazeteci, başlarında kask olduğu için dün gece kendisine saldıranları göremediğini söyledi.
Bu arada Vecernyi List gazetesinde de Milyus'un ismi ve fotoğrafıyla ölüm ilanı çıktığı belirtildi. Gazete, yayını yüzünden özür dileyerek, bunun "prosedürle ilgili bir hata" olduğunu bildirdi. Yutarnyi List editörü Davor Butkoviç, olayın, AB'ye aday bir ülkede özgür basına saldırı olduğunu belirtti.
Butkoviç, "Yayıncıların, tüm devlet kurumlarında adamları bulunan suç örgütlerinden yıllardır tehditler aldığını" da söyledi. Hırvatistan'ın başkenti Zagreb'de geçen ay da karayollarından sorumlu bir yetkili, kentte yolsuzluk olayını ortaya çıkardığı için yine beyzbol sopalarıyla saldırıya uğramıştı.
Yolsuzluk ve organize suçla mücadelenin yanı sıra yargı, kamu yönetimi ve ekonomide reform, 2011'de AB'ye üye olması beklenen Hırvatistan'dan istenen kriterler arasında bulunuyor.
sarıkanarya_41
03-06-2008, 14:18
Hamaney: Bush akıl hastaları gibi
A.A.İran'ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, ABD Başkanı George Bush'un “akıl hastaları gibi davrandığını” söyledi.
Ayetullah Hamaney, İslam Devrimi lideri Ayetullah Humeyni'nin ölüm yıl dönümü nedeniyle mezarı başında düzenlenen anma programında, ABD (Only the registered members can see the link) Başkanı Bush (Only the registered members can see the link)'un politikalarını da eleştirdi.
ABD (Only the registered members can see the link) Başkanının istikrarsız politikalarının Amerika'nın Irak (Only the registered members can see the linkırak/) ve Afganistan (Only the registered members can see the link)'daki başarısızlığını derinleştirdiğini ifade eden Hamaney, bölge milletlerini “Amerikan zorbalığına karşı direnmeye” çağırdı. Konuşmasında ABD (Only the registered members can see the link) Başkanı Bush (Only the registered members can see the link) ve sertlik yanlısı ekibini de eleştiren Hamaney, şunları söyledi:
“ABD Başkanı ve ekibindekilere bakıldığında, yaptıklarının akıl hastalarınınkine benzediği görülüyor. Onlar bazen tehdit ediyorlar, bazen da suikast planlıyorlar. Ve bir zaman da geliyor yardım istiyorlar. Bu, deli insanların sendelemesine, sağa sola sallanmasına benziyor.”
sarıkanarya_41
03-06-2008, 14:19
5 bakanın ihracı istendi
3 Haziran 2008Only the registered members can see the linkürk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, mühendis olan 5 bakanın ihraç edilmesini istedi.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) 40. Olağan Genel Kurulu'nda mühendis kökenli 5 bakan için, üyesi oldukları odalardan ihraç edilmeleri önerisinde bulunuldu.
TMMOB 40. Olağan Genel Kurulu, Karayolları Genel Müdürlüğü Toplantı Salonu'nda başladı.
Divanın oluşturulmasından sonra bazı oda başkanları ve delegeleri, hükümetteki mühendis kökenli bakanlardan Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Nafiz Özak (inşaat mühendisi), Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım (gemi mühendisi), Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler (metalurji mühendisi), Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun (inşaat mühendisi), üyesi bulundukları TMMOB'a bağlı odalarından "ihraç talebi" ile oda onur kurullarına sevk edilmesi için ek gündem maddesi olarak önerge verdiler.
Talebin gerekçesi şöyle özetlendi: "Bakanlıkları süresindeki icraatları, kamunun ve ülkenin çıkarlarının korunmasında, yurdun doğal kaynaklarının bulunmasında, korunmasında ve işletilmesinde, çevre ve tarihi değerlerin ve kültürel mirasın korunmasında, tarımsal ve sınai üretimin artırılmasında ve teknik kalkınması yönünde olması gerekirken, kamu mallarının ve çıkarlarının yerli yabancı sermaye gruplarına feda edilmesi şeklinde gerçekleşmiş ve devam etmektedir."
Divan başkanı da bu öneriyi Kararlar Komisyonu'na sevk edeceğini bildirdi. Konunun, Kararlar Komisyonu'nda genel kurulun son gününde ele alınmasının beklendiği, burada alınacak kararın odalara iletileceğini öğrenildi.
sarıkanarya_41
03-06-2008, 14:20
TÜSİAD: Sanayi sektörü istihdamda başı çekiyor
A.A.Only the registered members can see the linkÜSİAD, 2008'in ilk çeyreğinde sanayi sektörünün istihdamda başı çektiğini bildirdi.
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), 2008'in ilk çeyreğinde sanayi sektörünün istihdamda başı çektiğini bildirdi.
TÜSİAD, TÜİK tarafından açıklanan Hanehalkı İşgücü Anketi 2008 yılı Ocak-Şubat-Mart dönemi sonuçları ile ilgili bir açıklama yaptı.
Açıklamada, şu görüşlere yer verildi:
"2008 yılının ilk üç aylık sonuçlarına göre, geçtiğimiz yılın aynı dönemine kıyasla tarım dışı sektörlerde 355 bin kişilik yeni istihdam yaratılmıştır. İş gücünün, 414 bin kişiyle yaratılan istihdamın üzerinde artması sonucunda tarım dışı sektörlerde işsiz sayısı 59 bin kişi yükselmiştir. 2007 yılının son üç çeyreğinde azalan tarım dışı sektörlerdeki işsizlik oranı; 2008'in ilk döneminde, geçen senenin aynı dönemindeki seviyesine yükselerek yüzde 14,2 olarak gerçekleşmiştir. Geçtiğimiz bir yıl boyunca, tarım dışı sektörlerde işsizlik oranının aşağı çekebilmesi için yaratılması gereken 550 bin kişinin altında istihdam yaratılmaktadır.
İş gücüne katılım oranının düşmesi, işsizlik oranının daha da yükselmesini engellemektedir. Yılın ilk çeyreğinde, Türkiye genelinde iş gücüne katılan kişi sayısı 158 bin kişi artmasına rağmen, çalışabilir nüfus artışı ile karşılaştırıldığında, iş gücüne katılımın sınırlı olduğu görülmektedir. Aynı dönemde iş gücü yüzde 0,7 oranında artarken, iş gücüne dahil olmayan kişi sayısı yüzde 2,2 artmıştır. Böylece Türkiye genelinde, iş gücüne katılım oranı 0,4 puan azalarak yüzde 45,9'a gerilemiştir. Bu durum özellikle kadın iş gücünde belirginleşmektedir. 2007'in ilk çeyreğinde iş gücü, erkeklerde 219 bin kişi artarken, kadınlarda 61 bin kişi azalmıştır. Erkeklerde, iş gücüne katılım oranı yüzde 69,6 ile sabit kalırken, kadınlarda yüzde 23,4'ten yüzde 22,8'e gerilemiştir. Ekonomik yavaşlama, öncelikle kadın çalışanları etkilemekte ve kadınların iş gücü piyasasından çıkmasına neden olmaktadır.
SANAYİDE İSTİHDAM 211 BİN KİŞİ ARTTI
Sanayi sektörü istihdamı 211 bin kişi artmıştır. 2007'nin ikinci yarısında, ihracat miktarlarındaki artışın yavaşlamasıyla birlikte, 2007'nin üçüncü döneminde 35 bin kişi, son çeyrekte ise 52 bin kişi azalan sanayi sektörü istihdamı, son iki yıllık dönemdeki en yüksek artışını kaydetmiştir. Yılın ilk çeyreğinde, ihraç edilen ürün miktarının yüzde 18,2 oranında yükselmesiyle birlikte sanayi sektörlerindeki istihdam yüzde 5,2 oranında artmıştır. İhracat miktarlarında yaşanan bu artış, 2003 yılından itibaren görülen en yüksek artış olmuştur. İç talebin yavaşlamasıyla beraber ihracatın ön plana çıktığı sanayi sektörü, yaratılan yeni istihdamın belirleyicisi konumundadır.
Hizmet sektörlerinde 2005 yılında 776 bin, 2006 yılında 344 bin, 2007 yılında ise 262 bin yeni istihdam yaratılmıştır. 2008'in ilk döneminde yaratılan yeni istihdam sayısı ise 65 bin kişiye gerilemiştir. 2007'nin ikinci döneminden başlamak üzere, hizmet sektörlerinde yaratılan istihdam giderek yavaşlamaktadır. Ekonominin genişleme döneminde başı çeken ve 2002-2006 yılları arasında 1,9 milyon kişilik yeni istihdam yaratan hizmet sektörü, ekonominin yavaşlamasıyla birlikte istihdam yaratma gücünü yitirmektedir. Bu gelişme, tarım dışı sektörlerde yaratılabilecek toplam istihdam açısından tehlike sinyali olarak değerlendirilmektedir."
sarıkanarya_41
03-06-2008, 14:20
Diyarbakır’da 97 kilo eroin ele geçirildi
3 Haziran 2008Muharrem KONTAZ/DİYARBAKIR, (DHA)DİYARBAKIR’da, polisin düzenlediği uyuşturucu operasyonunda 97 kilo eroin ele geçirildi. Olayla ilgili yakalanan 4 kişiden 3'ü tutuklandı.
Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, aylardır süren teknik takibin ardından operasyon düzenledi. ‘Aslanağzı 21’ adı verilen operasyonda, bir kamyonette, inşaatlarda kullanılan kalas ve tahtalar oyularak içine yerleştirilmiş, inşaat malzemesi görüntüsü verilmiş 97 kilo eroin ele geçirildi. Olayla ilgili 4 kişi gözaltına alındı.
Polisteki soruşturmalarının ardından adliyeye sevkedilen 4 kişiden 3’ü çıkarıldıkları mahkemede tutuklanarak cezaevine gönderildi.
sarıkanarya_41
03-06-2008, 14:20
'Herkes keneyi çıkartabilir'
3 Haziran 2008Harun GÖKÇEOĞLU/YOZGAT, (DHA)KIRIM Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı (KKKA) virüsü taşıyan kenelerle ilgili 2004 yılından bu yana araştırmalarını sürdüren Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Zati Vatansever, Yozgat il genelinde yaptığı saha çalışmalarına devam ediyor. Doç.Dr. Zati Vatansever, “Vücudumuza kene tuttuğunda korkmamak gerekir. Her kenede mikrop yoktur. Kene ne kadar çabuk çıkartılırsa, hastalık riski de o kadar azdır. Keneyi çıkartmak için de herhangi bir uzmana gerek yok” dedi.
KKKA Hastalığının görüldüğü bölgelerde araştırma yapan Doç. Dr. Zati Vatansever, hastalık ve kene konusunda bilgi kirliliği yaşandığını ve toplumun yanlış bilgilendirildiğini söyledi. Doç.Dr. Vatansever, “1989 yılından beri kene ve kenelerle bulaşan hastalıklar konusunda çalışmalar yapmaktayım. 2004 yılından itibaren ise KKKA taşıyıcısı kenelerle ilgili saha çalışması yapıyorum. Keneler 200 kadar hastalık bulaştırabilmektedir. Ancak son günlerde yaşanan yoğun bilgi kirliliğinden dolayı toplumda kenenin kendisinin hastalık etkeni olduğu gibi bir yanlış kanı oluşmuş ve toplumda paniğe sebep olunmuştur. Oysa ki; keneler bir hastalık etkeni barındırmadığı sürece çok tehlikeli değildir, ender olarak alerji ve felce neden olabilirler. Keneler taşıdıkları mikropları vücuda tutunur, tutunmaz vermezler. Bunun için biraz zaman gereklidir. Bazı bakteriyel hastalıklarda bu süre 48 saat kadar uzun olabileceği gibi, bazı viral hastalıklarda bu 6 saate kadar düşebilir. Buradan da kenenin ne kadar çabuk çıkarılırsa, hastalık riskinin o kadar düşük olacağı ortaya çıkmaktadır” dedi.
KENE SADECE TÜRKİYE’NİN SORUNU DEĞİL
Kenelerle bulaşan hastalıkların sadece Türkiye’nin sorunu olmadığını belirten Doç.Dr.. Vatansever, “ABD’de yılda 25 bin kişide Lyme Borreliosis görülmektedir. Yine Avrupa'da Laym hastalığı ve Tick-borne encephalitis (Kene ensefaliti) en önemli sağlık sorunları arasındadır. Güney Rusya (Only the registered members can see the link) Federal eyaletleri de, Türkiye’de olduğu gibi KKKA hastalığı ile uğraşmaktadır. Kenelerle bulaşan hastalıklar söz konusu olduğunda, öncelikli olarak toplumun bilinçlendirilip, keneden korunma yöntemlerini kullanması sağlanmalıdır. Bizim de bunu yapmamız gerekir. Diğer taraftan bu hastalıkların bir çoğu kene sayısının artışı ile ilgili olduğu için buna yönelik tedbirler alınmalıdır. Bu amaçla hayvanların et ve sütte kalıntı bırakmayan ilaçlarla yaz boyunca ilaçlanması en etkili yöntemdir. Geniş doğal alanların ilaçlanması kesinlikle doğru değildir. Bunun yanında küçük park ve mesire yerlerinin çevreye zarar vermeyecek ilaçlarla ilaçlanmasında sakınca yoktur” diye konuştu.
KEKLİK, KARINCA VEYA ÇEKİRGE GİBİ HAYVANLAR KENEYİ TÜKETMEZ
Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Zati Vatansever, “Bugün dünyada kenelere karşı kullanılabilecek bir biyolojik mücadele yöntemi yoktur. Keklik, karınca veya çekirge gibi hayvanların keneyi tüketeceğine ilişkin haberler ise, ne yazık ki; yanıltıcıdır. Anılan hayvanların hiç biri kene popilasyonunu kontrol edemez, hatta keklikler kene sayısının artışına bile neden olabilir. Biyolojik mücadele konusunda bu gibi haberler, toplumda gereksiz beklentilerin oluşumuna neden olmaktadır ve bu durum insanların asıl hedef olan kişisel korunmaya odaklanmasına engel olmaktadır” dedi.
KENE GECİKMEDEN ÇIKARTILMALI
Doç.Dr. Zati Vatanseder, normalde keneye çıplak elle dokunmanın zararsız olduğunu belirtirken şöyle devam etti:
“Ancak bunun el ile ezilmesi ve kenede mikrop bulunması durumunda, mikropların eldeki küçük çizik veya çatlaklardan kana karışması riski vardır. Bu nedenle keneyi çıplak elle tutmak sakıncalıdır. Vücudumuza kene tuttuğunda korkmamak gerekir. Her kenede mikrop yoktur. Kene ne kadar çabuk çıkartılırsa hastalık riski de o kadar azdır. Keneyi çıkartmak için herhangi bir uzmana gerek yoktur. Herkes kendi kenesini çıkartabilir. Zaten, kırsal alanda yaşayan insanlarımız bunu çok iyi yapabilmektedir. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken, kenenin üzerine herhangi bir kimyasal madde uygulamamaktır.
Keneyi parmaklarımız yardımı ile çıkartmak en kolay ve etkili yoldur. Burada dikkat edilmesi gereken, parmaklarımız ile kene arasına ağaç yaprağı, eldiven, naylon parçası, peçete gibi bir bariyerin konulması gerekmektedir. Keneyi sabit ve yavaş bir kuvvetle çektiğimizde çıkacaktır. Keneyi çıkartırken bazen ağız organları (başı) deri içinde kalabilir, bunun bir hastalık riski yoktur. Bu, deriye batmış ağaç kıymığı gibi algılanmalıdır. Hastalanan insanların, keneyi kendi imkanları ile çıkaranlar olduğu konusundaki haberler, yanıltıcıdır, gerçekle ilgisi yoktur. Hastalığın oluşumu keneyi nasıl çıkarttığımızla ilgili değildir, kenenin ne kadar uzun süre kan emdiği ile ilgilidir.”
ŞEHİRLERDEKİ PANİK GEREKSİZ
KKKA hastalığının kırsalda yaşayan, tarlada çalışanların hastalığı olduğunu belirten Doç.Dr. Vatansever, “Şehirlerdeki panik gereksizdir. Kırsalda yaşayan insanlar çocukluklarından beri tarlada çalışırken her gün üzerinden kene toplar, buna alışkındır. Bu yüzden de keneyi hastalıkla bağdaştırmazlar. Bazen keneyi geç fark ettikleri de olur. Bu durumda mikrobu aldılarsa bir-kaç gün içinde ateş, baş ağrısı ve aşırı kırgınlık gibi belirtiler oluşur. Ancak, kırsaldaki insanlarımız bu gibi belirtileri genellikle ciddiye almazlar, ‘tarlada çalışırken terledim, rüzgar vardı, kırılmışım biraz’ deyip, geçiştirirler. Oysa ki, bu belirtileri bir kaç gün önceki kene tutması ile bağdaştırıp, doktora gitseler, erken müdahale şansı olacaktır” diye konuştu.
sarıkanarya_41
03-06-2008, 14:21
AİHM'den türbana 1 ret, 1 kabul
3 Haziran 2008hurriyet.com.trAİHM, derste türban takmak isteyen öğretmenleri haksız buldu.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başörtülü öğretmenlik yaptıkları için işlerini son verilen Fatma Karaduman and Sevil Tandoğan'ın yaptığı başvuruyu karara bağladı.
AİHM, başörtüsü yasağı nedeniyle din ve inanç özgürlükleri ihlal edildiğine dair iddiayı reddetti. Oybirliğiyle alınan kararda daha önce alınan Leyla Şahin kararına gönderme yapıldı. Bu gönderme türban konusunda AİHM'in içtihatının oturduğu yorumlarına neden oldu.
Mahkeme Leyla Şahin kararında, başvurucunun laik bir ülkede olduğunu bilmesine rağmen okulda başörtüsü takmak istemesinin haksız olduğunu vurgulamıştı.
Karaduman ve Tandoğan'ın başvuru yaptığı diğer konu ise adil yargılanmadıkları iddiasıydı. Mahkeme Danıştay (Only the registered members can see the linkıştay/) Başsavcısı'nın mütaalasının kendilerine geç ulaştırılmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine karar verdi.
Mahkeme başvurucuların manevi tazminat olarak 400 bin euro ve mahkeme masrafları için 20 bin euro talebini de reddetti.
sarıkanarya_41
03-06-2008, 14:21
İzmir'de CHP varoşta, AKP plajda oy peşinde
3 Haziran 2008Elif DEMİRCİ/İZMİR, (DHA)İZMİR'de siyasi partiler, yerel seçim stratejilerini oy potansiyellerinin düşük olduğu bölgeler üzerine kurdu. CHP varoşlarda, AKP ise plajlarda seçmenden oy istiyor.
Son seçimlerde varoşlardaki desteğini AKP (Only the registered members can see the link)'ye kaptıran CHP (Only the registered members can see the link), bir hezimet yaşamamak için gecekondu bölgelerine ağırlık verdi. CHP (Only the registered members can see the link) en güçlü olduğu sahil ilçelerinden çekilerek, varoşlara girdi. CHP (Only the registered members can see the link)'nin çekildiği yerleri ise AKP (Only the registered members can see the link) dolduruyor.
Kapatılması için dava açılan parti, İzmirliler'in gönlünü, kurduğu ‘Önyargı timi’ ile fethetmeye çabalarken, ilginç stratejilerle de şaşırtıyor. 25 yıldır İzmir (Only the registered members can see the link)'in Çeşme İlçesi'nde oturan AKP (Only the registered members can see the link) İlçe Başkanı Atilla Certel, ilçede partisinin oy oranını artırmak için plajlarda, barlarda ve beach club'larda propaganda yapıyor. Güneşlenen, denize giren ya da kumsalda içkisini yudumlayan tatilcilerin yanına giderek kendini tanıtan Certel, onlara AKP (Only the registered members can see the link)'nin 5 yıllık icraatlarının yer aldığı kitapçık ile Genel Merkez'in her ay düzenli olarak çıkardığı ‘Türkiye Bülteni’ni dağıtıyor.
Beden dili ve iletişim konularında kişisel gelişim eğitimi alan Certel, özellikle gençlerle çok iyi diyalog kurduğunu belirterek, “Partiye karşı önyargılı olan AKP (Only the registered members can see the link)'ye kesinlikle oy vermeyecek birini bile ikna edebiliyorum. Genel Merkez'in ‘her ilçe seçmen sayısının en az yüzde 10'u kadar üye yapmalı’ talimatını yerine getirdik. Çeşme'de 2 bin 800 kişinin yakasına AKP (Only the registered members can see the link) rozeti taktık. Amacımız bu oranı yüzde 40'a çıkarmak. Bunun için de sezonun açıldığı 1 Haziran Pazar günü plajlara, barlara, beach club'lara girerek propaganda yaptık. Zayıf olduğumuz alanda güçlenmeye çalışıyoruz” dedi.
sarıkanarya_41
03-06-2008, 14:22
nşallah bilgisayar yanılır!
Altan TANRIKULU 3 Haziran 2008 Only the registered members can see the link 2008 başlamadan önce, PlayStation'da oynandı. Bakın Türkiye kaçıncı oldu, şampiyon kim oldu.
7 Haziran akşamı saatler 21.45’i gösterdiğinde sadece Türkiye sınırları içindeki değil, dünyanın dört bir köşesindeki Türk vatandaşlarının gözü İsviçre-Türkiye maçında olacak.. Kalpler galibiyet için atacak... Lig TV’de Melih Şendil’in, atv’de Erdoğan Arıkan’ın “Gooooooool” diye haykırmasını bekleyecek milyonlar...
Peki gerçekten yenebilecek miyiz Cristiano Ronaldo’lu Portekiz’i? İsviçre ve Çek Cumhuriyeti’nin arasından sıyrılıp çeyrek finale kalabilecek miyiz? Bir adım daha ileri gidersek, 4 yıl önce Yunanistan (Only the registered members can see the link)’ın başardığı zoru başarıp, kupayı havaya kaldırabilecek miyiz?
Başta Fatih Terim (Only the registered members can see the link) olmak üzere tüm Milli Takım’ın amacı ve iddiası bu... Ama bu iddia ne kadar gerçekçi? Yani Milli Takımımız’ın maç kazanma, gruptan çıkma, kupaya uzanma hayalleri ne kadar olası?
Biz bütün bu olasılıkları olabildiğince tarafsız bir şekilde ve turnuva daha başlamadan sizlerin gözünün önüne sermek istedik... Hayır, hayır... Otoritelere ya da eski teknik direktör ve futbolculara sorarak yetinmek istemedik bu kez... Dünyayı saran bir tutkunun Euro 2008 için özel olarak hazırladığı bir bilgisayar oyunu sayesinde işi “chip’lere” bıraktık.. Bilgisayar verdi kararını... PlayStation söyledi son sözü..
İşin doğrusu, Nihat, Emre, Tuncay, Arda, Hamit, Rüştü ve daha birçok yıldızımıza karşın hiç de beklemediğimiz bir sonla karşılaştık PlayStation’un Euro 2008 oyununda..
Dedik ya, olabildiğince tarafsız davranalım diye... O yüzden sadece bir kez denedik şansımızı... "Ne çıkarsa bahtımıza" dedik.. Ve oyunun kuralı gereği en az bir takımı bilgisayar dışında bir kişinin oynaması gerekiyordu.. O takımı turnuvanın en zayıfı Avusturya olarak belirledik... Turnuva modunu en zora getirdik.. Türkiye’nin maç kadrosunu Euro 2008’e çağrılanlardan oluşturmaya çalıştık.. Ama Mevlüt ve Kazım’ın isimleri olmadığı için bu iki oyuncunun oynama ihtimali oluşmadı...
PlayStation'a göre Portekiz maçında hiç şansımız yok
Ve turnuva Portekiz maçıyla başladı.. Cristiano Ronaldo’nun 2, Deco’nun da bir golüyle 3-0 yenik ayrıldık ilk maçtan... Turnuvanın favorilerinden Portekiz karşısında hiç şans tanımadı bize PlayStation’un beyni..
İkinci maçta işler biraz daha iyi gitti.. Ev sahiplerinden İsviçre karşısında tek puanı Nihat’ın golüyle aldık... Fatih Terim (Only the registered members can see the link)’in gol sevinci, Milli Takım’ın coşkusu umutları son maça taşıdı..
Gruptaki son maçımız kader karşılaşmasıydı... Cenevre’nin Stade de Geneve Stadı’nda 15 Haziran 2008 akşamı yerel saatle 20.45’te başladı maç... Tuncay’ın golüne karşın Koller (2) ve Baros’u durduramadık... Kazansak çeyrek final bileti alabileceğimiz maçı kaybedince averajla grup sonuncusu olarak veda ettik turnuvaya...
Ölüm Grubu'nda Hollanda elendi, Fransa (Only the registered members can see the link) şampiyon oldu
Grubumuzdan gol yemeden ve üç maçını da kazanarak çıkan Portekiz yarı finalde Almanya’ya tek golle yenildi... B Grubu’nda çok da zorlanmadan 3’te 3 yapan Almanlar yine finale kadar çıktı...
Ölüm Grubu olarak da adlandırılan C Grubu’nda ise büyük bir sürpriz vardı.. Hollanda üç maçını da kaybederken sadece 1 gol atabildi... Grubu lider olarak tamamlayan Fransa (Only the registered members can see the link) ise genç ve zıpkın gibi kadrosuyla şampiyonluğa ulaştı, kupayı 8 yıl sonra tekrar havaya kaldırdı.
Evet, dünyanın 1 numaralı oyun aracı PlayStation’un beyni Milli Takımımız’a pek de iyi gözle bakmadı... Ama işin tarafsızlığı Hollanda’nın bile puan alamadan elenmesiyle, iki ev sahibinin gruplardan çıkamamasıyla kanıtlanmış gibi..
Ne diyelim.. İnşallah yanılırsın PlayStation!
NOT: Bu arada her türlü eleştiriden, sorudan ya da imadan rahatsız olan Fatih Hoca'dan şimdiden özür dileyelim.. Ama Hocam sadece bir oyun bu! Hem de "elin Japonu'nun" yaptığı bir oyun.. Ve ne anlar Japonlar futboldan!
PLAY STATION'A GÖRE EURO 2008 MAÇLARI
A Grubu
İsviçre-Çek Cumhuriyeti: 0-2
Portekiz-Türkiye: 3-0 (Goller: C.Ronaldo (2), Deco)
Çek Cumhuriyeti-Portekiz: 0-2
İsviçre-Türkiye: 1-1 (Goller: Barnetta, Nihat)
İsviçre-Portekiz: 0-1
Türkiye-Çek Cumhuriyeti: 1-3 (Tuncay, Koller (2), Baros)
Puan Durumu
Takımlar O G B M A Y P
Portekiz 3 3 - - 6 - 9
Çek Cum. 3 2 - 1 5 3 6
İsviçre 3 - 1 2 1 4 1
Türkiye 3 - 1 2 2 8 1
B Grubu
Avusturya-Hırvatistan: 0-3
Almanya-Polonya: 3-2
Hırvatistan-Almanya: 3-1
Avusturya-Polonya: 0-2
Polonya-Hırvatistan: 0-2
Avusturya-Almanya: 1-5
C Grubu
Romanya-Fransa: 0-1
Hollanda-İtalya: 0-2
İtalya-Romanya: 3-1
Hollanda-Fransa: 1-3
Hollanda-Romanya: 0-2
Fransa-İtalya: 3-0
D Grubu
İspanya-Rusya: 2-2
Yunanistan-İsveç: 2-2
İsveç-İspanya: 1-2
Yunanistan-Rusya: 1-0
Yunanistan-İspanya: 0-2
Rusya-İsveç: 3-0
Çeyrek Finaller
Portekiz-Hırvatistan: 3-1
Almanya-Çek Cumhuriyeti: 3-2
Fransa-Yunanistan: 4-0
İspanya-İtalya : 2-1
Yarı Finaller
Portekiz-Almanya: 0-1
Fransa-İspanya : 0-1
Final
Fransa-Almanya : 1-0
sarıkanarya_41
03-06-2008, 14:23
Keneye bir kurban daha
3 Haziran 2008A.AOndokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Hastanesinde Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı şüphesiyle tedavi gören genç, öldü.
Edinilen bilgiye göre, 4 gün önce Asarcık ilçesi Armutlu köyündeki evinin bahçesinde kene ısırması üzerine OMÜ Tıp Fakültesi Hastanesine kaldırılan Seyit Yalçınkaya (26), müdahaleye rağmen kurtarılamadı.
Bu arada, halen OMÜ Tıp Fakültesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Servisinde 13, Acil Serviste de bir kişinin Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı şüphesiyle tedavi altında tutulduğu bildirildi.
Aynı serviste tedavi gören ve Çorum'dan iki gün önce getirildiği bildirilen bir hasta da dün hayatını kaybetmişti.
sarıkanarya_41
03-06-2008, 14:24
Trabzon'da 63 sanıklı dava başladı
3 Haziran 2008Bahadır ÖKTEM/TRABZON, (DHA)TRABZON’da 2003- 2006 yılları arasında görev yapan 2 belediye başkanı ve 61 Belediye Meclis Üyesi hakkında ‘görevi kötüye kullanmak’ suçlamasıyla açılan davanın ilk duruşması bugün yapıldı. Mahkeme Heyeti, davayı 22 Temmuz’a erteledi.
Trabzon Belediyesi’nde 2003- 2006 yılları arasında gerçekleştirilen bazı işlemlerin dosyalarını inceleyen Mülkiye Müfettişleri, imar işlemlerindeki usulsüzlükler nedeniyle, sözkonusu dönemde görev yapan 2 Belediye Başkanı ve 61 meclis üyesi hakkında ‘görevi kötüye kullanmak’ suçlamasıyla dava açılmasını talep etti. Dosyaları görüşen İl İdare Kurulu da, konunun Cumhuriyet Başsavcılığı’na intikal ettirilmesini uygun buldu.
Savcılığın hazırladığı iddianamede, eski Trabzon Belediye Başkanı AKP (Only the registered members can see the link)’li Niyazi Sürmen ile görevdeki başkan CHP (Only the registered members can see the link)’li Volkan Canalioğlu’nun yanı sıra, AKP (Only the registered members can see the link), CHP (Only the registered members can see the link), MHP (Only the registered members can see the link), SP, FP, DYP ve ANAP’a mensup 61 belediye meclis üyesi hakkında, 3184 sayılı İmar Kanunu’na aykırı imar tadilatı yaptırmak ve kamuyu zarara uğratmak suçlarından 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası istendi.
Davanın ilk duruşması bugün Trabzon 2'nci Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Trabzon Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu’nun yurtdışında bulunduğu için katılmadığı duruşmada, eski Belediye Başkanı Niyazi Sürmen ve bazı meclis üyeleri ifade verdi. Sanıklar ifadelerinde, “Yapılan işlemler yasal mevzuata uygun olup, kişilerin mağduriyetine ve kamunun zararına yol açmamıştır. Suçlamaları kabul etmiyoruz” dedi.
Mahkeme Heyeti, dosyadaki bazı eksiklerin giderilmesi ve gelmeyenlerin ifadesinin alınması için duruşmayı 22 Temmuz tarihine erteledi.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:32
TBMM Başkanı Toptan Yunanistan'a gidiyor
7 Haziran 2008TBMM Başkanı Köksal Toptan, 9-10 Haziran tarihlerinde Yunanistan'ın başkenti Atina'da düzenlenecek, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesi (KEİPA) üyesi ülkeler Parlamento Başkanları Konferansına katılmak üzere yarın bu ül***e gidecek.
Yunanistan (Only the registered members can see the link) Parlamento Başkanı ve KEİPA Dönem Başkanı Dimitris G. Sıoufas'in zirve açış konuşmasıyla 9 Haziran Pazartesi günü başlayacak olan konferans, üye ülkelerin parlamento başkanları ve gözlemci statüsüne sahip parlamenter meclislerin başkanlarının konuşmalarıyla devam edecek.
KEİPA Genel Sekreteri Alexey Kudrıavtsev'in KEİPA Deklarasyonunu okuması ve deklarasyonun kabulünün ardından, TBMM (Only the registered members can see the link) Başkanı Toptan'ın da aralarında bulunduğu konuk parlamento başkanları, Yunanistan (Only the registered members can see the link) Cumhurbaşkanı Karolos Papoulias tarafından kabul edilecek.
Aynı gün Moldova Meclis Başkanı Marian Lupu ile görüşecek olan Toptan, Salı günü İstanbul (Only the registered members can see the link)'a hareket edecek.
Köksal Toptan'a, TBMM (Only the registered members can see the link) Başkanvekili Eyyüp Cenap Gülpınar da eşlik edecek.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:32
Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu Ağrı'da
7 Haziran 2008Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Ağrı'ya geldi.
Vali Mehmet Çetin'i, makamında ziyaret eden Bardakoğlu, burada valilik şeref defterini imzaladı. Vali Çetin, Ali Bardakoğlu'na üzerinde, “Ağrı” yazılı porselen tabak hediye etti.
Bardakoğlu ise Vali Çetin'e, Diyanet yayınlarından çıkan bazı kitapları hediye etti.
Daha sonra basına kapalı olarak devam eden görüşmenin ardından Bardakoğlu, Ağrı Belediye Başkanı Ekrem Aktaş'ı makamında ziyaret etti.
Bardakoğlu, Belediye Başkanı Aktaş ile yaptığı görüşmeden sonra Ağrı Müftülüğüne geçti.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:32
AKP'li Aydoğmuş kaza geçirdi
7 Haziran 2008A.AAK Parti Çorum Milletvekili Ahmet Aydoğmuş, Çorum'un İskilip ilçesinde geçirdiği trafik kazasında hafif yaralandı.
Alınan bilgiye göre, Çorum'dan, bir programa katılmak üzere Bayat ilçesine giden Aydoğmuş'un kullandığı otomobil, Çorum-İskilip kara yolunun İskilip ilçesi yakınlarında devrildi.
Aydoğmuş ve aynı araçtaki Harun Uysal İskilip Devlet Hastanesine kaldırıldı.
Hafif yaralanan milletvekilinin sol omuzunda ezilme tespit edildiği, Uysal'ın durumunun da iyi olduğu bildirildi.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:33
Atina'da 3.7'lik deprem
A.AYunanistan'da, merkez üssü başkent Atina'nın 15 kilometre kuzeyi olan, Richter ölçeğine göre 3.7 büyüklüğünde bir yer sarsıntısı kaydedildiği bildirildi.
Atina Yerbilimleri Enstitüsü, saat 02.00 sularında meydana gelen depremin, başkentin yanı sıra Pire kentinin de içinde yer aldığı Atika bölgesinde hissedildiğini duyurdu.
Enstitü, sarsıntının can ve mal kaybına yol açmadığını da kaydetti.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:34
"Sendikalar ile ilgili kanun teklifine bu haliyle onay vermeyeceğiz"
ANKATÜRK-İŞ Genel Başkanı Mustafa Kumlu, sendikal yasalarda değişiklik yapılmasını öngören kanun teklifinin “reform” niteliği taşımadığını ve ILO normlarına uygunluktan uzak olduğunu belirterek, “Çünkü teklif, sendikal örgütlenmenin önündeki engelleri kaldırmamakta, toplu pazarlık hakkının kullanımını kolaylaştırmamakta, toplu pazarlık hakkından yararlanma kapsamını genişletmemekte ve grev uygulamasını istisna olmaktan kurtarmamaktadır” dedi.
Kumlu bu hali ile söz konusu Kanun teklifinin içerdiği değişikliklerin, endüstri ilişkileri sistemine olumlu katkı sağlamayacağı inancında olduklarını kaydederek, “Bu nedenle teklifle ilgili çekincelerimiz ve teklife bu haliyle onay vermeyeceğimiz ilgili Bakanlığa iletilmiştir” dedi.
Banka ve Sigorta İşçileri Sendikası'nın 16. Olağan Genel Kurulu Dedeman Otel’de başladı. TÜRK-İŞ (Only the registered members can see the linkÜRK-İŞ/) Genel Başkanı Kumlu, burada yaptığı konuşmada, 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu'nda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun teklifini, reform niteliğinde görmediklerini belirtti. Teklifin, sendikal örgütlenmenin önündeki engelleri kaldırmadığını, toplu pazarlık hakkının kullanımını kolaylaştırmadığını, toplu pazarlık hakkından yararlanma kapsamını genişletmediğini ve grev uygulamasını istisna olmaktan kurtarmadığını vurgulayan Kumlu, şöyle konuştu:
“Şöyle ki, teklif ile öngörülen işkolu barajı, toplu sözleşme yapmak isteyen işçi sendikasını, bir işçi konfederasyonuna üye olmak mecburiyetinde bırakmaktadır. Bu koşul, var oluş sebebi temsil ettiği üyeleri için toplu iş sözleşmesi imzalamak olan işçi sendikalarının bu hakkını kullanmak için bir konfederasyona üye olmasını mecbur kılmak anlamına gelir ki bu da sendikal özgürlüğü ortadan kaldırmak demektir. Söz konusu yaklaşım, ILO sözleşmelerine açık aykırılık teşkil etmektedir.”
Sendikal örgütlenmeyi ve toplu sözleşme yapabilmeyi engelleyen en önemli düzenlemenin, işyeri ve işletme düzeyinde yapılacak sözleşmeler için toplam işçi sayısının yarıdan fazlasını üye kaydetmenin mecbur kılınması olduğuna dikkat çeken Kumlu, “Bu kural yüzünden işletme düzeyinde toplu sözleşme yapabilmek hemen hemen imkansız hale gelmektedir” dedi. Kanun teklifinin mevcut hali ile toplu sözleşme yapma hakkını kural olmaktan çıkardığını ve toplu sözleşme yapabilmeyi istisna haline getirdiğini belirten Kumlu, “Bu düzenleme toplu pazarlık hakkını ortadan kaldıran bir düzenlemedir ve kabul etmemiz mümkün değildir. Ayrıca, yapılan işin niteliğini ve özelliğini dikkate almadan işkolları sayısını azaltan düzenlemenin, bazı işçi konfederasyonlarının bünyesel sorunlarına çözüm getirmeyi amaçladığı bilinmekte ve böylece uluslararası normlar dışlanmaktadır” diye konuştu.
12 EYLÜL'ÜN YASAKÇI ZİHNİYETİNİN DEVAM ETTİRİLMEK İSTENMESİ KABUL EDİLEMEZ"
Kumlu, teklifin, sendika üyesi işçinin işsiz kalması ve işsizlik halinin bir yılı doldurması durumunda sendika üyeliğini ortadan kaldıran bir düzenleme getirdiğini de söyleyerek, bu düzenlemenin işçi ile sendika arasındaki hukuki ilişkiyi düzenleyen üyelik ilişkisinin kanun zoru ile sonlandırılmasına yol açacağını vurguladı. Kumlu şöyle konuştu:
“Bu durum üyelik haklarının korunmasını ortadan kaldırmakta ayrıca, her çalışanın sendikalara üye olma ve üyeliğini devam ettirme hakkını sınırlandırmaktadır ki, bu da Türkiye Hükümeti tarafından onaylanan ILO’ sözleşmelerine aykırıdır. Teklif, sendikaların kendi denetim organları ve denetçileri tarafından denetlenmesi temel kuralını değiştirmekte ve idarenin sendikaları denetlemesine olanak sağlamaktadır. Bu yaklaşım, AB normları ve ILO sözleşmeleri ile bağdaşmamaktadır. Sendikaların idare organları tarafından denetlenmesine yol açılması, sendikal hak ve özgürlüklere temelden aykırıdır. Sendikal hakların kullanımı ve toplu pazarlık hakkının etkinliğini sınırlandıran diğer bir düzenleme de, mevcut kanundaki grev yasaklarının aynen korunuyor olmasıdır. Yasakların yanı sıra korunan zorunlu prosedürlerle grev hakkı bir kural değil, istisna olmaya devam edecektir. 12 Eylül Askeri İdaresi tarafından hazırlanmış olan ve 25 yıl süren uygulamasıyla sorunlar yaratan bu yasakçı zihniyetin devam ettirilmek istenmesi kabul edilemez.”
Komisyondan geçen Teklif metninde, toplu pazarlık hakkının kullanımı prosedürünün kolaylaştırılması ve sadeleştirilmesi yolunun seçilmediğini dike getiren Kumlu, “Toplu sözleşme akdedebilme, uyulması zorunlu olan idari işlemler ve kesin sürelerle olanaksız hale getirilmiştir. Teklif metninin kabul edilemez bir düzenlemesi de, toplu pazarlıkta mecburi tahkime yol açması ve pazarlık hakkının serbestliğini engellemesidir” dedi.
"TEKLİFLE İLGİLİ ÇEKİNCELERİMİZİ BAKANLIĞA İLETTİK"
TÜRK-İŞ (Only the registered members can see the linkÜRK-İŞ/)’in, bu hali ile söz konusu Kanun teklifinin içerdiği değişikliklerin, endüstri ilişkileri sistemine olumlu katkı sağlamayacağı inancında olduğunu vurgulayan Kumlu, şunları söyledi:
“Bu nedenle teklifle ilgili çekincelerimiz ve teklife bu haliyle onay vermeyeceğimiz ilgili Bakanlığa iletilmiştir. Bu yasa Türkiye ve Türk Çalışma Hayatı için çok önemli bir yasadır. Eğer 2821 ve 2822 sayılı yasalarda bir değişiklik yapılacaksa, bu Türkiye’de sendikal özgürlüğün kapılarını açmalı, toplu iş sözleşmesi grev ve lokavt prosedürünü, gerçekten çağdaş demokratik ülkeler seviyesine getiren bir nitelikte olmalıdır.”
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:34
Baykal, senato önerisi için ne dedi
7 Haziran 2008CHP lideri Deniz Baykal, Meclis Başkanı Köksal Toptan'ın bugün ortaya attığı senato sistemi önerisini değerlendirdi. Baykal, 'Ortam yeni anayasa tartışmaları için uygun değil. Herkesi sukunete davet ediyorum' dedi.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:34
İzmir geleceğini arıyor
A.A.İzmir Valisi Cahit Kıraç, İzmir'in EXPO ile büyük oynamayı öğrendiğini belirterek, “Artık bundan sonra hedef küçültemeyiz” dedi.
EXPO 2015 yarışını kaybeden İzmir (Only the registered members can see the link)'de gelecek dönemde gündeme alınacak yeni hedeflerin ortaya konulması amacıyla bir arama-karar konferansı düzenlendi. İzmir (Only the registered members can see the link) Kalkınma Ajansı ve Ege Ekonomiyi Geliştirme Vakfı (EGEV) tarafından düzenlenen “EXPO Arama, Takvim, Karar Konferansı” Çeşme Altınyunus Otelinde başladı. Toplantıya İzmir (Only the registered members can see the link) Valisi Cahit Kıraç, Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'nun yanı sıra meslek örgütlerinin temsilcileri, iş adamları ve akademisyenler katıldı.
İki gün sürecek toplantının açılışında konuşan Vali Kıraç, EXPO 2015 adaylığı sürecinde İzmir (Only the registered members can see the link)'de gelişen beraber çalışma düsturunu ve sinerjiyi gelecekte daha verimli şekilde sürdürmenin yollarını arayacaklarını söyledi. İzmir (Only the registered members can see the link) için son yılların en büyük vizyon projesi olan EXPO'nun kente kazandırdığı uluslararası deneyimin paha biçilemez olduğunu, Türkiye'nin gerçek anlamda ilk kent markacılığı çalışmasını yaptığını ve kentin EXPO ile büyük oynamayı öğrendiğini dile getiren Kıraç, şöyle konuştu:
“Artık bundan sonra İzmir (Only the registered members can see the link) hedef küçültemez. Yola çıkarken hedefimiz vardı, İzmir (Only the registered members can see the link)'i bir dünya kenti, marka kent yapmaktı. Olmadı ama hedefimizden vazgeçmedik. Hedef yine dünya kenti olmaktır. Ünlü düşünür Goethe, 'İlham perisinin gelmesini bekliyorsan yarı yola kadar git' demiş. Biz İzmir (Only the registered members can see the link) olarak yarı yolu EXPO süreciyle birlikte çoktan aştık.”
Vali Kıraç, EXPO Yürütme Kurulu olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül (Only the registered members can see the linkül/) ile yaptıkları görüşmede, böyle bir toplantı düzenleyeceklerini ilettiklerini, bu toplantıdan çıkacak sonuçları da Cumhurbaşkanı Gül ile paylaşacaklarını ifade etti. Kıraç, alınacak kararların İzmir (Only the registered members can see the link)'in gelecek dönemde ekonomi, kültür, politika ve spor gibi farklı alanlarda bir çok uluslararası organizasyona ev sahipliği yapması gerektiğini, bunun için İnciraltı bölgesinde yapılan projelerin yenilenmesi gerektiğini söyledi. Konuşmasında İzmir (Only the registered members can see the link)'in turizm fuarcılık, eğitim, sağlık gibi konularda bulunduğu noktayı analiz eden Kıraç, turizmde kruvaziyer konusunda elde edilen başarıya dikkati çekerek, çeşitlendirmenin artırılması gerektiğini belirtti. Vali Kıraç, sağlık ve eğitime yapılacak yatırımların da İzmir (Only the registered members can see the link)'i dünya markası haline getirebileceğini söyledi.
BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI KOCAOĞLU
İzmir (Only the registered members can see the link) Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ise arama konferansının, EGEV tarafından en son 1996 yılında yapıldığını, 12 yıl sonra bugün gelinen noktayı aynı salonda değerlendirip gözden geçireceklerini dile getirdi. Kocaoğlu, belediyenin bu süreçte stratejik planı ve nazım imar planını tamamladığını, ulaştırma nazım planının bu yıl sonuna kadar bitirileceğini, gelecek süreçte de su kaynakları nazım planının tamamlanacağını belirtti. İzmir (Only the registered members can see the link)'in vizyon ve misyonunu 12 yıl önce belirlenen kararlara göre kurduklarını ifade eden Kocaoğlu, EXPO adaylığı kapsamında hazırladıkları dosyanın da bu kentin stratejik planı olduğunu söyledi. Kocaoğlu, toplantıda İzmir (Only the registered members can see the link) Ticaret Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası gibi kurumların yaptığı çalışmaların da ortaya konacağını ve önceliklerin sıralanacağını dile getirdi. İzmir (Only the registered members can see the link)'in durağan bir dönemden sonra kabuğunu yırttığını kaydeden Kocaoğlu, toplantının bu süreçte önemli gelişmelere neden olabileceğine dikkati çekti.
EGEV Başkanı Yılmaz Temizocak ise 1996 yılında düzenledikleri toplantıda, “2020 Akdeniz'in yıldızı olma” hedefini koyduklarını belirterek, bugünkü toplantıda ortak akıl yaratarak “Dünya kenti İzmir” hedefini önlerine koyacaklarını ifade etti.
Herhangi bir gündem maddesinin bulunmadığı toplantıya çeşitli çalışma alanlarından 55 kişi katılıyor. CHP (Only the registered members can see the link) İzmir (Only the registered members can see the link) milletvekilleri Bülent Baratalı ve Mehmet Ali Susam'ın da katıldığı toplantıda, toplam 9 oturumda İzmir (Only the registered members can see the link)'in fırsatları, güçlü yanları ve tehditler ortaya konarak, ortak bir metin hazırlanacak.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:35
Pakistan'da patlama 5 ölü
Pakistan'da dün gece bir bisiklete konulan bombanın patlaması sonucu 3'ü polis 5 kişi öldü.
Polis yetkilileri, kuzeybatıdaki Dera İsmail Han kentinde meydana gelen patlamada, bombanın uzaktan kumandayla patlatıldığını söyledi.
Yetkililer, bölgede önce kimsenin yaralanmadığı küçük bir patlamanın meydana geldiğini, bölgeye polis ekiplerinin gelmesinden hemen sonra bisikletteki bombanın patlatıldığını belirtti.
Bisikletteki bombanın patlaması sonucu 3 polis ve 2 sivilin öldüğü, çoğu polis yaklaşık 10 kişinin yaralandığı kaydedildi. İkinci patlamada, polis ekiplerinin hedeflendiği sanılıyor.
Saldırının sorumluluğunu henüz üstlenen olmadı.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:35
2 biraya 6 yıl hapis
7 Haziran 2008Bahri KARATAŞ / İZMİR, (DHA)İZMİR'de büyük alışveriş mağazalarından birinden iki bira alıp, parasını ödemeden çıkış yaparken özel güvenlik görevlileri tarafından yakalanan 39 yaşındaki Metin Yeşilyurt, 6 yıl 2 ay 17 gün hapis cezasına çarptırıldı.
Tutuksuz olarak geldiği duruşmada karardan sonra ellerine kelepçe takılan Metin Yeşilyurt, Buca Cezaevi'ne gönderildi.
Pazarlamacılık yapan Metin Yeşilyurt, geçen şubat ayında Gaziemir'de bulunan büyük bir alışveriş merkezine girdi. Mağazada bir süre dolaşan Metin Yeşilyurt mal satın almadan çıkış noktasından geçti. Özel güvenlik görevlisi durumundan şüphelendiği Yeşilyurt'u mağaza dışına çıkmadan durdurup, pantalon kemerine sakladığı iki birayı buldu. Biraların ücretinin ödenip, ödenmediğini soran güvenlik görevlisine, iddiaya göre saldıran ve alkollü olan Yeşilyurt, zorla güvenlik odasına götürüldü. Pantalon kemerinin içinden çıkan iki biranın ücreti ödenmeden alınmış, çalınmış olduğunu ortaya çıkaran özel güvenlik görevlileri Metin Yeşilyurt'u mağazaya gelen polise teslim etti. İki bira yüzünden önce polise, sonra savcıya ve en sonunda hakime ifade veren Metin Yeşilyurt tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Savcı sanık Yeşilyurt hakkında, ‘yağma’ ve ‘güvenlik görevlilerine karşı gelme’ suçundan 15 yıl hapis cezası istemiyle dava açtı. İzmir (Only the registered members can see the link) 7'nci Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki ilk duruşmaya tutuksuz yargılanan Metin Yeşilyurt, biraları üzerinde yakalayan özel güvenlik görevlileri ve mağazanın avukatı katıldı. Güvenlik görevlileri, kendilerine saldırdığını, direndiğini ve hakaret ettiğini öne sürdükleri Metin Yeşilyurt'dan şikayetçi olmadı. Daha önce de aynı şekilde rakı alıp çıkarken yakaladıklarını anlattı. Avukat ise mağaza adına şikayetçi olduklarını söyledi.
Savunmasını yapan Metin Yeşilyurt, olay günü sarhoş olduğunu ve çok pişmanlık duyduğunu söyledi. Yeşilyurt, “Biraları kemerimin arasına koymuştum. Güvenlik görevlileri farkettiler. Ancak onlara direnmedim, zaten hemen polis geldi” dedi.
Mahkeme heyeti, ilk duruşmanın sonunda, bütün delil, bilgi ve belgelerin toplandığını belirterek sanık Metin Yeşilyurt'u yağma suçundan önce 12 yıl hapis cezasına çarptırdı. Daha sonra cezayı alınan eşyanın değerinin düşük olması ve sanığın duruşmadaki iyi hali nedeniyle 5 yıl hapse indirdi. Mahkeme heyeti, ayrıca Metin Yeşilyurt'u kamu görevlilerine hakaret ettiği için de 1 yıl 2 ay 17 gün hapis cezası verdi. İki bira yüzünden toplam 6 yıl 2 ay 17 gün hapis cezasına çarptırılan Metin Yeşilyurt, kaçma ihtimali olduğu gerekçesiyle tutukladı. Adliyeye elini kolunu sallayarak gelen Metin Yeşilyurt duruşma sonunda polisler tarafından kelepçelendi. Önce Adliye Karakolu'na götürülen Metin Yeşilyurt, daha sonra özel bir ekiple Buca Cezaevi'ne teslim edildi.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:36
Kargo Operasyonu'nda 7 tutuklama
7 Haziran 2008Ahmet ERTAN/ EDREMİT(Balıkesir),(DHA)BALIKESİR'in Edremit İlçesi'nde vergi borcu bulunan araçlara, sahte belge düzenleyerek fenni muayenesi yapılmış gibi gösterdikleri iddiasıyla gözaltına alınarak adliyeye sevk edilen 10 zanlıdan 7'si tutuklandı. Diğer 3 zanlı ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
İhbarı değerlendiren Balıkesir Emniyet Müdürlüğü ile Edremit Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, Edremit, Havran ve Burhaniye İlçeleri'nde kendilerini ‘Trafik takipçisi’ olarak tanıtan bazı kişilerin, fenni muayenesi geçmiş ve vergi dairelerine borcu olan araçların sahiplerine vize işlemlerini 250-300 YTL karşılığında yaptırabileceklerini teklif ettiklerini belirledi. Bu kişilerin sürücülerden araçların belgelerini alarak, kargo şirketleriyle İstanbul (Only the registered members can see the link)'a gönderdikleri, buradaki bir kişinin de sahte belge düzenleyerek, araçların vizelerini yapılmış gibi gösterdiğini tespit edildi. Bunun üzerine perşembe günü harekete geçen polis ekipleri, İstanbul (Only the registered members can see the link), ile Balıkesir'in Edremit, Havran ve Burhaniye ilçelerinde ‘kargo’ adı verilen operasyon düzenledi. Operasyonda 28 zanlı gözaltına aldı. Zanlıların ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda, 14 sahte fenni muayene yapılmış araç ruhsatı, sahte soğuk mühür, hologram ile çok sayıda ruhsat ve sürücü belgesi ele geçirildi.
Cumhuriyet Savcılığı ile koordineli yapılan operasyonda gözaltına alınan zanlılardan 18'i Edremit Emniyet Müdürlüğünde ifadelerine başvurulduktan sonra serbest bırakıldı. ‘Resmi Evrakta Sahtecilik’, ‘Devleti Zarara Uğratmak’ ve ‘Nitelikli Dolandırıcılık’ suçlaması ile dün adliye çıkartılan 10 zanlıdan, A.K., (43) Ü.K., (39) H.G., (27) A.G., (38) S.K., (22) İ.Ç., (46) ve S.Y., (34) tutuklandı. Diğer üç zanlı ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:36
Sollayan da sollanan da devrildi: 4 yaralı
7 Haziran 2008A.ATrabzon'un Akçaabat ilçesindeki trafik kazasında 4 kişi yaralandı.
Alınan bilgiye göre, Akçaabat-Düzköy kara yolunun 8. kilometresinde, Hüseyin Kasap yönetimindeki 61 T 0111 plakalı otomobil, iki aracın aniden sollaması sırasında sürücünün direksiyon hakimiyetini kaybetmesi nedeniyle şarampole yuvarlandı. Hüseyin Kasap'ın otomobilini geçen araçlardan 61 K 9711 plakalı,
Ahmet Durmuş'un kullandığı kamyonette de şarampole devrildi.
Kazada, araçlarda bulunan Engin (21) ve Bülent Balta (35) ile Onur Yılmaz ve Mehmet Kasap yaralandı.
Yaralılar, Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavi altına alındı.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:37
20 bin kişiye 1 hakim düşüyor
Only the registered members can see the link'nun araştırmasına göre Türkiye'de 20 bin kişiye 1 hakim, hakim başına ise 852 dosya düşüyor.
Ankara Ticaret Odası (ATO), hakimler iş yükü altında ezilirken, vatandaşın adaletin gecikmesinden yakındığını bildirdi.
ATO, Adalet Bakanlığı ve Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü verilerinden derlediği bilgilere göre, Türkiye'de vatandaşlar mahkeme kapılarında adalet ararken, yargı organlarında görev yapan 14 bin 694 hakim ve cumhuriyet savcısının iş yükü altında ezilmeye devam ediyor. 1997 yılında hakim başına düşen dosya sayısı 581 iken, 2006 yılında bu rakam 852'ye ulaştı.
Araştırmaya göre, 11 ceza dairesiyle, 21 hukuk dairesinin bulunduğu Yargıtay'da, 2006 yılında iş yükü 1997 yılına kıyaslandığında, ceza genel kurulu ve dairelerinde yüzde 109,5, hukuk genel kurulu ve hukuk dairelerinde yüzde 47,3 artış gösterdi.
Yargıtay ceza dairelerinde bir dosyanın görülme süresi 1997 yılında 28 gün iken, bu süre 2006 yılında 345 güne yükseldi. Aynı şekilde hukuk dairelerinde 56 gün olan bir dosyanın görülme süresi 115 güne çıktı.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına 2006 yılında gelen 411 bin 121 işten yüzde 41,9'u ancak yıl içinde tamamlanabilirken, geri kalanı 2007 yılına sarktı.
1,5 MİLYON DOSYA BEKLİYOR
2007 yılında Yargıtay'ın 182 bin 450'si ceza dairelerine, 344 bin 391'i hukuk dairelerine olmak üzere toplam 526 bin 841 dava dosyası geldi. Ceza dairelerinde 129 bin 141 dosya, hukuk dairelerinde de 325 bin 143 dosya karara bağlandı.
İş yoğunluğu nedeniyle hukuk dairelerine gelen 95 bin 936 dosya ile ceza dairelerine gelen 194 bin 266 dosya daha kapağı açılamadan 2008 yılına sarktı. Yargıtay'ın tarihinde ilk defa görülmeyi bekleyen dosya sayısı 1 milyon 500 bine yaklaştı.
DOSYALAR BİNADAN TAŞIYOR-
Suç sayısı, niteliği arttıkça mahkemelerde adalet arayan vatandaş sayısında da artış görüldüğü, adli yargının temyiz makamı olan Yargıtay'a, her gün bazen bir zarf içinde, bazen de klasörler içinde dava dosyaları geldiği belirtildi. Hizmet binası, hizmet vermeye yetmediği belirtilen Yargıtay'da, vatandaşa adalet dağıtacak personelin fiziki ve maddi şartlarının yeterli olmamasının davaların uzamasına yol açtığı ifade edildi.
HAKİM SAYISI YETERSİZ
Avrupa'da bir hakim yılda yaklaşık 200 dosyaya bakarken, Türkiye'de yapılan adli reformlara rağmen hakimlerin iş yükü azalmadı. 1997 yılında hakim başına düşen dosya sayısı 581 iken, 2006 yılında bu rakam 852'ye ulaştı.
Türkiye, Almanya, Polonya, İtalya (Only the registered members can see the linkİtalya/) ve Fransa (Only the registered members can see the link)'dan sonra sayıca en fazla hakime sahip ülke durumunda ancak, hizmet ettiği nüfusa oranlandığında hakim sayısının yetersizliği ortaya çıkıyor. Hırvatistan'da 20 bin kişiye 6 hakim düşerken, Almanya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti'nde 5, Polonya ve Avusturya'da 4 hakim düşüyor. Türkiye'de ise 20 bin kişiye ancak 1 hakim hizmet verebiliyor.
DANIŞTAY DA AYNI DURUMDA
Bir diğer yüksek mahkeme olan Danıştay (Only the registered members can see the linkıştay/)'da da iş yükünün her geçen gün artığı, 1997 yılında Danıştay (Only the registered members can see the linkıştay/) Dava Daireleriyle, İdari Dairelerde bulunan dosya sayısının 120 bin 860 iken, 2006 yılında bu sayının yüzde 40,6 artarak 169 bin 924'e ulaştığı kaydedildi. Bu dosyalardan 73 bin 123'ü karara bağlanırken, 94 bin 629'u 2007 yılına devredildi.
ATO BAŞKANI AYGÜN
Ankara (Only the registered members can see the link) Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, Türkiye'de dava sayısına göre hakim ve savcı sayısının yetersizliğinin istatistiklere bakıldığında rahatlıkla görüldüğünü belirterek, “Bir yanda haklıyla haksızı ayırt edecek hakim ve savcılarımız, iş yükü altında eziliyor, öte yandan vatandaş dava süresinin uzunluğundan, adaletin geç geldiğinden dert yanıyor. Adli sistem bu haliyle, deyim yerindeyse ne İsa'ya ne de Musa'ya yarıyor” dedi.
Adaletin, toplumsal düzenin ve bu düzeni sağlamak için kurulmuş olan devletin temeli olduğunu hatırlatan Aygün, iş yükünün fazlalığı, yargı personelinin ve yargıya ayrılan bütçenin azlığının sıkıntıların temel nedenini oluşturduğunu kaydetti.
Aygün, elde edilen verileri şöyle yorumladı:
“Sadece vatandaşlar değil, hukuk mesleğini icra eden tüm adalet personeli de kötü işleyen adalet ve yargı sisteminden şikayetçi. Hızlı ve doğru karar alabilen bir adalet sistemi toplum huzurunun teminatıdır. Adaleti, 'adalete' muhtaç etmemek, adalet terazisini dengede tutmak için, teknik, fiziki ve insan unsuruyla birlikte adli sistemi, nitelik ve nicelik açısından dünya standartlarına çıkartmak gerekmektedir.”
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:37
Akşener: Türban kararıyla yeni bir dönem başladı
7 Haziran 2008A.ATBMM Başkanvekili Meral Akşener, Anayasa Mahkemesinin kararıyla Türkiye'de yeni bir dönem başladığını söyledi.
Akşener, Türk Eğitim-Sen Muğla Şubesince düzenlenen “Sınırları Zorlanan Türkiye” konferansına katılmak üzere Muğla'ya geldi. Akşener, konferanstan önce yaptığı açıklamada, Anayasa Mahkemesinin kararını 2'ye karşı 9 oyla verdiğini anımsatarak “Mahkemenin kararıyla Türkiye'de yeni bir dönem başladı” dedi.
Akşener, şöyle konuştu: “411 milletvekilinin evet oyuyla Anayasa değiştirilmiş ve üniversitede kızlarımızın örtüleriyle eğitim görmesi sağlanmıştır. Bu arada
Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokratik Sol Parti de konuyu Anayasa Mahkemesine götürdüler. Anayasa Mahkemesinin kararı bu şekilde oldu. Öncelikle alınan karar hukuki değil siyasidir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak konuya öyle bakıyoruz. Milletimizin vicdanında da yara açmıştır. Mahkemenin kararı, umarız uzun zamandır, özelikle 2002 seçimlerinden sonra oluşan ve 2007 seçimlerinde çok net ortaya çıkan kutuplaşmanın derinleşmesine ve insanların birbirinin karşısına dikilmesine, ruhen bölünmesine katkıda bulunmaz. Sonuç itibariyle böyle bir karar alınmıştır. Bundan sonrasını hep beraber göreceğiz.”
TELEFON DİNLEME
Akşener, CHP (Only the registered members can see the link) Genel Sekreteri Önder Sav'ın telefonunun dinlendiği iddialarıyla ilgili iktidar partisinin vatandaşın içine düşen endişeleri ortadan kaldırması gerektiğini savundu.
Herkesin kendisinin dinlendiğini hissettiği paranoya durumu oluştuğunu söyleyen Akşener, “ben geçmişte İçişleri Bakanlığı yaptım. Zaman zaman bu tür suçlamalarla her iktidar karşılaşır. Bunu siyasi partilerden ve iktidarlardan bağımsız söylüyorum ama iktidar partileri vatandaşın bu konudaki hissiyatına kulak vermek zorundadır” dedi. Akşener, yargının verdiği kararla ilgili bir şey söylemenin mümkün olmadığını ifade ederek, iktidarlara düşen görevin vatandaşın korkularını, endişelerini ortadan kaldırmak olduğunu sözlerine ekledi.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:38
Çömez: Kimse 44 ile 9'u mukayese etmesin
7 Haziran 2008ANKAAKP eski Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez, Anayasa Mahkemesi’nin türban kararına ilişkin, “Yapılan düzenlemeyi ve alınan kararı değerlendirirken, kurumları karşı karşıya getirmek, 411 ile 9’u mukayese etmek yanlışından herkesin kaçınması gerekir” dedi. Çömez Anayasa Mahkemesi’nin, anayasal düzenin teminatı olduğu, TBMM’nin de millet iradesinin tecelligahı olduğunun unutulmaması gerektiğini vurguladı.
Çömez yaptığı yazılı açıklamada, Anayasa Mahkemesi (Only the registered members can see the link)’nin türban kararını değerlendirirken, yaşanan süreçlerin Türkiye’de yeni bir hassasiyet zemini hazırladığını ve Türkiye’nin yeniden istikrarı yakalaması için herkese önemli sorumluluklar düştüğünü ifade etti.
TBMM (Only the registered members can see the link)’nin üniversitelerdeki türban serbestisine ilişkin düzenlemesinin, Anayasa Mahkemesi (Only the registered members can see the link)’nce biçimsel açıdan değil, özü itibarı ile ele alındığını ve yok hükmünde sayıldığını belirten Çömez, şunları kaydetti:
“Yapılan düzenlemeyi ve alınan kararı değerlendirirken, kurumları karşı karşıya getirmek, 411 ile 9’u mukayese etmek yanlışından herkesin kaçınması gerekir.
Hem demokrasiyi korumak hem de hukukun üstünlüğüne saygı duymak yaşadığımız süreçte daha da önemli ve gerekli hale gelmiştir.
Türkiye sorunlarına duygularıyla ya da ideolojik anlayışlarla yaklaşmadan çözüm üretebilme yeteneğini, acı tecrübelerden geçerek kazanmıştır.
İnanıyorum ki, bu süreci de sağduyu ile atlatma ve huzurla yoluna devam etme becerisini gösterecektir. Sorunların kaynağını bulma ve gerçekçi çözüm önerilerini hazırlama iradesine önümüzdeki günlerde fazlasıyla ihtiyacımız olacaktır.”
Anayasa Mahkemesi (Only the registered members can see the link)’nin, anayasal düzenin teminatı olduğu, TBMM (Only the registered members can see the link)’nin de millet iradesinin tecelligahı olduğunun hatırdan çıkartılmaması gerektiğinin altını çizen Çömez, “Samimiyetle inanıyorum ki, TBMM (Only the registered members can see the link)’nin tüm üyeleri ve siyasi partiler, var olan ve giderek derinleşme temayülü taşıyan sorunlara, bir sistem krizi oluşmadan çözüm üretebilme iradesine sahiptir” dedi.
Türkiye’nin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti özelliğini koruyarak sonsuza dek var olacağını vurgulayan Çömez, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Herkesin özgürce eğitim hakkına sahip olduğu, kimsenin inancı ve düşüncesi nedeni ile kategorize edilmediği ve fakat istismar da edilmediği bir Türkiye hayal değil.
Ama bunun için hepimizin daha dikkatli, daha saygılı, daha anlayışlı ve ülkenin değerlerine sahip çıkma konusunda kararlı olma mecburiyeti var. Türk Milli takımımızın oyuncularının anneleri bize yeterince mesaj vermiyorlar mı?”
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:38
BBP'li Topçu, türban kararını değerlendirdi
7 Haziran 2008A.ABBP Genel Sekreteri Yalçın Topçu, Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü ile ilgili kararıyla “yasamanın, yürütmenin yetki alanına girdiğini ve bireysel özgürlüklerin önünün tamamen tıkandığını” savundu.
BBP Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) toplandı. BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, Bolu'da trafik kazası geçirdiği için MKYK'ya katılamadı ve toplantı öncesinde Genel Sekreter Yalçın Topçu açıklama yaptı.
Anayasa Mahkemesi (Only the registered members can see the link)'nin başörtüsü ile ilgili kararını değerlendiren Topçu, kuvvetler ayrılığı ilkesinin önemine işaret ederek, “Bu kararla yasama, yürütmenin yetki alanına girmiş, bireysel özgürlüklerin önü tamamen tıkanmıştır” dedi. Topçu, “Bu noktaya gelinmesinde iktidarın beceriksiz yönetim anlayışının da etkili olduğunu” ileri sürdü.
Ülkede bugün tartışılanların aslında “yapay gündem” olduğunu, halkın “işsizlik ve aşsızlıktan şikayet ettiğini” ifade eden Topçu, partisinin ülkenin gerçek gündemine dönmesi için çaba harcadığını kaydetti.
Topçu, yüksek fiyat artışlarının dar gelirli vatandaşları büyük sıkıntılarla karşı karşıya bıraktığını belirterek, tüm gıda maddelerinin fiyatlarında son iki ayda yüzde 120'ye varan artışlar görüldüğünü savundu.
Anayasa Mahkemesi (Only the registered members can see the link)'nin yetkilerinin sınırlandırılmasına yönelik Anayasa değişikliğinin gündeme gelmesi durumunda izleyecekleri tavrın sorulması üzerine Topçu, şunları söyledi: “BBP kurulduğu 1993 yılından beri Anayasa'nın, milletin, devletin özüne uygun hale getirilmesi gerektiğini savunuyor. Bu iktidar işbaşına geldiği tarihten itibaren Anayasa, Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Yasası'nın değiştirilmesini istiyoruz. Ancak BBP olarak biz, 'yar başındaki işler'den rahatsız oluruz. Şu anda ül***i yar başına getirdiler. Yar başında itişip kakışarak anayasa değiştirilmez. Ama yine de Meclis çoğunluğuyla böyle bir şey gündeme gelirse BBP olarak tabii ki milletimiz ne derse biz onun yanında yer alırız. Millet iradesinin önünü açacak herşeyin altında imzamız olur.”
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:39
Medyum Memiş Hoca
Gişeler azalacak KGS'ler kalkacak
Only the registered members can see the link Gerçekten merak ediyorum, İstanbul trafiğini yönettiklerini sananlar, acaba trafiğin içine girip ne olup bittiğini yerinde ve saatinde izliyorlar mı? Mesela Vali Bey, önüne arkasına eskort almadan, sadece itfaiye ve ambulansların geçebileceği emniyet şeridini de kullanmadan, trafiğe giriyor mu? Hiç sanmıyorum. Çünkü bu dediklerimi yapsalar benim gözlerimin gördüğünü onlarda görecekler. Bugün size Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'ndeki (FSM), KGS rezaletini anlatacağım. Bomboş duran KGS gişelerini ve işkence çektiren OGS gişelerini...
Destek veriyorlar
Ve tabii ki bunları görmeyen üst düzey yetkilileri. Önce bir şey söyleyeyim. Bu tezimi bir çok trafikçi ve kent yöneticisi dostumla paylaştım. Destek verdiler. Devamlı dikkat ediyorum, Avrupa yakasından ta Mahmutbey taraflarından 4 şeritli trafik, FSM Köprüsü gişelerine kadar akarak geliyor. Köprü girişinde 21 gişe var. Bunun 8'i OGS, 13'ü KGS. Şimdi gelen o 4 şerit 15 - 20 gişeye yayılıyor. Ve oradan geçen çok sayıda şeritteki arabalar gişelerden hemen sonra bir huniye giriyor ki, bazen 20-25 dakika işkence çekerek bekle Allah bekle...
Gişeleri azaltın
İki şey öneriyorum. Birincisi gişe sayısı 4 veya 5'e inse de hızla gelen o 4 şerit, sadece OGS olacak bu gişelerden aynı hızla geçse olmaz mı? Böylece gişelerden sonra huni de oluşmaz ve 4 şerit geldiği gibi aynı hızla köprüye girer.trafik de akar gider. Bunu eski trafik müdürü dostlarım aynen onaylıyor. Paralı geçişi kaldırdınız, neden? Birikim oluyor diye. Tabii ki iyi yaptınız da KGS de birikim olmuyor mu? FSM köprüsü gişelerindeki trafikte bütün gözlerin gördüğü anormalliği yöneticiler görmüyor mu? Bunu çözmek o kadar mı zor?
KGS'yi de kaldırın
Evet KGS'yi de kaldıracaksınız. Bütün araçlar OGS kullanacak. Bunu er geç yapacaksınız. Hemen yapın da bari millet rahat etsin. Efendim, Ziraat Bankası OGS cihazını 40 dolara veriyormuş da, İş Bankası KGS için çok az para alıyormuş daÖ OGS cihaz ücretini indirin. Ortasını ve makulunu bulun. Ve KGS'yi kaldırın. Millet bunu istiyor. Ha bir de akşamları Avrupa yakasından Anadolu yakasına geçenlere, yani bizlere gelişten ek şerit vermeyin. Sözde bizlere iyilik yapıyorsunuz ama, Anadolu yakasından gelenler perişan oluyorlar.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:39
İdil Çeliker
Kene bahane
Only the registered members can see the link İki günlük mola için hepinizinden özür diliyorum... Ama emin olun ki; zorunluluk nedeniyle...
Malum, sanal alem virüs kaynıyor...
Biz de nasibimize düşeni aldık dolayısıyla...
Zorunlu ara öncesi kaleme aldığım 'Ekmek Arası Kene' başlıklı yazım veterinerlerin yaşadığı sorunlara ucundan kenarından dokununca, yüzlerce teşekkür mesajıyla durumun vahametini bir kez daha anlama şansım doğdu... Tahmin edeceğiniz gibi kene bahaneydi aslında... Şu anda popüler görünen ve dillenen sorun olduğu için tartışıp, çare arayışlarına giriyoruz... Veteriner hekimler, gözümüzü kulağımızı açmaya çalışsa da, vurdum duymazlık iliklerimize kadar işlemiş durumda.... Küresel ısınmanın bariz etkileri, henüz emekleme döneminde... Kuraklık, tüm dünyanın tehdidi... Tarlalar yakında toprak yığınından ibaret hale gelecek... Zaten rant alanına dönüşen ekin alanlarında kalan sınırlı sayıda üretim de, öcek böceğe yem olacak.. Hayvanların hastalanarak telef olması da beklenen senaryolar arasında... 'Uzak' gibi görünen bu tehlikelerin hepsi, kapımızın eşiğinde... Yani umduğumuzdan çok daha yakın...
AB'nin konuya ilişkin titizliği de bundan zaten... Elimizde kalanları en iyi, en sağlıklı şekilde kullanabilmek için, veteriner hekimlerin kılavuzluğu, sistem analizleri, korunmaya yönelik önlemleri büyük önem taşıyor...Ancak, görünen o ki; gönüllü çalışmaya bile rıza gösterdikleri halde, itelenip, dışlanıyorlar...
Anlayacağınız, bizim yazdıklarımız, onların maruz kaldıklarının yanında nal topluyor...
Bu konuyla ilgili bigi aktıkça, yazmaktan ve seslerini duyurmaktan emin olun vazgeçmeyeceğim...
Taa ki, sorunları çözülüp,hak ettikleri değerleri elde edinceye kadar...
Bu arada, özellikle İstanbul'daki yerleşim merkezlerinin ormanlık bölgelere doğru hızla kayışı nedeniyle, bazı dostlarım uzman hekimlerden bigi almamı rica etti...Genel olarak en çok merak edilenler; 'Keneden nasıl koruncaklar, en etkin ilaçlama sistemi nedir ve söz konusu kimyasalların insan üzerinde ne gibi olumsuz etkileri vardır?' gibi sorular... Eminim bunca duyarlı veteriner hekimlerimiz varken, konuya dair aydınlanmamaız hiç de zor olmayacaktır...
Farklı ve anlaşılır dilde gelecek tüm uyarıları, bilgileri paylaşmak dileğiyle, şimdiden tüm hekimlerimize teşekkürlerimle...
Kadın neden öpülür?
Fransız erkeğine sormuşlar. 'Kadının elini niye öpersiniz?' diye.
Fransız cevaplamış 'Kadına saygı duyarım. Erkek ile bir bütünü tamamlar.'
Alman erkeğine sormuşlar. 'Kadının elini niye öpersiniz?'
Alman cevaplamış 'Kadın kutsaldır. Hayatın devamını sağlar, doğurur.'
Türk erkeğine sormuşlar. 'Kadının elini niye öpersiniz? Türk erkeği cevaplamış; 'Bir yerden başlamak lazım!'..
Bu araba için ölünür
Bir fıkra da Rober Ağdere'den...
Cenaze arabası, caddede ağır ağır ilerlerken, aracın sürücüsü gördüğü kızın güzelliğinden etkilenip iyice yavaşlamış... Bakmış ki, kız oralı bile değil, sözlü tacize yeltenmiş bu kez; 'Atlasana güzelim, Boğaz'da bir tur atalım.'
Genç kız, şaşkın ama bir o kadar alaycı edayla sürücüye dönüp; ' Deli misin, nesine bineyim o arabanın?' diye söylenmiş...
Şoför hazır cevap; 'Kızıııımm; millet bu arabaya binmek için ölüyor, ölüyooor...'
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:40
Rıza Zelyut
Bu nasıl Dışişleri Bakanı?
Only the registered members can see the link Türkiye Cumhuriyeti'ni yöneten hükümet; aslında parti gömleğini az çok değiştirmiş görüntüsü vermelidir. Bu yüzden de bakanlar; partinin değil de milletin temsilcisi gibi davranmalılar; devletin temel kimliğini temsil etmeliler.
Şimdi gelin de bu ölçüyü Dışişleri Bakanı Ali Babacan'a uygulayın.
O yumuşak görüntünün altında katı bir partici yüz var...
Mırıl mırıl konuşur; sesini hiç yükseltmez. Halim selim birisi gibi görünür. Lakin söyledikleri yenilir yutulur değildir. Türkiye Cumnhuriyeti'ne tarihsel düşmanlığı bulunan Avrupalılarla konuşurken; onlara hak verir. 'Biz de bu devletten şikayetçiyiz!' der.
Avrupa'nın Türkiye'ye yaptığı haksızlıkları asla dile getirmez; onların önünde süklüm püklüm durur...
İş Türkiye'ye gelince saldırganlaşır.
Halbuki onu; kolundan tutup hiç beklemediği bu makama yükselten; o beğenmediği; yabancılara şikayet ettiği bu devletin demokratik kuralları, kanalları, kapılarıdır.
Babacan'a bakınca; içinizden; 'Demekki bu ülkede demokrasinin kapıları fazla açık!' diye geçirmiyor musunuz? Demokrasinin kötüye kullanılmasına Babacan örnek değil midir?
APTAL KRETSCHMER
Bakan Babacan, AKP hakkında açılan kapatma davasını etkilemek için önce Avrupa çapında bir sefer başlattı. AB yöneticileri sırayla ve birkaç defa; 'AKP'nin kapatılmaması gerekir! Kapatılırsa Türkiye'yi fena yaparız!' anlamına gelen açıklamalar yaptılar. Gerek Yargıtay, gerekse Anayasa Mahkemesi açık açık baskı altına alındı.
Bu ülkenin yöneticisi olan Başbakan Erdoğan da Dışişleri Bakanı Babacan da çıkıp, 'Biz sömürge parçası mıyız? Nasıl böyle içişlerimize karışırsınız?' diyemediler. Tam aksine bıyıkaltından güldüler.
AB'nin Türkiye temsilcisi küstah Kretschmer; Dışişleri Bakanı Babacan'ın Türkiye'yi Avrupa'ya şikayet etmesini eleştiren benim gibi cumhuriyet vatandaşlarına 'Aptallar!' demek gafletinde bile bulundu.
Buradan; kendisini bir şey sanan ve ruhunun derinliklerinde Türklere karşı taşıdığı aşağılık kompleksinden kurtulmadığı anlaşılan Bay Kretschmer'e o sözünü iade ediyorum: Bay Kretschmer; bu tavrınla asıl aptal sensin...
ANAYASA MAHKEMESİ'Nİ KORKUTUYOR
Bay Babacan, Avrupa'yı bıraktı; şimdi de Amerika'da AKP'yi kurtaracak yardım arıyor. Kendisini beyaz sanan ABD'nin zenci Dışişleri Bakanı Rice; 'Bu hükümetle ilişkilerimiz mükemmel!' diye açıklama yapıyor. Belli ki deliğe süpürmekten vazgeçmişler...
Babacan Efendi bu açıklamayı yeterli görmemiş olacak ki ferman buyuruyor oradan: 'ABD, AKP hakkında açılmış olan kapatma davasını çok yakından takip ediyor!'
Ne demek bu?
Anayasa Mahkemesi üyelerini örtülü biçimde tehdit ediyor: 'Bakın; Amerika bu işin peşindedir. Bizim ilişkilerimiz çok mükemmel. Onlar davamızı çok yakından izliyorlar. Ona göre karar verin ha!'
Dışişleri Bakanlığı koltuğundaki bir kişinin yapacağı iş bu mudur? Dışişleri Bakanlığı yapmak; Türkiye'de var olan devlet düzenini çökertmek için Avrupa Birliği ile el ele vermek; Amerika ne derse onu temenna eylemek midir?
Ben 1960'tan beri hiçbir dışişleri bakanının Türkiye'yi bu kadar şikayet ettiğini; bu kadar dış güçlerin emrine girip kendi devletini kötülediğini görmedim...
HUKUKA UYUN YETER
Bay Babacan; Avrupa'da Amerika'da kapı kapı dolaşıp yardım dileneceğine; partisini; Anayasa çizgisinde çalışmaya yönlendirsin; sorun kalmaz. 'Biz şu kadar oy aldık' diyerek anayasayı ve cumhuriyet düzenini değiştirmeye kalkışmanın sonucu hüsrandır. Oy ile devlet yapısı değiştirilemez... Sayın Babacan bilmelidir ki bu ülke Fethullah Gülen zihniyetindekilere asla teslim olmayacaktır.
AKP yöneticileri; Ahmet-Mehmet Altanlar, Hasan Cemalller, Eser Karakaşlar vb... gibi yanardöner tiplerin kışkırtmasına kapılmak yerine anayasaya uysalardı bugünkü kargaşa ortaya çıkmayacaktı.
Hep söylerim: İnsanoğlu şükretmesini bilmelidir. AKP'liler, ellerine geçene şükretselerdi; bugün partileri kapanma noktasına gelmeyecekti. Herkes bilmelidir ki; AKP olmazsa kıyamet kopmaz. Bu ülke AKP gibi pek çok parti gördü ama başka Türkiye Cumhuriyeti yoktur.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:41
Ahmet Çavuşoğlu
Beyaz Saray'da siyah Başkan mı?
Only the registered members can see the link
Only the registered members can see the link
ABD'de Demokrat Parti'nin ön seçim devresi tamamlandı. Siyahi aday Barack Obama, delegelerin çoğunu kazandı.
Belki Hillary Clinton daha fazla ön seçim delegesinin oyunu aldı ama netice olarak çok karışık bir sistemde, Obama, Demokrat Parti Başkan Adayını seçecek olan toplantıya katılacak delegelerin ve süper delegelerin çoğuna sahip oldu. Obama'nın Demokrat Parti Başkan Adayı olarak Başkanlık seçimlerine gireceği muhakkak gibi.
Şimdi mühim olan sual, zenci bir Amerikalı'nın, Cumhuriyetçi Parti Başkan adayı beyaz McCain'ı Başkanlık yarışında geçip geçemeyeceği?
Aslında Cumhuriyetçi Bush'un ABD'ye ve dünyaya yaşattığı sekiz kabus senesinden sonra böyle bir suali sormanın abes ile iştiğal etmek olması lazım ama Demokratların seçeceği aday zenci olunca iş biraz değişiyor.
Çünkü, bundan çok değil, 30-40 sene öncesine kadar, Amerika'da beyaz olmayanlar nerede ise insandan bile sayılmazlardı. Yaşadıkları, eğlendikleri, çalıştıkları yerler beyazlarınkilerden ayrı idi. Bir zenci beyazların kullandığı tuvalete giremez, beyaz öğrencilerin okullarına gidemez, seçimlerde oy kullanamaz, otobüse binemez ve parklara, lokantalara ve aklınıza gelen bir çok yere giremezlerdi.
En rahat girdikleri ama yine de çok çektikleri yer ABD silahlı kuvvetleri idi.
1861 senesinde ABD Kuzey ve Güney olarak ikiye ayrılmış ve zencilere hürriyet vermek istemeyen Başkan Abraham Lincoln'ün liderliğinde toplanan Kuzey eyaletleri ile zencileri köle olarak çalıştırmaya ve onlara sahip olmaya devam etmek isteyen Güney eyaletleri, ABD iç harbi adı verilen dört senelik bir harbe girmişlerdi. Bu harpte 700,000 kadar asker ve sayısı bilinmeyen sivil ölmüştü. Harbin bitmesinden bir ay sonra da Lincoln bir suikaste kurban olmuştu.
Harbi Kuzey kazandı ve zenciler kağıt üzerinde serbest kaldılar ama sadece renkleri değişik diye görülmemiş zulme uğrayan bu insanların durumları en az yüz sene daha değişmedi. Bugün hala ABD'nin bazı güney bölgelerinde zenciler rahat yaşayamazlar.
Durum böyle iken Amerikalıların, ne kadar vasıflı olursa olsun bir zenciyi (Yeni tabir ile Afrikalı Amerikalıyı), ABD Başkanı seçebileceklerine ben şahsen inanmıyorum. Beyaz adam bu değişikliğe hala hazır değildir.
4 Kasım sabahı sandık başına gidecek olan Amerikalılar şöyle bir tercih ile karşı karşıa kalacaklar:
Barack Obama, Kenyalı bir babadan olma. Uzun seneler Honolulu ve Endonezya'da yaşamış. İki kızı var. Columbia Üniversitesini ve Harvard Hukuk Fakültesini bitirmiş, 1997'den itibaren avukatlık ve Profesörlük yapmış, 2004'ten beri de İllinois Senatörü. Şimdiye kadar Müslüman olabileceği, askeri tecrübesi olmadığı konularında tenkit edildi.
John McCain, babası bir Amiral, kendisi de ABD Donanma Akademisi ve Harp Akademisi mezunu. Dört oğlu, iki kızı var.
Pilot olarak iştirak ettiği Vietnam harbinde az kaldı ölüyormuş. Beş sene Kuzey Vietnam'da harp esiri olarak kalmış, işkence görmüş. 1982'de Arizona'dan ilk önce Temsilciler Meclisine sonrada Senatoya seçilmiş. Hala da Senatör. Kendisine karşı çıkanların en büyük itirazı Bush'un partisinden olması.
ABD'de zencilerin toplam nüfusa oranı %14 civarında. Buna mukabil Hispanic veya latino denilen, Güney Amerika kökenli, büyük çoğunluğu Meksikalı ve bir bölümü de Porto Rikolu ve Kübalı. olanların oranı da %25.
Hispanicler çoğunlukla demokrat geleneksel olarak zencilerden hoşlanmıyorlar.
Biraz da kamu oyu yoklamalarına bakalım:
Değişik şirketlerin yaptığı,Clinton mu? Obama mı? Anketlerinde durum şöyle:
Obama %53-%42 arası değişiyor
Clinton ise %41-%47 arası oynuyor
Ama başka suallerin sorulduğu anketler bizi daha aydınlatabilir;
Obama mı? McCain mi? Anketleri McCain'i %43-%46 arası, Obama'yı da %49-%46 arası gösterirken
Clinton mu? McCain mi? Anketler Hillary'i hep 3-5 puan önde gösteriyor.
Yani, anketlere göre Amerikan seçmeni, Demokratlar, McCain'in karşısına Hillary'i çıkartırlarsa seçeriz ama Obama'yı seçmeyebiliriz diyorlar .
Tabi bu seçimde Obama'nın Başkan Yardımcısı olarak seçeceği isim de mühim. Mantıken Obama'nın Hillary Clinton'u seçmesi lazım ama belli olmaz.
Bana sorarsanız, Demokratlar belki de büyük medeni cesaret göstererek, beyaz olmayan bir Başkan adayı gösterecek ve bir demokrasi dersi verecekler ama karşılığında da ABD'nin yine Cumhuriyetçilerin elinde kalmasına ve Irak harbinin uzamasına sebep olacaklar.
Temel'in oradan, bir futbol sahası!
Only the registered members can see the link
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:41
Only the registered members can see the link Anayasa Mahkemesi, türbana serbestlik getiren Anayasa değişikliğini 'Laikliğe aykırı, değiştirilmesi teklif dahi edilemez' diyerek iptal etti
VELEV Kİ İLE BAŞLADI!
BaŞbakan Erdoğan'ın Madrid'ten 'Velev ki siyasi simge.. Ne olmuş' diyerek başlattığı türbana serbestlik hamlesi, Anayasa Mahkemesi duvarına toslamayla sona erdi. Yüce Mahkeme 9'a 2 çoğunlukla laikliğin arkasına dolanma teşebbüsünü başarısız kıldı.
ESASTAN ELE ALDI
Yüce Mahkeme üniversitelerde türbanı serbest bırakmaya yönelik Anayasa değişikliğinin iptali ile ilgili başvuruyu değerlendirirken 'Sadece şekli şartları inceler. Esas hakkında görüşemez' sınırlarını da tanımadı. Meseleyi rejim meselesi olarak aldı.
2,4 VE 148. MADDE
Tarİhİ karar, Anayasa'nın 2. maddesiyle düzenlenen 'Laiklik', 148. maddesiyle düzenlenen Anayasa Mahkemesi'nin görevleri ve 4. maddesinde ilk 3 maddenin değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyeceğine yönelik maddelerine dayandırıldı .
Türbana iptal
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan'ın, 22 Temmuz seçiminden hemen sonra Madrid'te yaptığı, 'Velev ki siyasi simge. Bunu yasaklayabilir misiniz' açıklamasıyla, bir anda ülke gündeminin bir numaralı tartışma konusu haline gelen türbanla ilgili son sözü Anayasa Mahkemesi söyledi. Yüksek mahkeme, türbanı üniversitelerde serbest bırakmak için Anayasa'nın 10 ve 42'nci maddelerinde yapılan değişikliği iptal ederek, yürürlülüğünü durdu.
9'A 2 ÇOĞUNLUK
MAHKEME, kararını sadece 2 cümleden oluşan, '9 Şubat 2008 günlü Anayasa'nın bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına dair Kanun'un birinci ve ikinci maddeleri, Anayasa'nın 2, 4 ve 148'nci maddeleri gözetilerek iptal edilmiştir. Ayrıca yürürlüğü de durdurulmuştur' açıklamasıyla duyurdu. Anayasa Mahkemesi'nin 11 yargıçtan oluşan heyetinde bu karara, Başkan Haşim Kılıç ile üye Sacit Adalı'nın karşı çıktığı, kalan 9 üyenin ise oyunu 'iptal' yönünde kullandığı öğrenildi. Yüksek mahkemenin, değişikliği aykırı bulduğu Anayasa'nın ilgili maddeleri şöyle:
MADDE 2: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, mill” dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
MADDE 4: Anayasanın 1. Maddesindeki devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3.maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
MADDE 148: Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Anayasa değişikliklerinin şekil bakımından denetlenmesi, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır.
KARARA KİM NE DEDİ?
TARİHİ kararı davayı açan CHP ve DSP'liler yerinde bulurken, değişikliğin gerçekleştiren AKP ve MHP'liler eleştirdi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen bu konuda, 'Anayasa Mahkemesi, Türkiye'de tartışmaları sona erdirecek bir karar verdi. Artık böyle bir düzenleme yapmaya kimse kalkışmayacak' dedi. DSP lideri Zeki Sezer de, Türkiye'nin türban tartışmasıyla gereksiz bir kutuplaşma ve gerilimin içine çekildiğini belirterek, 'Umarım bundan sonra aklıselim hakim olur' tavsiyesinde bulundu. AKP Meclis Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ, Anayasa Mahkemesi'nin bu kararla Anayasa'nın 148'inci maddesini ihlal ettiğini öne sürerken, 'Bu karar siyasidir. Anayasa Mahkemesi, Anayasaya aykırı bir karar vermiştir. Milli iradeye, milli egemenlik ilkelerine de aykırıdır' dedi. MHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Bal ise, 'Bu karara herkes saygı duymak zorunda. Ancak karara biz iştirak edemiyoruz' değerlendirmesini yaptı.
DÜNYAYA FLAŞ HABER OLDU
ANAYASA Mahkemesi'nin kararını uluslararası ajanslar abonelerine 'flaş' haber olarak duyurdu. Ünlü İngiliz haber ajansı Reuters, türban serbestisinin laikliğe aykırı bulanarak iptal edildiğini vurgularken, kararı, 'AKP'ye büyük darbe indirildi' diye yorumladı. Amerikan haber ajansı Associadet Press (AP), türbanı siyasi İslamın sembolü olarak tanımlayarak, Anayasa Mahkemesi'nin bunun üniversitelerde takılmasına izin vermediğini belirtti. AP, bu kararın 'türban yasağını dini ve kişisel özgürlük çerçevesinde kaldırmak isteyen muhafazakar İslamcı hükümet için bir yenilgi' olduğunu da yazdı. Fransız haber ajansı AFP de, karardaki 'laikliğe aykırılık' yönüne vurgu yaptı. Gelişmeyi internet sitesinde değerlendiren Almanya'nın dünyaca ünlü dergisi Der Spiegel ise, bu karardan sonra 'İslamcı AKP ile laik güçler arasındaki çatışmanın daha da artacağı' iddiasında bulundu.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:42
Only the registered members can see the linkğlu ihbar etti, karısını evde kahveciyle bastı!
Only the registered members can see the link 'Annem içeri erkek aldı' telefonuyla eve koşan pazarcı, karısıyla yakaladığı adamı delik deşik etti...
Olay İstanbul Gaziosmanpaşa'da yaşandı. Sabah pazarcılık yapan eşi Abdullah T.'yi (40) işine, üç çocuğunu da okula gönderen 30 yaşındaki Nermin T., bir süredir yasak aşk yaşadığı kahveci Aziz Algan'ı (23), evine aldı. Ancak kısa süre sonra ortanca oğlu okuldan geri döndü. Küçük çocuk annesinin, 'Evde işim var haydi sen dışarı git' sözü üzerine telefonla babasını aradı.
DuyduklarIyla çılgına dönen Abdullah T., elindeki ekmek bıçağıyla evinin kapısına dayandı. Açılmayan kapıyı kırarak içeri giren pazarcı, karısının yanında gördüğü Aziz Algan'ı 11 yerinden bıçaklayarak öldürdü. Boğuşma sırasında eşi kaçarak kahvehaneden yardım istedi. Linç edileceğini düşünen koca, bir çatı katına sığındıktan sonra polisi arayıp, teslim oldu. Levent ALBAYRAK
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:42
Oldü, dirildi, hafızası silindi
Only the registered members can see the link Solunumu 45 dakika duran ve mucize eseri hayata döndürülen güvenlikçi, ömrünün son 5 yılını unuttu
OLAY, İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi'nde yaşandı. Hastanede güvenlik görevlisi olarak çalışan 23 yaşındaki Ömer Durdu, bacağında bulunan kan pıhtısı akciğerine ulaşıp buradaki damarını tıkayınca yere yığıldı. Durdu, koridorda yapılan 8 dakikalık müdahale sonuç vermeyince Göğüs Servisi'ne kaldırıldı. Genç güvenlikçiyi hayata bağlayan Dr. Melike Kazancı Narin, o andan sonrasını şöyle anlattı:
'HASTAMIZIN kalbi ve solunumu durmuştu. 45 dakika aralıksız müdahale ettik. Kalp ritminin geri gelmesine rağmen nefes alamıyordu. 4 saat solunumu destekleyerek, nefes almasını sağladık. Bu durumdaki hastanın geri dönmesine çok ender rastlanır. Biz de umudu kesmiştik. 32 saat sonra gözlerini açınca çok mutlu olduk. Önce felç olacağını düşünüyorduk. Felç olmadı ama, şimdi ömrünün son beş yılını hatırlamıyor.'
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:43
Yılana biber gazı sıktılar
Only the registered members can see the link Samsun'da Ömer Karaduman'a ait otomobile giren yılan, polisi ve vatandaşları alarma geçirdi. 2.5 saat süren operasyonda polis, yılanı araçtan çıkarabilmek için biber gazı bile sıktı. Otomobilin yanına konulan süt dolu taşlar sökülen lastikler de sonuç vermeyince Karaduman aracını sanayi sitesine götürmek zorunda kaldı. Bayram OK
Bu araçta 2 kişi öldü 2 günlük yavru kurtuldu
Konya Ilgın'da Yusuf Kandemir'in kullandığı otomobil, karşı yönden gelen kamyonla kafa kafaya çarpıştı. Aracın hurdaya döndüğü kazada şoför ile birlikte 12 yaşındaki kardeşi Muhterem Kandemir yaşamını yitirdi. Arka koltukta bulunan Musafa Kandemir yaralı olarak çıkartılırken, kucağındaki 2 günlük bebeğin burnu bile kanamadan kurtulması herkesi şaşırttı. Zeki DURSUN
Dayan bebeğim
Bursa'da bir aracın sıkıştırdığı otomobil kontrolden çıkarak yol kenarındaki elektrik direğine çarptı. Sürücü Ali İnan'ı hava yastığı kurtarırken, yanındaki Selin isimli sevgilisi camdan fırlayarak kaldırıma düştü. Genç, baygınlık geçiren sevgilisinin başından bir an olsun ayrılmadı.
1 kova su için saatlerce çile!
MUĞLA Fethiye'ye bağlı Esenköy'lüler, sularının haftalardır kesik olması nedeniyle salgın hastalık tehlikesi altında yaşıyor. Köylüler, ihtiyaçlarını köyün yakınından geçen yosunlu ve bulanık suyla dolu kanala uzattıkları hortumdan saatlerce sıra bekleyerek karşılıyor.
TALİMAT VERECEK
ESENKÖY'ün bağlı olduğu Karaçulha beldesinin Belediye Başkanı Turan Kovancı ise, köylülerin çektiği su sıkıntısından haberinin olmadığını savunarak, sorunu en kısa sürede çözmek için ilgili birime talimat vereceğini belirtiyor. (iha)
Dersten kaçmak için damda namaz kılmışlar
Adana Fatih Terim Lisesi'nde, öğrencilerin okul damında toplu namaz kılmaları üzerine soruşturma açıldı. İl Milli Eğitim Müdürü Abdulgafur Büyükfırat okula giderek konuyu araştırdı. Müfettişler ise görüntülerden belirlenen öğrencilerin bilgisine başvurdu.
ÖĞrencİ cemaatinin bir yıldır damda toplu namaz kıldıkları belirlenirken, kimi öğrenciler, 'Sorun çıkacağını bilmiyorduk' diye kendini savundu. Bazı öğrenciler ise dersten kaytarmak için damda namaz kılmaya başladığını itiraf etti. Yener EKİNCİ
Öğrenciler temiz çevre için yürüdü
DÜNYA Çevre Günü, yurt genelinde düzenlenen çeşitli etkinliklerle kutlandı. Çevrenin önemine dikkat çekenlerin liderliğini ilköğretim öğrencileri yaptı. Minik kalpler törenler sırasında, geçtikleri yerlerdeki çöpleri toplayarak büyüklere örnek oldu. Törenlerde öğrenciler, büyüklere mesaj için 'Temiz ol sağlıklı yaşa' ve 'Suzuz bir dünya istemiyoruz' dövizleri taşıyarak, 'Küresel ısınmaya hayır' ve 'Temiz bir çevre istiyoruz' sloganları attı.
Meclis'te kirliliğe karşı çarpıcı atak
ÇEVRE Haftası Meclis'in de dün, en önemli gündemi oldu. Hatay AKP Milletvekili Mustafa Öztürk, yaptığı konuşmada kirlilikle ilgili önemli bilgiler aktardı. Öztürk, 'Bir sayfa A-4 kağıdı çöpe attığımızda, 1.5 saatlik oksijenin de çöpe atıldığını unutmamak lazım. Çevreyi kirletenler, geleceğimizi yok ediyor' dedi. Kirlenen suyun çevreye büyük zarar verdiğine de dikkat çeken Öztürk, bunu önlemek için tüm sanayicilerle hayvan çiftliklerinin atık sularını arıtması gerektiğine işaret etti.
Dolu martıları vurdu
Ardahan'ın ünlü Çıldır Gölü'nde etkili olan dolu yağışı, 180 martının telef olmasına neden oldu. Çevre ve Orman İl Müdürlüğü'nde görevli mühendis Ali Vatan Sezer, dolu kurbanı martıların toplanıp, kireçlendikten sonra gömüldüğünü, yaralanan 22 martının da koruma altına alındığını açıkladı. Ardahan Hayvan Hastalıkları Şube Müdürü Veteriner Hekim Özcan Yıldırım da, dolunun martılarda ciddi yaralar açtığını belirterek, tedavilerinin 3-4 gün süreceğini bildirdi.
Uzayda tuvalet krizi sona erdi
NASA'da paniğe neden olan Uzay İstasyonu'ndaki tuvalet arızası nihayet giderildi. Tamirat için Discovery ile istasyona giden ekip, yeni hortum ve pompayı 2 saatte yerine takabildi. Tamirin ardından tuvalet 3 kez test edildi. Eğer sonuç başarısız olsaydı, ekibin dünyaya erken dönmesi gündemdeydi.
Anka Kuşu'na kepçeyi vur emri
Mars'taki Phoenix (Anka Kuşu) uzay aracına, toprağı kazarak ilk örnekleri alma ve inceleme komutu verildi. Projenin sorumlularından Peter Smith, araştırma yapılan yerdeki tabakanın ya tuz ya da buz tabakası olduğunu, bunun, analizin tamamlanmasıyla anlaşılacağını söyledi.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:44
Yeliz Yeşilmen'in gazozunu açtı
Only the registered members can see the link 15. Altın Koza Film Festivali tüm hızıyla sürüyor. Festivalde ilginç manzaralar sergileniyor. Son çevirdiği bir GSM reklamında gazozla gündeme gelen ünlü aktör Nuri Alço yine gündeme oturdu. Reklam filminde genç kızın ısrarlarına rağmen Alço gazozu açmazken, Adana'da Sevgi Konteji'nde aynı araçta bulunduğu Yeliz Yeşilmen'in serinlemek için yanında getirdiği gazozunu açtı. Alço'nun açtığı gazozu içen Yeşilmen bir süre sonra 'Bana ne oluyor. Ay bayılıyorum. Alço benim gazozumu açtı'dedi. n Basri BAŞ
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:44
Only the registered members can see the link ANKARA 2. Kale Festivali'nin açılışına, sinema dünyasının ''Malkoçoğlu'' lakaplı ünlü oyuncusu Cüneyt Arkın'ın atla tören alanına gelmesiyle başlanması planlanmıştı. Ancak olay, sanatçının Altındağ Belediye Başkanlığı'nın önünde karşılaştığı ilginç ''sürprizle'' seyir değiştirdi. Ata iki kez binme çabasında başarısız olarak düşen Cüneyt Arkın, alana atla gelemedi. Arkın, uğradığı ilginç durumu da 'At, nasıl bir zekayla kıvrak bir biçimde yere atmak istedi ki ben de erkeklik bizde kalsın diye kendimi yere attım'' diye aktardı.
Herkes kendini çıplak çekiyor
GEÇTİĞİMİZ günlerde cep telefonundaki çıplak resimlerin internete yansıyan Aysu Baceoğlu, 'Sadece benim değil, sanatçı arkadaşlarımın bir çoğu evinde böyle fotoğraflar çekiyor. Çıplak fotoğraflarımı seviyorum' dedi.
Tuğba moral buldu
PAŞAKAPISI Cezaevi'nden tahliye edildikten sonra mankenliğe veda ettiğini açıklayan Tuğba Özay'a önceki gece bir davette rastladık. Uzun yeşil kıyafetiyle çapkın bakışları üzerinde toplayan Tuğba Özay, moral depoladı.
Dudaktan kalbe!
ÜÇ yılı aşkın süredir birliktelik yaşayan ve eylül ayı başında nikah masasına oturacakları konuşulan Çağla Şikel ile Emre Altuğ, önceki akşam aşklarını gözler önüne serdiler. Bir kuruluşun düzenlediği ödül töreninde 'En İyi Bayan Model' seçiler Çağla Şikel'e ödülünü sevgilisi Emre Altuğ verdi. Daha sonra da hafifçe dudaklarından öptü. Çağla ile Emre'nin uluorta öpüşmesi üzerine konuklardan biri 'Dudaktan kalbe' diye espri yapmaktan kendini alamadı. Serkan ÇALIŞKAN
10 yıl aradan sonra sahnede
SON çıkardığı 'Haykırdım Sessizce' albümüyle pop müzik dünyasına dönüş yapan Yeliz, 10 yıl aradan sonra ilk kez bu akşam Anadolu Yakası'ndaki bir mekanda sahne alıyor. Küçükyalı Nanna Restaurant'ta sahneye çıkacak olan Yeliz, en sevilen şarkılarını bu gözde mekanda seslendirecek. Unutulmayan şarkıları ve muhteşem yorumuyla Yeliz, hayranlarıyla hasret giderecek.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:44
Helin esmer oldu!
Only the registered members can see the link Sıradışı yaşamıyla ünlü Helin Avşar, bu kez saçlarını siyaha boyatarak dikkatleri üzerine çekti
HÜLYA Avşar'ın, hareketli yaşamıyla ünlü kız kardeşi Helin Avşar, hemen her davranışıyla medyada yer almayı pek iyi bilir. Önceki akşam bir davette rastladığımız Helin Avşar, bu kez siyaha boyattığı saçlarıyla ilgi odağı olmayı başardı. Bu arada derin göğüs dekoltesinden hafifçe görünen göğsünde silikon olup olmadığı tartışması konuklar arasında aldı başını yürüdü. Biz bir yorum getiremedik; ya siz!
Hintli Meltem Cumbul
YILLARIN başarılı sinema ve dizi oyuncusu Meltem Cumbul, uzun süre yaşadığı Amerika Birleşik Devletleri'nden İstanbul'a döndükten sonra bazı davetlerde hayranlarıyla hasret gideriyor. Önceki gece katıldığı bir ödül töreninde Meltem Hanım, güzellik ve zarafetinin yanı sıra iri desenli uzun renkli elbisesiyle dikkat çekti. Meltem Cumbul, kıyafetiyle Hintli kadınları anımsatıyordu. Sizce de öyle değil mi?
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:45
Paşa sert uyardı
Only the registered members can see the link Orgeneral Büyükanıt, tedirgin çoğunluğa, 'Cumhuriyetimizle temel ilkelerini hiçbir güç kendisine biat ettiremeyecektir' güvencesi verdi
GENELKURMAY Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, geçen yıl 27 Nisan'da yayımlanan ve 'e-muhtıra' olarak nitelendirilen bildiriden bu yana, iç siyasi gelişmelerle ilgili izlediği 'sessiz kalma-açıklama yapmama' stratejisini dün bozarak, 'ima yoluyla sert ve çarpıcı' mesajlar verdi. Büyükanıt Paşa, İstanbul'da düzenlenen Ortadoğu'nun geleceğini tartıştığı sempozyumu açarken yaptığı uzun değerlendirmenin sonunda şunları söyledi:
İSLAM'IN TEK ÖRNEĞİ
'TÜRKİYE'nin yapısını bozmaya çalışan bazı mihrakların ortaya çıktığını endişeyle izliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti'nin önüne birtakım sıfatlar takmaya çalışanların olduğunu görüyoruz. Cumhuriyetin yasal organları buna asla izin vermeyecektir. Türkiye, laik yapısıyla İslam dünyasının tek örneğidir. Atatürk'ün kurduğu cumhuriyet, geleceğimizin tek gerçeğidir ve bunu hiçbir güç değiştiremeyecektir. Cumhuriyetimizi ve onun temel ilkelerini hiçbir güç kendisine biat ettiremeyecektir.'
KATIRDAN KAMYONA
BüyükanIt, bölgesel gelişmeler ve terörle mücadeleye ilişkin de şunları söyledi:
İRAN: Ortadoğu'da bizim için öncelik bakımından 2. sırada İran var. İran'ın nükleer programının barışçıl amaçlarla kullanması önem arzediyor. Türkiye komşularıyla işbirliği ve barış içinde yaşamak arzusundadır.
RADİKALİZM: Bölgedeki bir diğer tehdit silah ticaretidir. Kargaşadan faydalanan terör örgütleri var. Hamas, Hizbullah ve Müslüman Kardeşler bölgede yaşam alanı buldular. Radikal dini akımların öne çıkması istikrarsızlığın temel nedeni.
PKK: PKK silah ve patlayıcıları nasıl buluyor sorusu sorulmalıdır. Terör örgütü geçmiş yıllarda ikmalini katırlarla sağlarken, bugün Irak'ın kuzeyinde ikmalini, kamyonların oluşturduğu taşıt kafileleriyle yapıyor. Bunu tahmin olarak değil, kesin tespitlere dayanarak söylüyorum. Dışarıdan destek almadığı sürece terör örgütleri bölgemizdeki varlıklarını sürdüremez.
BARIŞ: Uygulanan politikayla istikrar sağlanabileceğine inanmıyorum. Otadoğu'da barış ve istikrar hayal oldu. Politikaların temeline insan olmalı. İnsan hayatı kutsaldır. Terör siyasi amaçtan ziyade cinayettir. Terör yeryüzünden silinmelidir.
Ben, Barzani'yi o da beni tanır!
ORGENERAL Büyükanıt, kürsüden indikten sonra verilen arada, yöneltilen soruları yanıtlayarak yaptığı konuşmaya şöyle açıklık getirdi:
SORU: 'Türkiye'nin önüne sıfat takmak isteyenler var' dediniz. Bunu, 'laik yapıyı bozmak isteyenler var' anlamında mı söylediniz?
BÜYÜKANIT: Türkiye'ye, 'ılımlı İslam' gibi sıfatlar takılmak isteniyor. Bunun kaynağı Türkiye'nin içi değil. Dünyada hiçbir ülkenin, İran falan hariç, demokratik bir ülkenin önünde sıfat yoktur. Yani ABD'yi nasıl tanımlayacağız? Hristiyan mı diyeceğiz? Böyle bir şey olmaz.
SORU: Türkiye'ye kimsenin biat ettiremeyeceğini söylerken neyi kast ettiniz?
BÜYÜKANIT: Ben dedim ki, bölgesel ihtilaflarda esas etkili olan dış mihraktır. Şimdi böyle bir paradoksla karşı karşıyayız. Bazı gerçekleri görüyoruz, telaffuz etmekten çekiniyoruz. Ben telaffuz ediyor, 'Kral çıplak' diyorum. Şimdi dış etkenler, dış mihraklar olmasa yine bazı çatışmalar olabilir mi? Evet, olabilir ama böyle olmaz.
SORU: 'Gölge etmesinler başka ihsan istemem' dediniz. Neyi kast ettiniz?
BÜYÜKANIT: PKK'ya destek vermeyin, hatta önle... Önlemiyor. Peki önleme, bari yardım etme...
SORU: Kamyonlar...
BÜYÜKANIT: Kuzey Irak'ta ikmalleri konvoylarla yapıyorlar. Katır yerine araba kullanıyorlar. 'Kandil'e çek' deyince götürüyorlar. Böyle terörle mücadele olur mu? Sonra da, 'Teröre destek vermiyoruz' diyorlar.
SORU: Bunu Mesut Barzani için mi söylüyorsunuz?
BÜYÜKANIT: Hepsi için.
SORU: Barzani'nin söylem değişikliği var. Bu mücadeleye ivme katar mı?
BÜYÜKANIT: Gayet tabii. Çatışmadan kimse bir fayda sağlamaz. Onları en iyi tanıyanlardan biriyim ben. Onlar da beni iyi tanırlar.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:45
PKK'yı İran'la vurduk
Only the registered members can see the link KARA Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'ın açtığı Ortadoğu Sempozyumu'nda terörle mücadelede son durumu açıkladı.
BİLGİ PAYLAŞIMI
TÜRKİYE'nin Irak ve İran sınırında güvenliğe önem verdiğini belirten Başbuğ, bölgede İran güvenlik güçleriyle teröristler arasında ciddi çatışmalar yaşandığını açıkladı. 'Terör örgütü önemli darbe aldı ve örgütte Aralık ayından bu yana bir kargaşa yaşanıyor. İran ile istihbarat iş birliği yapıyoruz. Konuşuyoruz, planlıyoruz' diyen Orgeneral Başbuğ, terörle mücadelenin yurt içinde de güçlü bir biçimde sürdürüldüğünü söyledi.
KÜRTÇE'YE VİZE...
BAŞBUĞ, TRT üzerinden Kürtçe yayın düzenlemesini ise, Roj Tv'yi ima ederek, 'Bazı yayınların bölgede çok büyük etkisi var. Eğer onların etkisini kırarsa elbette yararı olur' diye değerlendirdi.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:45
Baykal, Sav'dan desteğini çekiyor
Only the registered members can see the link CHP lideri Deniz Baykal, Şanlıurfa'dan başlattığı Güneydoğu gezisini Diyarbakır'da sivil toplum örgütlerinin temsicileriyle görüşerek noktaladı. Toplantı öncesi, Genel Sekreter Önder Sav'ın hacca gitmek isteyen bir partiliye karşı takındığı tavır nedeniyle protesto edilen Baykal, çıkışta bu protestoya hak verdiğini belirtti ve Sav'ın yanlış yaptığını ima etti. CHP lideri Baykal, bu konuda şu değerlendirmeyi yaptı:
SORU KALMASIN...
'KİMSE kimsenin kutsalına saldıramaz. Ne bizim kitabımıza, ne dinimize (düşünce özgürlüğü) diyerek, hakaret edemez, saygılızlık yapamaz. Bu noktada kimsenin aklında soru işareti kalmasın. Herkesin dinine, inancına, peygamberine saygı gösteriyoruz. Bu temel anlayış kapı gibi ortadayken, siyasi mücadele uğruna bir takım sözlerin tekrar tekrar gündeme getirilmesi yanlıştır. Eskiden CHP'ye bir organize tepki girişiminde bulunmayanların bugün organize olmasını, CHP'nin giderek güçlenmesine bağlıyorum.'
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:46
Only the registered members can see the link'Dinleme yasağı polisi de kapsar'
Only the registered members can see the link ADALET Bakanı Mehmet Ali Şahin, Yargıtay'ın, 'ülke genelinde dinleme yapılamayacağını' ilişkin kararının jandarmayla sınırla kalmayacağını belirterek, 'Kişisel değerlendirmem; kararın MİT ve Emniyeti de kapsayacağıdır' dedi. Yargıtay'ın bu konuda genel bir bakış açısıyla karar verdiğine dikkat çeken Şahin, bölücübaşı Apo'nun 'Rozerin' kod adlı sevgilisi Ayfer Kaya'nın serbest bırakılmasıyla ilgili olarak, Dışişleri kanalıyla Alman makamlardan bilgi istediklerini de açıkladı.
sarıkanarya_41
07-06-2008, 14:46
AKP: Cüppeli darbe
Only the registered members can see the link Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı AKP saflarında büyük sarsıntı yarattı. Kararı sert tepki gösteren AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ 'Bu kadar siyasidir, Anayasa Mahkemesi, Anayasaya aykırı bir karar vermiştir. Milli iradeye, milli egemenlik ilkelerine de aykırıdır' dedi.AKP Diyarbakır Milletvekili Abdurrahman Kurt da kararı, 'Cüppeli darbe' diye niteledi.
Hülya ile stüdyoda öğrendi
Başbakan Erdoğan, kararı Hülya Avşar'ın sunduğu 'Hülya Avşar Stüdyosu' programının çekimleri sırasında öğrendi.
sarıkanarya_41
17-06-2008, 19:26
Only the registered members can see the link
Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesinde yer alan bilgi notunda şöyle denildi:
"Zap-Şivi bölgesinden başlangıçta 8 kişi ile sınır istikametinde hareket eden PKK/KONGRA-GEL terör örgütü mensupları; sayılarının sınıra 3 km kala 21 kişiye ulaştığının tespit edilmesi üzerine, 16 Haziran 2008 günü saat 22:00'den itibaren, sınır hattına yakın bölgede konuşlu ateş destek vasıtalarımız tarafından ateş altına alınmışlardır.
Yapılan atışlar sonucu, Türkiye'ye sızmaya çalışan terörist grubun büyük ölçüde etkisiz hale getirildiği belirlenmiştir."
sarıkanarya_41
17-06-2008, 19:27
Only the registered members can see the link
Kaza TEM Otoyolu'nun Hadımköy gişeleri mevkiinde saat 02.00 sıralarında oldu.
Trakya Üniversitesi Çerkezköy Meslek Yüksekokulu öğrencilerini taşıyan otomobil kontrolden çıkarak bariyerlere çarptı.
Yaklaşık 150 metre savrulan araçta bulunan 20 yaşındaki Ayten Topuz ile Sündüz Kocabalta hayatını kaybetti.
Esenyurt Devlet Hastanesi'nde tedavi altına alınan 7 yaralıdan 4'ünün durumunun ağır olduğu öğrenildi.
sarıkanarya_41
04-07-2008, 22:43
Başkan olacaktı 6 yıl rehin yaşadı
Only the registered members can see the link Kolombİya'da 2002 yılında devlet başkanı adayı iken solcu FARC örgütü tarafından kaçırılan kadın siyasetçi Ingrid Betancourt, askeri bir operasyonla kurtarıldı. Aynı operasyonda 3'ü Amerikalı 14 rehine de özgürlüğüne kavuştu.
FRANSA'YA GİDİYOR
FransIz vatandaşı olan Betancourt, serbest bırakıldıktan sonra yaptığı ilk açıklamada Fransa'ya çabalarından ötürü teşekkür etti. 'Fransız olmaktan gurur duyuyorum' diyen kadın siyasetçi, önümüzdeki günlerde Sarkozy ile görüşecek.
sarıkanarya_41
04-07-2008, 22:44
Tecavüzcüye 4 bin 60 yıl hapis
Only the registered members can see the link ABD'nin Teksas eyaletinde 3 kız çocuğuna 2 yıl boyunca cinsel saldırıda bulunan James Kevin Pope, rekor bir ceza aldı. Savcıların isteğini dikkate alan Bölge Hakimi Graham Quisenberry sanığı, her bir cinsel saldırı olayı için 40 ömür boyu hapis ve bir çocukla girdiği 3 cinsel ilişkinin her bir için de 20'şer yıl cezaya çarptırdı. Mahkum toplam 4 bin 60 yıl olan cezasını 3 bin 209'uncı yılında şartlı tahliyeden yararlanabilecek!
sarıkanarya_41
04-07-2008, 22:44
Sağlıkta büyük vurgun
Only the registered members can see the link Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, aralarında devlet hastanesi, kamu ve özel üniversite hastanelerinin de bulunduğu çok sayıda sağlık kuruluşunun şişirdikleri faturalarla devleti katrilyonlarca lira zarara uğrattığını belirtti. Çelik 'Devleti soyanlarla ilgili gerekli müeyyideler yapılıyor, gerekirse bunları teşhir edeceğiz. Herkes dosdoğru hizmet etsin. Devletin bir kör kuruşunu bile kimseye yedirmeyiz' dedi.
21 ADET KAN TAHLİLİ
Çelik, sağlık alanında tespit edilen ve dudak uçuklatan vurgunları şöyle sıraladı: 'Bir üniversite hastanemizde epikrizde özel bir açıklama olmamasına rağmen çok basit bir tanı konularak 21 adet kan tahlili 10 gün boyunca aralıksız faturalandırılmıştır. 200-300 milyon lira olan maliyet 10 katı fazlasına 2 milyar 565 milyon TL olarak faturalandırılmıştır. Haksız yere ödendiği tespit edilen ve geri tahsil edilmesi istenen ödemelerin tutarının toplam 77 trilyon 347 milyar TL olduğunu belirten Bakan Çelik, usulsüzlük yaptığı tespit ediler hakkında gerekli yasal işlemlerİN uygulandığını belirtti.
sarıkanarya_41
04-07-2008, 22:45
Ergenekon zanlısını ölüm döşeğinde tahliye ettiler
Only the registered members can see the link ERGENEKON soruşturması kapsamında, 'örgüte finansal destek sağlamak'suçlaması ile tutuklanan, ancak sağlık sorunları nedeniyle 1 Temmuz'da tahliyesine karar verilen reklam şirketi sahibi 60 yaşındaki Kuddusi Okkır, Trakya Üniversitesi Edirne Tıp Fakültesi Hastanesi'nde yaşam mücadelesi veriyor. Hastanenin Onkoloji Servisi'nde, 'Akciğer kanseri, beyin ve kemik metastası' teşhisiyle tedavi gören Kuddusi Okkır'ın yanından eşi Sabriye Okkır bir an olsun ayrılmıyor. Hastane yönetiminin tahliye tarihinden sonrası için tedavi giderlerini Adalet Bakanlığı yerine kendisinin ödeyeceği tebligatı üzerine, eşi Sabriye Okkır çaresizlik içinde para aramaya başladı.
sarıkanarya_41
04-07-2008, 22:45
Doktor Rezaleti
Only the registered members can see the link Kimsesizlerin fotoğraflarını çekip, çıplak kadın fotoğraflarıyla montajlayan doktor tutuklandı
MERSİN Anamur'da Sağlık Grup Başkanı Doktor Erdal Kınacı'nın fotoğrafçılık aşkı başına bela oldu. 9 vatandaş, 'size yardım bulacağım vaadiyle' fotoğraflarını çeken Kınacı'nın fotoğrafları çıplak kadın resimleriyle montajlayıp sitesinde yayınladığı gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda bulundu. Bunun üzerine Kınacı gözaltına alındı.
SUÇLAMALARI reddeden Kınacı, 'Bu fotoğraflarla ilgim yok. Siteme bir korsan tarafından girilip fotoğraflar yerleştirildi' diyerek kendini savundu. Ancak tutuklanmaktan kurtulamadı. Kınacı'nın İl Sağlık Müdürlüğü ve Sağlık Bakanlığı'na gönderilen şikayet dilekçelerinden dolayı meslekten de men edilme ihtimalinin de bulunduğu kaydedildi. Mehmet SELVİ
sarıkanarya_41
04-07-2008, 22:46
Babasını uykuda vurdu!
Only the registered members can see the link Annesini evden kovduğu için babasına 3 kurşun sıktı Cesedi ortadan kaldıramayınca polise gidip teslim oldu
DEHŞET verici olay Kahramanmaraş'ta yaşandı. 42 yaşındaki Osman C., kavga ettiği eşi Cezvenur C.'yi 'Bir daha seni görmek istemiyorum' diyerek evden kovdu. Aynı gece kızı Banu C. (22), babasını annesini affetmesi için ikna etmeye çalıştı.
ÖNCE KAVGA ETTİ
ANCAK baba-kız arasındaki konuşma bir süre sonra kavgaya dönüştü. Öfkeden çılgına dönen genç kız, tartışmanın sonunda uyumaya giden babasına evdeki ruhsatsız silahla 3 el ateş etti. Osman C. olay yerinde can verdi.
SİLAHI ANNESİNE VERDİ
CİNAYETTEN sonra annesini arayıp, cinayet aletini ona veren genç kız, 2 gün sonra polise gidip teslim oldu. Polis, anne Cezvenur C'yi ve silahı sakladığı öğrenilen dede Osman P'yi gözaltına aldı. n Ersoy SEVİNÇ
sarıkanarya_41
04-07-2008, 22:47
FIkra gIbI olay
Only the registered members can see the link Yolculardan biri telefonda, 'Kısa süre sonra bomba patlayacak' dedi. Otobüs karıştı. 3 saatlik aramada bombaya rastlanmadı
GAZİANTEP'ten Antalya'ya giden otobüste yolculuk yapan Nezir Y. telefonda biriyle 'Kısa süre sonra bomba patlayacak, herkes gününü görecek' diye konuştu. Bu sözleri, ön taraftaki bayanın dikkatini çekti. Haberdar edilen şoför, Seydişehir'de ilk dinlenme tesisine girip, jandarmayı aradı.
Yolcular arasında büyük panik yaşanırken, otobüs jandarma tarafından didik didik arandı. 3 saat süren gergin bekleyiş, bomba izine rastlanmadığının açıklanmasıyla normale döndü. Jandarma, Siir Eruh doğumlu Nezir Y.'yi şüpheli davranıyları nedeniyle gözaltına aldı. İsmail SÜNBÜL
sarıkanarya_41
04-07-2008, 22:47
Bomba şakasına 3 yıl hapis
Only the registered members can see the link ADANA'dan İzmir'e havalanmak üzere olan uçakta, elindeki poşetin içinde ne olduğunu soran hostese 'bomba var' diyen Albay Mete Köksal hakkında 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Yargılanmasına bir anlam veremediğini söyleyen Köksal, 'Gülerek şaka yaptım, neden ciddiye aldılar bilmiyorum' dedi.
Karakolda düşüp can verdi
ZONGULDAK'ta bir çocuk babası Metin Yüksel (38), akrabalarından bıçak tehdidiyle 4 bin YTL aldığı gerekçesiyle gözaltına alındı. Sağlık kontrolünden geçirilen Yüksel, nezarete konulurken paniğe kalılıp kaçmaya çalıştı. Yere düşen ve yakalanıp nezaharete konulan Yüksel kısa süre sonra öldü.
sarıkanarya_41
04-07-2008, 22:58
DSP karıştı
Only the registered members can see the link Rahşan Ecevit, Zeki Sezer'in istifa ettiğini açıkladı. Sezer, 'Külliyen yanlış' diyerek Ecevit'e cephe açtı
DSP'deki iç çekişme dün su yüzüne çıktı. Rahşan Ecevit, Sezer'in kendisine bağırarak, 'İstifa ediyorum. Kurultayı toplayacağım' dediğini bildirdi. Sezer, Ecevit'i, 'Külliyen yanlış. İstifayı ima dahi etmedim' diye yalanlarken, bağırma olayını, 'Sesim yükselmişse, heyecanımdandır' diye açıkladı.
sarıkanarya_41
04-07-2008, 22:59
Bahçeli, Gül'ü göreve çağırdı
Only the registered members can see the link MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, AKP hakkında açılan kapatma davası ve Ergenekon soruşturmasıyla ilgili yazılı bir açıklama yaparak Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sahip çıktı. Bahçeli, bu süreçte Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü de göreve çağırdı. Bahçeli, yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye'de özellikle son aylar içinde yaşanan vahim gelişmelerin neden olduğu güvensizlik ve gerginlik ortamının toplumda endişe ve kuşkuların giderek artmasına yol açtığını belirtti.
13 AY ÖNCE AÇILDI
KAPATMA davasının görüşülmeye başladığı bugünlerde bundan 13 ay önce açılmış olan Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan son gözaltına alma uygulamalarının kamuoyunda geniş ve haklı yankı bulduğunu ifade eden Bahçeli, şöyle dedi :
'Türkiye'nin yaşadığı bunalımın derinleştiği bir ortamda, gerekçesi ne olursa olsun demokrasimize, huzur ve güvenliğimize tehdit olan bütün yasadışı oluşumların tespiti ve ortaya çıkartılması; mahkemelerde yargılanması ve davaların da makul bir süre içinde sonuçlandırılması, toplumumuzu rahatlatacak adımların başında gelmektedir.
SUÇ İSNADI YOK
Ancak huzur ve esenliğimize musallat olan bu yapıların ortaya çıkarılması adına yürütülen soruşturmalar esnasında, hakkında suç isnat edilmeden, henüz bir iddianame hazırlanmadan görevi, mevkii ve adresi belli olan şahısların adalete intikal şekilleri ve yöntemleri ile bunların medyada yer alma ve yorumlanma biçimleri tartışmaya açıktır.'
sarıkanarya_41
04-07-2008, 22:59
Savunma tamam
Only the registered members can see the link Bakan Cemil Çiçek ve Bekir Bozbağ AKP'nin kapatılma davasında 6.5 saat savunma yaptı. Çiçek, mahkemin kararı bir an önce vermesini istedi
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek ve AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ yaklaşık 6.5 saat boyunca Anayasa Mahkemesi'nde sözlü savunma yaptı. İki klasörlük savunma metnini Anayasa Mahkemesi'ne sunan Çiçek ve Bozdağ'ın toplam 200 sayfalık sözlü savunmayı okudukları öğrenildi. Anayasa Mahkemesi üyelerinin soru yöneltmediği Çiçek ve Bozdağ daha sonra Anayasa Mahkemesi'nden ayrıldı.
ANA UNSURU
AKP'nin kapatılma davasında sonuca adım adım yaklaşılıyor. Önceki gün Başsavcı sözlü açıklamasını yaptı. Dün ise söz sırası AKP'ye geldi. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, AKP hakkındaki kapatma davasında yaptıkları sözlü savunmada, 'İddianamede, esas hakkındaki mütalaada ve sözlü mütalaada ileri sürülen hususların neden varit, doğru, hukuki olmadığını ve neden bu davanın açılmaması gerektiğinin değerlendirmelerini yaptıklarını'' söyledi. Bakan Çiçek, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın, AKP aleyhinde açtığı kapatma davasıyla ilgili, parti adına Bozdağ ile ''teknik tabirle'' sözlü savunma yaptıklarını söyledi.
MAHKEME TAKDİRİ
Çİçek, ''İddianamede, esas hakkındaki mütalaada ve sözlü mütalaada ileri sürülen hususların, partimiz bakımından neden varit, doğru, hukuki olmadığını ve neden bu davanın açılmaması gerektiğinin Anayasa hukuku ve insan hakları hukuku ve hem Anayasa Mahkememizin hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatları, doktrin ve İnsan Hakları Sözleşmesi açısından, Türk hukuku açısından çok yönlü değerlendirmelerini yaptık'' diye konuştu. Bundan sonraki işin Yüksek Mahkeme'nin takdirine kaldığını ifade eden Çiçek, artık yargılama usulü gereği, bundan sonra yapılacak bir konu olmadığını belirtti. Çiçek, Yüksek Mahkeme'nin, bundan sonra iddia ve kendilerince verilen cevaplar doğrultusunda kararını vereceğini kaydetti.
BEKLENTİLERİMİZ
''Anayasa Mahkemesinin kararını bir an önce vermesini istiyorsunuz. Zamanlama konusunda bir talebiniz oldu mu?'' sorusu üzerine Çiçek, bu konunun Yüksek Mahkeme'nin takdirinde olduğunu belirtti. Çiçek, ''Biz bu davanın uzamaması gerektiğini söyledik. Çünkü biz iktidar partisiyiz. İktidarda olan bir partinin söyleyeceği sözü söyledik. Bu tavrı ortaya koyduk. Onun için süreleri beklemedik. Bu davanın sürüncemede kalmasının, gecikmesinin çok değişik açılardan sakıncası olduğunu düşünerek biz bu açıklamaları yaptık. Ama bu, bizim dışarıdan beklentilerimizdi. Bu beklentilerimizi ifade ettik ama takdir. Mahkemenin.'' diye cevap verdi. Çiçek, savunmanın kaç sayfa olduğuna ilişkin soruya ise ''Sayfa, puntoların büyüklüğüne, küçüklüğüne göre değişir'' yanıtını verdi.
TEK DAVA VAR
Bu arada partiden gelen istekle DTP'nin savunması eylül ayına ertelenince, Anayasa Mahkemesi'nin yakın gündeminde sadece AKP hakkında açılan kapatma davası kaldı. DTP'nin sözlü savunma süresini partinin isteği doğrultusunda 16 Eylül'e erteleyen mahkeme, gündemini rahatlattı. Temmuz için Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'ya sözlü açıklama, AKP'ye sözlü savunma günü verilmesinin ardından, Yüksek Mahkeme'de yaz dönemi için AKP'nin kapatma davası öncelikli konuma gelmiş oldu. Yeşim ERASALAN
sarıkanarya_41
04-07-2008, 23:00
Ergenekon'a tepkiler büyüyor
Only the registered members can see the link İstanbul Emniyet Müdürlüğü önündeki gösterilerde 'AKP'nin korkusu Atatürk'ün ordusu' diye slogan atıldı
GEÇTİĞİMİZ yıl başlatılan ve bu hafta içinde aralarında emekli generaller, gazeteciler ve bilim adamlaraının da bulunduğu çok sayıda kişinin gözaltına alınmasına tepkiler büyüyor. Çeşitli dernekler, kuruluşlar ve vatandaşlar, yurdun çeşitli yerlerinde protesto gösterileri düzenliyorlar. Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) üyesi bir grup Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alınan genel başkanları emekli Orgenaral Şener Eruygur ve gözaltında tutulan 21 kişiye destek vermek amacıyla İstanbul Vatan Emniyet Müdürlüğü binasının önünde toplandı. Öte yanda ilahiyatçı Zekeriya Beyaz Hoca da Eruygur'a destek vermek için ADD üyeleriyle birlikte İstanbul Vatan Emniyet Müdürlüğü önüne geldi. Beyaz, 'Benim de telefonlarım dinleniyor' dedi. Yaklaşık 20 dakika süren basın açıklamasının ardından grup 'AKP'nin korkusu, Atatürk'ün ordusu' şeklinde sloganlar atarak buradan olaysız bir şekilde ayrıldı. Devrim TOSUNOĞLU
sarıkanarya_41
04-07-2008, 23:01
Gece 02.30'da muayene
Only the registered members can see the link Aralarında paşaların ve gazetecilerin olduğu 21 sanık önceki geceyarısı sağlık kontrolünden geçirildi
TERÖRLE Mücadele Şube Müdürlüğünde sorguları süren 21 kişi, emniyete ait koyu renk camlı 8 minibüs ile saat 02.30'da İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün Vatan Caddesi'ndeki yerleşkesinden çıkartılmaya başlandı. Gruplar halinde minibüslerle Yenibosna'daki Adli Tıp Kurumuna getirilen 21 kişi, burada sağlık kontrolünden geçirildi.
04.00'TE DÖNDÜLER
BU kişiler daha sonra Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Sağlık kontrollerinin tamamlanmasının ardından grubu taşıyan minibüs, saat 04.00'de emniyet müdürlüğü binasına giriş yaptı. Sağlık kontrolünden geçirilen 21 kişi dün avukatları eşliğinde polis tarafından sorgulandı.
sarıkanarya_41
04-07-2008, 23:01
O bombalar patlatıldı!
Only the registered members can see the link Ümraniye'de ele geçirilen el bombalarının mahkemenin verdiği karar doğrultusunda imha edildiği ortaya çıktı
İSTANBUL 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 13 Haziran 2007'de aldığı kararda; Ümraniye Çakmak Mahallesi Güngör Sokak No: 2' deki evde yapılan inceleme neticesinde evin çatısında siyah renkli naylonla örtülmüş ahşap kasanın içinde, 1 adet üzerinde 15.06.1997 yazılı kağıt, 18 adet MKE yapımı el bombası ve bunlara ait fünye, 7 adet NATO standartlı el bombası ve 2 adet Alman yapımı toplam olmak üzere 27 adet el bombası elde edildiğini belirttildi. Mahkeme, Anayasa'nın 20 ve 21. maddeleri uyarınca ateşli silahlara ve bombalara el konulmasına, el konulan silahlara ve bombalara kriminal yönden incelenmesine, kriminal inceleme sonucunda CMK'nin 137. maddesi uyarısınca imha edilmesine karar verdi. Mahkemenin kararının ardından el bombaları, bomba uzmanları tarafından 26.06.2007 tarihinde imha edildi.
ÇOK ETKİLİ
HAZIRLANAN imha tutanağına bombaların benzerlerini eşdeğer şekilde etkili patladıkları belirtildi ve tespit tutanağa şu cümlerlerle geçildi: 'İstanbul Beşiktaş 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nce, Ümraniye İlçesi Çakmak Mahallesi Göngör Sokak Numara 2 adresinde ele geçirilen bombaların imhası istenmektedir. 27 adet el bombalarından 4 adet DM 41 model ve 3 M26 model el bombalarının içindeki patlayacısı pres halinde olduğundan gövdelerinin tamamı, 18 adet MKE yapımı, 2 adet RFX Amerikan el bombalarının içinde bulunan patlayıcıları çıkarılarak, 4 adet DM41, 3 adet M26 model el bombasına ait kapsüller de dahil olmak üzere kapsüllere sökülerek ayrı ayrı imha edilmişlerdir. İmha neticesinde emsallerine eşdeğer patladıkları görülmüştür. 18 adet MKE ve 2 adet RFX Amerikan el bombalarının gövdeleri ile maşa grupları tahkikate intikal olmak üzere terörle mücadele şube müdürlüğüne teslim edilmiştir.'
DELİLLER KARARTILDI
Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan Vedat Yenerer'in avukatı Vural Ergül, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanlığı'na gönderdiği dilekçede, soruşturma kapsamında ele geçirilen bombaların, yargılamanın sonuçlanması beklenmeden imha ettirilmesiyle delil karartma suçunun işlediğini öne sürdü.
sarıkanarya_41
04-07-2008, 23:02
'Haydi başka kapıya'
Only the registered members can see the link AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, Ergenekon soruşturmasını eleştiren CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a sert yanıt verdi. Baykal'a 'Neden onların avukatlığını yapmak zorunda hissediyorsunuz kendinizi?' diye soran Fırat, 'Sayın Baykal boşuna beklemeyin, buradan iş çıkmaz. Size tek sözümüz şudur, Haydi başka kapıya' dedi. Fırat, AKP Genel Merkezi'nde düzenlediği basın toplantısında Ergenekon soruşturmasını değerlendirdi. Türkiye'nin önemli bir süreçten geçtiğini söyleyen Fırat, bu süreçten hukuk, adalet, demokrasi, istikrar, millet ve geleceğin kazanılarak çıkılması için bütün kurumlara görev ve sorumluluk düştüğünü söyledi. Herkesin Anayasa ve yasalarla tanımlanmış sınırlar işçinde sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini söyleyen Fırat, iktidar partisi olarak sorumluluklarının bilincinde hareket ettiklerini ifade etti.
SİYASİ BUNALIM ÇABASI
DENGİR Mir Fırat son gelişmeler etrafında siyası bunalım yaratma gayretlerine tanık olduklarını ifade ederek, CHP Genel Başkanı Baykal'ın telaşını da anlamanın mümkün olmadığını söyledi.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:09
Düğün konvoyunda kaza: 1 ölü
27 Temmuz 2008A.A.Gaziantep'in Araban ilçesinde, düğün konvoyundaki minibüsün devrilmesi sonucu 1 kişi öldü, 6 kişi yaralandı.
Araban ilçesi Fıstıklıdağ köyü yakınlarında, düğün konvoyundaki Mehmet Şeker'in kullandığı 27 F 2282 plakalı minibüs devrildi. Kazada minibüste bulunan Fatma Yıldız (30) hayatını kaybetti. Yaralanan ve damadın yakınları olduğu belirtilen Mehmet Şeker (23), Erdal Şeker (19), Mehmet Şeker (62), Fatma Şeker (24) ile Emrah Polat ve Ramazan Karakuş (40) Gaziantep Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesinde tedavi altına alındı.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:09
Alanya'da fuhuş çetesine baskın
27 Temmuz 2008A.A.Antalya'nın Alanya ilçesinde, Gürcistan uyruklu üç kadına zorla fuhuş yaptırdıkları iddiasıyla yakalanan 4 kişiden 3'ü tutuklandı.
Bir ihbarı değerlendiren Alanya Emniyet Müdürlüğü Asayiş Büro Amirliği ekipleri, Cumhuriyet Mahallesi'ndeki bir eve baskın düzenledi. Baskında, fuhşa zorlandıkları belirtilen Gürcistan uyruklu üç kadın kurtarılırken, bu kadınlara zorla fuhuş yaptırdıkları iddia edilen N.Ç. (50) K.K. (40) T.A. (20) ve H.O. (17) gözaltına alındı.
Sorgulamalarının tamamlanmasının ardından mahkemeye sevk edilen sanıklardan N.Ç, K.K. ve T.A, “İnsan ticareti yapmak” ve “Zorla fuhuş yaptırmak” suçlamalarıyla tutuklanırken, 17 yaşındaki H.O'ya ise adli kontrol cezası verildi.
Fuhşa zorlandıklarını iddia eden Gürcistanlı kadınlar ise sağlık kontrollerinin yapılmasının ardından sınır dışı edilmek üzere Antalya (Only the registered members can see the link) Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi ekiplerine teslim edildi.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:10
TSYD Kupası'nı Ucaranda T kazandı
A.A. 27 Temmuz 2008 Binicilikte 43. Atatürk Kupası Engel Atlama Yarışmaları kapsamında düzenlenen TSYD Kupası'nı “Ucaranda T” isimli atıyla Ömer Ersin kazandı.
İstanbul (Only the registered members can see the link) Atlı Spor Kulübü'nün Maslak'taki tesislerinde gerçekleştirilen yarışlarda, 12-14 yaş arası binicilerin mücadele ettiği TYSD Kupası'nda ilk sırayı Ömer Ersin elde etti.
Yarışmada ikinci sırayı yine Ömer Ersin, bu kez “Renee” isimli atla aldı.
Teşvik yarışmasında ise “Doğuş Gipsy” isimli atla yarışan Dilara Yurttutan birinci oldu.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:11
Türkiye: 76 İsveç: 67
A.A. 27 Temmuz 2008 Only the registered members can see the link Türkiye, 25. Avrupa Genç Bayanlar Basketbol Şampiyonası finalleri klasman müsabakasında İsveç'i 76-67 yenerek 9. oldu.
Slovakya'nın Nitra kentinde süren şampiyonada Türkiye, ilk periyodu 21-16, devreyi de 29-28 geride kapatsa da 3. periyotta 50-48 öne geçerek, maçtan 76-67 galip ayrılmayı bildi.
Tuğçe 20 sayı, 20 ribaunt ve 3 asistle, Özge de 18 sayı, 5 asist ve 3 ribauntla galibiyetin mimarları olurken, Serenay 9, Gamze ve Damla da 8'er sayıyla takımlarına katkı sağladı.
İsveç'te ise Stefanie'nin 18 sayı, 6 asist ve 1 ribauntluk performansı takımına yetmezken, Cleopatra ve Frida'nın 13'er sayısı yenilginin önüne geçemedi.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:14
Obama: Dış politika konusunda pragmatiğim
A.A.ABD'de kasım ayında yapılacak başkanlık seçimindeki Demokrat Parti adayı Barack Obama, dış politika yaklaşımının pragmatist olduğunu söyledi.
Orta Doğu ve Avrupa ülkelerini ziyaret eden Obama, Reuters ajansına verdiği demeçte, dış politika yaklaşımının pragmatist olduğunu, "Amerikan dış politikasında daima realizm ve idealizm arasında bir gerilim olduğunu" belirtti. Obama, ABD (Only the registered members can see the link) ile Rusya (Only the registered members can see the link) ve Çin (Only the registered members can see the linkÇin/) arasındaki ilişkilerin, Amerika'nın güvenlik çıkarları ve değerlerin geliştirilmesinin dengelenmesi konusunda örnek olduğunu kaydetti.
Barack Obama, ayrıca bu konuda şimdiki ABD (Only the registered members can see the link) Başkanı George W. Bush (Only the registered members can see the link)'un babası George H.W Bush (Only the registered members can see the link)'u överek, Soğuk Savaş döneminin sonunda izlediği politikayı örnek verdi.
Obama, ayrıca nükleer programı nedeniyle İran (Only the registered members can see the link)'a baskı oluşturulmasına yardımcı olmanın çok yüksek öncelik taşıdığını, bununla birlikte ABD (Only the registered members can see the link)'nin, Sudan'daki soykırım gibi insan hakları konularını da konuşması gerektiğini kaydetti.
Paris'te geçen hafta İran (Only the registered members can see the link)'a AB önerilerini kabulü için yeni Amerikan başkanını beklememesi çağrısında bulunan Obama, bunun da İran (Only the registered members can see the link)'la yetkililerle görüşmeye William Burns'u gönderen Bush (Only the registered members can see the link) yönetiminin girişimini desteklediği anlamına geldiğini söyledi.
İran (Only the registered members can see the link)'ı nükleer silah programından vazgeçirmek için Avrupalılarla çalışan Bush (Only the registered members can see the link) yönetiminin başarılı olmasını istediğini belirten Obama, İran (Only the registered members can see the link)'ın nükleer silaha sahip olmasının kabul edilir bir sonuç olmadığını kaydetti.
Afganistan (Only the registered members can see the link) konusunda da ABD (Only the registered members can see the link)'nin bu savaşı kazanması gerektiği sözlerine açıklık getiren Obama, buraya dönük amaçlarının çok alçak gönüllü ama gerçekleşmesi zor olduğunu ifade etti. ABD (Only the registered members can see the link)'nin burada demokratik sürecin gelişimine yardımcı olması gerektiğini belirten Obama, ancak önceliğin El Kaide ve Taliban'ın bu bölgeyi kullanamaması olduğunu bildirdi.
Obama, Afganistan (Only the registered members can see the link) Devlet Başkanı Hamid Karzai ile Irak (Only the registered members can see the linkırak/) Başbakanı Nuri El Maliki'nin çok zor koşullar altında ve koalisyon güçleriyle birlikte çalıştıklarını söyledi.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:21
Irak'ta 7 Şii öldürüldü
A.A.Irak polisi, silahlı kişilerin Bağdat'ın güneyinde 7 Şii'yi öldürdüklerini açıkladı.
Bir polis yetkilisi, Bağdat (Only the registered members can see the linkğdat/)'ın Kazımiye bölgesindeki bir anma törenine katılmak üzere seyahat eden bir grup gencin, Madain köyü yakınlarında silahlı kişilerce pusuya düşürüldüklerini söyledi. Yetkili, olayda 7 Şii'nin öldüğünü belirtti.
Bu kişilerin, 8. İmam'ın on binlerce kişinin katılması beklenen ölüm yıl dönümü etkinlikleri için Kazımiye yolunda oldukları kaydedildi.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:22
Türk Olimpiyat Takımı'nın İstanbul turu
A.A. 27 Temmuz 2008 Pekin'de yapılacak olimpiyat oyunlarına katılacak Türk Olimpiyat Takımı, üzeri açık otobüslerle İstanbul'da şehir turu yaptı.
Yeşilköy'deki WOW Otel'de konaklayan kafile, buradan üzeri açık iki otobüsle tura çıktı. Olimpiyatlara katılacak 68 sporcunun yaklaşık 45'inin ve antrenörlerin yer aldığı kafileye tur boyunca, Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay ve Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) Başkanı Togay Bayatlı da eşlik etti.
Sahil yolundan Eminönü'ye, buradan Taksim'e giden Türk Olimpiyat Takımı, yol boyunca vatandaşları selamlayarak, Yıldız Tilbe'nin seslendirdiği “Bize Madalya Yakışır” şarkısı eşliğinde ellerindeki Türk bayraklarını dalgalandırdılar.
Olimpiyat takımının şehir turu, Taksim Meydanı'nda sona ererken, sporcular burada otobüsten inerek vatandaşlara üzerinde Türk Olimpiyat Takımı yazılı tişörtleri dağıttılar.
Gençlik ve Spor Genel Müdürü Atalay, artık sözün bittiği noktaya geldiklerini ifade ederek, “Bundan sonra her şey sahada olacak. Sporcularımız gerekeni yapacaklar. Her geçen olimpiyatta daha iyi olmayı hedefliyoruz. Hedefimiz madalya sıralamasında ilk 20 ülke içerisinde olabilmek. Çok yetenekli sporcularımız var onlara güveniyoruz” diye konuştu.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:23
AKP'li Şahin'den ilginç Şener yorumu
27 Temmuz 2008Ali Faik ATAY- Seçkin KIRARSLAN/KARABÜK, (DHA)ADALET Bakanı Mehmet Ali Şahin, ana muhalefet partisinin Susurluk olayında olduğu gibi Ergenekon olayına da karşı çıkmasını isteyerek, “Hadi bakalım, şimdi de elektrikleri yakıp söndürün” dedi. Bakan Şahin, Abdüllatif Şener’in siyasi girişimini ise Erkan Mumcu olayına benzeterek, “Biz bir Erkan Mumcu olayı yaşadık. Ne hale geldiğini gördünüz değil mi? Bunlar en güzel misallerdir” diye konuştu.
Dün, Karabük’ün Ovacık İlçesi’nde, Ovacık Sporcu Kamp Eğitim Merkezi’nin açılışını gerçekleştiren Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, geceyi babası Abdullah Şahin’in ilçeye bağlı Ekincik Köyü’ndeki evinde geçirdi. Bakan Şahin bugün babasının evinin önünde gazetecilerin sorularını cevapladı. AKP (Only the registered members can see the link)’nin kapatılması istemiyle açılan davanın sorulması üzerine Şahin şöyle dedi:
“Türkiye’de, Anayasa Mahkemesi (Only the registered members can see the link)’nde bugüne kadar 25 siyasi partiye kapatma davası açıldı. Birçoğu da kapatma ile sonuçlandı. Ancak en yakın, yani bir yıl önce yapılmış seçimlerde halkın neredeyse yarısına yakın oyunu alan bir siyasi partiyi kapatma davası açıldı. Bu dava pazartesi başlıyor. Adalet Bakanı olarak basının bana, gazete küpürlerinden açılan bu dava konusunda, ‘Başsavcının gazete küpürlerinden hazırladığı iddianame için bir soruşturma açacak mısınız veya açmayı düşünüyor musunuz?’ sorusuna aynen verdiğim cevap; ‘Türkiye’de yargı bağımsızdır. Yargıç ve savcılar kendi anlayışlarına göre, hukuk çerçevesinde iddianame hazırlarlar ve davaya bakarlar’ Aynı soruyu bana, ‘Ergenekon davasına bakan Savcı Öz ile ilgili soruşturma talimatı verdiniz mi, partiniz hakkında dava açan ve milletvekillerinin içinde bulunduğu hatta genel başkanınızın da olduğu kişilerle ilgili milletvekilliğinin düşürülmesi konusunda ilgili bir soruşturma açacak mısınız’. Sıcağı sıcağına ne söyledimse, hangi düşüncedeysem şimdi de aynı düşüncedeyim. O savcı ne ise, bu savcı da odur. Görevlerini yapıyorlar.”
‘BAŞARISIZ SINAV VERDİK’
Kapatma davasının dünyada büyük dikkatle izlendiğini kaydeden Bakan Şahin şöyle devam etti:
“Dolayısıyla, aslında şu anda Türkiye’de bir siyasi parti veya partiler yargılanmıyor. Yani yargı, dünya gözü önünde sınav veriyor. Aslında tüm dünya önünde, onların gözleri önünde Türk yargısı da sınav veriyor. Türk yargısı bu sınavlardan başarıyla çıkacaktır. Açılan dava ile ilgili parlementoda soru sorulamaz, görüş belirtilemez. Şimdi parlementoda yapılamayan şeyi parlemento dışında yaparsanız, yargıya en direk müdahaleyi yapmış olursunuz. O nedenle açılmış bu dava ile ilgili şüphelerin yanında veya karşısında bir pozisyon durumu alırsanız son derece hatalı olur, bunu hatalı buluyorum. Keşke siyasi partilerimizin kimi temsilcileri böyle bir pozisyon almamış olsalardı. Herşeyi yargıya bırakalım. Biz bu konuda başarısız bir sınav verdik”
“ŞİMDİ DE IŞIKLARI YAKIP SÖNDÜRÜN’
Bu dönem suçların üzerine daha önce gidilmediğinden daha fazla gidildiğini savunan Bakan Şahin, Susurluk kazasını hatırlatarak şöyle devam etti:
“1997’li yıllarda Türkiye’de bir kaza meydana geldi. Yıllarca konuşuldu. ‘Devletin içine yuvalanmış bir çete, bunun üzerine gidilmeli’ dendi. Komisyonlar kuruldu, elektrikler yakılıp söndürüldü, kampanyalar yapıldı. Bir milletvekili, bir polis müdürü, bir aranan suç örgütünün mensubu aynı arabada, bir takım silahlarla yakalanmış olması Türkiye’de temiz toplum açısından bir imkan olarak görülüp, üstüne gidilmesi istendi. Ne kadar gidildiğini kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Ama bunun üzerine gidilmesi konusunda sol ve sosyal demokrat kesim, ‘elektrikleri bir dakika söndürüp, sonra yakın ve yetkilileri zorlayın’ dedi. Şimdi aynı çevreler, Ergenekon (Only the registered members can see the link) ile ilgili bağımsız yargı ve savcının davasını açtığı ve mahkemenin kabul ettiği süreç ile ilgili geçmişte söylenen fasa fiso lafına benzer laflar söylüyorlar. Eğer devlet içinde bir takım suç örgütü palazlanmış ise Susurluk’ta karşı çıktığınız gibi şimdi de karşı çıkmalısınız. Çünkü tutarlı olduğunuzu gösterir. Şimdi hadi bakalım elektrikleri yakıp söndürün. Tüm vatandaşlar size destek versin. ‘Hayır ben onların avukatıyım’ diyor ana muhalefet partisinin lideri. Bu büyük bir tutarsızlıktır. Bunlar milletin gözü önünde ceryan ediyor.”
ŞENER’İ ERKAN MUMCU’YA BENZETTİ
Bakan Şahin, yeni bir siyasi oluşum içerisine giren Abdüllatif Şener (Only the registered members can see the linküllatif_şener/)'le ilgili olarak da şunları söyledi:
“Biz bir Erkan Mumcu olayı yaşadık. Ne hale geldiğini gördünüz değil mi? Bunlar en güzel misallerdir. Yeni bir siyaset oluşumu konusunda Erkan Mumcu da bu niyetle yola çıktı. ‘Türkiye’de yeni bir siyaset anlayışına ihtiyaç var’ dedi. Hatta parlementoda bazı milletvekillerini yanına aldı. Çoğu o zaman AKP (Only the registered members can see the link)’ye mensuptu, grup kuruldu. Ne konuşmalar yapıldı. Sonunda gördünüz ne oldu. Seçime girme imkanı bile elde edemediler.”
PARTİNİN TABELASI ÖNEMLİ DEĞİL
AKP (Only the registered members can see the link)'nin, Recep Tayyip Erdoğan (Only the registered members can see the linkğan/) liderliğinde Türkiye’de farklı bir siyaset anlayışını gündeme getirdiğini anlatan Bakan Şahin, bu siyaset anlayışının, hala Türkiye’de halkın en çok umut bağladığı siyasi hareket olduğunu savundu. Bakan Şahin, “Partinin levhasının şu veya bu olması önemli değil. Önemli olan bu kadronun hizmet anlayışı. Memleket sevgisi vatandaşa bakışıdır. Dolayısıyla bu anlayış devam ettiği sürece ben önümüzdeki günlerde bu misyonun Türkiye’yi yönetmeye devam edeceği inancındayım. Bu konuda hiçbir tereddütüm yok.”
CEZAEVİ AÇMAYI SEVMİYORUM
Bayrampaşa Cezaevi’nin kapatılmasıyla ilgili bir soruya ise Şahin, “Ben cezaevi açmayı sevmiyorum. Cezaevi yapan bakan olarak anılmak istemiyorum. Türkiye’de cezaevleri az olsun, eğitim kurumları fazla olsun” diye cevap verdi.
Şahin, gazetelerde çıkan Mehmet Ağar’ın, Başbakan’dan para aldığı iddiaları ile ilgili soruyu ise şöyle yanıtladı:
“Kim kime rüşvet vermiş, gazeteleri okumadım ama son derece mantıksız. Mantıken izahı olmayan uçuk iddialar olarak değerlendiriyorum. Sorunuzdan anladığım kadarıyla Başbakan birilerine rüşvet vermiş öyle mi?, siz inanıyor musunuz. Buna ancak gülünüp geçilir.”
Adalet Bakanı Şahin daha sonra Ankara (Only the registered members can see the link)’ya gitti.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:23
Mahkemeler görevlerini yapacak’
27 Temmuz 2008Oktay ENSARİ/KAYSERİ, (DHA)CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül anne- babasını ziyaret için geldiği memleketi Kayseri'de, gündemdeki Ergenekon iddianamesiyle ilgili soruları yanıtlarken, “Bu konuda ben bir şey söylemem. Mahkemeler görevlerini yapacaklar. Mahkemeye intikal etmiş konuda konuşmam” demekle yetindi. Abdullah Gül, kaldığı bağevinin bahçesinde domates biber patlıcan topladı, anne ve babasıyla hasret giderdi.
CUMHURBAŞKANI GÜL'ÜN BABA OCAĞINDAN FOTOĞRAFLAR... (Only the registered members can see the link)
Hayrünnise ve Abdullah Gül (Only the registered members can see the linkül/) çifti dün öğleden sonra Ankara (Only the registered members can see the link)'dan Emniyet Genel Müdürlüğü'ne ait Sikorsky helikopterle Kayseri'ye geldi. Gül çifti, Kayseri'de doğrudan ‘Kergah Bağları' olarak bilinen Melikgazi İlçesi Eğribucak Mahallesi, Gül Caddesi Gül Sokak'taki bağevine geçti. Cumhurbaşkanı Gül, katarakt ameliyatı olan annesi Adiviye Gül'e ‘Geçmiş olsun' dedikten sonra babası Ahmet Hamdi Gül'ün elni öpüp, kardeşi Macit Gül ve yeğenleriyle kucaklaştı.
Cumhurbaşkanı Gül bağevinde bir süre kaldıktan sonra dün akşam saat 21.30'da, 06 BK 2719 plakalı siyah Mersedes otomobille, babasına ait bağevinden çıktı, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki'nin Melikgazi İlçesi Hisarcık Beldesi'ndeki bağevine geldi. Bu sırada jandarma ve polis çevrede önlem alarak, gazetecilerin eve yaklaşmasını engelledi.
Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki ve eşi Neşe Özhaseki tarafından kapıda karşılanan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül (Only the registered members can see the linkül/) ve eşi Hüyrünnisa Gül burada akşam yemeği yedi. Özhaseki çifti Gül'e bamya çorbası, su böreği, etli yaprak sarması, fırınağzı, cevizli ev baklavası gibi yöresel yemekler ikram etti.
AKP (Only the registered members can see the link) Kayseri milletvekilleri Mustafa Elitaş, Sadık Yakut, Taner Yıldız ve Ahmet Öksüzkaya ile AKP (Only the registered members can see the link)'li ilçe belediye başkanlarının da katıldığı yemekte, Kayseri’nin dünkü ve bügünkü hali ile bağevleriyle ilgili sohbet edildiği bildirildi. Cumhurbaşkanı Gül ve eşi Hayrünnisa Gül, saat 01.00 sıralarında, baba Ahmet Hamdi Gül'ün bağevine döndü.
BABASIYLA BİBER BAMYA TOPLADI
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül (Only the registered members can see the linkül/), geceyi geçirdiği bağevinde günün erken satlerinde uyanıp Ahmet Hamdi Gül ile birlikte bahçeden biber, bamya, salatalık, kabak ve fasülye topladı.
Öğleyin gazetecileri bağevinin bahçesine davet eden Cumhurbaşkanı Gül, meyve suyu ikram etti ve onları gezmeleri için Çankaya Köşkü'ne davet eti. Sağına annesi Adviye, soluna babası Ahmet Hamdi Gül'ü alarak objektiflere poz veren Abdullah Gül (Only the registered members can see the linkül/), bahçedeki kuyuyu göstererek, “Babamla birlikte kışın buraya gelip, kuyaya kar basardık. Sonra yazın da bu suyu kana kana içerdik. Çocukluğumda yaz ayları burada, yani bağ ortamında geçti. O zaman evler tabii böyle donanımlı değildi ama günler de çok güzeldi” dedi.
“ERGENEKONDA MAHKEMELER GÖREVİNİ YAPACAK”
Gazetecilerin, Ergenekon (Only the registered members can see the link) davası iddianamesiyle ilgili soruları karşısında Abdullah Gül (Only the registered members can see the linkül/), “Bu konuda ben bir şey söylemem. Mahkemeler görevlerini yapacaklar. Mahkemeye intikal etmiş konuda konuşmam” demekle yetindi. Ardından Türkiye'nin geleceğine ilişkin görüşlerini belirten Gül, şöyle dedi:
“Size Türkiye’nin gelecğine ilişkin bir şeyler söylemek istiyorum. Türkiye’nin geleceği çok parlak. Her şey daha güzel olacak. Bu işin güzelliğini sanlayabilmek için eskisiyle mukayese etmek gerekir. Ülkemizin geleceğiyle ilgili olumlu gelişmeler, yenilenmeler oluyor. Bunlara şahit oluyoruz. Türkiye olarak, toprak ve insan potansiyelimiz var. Dünyada ve bölgede çok itibarlı bir ül***iz.”
Abdullah Gül (Only the registered members can see the linkül/), Türkiye'nin ABD (Only the registered members can see the link) ve İran (Only the registered members can see the link) arasındaki ilişkilerde oynadığı rolle ilgili bir soruya da, “Söylediğim gibi, Türkiye artık problem çözen ülkedir. Bölgemizdeki ve dünyadaki problemleri çözmek için elimizden geleni gayreti gösteriyoruz” karşılığını verdi.
“BÜYÜKANIT PAŞA BABAMIN DOSYASINI GETİRDİ”
Sohbet sırasında babası Ahmet Hamdi Gül’ün bu yaşında halen çalıştığını ve fabrikaya giderek birikimlerini gençlere aktardığını söyleyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül (Only the registered members can see the linkül/), “Babam emekliliği asla kabul etmiyor. Her gün fabrikaya gidiyor” dedi.
Babasının, emekli olduğu Hava İkmal Bakım Merkezi'ndeki çalışmalarından da söz eden Abdullah Gül (Only the registered members can see the linkül/), “Genelkurmay Başkanımız Yaşar Büyükanıt (Only the registered members can see the linküyükanıt/) Paşa bana babamın emekli olduğu Hava İkmal Bakım Merkezi'ndeki askeri işçi sicillerini içeren bir dosya getirdi. Burada babama ilişkin bilgiler, yaptığı işler, aldığı takdirlere ilişkin belgeler vardı. Çok mutlu oldum” dedi.
BABANIN SÖZLERİ
Bu sırada Abdullah Gül (Only the registered members can see the linkül/)'e dönen baba Ahmet Hamdi Gül de “Askeri fabrikada 1943 yılından 1972 yılına kadar çalıştım. O yıllarda bu kadar teknoloji ve makina parkı yoktu. Bir çok aleti ve parçayı elde yapardık. Özellikle uçak parçalarını tornada oluştururduk. Sonra emekli oldum. Emekliyim deyip, işten elini ayağını çeken kendini musalla taşında bulur. Onun için çalışmak gerekli” dedi.
Bu sözler üzerine Abdullah Gül (Only the registered members can see the linkül/), annesi Adeviye Gül’e dönerek “Bak babam ne diyor” dedi. Adeviye Gül de “Baban doğru söylüyor. Herkes gücü yettiğince çalışmalı” karşılığını verdi.
Cumhurbaşkanı Gül, gazetecilere bağı gezdirirken çevredeki Kükürttepe, Yılanlıdağ, Hasan Dağı'nı tek tek sorup, çoçukluğuyla ilgili anılarını anlattı.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:25
El Fetih onlarca Hamas eylemcisini tutukladı
A.A.Hamas'ın Gazze Şeridi'nde patlayan bombaların ardından El Fetih yandaşlarını gözaltına almasından sonra, El Fetih de Batı Şeria'daki Hamas eylemcilerini gözaltına aldı.
Filistin lideri Mahmud Abbas'a bağlı Filistin (Only the registered members can see the link) güvenlik güçlerinin Batı Şeria'da baskınlar düzenleyerek Cenin'de 20, Tulkarim'de 15 Hamas (Only the registered members can see the link) eylemcisini gözaltına aldığı belirtildi.
Cenin'deki bir güvenlik kaynağı, gözaltına alınan kişilerin silah zulaları ve militan faaliyetler nedeniyle sorgulanacaklarını söyledi.
Gazze Şeridi'nde 6 yaşındaki bir kız çocuğunun da aralarında bulunduğu 6 kişinin öldüğü patlamaların ardından Hamas (Only the registered members can see the link), dün El Fetih yanlısı 160 kişiyi gözaltına almıştı.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:26
Oktay EKŞİ (Only the registered members can see the linkşi)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Sahte yargıçlar
ERGENEKON iddianamesi nedeniyle kafası iyice karışan kamuoyumuz, en ilginç sahneyi önceki akşam izledi:
O gün saat 17.00’de açıklanan 2455 sayfalık iddianameyi iki saatte hatmetmeden (!?) meslektaşlarımız akşam ekran başındaki izleyicilere bu iddianamenin içeriği hakkındaki değerli görüşlerini sundular.
Bu çapaçulluk İstanbul Üniversitesi’nin Ceza Hukuku profesörlerinden Adem Sözüer’in de dikkatini çekmiş olmalı ki Ergenekon iddianamesinin televizyonlarda satır satır okunarak tartışılmasına tepkisini, "Kimse kendini mahkeme yerine koyarak, konuşmamalı. Bu tür konuşmaların hepsi kendini mahkeme yerine koymaktır, yanlıştır" diyerek dile getirmiş.
Sözüer’in, "Ergenekon iddianamesinin daha duruşması bile yapılmadan bu şekilde naklen yayınlanması, içeriğiyle ilgili ’doğrudur’, ’yanlıştır’ diye yapılan tartışmalar adil yargılanma hakkını zedelemektedir. Bu konuların tümünün ’delil mi’, ’değil mi’ (sayılması gerektiğini) değerlendirecek tek yer mahkemedir. Bunun dışındaki açıklamalar, adil yargılamayı etkileyici niteliktedir" dediği bildiriliyor.
Prof. Sözüer galiba farkında değil ki, bizim muhteşem yazarlarımız Ergenekon iddianamesi tamamen içi boş suçlamalardan oluşsa, bu dava nedeniyle yargılananlar suçsuz bulunup evlerine gitseler bile o hükmü kabul etmeyeceklerini baştan ilan ettiler.
Nitekim birinin "Şimdi diyelim ki bütün bunların sonucunda hiçbir şey -en azından yaratılan izlenim kadar vahim bir şey- ortaya çıkmadı. Peki o zaman ne olacak?" diye sormasını yersiz bulan pek keskin bir "yandaş" kalem bundan 10 gün kadar önce:
"Hiçbir şey olmaz" diyor ve "Yargı kararlarının toplumsal ve siyasal gerçekleri ’yok hükmünde’ kılamayacaklarını" anımsatıyordu.
Demek ki "Ergenekon" sanıklarının devletin mahkemesinden beraat kararı almaları halinde bu yetmeyecek bir de "yandaş kalemlerin" oluşturduğu "Yargıtay"dan karar çıkması gerekecek.
Bir başkası henüz "İddianame" başlıklı disinformation kampanyasının başlarında, mahkemenin en sonda bile verip veremeyeceği hükmü kendisi vermiş ilan ediyordu:
"Ahmet Taner Kışlalı’yı öldürmüşler. Danıştay’ı basıp yargıcı öldürmüşler. Hablemitoğlu’nu öldürmüşler."
Buyurun bakalım. Başka yargıca ihtiyaç mı var?Bir başkası henüz resmen açıklanmadığı günlerde bu soruşturmanın, "Cumhuriyet tarihimizin en önemliden de öteye, belki de tek temiz eller operasyonu" olduğunu söylüyor sonra da "Ne kadar ciddi biçimde yürütüldüğü çok sayıda belge ve bulguyu içeren 441 klasör ve 2455 sayfalık iddianameden belli" diyordu.
En güzeli de bu sözleriyle kendisinin yargıyı etkilemeye çalıştığını görmezden gelip, "iddianame geciktiği için sanıklar mağdur olmuyor mu?" diyenlere kızıyor ve onları davaya bakacak olan "13.Ağır Ceza Mahkemesi’nin görev ve yetkilerini gasp edip davayı mahkûm etmek için taarruza geçecekler" diye suçluyordu.
Hem de kendi uydurduğu yalana kendisi inanıp aleme "hukukun üstünlüğü" dersi vererek!
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:26
Doğan HIZLAN (Only the registered members can see the linkğan_hızlan)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link TRT arşivini Kalan Plak yayınlayacak
TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin ile Kalan Müzik’in sahibi Hasan Saltık arasında imzalanan bir anlaşmayla, TRT arşivindeki sesli, görsel bütün malzemeyi Kalan Müzik yayınlayacak.
Böylece arşivde bulunan on binlerce ses kaydı ve görsel malzeme ilk kez gün ışığına çıkacak.
Eylül ayından itibaren üç yıl boyunca her yıl 30 adet kutu (box) halinde yayınlanacak albümlerin içinde, kitap, CD ve DVD olacak.
Ayrıca bu anlaşmayla TRT sanatçılarına uygulanan, CD yapmalarını engelleyen yasak kaldırılmış oldu.
TRT sanatçıları bundan sonra Kalan Müzik’in stüdyolarında CD kaydı yapabilecek, TRT-Kalan Müzik ortak markasıyla da dinleyicilere ulaşabilecek.
Arşivde; Türk müziğinden halk ozanlarına, áşıklara, müzikallere, tangolara, ses ve saz ustalarına kadar geniş yelpazedeki müzik tarihimiz ortaya çıkacak.
Hasan Saltık, yayınlayacakları önemli kayıtların arasında Münir Nurettin Selçuk, Zeki Müren, Müzeyyen Senar’ın da olduğunu söyledi.
* * *
RADYO günlerinden ses belleğimde kalan, bant kayıtlarında sakladığım bazı icraların CD ve DVD olması, müziğe, müzik tarihine meraklı herkesin beklediği bir girişim. Bu konuda çalışacaklar için de bir başvuru kaynağı.
Devlet arşivlerinde bekleyen malzemenin, özel girişimlerce değerlendirilmesi için bu girişim iyi bir örnek.
Bu açıdan TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’in bu kararını destekliyorum, hem TRT’ye hem müzik tarihimize büyük oranda katkıda bulundu. Kalan Müzik’i de seçmesi isabetli karar, çünkü Hasan Saltık, bugüne kadar yaptıklarıyla böyle bir işin üstesinden gelebileceğini ispatladı.
Bu büyük arşiv malzemesinin ortaya çıkmasının birçok önemli sonuç doğurduğunu söylemeliyim. Bunlardan biri de müziğimizin, bestecilerimizin, icracılarımızın tarihini ancak bunları gördükten, dinledikten sonra yazabilecek olmamız.
Cumhuriyet sonrası Türk Marşları’nı dinleyebileceğiz, elimizde örnek bir İstiklál Marşı icrası olacak.
Eldeki sesli ve görsel kayıtlardan, Münir Nurettin Selçuk, Zeki Müren belgeseli yapılabilecek. Türk tangolarını en iyi söyleyen solistlerden biri Zehra Eren’in kayıtlarından, tango kayıt tarihi hazırlanacak.
Karagöz kayıtları da ihmal edilmeyecek. Operetleri, müzikalleri dinleyebilecek, seyredebileceğiz.
Hasan Saltık, bu anlaşmayla Türkiye kazanacak, diyor.
Sanatçılarla, mirasçılarıyla sözleşmeler de imzalanmaya başlamış.
* * *
MÜZİĞİMİZİN ses ve görüntü tarihi için çok önemli bir anlaşma.
Dilerim program bütün özellikleriyle gerçekleşir.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:27
Bekir COŞKUN (Only the registered members can see the linkşkun)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Havai fişekler ve martılar...
İNSANOĞLU mutlanınca nedense bir şey patlatmak ister; bir kahkaha, bir şampanya, belki tabanca, yanındakinin ensesine bir şaplak ya da havai fişek...
Ben havai fişekleri severdim; uzaktaki bir mutluluğu haber verir bize.
Biz mutlu olsak da, olmasak da....
O patlayan fişeklerin altında bir yerde mutlu insanlar vardır.
Bu bizim dünyamızdır...
Martıların dünyasındaki mutlulukları ise bilemeyiz.
Balıkçı teknelerinin peşinden koştuktan sonra, doymuş karınla bir kayalıkta ya da bir çatının üzerinde, arada bir söylene söylene uyuklamaktır belki.
İşte burada insan ile martının kötü bir karşılaşması vardır:
Mutlu insanların havai fişekleri patladığında martılar korkup havalanırlar. Sürü sürü gökyüzünde daireler çizerek dolanmaya başlarlar.
Ve daha sonraki fişekler, havadaki o korkmuş martıları vurmaya başlar.
*
İstanbul Sokak Hayvanlarını Koruma Derneği Başkanı sevgili dost Fatma Balkanlı, her gün kliniklerine havai fişeklerden yarı yanmış martılar getirildiğini anlattı.
Kucağında yanmış bir martı ile gelen kadınların ve çocukların genelde "öldü" haberi ile ağlayarak dönüp gittiklerini söyledi.
Tüm kıyı şeritlerinde bu böyleymiş.
Özellikle İstanbul’da...
Hayvan dostlarının Valiliğe ve Belediye’ye yaptıkları başvurular, her zaman olduğu gibi elbette yanıtsız...
Okurum Figen Uysal ise e-mail’inde Levent’te oturduğunu ve her havai fişek şenliğinde martıların kaçışlarını yazmıştı:
"Görseniz, gecenin karanlığında sürü sürü havalanıp, çığlıklar atıyorlar... Kaçmak istiyorlar, tıpkı bizim depremlerdeki o kaçışımız gibi... Nasıl panik ve şaşkınlık içinde bağırıyorlar, anlatmak zor..."
*
Havai fişekleri ben de severdim.
Ama artık istemem.
Maçlardan sonra ya da düğünlerde mutlanıp, sıktığı kurşunla balkondakini öldürenler yetmezmiş gibi, şimdi de havai fişek patladığında canımız sıkılacak.
Havai fişekler her patladığında, korkusundan havalanmış bir martının karanlık gökyüzünde yandığını bileceğiz.
Bizler görsek de görmesek de, kıyılarımızın görkemli kuşları martılar çığlıklar atarak kaçışacaklar.
"Tıpkı bizim depremlerdeki kaçışımız" gibi...
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:27
Özdemir İNCE (Only the registered members can see the linközdemir_ince)
Only the registered members can see the link Dün kaldığımız yerden
SON yıllarda yayınlanan Frances Stonor Saunders’in "Parayı Verdi Düdüğü Çaldı" (Doğan Kitap); John Perkins’in "Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları I, 2" (April Yayıncılık) ve Mark MacKinnon’un "Renkli Devrimlerin Sırrı: Yeni Soğuk Savaş" (Destek Yayınları) gibi kitaplar günümüzde dönen ekonomik, politik dolapları, fesat ve oyunları anlamamıza katkıda bulunuyor.
Bu dolap, fesat ve oyunlara, dahası darbelere katkısı bulunan şirketokrasi şirketleri, sivil toplum örgütleri, CIA ve benzeri özel servisler, "Pentagon"lar bu türden kitapların konusu. Belgesel kitaplar.
* * *
Bu hafta İstanbul’a gelmesi gereken, birkaç yazımda adını andığım Mark MacKinnon’un kitabından söz ettim. Marc MacKinnon Yeni Soğuk Savaş’ta Sırbıstan, Ukrayna ve Gürcistan’da yapılan, Özbekistan’da yapılamayan renkli devrimleri ve bu devrimlerin hazırlayıcılarını, yapımcılarını anlatıyor. Bu hazırlayıcılar ve yapımcılardan ve bunların temsilcilerinden Türkiye’de sık sık söz ediliyor; sözcü ve temsilcilerinin görüş ve yazıları başta Zaman ve Radikal olmak üzere güzide basınımızda yer alıyor.
Kitabı özetlemem olanaksız. Okursanız Türkiye’nin içinden geçtiği Yeni Soğuk Savaş dönemini kolayca tanıyacaksınız.
Okumaya fırsat bulamayacaklar için bazı örgüt adları vereceğim, akıllarında tutmaları için:
* * *
Freedom House (Özgürlükler Evi): ABD hükümeti ve Soros tarafından finanse edilen "Özgürlükler Evi" eski SSCB’ndeki Batı yanlısı muhalif hareketlere destek vermesiyle tanınıyor. Uzunca bir süre yönetimde kalan eski CIA Başkanı James Woolsey’in yerine, 2005 yılında, şiddet içermeyen rejim değişikliği konusunda uzman olan Peter Ackerman getirildi.
The International Republican Institute (IRI-Uluslararası Cumhuriyetçi Enstitü): ABD Cumhuriyetçi Parti’nin uluslararası kanadı. Eski Sovyet cumhuriyetlerindeki kurulu düzeni yıkmak amacıyla gençlik gruplarına eğitim ve maddi destek sağlıyor. Cumhuriyetçi Başkan adayı senatör John McCain tarafından yönetiliyor. NED (Demokrasi İçin Ulusal Bağış) tarafından destekleniyor.
The National Democratic Institute (NDI-Ulusal Demokrat Enstitü): ABD Demokrat Parti’nin uluslararası kanadı. Sırbistan, Gürcistan ve Ukrayna’daki ayaklanmaları düzenleyen kuruluş. Eski dışişleri bakanı Madeleine Albright tarafından yönetiliyor. NED tarafından destekleniyor.
The National Endowment for Democracy (NED-Demokrasi İçin Ulusal Bağış): "Demokrasi Projesi" olarak da adlandırılan ve finansmanı ABD hükümeti tarafından sağlanan demokrasiyi geliştirme ajansı. NED’den bağış alan STÖ’ler Sırbistan, Gürcistan ve Ukrayna’daki ayaklanmaların ön saflarındaydı.
Georges Soros. Herkes ne olduğunu biliyor.
Ayaklanmaları yöneten STÖ’ler: B92, CeSID, OTPOR, KMARA, The Liberty Institute (Ayaklanmaları kışkırtan Soros destekli STÖ), RUSTAVI 2, PORA, ZUBR.
* * *
Adını verdiğim örgütler ve temsilcileri Türkiye’de cirit atıyor. Bizim STÖ’lerle çok yakın ilişkileri var. Küçük bir dikkatle tezgahları görebiliriz. Fesadın ilginç yanı: Renkli devrimlerde muhalefetleri destekleyen fesatçılar Türkiye’de iktidarı desteklemekte.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:28
Ahmet HAKAN (Only the registered members can see the link)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Raportör ’matrak’ çıktı
Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can, raporunda "AKP kapatılmasın" demişti...
"Kapatılmasın" deyince de...
Hemen bazı çevrelerden "Yoksa bu da mı Fethullahçı?" fısıldamaları yükselivermişti...
Ne Fethullahçısı?
Meğer Anayasa Mahkemesi’ne, acayip matrak, acayip hayta ve acayip kafa dengi bir "raportör" sızmış...
Nereden mi çıkarıyorum bunları?
Nereden olacak?
Ahmet Abi’nin gazetesinin en arka sayfasında yer alan "20 Soru" köşesine, Osman Can’ın verdiği yanıtlardan...
* * *
En sevdiği kelime "Özgürleşme" imiş...
"Ama / Fakat" kelimelerinden nefret edermiş...
"Piyano sesi"ne bayılırmış...
"Hiyerarşik niteliği bulunan" meslekleri yapmak istemezmiş...
"Zamanda yolculuk" gibi bir doğal yeteneği olsun istermiş...
"Siena" denilen yerde yaşamak istermiş...
Bir kahramanı yokmuş, dahası kahramanlardan nefret edermiş...
Şu andaki ruh hali "Tarihe tanıklık etmenin kaotik hali" imiş...
Hayat felsefesini şu slogan özetlermiş: "Yasaklar belki güvenlik sağlar, ancak özgürleştirmez".
Şimdi sıkı durun...
Son soru:
"Öldüğünüzde cennete giderseniz Tanrı’nın kapıda size ne söylemesini istersiniz?".
Osman Can’ın yanıtı:
"Beni tanımadın, ancak beni tanıdığını iddia edenlere göre daha dürüst olduğundan cennete hoş geldin!".
Vay be!
Demek ki "AKP kapatılmasın" diyen Osman Can, bırakın Fethullahçı olmayı, agnostik falan bile değilmiş...
Düpedüz ateistmiş...
* * *
Sonuç şudur:
Tanrıtanımaz Osman Bey, Tanrı’yı tanımamakla birlikte...
"Tanrı’yı tanıdıklarını iddia edenler"e göre...
Daha dürüst bir adam olduğuna inanıyor...
Bu nedenle Tanrı’nın kendisine "Cennetime hoş geldin Osman kulum" diyeceğini umut ediyor...
Şimdi "Raportör"e soruyorum:
Osman Bey...
Tanrı’yı tanıdıklarını iddia edip de dürüst olmayanlar içinde "Kapatılmasın" diye fetva verdiğiniz AKP’nin önemli isimleri var mı?
Bir iddianame daha var
HEPİMİZ "Ergenekon İddianamesi"ne kilitlenmişken...
Sessiz sedasız bir "İddianame" daha ortaya çıktı...
Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez hakkında, "Küçük yaştaki kıza cinsel saldırıda bulunmak" suçlamasıyla Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı...
Üzmez, 26 yıla kadar hapis istemiyle yargılanacak...
Hüseyin Üzmez hakkındaki iddianame için şu kadarını söyleyebilirim:
Dikkat! Korku ve cinsellik içerir!
Neyse...
Biz şimdi şuna bakalım:
Acaba Vakit gazetesi, "Ergenekon İddianamesi"ne hangi muameleyi çekiyorsa, aynısını "Üzmez İddianamesi"ne de çekecek mi?
Mesela şu türden başlıklar atacak mı?
"Herif neler yapmış neler!"
"Yazarımızın yaptığını gavur yapmaz!"
"Meğer anne de işin içindeymiş!".
Yoksa "Bunlar henüz iddia! Her şey yargılamadan sonra belli olacak" mı diyecekler?
Belki de hiç utanmadan, "Hüseyin Abimiz yaptıysa bile abimizdir" derler...
Ne diye merak ediyorum ki bütün bunları?
Şu Vakit denilen gazeteyi çıkaranların tıynetlerinde bir belirsizlik mi var?
Bir tüketici olarak restimi çekiyorum
EĞER müşterisi olduğum "Cep telefonu" şirketi...
İmajını "Recep İvedik" tiplemesine bağladıysa...
"5 milyon kişi izlemiş kardeşim... Boru değil" yaklaşımı, bu şirketin hareket noktası olabiliyorsa...
"Kalitesiz mizah" ya da "Düşük beğeni düzeyi" bu şirketin umurunda bile olmuyorsa...
Bu şirket, mizah anlayışı "Yellenene gülmek" seviyesinde olanlar üzerine oynamayı kendine yakıştırıyorsa...
Hedef kitleleri buysa...
Ben bu hedef kitlenin içinde daha fazla yer alamam...
Benim açımdan iş bitmiştir...
"Recep İvedik" tiplemesinin imajını belirlediği bir telefon şirketiyle daha fazla vakit kaybedemem...
Her şeyi göze aldım:
"Yeni numaram şudur" diye sağa sola mesajlar atmayı göze almış durumdayım...
Bana ulaşması gerekenlerin ulaşamaması riskine de katlanacağım...
Ve diyorum ki:
Recep’ini de, tahammülsüz Şahan’ını da, Recep’in tavuğunu da, 5 milyon izleyicini de, gişeni de, Doğa’nı da, 0533’ünü de...
Al ve git başımdan...
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:28
Enis BERBEROĞLU (Only the registered members can see the linkğlu)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link O dedikodular çok mu lazımdı
ANKARA Rahmetli Ufuk Güldemir, medyada editörlüğe soyunan gençlere, bana çok anlamlı gelen bir öğüt verirdi.
Mealen aktarayım: Gazetecilik aslında ayıklama sanatıdır.
Gerçekten de haber lüzumsuz detaydan ve kenar süsünden kurtuldukça ortaya çıkar.
Her muhabir kadar polis-adliye ile uğraştım, hukuk asla uzmanlık alanım olmadı.
Ama yılların haber editörü olarak Ergenekon iddianamesini okurken, inanın parmaklarım kaşındı. "Şu metni üçte birine indirsem, anlamından ne kaybederdi?" diye çok kez düşündüm.
Sakın yanlış anlamayın, kanıtları, ifadeleri ayıklamak ne haddime...
Ben işin özel yaşama açık ve taammüden saldırı kısmına taktım.
İki kişi telefonda üçüncü kişi hakkında dedikodu yapıyor, ağzına geleni söylüyor.
Savcılık artık her ne sebepleyse iddianameye aynen aktarıyor.
Atılan çamurun, geyik muhabbetinin soruşturmaya katkısı olur mu? Hiç sanmam.
Başka bir örnek.
Ünlü bir gazeteci, sözde bir yakınının uygunsuz resimleri nedeniyle tehdit ediliyor. O duayen gazeteciyi en az 25 yıldır tanırım, bu iğrenç dedikoduya ilk kez iddianamede rastladım.
Gazeteci eşim Oya Berberoğlu’nun ismi de iddianamede var. Anlaşılan Ergenekon Akşam Gazetesi’nin diğer yazarlarıyla birlikte eşimin de istihbaratını yapmış.
İddianameye göre, "Yabancı gizli servislerle ilişkisi araştırılmış!"
Buyur buradan yak, yıllardır bir ajanla,(CIA, KGB, MOSSAD, MI6 acaba hangisi) evliymişim, şükür ki Ergenekon iddianamesi sayesinde aydınlandım. (Bu arada, savcılık nezaket gösterip beni MİT’çi diye sınıflayan ve asla işbirliği yapılamaz sayan, yine Ergenekon’a ait başka bir sözde doküman/analizi iddianameye almamış, sadece referans vermekle yetinmiş. Teşekkür ederim!)
İşin şakası bir yana, onlarca kişiye dönük akıl almaz ve uyduruk iddialar savcılık metni yoluyla TV ekranlarına çıkıyor, bilgisayar hafızalarına kaydediliyor. Yıllar sonra Berberoğlu soyadını Google’da arayanlar, yazıp çizdiklerimizin yanı sıra bu saçmalıkları da okuyacak.
Tekrar ediyorum, hukukçu değilim, iddianame yazamam. Ama basın yasasındaki sınırı iyi bilirim, suç sayılanı medya yoluyla yaymanın cezası çok daha ağırdır. O yüzden soruyorum: Acaba iddianame mağdurları kimi kime şikayet etmeli?
2. bölüm neden gecikti
ERGENEKON iddianamesini önyargısız okudum. Ana mimarisi hakkında kesin kanaat edindim.
Bu bir darbe soruşturmasıdır.
Savcılığa göre Ergenekon örgütü siyasi cinayetler, etnik çatışma, terör eylemleri yoluyla halkın hükümete güvenini sarsmak, darbe ortamı yaratmak istiyor. Bu amaca TSK emir komuta sistemi içinde değil, sızma yoluyla kurdukları cunta(lar) yoluyla ulaşmaya çalışıyor.
İyi hoş da, o zaman 1 Temmuz tutuklamalarına ilişkin iddianame neden gecikti?
Bu davada büyük resim ancak o iddianame yazıldıktan sonra ortaya çıkacak.
Varsayalım ki, gecikme AKP kapatma davası yüzünden...Yani parti kapatılmazsa, yola devam edilecek. Aksi halde siyasi destek eksikliği nedeniyle vites küçülecek.
Umarım ne AKP kapanır, ne de hukuk bu denklemdeki kadar siyasallaşır.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:29
27 Temmuz 2008 Only the registered members can see the link Vahap MUNYAR (Only the registered members can see the link)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Siz vızıldamaya devam edin, balı ben bulurum
GEÇEN yıl kasım ayı başları, Malatya’nın Yeşilyurt ilçesinde Mahmut Şahin Balarısı’nın yaptırdığı ilköğretim okulunun açılış töreni...
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in de katıldığı törende kürsüye önce Yeşilyurt Belediye Başkanı Mehmet Kavuk’la Şahin Balarısı çıktı. Kavuk, ön bilgi verdi: "Şahin Balarısı, kendisi yerine de benim konuşma yapmamı istedi."
Kavuk, ardından Şahin Balarısı adına konuşmasına girişti: "Sayın Bakanım, Sayın Valim, Sayın Kaymakamım, sayın belediye başkanlarım, değerli hemşehrilerim."
Ardından Şahin Balarısı’nın okul yaptırmaya karar vermesine neden olan olayı anlattı: "Arkadaşım Şahin Balarısı, İstanbul’da bir gün bankaya çek bozdurmak için gitmiş. Görevli çekin arkasına ismini yazıp, imzalamasını istemiş. Okuma yazması olmayan Şahin Balarısı da görevliye, ’Siz adımı soyadımı yazın, ben imza atayım’ ricasında bulunmuş. Görevli, ’İşim yoğun, yazamam’ yanıtı vermiş. Balarısı o an, ’Ben okuyamadım, bari yeni nesil okusun’ diye o gün okul yaptırmaya karar vermiş."
Kavuk, ilk konuşmaya, "Bu, Şahin Balarısı adınaydı" diyerek noktayı koydu. Arkasından kendi konuşmasına geçti: "Sayın Bakanım, Sayın Valim, Sayın Kaymakamım, sayın belediye başkanlarım, değerli hemşehrilerim..."
Kavuk’un hem Balarısı, hem kendi adına ayrı ayrı konuşması, Milli Eğitim Bakanı Çelik’in ilgisini çekmişti. Çelik, kürsüye çıktığında memleketi Van’ın Bahçesaray ilçesinden bir arıcı öyküsü aktardı.
Öyküye göre, Bahçesaraylı bir arıcı, çok güzel verim aldığı arılarının artık bal yapmadığını görünce telaşlanmış, kara kara düşünmüş. Sonunda çözümü komşuların kovanlarından bal çalıp, kendi kovanına koymakta bulmuş.
Komşu balını kendi kovanına koyan arıcı, zamanı gelince bunları satıyormuş. Her sezon bir başka komşunun kovanlarına dadanan arıcıdan kimse de şüphelenmemiş.
Arıcı bir gün komşu kovanlardan çaldığı balı kendi kovanına yerleştirirken arılarıyla konuşmaya başlamış: "Siz vızıldamaya devam edin, balı ben bulurum."
Malatya Eğitim Vakfı’nın (MEV) organizasyonuyla Malatya’ya gittiğimde AKP Milletvekili Öznur Çalık, bu töreni hatırlattı, Mehmet Kavuk’a anlattırdı.
Dostları şimdi Kavuk’a takılıyor: "Okulu Balarası yaptırsın, sen ’vızılda’ Mehmet Abi..."
THY, yolcunun ’alan vergisi’ni cepten ödeyen personeli ödüllendirdi
TÜRKİYE Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) sansürün kaldırılışının 100’üncü yıldönümü ve basın özgürlüğü töreninde karşılaştığım Türk Hava Yolları Genel Müdürü Temel Kotil anlattı.
Trabzon’da bir aile, İstanbul’a uçmak üzere bilet almaya gittiğinde ceplerindeki para "alan vergisi"ni karşılamaya yetmemiş. Onlar kara kara düşünürken bilet satış görevlisi devreye girmiş:
Æ Tamam efendim, ben hallediyorum.
- Nasıl hallediyorsunuz?
Görevli, müşteriye hissettirmeden, "alan vergisi"ni cebinden ödedi, bileti verdi. Daha sonra durumu raporuna yazdı: "Müşteri ’alan vergisi’ni tamamlayacak parayı tamamlayamayınca çok üzüldü. Bu aileyi ’paranız eksikse uçağa binemezsiniz’ diyerek geri çevirmek içimden gelmedi."
Konu Temel Kotil’e anlatıldı. Kotil, olayı dinleyince duygulandı. THY yönetiminde personelin davranışı görüşüldü, ödül verilmesi kararlaştırıldı.
Kotil, bu durumu şöyle yorumladı: "Biz personelimizin böyle eksikleri cepten tamamlamasını beklemiyoruz. Verdiğimiz ödül de öyle bir özendirme anlamı taşımamalı. Bu olaya personelin ’müşterinin gönlünü kazanma’sı şeklinde bakıyoruz."
Yolcunun bilet parasını cepten tamamlamak... Pek görülebilecek bir olay değil...
Boşanan kadın bebeğini hakimin masasına bırakıp neden kaçtı
MALATYA Eğitim Vakfı’nın (MEV) organizasyonu sırasında Beyoğlu 3. Sulh Hukuk Hakimi Memet Boran’la tanıştım. Boran’dan kimi yaşanmış, mahkeme, hakim öyküleri dinledim. İşte bunlardan biri...
Memet Boran’ın aile davalarına baktığı günler... Bir boşanma davası önüne gelmiş. Boran, dosyayı incelemiş, duruşmaları yapmış, sonunda çifti boşamış, bebekle ilgili kararı da eklemiş: "Bebek annede kalacak. Baba, nafaka ödeyecek."
Aradan biraz zaman geçmiş, bir gün Memet Boran’ın odasının kapısı açılmış. İçeriye giren kadın elindeki bebek pusetini masaya bırakıp, kaçmış. Boran, güvenliği uyarmış, kadın yakalanmış:
Æ Bebeği neden masama bırakıp kaçtınız?
- Hakim bey, bizi boşadın, bebeği bana verdin.
Æ Bu kadar küçük bebek annede olmalı, onun için sana verdim.
- Hakim bey, babası olacak nafaka ödemiyor. Babam da, "Götür o adamın p....ni kime bırakırsan bırak" diyor. Bu bebeğe bakamayacağım, gücüm yok.
O kadar küçük bebeğin Çocuk Esirgeme Kurumu’na gönderilmesine Boran’ın yüreği el vermemiş. Görev yaptığı ilçenin kaymakamına rica etmiş, anneye "yoksulluk maaşı" bağlanmasını sağlamış...
Bebeğin böylece en azından annesinin yanında büyümesini sağlamış...
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:29
Pakize SUDA (Only the registered members can see the link)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link ’Sanat’
TAM "Sanat için bu ilk defa oluyor" diyecektim ki aklıma bir dizi estetik operasyon geçirmemiş "sanatçı" kalmadığı geldi.
"Cumhuriyet Kadınları" projesini duymayanınız kalmamıştır... Hani Nurseli İdiz’in Atatürk kılığına girdiği proje... O plastik makyajla halletmişti işi biliyorsunuz, aynı projede manken Çiğdem Savaş’a Tansu Çiller olma görevi verilince, gençler daha mı "idealist" oluyorlardır nedir, "Olacaksam tam olayım" demiş Savaş ve bir dizi operasyon için bıçak altına yatmış.
Yani hayatını bundan sonra Tansu Çiller benzeri olarak sürdürecek.
İşte Savaş’ın yaptığı "Sanat için ilk defa oluyor" diyecektim ki öteki "Sanatçılar" geldi aklıma.
"Sanatçı" deyince oyuncularla şarkıcıları düşünmeyin hemen! Çeşitli dalları var "sanatın"... Ve değil yüzünü gözünü düzelttirmek, vajinasını toplattıranı var "sanat" için.
Öyle demeyin... O da bir sanat!
Herkes ıkına sıkına şarkı söylemeyi öğrenebiliyor, görüyoruz fakat "öteki iş"... O herkesin harcı değil. Fizik yetmiyor, "kimya" da gerekiyor.
Gerçi son zamanlarda sanki dev bir laboratuvar kuruldu Türkiye’de, Kadınlar için harıl harıl çalışılıyor! Kimyası "sanat"a uygun olmayan kadın kalmadı neredeyse.
Biz yine gelelim Çiğdem Savaş’a.
Kızcağızı takdir edeceğim etmesine de... Önce sargıları açılmadan ziyaretine gitmek, "Ameliyat sırasında haber geldi bir yanlışlık olmuş, siz aslında Safiye Ayla olacakmışsınız, operasyon o yönde yapıldı" demek istiyorum. Tepkisine bakacağım, ona göre...
* * *
Psikiyatrlar "Kimlik ve kişilik sorunu olabilir" demişler.
Ayol kız durduğu yerde "Benden bir Tansu Çiller yaratın" demedi ki!
Abuk da olsa bir sebebi var. Buna karşılık gazetelerin arka sayfa güzellerinden birini gözüne kestirip gazeteyi kaptığı gibi doktorun kapısına giden kadınlar biliyorum.
Hem herkesin bir gün 1 dakikalığına bile olsa ünlü olacağı şu topraklarda kız akıllılık etti! Onunki biraz daha uzun sürecek hiç olmazsa.
Radikal’in bile baş sayfasına çıktı, ne diyorsunuz siz!
Uğraşıp ölüme çare bulsaydı tıp sayfasından öteye geçemezdi.
* * *
Bu vesileyle şu Cumhuriyet Kadınları projesiyle ilgili bir endişemi dile getirmek istiyorum. Paranoyak deyin, ne derseniz deyin... Bu proje Cumhuriyet düşmanlarının aklından çıkmış olmasın sakın!
Hayır, Nurseli İdiz’in Atatürk olmasından başlayarak Çiğdem Savaş’a kadar olay ancak bu kadar komikleştirilip ucuzlatılabilirdi de onun için diyorum.
MIŞ-MUŞ
Oktay Kaynarca "Özgü’den ayrıldığımda bir hafta ağladım" demiş.Nasıldı o laf... "Hem ağlarım hem giderim."
Ay’da yürüyen astronot "Uzaylılar var ve E.T’ye benziyor" demiş.Uzay konusunda bunca yılda aldığımız yol tek bir bilgiden ibaret zaten: Adamlar bir b.ka benzemiyorlar!
Düzeltme
Perşembe günü "Gitmek... Yeniden" başlıklı yazımda bir el sürçmesi sonucunda bir hata yapmışım. "Gitmek" başlıklı yazının Hürriyet’te yayımlanma tarihi 10.03.2002 olacaktı.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:30
Yalçın BAYER (Only the registered members can see the linkçın_bayer)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Saros deniz çölüne dönüşebilir
BUNDAN bir süre önce, Türkiye coğrafyası için tek ’akvaryum’ sayılan Saros Körfezi’nin Haliç’e dönüşeceği endişesi gündeme getirmiştik.
İyi ki duyarlı insanlarımız var. Bunların en başında, yıllardır tek başına bir sivil ’hareket’ olarak ’Saros Körfezi’ için çırpınan Erdal Batmaz geliyor. Çanakkale Valisi, 18 Mart Üniversitesi Rektörü arayıp Saros’u hiç ihmal etmediklerini söylüyorlar; Edirne’nin CHP ve MHP’li milletvekilleri ise verdikleri; önergelerle Meclis araştırması istiyorlar.
Geçenlerde işadamı Fikret Erginer telefonda şöyle diyordu
"Saros çöl oluyor!"
17 yıldan beri dalgıçlık ve su sporları ile uğraştığını, dünyada bir çok yerde daldığını belirterek "Geçen hafta Saroz’daydım, üç gün sabah, öğle, akşam daldım, bir tek balık sürüsüne rastlamadım. Bu ’deniz bitti’ anlamına gelir, tabii eğer müdahale edilmezse..."
TEMA’nın yeni Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Gürses, Deniz Temiz Derneği TURMEPA’nın Genel Müdürü S. Levent Ballar, Genel Müdür Yardımcısı Jülide Ergin ve birkaç dostla birlikte Saros Körfezi’nde, doğusundan batısına, kıyılarından denizine kadar bir ’keşif’ gezisi yaptık. Erikli’den Güneyli’ye, Ece limanından Mecidiye’ye kadar... Saros, Çanakkale ve Edirne’nin ilçeleri olan Keşan, Gelibolu ve Eceabat’ın mücavir alanlarında kalıyor. Dün açılan Piri Reis Müzesi için yoğun bir faaliyet içinde olan Gelibolu Belediye Başkanı Cihat Bingöl ile Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan’ı ziyaret ettik. Özcan, Saros’un genel anlamda İstanbul’un yeni sayfiye yeri olmaya başladığını, herkesinin gözünü buraya diktiğini belirtirken, körfeze açılan Karadeniz’den İbrice’ye petrol boru hattının geçirilmesine karşı nasıl direndikleri anlattı.
28 BİN KONUT YAPILMIŞ
Saros Körfezi’nin kıyılarında 28 bin yazlık bulunuyor; bunun karşılığının da 100 bin dönüşümlü ’yaz nüfusu’na tekabül ettiği hesap ediliyor. Saros’un en yoğunlaşmış bölgesi Erikli... Keşanlı gazeteci Feyzullah Aktan, 14 yıl önce başlayan konutlaşma sürecinde sadece burada 4500 konut yapıldığını, oluşturdukları kooperatif yönetimi ile yetersiz de olsa biyolojik arıtma tesisi kurarak denizi kirletmediklerini söylüyor. Bu hizmet bile Erikli’de oturan 20 bin yazlıkçıya epeyce ’pahalı’ya geliyormuş... Enerjinin pahalı olması nedeniyle arıtma işlemi de o ölçüde maliyetli oluyor. bu yüzden de bazı yerlerde göstermelik arıtma tesisleri yapılarak göz boyanıyor.
TEHLİKE KAPIDA
Gerçekten Saros’da tehlike kapıda... Ne yazık ki, yaklaşık Van gölünün üçte biri kadar bir körfezi, göl ve nehirlerimiz gibi kıyılarımızı koruyup doğru ve verimli kullanamıyoruz.
Körfezde her şey var; sörf ve yelken için bulunmaz koylar, kayalıkları, mağaralar ve mercanlar... Deniz-eko sistemi bakımından sualtı sporlarına son derece uygun bir doğa cenneti.
Orfoz balığı uzun yıllardır yakalanamıyor. Uskumru, sinarit ve kılıç balığı, orkinos, mercan, karagöz gibi yerli yerli balıklar artık avlanamaz olmuş... Her geçen gün daha fazla ’ağ’ teknesi ve binlerce metre uzunlukta marye ve dip ağı atanlar Saros’a da doluşmuş vaziyette. Sünger ve mercan rezervlerinde azalış dikkati çeker olmuş. Ergene ve İpsala ovalarından gelen tarımsal ilaç kirliliği bir başka sorun. TURMEPA’cılar, şeref başkanları Rahmi Koç ve Yönetim Kurulu Başkanı Eşref Cerrahoğlu’na sorun ve çözüm önerilerini sunacaklar; Saroz nasıl kurtulur diye...
Aysel Abla’nın sofrası
SAROS Körfezi’nin Eceabat kesimindeki Ece koyunda Nurettin Reis ve eşi Aysel Abla’nın mütevazı balıkçı barakasında konuk olduk önceki akşam. Aysel Abla’nın, değme restoranlara taş çıkaran zeytinyağlılarının ve balıklarının lezzeti ayrı bir yazı konusu olabilir. Nurettin Reis "Denizin bereketi kaçtı. Bunda biz de dahil herkesin sorumluluğu var. Ama bizim yöneticilerimiz buna çözüm bulmalı, bize yol göstermeli ve Saros’u korumalı" diyor. Çok değil beş altı yıl önce olsaydı bizlere sinaritler, mercanlar ve istakozlar sunabileceğini söylüyor. Ama artık bunları bulmak çok zor.
Soframızın ilginç konukları vardı. Can Ataklı ve bankacı Erdal Batmaz’la, tabii ki Saros’a ilişkin projeler başta olmak üzere bankacılık ve ekonomi üzerine; Dardanel’in sahibi Niyazi Önen’le hem futbol ve kültür balıkçılığı; Bozcaada’da 1000 yıl sonra adanın geçmişine yaraşır bir biçimde üzüm ve şarabın yeni bir tanımını yapan ve bu anlamda da adayı popüler hale getiren Corvus marka şaraplarının üreticisi mimar Reşit Soley ile bağcılık/şarapçılık ve yaşanan kuraklık üzerine sohbetler yaptık. Ertuğrul Özkök kıskanacak ama içtiğimiz şarapların tadını anlatmak mümkün değildi. Özellikle de daha piyasaya sunulmaya hazırlanan özel şişelenmiş Merlot ve adaya özgü ’Çavuş’ üzümünden yapılanlar...
Niyazi Önen, balıkçılık sektörünün en önemli ihraçatcısı olarak, TURMEPA’ya üye olacağını söyledi ve "Deniz Ürünleri Sanayicileri Derneği Başkanı ve bir yöre insanı olarak Saros’un milli park olmasından yanayım. Bu durum hem yöre balıkçıları için hem amatör balıkçılık turizmi için faydası olacağı gibi sürdürülebilir ticari balıkçılık için de olumlu sonuçlar verebilecek bir karar olacaktır" dedi.
Özel Çevre Koruma statüsüne alınmalı
TURMEPA Genel Müdürü Levent Ballar, Saros’un mutlaka Göcek (ve de Belek, Dalyan, Tuzgölü, Ihlara Vadisi...) gibi mutlaka Özel Çevre Koruma Kurumu (ÖÇKB) bünyesine alınması gerektiğini söylüyor. Kontrolsüz yapılaşmaya mutlak engel olunmasını, evsel atıkların arıtmadan geçirilmesini isteyen Ballar, "Ne yazık ki, trol ve gırgır balıkçılığı yanında yanında dalış faaliyetleri de hiçbir kontrole tabi değil. Sakın kimse bize bu konuda sorumlu davranılıyor, engel olunuyor demesin. Böyle bir balık hazinesi körfezinde bir tek sahil koruma üssü bulunmaması ayrı bir skandaldır. Bunlara karşı yasal işlem yapacak veya caydırıcı etkide bulunacak tek bir makam da yoktur. Deniz mercanları tahrip edilmekte ve bilinen altı adet gemi batığının soyulacak bir yanı kalmamıştır. Bu durum dahi Saros’a müdahale edilmesi ve özel bir yapıya kavuşturulması için tek başına yeterli bir gerekçedir. Yoksa bütün bunların sonucunda hiçbir özelliği kalmayan ve hatta zaferiyle ençok övündüğümüz Çanakkale Savaşlarına ait denizaltı mekanların dahi gelecek nesiller tarafından görünmesini imkansız kılacaktır.
GÖCEK KURTULUYOR
Ballar ayrıca, TURMEPA’nın yürüttüğü proje ile Göcek’teki bir yıl içinde motorlu yat ve yelkenlilerin, teknelerde yarattıkları atık ve çöplerin deniz ve kıyıdaki atık alım istasyonlarına bırakılma zorunluluğunun getirileceğini ve bunun için ’kayıtlı’ denetim uygulamasına başlanacağını da açıkladı.
İyisin Türk milleti
İDDİANAME açıklandı.20 Ekim 2008 tarihine kadar gene Ergenekon konuşacağız, yaşasın!
Zamanımız bol, sularımız berrak, enerjimiz tükenmez.
Karnımız tok, sırtımız pek, çocuklarımızın işi gücü var, hamdolsun!
Milletimiz var olsun!
Darbe ortadan kalktı, yaşasın! Karşı darbe fotoğraflarını ise unutma.
İyi misiniz Türk Milleti?
Haydi gene, iyisiniz, iyisiniz! Cumhur UTKU
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:30
27 Temmuz 2008 Only the registered members can see the link Cüneyt ÜLSEVER (Only the registered members can see the linküneyt_ülsever)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Ergenekon iddianamesi üzerine
ERGENEKON İddianamesi nihayet açıklandı. İddianame hakkında herkes fikrini söyleyecek ama iddiaların esas değerlendirmesini mahkeme yapacak.
Dilerim, mahkeme iddiaları delillerle somutlaştırır ve hukuk kadar kamu vicdanını da tatmin eden bir yargı gerçekleşir.
Herkes iddiaları görünce belirli görüşler edindi, ben de bugün ilk tepkilerimi yazacağım.
* * *
Bugün iddianame ile ilgili 2 gözlem aktaracağım.
1) Aylardır "darbecilerin davası" olarak adlandıran Ergenekon Davası bu konuda fos çıktı.
Dava ile paralel götürülen "darbe günlükleri" tozu dumana kattı ama kimsenin bir türlü anlayamadığı bir nedenle günlükler ne yalanlandı, ne de iddianamede yer aldı.
Benim anlayamadığım ikinci nokta ise davanın kilit isimleri Veli Küçük ve Levent Ersöz iken ve bu iki isim JİTEM elemanları olarak Güneydoğu’da her türlü fesada karışmakla, faili meçhulleri tertip etmekle suçlanırken, davada "Güneydoğu Günlükleri"ne değinilmemesini de hiç anlamış değilim.
Zaten iddianame davanın Genelkurmay ve MİT ile ilgisinin olmadığını açıkça söyleyerek "darbeciler davası" imajını kendi elleri ile siliyor.
* * *
2) Dava "derin devlet" davası da değil. Zira, iddialar arasında çeteyi devletle irtibatlandıran hiçbir ipucu yok. Terör çetesini yönetenler devlet ile değil de mafya ile işbirliği yapmayı tercih etmişler veya buna mecbur kalmışlar.
Emekli paşalar ve mafya elemanları birkaç sivil ile bir araya gelerek hükümeti yıkmaya teşebbüs etmişler!
Bu dava bir derin devlet davası değil ama bir süre derin devlete hizmet etmiş olanların sonradan nasıl çığırlarından çıkabileceklerinin herkese ibret hikáyesini anlatıyor.
İddianame zaman zaman her türlü kirliliğin bir araya konduğu eklektik bir görüntü veriyor ama sadece niyet seviyesinde kalsa da suikast iddiaları korkunç.
Hele hele dava Ergenekon ile Cumhuriyet’e saldırı ve Danıştay cinayetini irtibatlandırabilirse ülkenin ne hale geldiğini çıplak gözle göreceğiz.
* * *
Dava; ülke meselelerini çözmek için hukuk dışına çıkmaları için yetki verilenlerin denetlenemedikleri bir ortamda nasıl zıvanadan çıktıklarını ispat ederse ülkemize büyük hizmet verecek.
* * *Ancak, dava bu hizmeti verebilmek için yine de devlete bulaşmak zorundadır.
Zira, hepimiz biliyoruz ki düzensiz silahlı güçlerle (PKK) ancak onların dili ile konuşan düzensiz birliklerin baş edebileceği fikri 1990’larda ABD’nin Vietnam tecrübesi çerçevesinde Ankara’da geliştirildi.
Bugün zıvanadan çıkmış çete başlarının o dönemde bizzat Ankara tarafından yetkilendirildiğini unutmamak lazım.
* * *
Dünyanın her yerinde devlet ülkenin derdine sahip çıkmak için tek yöntem olarak hukuksuzluk kaldığında hukuk dışı çözümler arayabilir. Ama devlet "ayıbını" sorun çözüldükten sonra berhava eder.
* * *
Belli ki, ülkemizde kendisine hukuk dışına çıkma yetkisi bizzat devlet tarafından verilenler hem zamanında bu yetkiyi kendi maddi menfaatleri için kullanırken, hem de sonradan kendi aralarında örgütlenirken hiç denetlenmemişler, başı bozuk bırakılmışlar, ola ki bazıları tarafından da şahsi çıkarları için kullanılmışlar.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:31
Ercan KUMCU (Only the registered members can see the link)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Petrol fiyatının düşmesi bize yarar mı
GEÇEN haftadan bu yana petrol fiyatları düşüyor. On gün öncesine kadar varili 150 doları zorlayan petrol fiyatları şimdi 120 dolarlara düşme eğilimine girdi.
Bu aşamada, petrol fiyatlarının düşüyor olmasına çok sevinmek için zaman henüz erken. Düşüşün kalıcı olup olmadığı konusunda bir bilgimiz yok. Haberlere göre, petrol fiyatlarındaki düşüş talep kaygısından kaynaklanıyor. Halbuki IMF dahil, tahminlerini kamuoyu ile paylaşan uluslararası kuruluşlar küresel büyümedeki yavaşlamanın ilk tahminler kadar kötü olmayabileceğini vurguluyorlar.
Talep kaygıları tersine dönebilir. Gerçekleşmeler tahminler doğrultusunda olursa, son günlerdeki petrol fiyatlarındaki düşüşleri geçici olarak görmek gerekir. Petrolün fiyatını 150 dolara yaklaştıran dinamikler şimdi 120 dolarları deniyor. Ama, yeniden çıkış sürpriz olmaz. Benzer gelişmeleri geçen yılın ağustos ayında ve bu yılın ocak ayında da yaşamıştık. Belli bir düşüşten sonra çıkış çok hızlı olabiliyor.
TÜKETİCİYE YANSIMA
Petrol ürünleri dünyada en çok vergilendirilen mallardan biri. Devletlere hazır gelir kapısı durumunda. Petrol fiyatları arttıkça devletin bu alanda aldığı vergiler artıyor. Fiyat düştüğünde ise vergi oranları artırılarak fiyat düşüşleri tüketicilere aynen yansıtılmıyor. Bu yolla, devletler petrol ürünlerinden elde ettikleri gelirlerin petrol fiyatlarındaki düşüşe paralel azalmasını önlüyorlar. Zaten, bu alandaki vergilerin yüksek olması da biraz bu nedenden. Fiyat artınca, vergi oranları düşürülmüyor. Fiyat düşünce vergi oranları artırılıyor. Bizde petrol ürünlerinin en ucuz olduğu ülke konumundan en pahalı olan ülke konumuna bu yolla geldik.
Petrol fiyatlarındaki düşüşün kalıcı olması durumunda, bizim gibi ülkeler birçok açıdan daha iyi duruma gelecekler. Devlet petrol ürünleri üzerindeki vergileri artırsa dahi, petrol fiyatındaki düşüşler az çok tüketiciye de yansıyacaktır. Nakliye maliyetleri düşecektir. Alım gücü artacaktır. Enflasyon görünümünü olumluya çevirecektir.
Doğalgaz fiyatı petrol fiyatına endekslidir. Dolayısıyla, petrol fiyatlarındaki düşüşe paralel olarak doğal gaz fiyatı da düşme eğilimine girecektir. Enerji ithalatının faturası düşecektir. Bu anlamda, diğer şartlar değişmezse, ithalat artışı yavaşlayabilecek, hatta durabilecektir.
MALİYE NE YAPAR?
Petrol fiyatlarındaki düşüşün bizlere ne derece yaralı olacağı devletin petrol ürünleri üzerinden aldığı vergi ile oynayıp oynamayacağı ile yakından ilgili. Yılın ilk yarısına yönelik veriler kamu finansmanında olumlu bir tablonun varlığına işaret etse dahi, petrol fiyatlarının düşmesiyle oluşacak vergi gelirleri kaybına Maliye’nin tahammül etmesi zor görünüyor. Özel tüketim vergisi gelirlerinin yarısından fazlası petrol ürünlerinden alınan vergilerden geliyor. Örneğin, geçen yıl bu kalemden vergi tahsilatı 22 milyar YTL olmuştu. Bu yılın ilk yarısında 11.4 milyar YTL toplandı. Yılın tümünde de 25.6 milyar YTL gelir bekleniyor. Petrol fiyatının çok düşmesi bu hesapları alt-üst edebilir.
Bu şartlarda, petrol üzerinden alınan vergilerde bazı artışlar olabilir. Ama, bunun aşırıya kaçması durumunda, petrol fiyatlarındaki düşüşlerin çoğu tüketiciye yansıtılmadığında, bizler için petrol fiyatlarının düşmesinin fazla bir sevinilecek tarafı kalmıyor.
İthalat ve dış ticaret dengesi dışında, konunun bir de iç talep gelişmelerinden küresel likiditeye kadar uzanan diğer makro ekonomik sonuçları var. Fiyatlardaki düşüşlerin kalıcı olması durumunda bu konulara da ileride değiniriz.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:32
Şükrü KIZILOT (Only the registered members can see the linkşükrü_kızılot)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Başbakan duymasın
NİYE mi?
Duyarsa kızar da onun için!..
Hem de çok kızar...
Başbakan’ın ısrarla üzerinde durduğu bir konuyu engelleyebilecek yeni bir gelişme oldu. Aman duymasın!..
NEYİ DUYMASIN?
Duyduğunda kızacağı bir konu var, onu duymasın.
Biliyorsunuz, Başbakan uzun süredir her gittiği yerde "En az üç çocuk sahibi olun" diye tavsiyelerde bulunuyor. Daha ötesi teşvik ediyor.
Örneğin, vergi yasalarında 1 Ocak 2008 itibariyle değişiklik yapıldı ve evlenenlere ve çocuğu olanlara "asgari geçim indirimi" şeklinde, ilave avantajlar getirildi. Gerçi evlenenlere günde 30 Yeni Kuruş, çocukların her birine de 22’şer Yeni Kuruş (üçüncü çocuktan itibaren 15 Yeni Kuruş) idi ama olsun. "Çok veren maldan, az veren candan" diye bir söz var ya öyle bir şey...
Geçenlerde bir düzenleme yapıldı ve çocuk sahibi olmayı engelleyen "ince bir ayar" yapıldı!..
İNCE AYAR NE?
İnce ayar, "prezervatif kullanımı" ile ilgili...
Bir Kararname ile prezervatiflere uygulanan KDV’nin oranı; yüzde 18’den, yüzde 8’e indirildi (Bkz. 19 Temmuz 2008 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 2008/13902 sayılı Kararname).
Prezervatif KDV’sinin 10 puan indirilmesi demek, fiyatlarının bu oranda düşmesi, talebin artması ve prezervatif kullanımının yaygınlaşması anlamına geliyor.
Bundan sonrasını biliyorsunuz, devamını anlatmaya gerek yok...
Bu da bir başka rekor
GAYRİMENKUL özelleştirmede de ayrı bir dünya rekoruna sahip olduğumuzu biliyor muydunuz?
Dünyada 2000-2006 yılları arasında, 49 adet gayrimenkul özelleştirilmesi yapılmış. Bunların 30’u Türkiye’de yapılan özelleştirmelerden oluşuyor.
Yapılan 13 büyük özelleştirmeden 12’si yani birinci dışındaki en büyük 12 gayrimenkul özelleştirmesi Türkiye’ye ait!..
Bu da bir başka dünya rekorumuz!...
Bunu ona asla yapmayın
PATRONUNUZ Aslan ise: 12 burcun patronu, patronunuzsa işiniz var. Egosunu incitecek minicik bir kırıntıdan bile kaçının. Masadaki düzenini değiştirmeye kalkmayın. Gürlediğinde kaçın.
Karınız Aslan ise: Ucuz hediye almayın, boşanma sebebiniz olabilir.
Kocanız Aslan ise: Bakımsız olmayın, toplum içinde kavga etmeyin. Giyiminize dikkat edin, beraberinde onun kılık kıyafetini de önemseyin.
Baskında ne dediler
- BEN uyuyordum, bir gözümü açtım ki, bu kadın (ya da adam) yanımdaydı.
- Biliyorum tamamen çıplağım ama **** değil yaptığımız, o bana masaj yapıyordu hayatım.
- Bak, her şeyi açıklayabilirim, çok karanlıktı ve koynuma girince onu sen zannettim.
- Peki, tamam yakaladın, şimdi git de sevişmeye devam edelim.
Müşteri şikayeti
BİR adam 3 ağlayan bebekle birlikte trende yolculuk ediyormuş. Yanında oturan bayan, adama sormuş;
- Bebekler sizin mi?
Adam;
- Hayır. Ben prezervatif fabrikasında çalışıyorum, bu bebekler de müşteri şikayetleri...
Telefon faturası
EV telefonu hayli yüksek gelince, ev halkı toplanmış;
Baba; "Yahu bu korkunç bir fatura... Ben bu telefonu asla kullanmı-yorum, çalıştığım şirketteki telefonu kullanı-yorum."
Anne; "Aynen ben de..."
Oğlan; "Vallahi ben de öyle... Şirketimin cep telefonu ile bütün görüşme- lerimi yapıyorum."
Hizmetçi; "Eee... Problem ne o zaman? Sanırım hepimiz iş telefonlarını kullanı-yoruz..."
(Teşekkürler Yıldırım TUNA)
Yenisi daha kolay
KADIN oğlunu doktora götürmüş:
"Oğlum yürüyemiyor, gözü görmüyor, sağır ve dilsiz. Akli dengesi de bozuk... Onun için size getirdim."
Doktor, bir kadına bir de hastaya baktıktan sonra "Soyunun" demiş.
"Ne soyunması?" diye tepki göstermiş kadın; "Hasta olan ben değilim, oğlum!.."
"Biliyoruz da" demiş doktor, "onu düzeltene kadar, yenisini yapmak daha kolay."
Kadınlar ve algılama
- KADINLAR "ayaklı radar" gibi, çünkü beden dilini, mimikleri ve sözcüklerin gizli anlamlarını hemen algılama yeteneği erkekten iki misli fazla. Bu yüzden bir erkeğin yalan söylediğini kadın hemen anlıyor.
Bir kız ne der, ne demek ister?
- BİR kız "ihtiyacım var" diyorsa, bu "mutlaka istiyorum" demektir.
- Bir kız "ne istiyorsan onu yap" diyorsa, bu "nasılsa bedelini ödeteceğim" demektir.
- Bir kız "peki sen haklısın" diyorsa, bu "şu saçma tartışmayı bitirelim" demektir.
Bir erkek ne der, ne demek ister?
Bir erkek "tamam sen haklısın" diyorsa, bu "şu konuyu hemen kapatmanın bir yolunu bulmalıyım" demektir.
Bir erkek "yine ne yaptım?" diyorsa, bu "yine neyimi yakaladın?" demektir.
Bir erkek "bu çok yakıştı, bunu al" diyorsa, bu "n’olur bu denediğin son elbise olsun yoksa düşüp bayılacağım" demektir.
Bunları biliyor musunuz?
- TAVUKLAR yılda ortalama 227 kez yumurtlar.
- En küçük at türü Falabella, yaklaşık 75 cm’dir.
- Bir arı kendinden 300 kat ağır nesneleri kaldırabilir.
- Ayakta ölmek, diz üstü yaşamaktan daha iyidir.
F.D. Roosevelt
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:32
Erkan ÇELEBİ (Only the registered members can see the linkçelebi)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link 100 milyon YTL’lik ’saçınız dökülmesin’ yarışı kızıştı
SAÇ dökülmesini önleyen ürünlerin Türkiye’nin en hızlı büyüyen pazarı haline gelmesi, yerli, yabancı firmaların iştahını kabarttı.
Yıllık pazar hacmi 100 milyon YTL’ye ulaşan sektörde, birçok marka, ürettiği serum, tablet ve şampuanlarla sadece eczane, parfümeri ve kuaförlerde değil, artık market raflarında da yer almaya başladı.
KISA sürede 100 milyon YTL’lik hacme ulaşan pazarın, bir anda Türkiye’nin en hızlı büyüyen sektörleri arasına girmesi, Türkler’i saç dökülme sorunundan kurtarmak için yerli, yabancı bir çok firmanın adeta seferber olmasını sağladı. Çok sayıda marka, serum, tablet ve şampuanlarla sadece eczane, parfümeri ve kuaförlerde değil, market raflarında da yer almaya başladı. Peş peşe piyasaya sürülen bu ürünlerden bazıları, ambalajlarının görünümünden üzerindeki yazı karakterlerine kadar birbirlerine benziyor. Ancak, bu ürünler arasındaki fiyat farklılıkları, kafaların karışmasına da yol açıyor.
Kadınlara da yöneldi
Erkeklere yönelik ürünlerde elde edilen başarı, son dönemlerde firmaların rotayı kadınlara çevirmesini sağladı. Bunda da, erkeklere oranla daha az saç dökülme sorunu yaşayan kadınların, bu sorunu daha fazla dikkate almaları ve çözüme ulaşmak için çaba göstermeleri etkili oluyor. Yapılan araştırmalara göre, saç dökülme sorunu yaşayan kadınların yüzde 52’si, çözüme ulaşmak için bu ürünlere başvurmakta tereddüt etmiyor.
Arkadaşımız Meltem Kara’nın yaptığı araştırmaya göre, kadınlardaki bu kullanıma yönelik potansiyel, firmaları da harekete geçiriyor. Bu da, son aylarda kadınlara özel şampuan, tablet ve serumların peş peşe piyasaya sunulmasının en önemli göstergesini oluşturuyor. Saç dökülme probleminin erkeklere özgü bir sorun olduğu düşüncesini yıkmaya çalışan firmalar, saçı dökülen erkeklerden sonra kadınlara da ürün tanıtımlarında yer vermeye başladı. Son olarak Bioxcin markasıyla faaliyet gösteren B’IOTA Laboratuvarları, piyasaya sunduğu yeni ürünü Bioblas’la kadınları hedef alırken, sektörde Vichy, Activ, Ducray, Rogaine, Crescina, Foltene, Shen Min gibi firmaların da kadınlara özel ürünlerle rekabet etmeye çalışıyor.
En çok şampuan
Minodixil, Saw Palmetto ve Finansteritte adlı ilaçların yan etki olarak saç çıkarttığının anlaşılmasıyla birlikte gelişen pazarda, tüketici talebi bitkisel çözüm sağlayan ürünlerde yoğunlaşıyor. Bu nedenle sektörde en fazla şampuan ve serum satışı gerçekleştiriliyor. Tablet kullanımı ise daha düşük seviyelerde kalıyor. Buna göre, sektörde yılda 550 bin adet serum, 1.5 milyon adet saç dökülmesini önleyen te şampuan ve yaklaşık 150 bin adette tablet satışı gerçekleşiyor. Dökülmelere karşı etkili şampuanların fiyatı 30 YTL’ye kadar ulaşırken, serumların 112 YTL’yi, gıda takviyeli tabletlerin fiyatı da 100 YTL’yi buluyor. Saç dökülme sorunu yaşayanların yüzde 35’i aralarında kuaförlerinde bulunduğu doktor ve eczacıların tavsiyesiyle ürünleri kullanmaya başlıyor. Geri kalan yüzde 65’i ise kullanıcı tavsiyesi ve tanıtımlardan etkilenerek ürün satın alma yolunu seçiyor.
Saç dökülmelerinin yüzde 95’i genetik
ERKEK ve kadınlarda görülen saç dökülmesinin yüzde 95’i genetik yapıya bağlanıyor. Dökülmelerin yüzde 5’i ise hastalık, aşırı stres, yetersiz beslenme, kalitesiz saç bakım ürünleri ve ilaç kullanımı gibi nedenlerle meydana geliyor. Türk erkeklerinin sorunları arasında ilk sırada yer alan saç dökülmesi, 20-40 yaş arasındaki erkekleri etkiliyor. Erkeklerin yüzde 30’u 25 yaşında, yüzde 40’ı 40 yaşında saç dökülmesi sorunlarıyla karşı karşıya kalıyor. Kadınların ise yüzde 43’ü saç dökülmesi sorunu yaşıyor. Saç dökülme sorunu yaşayan erkeklerin yüzde 45’i, kadınların da yüzde 52’si çözüm sunan ürünlere yöneliyor. Avrupa’da saç dökülmesine karşı etkili ürünleri en çok kadınlar kullanıyor. Türk kadınları da bu ürünlere olan ilgisini günden güne artırıyor. Saç dökülmesi, hayat kalitesi üzerinde negatif bir etki yaratıyor.
Pazarda rekabeti yeni markalar kızıştırıyor
TÜKETİCİLERİN hızla artan talebi pazara yerli yabancı yeni oyuncuların girmesini sağlıyor. Sektörün büyük çoğunluğunu yerli firmalar elinde bulunduruyor. Sektöre son olarak Bioxcin markasıyla faaliyet gösteren B’iota, Bioblas markasıyla kadınlara, Biomen markasıyla da erkeklere yönelik saç ve cilt bakım ürünlerini piyasaya sürdü. Ayrıca, BitkiDerman’da rekabette yerini aldı. B’iota’nın Bioxcin, Vichy’nin Aminexil, Bayer’in Priorin, Eczacıbaşı’nın Revivogen’in faaliyet gösterdiği pazarda, Criscina, Keramine, Rogaine, Activital, Babe, Bluecap, Restorex, Prozinc, Kerastase, Eucapil, Ducray, Anagen, Rogaine, Revigen, Shen Min, Herbal Glo, Moos, Palcenta, Foltene, Tresan, Aksay, Madifarm, Lacinia, Toppik, Rogain, Activ, Novocrin, Natur Vital ve Densite gibi birçok marka yer alıyor. Inneov, Pantogar, Propecia ve Capilecia ise tablet kategorisinin oyuncuları arasında bulunuyor. Bu ürünler eczane, kuaför ve market olmak üzere farklı noktalarda satılıyor.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:33
Rauf TAMER (Only the registered members can see the link)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Pazar kahvesi
Düğünler böyledir.
İnsanları memnun edemezsin.
Kimi homurdana homurdana gelir, sırf ayıp olmasın diye katlanır, kimi ise neden davetli değilim diye alınganlık gösterip darılır.
Kimi menü’yü beğenmez, kimi de oturduğu yeri.
- Yahu kasılmayı bırak, kıpırda biraz.
Hayır.
Çoğu misafir, lök gibi oturur. Hiç bir katkıda bulunmaz. Hatta düğün sahibinin üstüne kâbus gibi çöker…
- Hay çağırmaz olaydım.
***
Bazı misafir de düzeni bozacak kadar işgüzarlık taslar, daha fazla yorulur.
Gazeteci ordusu’nun zaten maşallahı var.
Bir o kadar da koruma varsa, yandı gülüm keten helva.
Hele devlet büyüklerini çağırmışsan, iyice yandın. Yollar kesilir, herkesin burnundan gelir.
Aman ha, yağmur yağmasın, rüzgâr esmesin. Saç baş dağılır.
Çok düğün gördüm ama misafirlerin memnun olduğunu az gördüm.
***
Düğünler böyledir.
Paranla rezil olursun kardeşim.
Günlerce heyecan çekersin, koşturursun, çırpınırsın, yorulursun ama kimseye bir şey beğendiremezsin.
Düğün biter, dedikodusu bitmez.
Neylersin ki yerleşik bir kurum bu… Vazgeçemezsin.
Çocukların mürüvveti.
Düğün yapmasan, bu def’a da yüreğinde ukde kalır.
.........
Düğünlerde davetli olanlara değil, davetsiz olanlara dikkat edilir.
- Acaba neden davet edilmedi?
Yahu unutulmuş olabilir, yer tahdidi olabilir, listeye girememiş olabilir, öyle uygun görülmüş olabilir.
Yüz türlü sebep var… 50 bin kişi çağıramazsın ya.
Ama insanlarda laf bitmez.
Bari çocuklara özen göstermek lâzım.
Hangi kamptan olursak olalım, gelin ve damadın tadını kaçıracak hiçbir söz ve eylem yakışık almaz.
Sırf düğünlerde değil, her zaman…
Çocuklar daima ayrı tutulmalı…
Büyükler, kozlarını kendi aralarında paylaşsınlar.
Bu yazıyı neden yazdım? Çünkü dizi halinde Yaz Düğünleri başlıyor. Hepsine şimdiden mutluluklar dilerim.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:34
Rahmi TURAN (Only the registered members can see the link)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Türkçe’nin Anatomisi
DİLLER uluslara, sözcükler insanlara benzer. Her toplumda dil, her zaman, bir önceki kuşağın kendisinden sonrakilere bıraktığı bir mirastır.
Dil nedir? İnsanların, düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için sözcüklerle ya da işaretlerle yaptıkları anlaşma biçimidir.
Ortalama olarak 18 aylık bir çocuk 20 kadar farklı sözcük bilir. Daha sonra sözcük öğrenme hızı artar; 20 ayda 100, 24 ayda 300 ve 3 yaşında yaklaşık 1000 kelime olur.
* * *
Türkçe, dünyanın en gelişmiş, büyük dilleri arasındadır. UNESCO’nun 1980’li yıllarda yaptığı araştırma, tüm Türkçe lehçelerini yeryüzünde 200 milyon kişinin konuştuğunu ortaya koydu.
Türkçe, dünyada en çok konuşulan İngilizce, Çince, Hintçe, İspanyolca gibi dillerin arasında beşinci ya da altıncı sıradadır demek yanlış bir değerlendirme olmaz.
Türkçe’deki tüm sözcüklerin (2007) sayısı 104 bin 481’i bulmuştur. Bütün büyük diller gibi Türkçe’nin ve bu arada Türkiye Türkçesi’nin içine yabancı kökenli sözcükler girmiştir.
Türkçe’deki yabancı sözcüklerin oranı yüzde 14,33’tür.
Türkçe’deki yabancı kökenli sözcüklerin sayısı ise 14 bin 973’tür.
Türkçe’ye en çok Arapça, Farsça ve daha az miktarda olmak üzere Fransızca, İngilizce, Almanca ve Türkiye’de yaşayan azınlıklardan, komşu ülkelerden, yabancı kökenli sözcükler girip yerleşmiştir.
İşin ilginç yanı, Türkçe sanılan bazı sözcüklerin yabancı kökenli oluşudur. Örneğin "Örnek" Ermenice, "Kaldırım" Rumca, "Masa" Arapça’dır.
Günümüzdeki Türkçe dil ve lehçeleri şöyledir:
Türkiye Türkçesi, Azeri Türkçesi, Türkmence, Kırgızca, Kazakça, Taranca, Yeni Uygurca, Sarı Uygurca, Kazan Tatarcası, Nogayca, Çuvaşça, Yakutça.
* * *
Kaşgarlı Mahmut bin yıl önce, 11’inci yüzyılda kaleme aldığı ilk Türkçe lügata "Diván-ü Lügat-it Türk" (Türk Dilleri Sözlüğü) adını verdi.
Kaşgarlı Mahmut, kitabın önsözünde Türk ulusuyla övündüğünü, onu yüce değerlerde gördüğünü, Türklerin özel ve üstün niteliklerini okuyucularına anlatmak istediğini dile getirdi.
Kaşgarlı’nın bu özgün eseri, türünün ve döneminin günümüze ulaşabilmiş tek örneğidir.
Yazın dünyasında saygın bir yeri olan yazar dostum Erdoğan Tokmakçıoğlu, Kaşgarlı Mahmut’tan bu yana, dilimizin bin yıllık tarihini inceleyip, "Türkçe’nin Anatomisi"ni yazdı. Türkçe’nin sanılandan daha "büyük ve önemli" bir "dünya dili" olduğunu, dünyanın "konuşulan ilk 5-6 büyük dili" arasında önemli bir yeri bulunduğunu anlattı.
"Her şeyimi borçlu olduğum Türkçeme ufak bir hizmette bulunabildiysem ne mutlu bana" diyen Tokmakçıoğlu, tüm Batı dilleri (İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Almanca ve diğerleri) ortada "yok" iken "Türkçe’nin var olduğunu", hem de "edebiyatı ile birlikte var olduğunu" gösterdi.
* * *
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:34
Soner YALÇIN (Only the registered members can see the linkçın)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Dinci-liberal ittifak, Temmuz Devrimi’ne neden karşı
Geleneksel Türk tarih yazıcılığı, Temmuz Devrimi’ne "II. Meşrutiyet" adını vererek bu aydınlanma hareketinin çapını küçültmeye çalışır.
Only the registered members can see the link ittifak ise, dün olduğu gibi bugün de Temmuz Devrimi’ne ve onu gerçekleştiren İttihat ve Terakki’ye düşmandır. Peki neden? Anayasa Mahkemesi’nin yarın görüşmeye başlayacağı AKP’yi kapatma davası ve Ergenekon Soruşturması’yla ayyuka çıkan tartışmaları analiz edebilmek için, 1908’deki toplumsal, siyasal ve ekonomik değişimleri iyi bilmek gerekiyor. İyi bilmek gerekir ki, yandaş medyanın Temmuz Devrimi’ni neden hálá düşman bellediği iyi anlaşılabilsin.
BUgÜnlerde, tarihimizdeki tüm ilerici hareketlere savaş açan yandaş medyanın, 1908 Temmuz Devrimi’ne bakışıyla, alışılagelmiş/ sıradan Türk tarih söylemi arasında paralellik vardır.
Bunlara göre Temmuz Devrimi, "Devleti iç düşmanlarından kurtarıp, kötü gidişata son vermek isteyen askerlerin siyasal cinayetler işleyip, dağa çıkıp darbe yaparak iktidarı ele geçirmeleridir."
Bugün Temmuz Devrimi’ni gerçekleştirenlere, "darbeci", "katil" yaftası vuruluyor. Hiçbir siyasal, ekonomik ve toplumsal çözümlemeler içermeyen bu basmakalıp/yüzeysel sözleri çoğu çevre doğru sanıyor. Üstelik buradan hareket ederek demokrasi üzerine büyük laflar ediyor!
Peki gerçek ne?
Önce bir tespitte bulunmamız gerekiyor:
Geleneksel Türk tarih yazıcılığında halk hareketlerine karşı büyük bir ilgisizlik vardır. Bu çevreler siyasal hareketleri/devrimleri oluşturan maddesel koşulları pek irdelemekten kaçınır. Bunda soğuk savaş döneminin baskıcı uygulamalarının büyük payı vardır. Halk hareketlerini yok sayarlar. Evet, bizim tarihçiliğimiz topaldır; iktisadi ayağı yoktur.
Örneğin Temmuz Devrimi öncesi, ağır vergi yüklerinin halkı nasıl yokluğa sürüklediği; huzursuzluklara/ ayaklanmalara neden olduğu görülmez.
1906’daki Kastamonu, Erzurum, Bayburt, Trabzon, Sivas, Giresun, Samsun vergi ayaklanmaları konusunda kaç çalışma biliyorsunuz? Bilemezsiniz çünkü yoktur. Bu ayaklanmalarda İttihatçıların Erzurum, Trabzon, Van şubelerinin ve bu gizli örgütlerin dağıttığı bildirilerin ne kadar payı vardır? Tarihsel çalışmalarda yer bile verilmemiştir.
Dünyada, toplumsal hareketler üzerine çalışma yapanların en birinci kaynakları, tahıl ürünlerindeki fiyat artışlarıdır. Yüzyıl başı Osmanlı’da un mamullerine ne kadar zam yaptığı konusunda kaç çalışma hatırlıyorsunuz? Hatırlayamazsınız, çünkü yoktur.
Çalışmalarında yoksul halk yoktur.
Ya toplumun diğer katmanları?
Maaşlarını alamadıkları için İskenderun, Arnavutluk, İzmir, Elazığ, Diyarbakır, Manastır, Erzincan gibi birçok kışlada protesto eylemleri yapan binlerce askerin devrime giden süreci hızlandırdığı göz ardı edilebilir mi? Aynı durumdaki memurların?
"Bu sefer hangi vatan parçası elden gidecek" karamsarlığındaki aydınların; Makedonya güvenliği konusunda, İttihatçıların Avrupa’ya rest çeken tavrından etkilenmemeleri söz konusu olabilir mi?
Peki ya; çoğu 7-8 kuruş için 16-17 saat yabancı sermayenin emrinde çalışan işçiler, Osmanlı’nın her bir yerine asılan, dağıtılan bildirilerden habersiz olabilir mi?
Görmezlikten gelinse de Temmuz Devrimi’ni; içinde askerleri, sivil bürokratları ve büyük çoğunluğu olmamasına rağmen halkı da barındıran bir siyasal hareket gerçekleştirdi.
1908 Devrimi’nden sonra toplumsal olayların bıçak gibi kesilmesinin nedeni de, halkın bu harekete olan desteğini göstergesidir.
İstanbul Beyazıt Meydanı’ndaki yüz bin kişinin "Hürriyet, Eşitlik, Adalet, Kardeşlik" diye Temmuz Devrimi’nin simgesi sloganları bağırması, sevinç gösterisinde bulunması neyin ifadesidir?
Bakınız:
Temmuz Devrimi karşıtları 1908 genel seçimlerine hiç değinmek istemezler.
İttihatçıların halkın önüne hemen sandık koymalarını anımsamazlar. İttihatçıların ezici sandık zaferini görmezlikten gelirler. Bu gerici ittifak çıkarlarına hizmet ettiği sürece sandığı önemser, aksi durumda sandığı yok sayar.
Neyse... Gelelim Temmuz Devrimi’nin Osmanlı siyasal, ekonomik ve toplumsal yaşamında neleri değiştirdiğine?
Temmuz Devrimi neleri değiştirdi
1908 Temmuz Devrimi, 1876’daki gibi salt bürokrasinin gücünü artırmak değil, halkın gerçek anlamda siyasal sürece katılacağı yeni bir anayasa hedefledi. Ve bunu bir ay sonra (21.08.1909) gerçekleştirdi.
Anayasanın birçok maddesi değiştirildi; onlarca yasa çıkarıldı. Amaç, "çağdaş merkezi devlet"ti:
"Kapıkulu" geleneği/ tebaa anlayışı yıkıldı; "vatandaşlık" kavramı doğdu.
Hükümet, padişaha değil vatandaşların oylarıyla seçilmiş meclise karşı sorumluydu. Padişah’ın yetkileri tırpanlandı.
Siyasal partiler kuruldu.
Tüm Osmanlılar hiçbir ırksal, etnik ve dinsel farklılık gözetilmeksizin eşit haklara sahipti. Ayrım gözetilmeksizin her vatandaş devlet kurumlarında çalışabilecekti. Müslümanlar dışındakiler de askere alınacaktı.
Sadece anayasa değiştirilmedi:
Yeteneklerinden çok akraba ilişkileriyle bürokraside yer alan kadrolar işten çıkarıldı. Örneğin, II. Abdülhamid’in muskacısı Şeyh Abulhüda’nın 15 yaşındaki maliye müfettişi torunu atıldı.
Sadrazamın, Şeyhülislamın, Nazırların alışageldik yüksek maaşları yarıya çekildi. Padişah’ın ödeneği 36.794.000 kuruştan 2.000.000 kuruşa indirildi.
Mutlakiyetçi rejimin güvenilir askeri ve sivil bürokratlarına yönelik yoğun bir temizlik hareketi başlatıldı. Mektepli olmayan/ alaylı 7500 subay-Paşa tasfiye edildi. Büyükelçiler, konsoloslar, valiler azledildi. Kadrolar azaltıldı.
Osmanlı sanayileşebilmek için ne sermaye birikimine ne de ilim irfana sahipti. Bu nedenle öncelikle eğitim reformu yapıldı; Okullar hiçbir dil-din ayırımı yapmadan herkese açık oldu. Herkes kendi anadilinde öğrenim görecekti; ancak Türkçe öğrenmek zorunluydu. Cemaatlerin kontrolündeki okullar kapatıldı. Ticaret okulları açıldı. Kız öğrenciler üniversiteye alındı.
Değişik etnik ve dinsel cemaatlerin ayrıcalıkları ortadan kaldırıldı. Örneğin medrese öğrencileri de artık askere alınacaktı. Din adamlarının ayrıcalıklarına son verildi.
Sermaye birikimi olmadan bağımsız olunamayacağını yakın tarih çok acı göstermişti. Milli sermayeyi güçlendirecek adımlar atıldı. Yerli şirketler kuruldu. Sadece İstanbul’da 500’ye yakın bakkal dükkanı açıldı.
Ulusal pazarı bütünleştirmek ve kırsal ürünlere talep yaratmak için kara ve demiryolu şebekesi inşa edilmeye başlandı
Köylülerin toprak sahibi olmalarını kolaylaştırıcı adımlar atıldı.
Kooperatifler kuruldu.
İşçiler grev hakkı kazandı. 1 Mayıs işçi bayramı oldu. Sendikalar kuruldu.
Sokaklara isim, evlere numaraya verilmeye başlandı.
Telefon tesisatları inşa edildi. İstanbul elektrikle aydınlatıldı.
Jurnal rejiminin bekçisi hafiyeliğe, sansüre son verildi. Bu nedenledir ki 24 Temmuz gazeteciler ve basın bayramı olarak hala kutlanmaktadır.
İç pasaport uygulaması kaldırıldı.
Fikir hayatı canlandı; evrim teorisi, pozitivizm, Marksizm konuşulmaya, tartışılmaya başlandı. Ardı ardına çeviriler yapıldı.
Yarışmacı sporlar hayata geçti. 1912’de Stockholm olimpiyatlarına gidildi.
Put olarak görülen heykelin yapılmasına izin çıktı. İlk sinema filmi çekildi.
Kadınlar kamuda çalışmaya başladı. Müslüman kadınlar sahneye çıktı.
Kadınlar dernekler kurup, dergiler çıkardı. "Tesettür farz mıdır" tartışmaları yapıldı. Tekeşlilik özendirildi.
Yandaş medya bunları yazmıyor. Yazılanlar; "İttihatçılar cinayetler işledi."
Evet işledi ve kötü de yaptı. Kim savunabilir. Ama hangi ülkedeki büyük dönüşümlerde/devrimlerde kan akmadı; İngiltere, Fransa, ABD, Rusya, Çin devrimlerinde, söyleyin nerede kan akmadı?
Dinci-liberal ittifak, Temmuz Devrimi’nin sadrazamı Mahmud Şevket Paşa’yı öldürtmedi mi? Niye bundan hiç bahsetmezler? Neyse, gelelim bir başka soruya:
Temmuz Devrimi başarılı oldu mu? Programını tam olarak hayata geçirebildi mi? "Evet" demek çok zor. Bunun en temel sebeplerinden biri, dinci-liberal ittifak ve onun saç ayağı yabancı sefaretler/büyükelçilikler idi.
Dinci-liberal ittifakın arkasındaki güç
Sefaretler!
Sadrazam Fuat Paşa diyor ki:
"Bizim devlette iki kuvvet vardır; biri yukarıdan biri aşağıdan gelir. Yukarıdan gelen kuvvet hepimizi eziyor. Aşağıdan bir kuvvet oluşturmaya olanak yoktur. Bunun için pabuççu muştası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya mecburuz; o kuvvetler de sefaretlerdir."
Temmuz Devrimi’nde sefaretler kime yakındı?
Sorunun yanıtını vermeden önce kimdi bu liberaller ona bakalım:
Liberaller, Osmanlı toplumunun üst sınıflarına mensuptular. Bunlar iyi eğitim görmüş, Batılılaşmış, kozmopolit bir gruba mensuptular.
İdeolojileri, İngilizlerin iktisadi ve siyasal yapısını birebir almaktı. Zaten İngilizce liberal birlik anlamına gelen Ahrar Fırkasını kurdular. Parti programını ise İstanbul’da bugün yalısıyla adı bilinen Kont Ostrolog yazdı.
İttihatçılar orta sınıf ailelerine mensuptular. Bunlar yerli ekonomide meydana gelen yabancı sermaye tahrifatı nedeniyle zarar görmüş; Saray ve Babıali tarafından ezilen, dışlanan esnaf, memur ve küçük rütbeli subay ailelerinin çocuklarıydılar.
Bu tespitlerden sonra gelelim sorunun yanıtına; sefaretler kime yakındı?
Temmuz Devrimi öncelikle neye savaş açtı biliyor musunuz; kapitülasyonlara!
Bu nedenle başta İngiltere olmak üzere Fransa, Rusya, Osmanlı üzerinde kurdukları hegemonyayı yok edecek Temmuz Devrimi’ne karşıydılar.
Biliyorlardı ki; Temmuz Devrimi, Osmanlı’nın egemenliğini ve hukukun birliği ilkesini ihlal eden kapitülasyonları yıkacaktı.
Bu nedenle İttihatçıların meclisten çıkardığı tüm reformlar Avrupa elçiliklerinin vetosuna takıldı. Yasaların her maddesine, "antlaşmalardan doğan haklara karşıdır" iddiasıyla karşı çıktılar.
Bakınız: Bugün dinci-liberal ittifak her fırsatta Avrupa Birliği’nden bahsetmektedir. İsteklerinden biri de yerel yönetimlerin güçlendirilmesidir.
Şimdi sıkı durun:
Temmuz Devrimi, yerel yönetimleri merkezi hükümetten daha bağımsız hale getirmeye çalıştı. Örneğin, bir tür danışma organı durumundaki Meclis-i Liva gibi kurumların kadrolarını genişletip, buralardaki devlet memuru sayısını üçte biri geçmeyecek şekilde azalttı. Diğer kadrolar da halkın oyuyla seçilecekti.
Yerel yönetimlere, mali özerklik getirilmesi; yerel milis kuvvetleri oluşturulması; dinsel kurumlara cemaatlere vergi koyup bunları toplama hakkının verilmesi; resmi yazışmalarda ve mahkemelerde kullanılacak dilin o bölgedeki nüfusun çoğunluğunun konuştuğu dilden olacağı gibi haklar verilmeye çalışıldı.
Ama bunlar hayata geçirilemedi.
Çünkü: Sefaretler, "kapitülasyonlara aykırıdır" diye bu yasaların geçmesini engellediler. Sefaretler dün böyle diyorlardı bugün tam tersi; çıkarlarına ne uygunsa! Neymiş Kopenhang kriterleriymiş!
Kapitülasyonlar sonucu, aşar, ağnam, gibi öşri vergilerin halkı yoksullaştırdığını İttihatçılar görmüyor muydu? Görüyordu. Bu nedenle "mali" devletin yerini "iktisadi" devlete bırakması düşünülüyordu. İktisadi açıdan bağımsız olmadan, çağdaş bir ülke yaratamayacaklarını biliyorlardı.
Ellerine I. Birinci Dünya Savaşı’nda fırsat geçti ve hemen yarı sömürgecilik statüsünde olan kapitülasyonları kaldırdılar. Düyun-u Umumiye’nin faaliyetlerini askıya aldılar.
İttihatçılar için I. Dünya Savaşı, bağımsızlık savaşıydı. Ne diyorlar günümüzde; "İttihatçılar bir oldu bittiyle Osmanlı’yı savaşa soktu." Egemen bir devlet olmak isteyen Osmanlı’nın, kapitülasyonlardan kurtulmak için savaşa girdiğini kimse söylemiyor artık.
Söylemezler. Temmuz Devrimi’ni küçümsemek, ona saldırmak psikolojik harbin sonucudur. Bu dün de böyleydi:
Temmuz Devrimi’ne karşı 31 Mart 1909’da ayaklanan dinci-liberal ittifakın arkasında İstanbul İngiliz Büyükelçiliği’nin bulunduğu sır değil. Büyükelçi Lowther’in, istihbaratçı Yüzbaşı Bettelheim’in faaliyetleri biliniyor artık.
Dinci-Liberal ittifak sadece gerici bir ayaklanma planlamayıp katliamlar düzenlemekten bile geri durmadı mı? 1909 Adana’daki Ermeni katliamını kim planladı? Amaç İngiliz-Fransız donanmasının ül***e müdahale edip, Temmuz Devrimi’ne son vermesi değil miydi? İktidar olabilmek için Osmanlı’nın işgalini bile istedi bunlar.
Arnavutluk, Yemen, Arabistan, Irak, Suriye gibi ayrılıkçı hareketlerin başında, eski rejime dönerek ayrıcalıklı konumlarını korumak isteyen din adamları ve onun destekçileri liberaller yok muydu?
Sefaretlerin oyuncağıydılar. Sefaretler, bunlarla oynarken diğer yandan Osmanlı’yı parçalamayı sürdürdü. Destekleriyle, Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti; Girit Yunanistan’la birleşti; Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bosna Hersek’i ilhak etti.
Dinci-liberal ittifak bugün, tarihimizdeki tüm devrimcileri "darbeci" ilan edip yargısız infaz yapıyor. Ama kendi tarihlerini unutuyorlar:
İttihatçılar vatanın bir parçasını vermemek için Trablusgarp cephesine koşunca, bunu fırsat bilen dinci-liberal ittifak, kendilerine "Halaskaran" adını veren Arnavut askerleriyle birleşip darbe yaparak iktidarı ele geçirmedi mi? İktidar olunca ne yaptılar? İngiliz sefaretinin Osmanlı’daki bir numaralı adamı Kamil Paşa’yı Sadrazam yaptılar. Balkan Savaşı’nda küçük Bulgar ordusu Çatalca önlerine kadar geldi! Hangisini yazayım?
Siz liberallerin allı pullu laflar etmesine bakmayınız; yüz yıllık tarihlerine bakarsanız asıl darbeci bunlardır. Gericiler hep ittifak kardeşleridir. Hiçbir devrimci hareket için olmamışlardır.Yüz yıldır istekleri sadece statükoyu korumaktır!
Tek başarılı oldukları, sefaretler desteğiyle sürekli bağırıp, ortalığı karıştırarak ül***i zayıflatmaktır. Söyledikleri ise laf-ü güzaftır.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:35
Emel Armutçu (Only the registered members can see the linkçu)
Only the registered members can see the link Trene yakışan müzik
Ankara Garı dün tam bir panayır yeriydi. Bir kere, 13 vagonlu, 340 metrelik Hürriyet Hakkımızdır Treni ilk kez bir perona sığabildi.
Only the registered members can see the link;nın upuzun, modern garının her bir yanından başka bir müzik sesi, başka bir renk yükseldi.
Her şey biraz sakinlediğinde salon vagonda yazı yazmaya oturmuştum ki, konferans vagonuna geçmekte olan TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Ankara Temsilcimiz Enis Berberoğlu, Kurumsal İletişim Direktörümüz Temuçin Tüzecan girdi içeri. "Ne yazacaksınız" diye başıma dikildi Gökçek. "Bir ilk cümleye ihtiyacım var" dedim.
Tren, insan hakları treni ama Gökçek hemen kendi üslubuyla girdi konuya: "Şöyle başlayın. Ankara’ya gelir gelmez garın etrafını dolaştım..." Anladım, "Başkan çalışıyor" diyecektim. "Bana Cumhuriyet’in değerlerine saldırıyor diyorlar, altgeçit yapmışım!" diye devam etti. Pardon, altgeçitle cumhuriyet değerlerinin ne alakası vardı ki? "İşte ben de onu merak ediyorum" dedi.
Ben bu Ankara tartışmalarından çok anlamam; TCDD Genel Müdürü Karaman’a döndüm: "Güzel olmuş mu altgeçit?" "Evet" dedi. Peki Cumhuriyet değerlerine uygun muydu? "Tabii" dedi Karaman, "Cumhuriyet modernliktir, ister altta olsun, ister üstte!"
Neyse biz konumuza dönelim: Ankara Garı panayır yeriydi dedim ama düne asıl damgasını vuran, "Semaver Kumpanya Zil Zurna Ritm Grubu" oldu. Onlar aslında müzisyen değil, oyuncu. Ama çok yönlü oyuncular. Önce kendilerini geliştirmek için başlamışlar birlikte çalmaya, Birkaç yıldır profesyonel grup olmuşlar, Hıdrellez’de, Barışa Rock’ta ve özel etkinliklerde, açılışlarda çalıyorlar. Ama ne çalıyorlar! Kimsenin kayıtsız kalamayacağı, acayip harekete geçiren, coşturan, eğlendiren bir müzik.
Bir kısmı bizim tren insanı, Masal Masal İçinde’nin oyuncusu, kalanların çoğu da Semaver Kumpanya’da oynuyor. Yurtdışındaki örnekleri gibi, "başka şeylerle de ilgilenen" bir oyuncu grubu olmak için çıkmışlar yola. Kendi çalıp kendi söylemek, oyun oynarken başka gruba ihtiyaç hissetmemek için. İkisini birden yapınca etkinin ne kadar büyüdüğünü görüyorlar.
Tanıtayım sizlere: bas davul, zil ve çanda Sarp Aydınoğlu, bas davulda Öyküm Erdoğan, trampette Gülin Kılıçay ve Gökçe Gürçay, darbuka ve zilde Sibel Altan ve Ümit İlban, tjembede Bülent Çolak, basgitarda Okan Kaya ve trompette Serkan Çiftçi. Toplam 14 kişiler. Ama duruma göre 5’li ya da 20’li grup olabiliyor, parçalanıp eklenebiliyorlar.
Ben yaptıkları müziği trene çok yakıştırdım; çünkü tren de bir ritm aleti gibi. Sanıldığının aksine hiç de monoton olmayan ritmik bir müziği var trenin. Bazı sabahlar kalktığımda, içimden trenin geceki ritmlerini tekrarlıyorum ben: Tık tıktık, tıktık tık... İşte Zil Zurna da öyle. Sadece enstrumanlarını değil, dün mesela gardaki ayaklı kül tablasını, direkleri, hatta treni bile çalarak, tren müziği yaptılar. Yani yok öyle, bu ülkede sahne yok, oyuncu yok, enstrüman yok... "Önemli olan niyet" diyor Sarp, "her şeyi çalabilir, her şeyi yapabilirsiniz."
Zil Zurna, Gevende grubundan Gökçe Gürçay’ın şefliğinde oluşturuyor kendi parçalarını ama performans sırasında daha çok doğaçlama yapıyor. Bu, uyumla birarada olabilme yetenekleri olduğunu da gösteriyor. Hürriyet Hakkımızdır/Tren Özgürlüktür’e bu yüzden de çok yakışıyorlar. Aklınızda olsun, Semaver Kumpanya ve Zil Zurna ekibi, İstanbul’da Kocamustafapaşa’da Çevre Tiyatrosu’nda bu yıl ekimden itibaren Tilbe Saran ile birlikte Bertholt Brecht’in Cesaret Ana ve Çocukları’nı oynayacak.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:35
Yalçın DOĞAN (Only the registered members can see the linkçın_doğan)
Only the registered members can see the link Obama efsanesi ne kadar gerçek
Obama efsanesini görmezden gelmek yanlış. Tıpkı Kennedy gibi. Bir efsanenin yürüdüğü ortada. "Obama gelecek, dertler bitecek" aldatmacası. Şunu unutmak da yanlış. Obama, tüm demokrat görünümüne rağmen, sonuçta Amerikan sermayesinin yeni sesi.
Siyahlar (ya da zenciler) fazla para harcıyor.
Siyahlar, aynı geliri elde eden beyazlara göre çok daha müsrif.
Siyahlar giyime, altın, gümüş dahil her türlü takıya ve gösterişli arabalara, beyazlara göre çok daha düşkün.
Siyahlar, beyazlara göre Amerikan ekonomisine daha fazla yük.
Siyahların birlikte yaşadıkları semtlerde, kendi aralarındaki sosyal rekabet çok yüksek. Harcamaları onun için artıyor. Beyazların kendi aralarında rekabet var ama, siyahların çok daha yüksek. Bu topluma genel bir maliyet yüklüyor.
Amerika’da başkanlık seçimi ile birlikte, siyahlarla ilgili araştırma, anı, anket, gözlem bir anda artıyor. Demokratların başkan adayı Barack Obama siyah. O zaman, siyahlara yönelik ilginin artması doğal. Doğal olmayan, ortaya dökülen veriler, araştırmalar tek yönlü. Siyahların kirli çamaşırları gibi. Her türlü fenalığın anası siyahlar gibi.
Bu fenalıklar zincirinin son halkasına bir katkı da, garip bir biçimde, yine bir siyahtan geliyor. Trinity Üniversitesi Kilisesi eski rahibi Reverend Wright. Trinity Üniversitesi’nde okurken, Obama üzerinde çok hakkı olduğunu öne süren Wright, Obama’nın kampanyasını kırıp dökmekle meşgul.
Zencilerin Amerikan toplumunda başkanlık yarışına katılacak ve hatta belki de seçilme şansını elde edebilecek kadar sosyal pastadan pay alabileceklerine inanmayan rahip, yarış kızıştıkça, ses duvarını aşıyor:
"Siyahlara güvenin bulunmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Ama, yine de siyah olduğunuz için, cesaretinizi kaybetmeyin. Obama’nın söylediği gibi, yes, we can, evet yapabiliriz, diyerek inancınızı tazeleyin. Bu ülkede siyahlar ve beyazlar ayrıdır, farklıdır."
Siyah-beyaz çelişkisini derinden yaşamış bir insan olan Wright, sonra makas değiştiriyor:
"Yine de, bir siyahın başkan seçilmesi, beyaz-siyah farkını ortadan kaldırabilecek yeni bir unsur olabilir."
Ancak, bugüne kadar söylediği her söz, Obama’nın başına dert açıyor. O dert, örnekteki gibi, her gün yeni anketlerle biraz daha katmerleniyor.
Düzenlediği basın toplantısında beyaz gazeteciler sorularıyla onu sıkıştırıyor. Örneğin, "siz AIDS virüsünü beyazlar tarafından siyahlara yönelik bir aşağılama olarak değerlendiren siyahlardan mısınız" gibi.
Bu açıklamalar, bu anketler etkisini gösteriyor. Bir ara Cumhuriyetçi aday McCain ile arasındaki farkı iyice açan Obama, son günlerde anketlerde başabaş geliyor. McCain’e umut kapıları açılıyor. Hatta, Obama’yı bir-iki puan da olsa, geride bırakan sonuçlar çıkmaya başlıyor.
Buna karşılık, ilk zamanlarda Amerika’da ve halen dünyada yaratılan Obama efsanesini görmezden gelmek yanlış. Tıpkı Kennedy gibi. Her ne kadar, Obama, Marx için, "o bir kaçıktır" dese de, dünyadaki son elli yılın sol akımlarını, "bunlar hiç bir işe yaramaz" diye kötülese de, bir efsanenin yürüdüğü ortada. "Obama gelecek, dertler bitecek" aldatmacası.
Şunu unutmak da yanlış. Obama, tüm demokrat görünümüne rağmen, sonuçta Amerikan sermayesinin yeni sesi. Sahneye öyle çıkıyor.
Bu anketler, bu rahip, yoksa o sahnenin sahteliğini mi ilan ediyor? O sahne, yoksa McCain’in zaferi için başından beri kurulmuş bir tezgah mı?
Sermayenin kendine en hizmet edeceğine inandığı birini seçtireceğine hiç kuşku yok. Obama yumuşak eldivenli, McCain bildiğiniz gibi.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:36
Gila BENMAYOR (Only the registered members can see the link)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Meğer Çinliler sporu hiç sevmezmiş
Pekin’deki yaz Olimpiyatlarına şunun şurasında 10 gün gibi birşey kaldı.
8 Ağustos ile 24 ağustos arası çaresiz ekran başındayız.
Sanıyorum ki, Çin ekonomiden sanata pek çok alanda "in" durumunda olduğu için bu Olimpiyatlar diğerlerinden fazla ilgi çekecek.
Pekin 2008 polemikleri şimdiden başlamış bile.
Baktım geçenlerde uslanmaz Avrupalı parlamenter Daniel Cohn-Bendit sırtında bir tişörtle poz veriyor.
Tişörtte Olimpiyat oyunlarının meşhur halkaları yerine içiçe geçmiş kelepçeler var.
Tişörtü giydiği gün Cohn-Bendit, Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada Sarkozy’ye çatıyor.
"Sayın Başkan Olimpiyat Oyunları’nın açılışına gitmek utanç vericidir" diyor.
"Siz açılış günü elinizdeki çubuklarla karnınızı doyuracaksınız. Ben ise burada Çin mapushanelerinde çürümekte olan mahkumları düşüneceğim."
Daniel Cohn-Bendit bu.
Ne ağzında bakla barındırır, ne de gerçeği söylemekten sakınır.
İNSAN HAKLARI KARNESİNDE KIRIK
Çin’in insan hakları karnesindeki kırıkların Olimpiyat nedeniyle daha sık gündeme geleceği, hatta "yüzüne vurulacağı" zaten biliniyordu.
Dolayısıyla Cohn-Bendit’in Avrupa Parlamentosundaki çıkışı şaşırtmadı beni.
Ama şaşırtan başka birşey oldu.
Fransız Le Point Dergisi’ndeki şu başlık:
"Çinliler spordan nefret eder."
Şöyle düşünün.
Yemeğe eve misafir çağırıyorsunuz.
Ama küçük bir sorun var.
Yemek pişirmekten nefret ediyorsunuz.
Olimpiyat oyunlarına birkaç hafta kala bir muhabirini "bakalım Çinli atletler oyunlara nasıl hazırlanıyor" diye Pekin’e gönderen derginin yazısı gerçekten ilginç.
Okuduklarımdan çıkan sonuca göre, Çinliler neredeyse "zoraki" sporcu.
Le Point Dergisi’nin muhabiri Pekin’e gitmiş, neredeyse iki yıldan beri Çinli eskrimcileri çalıştıran bir Fransız antrenör ile konuşmuş.
Christian Bauer adındaki antrenöre göre, Çinli eskrimciler antrenmanlara isteksiz katılıyorlar.
Bir basketbol takımının koçu ise takımdaki tüm oyuncuların "basketboldan nefret ettiklerini" itiraf ettiklerini aktarıyor.
BASKETİ SEVMEYEN BASKETBOLCU
Eskrimi sevmeyen eskrimciler.
Basketbolü sevmeyen basketbolcular.
Nasıl bir şey bu?
Derginin vardığı sonucu göre, Çin’de eskrimci, kürekçi, bisikletçi ya da sporun her hangi alanında faaliyet gösteren sporcuların hiç biri o dalı sevdiği için seçmiyor.
Sadece mesleği olsun diye seçiyor.
Sporcu oldun mu devletten maaş garantisi var çünkü.
Çin’deki spor akademilerinin sayısı 3 bin.
Burada her gün 400 bine yakın çocuk ve yetişkin haftanın altı ya da yedi günü antrenman yapıyor.
Mezun olduktan sonra ise yerel yönetimler ya da hükümet tarafından işe alınıyor.
Çinli sporcuları en fazla bezdiren şey ölesiye antrenman.
Eski bir dekatlon atleti olan Li Chao Bin Fransız muhabire şöyle konuşmuş:
"Atletizmde Batılılardan daha geri olduğumuz için daha fazla çalışmak zorundayız. Bugün artık koşmuyorum, zira canım çekmiyor. Spor yüzünden her yanım sakat. Dizlerim, sırtım, omuzlarım."
China Sports Daily Gazetesi’ne göre, Çinli eski sporcuların yüzde 80’i Li Chao Bin gibi kronik sağlık sorunlarından muztarip.
Ya da işsiz ve yoksul.
Pekin 2008 Olimpiyatları’nın müthiş parıltısının arkasında yatan gerçek bu ne yazık ki.
Şimdi gel de Daniel Cohn-Bendit’e hak verme.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:36
Hadi ULUENGİN (Only the registered members can see the link)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Bir martı sorusu
Ben şimdi, çocukluk hafızamıza olağanüstü olarak yerleşmiş şeylerin yetişkinlikte sıradan olduğunu farkedince yaşadığımız türden bir hayal kırıklığına mı uğradım? Yoksa, burada tam tersi bir durum söz konusu olduğuna, yani martılar her bakımdan bendeki imajın ötesinde bir cázibe çağrıştırdığına göre, böylesine sürprize seviniyor muyum?
Çocukluğumuzun şeyleri, yani diyelim ki evler, insanlar, mekánlar, hayvanlar vs., hafızamızda, gerçekte olduklarından daha büyük, daha geniş, daha cazibeli yer edinirler.
Öyle ki, yürümeye başladığımız iki adımlık odanın bir selamlık kadar ferah; tokadını yediğimiz cüce öğretmenin bir dev kadar uzun; yahut da, okşamaya korktuğumuz finonun bir ejderha kadar yırtıcı olduğu konusunda kesin kanaatlerimiz vardır.
Oysa, yetişkinlik çağına ulaştıktan sonra bunlarla tekrar karşılaştığımızda, aniden, o odanın darlığını, o öğretmenin kısalığını, o köpeğin de cılızlığını farkederiz.
Dolayısıyla da, derin hayal kırıklığına uğrarız ve çoğu defa ağlamaklı oluruz.
*
Garip, bense şimdi bunun tam tersini yaşıyorum.
Çünkü, daha Firuzağa Camii’nde ezán okunmadan önce; daha travestiler müşterileri sepetlemeden önce; daha taksimetreler gündüz tarifesine dönmeden önce, ortalık hafiften hafife ağarmaya başladığı an, sabahın ilk alacasıyla birlikte balkon tırabzanına bir martı konuyor.
Ve, öylesine büyük ki!
Her şafak vakti táa Hayırsız Ada kayalıklarındaki esrarengiz yuvasından mı, yoksa aşağı Tophane rıhtımlarındaki gizli mekánından mı gelir bilemiyorum ama, kaz kadar demesem bile, deniz kuşunun cüssesi hacim itibariyle iri bir ördeği andırıyor.
Ben de şaşırıyorum.
*
Şaşırıyorum, zira yine her sabah, bir türlü tam kapanmayan perdenin aralığından alıcı gözüyle baktığımda, başının, gövdesinin, gagasının, puslu Kuzey denizlerinden tanıdığım ve İngilizcede "gull", Fransızcada "goeland", zooloji lûgatinde ise "larus atlanticus" denilen o koca Okyanus martıları kadar büyük olduğunu farkediyorum.
Zaten, biraz daha yakından incelemek için bazen parmaklarımın ucuna basarak perdeyi ihtiyatla araladığımda, uçmadan ve bana meydan okurmuşçasına, kanatlarını tamamen açıyor.
Bunların genişliği karşısında ikinci bir defa daha şaşırıyorum.
Sonra, camın arkasından bile olsa, ya ilk cigarayı yaktığım çakmağın sesinden hoşlanmadığı için; ya da, sanki gökyüzünde demir perde hududu çizilmişmiş gibi, nedense hiç bir zaman Cihangir Caddesi’nin ötesine geçmeden havada çığlıklar atan hemcinslerinin çağrısına uyduğu için, bu defa gerçekten uçuyor ki, aynı genişlik daha çok ortaya çıkıyor.
*
Tamam, martımı tabii ki Charles Baudelaire’nin "Yekpare deniz kuşları / İzlerler bahtsız gemiyi / Engin yolculuk dostları" diye şiirleştirdiği ve uçan yaratıkların en büyüğü olan o devasa kutup albatroslarıyla karşılaştıracak değilim.
Bu kadarı, abartmanın dániskası olur!
Fakat yine de, başkaları uğrasa bile ertesi sabaha kadar tekrar balkon tırabzanına konmayacağını bildiğim martımın, hafızamdaki genel martı imajıyla kıyaslanmayacak oranda büyük, iri ve cüsseli olması karşısında sonsuz hayretlere düşüyorum.
*
Haklıyım, çünkü çocukluğumda bayağı bayağı korktuğum kaz ve hindilerin ne denli iri olduğunu düşündüysem, bunun tam tersine, martıları daima çok küçük ve çok cılız yaratıklar olarak tahayyül ettim.
Hadi serçe kadar demeyeyim ama, Kadıköy vapurunun uskur suyunda batıp çıkanlardan, iskele balıkçılarının artıklarına dalanlara, zaten ahım şahım kuş addetmediğim martıları hep cüssesi minik, gövdesi çelimsiz ve kanadı entipüf kuşlar olarak gördüm.
Zahir göz alışkanlığından olacak, o çocukluktan táa bu yaşa dek, bizim denizlerin martılarının da aslında, Atlantik’ten Pasifik’e ve kuzeyden güneye, boyut ve hacimleriyle beni çok şaşırtan okyanus martılarıyla haniyse eşit olduğuna hiç dikkat etmedim.
Ama şimdi, hem şafak balkonuna konan martım; hem de onun şaşırtıcılığından ötürü Kabataş’ta, Karaköy’de, Kandilli’de bilhassa ve tekrar tekrar incelemek ihtiyacını hisssettiğim diğer bütün hemcinsleri sayesinde biliyorum ki, martılar çocukluğumdaki martılar değildir!
Onlar büyüktür, iridir, cüsselidir, geniştir!
*
Tabii bugün, kendi kendime şu haklı ve meşrû soruyu soruyorum:
Ben şimdi, çocukluk hafızamıza olağanüstü olarak yerleşmiş şeylerin yetişkinlikte sıradan olduğunu farkedince yaşadığımız türden bir hayal kırıklığına mı uğradım ?
Yoksa, burada tam tersi bir durum söz konusu olduğuna; yani martılar her bakımdan bendeki imajın ötesinde bir cázibe çağrıştırdığına göre, böylesine sürprize seviniyor muyum ?
*
Bilmem! Bilmiyorum! Bilemiyorum!
Zaten aslında, sorunun gerçekten meşrû ve haklı olup olmadığını dahi bilmiyorum.
Bildiğim tek bir şey var:
İster Hayırsız Ada kayalıklarından, ister Tophane rıhtımlarından gelsin ve daha Firuzağa Camii’nde ezán okunmadan önce; ve daha travestiler müşteri sepetlemeden önce; ve daha taksimetreler gündüz tarifesine dönmeden önce, martım şafağın ilk ışıklarıyla birlikte balkon tırabzanına konsun.
Soru da, cevap da umurumda değil, yeter ki martım her sabah orada olsun!
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:37
27 Temmuz 2008 Only the registered members can see the link Prof. Dr. Osman MÜFTÜOĞLU (Only the registered members can see the linküftüoğlu)
Only the registered members can see the link Modern çağın vebası insülin direnci
Sağlığımızın (özellikle kilomuzun) yiyip içtiklerimizle yakın ilişkisi var. Eğer dikkat etmezsek yiyip içtiklerimizle sağlığımızı bozuyor, kilolarımızı çoğaltıyoruz.
Beslenme biliminin ilk meraklılarından biri İtalyan papazdı. 50’sinden sonra doğru beslenip iyi yaşlanmaya kafayı takan bu papazın 90 yıldan fazla yaşadığı biliniyor. O ünlü İtalyan papazın notlarındaki bir cümle bugün de geçerliliğini koruyor: "Eğer dikkat etmezsek mezarlarımızı dişlerimizle kazabiliyoruz."
SİHİRLİ SÖZCÜK KALORİ
Sorun beslenme yanlışlarından kaynaklanan kilo fazlalığı olduğunda işin özünde tek bir sözcük yatıyor: Kalori! Kilo sorununun arkasında yaktıklarınızdan daha fazla kalori almanız yatar. Fazla kilolar bazı istisnalar dışında fazla kalorili yani yüksek enerjili beslenmenin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Bu nedenle, kilo sorununuza çözüm ararken önce kendinize "ihtiyacımdan daha fazla kalori alıyor muyum?" sorusunu sormanız gerekiyor. Bu durum özellikle son yıllarda çok daha önemli hale geldi. Nedeni besin üreticilerinin yiyip içeceklerimizi neredeyse birer kalori bombası haline getirmeleri.
Mesela, bir fast food öğle yemeği mönüsü yalnızca küçük bir hamburger, bir parça kızarmış patates ve bir kutu koladan ibaret ama toplam kalori değeri 1000’i geçiyor. Eğer dikkat etmezse çalışan biri iş saatlerinde sadece öğle yemeği, gün içindeki atıştırmaları ve içtiği meşrubatlarla neredeyse 2000 kalori alıyor. Oysa orta yaşlı bir vücudun ihtiyaç duyduğu toplam kalori miktarı bir günde kadınlar için 1600-1800 kalori, erkekler için 2000-2200 kaloriyi geçmiyor.
GEN-BESİN UYUŞMAZLIĞINA DİKKAT!
İşin önemli bir yönü daha var. Yiyeceklerimizin sadece kalorileri artmıyor yapıları da sürekli değişiyor. Yapılar değiştikçe genlerle yiyecekler arasında uyumsuzluk başlıyor. İşte bu uyumsuzluk ilk önce pankreas bezinin kafasını karıştırıyor. Şeker ve diğer karbonhidratların yoğun saldırısı karşısında ne yapacağını şaşıran pankreas bezi de vücuda aşırı miktarda insülin pompalamaya başlıyor. Durum bu aşamadan sonra daha da karışık bir hale geliyor.
Kısacası, genlerimiz yiyip içtiklerimizin bu kadar hızlı değişmesine ayak uyduramıyor. Onları şaşkınlık içerisinde bırakan şeylerin başında eskiye oranla çok fazla şeker tüketmemiz geliyor. Yediğimiz her şey tıka basa şeker dolu! Şekeri fazla yiyip içince kan şekerimiz çok çabuk artıyor. Pankreas bezi bu hızlı artış karşısında paniğe kapılıp, fazla miktarda insülin salgılıyor. İnsülinin fazlası artan şekeri yağ olarak depoluyor ve kan şekerinde ani düşmeye yol açıyor. Kan şekerinde ani düşüşler (hipoglisemi) kısa bir süre sonra yeniden acıkma hissine ve yiyecek içecek tüketimine sebep oluyor. Kısacası bir kısır döngü başlıyor. Bu döngünün düğmesine özellikle şeker, nişasta ve un yüklü besinler basıyor. Bu kötü ve zararlı döngü kırılmadıkça ne insülin direnci çözülebiliyor ne de kilo sorunu kontrol altına alınabiliyor.
EN BÜYÜK ETKİ ÇOCUKTA
Bu kötü gidişten en çok etkilenenler çocuklarımız. İkinci sırada genetik yapısında "metabolik sendrom" eğilimi olan kişiler geliyor. Son yıllarda salgın bir hastalık gibi yayılan çocuk ve genç yaş şişmanlığının ve orta yaş karın bölgesi yağlanmasının arkasında işte bu kısır döngü yatıyor. Kısacası insülin direncini "çağın vebası" olarak değerlendirenler pek haksız değiller.
Modern yaşam sadece çevreyi değil, vücudumuzu da kirletti. Bu kirlenme karşısında yalnız doğa değil genlerimiz de şaşkın düştü. Kilo sorunu, şişmanlık, hipertansiyon, şeker hastalığı ve kanser vakalarının artışının arkasında biraz da bu gıda-gen uyuşmazlığı yatıyor.
Beslenme yanlışlarınızın sizi yalnızca fazla kilo veya obezite problemi ile karşı karşıya bırakmayacağını, kanserden ülsere, tansiyondan şekere pek çok sağlık probleminin arkasında bu hataların yattığını lütfen unutmayın.
AZ YİYİN ÇOK YÜRÜYÜN!
Eğer iyi ve güzel yaşamak, güzel ve ***ifli yaşlanmak, hastalıklardan uzak, sağlıklı bir hayat sürmek istiyorsanız az yiyin ve çok hareket edin! Özellikle 50’li yaşları geçince yediklerinizi azaltıp, aktivitenizi arttırmayı ihmal etmeyin. Benim önerim hiç olmazsa bu yaşlardan sonra iki beyazı (şeker ve beyaz un) hiç yememeniz, üçüncü beyazı yani tuzu hayatınızdan olabildiğince uzak tutmanız, yiyecekleri mümkün olduğu kadar doğal halleriyle yiyip içmeniz, sık ve az yemeniz, öğün atlamamanız, sofradan tıka basa doyunca değil ilk doyma sinyallerini alır almaz kalkmanız, sabah kahvaltısını zengin, akşam yemeğini hafif tutmanız, alkolü ya hiç kullanmamanız ya da iyice azaltmanız, yemek pişirirken mümkün olduğunca zeytinyağı kullanmanız, kızartmalardan uzak durmanız, meyve ve sebzeyi sofranızdan eksik etmemenizdir.
NE YAPMALI?
Sağlıklı bir beslenme planı oluştururken daha fazla meyve-sebze, bitkisel gıda tüketmemiz gerekiyor. Daha çok tahıl, bakliyat yememiz lazım. Bunların da doğal olanlarını, fazla işlenmemiş olanlarını, hatta mümkünse organik üretim sertifikalılarını yiyip içmeliyiz. Öğütülmemiş tahıl, genetiğiyle oynanmamış (orası burası şişip tombullaşmamış, hormondan, böcek öldürücüden nasibini fazla almamış) sebze ve meyveler yemeye gayret etmemiz gerekiyor. Mümkün olduğu kadar doğada beslenip büyüyen, doğada otlayan hayvan etlerini tüketmeye, sütün, yoğurdun, peynirin, namuslusunu (!) yiyip içmeye özen göstermemiz gerekiyor. Özellikle fast food yiyeceklere, hamburgerlere, kızarmış patateslere, içi tıka basa şeker dolu gazlı içeceklere, kolalı içeceklere ne kendimiz ne çocuklarımız merhaba bile dememeli.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:38
Ayşe ARMAN (Only the registered members can see the linkşe_arman)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Bizimki zaten nefret-aşkıydı
Biz onları Küçük Oteller Kitabı’yla tanıdık. O kitapla birlikte o aileyi de sevdik. Sonra Şirince Evleri projesiyle sevgimize biraz da hayranlık karıştı. Müthiş bir çifttiler.
Mükemmel projeler yaratıyorlardı, birlikte hayata geçiriyorlardı. Üç güzel çocukları oldu. Köyde mütevazı fakat siyası anlamda iddialı bir hayatları vardı. Nişanyan Evleri uğruna Sevan Nişanyan hapis bile yattı ama parmaklıkların ardında bir etimoloji sözlüğü yarattı. 6 dil bilen farlı bir adam. Ama sonra ne olduysa oldu aynı çift yaşadıkları boşanmaya yol açan hadiseyle literatüre geçtiler. Sevan Nişanyan, o 6 dil bilen entelektüel dahi adam, bir kovada topladığı bokları, kavanoza doldurup karısının kafasından aşağı boca etti. Bu olay sadece bu çifti değil, Türkiye’yi sarstı. Önüne gelen bu davaya dahil oldu. Her kafadan bir ses çıktı. Ama Müjde Nişanyan, ilişkileri üzerine ilk kez konuşuyor...
Only the registered members can see the link
Sevan Nişanyan’la nerede, nasıl tanıştınız?
- Kuzguncuk’ta. Amerika’dan gelmişti, ortak bir arkadaşımız tanıştırdı. 47 model bir jipim ve kızıl saçlarım vardı. Beni görünce "Bu kadında iş var" demiş, birkaç gün sonra da "Evlenelim" dedi.
Aşk, tutku, şefkat? Yaşadığınız neydi?
- Ben hayat boyu dostluk sürdürebileceğim adamı bulmuştum. Bundan daha önemli ne olabilir? Aşk, **** benim için ikincil şeylerdi.
İyi de nesine vuruldunuz, çarpıldınız, tutuldunuz?
- Olağanüstü bir hatiptir mesela. 198’inci kez aynı şeyi anlatsa da her seferinde aynı ***ifle, aynı zevkle sanki ilk kez duyuyormuşum gibi dinlerim. Felsefe bilir, matematik bilir, siyaset bilir, satranç bilir, 6 dil bilir, müzik bilir, resim bilir. Müthiş bir adamdır, derin bir adamdır. Beni etkileyen canlılığı. Olayları şablonlar dışında görebilmesi, değerlendirmesi. Yeni tanıştığımızda Latince bildiğini öğrendim, dalga geçiyor zannettim, gittim Latince Deyimler Sözlüğü aldım, bazı deyimlerin anlamını sordum, hakikaten biliyordu, bunlar da etkiledi beni. Çok çok büyük bir enerjisi vardır Sevan’ın. Bu enerjiyi pozitif kullandığında, Şirince’de olduğu gibi muhteşem bir dünya yaratabilir. Ama negatif kullandığında, yandınız, dehşetengiz bir tahribat gücü vardır. Ortalığı yakar yıkar. Bu gücü karşısında hep irkildim.
Onun bu özellikleri sizi hemen evlenmeye ikna etti mi?
- Tabii, tabii. Sadece evlenmeye değil, çocuk yapmaya da. Benim bir özelliğim de biraz saf olmam. "Sen güzel ve sağlıklı bir kadınsın, harika çocuklarımız olur" dedi. "Tamam o zaman yapalım" dedim. Birlikte seyahatlere de çıktık. Onunla birlikte seyahat etmek de olağanüstüdür. Ansiklopedinizi sürekli yanınızda taşırsınız, Sri Lanka’da da İtalya’da da size hep anlatacak bir şeyleri vardır. Ben eski kocamla Pink Floyd ve rock dinlerdim, Sevan’la klasik müziğin en derinliklerine inebilme şansım oldu. Donizetti ve Bach’ın dünyasına girdik. Bir ara, "Bach gibi 12 çocuk yapalım!" diye tutturdu, bütün dehalar gibi tohumlarını saçmak istiyordu, Allah’tan biz 3’te kaldık.
Tamam dehasını anladık... Nasıl bir eş, nasıl bir baba? Ne kadar şefkatli, sorumluluk sahibi...
-Ha işte onlar yok. Sevan, dünya liderliğine oynayabilecek kudrette bir insan. Böyle insanlar çocuk-mocuk yapmamalı, aile filan kurmamalı. Onlar bilgilerini, fikrî zenginliklerini, teorilerini, derin izahlarını kitlelerle paylaşmalı. Çünkü aile - çocuk, onlar için çok ikincil yani sıradan olaylar. Sevan için de öyleydi. Ben hep onun sağduyusu, freni olmak zorunda kaldım.
Ne yapıyordunuz yani?
- İtiraz ediyordum, kavga ediyordum, karşı çıkıyordum, onun deyişiyle dır dır ediyordum. Ben hep senin bir ailen var, üç çocuğun var’ı hatırlatan unsurdum, ama dinleyen kim? Mahkeme celpleri, jandarmalar... Hayatımız böyle geçti. O kafaya bir şey takıyor, ben onun aşırılıklarını engellemeye çalışıyorum. Hiçbir şeyden korkusu yok, inandığından vazgeçmez, taviz vermez. Bütün bu olan bitenler aramızdaki fikir ayrılıklarının tohumunu atmış oldu. Böyle sıradışı adamların önünde onları engelleyecek sağduyuları olmamalı aslında...
Çok abartmıyor musunuz onu!
- Yok valla, dürüstçe anlatıyorum. Budur Sevan.
Dikkatimi çekti onu müthiş bir yere koyuyorsunuz, kendinizi olduğunuzdan daha aşağı bir yerde konumlandırıyorsunuz...
- Evvel eski söylerler bunu. Ama hayır, ben de güçlü olmasaydım böyle bir adama 17 yıl dayanamazdım. Sadece güçlü değilim, sebatkar ve sabırlıyım da. Ama buraya kadarmış. Nasıl bir baba olduğuna gelince de, çocukların günlük ihtiyaçlarıyla ilgilenmezdi ama onlara dünyanın en güzel timsah hikayelerini anlatırdı, kafadan uydururdu, canı isterse satranç tahtasına oturup onlarla iki saat satranç oynardı. Çocuklar babalarından bir sürü şey öğrendiler, karizmatik bir babadır.
Evliliğiniz boyunca bir sürü projeyi hayata geçirdiniz: Küçük Oteller Kitabı, Nişanyan evleri. Omuz omuza mücadele ettiniz, Sevan hapislere girdi... Dava arkadaşlığı evliliğinizi ne yönde etkiledi?
- O davalara gönüllü sürüklenmedim ki. Ben daha orta karar, sakin bir yaşamı tercih edenlerdenim. Ama onun bu çarpıcı, hızlı yaşamının içine ister istemez dahil olmak zorunda kaldım.
Bakıyorsunuz Sevan bir tane daha tapuyla gelmiş... Öyle mi?
- Aynen öyle. "Oraya da ev yapacağım" diyor. "Mümkün değil izin vermezler" diyorum, "Yapacağım" diyor. "Olur mu, hak var, hukuk var" diyorum, dinlemiyor. Başlıyor inşaata. Bir süre küsüyorum ama sonra elden ne gelir, barışıyorum. Ama sabırsız ve maymun iştahlı, bir fikri ortaya atıyor, tamamlanma sürecini bana devrediyor çünkü sıkılıyor.
Yani fikir onun, projeyi hayat geçiren sizsiniz...
- Öyle de diyebiliriz. Çünkü Sevan artık çoktan başka bir projenin üzerinde çalışıyordur. Ama o kadar çok şey yarattık ki Şirince’de, o sürekliliğin sağlanması gerekiyordu. İş, çocuklar ve süreklilik, benim için belirleyici olan bunlardı. Zaten bunun dışında hiçbir şeye vaktim kalmıyordu. Kendimi tamamen rafa kaldırdım.
Geriye dönüp baktığınızda gördüğünüz ne?
- Çok yorulmuş bir kadın.
Evliliğiniz ne zaman çatırdamaya başladı?
- Son 5-6 senedir "takipçi" rolünden fazlasıyla yorulmuştum. Gerginlikten sıkılmıştım, sükûnet ve huzur istiyordum.
Bunu ona söylediniz mi?
- Pek dinlemez böyle şeyleri. Sevan, hayatını kolaylaştıracak insanlar ister. Ben de o konuda iyiydim. Bila ücret 15 saat çalışan, çocuklarına düzgün annelik yapan, yorulmayan, başı ağrımayan, migreni olmayan, adet ağrısı çekmeyen, hiç hastalanmayan bir kadın. Az buçuk da kültürlü. Şikayet etmez, kapris yapmaz, bir de azla yetinir. Kim istemez? Hakikaten öyleyim. Berbere gitmem, kıyafet almam, araba tutkum yoktur, gezdirilmek istemem. Azla yetinirim. Az yerim.
Allah Allaaaaaaaah! Bütün bu fedakarlıklarınızın karşılığında o size ne yapıyor? Sürprizler, hediyeler, romantik şeyler...
- Dalga mı geçiyorsun? Onun kendi dünyası zengindir, o kadar.
Bu yaşadığınız ego savaşı mı? Kim daha uzağa işeyecek mi?
- Herhalde. Biz yatakları filan da ayırmıştık zaten. Ben yeni bir yaşam modeli üzerine kafa yoruyordum. Tamam evliliğimiz eskidi, bayatladı, konuşacak mevzumuz kalmadı ama işimiz ortak ve dünya güzeli üç çocuğumuz var, o zaman evleri ayıralım, işi ortak yürütelim, çocuklar istediklerinde annede istediklerinde babada olsunlar.
Boşanmaya karşı mıydınız?
- Ben değildim ama Sevan istemiyordu.
E peki bu son hadise ne münasebetle yaşandı? Bütün bu patırtının sebebi başka bir kadın olabilir mi?
- Kuşkusuz Sevan farklı farklı renkler arıyordu, her alanda aradığı gibi. Arsız bir iştahı vardır çünkü. Yemek yerken önündeki ekmekle kavga eden bir adam. Onun için bu farklı renk arayışlarının içinde farklı sesler, farklı kokular ve farklı bedenler de aramak istemiş olabilir.
Tamam, o size korkunç bir şey yaptı, peki siz ona ne yaptınız da o böyle davrandı?
- Anlatması kolay değil. Bizimki nefret-aşkı. Almancası Hassliebe. Böyle bir kalıp içinde her şey yaşanabilir. Bu ayrılık sürecinde bir araya gelip konuşuyoruz, geçenlerde de konuştuk, "Kimse bana senin kadar acı çektirmedi hayatta" dedi. Benden hem nefret ediyor hem de seviyor. Biz bu iki duygu arasında gittik geldik, bazen biri ağır bastı, bazen diğeri...
Sevan bu hadisenin simgesel bir olay olduğunu söyledi. "Sen başkalarıyla ilgili bana bok atıyorsun ben şimdi sana gerçekten atıyorum!" filan mı demek istedi...
- Sanırım. Ama sormadım. Sorulmayacak ve üzerine konuşulmayacak kadar korkunç bir hadise.
Ama bu olay fevri bir olay değil, sandalyeyle birinin üzerine yürümek değil, hesap var, kitap var, yılansı bir soğukkanlılık var...
- Evet. Taammüden yapılmış bir şey. Düşünülmüş, tasarlanmış. Ama iki insanın ilişkisinde her şey olabilir. Her ne kadar bu gerçekten büyük bir iğrençlik olsa da. Geçen gün Sevan bana "Aynı şeyi sen yapmış olabilirdin, sence benim tepkim böyle mi olurdu?" dedi.
Onun tepkisi nasıl olurmuş?
- Çok ironik ve komik bulurmuş, güler geçermiş. Hatta "Vayyyy amma güzel numara, iyi planlamışsın!" dermiş. Ben de döndüm dedim ki, "Böyle bir şey ben sana yapsaydım, sen beni silahla kovalardın Sevan!"
Bu olayda size en çok ne koydu?
- Gazetelere düşmek! Çok utandım!
İyi de jandarmaya giden ben değildim herhalde! Bu hadiseyi bütün Türkiye’nin duyacağı aklınıza gelmedi mi?
- Hayır, hiç. Biz küçücük bir kasabada yaşıyoruz. Benim ailem filan yok ki burada, muhtemelen o anda jandarmayı koruyucu baba olarak gördüm, ondan aradım. Bir dahaki sefere daha detaylı bir şey yapacak olursa "Neden bizi aramadılar" demesinler diye hemen telefon ettim ve gelip fotoğraf çekmelerini, zabıt tutmalarını istedim. Ama meğer sen şikayetçi olmasan da, kadınlar bu ülkede çok şiddete maruz kaldıkları için otomatik olarak kamu davası açılırmış. E ben bunu bilmiyordum.
"Yıllar sonra geleceğimiz nokta bu mu olacaktı" dediniz mi?
- Öyle muhasebelere girmedim. Çünkü depresyona girecek, travma yaşayacak vaktim yok benim. Hayata devam. Ben hep öyle yaşadım.
Genellikle erkeğin kadına şiddet uyguladığı vakalarda "Kadın kuruluşları, feministler neden sahip çıkmıyor?" denir. Bu sefer sahip çıktılar, o da problem oldu...
- Benim feminist hareketle hiç bağlantım yoktu. İzm’ler mizm’ler bana uzaktır. Tanımam, bilmem, okumam. Sonuçta bir köyde yaşıyorum ben. Ama bu olay neticesinde sivil toplum örgütlerindeki kadınların ne kadar güçlü olduğunu gördüm. Gerçi bu olayın saçmasapan bir sürü açılımları da oldu, daha farklı yansımaları oldu.
HEM ESNAF HEM RADİKAL OLAMAZSIN
"Bu feministler de nereden çıktı şimdi?", "Kol kırılmalı yen içinde kalmalı, bu işler karı- koca arasında kalmalı" dediniz mi?
- Gazeteye düştüğüm için çok utandım. Ama burada feministleri suçlayabilecek bir durum da yok. Olay olmuştu zaten. Onlar düğmeye basmasaydı da biz basına çıkacaktık. Feministlerin başlattığı saf tepki sonradan fırsatçılar tarafından art niyetli noktalara çekildi. Bu yüzden ticari açıdan itibar kaybettik. En çok Sevan’ın repütasyonu zarar gördü. Tüm bunlar ortak ürettiğimiz şeylere de zarar verdi. Ama ben ona yıllardır şunu söylüyordum: Sen bir yandan esnaf kimliği taşımaya çalışıyorsun, Küçük Oteller Kitabının gururusun, bir yandan da Türk aydınlar camiasında sivrilen bir entelektüel olarak yerini almak istiyorsun. Bu ikisi bir arada olmaz. Hem esnaf hem siyasi radikal olamazsın, hayat müsaade etmez. Sonunda korkunç bir facia olacak demiştim. Oldu.
Herhangi bir şekilde onu affetme ihtimaliniz var mı?
- Evliliği sürdürmek anlamında hayır. Ama boşandıktan sonra aramızdaki saygıyı yeniden yapılandırabilirsek normal, medeni insanlar gibi konuşabiliriz belki. Ben buna açığım.
Son durum ne?
- Sevan’ın bütün kaleleri yıkıldı. Üniversitede ders veriyordu, televizyon programı vardı, Agos’a yazıyordu. Hepsi bitti. O olaydan sonra zaten Etiyopya’ya gitti, üç hafta çöllerde sürünmüş, manastırlarda kuru ekmek yemiş, münzevi bir hayat sürmüş. Dönünce benimle konuşmak istedi. "Gidecek başka gidecek yerim yok. Oteli birlikte işletmek zorudayız" dedi. Önce kabul etmedim. Onunla aynı yerde bulunmaya tahammülüm yoktu. Ama sonra düşündüm ki üç kuruşluk dünyada değer mi? Adamın bütün kaleleri yıkıldı, alsın o zaman oteli işletsin. "Ben ayağımı çekiyorum, otel senin" dedim.
Peki karşılığında?
- Çocukların nafakaları dışında, her ay 5 bin YTL.
Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?
- Şimdiye kadar benim burnum Şirince dahil beni hep doğru yerlere götürdü, bundan sonra da götürür herhalde. Yine rehberlik yapabilirim. Bir de butik otel açmak isteyenlere danışmanlık ederim, çünkü bu işte bilmeden etrafa dehşetengiz paralar saçılıyor. Bir de İzmir’de bir dernek kurduk, kadınlar için bir şeyler yapmak istiyorum. Tacize uğrayan eğitimli kadınların sessiz kalmalarını engellemek için.
Bütün bu olaylara üç çocuğunuz nasıl tepki gösterdi?
- En küçükle çok az şey paylaştım, büyükler olan biteni biliyorlar. Kızımız 12 yaşında, zor bir yaş, zannederim o bir travma yaşıyor, olayı duyduğunda 2 hafta okula gidemedi ve bir temizlik obsesyonu başladı. Sürekli lavabo filan temizler oldu. Allahtan şimdi daha iyi. Büyük oğlum bana fikir veriyor, arkadaş ötesi danışmanım gibi.
Dünyadaki en egzantrik adamları hayat arkadaşı olarak seçmekte pek hünerliyim
Sevan tanınıyor ama siz çok bilinmiyorsunuz. Siz kimsiniz?
- Pek ahım şahım bir hikayem yok. 1962 doğumluyum. Çocukluğum İsviçre’de geçti...
Ne alaka?
- Bildiğin "gastarbeiter" (misafir işçi) hikayesi. Babam, Bursa Kemalpaşa’da bir eşraf ailesinin son çocuğu olarak dünyaya geliyor. Tabii son çocuk olmak kolay değil, herhangi bir mal- mülk kalmıyor. O da "Bari bir araba sahibi olayım, İsviçre’de iki üç yıl kalır sonra dönerim" diyor, 40 yıl kalıyor.
Annenizle İsviçre’de mi tanışıyorlar?
- Hayır, o da Bursalı bir ailenin kızı. Çok uzaktan akraba evliliği. Almış annemi gitmiş.
Aşk var mı bu hikayenin içinde?
- Yok.Only the registered members can see the link
Ailenizi nasıl hatırlıyorsunuz?
- Çok mutlu bir aile değil. Annemle babamı hep küs hatırlarım. Ben ulaktım. Mektuplar yazılır, ondan ona götürülür, daha küçükken bile "Ya, şu evliliğinize bir nokta koysanıza" derdim. Şaşkınlıkla bakarlardı. Saçmasapan şeylerden kavga ederlerdi. Diyelim ki bir yere gidiyoruz, babam anneme sorardı: "Sağa mı sapalım, sola mı?" Annem de "Sen bilirsin" derdi ve kavga başlardı. Sonra da küslük dönemleri...
Hikayenin devamı nasıl geldi?
- Anneciğim en küçük oğlumun doğumundan 20 gün önce öldü. Yani çok tuhaf, evlilikleri hiçbir zaman noktalanmadı. Babam hálá yaşıyor. Ama benim babamla bağım kopuk.
Neden?
- Ben çok örnek bir çocuktum, okulda başarılıydım, çok iyi arkadaşlıklar kurardım, ilişkilerim de fevkaladeydi ama hayatımda çok büyük bir hata yaptım. Babama göre tabii. Uzun saçlı, küpeli bir adamla evlendim. Babam da beni hiçbir zaman affetmedi.
Nasıl yani bundan dolayı sizi defterden mi sildi?
- Aynen. Ben en egzantrik adamları kendime hayat arkadaşı olarak seçme konusunda pek hünerliyim. Babam da bunu hazmedemedi. Bu tabii yüzyıllarca önce oldu. Bugün 46 yaşındayım, o zamanlar 22 yaşındaydım. O zamandan beri de onu hemen hemen hiç görmedim. Ama babam bana en büyük hayat dersini verdi.
Nedir o?
- Babama göre dünyadaki tek iyi odur. Onun dışında herkes, akraba, eş, dost, hatalıdır, yanlıştır. Buydu işte hayatımın en büyük ilk dersi: Yargılayıcı olmamamak. Bu dersimi çok iyi öğrendim. Çünkü babam insanları hep yargılardı, asla onları olduğu gibi kabul edemedi. Ve tabii sonunda yapayalnız kaldı. İki çocuğu da yanında değil.
Bu yaşadıklarınız ağır bir travma aslında...
- Bilmem ki. Travmalar benim yaşantımın bir parçası. Dolayısıyla olağan geliyor.
Babanızla yaşadıklarınız erkeklerle ilişkinizi etkiledi mi?
- Muhtemelen. Nerede normal biri var ilgimi çekmedi. Memur mu? Düzenden yana mı? Beyaz gömlekli mi? Ih ıh. Ama zaten ideal erkeğin olmadığını, aradığımız bütün özelliklerin bir adamda toplanamayacağını çok küçük yaşta öğrendim ben. Çocukluğumdan beri içimde taşıdığım bir fantezim var.
Nedir o?
- İstanbul’da Galasaray’da neo klasik bir apartman, 12-13 katlı. O apartmanın anahtarı da bende. Her bir dairesinde farklı bir adam yaşıyor, ben yerleştiriyorum aslında onları oraya. Mesela romansa mı ihtiyacım var 13. kata çıkıyorum, müzik ve mimari konuşmak istiyorsam 12. kata iniyorum. Ezoterik bir guruya mı ihtiyacım var, 3. kata gidiyorum. Life style ya da ***ifli yemek mi konuşacağız 4. kat. Fantezinin en hoş tarafı da şu: Hepsinin divası benim. Neyse, umudum var, bir gün kuracağız apartmanı.
Bir de eğitiminizi sorayım...
Ben biraz amorf bir yaratığım. İnsanlar beni nereye yönlendirdilerse, "Tamam" derim, dedim. Türkiye’ye dönmek gerekiyordu "Eyvallah" dedim. 16 yaşında Bursa Kız Lisesi’ne yatılı verildim, canlı laboratuvar gibi geldi orası, İsviçre gibi özgürlükçü bir ortamdan gelmişsin, ama uyumsuzluk göstermedim, arıza da yaratmadım. Arkeoloji, sanat tarihi ve sanata yatkınlığım vardı, "Ama o işte ekmek kazanamazsın, mühendis ol" dediler, "Tamam" dedim, kimya mühendisliği okudum. Derken aşık oldum, babamın itiraz ettiği adamla, Mete Özgencil’le evledim. 7 yıl sonra boşandım. Bir rehber arkadaşım sayesinde Şirince’ye gittim, oradaki konukseverlik aklımı aldı, bayıldım o köye, bir ev alabilmekti bütün hayalim. Sırf bu yüzden rehber oldum. Ve Şirince’de bir ev aldım. Gerçi ev değil, ahırdı. İçinde keçileri ve koyunları vardı. Yavaş yavaş ustalarla düzeltmeye başladım orayı. Henüz sonraki 20 küsur yılımın Şirince’de geçeceğini bilmeden...
ÜNİVERSİTE HOCASI İZİN VERİRSENİZ BU VAKA LİTERATÜRE GEÇECEK DEDİ
Olayın üzerine İstanbul’dan çok değerli bir ceza hukuku profesörü aradı, Adem Sözüer, "Basından takip ediyorum sizin vakanızı, o kadar benzersiz ki, biz literatüre geçirmek istiyoruz, izin verir misiniz?" dedi. Güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. "Siz nasıl isterseniz" dedim. "Bu konuda gelip bir konuşma yapar mısınız?" dedi, "Hayır asla" dedim.
KİM İSTEMEZ BENİM GİBİ KADINI
Sevan, hayatını kolaylaştıracak insanlar ister. Ben de o konuda iyiydim. Bila ücret 15 saat çalışan, çocuklarına düzgün annelik yapan, yorulmayan, başı ağrımayan, migreni olmayan, adet ağrısı çekmeyen, hiç hastalanmayan bir kadın. Az buçuk da kültürlü. Şikayet etmez, kapris yapmaz, bir de azla yetinir. Kim istemez? Hakikaten öyleyim. Berbere gitmem, kıyafet almam, araba tutkum yoktur, gezdirilmek istemem. Azla yetinirim. Az yerim.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:38
Uğur CEBECİ (Only the registered members can see the linkğur_cebeci)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Havada duş
Emirates, yarın Hamburg’da teslim alacağı Airbus A380 tipi uçağında duş hizmeti veren ilk havayolu şirketi olacak.
A380’in ikinci katında, ön tarafta yer alan iki duş, sadece 14 first class yolcusu tarafından kullanılacak. 10 bin metrede bu ***fi yaşamak isteyenler için Dubai-New York arasındaki seferlerde first class bilet fiyatı gidiş-dönüş, vergiler dahil ağustos ayı için 6 bin 623 eurodan başlıyor.
İş jetleri tarafından kullanılan sistem ilk defa bir havayolu uçağında yer alıyor. A380’in ikinci katına merdivenle çıkıldıktan sonra duşlar hem sağ, hem de sol tarafta yer alıyor. Alman Dasell şirketi tarafından imal edilen duşların iki bölüm var. Giyinme-soyunma kabini ile duş kabini özel bir kapıyla ayrılıyor. Duş kabini 97 santimetre genişliğinde. İçinde küçük bir oturma yeri de mevcut. Su yüksek basınçla püskürtülüyor.
1 TON SU KAPASİTELİ
Duş kabinin tüm yüzeyi özel bir cila ile kaplandı. Su damlaları, yüzeyden hızla zemine doğru kayıyor. Kabin içindeki malzemeler yüksek hijyen standartlarının korunmasına yardımcı oluyor. Su tek bir noktadan atık tankına gidiyor. Zeminde ise kaymayı önleyici yüzey bulunuyor. Yolcuların her kullanımı sonrasında duş kabini temizleniyor.
Farklı sertifikasyon sürecinden geçen sistemin için 1 tonluk su deposu var. Havayolları yakıttan tasarruf etmek için tuvaletteki tankları yarım doldururken Emirates 1 tonluk tank için her uzun uçuşta ciddi miktarda yakıt harcayacak.
SIRADA HAVUZ VAR
Yolcular için özel havlular, SPA malzemeleri duş bölümünde yer alacak. Özel LED ışıklarla aydınlatılan duş bölümünde duvarlarda açık renkler tercih edildi. Lavaboda ise mermer deseni kullanıldı. Bu arada Airbus mühendisleri, A380’i iş jeti olarak isteyen bir müşterisi için kabine havuz koymak üzere çalışıyor.
Emirates’in ilk A380’i, 489 koltuklu olarak tasarlandı. Alt kat tamamen ekonomi sınıfına ayrıldı. Üç ayrı bölümde alt katta toplam 399 ekonomi koltuğu bulunuyor. Koltuk oturumu 3+4+3 şeklinde planlandı. A380’in ikinci katında önce first, arkasından da business class var. First class cam kenarlarında birerli, ortada ise ikili koltuklara sahip. Bu koltuklar çift kişilik yatak haline geliyor. Üst katta, first’ten sonra business class yer alıyor. Business koltukların oturum düzeni ikili. Toplam kapasitesi 76 yolcu.
İLK UÇUŞ NEW YORK’A
Emirates’in yarın teslim alacağı A380 ile ilk resmi uçuşunu 1 Ağustos’ta Dubai’den New York JFK Havalimanı’na yapacak. Ekim ayından itibaren filoya katılacak diğer A380’lerle birlikte her gün New York uçuşları iki katlı dev yolcu uçağı ile gerçekleştirilecek. Emirates, New York’tan sonra Londra ve Avustralya’da 2009’dan itibaren A380’le uçmaya başlayacak. Tolga ÖZBEK
Dünyanın en büyük maket uçağı
Emirates Havayolları, Londra Heathrow Havalimanı’nın girişine konulmak üzere dünyanın en büyük maket uçağını yaptırdı. 45 ton ağırlığındaki Airbus A380 maketinin boyu 24, kanat açıklığı 26 metre. Penwal Industries tarafından imal edilen uçak, Londra’ya Antonov An-124 tipi özel kargo uçağı ile getirilerek, uzmanlar tarafından kaidesine yerleştirildi. Maketlerin boyutları 50 koltuklu bölgesel yolcu uçağı CRJ200’e neredeyse eşit. Daha önceden havalimanı girişinde İngiliz Havayolları British Airways renklerine boyalı Concorde’un maketi bulunuyordu.
Sinop’ta terminal yetmiyor
Türk Hava Yolları’nın 15 Temmuz’da yeniden başlattığı İstanbul-Sinop seferlerinde doluluk yüzde 100’e ulaştı. Ağustos sonuna kadar tüm koltukları satılan Sinop hattında uçuşların önce haftada 4, daha sonra da her güne çıkartılması planlanıyor.
Ancak terminal kapasitesinin 80 yolcu olması, uçuşlarda büyük sıkıntıya neden oluyor. THY’nin 126 koltuklu A319’la gerçekleştirdiği uçuşlarda sıkışık terminal binasıyla birlikte havalandırma sisteminin olmaması yolcu şikayetlerini artırıyor. Devlet Hava Meydanları İşletmesi, Sinop Havaalanı’nın terminal binasını büyütmek üzere alt yapı çalışmalarını tamamlayarak önümüzdeki günlerde ihale açması bekleniyor.
SABİHA GÖKÇEN’DE SIKINTI
Yazın yoğunluğu ile birlikte Sabiha Gökçen Havalimanı’nda İç Hatlar Terminali’nde de büyük bir sıkışıklık yaşanıyor. Seferlerin artmasıyla birlikte güvenlik ve check-in kontuarlarında sıralar uzuyor. Diğer taraftan THY ve THY adına bazı hatlarda uçan SunExpress Havayolları’na kontuar hizmeti veren İSG çalışanlarının Elite Plus, Elite, Classic Plus kartlarına sahip yolcuları CIP salonlarına yönlendirmemesi, yolcu şikayetlerine neden oluyor.
Top Service helikopterlere bakacak
İstanbul Atatürk Havalimanı’nda pervaneli uçaklara bakım ve hangarlama hizmeti veren Top Service, İtalyan AgustaWestland şirketinin imalatı 109 Power ve 119 Kaola serisi helikopterler için bakım yetkisi aldı. JAR-145 yetkisine sahip merkezde, özel eğitimli teknisyenler ile helikopterlerin her türlü bakımları artık Top Service tarafından gerçekleştirilebilecek.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:39
Mehmet YAŞİN (Only the registered members can see the linkşin)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Amasra’nın uykusu kaçtı
Amasra, Karadeniz’in berrak sularına uzanan zarif bir yarımadanın üzerinde. Şehir, doğal güzellikte birbirleriyle yarışan ormanlar, adacıklar ve koylarla süslü.
Amasra güzelliklerinin küllenmesinden tedirgin. Tüm Anadolu’nun en güzel kıyısında yer alan Amasra’yı şimdi termik santral korkusu sardı. Mustafa Türker Erşen, bu şirin ilçede son günlerde olup bitenleri Atlas için araştırıp yazdı.
Kayık pat pat sesler çıkararak durgun denizde beyaz bir iz bırakarak ilerliyor, köprünün altından geçiyor. Ve içindeki bizler taştan bir gökkuşağını aşmış gibi oluyoruz. Amasra’nın karışık kıyı çizgisini artık daha da anlaşılmaz buluyoruz. Su ve kara her yönde birlikte boy gösteriyor, coğrafyanın bütün unsurları kaynaşıyor; ormanlar, bulutlar, hava, toprak, geçmiş günler, gelecekteki günler... Burası sadece Karadeniz’in değil, tüm Anadolu’nun en güzel kıyılarından biri. Şimdilik.
Direkli Kaya’da oturmuş balıkçıları dinliyoruz. Kayık şimdi Küçük Liman’ın korunaklı sularında yorgunluk atıyor. "Yeraltında da, yerüstünde de dertliyiz" diyor Emin Özbek. Amasra’nın deneyimli balıkçılarından Özbek’in tüm hayatı bu suların içinde, üzerinde, kıyısında geçmiş; teni tuz ve güneşten yanmış; zekası yörenin güzelliğinden süzülmüş.
"Yeraltı" derken Amasra’nın önemli ama kahırlı kömür madenini kastediyor. "Yerüstü"nün derdi ise daha da büyük. "Termik santrale karşıyız" diyor Balıkçı Emin, "gök duman olsun istemiyoruz". Emekli öğretmen Osman Güdük "Karadeniz kıyısında rüzgar ve dağ arasına sıkışmışız" diye destekliyor arkadaşını. Sözleri, yörenin değerleriyle sorunları arasındaki çelişkiyi, daha iyi bir yarın dileğini çok iyi özetliyor.
TERMİK SANTRAL YUKO AKİYAMA’YI ŞAŞIRTIYOR
Bartın’a bağlı Amasra ilçesinin merkezi, Karadeniz’e zarifçe uzanan bir yarımada üzerinde. Adacıklarla, koylarla süslenen şehir, arkasında yükselen yeşil yamaçlarla daha da güzelleşiyor. Ama tüm bunlar, sahil yerleşimlerine has tatlı gündelik hayat, yaşlı genç kimsenin yüzünden eksik olmayan tebessüm termik santral tartışmaları yüzünden gölgeleniyor.
Oysa turizm tam da son yıllarda Amasra’da tekrar yükselişe geçmişti, "rüzgarla dağ arasına sıkışan" küçük şehrin umudu olmuştu. Doğal potansiyelin ve tarihi kalıntıların kazandırdığı haklı ün Amasra’yı bir çekim merkezi yaptı. Önce yabancı ülkelerden, birkaç on yıldır ise daha çok Türkiye’den gelen ziyaretçiler yaz aylarında Amasra manzarasının ayrılmaz parçası haline geldi. Amasralılar, buranın Türkiye’de ev pansiyonculuğunu başlatan ilk yerlerden biri olmasıyla gurur duyuyor.
İRANLI CESUR PRENSES AMASTRİS
Amasra’nın çağrısına çok uzaklardan kulak verenlerin biri Japon Yuko Akiyama. Üniversitede tarih bölümünde okuyan ve Ortadoğu konusunda uzmanlaşan Akiyama, İstanbul’da bir yıl yaşamış ve Türkçeye çok hakim. Şimdilerde Kahire’de Japonca dersleri veren Akiyama tatil için de Türkiye’yi seçmiş. "Amasra’ya ilk kez geliyorum" diyor, "doğal bir yer arıyordum, buldum". Kayalıklarda köpüren Karadeniz’i gösteriyor, "birkaç gün için gelmiştim ama bu manzaradan ayrılmak çok zor, ayrıca insanlar çok efendi". Konuyu Amasra’ya yapılacak termik santrale getiriyorum. Akiyama "buraya mı" diye şaşırıyor, "bu mantıklı mı?"
Yuko Akiyama ve nicelerini buraya çeken şey, Amasra’nın coğrafi ve tarihi dokusunun özgünlüğü kuşkusuz. Konumu ve doğal limanları Amasra’yı yüzyıllarca Karadeniz’in önemli noktalarından biri yaptı; bulgular şehrin tarihinin 3 bin yıl öncesine kadar gittiğini gösteriyor. Surlarla çevrelenen ve "Kale İçi" olarak bilinen yarımadanın iki yanına yerleşen Küçük Liman ve Büyük Liman günümüzde de işliyor; ayrıca ikisi de şehir içinden denize girme olanağı veren birer kumsala sahip. Kale İçi, Kemere Köprüsü’yle Boztepe’ye bağlanıyor. Yine tarihi surların çevrelediği Boztepe aslında bir adacık, onu karayla birleştiren tek şey taştan gökkuşağı Kemere. Bu ikili dışında Amasra yerleşimi anakarada Karadeniz’in yeşil dağlarının eteklerine doğru uzanıyor.
Bu değerler geçmişte de denizcilerin gözünden kaçmamıştı. Kayıtlar Amasra’nın tarih sahnesine Sesamos adında bir liman olarak çıktığını gösteriyor. Ama ona hala kullanılan adını veren ve gerçek bir kent yapan kişi Amastris. İki uygarlığın arasındaki ilişkileri geliştirmek için askerlerini Pers kızlarıyla evlendiren Büyük İskender, komutanlarının birini de doğulu Prenses Amastris’le birleştiriyor. Konunun ayrıntıları kaynaklara göre farklılaşıyor ama bu sıra dışı kadının özel hayatının fazlasıyla karışık olduğu biliniyor. Yolu nihayet Sesamos’a düşen Amastris buranın başına geçiyor ve önemli bir liman kenti yaratmayı başarıyor. Ardından Pontus, Roma, Bizans, Cenova, Osmanlı yönetimleri geliyor ama İranlı cesur prenses Amastris hiç unutulmuyor.
BALIKLAR AZALDI ORKİNOS KALMADI
Amasralılar hala Amastris’in özel deniz banyosunu Direkli Kaya’da yaptığını anlatıyor. Küçük liman tarafındaki bu kayalık, adını ince zarif kuleciğinden alıyor. Bu taş yapının antik limanı aydınlatma ve gözetleme amacıyla yapıldığı tahmin ediliyor. Kemere Köprüsü’nü, Boztepe’nin heybetli zirvesini, sahildeki lokantalarla parkları ve ille de Karadeniz’i görüyor Direkli Kaya. "Direk" her gün tepesinden geçen güneşi izliyor, pat pat eden kayıkları dinliyor, yosunun ferah kokusunu içine çekiyor. Dünya denizle, Karadeniz Amasra’yla daha güzel.
Ve balıkçılarla dostları Direkli Kaya’nın gölgesinde birbirlerine hikayeler anlatıyor, geçmişten ve gelecekten bahsediyor, zekaları yörenin güzelliğinden süzülmüş. Süleyman Çil, madenin muhasebe bölümünden emekli ama Amasra’nın her çocuğu gibi denizden iyi anlıyor. "Balıklar azaldı artık" diyor, "orkinos ise hiç kalmadı." Ama en çok fokları özlüyor Çil, "eskiden o kadar çoklardı ki, aç kalınca kıyıya çıkarlardı, neredeyse evlerin kapısını çalıp balık isterlerdi."
Amasra’nın doğal ve kültürel özelliklerinin bir kısmı zamanın değirmeninde, insanoğlunun ellerinde ufalandı. Ama geriye kalanlar da az değil ve bu konuda müteşekkir olmamız gereken kişilerden biri Amasra Müzesi’nin eski müdürü Fikret Uysal. ****enini aşmış bu çalışkan, açık fikirli, sevecen kadın, dikkatli tavrıyla birçok arkeolojik kalıntının korunmaya alınması sağladı. "Her yeri karış karış taradık. Toprak altına ulaşmak içinse tek imkan inşaat kazılarıydı. Bir şeye rastladıklarında bize haber verirlerdi ve derhal gidip kaydeder, müzeye alırdık."
Müze müdürlüğünü 1985’e kadar sürdüren Fikret Hanım, Amasra’ya her açıdan el atmış. Şehir merkezinde bulunan ve 1970’lerde kesilen anıtsal ıhlamur ağacını kurtarmak için yaptıklarını anlatırken içinin hala sızladığı gözden kaçmıyor. Amasra’daki önemli etkinliklerin organizasyonunda da görev almış Fikret Uysal. Örneğin şehrin anahtarının Cenevizlilerden Osmanlılara geçişinin kostümlü oyuncularla canlandırılmasındaÖ
SANTRALA HAYIR
Termik santrale karşı duyarlılık yaratmaya çalışan isimlerden biri de Bartın Amasra Çevre Birlikteliği. İlçedeki çok sayıda sivil toplum kuruluşunu aynı amaç etrafında bir araya getiren birliktelik, kamuoyunu bilgilendirmeye çalışıyor; imza toplayarak Amasra’nın sesini duyuruyor. Birliktelik, geçimini turizm, kömür üretimi, balıkçılık ve tarımdan sağlayan Amasra’nın, termik santralle anılmasını "cinayet" olarak adlandırıyor. Birlikteliğin sözcüsü Hüseyin Çoban, Zonguldak, Karabük ve Bartın valiliklerinin hazırladığı "Çevre Düzeni Planı"nı hatırlatıyor. Buna göre Amasra "tarım ile su ürünleri üretim alanı ve turizm bölgesi". Ve termik santral projesi bu karara tamamen aykırı.
Karadeniz’in, tarihin, kültürlerin çocuğudur Amasra. Sahil yerleşimlerine has tatlı gündelik hayatı, yaşlı genç kimsenin yüzünden eksik olmayan tebessümü vardır. Ama doğa buralarda her zaman merhametli değildir. Necdet Sakaoğlu, Çeşm-i Cihan Amasra kitabında şehrin tarihini yaprak yaprak önümüze seriyor. Geçtiğimiz yüzyıldan aktardığı olayların bir kısmı fırtınalarla ilgili. Karadeniz, 1931’de öyle korkunç bir şekilde patlıyor ki Büyük Liman batmış gemiler yüzünden kullanılmaz hale geliyor. Daha da kötüsü 1937’de geliyor; kabaran dalgalar Amasra’da çıkarılan ve mendirekte Kastamonu Müzesi’ne gönderilmeyi bekleyen tarihi eserleri denize sürüklüyor. Hiçbir olay "aksilik" adını daha çok hak edemezdi. Ve ne Türkiye’nin, ne Amasra’nın daha fazla aksiliğe tahammülü yok. Sonuçta burası sadece Karadeniz’in değil, tüm Anadolu’nun en güzel kıyılarından biri.
Amasra’nın lezzeti
Cenneti andıran bu ilçeye gidip de, balık yemeden dönmek olmaz. Amasra’da balık denince akla hemen mezgit, tekir ve istavrit gelir. Bu balıklar sabah ağdan çıkar, akşam ise sofraları süsler. Amasralılar ızgarayı pek bilmezler. Bu küçük balıklar mısır ununa bulandıktan sonra, önce kızgın tavada, sıvı yağ ile nar gibi kızartılır. Daha sonra yağ süzülüp kızartmaya devam edilir. İnsan bunu yemeye doyamaz. Porsiyonlar birbirini izler. Tavada kızartılan balığa tabii ki salata eşlik eder. Ama bu salata bildiğiniz salatalardan değildir. Lokantalar birbirleriyle salata yarıştırırlar. Amasra’nın salataları çok katlı olur. Her katında başka bir yeşillik vardır. Otun bol olduğu zamanlar salata sekiz kata kadar çıkar. Marul, maydanoz, roka, beyaz-kırmızı lahana, taze soğan, semiz otu, taze nane, dereotu, rende havuç, pancar turşusu, salatalık turşusu, kırmızı soğan, turp... Lokantanın iş yapabilmesi için balığının taze, salatasının çok çeşitli olması gerekir. Tüm bunların üstüne, ballı torba yoğurdunu unutmamak gerekir. Amasra akşamlarında insanın damağı şenlenir, ***iflenir, bayram yerine döner.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:39
Arman Kırım (Only the registered members can see the linkırım)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Baharatın da tazesi makbuldür
Tekrar etmekten inanın hiç sıkılmıyorum: İyi mutfağın en önemli, birinci kuralı iyi malzemedir. İyi malzeme de, temelde ait olduğu mevsimde ve taze olarak kullanılan malzemedir.
Tazelik, hatta dalından kopmuşçasına tazelik, iyi mutfağın en önemli özelliğidir. Konu baharat olunca da durum değişmez. Herbal (yani ot/yaprak) baharat olsun, tohum ve çalı baharatı olsun, tümünde tazesini kullanmak iyi mutfağın olmazsa olmazıdır. Örneğin karabiberin bayat olmayanı ve kesinlikle anında taze çekilmiş olanı makbuldür. Kimyonun tozu değil, çekirdek halinin yağsız olarak biraz kavrulduktan sonra
havanda dövülüp kullanılması çok daha yüksek lezzet verir. Türk mutfağında baharat, örneğin Hint mutfağındaki kadar bol ve yaygın kullanılmaz. Ama kullandığımız kadarıyla da ne yazık ki kuru baharat ve çoğu zaman da toz halinde kullanma eğilimindeyiz. Oysa üst düzey ve kaliteli yemeklerin olmazsa olmaz unsuru, aroma/lezzet veren otlardır. Taze kekik, yaban (frenk) kekiği, fesleğen, reyhan, tarhun, kişniş, frenk soğanı, adaçayı, mercanköşk, biberiye, limon kekiği, melisa, mutfağınızı yükseltecek çok önemli lezzet katıcılardır. Bunları daha fazla, daha sık kullanmanızı öneririm. Nasıl kullanacağınız ise bugünkü konum.
Her yıl uzun yaz tatillerimi geçirdiğim Belek’teki tatil köyündeyim. Sabah çayımı nehir kenarındaki harika baharat bahçesinin yanında yudumluyorum. Sürdüğümde farklı farklı ama muhteşem kokular kaplıyor ellerimi. Bunların hepsi de ’yemeklik’ otlar. O sırada yıllardır okuduğum veya TV’de gördüğüm her hanım yemek tarifçisinin bu otlardan söz ederken nasıl idrar söktürdükleri veya böbrek taşı döktürdükleri konusunda ahkám üstüne ahkám kestiklerini anımsıyorum. Bu yorumlarla karşılaştığımda hep şunlar aklıma geliyor: (a) Be sevgili kardeşim, bitkisel tıp uzmanı mısın ki bize bir sürü tıbbi hikáye anlatıyorsun? (b) Bunlar yemekte kullanılan otlar, ecza dolabı malzemeleri değil; o zaman niye bizlere bunları ilaçmış gibi tanıtıyorsun? (c) Yemek gibi bir konu anlatırken idrardan ya da böbrek taşından bahsetmenin iştah kaçırıcı olduğunu hiç düşünmüyor musun? Kadın, Picasso’nun sergisinde ’Balık’ isimli tabloya bakıp ressama "Bunun neresi balık?" diye sormuş. Picasso da yanıtlamış: "Hanımefendi o balık değil, resim."
İKİ ÇEŞİT OT VAR
Vallahi bence memleketteki bu tür yemek tarifçilerinin otların gastronomideki kullanımları hakkında çok az bilgi sahibi olmaları, ama buna rağmen herbal tıp uzmanıymış ve sanki konu herbal tıp konusuymuş gibi bu otlardan bahsetmelerinin, taze baharat otlarını kullanmamıza olumsuz anlamda bayağı etkisi olduğunu düşünüyorum. Oysa yemekten anlamaz dediğiniz Alman’ın pazar yerinde veya İngiliz’in evinde bile bizimkinden daha fazla yemeklik ot satılıyor, kullanılıyor.
Baharat otlarına pek çok yabancı dilde verilen genel isim ’herb’. Bunlar iki kategoriye ayrılıyorlar: Tıbbi otlar (medicinal herbs) ve yemeklik otlar (culinary herbs). Her ne kadar yemeklik otların da, tıpkı yediğimiz her sebze ve meyvenin olduğu gibi tedavi edici ve hastalık önleyici özellikleri olabiliyorsa da baharat otlarının gastronomideki kullanım amacı bu değil. Tek bir amaçları var, o da yemeğe lezzet vermek. Yani aroma katmak. O nedenle lütfen ama lütfen taze baharat otlarını ilaç gibi görmeyi bırakın ve bunların lezzetlerinden sonuna dek yararlanmaya çalışın.
EGE OTLARI AYRIDIR
Ayrıca bunlar, ’Ege otları’ denilen ve yemek yapmaya yarayan gövde verici otlardan da farklılar. Yemeklik otlar, bazı bitkilerin aromatik özellikli yaprakları ve sapları. Aromatik bitkilerin diğer kısımlarından, yani örneğin meyvelerinden, köklerinden ve kabuklarından elde edilen ürünlere ise ’baharat’ adı veriliyor. Türkçede ne yazık ki baharatla taze baharat otlarını birbirinden kategori olarak ayırmamızı sağlayacak bir sözcük farklılaşması yok. Bunun bence en muhtemel sebebi, Türk mutfak geleneğinde maydanoz, dereotu ve nane haricinde taze baharat otlarının yaygın kullanılmıyor olması. Oysa hemen her lisanda bunlar günlük konuşma dilinde kategorik olarak ayrılıyorlar. Örneğin İngilizcede taze baharat otlarına ’herbs’ denirken, bitkilerin diğer yerlerinden elde edilen baharata da ’*****s’ deniyor.
Ben kendi mutfağımda taze otları çok sık kullanıyorum ve şunu bilmenizi özellikle istiyorum: Kullandığınız kuru baharatın, örneğin kuru kekiğin tadı taze kekikle karşılaştırılamayacak denli farklı. Ya da taze kişniş, kuru kişniş tohumundan çok farklı bir lezzet içeriyor. Kuru fesleğenin taze fesleğenle ilgisi yok. Taze frenk soğanı hiçbir yerde bulamayacağınız eşsiz bir tat. Taze tarhun olağanüstü rafine bir lezzet içeriyor.
Ben bugün sizlere gastronomide en fazla kullanılan ve marketlerimizde satılan belli başlı taze baharat otlarından söz edip, hangi tür yemeklere en iyi yakıştıklarını kısaca anlatacağım. Umarım çok daha fazla yemek düşkünü vatandaşımız bu otları kullanır da, üretim miktarları artıp fiyatları düşer. Zira henüz bu otlar ne yazık ki gereksiz pahalılar.
Bu otları bolca kullanın
Adaçayı (Sage): Ege’de kahvehanelerde çay olarak içilir. Kuzu başta olmak üzere kırmızı etlerin lezzetini arttırır. Doğranmış taze adaçayı yaprakları salatalara, turşulara ve krem peynire çok farklı ve güzel bir lezzet katar. Deniz mahsulleriyle de birlikte güzel gider. Ben, annemin ev eriştesini taze adaçayı yapraklarıyla pişiriyorum. Sebze yemeklerine ve özellikle dolma içine yakışan bir ot. Biraz az kullanmanız gerekir, yoksa tadı baskın olabilir.
Biberiye (Rosemary): Nane familyasından bir çalı bitkisi. En güzel kullanım alanı fırında kuzu kolu (tandır) yaptığınızda. Bol biberiye, bol sarmısak ve zeytinyağını birlikte öğütün ya da havanda dövün, ellerinizle kuzuya sıvayın ve fırına verin. Ayrıca sarmısakla birlikte fırında rosto patatesle harika gider. Biberiye domates soslarının, salçalı et yemeklerinin lezzetini arttırır. Aynı zamanda et marinatlarında yaygın kullanılır.
Fesleğen (Sweet basil): Tatlı fesleğen mutfaklarda en fazla kullanılan, en popüler ot. Karanfil benzeri lezzeti olan bu harika yaprak, Akdeniz ve özellikle İtalyan mutfağının olmazsa olmazı. En önemli özelliği, sarmısağın baskın kokusu ve lezzeti yanında ezilmeyip dimdik ayakta durması ve o nedenle de hep sarmısakla birlikte kullanılması. Tüm domates soslu yemeklerde, örneğin et sotede, ya da salçalı yemeklerinizde kullanılabilir. Pizza, makarna sosu (pesto) ve salatalarda da yaygın kullanılır. Dikkat etmeniz gereken en önemli şey, fazla pişirmenin fesleğen kokusunu öldüreceği. O nedenle pişirmenin son anında tencereye/tavaya atın. Ayrıca bıçakla keserseniz kararır, o nedenle de elinizle parçalara ayırmayı tercih edin.
Frenk soğanı (Chives): Soğan ailesinin yumuşak bir üyesi. Patates salatasında, fırında kumpir patatesle, çorbalara dekor olarak, salatalarda, omletlerde ve tüm yumurtalı yemeklerde kullanılır. Aslında soğanın keskin tadının olmasını istemediğiniz her yerde kullanabilirsiniz. Herşeyin üzerine serperek dekor olarak yararlanabilirsiniz. Pişirirseniz mümkün olduğunca son anda koyun ve taze olarak (pişirmeden) kullanın.
Kekik (Oreganum vulgare): Yabani mercanköşk olarak da biliniyor. Salçalı et yemeklerinde, makarna soslarında, kabuklu deniz mahsulleriyle iyi gidiyor.
Kişniş (Coriander/Cilantro): Hafif anasonlu ve biberli bir tadı olan, maydanoz görüntüsüne sahip sıradışı bir lezzet. Meksika salsalarında, tüm domates soslu türlülerde, domates ezmesinde, çoban salatasında, Hint yemeklerinde ve dekor olarak hemen herşeyin üzerine serperek kullanabilirsiniz.
Melisa (Lemon balm): Nane ailesinden limon kokulu bir ot. Meyve salatalarında taze olarak serperseniz çok yakışıyor. Tarhunla birlikte kullanıldığında harika oluyor. Izgara kuzu etlerinin marinat soslarında bu ikiliyi kullanabilirsiniz.
Mercanköşk (Marjoram): "Et baharatı" diye biliniyor ve kekik tadını çok andırıyor. Tatlılar haricindeki tüm yemeklerde, ama özellikle etlerde kullanabilirsiniz. Yalnız, pişirmenin en sonunda atmalısınız zira pişirme bunun da lezzetini yok ediyor. Baharatlı ekmeklerde, scone’larda kullanılıyor.
Reyhan (Mor fesleğen): Fesleğenin bir başka türü ve mor renklisi. Yapraklarını çiğ olarak salatalarda kullanın. Farklı bir görünüm ve lezzet katıyor.
Tarhun (Tarragon/Estragon): Yumurta yemeklerine olağanüstü yakışıyor. Zaten yumurta bazlı Fransız sosları olan Bearnez ve Holandez soslarla, soğuk balık sosu olan tartar sosun olmazsa olmaz malzemesi. Tarhananın da. Zeytinyağı ve sirkelere aroma katmak için yaygın olarak kullanılıyor. Ben, haşlanmış nohut salatasında çok kullanıyorum. İçine taze biber, sarmısak, frenk soğanı, taze tarhun ve zeytinyağı-sirke ekleyip harika bir salata elde ediyorum.
Yaban (frenk) kekiği (Thyme): Taze baharat otlarının şahı. İçinde zarif bir limon tadı, baskın bir nane aroması olan harika bir baharat. En çok Fransız mutfağında kullanılıyor. Bir de bizim evin mutfağında! Menemen, omlet, çırpılmış yumurta, dolma içi, et ve tavuk suyu hazırlarken içine konan baharat demetinde, her türlü salçalı Türk yemeğinde, türlülerde, kuru fasulyede, aklınıza tatlı hariç ne gelirse her yerde kullanıyorum ve müthiş lezzetler yakalıyorum. Bence buzdolabınızdan eksik etmemelisiniz.
sarıkanarya_41
27-07-2008, 20:40
Sevil ATASOY (Only the registered members can see the link)
[email protected] (
[email protected])
Only the registered members can see the link Bazıları dopingli olacak ama asla bilemeyeceğiz
Pekin Olimpiyatları’na, şunun şurasında günler kaldı. Finale kalacaklar ile madalya kazananacakların bir çoğunun dopingli olacağından kuşku duyanların sayısı giderek artıyor. Neden mi? Çünkü, testosteron ve EPO dopingi her zaman bulunamıyor. Gen dopingini ise ne siz sorun, ne ben söyleyeyim.
Bir kaç hafta önce, Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin önerileri doğrultusunda yürütmekte olduğumuz bir proje çerçevesinde, farklı spor dallarının antrenörleriyle gerçekleştirdiğimiz bir sohbet toplantısında, konumuz olmamasına rağmen, doping gündeme geldi.
Antrenörlerden biri, "Bilimde ileri olan ülkelerin sporcuları, henüz doping taramalarında aranmayan maddelerle doping yapıyor ama anlaşılmıyor, kabak bizim başımıza patlıyor" diyecek oldu. Diğerleri bu görüşe katıldı ve ben, bütün gayretlerime rağmen, onların bu yargısını kıramadım. Moral bozmamak için, o toplantıda dile getirmedim ama, haksız da sayılmazlar. Sadece doping listesinde olmayanların değil, olanların bile saptanmasında ciddi sorunlar var.
GENİ FARKLI OLAN YAKALANMIYOR
Dünya Anti Doping Ajası WADA’nın istatistiklerine göre, doping kontrollerinde alınan idrar örneklerinden pozitif sonuç verenlerin yüzde 43’ünde, testosteron bulunuyor. Bu veri, testosteronun ne denli sık kullanılan bir doping maddesi olduğunun kanıtı. Kısa bir süre önce İsveç’ten gelen bir haber, aslında testosteron kullananların çok daha fazla olduğunu ve kontrollerde yakalanamadıklarını ortaya çıkarttı.
Karolinska Enstitüsü’ndeki araştırmaya katılan 55 erkeğin tamamı çok sağlıklıydı ve bilim uğruna denek olmayı kabul etmişlerdi. Hepsine aynı miktarda testosteron hormonu enjekte edildi ve 15 gün boyunca hepsinin idrarı alınarak, testosteron dopingi kontrollerinde uygulanan standart yöntemle incelendi. Sonuçlar beklendiği gibi çıktı. Daha doğrusu, çıktı "sayılır". Çünkü 33’ünün idrarından, bedenlerine testosteron enjekte edildiği anlaşılıyordu da, 17’si "temiz"di. Daha önce hiç bilinmeyen bir durumdu bu ve keşfedilen bir kalıtımsal özelliğin sonucuydu. Bu 17 erkeğin kasları, testosteron hormonuna yanıt veriyor ve gelişiyordu ama, testosteronu idrarda çözünen şekle dönüştüren genleri eksikti.
Moleküler genetikçi Jenny Jakobsson Schulze’ye göre sarı ırkın her üç erkeğinden ikisinde, beyaz ırkın her on erkeğinden birinde, böylesi bir eksiklik gözleniyor. Diğer topluluklarla ilgili henüz bir bilgi yok. Ayrıca kadınlarla erkekler arasında bir fark olup olmadığı da bilinmiyor.
Bu bulgu, dopingle mücadele açısından bir kabus. Çünkü, testosteronu idrarda çözebilecek şekle dönüştüren gene sahip olmayan sporcular testosteron kullanırsa, halen yapılmakta olan testle dopingi saptamak mümkün değil.
Bunun da bir çözümü var elbette. Sporcuların DNA’sını inceleyerek, bu gen kusurunu taşıyıp taşımadığına bakmak. Şimdilik WADA, DNA düzeyindeki araştırmalara, etik kaygılarını öne sürerek sıcak bakmıyor. Zaten baksa da, şu anda bir işe yaramaz, çünkü Pekin Olimpiyatları’na pek bir şey kalmadı.
Testosteron kullandığı halde, doping kontrollerinde yakalanmayanlar, bu tür bir kalıtımsal özellik taşıdıklarını tesadüfen fark ederek testosteron kullanmayı sürdürebilirler. İnsanın aklına ister istemez daha kötü bir senaryo geliyor. Acaba, sporcuların DNA’sını inceledikten sonra, "Sen testosteron kullanma, yakalanırsın, ama sen kullanabilirsin." diye akıl verenler var mı?
UTANÇ TURU SÜRÜYOR
Eritropoietin, ya da kısaca EPO, böbreklerce sentezlenen ve kemik iliğinin daha fazla alyuvarlar yapmasını sağlayan bir hormondur. Dışarıdan EPO alınırsa, alyuvarların sayısı, dolayısıyla dokulara taşınan oksijen miktarı artar. Oksijen demek, enerji ve dayanıklılık demektir, bu nedenle EPO kullanmak dopinge girer ve WADA tarafından akredite laboratuvarlara gönderilen idrar örneklerinde mutlaka aranır.
EPO ile doping yapıldığı ilk kez 1998’de, bir rastlantı eseri ortaya çıkmıştı. Fransız gümrükçüler, Belçika’ya geçmekte olan Festina bisiklet takımının fizyoterapisti Willy Voet’un bagajını açtırmasaydı eğer, otomobilinde taşıdığı büyüme hormonu, testosteron, uyuşturucu madde, amfetamin ve sayısız enjektörle birlikte EPO bulunmayacak ve bunun dopingte kullanıldığını kim bilir ne zaman öğrenecektik.
Dünyanın en büyük spor organizasyonlarından Uluslararası Fransa Bisiklet Turu, yıllar içinde, EPO kullananlar yüzünden bir Utanç Turu’na dönüştü. 95’incisi 5 Temmuz’da başlayan ve 180 bisikletçinin 3 hafta boyunca 3 bin 500 kilometreden fazla pedal çevireceği turda, önce iki İspanyol bisikletçide, Moises Duenas Nevado and Manuel Beltran’da, ardından 22 yaşındaki İtalyan Riccardo Ricco’da EPO bulundu. EPO’nun sadece bisiklet, atletizm, kayak krosu gibi dayanıklılık gerektiren spor dallarında yarışan sporcular tarafından kullanıldığını sanmak yanlış olur. Örneğin geçtiğimiz aylarda, Almanların milli bilardocusu Axel Buescher’in de EPO kullandığına tanık olduk.
EPO DOPİNGİ ATLANIYOR
26 Haziran 2008 günü, Journal of Applied Physiology’de (Uygulamalı Fizyoloji Dergisi) yayınlanan, ancak sonuçlarını mayıstan bu yana bildiğimiz bir araştırma var.
Yaş ortalaması 23 olan 8 sağlıklı erkek, 7 hafta süreyle, Kopenhag Kas Araştırmaları Merkezi’nin araştırmasına katılıyorlar. Bu kişilere, ilk iki hafta boyunca her gün, ardından birer hafta aralıklarla, iki kez daha EPO iğnesi yapılıyor. Bu erkeklerden deney öncesinden başlamak üzere, 49 gün boyunca biyolojik örnek alınıyor ve idrarları WADA tarafından akredite iki laboratuvara gönderiliyor.
Adları gizlenen bu laboratuvarlardan "A" diye tanımlananı, her gün EPO iğnesi yapılan dönemde, bütün deneklerin EPO kullandığını saptadığı halde, "B" laboratuvarı bir örneğe "negatif", kalanlarına "şüpheli" sonucu veriyor. Kısacası, deneklerden bir tekine bile EPO iğnesi yapıldığını anlayamıyor.
Araştırmanın, haftada bir kez EPO yapılan ikinci döneminde alınan idrar örneklerinde ise, ne "A" ne B" laboratuvarı, deneklerin tamamında EPO bulabiliyor. Üstelik "A" nın şüpheli dediğine, "B" negatif, "B" laboratuvarının pozitif dediğine, diğeri "negatif" sonucu veriyor.
Carsten Lundby ve arkadaşlarının bu araştırması, spor dünyasına bomba gibi düştü. Çünkü, akredite laboratuvarlar arasındaki kalite farkını ve çelişkili sonuçlar elde ettiklerini ortaya çıkartması bir yana, laboratuvarların EPO dopingi yapmış kişileri her zaman saptayamadığını kanıtladı.
Testosteron’un her zaman bulunamadığını gösteren araştırmaya, bir de EPO analizlerinde yaşanan bu kargaşa eklenince, Pekin Olimpiyatları’ndaki madalyalara duyulacak kuşkuyu hayal bile edemiyorum.
GEN DOPİNGİNE BİR İKİ
Çin’de bir hastanede, iki Çinli doktor ve Amerikalı bir yüzme antrenörü konuşuyor. "Kür, iki hafta sürer. Damardan dört kez kök hücre verilmesi uygun olur. Her seferinde 40 milyon hücre enjekte ederiz. İki katına da çıkılabilir. Ne kadar fazla olursa, performansı o kadar yükselir. Henüz sporcularda denemedik ama, hayati bir aksilik olmaz. Bedeli 24 bin dolar. Bizde büyüme hormonu tedavisi de var. Ancak dikkatli olmanız gerekir, çünkü büyüme hormonu doping listesinde". Doktorlar, antrenöre hastaneyi gezdiriyor, uygulamanın yapılacağı odayı gösteriyorlar.
Geçtiğimiz hafta, kendisini yüzme antrenörü olarak tanıtan bir Alman gazetecinin, Çinli doktorlarla giriştiği gen dopingi pazarlığının gizli kamera görüntüleri, Alman ARD televizyonunda yayınlandı.
Çin’in ev sahipliğinde gerçekleşecek olimpiyatlara az kala, şok edici sahneleri izleyen Uluslararası Anti-Doping Ajansı (WADA) Genel Müdürü David Howman, "En kötü tahminimden de daha kötü" demek zorunda kaldı. "Şu anda gen dopingi yapıyor olmaları ve pek yakında başlayacak muhteşem olayda da gen dopinginin yapılabilecek olması çok kaygı verici. Bundan hep korkmuş, ancak hekimlerin bu tür davranışlara yönelmeyeceğini ummuştuk. Meğer yanılmışız."
Kas kitlesini birkaç günde dört katına çıkaran tedaviye hücum
Dr. Se-Jin Lee, Baltimore’daki Johns Hopkins Üniversitesi’nde çalışan bir gen tedavisi uzmanı. AIDS, kanser gibi hastalıklarda görülen kas erimesini tedavi etmek amacıyla araştırmalar yapıyor. Farelere enjekte ettiği ve myostatin adını verdiği bir maddenin, kas kitlesini bir kaç günde dört katına çıkarttığını yayınladığı andan itibaren, myostatin’i denemek isteyen antrenör ve sporcuların e-posta bombardımanı ile karşılaşmış.
Se-Jin Lee’nin kas hastalıklarını tedavi amacıyla yürüttüğü araştırmanın, kısa zamanda doping amacıyla deneneceği muhakkak. Köln’deki Alman Spor Yüksek Okulu’nda görevli gen tedavisi uzmanı Patrick Diel, bir süre önce konuyu Alman Parlamentosu’nun gündemine taşıdı. Diel, Çinli bilim adamlarının Se-Jin Lee’nin tedavide kullandığı maddenin tablet halinde de işe yaradığını keşfetmiş olduklarını iddia ediyor. Bu durumda, doping için iğne olmaya bile gerek yok.
Torontolu spor doktoru Mauro di Pasquale ise, antrenörlerle yaptığı görüşmelere dayanarak, şimdiye değin çok sayıda profesyonel atletin yanı sıra olimpik düzeyde elit atletin de Çin’e giderek, üniversite hastanelerinde, özel kliniklerde gen dopingi yaptırdığını ileri sürüyor.
Gen dopingini en az iki yıl sonra saptayabilecekler
WADA’nın tanımlamasına göre gen dopingi, tedavi amacını taşımayan ve performans arttırmaya yönelik olarak, insan organizmasına yabancı genlerin sokulması ya da kişinin kendi genlerinin değişikliğe uğratılmasıdır. Genlerin çalışma şekli, çok basit kimyasallarla bile değişikliğe uğratılabilir. Bu nedenle, "gen dopingi" çerçevesi çok geniş bir kavram ve moleküler genetik ve eczacılıkla ilgili araştırmaların doğal bir sonucu olarak gelişen bu doping şeklinin, alışageldiklerimizden daha zararlı olduğunu iddia etmek için henüz çok erken.
Gen dopingine yarayacak yöntemlerle çalışan araştırıcılar, antrenör ve sporcuların doping talepleriyle karşılaşmaktan yakınıp, duruyorlar. Gen dopingini kanıtlamak henüz mümkün değil. Bu nedenle taleplerin karşılanıp, karşılanmadığını bilmiyoruz. Bu tür bir dopingin yapıldığını, en erken iki yıl sonra saptayabileceğiz. Üstelik gen dopinginde kullanılabilecek her yöntem için, farklı bir tanı tekniği geliştirmek gerekiyor. Dolayısıyla bu süre iki yılı da aşabilir.
Sudan ucuz doping
Geçen haftanın spor gündeminde, iki ilginç haber daha vardı. Bunlardan ilki, küçük yaştakilere doping maddesi vermekten iki kez ceza almış bir milli takım antrenörü Çinli’nin halen görev yaptığı, diğeri bayanlar 200 metre kurbağalamada gümüş madalya sahibi Çinli Huang Xiaomin’in, 1988 Seul Yaz Olimpiyatları’nda hem kendisinin, hem de arkadaşlarının dopingli olduğu.
Bu ve benzeri negatif propagandalar yüzünden Çin hükümeti, dopingle mücadeleyi ciddiye aldığını ve kesinlikle göz yumulmayacağını her fırsatta dile getiriyor. Hatta, yasaklı maddelerin piyasaya sürülmesini engellemek amacıyla, olimpiyatlar öncesinde bu maddeleri imal eden fabrikaların lisanslarını bile kaldırdı.
Faaliyeti geçici olarak durdurulan şirketlerden biri GenSci. Çin’in, karlılığı en yüksek ilaç imalatçısı GenSci, bir doping maddesi olan büyüme hormonu piyasasının yüzde 70’ini, Jintropin adlı preparatı ile elinde bulunduruyor. Bu hormonu internetten pazarlayan, müşterileriyle doğrudan e-posta aracılığı ile iletişime geçen GenSci, şu sıralar verilen siparişleri karşılamakta gecikeceğini, ürün doping listesinde yer aldığından olimpiyatlar öncesi satış yapamadıklarını, oyunlar biter bitmez hizmetin eski hızına döneceğini bildiriyor.
Ancak, Çin hükümetinin aldığı önlemlerin pek de yeterli olmadığı muhakkak. Çünkü Çin piyasasında, halen batı dünyasının hiç bilmediği ve daha önce insanlarda hiç denenmediğinden yan etkilerine ilişkin bilgi bulunmayan bir dizi steroid preparatına rastlamak mümkün. Bu maddeler henüz doping listelerine alınmadığından, yapılacak doping kontrollerinde aranmayacaklar. Öte yandan, batı pazarlarında 100 gram EPO’nun 6 bin Euro olan fiyatı, Çin’de 150 Euro’ya kadar düşmüş.
Powered by vBulletin® Version 4.2.5 Copyright © 2025 vBulletin Solutions, Inc. All rights reserved.