Giriş

Orijinalini görmek için tıklayınız : Panik Atak İle İlgili Tüm Ayrıntılar



CABBARİ
21-06-2008, 15:23
Panik atağı ne tetikler?

• Panik atak en kısa ve öz tabiri ile ani olarak ortaya çıkan endişe - kaygı nöbeti. Bu endişe ve kaygı nöbeti kişinin vücudunda bazı fiziksel belirtilerle kendini gösterir, bu yüzden de çoğu zaman kişide yoğun bir korku ve rahatsızlık duygusu yaratır.

• Bu yoğun korku duygusu içinde kişi, çok kötü birşey olacağını, onun için sonun geldiğini, öleceğini veya kalp krizi geçireceğini düşünür.

• Bu şekilde yoğun bir korku içinde olan kişi doğal olarak o ortamdan kaçmak, uzaklaşmak ister, yardım alabileceği bir sağlık kuruluşuna gitmek ister.

• Çoğu zaman gidilen bir hastanede veya acil serviste herhangi bir girişimde bulunmaksızın bu belirtiler geçer ve kişi kendini iyi hisseder

Kimler risk altında?

• 50 yaş altında olanlar,

• Kadınlar,

• Ayrılmış, boşanmış ya da dullar,

• Eğitim düzeyi düşük olanlar,

• Yakın geçmişte ayrılık anksiyetesi, yakın yitimi yaşayanlar

• Çocuklukta cinsel tacize uğrayanlar,

• Ailede yükümlülüğü fazla olanlar,

• Kentte yaşayanlar panik atak yönünden daha fazla risk taşırlar.

Ne tetikler?

Stres verici yaşam olayları

Hastalar genellikle ilk panik atağını stres verici yaşam olaylarının ertesinde yaşarlar. Hastaların yaşam biçimlerini değiştiren bazı olaylar (bir yerden taşınmak, yakın ölümü, eş ya da sevgiliden ayrılmak) tetikleyici olabiliyor.

Erken dönem yitimleri

Erken çocukluk dönemlerindeki kayıpların (ebeveynlerin ayrılması, boşanması ya da ölümü vb) panik bozukluğu olan hastalarda daha fazla görüldüğü bildiriliyor.

Ayrılma anksiyetesi ve okul fobisi

Erken dönemde yaşanan ayrılık anksiyetesinin panik ve agorafobi gelişiminde rolü olduğu ileri sürülüyor.

Ebeveyn özellikleri

Yapılan çalışmalarda panik bozukluğunda bulgular ailesel olma özeliğini kısmen genetik geçişle olduğunu göstermekle birlikte sosyal çevrenin de önemli etkisi olduğu anlaşıldı.

Kişilik özellikleri

Panik hastalarında sıklıkla bağımlılık, kendini öne sürememe, güvensizlik ve obsesyonel olma gibi kişilik özelliklerine rastlanır.

Panik atak sırasında neler olur?

Birdenbire, nedensiz ve yoğun bir korku ile huzursuzluk duygusu ortaya çıkar. 10 dakika içinde en yüksek düzeyine ulaşan bu yoğun gerginlik haline;

• Çarpıntı,
• Kalp atımlarını duyumsama ya da kalp hızında artma olması,
• Terleme, titreme ya da sarsılma,
• Soluğun kesilmesi, göğüs ağrısı ya da sıkıntı hissi,
• Bulantı ya da karın ağrısı,
• Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma,
• Gerçek dışılık duyguları ya da benliğinden ayrılmış olma,
• Kontrolünü yitireceği ya da çıldıracağı korkusu,
• Ölüm korkusu,
• Uyuşma yada karıncalanma duyumları, üşüme, ürperme ya da ateş basması

gibi bedensel belirtilerin en az dördünün eşlik etmesi gerekir. Bedensel belirtilerin bir kısmı sık nefes alıp vermeye bağlı.

Ek olarak; plan yapma, düşünme gibi yetiler geçici olarak yitirilebilir.

Panik atağı genellikle 10-30 dakika sürer, ender olarak bir saate uzar.

Panik atakları gece uykuda da gelebilir. Kişi büyük bir korkuyla uykudan uyanır. Bu olayı sık olarak yaşayanlar uykuya dalamazlar hatta uyumamaya çabalarlar.

Tedavide temel ilkeler

• Panik atakları ortadan kaldırma

• Sürekli atak yaşayacağım diye bunaltı, kaygı yaşamayı önlemek.

• Panik atak korkusuyla yapılmayan davranışların yapılır hale gelmesi ( tek başına yola çıkabilmek, kapalı mekanlara girebilmek, yalnız kalabilmek gibi... )

• Panikle birlikte görülebilen diğer bedensel ve psikolojik sorunları gidermek

• Zamanla paniği önemsemeyecek ve unutacak seviyeye gelmek

• Panikten dolayı bozulan aile , iş-sosyal yaşamın eskisi gibi normalleşmesi.

• Hiç bir panik belirtisi ve davranışı olmadığı halde tedaviye bir süre daha devam ettirmek.

• Hasta-hekim arasında çok iyi bir iletişim olmalı. Hasta hekimine her an ulaşabilmeli.

• Tedavide kullanılan ana ilaçlar antidepresanlardır. Yardımcı olarak; sakinleştiriciler yatıştırıcılar, bedensel belirtileri önleyen ilaçlar kullanılır

• Antidepresanların bir kısmı eski kuşak ilaçlardır. (Anafranil, tofranil, ludiomil, insidon, laroxyl, tolvon... gibi ) Yeni kuşak ,ilaçlar ( efexör, seroxat, cipram, remeron, prozac, lustral, serzone, faverin, gibi.. ) Bu ilaçların içinde paniğe iyi gelen 4-5 ‘i geçmez. Hekimin yaptığı muayene ve tecrübesi sonuca en uygun ilaç seçilir.Bir ilaç her hasta da aynı sonucu vermeyebilir. İlaçların bir kısmı ( eski kuşak ) başlangıçta belirtileri arttırabilir, ağız kuruluğu, sıcaklık hissi, terleme, kiloartışı, kabızlık, cinsel problemler yapabilir. Yeni kuşakta bulantı,titreme,cinsek problemler,kilo artışı gibi yan etkileri olabilir.Bunlar kalıcı değildir.Bir süre sonra azalabilirler. Panik bozuklukta ilaç tedavisinin en aşağı bir buçuk yıl olması gerekir.

• Hekim önerisi dışında kesinlikle ilaç almamak gerekir.

• Panik belirtileri düzelir düzelmez ilaçları ne azaltmak nede kesmek gerekir.Yoksa kısa sürede tekrarlar. Yardımcı ilaçlar yeşil reçeteye tabi olanlar ( Xanax, diazem,nervium benzeri ilaçlar.) Ve bazı kalp-tansiyon ve mide ilaçlarıdır. Bunların kısa süreli kullanılması gerekir.

• Başka hastalıklarınız nedeniyle ilaç alacaksanız doktorunuza danışın.

• İlaçlar zamanla iştahınızı arttırır.özellikle -tatlıya- karşı dayanılmaz istek olur. Bunun için tedbir alın bol su için, meyve ağırlıklı beslenin.

Panik atakta en çok sorulan sorular ve cevapları:


- Panik atak kalp krizine yol açar mı ? - HAYIR

- Panik felce yol açar mı ? - HAYIR

- Panik anında ölebilir miyim? - HAYIR

- Panik anında kendimi, kontrolümü yitirir kendime ve çevreme zarar verebilir miyim ? - HAYIR

- Panik atak bayılmaya sebep olur mu ? - HAYIR

- Deliliğe yol açar mı ? - HAYIR

- Uçakta panik atak gelirse ölür müyüm ? - HAYIR - Tedavisi var mıdır? - EVET

- İlaç beyni nasıl etkiler, düşünceyi ve davranışı nasıl değiştirir? Beyindeki " alarm" sistemindeki hassasiyeti giderir. Bozulan dengeleri düzenleyerek aşırı bedensel duyum ve belirtileri yok eder! Aklımız beynimizden uzaklaşmaya başlar ve yaşamın diğer yanlarını tekrar görmeye algılamaya başlarız

- Panik Tekrarlar mı ? Biyolojik, Sosyo-kültürel-ekonomik ve psikolojik şartlar müsaitse her hastalık gibi panikte tekrarlayabilir.Fakat ciddi uzun süreli bir tedavi ile tekrar riski azalır.Ayrıca tekrarlayacaksa çok hafif tekrarlar.Kontrol edilebilir seviyede olur.Bazen doktora bile ihtiyaç duyulmaz. Tedavide paniği kontrol altına almak ve onu tanımak ne yapıp-yapamayacağını bilmek önemlidir.

- Panik şizofreniye çevirir mi? - HAYIR

- Alkol alarak paniği yenebilir miyim ? - HAYIR ( zamanla artar ve bağımlılık gelişir.)

- Kendimi dine inanca versem geçer mi ? - Paniğin inançsızlık ve ibadetsizlikle ilgisi yoktur; "inançlı" insanlarda'da panik yaşanır.

- Yanımda ilaç,adres ve telefonlar, su, bisküvi, tansiyon aleti vs.. taşıyorum. Olmayınca yola çıkamıyorum bir şey olur mu ? Bağlanma , garantiye alma ihtiyacından yola çıkıyorsunuz.Tedavi ile yavaş yavaş bu bağlanma nesnelerinden kurtulmak,özgür ve özgüvene dayalı " sahaya" çıkmanız mümkün.

- Spor paniği arttırır mı ? - HAYIR ( faydası vardır )

- **** yapabilir miyim ? - EVET

- Panik geldiğinde acile gideyim mi ? - HAYIR ( Daha önceki nöbetler nasıl geçtiyse bu nöbet de geçecek )

- Panik, depresyonla beraber olur mu ? - EVET

- Panik anında boğazım düğümleniyor, tıkanıyorum. Nefessiz kalıp ölebilirmiyim. - HAYIR

- İlaçla beraber alkol alınır mı? - Çoğunlukla HAYIR,fakat doktorunuza danışmakta yarar var...

- İlaçlar bağımlılık yapar mı? Hayat boyu kullanmam gerekir mi? - HAYIR

- Panikten dolayı işimi değiştirip,veya bırakayım mı? - HAYIR Kesinlikle işinizi bırakmayın ve değiştirmeyin.

- İlaçlar, yiyecekler, içecekler boğazımı tıkar mı? Boğulur muyum? - HAYIR

- Bana büyü yapılmış veya ‘cin' çarpmış olabilir mi? Paniğin bunlarla hiçbir ilişkisi yoktur kesinlikle hocalara,büyücülere,medyumlara, biyoenerjiyle

Bu önerilere kulak verin!

1- Hastalık hakkında doktorunuzdan ve yayınlardan çok iyi bilgi alın. Temel Kural:"Düşmanını Tanı" Sana ne yapıp ne yapamayacağını bil!

2- Dahili,fiziksel muayeneler ve tahlillerde hiçbir şey yoksa;bir daha tahlil yaptırmayın ve dahili muayeneye gitmeyin.

3- Her hastanın tedavi süresi,onun kişiliğine durumuna bağlı olduğundan tedavi süresini bilin ve bu süreyi en verimli bir şekilde kullanın.

4- Yakınlarınızıda doktorla görüştürün.Hastalığın sizin elinizde ve iradenizde olmadığını öğrensinler ve size"yüklenmesinler"

5-Umudunuzu ve kendinize olan güveninizi hiçbir zaman yitirmeyin."Başaracağım,bu hastalığı yeneceğim ve yaşama sımsıkı sarılacağım. Kendime inanıyorum ve güveniyorum!" telkinini sık sık yenileyin.

6- Mümkünse her gün yarım saat yürüyüş yapın.

7- Her gün duş alın

8- Yüzme imkanınız varsa yüzün

9- Yılda iki kez tatil yapın.

10- Çözemediğiniz ve sizinle direkt ilişkisi olmayan sorunlarda üzülmeyin. "Kulak arkası edin."

11- **** yaşamınızı canlandırın, fanteziler üretin.

Ruh sağlığı ilk sırada olsun!


Fizyolojik sorunların çoğunun temelinde ruhsal sorunlar yatıyor. Dünyayı kendinize dar etmeyin!

CABBARİ
21-06-2008, 15:24
Panik ataklılar bir sonraki atağı engellemek için alkol alıyor ve bu alım yoğunlaştıkça, kontrol de kalmıyor ve ataklar sıklaşıyor. Alkolün kendisi bile tek başına depresyon, panik atak ve düşünce bozulmasına zemin hazırlıyor.


Only the registered members can see the link sorunları var mı?

Evet olabilir. Çünkü mükemmeliyetçi kişilerin, her durumda 'kontrol bende olsun' düşüncesi var ama asıl olarak 'bana bir şey olur, fenalaşırım, hastaneye yetiştirilemem, etrafa rezil olurum' korkusuyla gidemiyor bu kişiler.

Ölüm korkusu ile ilişkilendirilebilir mi?

Bildiğimiz; her insanda var olan ölüm korkusu, kaygı bozukluklarının temelinde var olduğu düşünülen bir şey. Ölüm korkusu şöyle açıklanabilir; Bir kez şiddetli atak geçirenler, gürültülü bir tablo ile acile koşmuşsa, sonrasında ciddi bir ölüm korkusu yerleşebiliyor onlarda. Bazı kişilerde ise panik atak; sevdiği bir yakını ya da çevresindeki birinin beklenmedik ölümü sonrasında gelişiyor. Kişilik yapısında zemin müsaitse, başka stresler de varsa bu olayın hemen ardından panik atak gelişiyor ve yaşamı kısıtlanıyor kişinin.

Rahatlamak için alkol alınır mı?

Tahmin edeceğiniz gibi kişinin yaşamı böylesine büyük oranda kısıtlandığında, depresyon da doğal ola rak geliyor. Devamında alkol ve madde kullanımı yoğunlaşıyor çünkü bazı kişilerde, özellikle kaygılı yapılarda, en küçük bir olayda evhama kapılanlar, panik atak başlamadan evvel sakinleşmek, rahatlamak için alkol alıyor. Alkolün kendisi bile tek başına depresyon, panik atak ve düşünce bozulmasına zemin hazırlıyor.

Kaygı bozukluğu nedir kimler yatkındır?

Kaygı bozuklukları deyince, bu başlık altında yaygın genelleşmiş kaygı bozukluğu, fobiler, obsesif kompulsif bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu gibi bir grup hastalık tanımlanmıştır. Genelleşmiş kaygı bozukluğu, güne yayılan bir olumsuz beklenti içinde olunması durumudur.

Çoğu zaman nedeni de yoktur bu durumun ama kişi sürekli olarak göğsünde bir baskı, bunaltı hissi, nefes alamama durumu, kaslarda gerginlik, ellerde, kollarda, yüzde uyuşmalar gibi bedensel şikâyetlerle giden bir durum yaşar. Bu durumu daha çok kadınlarda görüyoruz.

UZM. DR. SEMRA KAYA BARİPOĞLU (Only the registered members can see the link)
UZM. PSK. YILDIZ BURKOVİK (Only the registered members can see the link)

CABBARİ
21-06-2008, 15:25
1 . Panik Atağı Nedir?

Aniden başlayan ve zaman zaman tekrarlayan, insanı dehşet içinde bırakan yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleridir. Hastalarımızın çoğu zaman "kriz" adını verdiği bu nöbetlere biz panik atağı diyoruz. Panik atağı birdenbire başlar, giderek şiddetlenir ve şiddeti 10 dakika içinde en yoğun düzeye çıkar, çoğu zaman 10-30 dakika, seyrek olarakta 1 saat kadar devam ettikten sonra kendiliğinden geçer.
2 . Panik Atağının Belirtileri Nelerdir?


Göğüs ağrısı yada göğüste sıkışma
Çarpıntı, kalbin kuvvetli yada hızlı vurması
Terleme
Nefes darlığı yada boğulur gibi olma
Soluğun kesilmesi
Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecek yada bayılacak gibi olma
Uyuşma yada karıncalanma
Üşüme, ürperme yada ateş basması
Bulantı yada karın ağrısı
Titreme yada sarsılma
Kendini yada çevresindekileri değişmiş, tuhaf ve farklı hissetme
Kontrolünü kaybetme yada çıldırma korkusu
Ölüm korkusu Bir panik atağında bu belirtilerden EN AZ 4 YADA DAHA FAZLASI bulunur.
Dörtten daha az belirtinin görüldüğü ataklara ise kısıtlı panik atağı adı verilir.

3 . Panik Bozukluğu Nedir?

Panik bozukluğu, tekrarlayan, beklenmedik panik atakları ve ataklar arasındaki zamanlarda başka panik ataklarının da olacağına ilişkin sürekli bir kaygı duyma. Panik ataklarının "kalp krizi geçirip ölme" , "kontrolünü yitirip çıldırma" yada "felç geçirme" gibi kötü sonuçlara yol açabileceği inancıyla sürekli üzüntü duyma yada ataklara ve olası kötü sonuçlarına karşı önlem alarak (işe gitmeme, spor, ev işi yapmama, bazı yiyecek yada içecekleri yiyip içmeme, yanında ilaç, su, alkol, çeşitli yiyecekler taşıma gibi ) bazı davranış değişikliklerinin görüldüğü ruhsal bir rahatsızlıktır.
4 . Panik Bozukluğu Nasıl Oluşur?

İlk atak başlıyor:
Hiçbir neden yokken ve birden bire başlayan çarpıntı, terleme, göğüste sıkışma, nefes darlığı yada baş dönmesi, dengesizlik, fenalaşma yada baygınlık gibi belirtiler kişiyi dehşet içinde bırakır. Kişi 'kalp krizi ' geçirdiğini yada felç geçirmekte olduğunu zannederek yoğun bir 'ölüm korkusu' ya da 'felç olma' korkusu yaşar. Bazen de başında bir tuhaflık, sersemlik hissi, kendisini veya çevresini bir garip ya da değişik hissetme gibi duyguların ortaya çıkmasıyla, 'kontrolünü kaybetmeye' yada 'çıldırmaya başladığını' düşünerek kendisine yada çevresindekilere bir zarar vermekten korkmaya başlar. Hasta hemen, en yakın doktor ya da acil servise götürülür. Orada yapılan birçok muayene, çekilen film, elektrokardiyografi, tomografi ve diğer incelemelerde hiçbir şey bulunmaz. Hastanın nesi olduğu sorulduğunda doktorlar 'hiçbir şeyi yok' ya da 'stresten olmuş ' derler. Çoğu zaman sakinleştirici bir iğne yapılarak evine gönderilir. Ataklar tekrarlıyor:
Bir süre sonra panik atakları tekrarlar. Hasta, her yeni atak ile aynı dehşet ve korkuyu yeniden yaşamaya ve acil servislere taşınmaya başlar. Her seferinde yeniden muayene, yeniden incelemeler yapılır ancak hiçbir şey bulunmaz. Hasta, kalbinde ya da beyninde kötü bir şey olduğuna, ancak doktorların bunu bir türlü bulamadığına inanmaya başlar. Bazen de yanlış tanı konularak hasta, antibiyotikten nefes açıcıya, çarpıntı ilacından tansiyon ve kalp ilacına, vitamine kadar değişik ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılır, ancak bir türlü iyileşemez.
Beklenti Anksiyetesi gelişiyor:
Ataklar tekrarlamaya devam ettikçe, hasta, ataklar arasındaki dönemde gergin, huzursuz ve endişeli bir şekilde her an yeni bir panik atağının geleceğini beklemeye başlar. Bu endişeli bekleyişe "beklenti anksiyetesi" adı verilir. Atakların çoğu zaman belirsiz zaman ve yerlerde gelmesi bu kaygıyı daha çok arttırır. Ataklar sıklaştıkça, kalp krizi geçirip ölme, felç olma ya da kontrolünü kaybedip çıldırma korkuları pekişir.
Yoğun ve sürekli üzüntü:
Hastalar, evde kimsenin olmadığı bir zamanda kalp krizi geçirmekten ve hastaneye ulaşamadan ölmekten ya da kontrolünü kaybederek çıldırıp intihar etmekten, kendisine ya da yakınlarına bıçak ve bu gibi bir şeyle zarar vermekten, başkalarının bulunduğu ortamlarda çılgınca ve garip davranışlarda bulunarak rezil olmaktan şiddetle korkar. Bu düşüncelerin sürekli aklına gelmesinden dolayı da yoğun bir üzüntü duyarlar.
Yoğun davranışlar değişiyor:
Bir süre sonra ataklara ve ataklar sırasında gerçekleşeceğine inandıkları " felaketler" e karşı bazı önlemler almaya ve kimi davranışlarını değiştirmeye başlarlar. Ataklara neden olabileceğini düşündükleri etkinliklerden, yiyecek ve içeceklerden vazgeçerler. Ataklara karşı evden çıkarken alkol / madde/ ilaç / kullanırlar. Ataklar sırasında kullanmak üzerede yanlarında ilaç, su, yiyecek v.b. taşırlar. Ataklar sırasında olabileceklere karşı önlem alırlar. Örneğin atak sırasında kontrolünü kaybederek çocuklarına zarar vereceğine inanan hastaların önlem alarak evdeki bütün bıçakları kilit altında tuttukları, çocuklarıyla yalnız kalmamaya çalıştıkları, atak sırasında fenalaşarak kendini yitireceğinden ya da bayılacağından korkan bayan hastaların, baygınken çalınır diye takılarını yanlarına almadıkları, onu baygın bulanların yardımcı olabilmesi için evinin / eşinin / ailesinin adresini, telefon numarasını, hatta tıbbi yardım için ulaşabilmek üzere doktorunun kartvizitini taşıdıkları görülmüştür. Bu hastalar, gerektiğinde acil yardımı çabuk alabilmek için bütün günlerini hastane bahçesinde geçirmeyi ya da güzergahlarını muayenehane, eczane ve acil servis bulunan yerlerden seçmeyi tercih ederler.

5 . Agorafobi Nedir?
Hastaların %60'ından fazlası, atakların geleceği yer ve durumlardan kaçınmaya başlarlar. Yalnız başına evde kalamaz, sokağa yalnız çıkamaz, otobüs, vapur, deniz otobüsü gibi taşıt araçlarına, asansöre binemez, dar sokak yada köprülerden geçemez, Pazar yeri, büyük mağazalar gibi kalabalık yerlere giremez olurlar.bazen de, ancak yanlarında birisi ile yoğun bir endişe ve rahatsızlık duyarak bu tür yerlere gidebilirler. Hastaların, yalnız başlarına panik atağı geleceğini zannettikleri yerlere gidememe, o tür yerlerde kalamama durumlarına agorafobi denir.
6 . Panik Bozukluğu Nasıl Bir Hastalıktır?
Panik bozukluğu psikiyatristler tarafından iyi bilinen ve çok sık görülen bir rahatsızlıktır.Öyle ki, toplum içinde herhangi 100 kişinin yaklaşık 3-4' ü bu hastalığı ya daha önce geçirmiştir ya da halen bu hastalığı yaşamaktadır. Her yaşta başlayabilmekle birlikte en sık 20-35 yaşları arasında başlar. Kadınlarda, erkeklere göre 2-3 kat fazla görülür.
7 . Panik Bozukluğu Neden Oluşur?

Panik bozukluğunun neden olduğuna ilişkin iki bilimsel açıklama vardır:

1. Panik bozukluğu, beynimizde nöron adı verilen sinir hücrelerinden salgılanan, heyecan ve duygusal yaşantılarımızı düzenleyen bazı beyin hormonlarının düzensiz çalışması sonucu oluşmaktadır.
2. Panik bozukluğu, günlük yaşantımızda yaptığımız bazı davranışlarımızın sonucunda ortaya çıkan ve tamamen 'doğal ve zararsız' olan çarpıntı, terleme, nefes sıkışıklığı ya da baş dönmesi gibi bedensel belirtilerin, hasta tarafından kötü bir hastalığın belirtileri olarak değerlendirilmesi ve bunun sonucunda da 'kalp krizi geçiriyorum, öleceğim' ,'çıldırıyorum' 'felç olacağım' şeklinde yanlış yorumlanması sonucu ile oluşur.
8 . Tedavisi Mümkün müdür?

Panik bozukluğu, tedavisi mümkün bir hastalıktır. Bugün için etkinliği bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış iki türlü tedavisi vardır. Bunlar:
1. İlaç tedavisi
2. Bilişsel-davranışçı tedavi 1.İlaç tedavisi:
İlaçlar, beyin sinir hücrelerindeki hormon faaliyetlerini düzenleyerek panik bozukluğunu iyileştirirler. Halen, ülkemizde bu hastalığa iyi gelen ilaçlar bulunmaktadır.
İlaç tedavisi etkin dozda en az bir yıl sürdükten sonra, yavaş yavaş azaltılarak kesilmelidir.
2. Bilişsel-davranışçı tedavi:
Bu tedavide iki amaç vardır.
1. Hastanın, aslında tamamen 'zararsız' olan panik atağı belirtileri hakkındaki yanlış bilgi ve inanışlarının düzeltilmesi ve hastanın bu belirtilerle korkmadan baş edebilmesinin öğretilmesi amaçlanır.
2. 'panik atağı gelirse' endişesi ile, sokağa çıkma, vapur, otobüs, trene binme, kalabalık yerlere gitme gibi tek başına yapmaktan korktuğu şeylere bir plan dahilinde yeniden 'alıştırılması' amaçlanır.
En iyi sonuç, bu iki tedavinin birlikte uygulanması ile alınmaktadır.

9. Lütfen Unutmayınız!
*Panik bozukluğu, kesinlikle ölüme ya da çıldırmaya veya felç olmaya yol açan bir rahatsızlık değildir.
*Doktorunuz önermedikçe korkularınız ile baş etmek için kalp, tansiyon, çarpıntı ilacı, vitamin, sakinleştirici ilaç ya da alkol kullanmayınız yada gerekir diye yanınızda taşımayınız.
*Sadece doktorunuzun önerdiği ilaç ya da ilaçları kullanınız
*İlacınızı doktorunuzun söylediği şekilde ve dozda kullanınız, o gün iyi ya da kötü oluşunuza göre dozu azaltıp arttırmayınız.
*Tamamen iyileşseniz bile doktorunuza danışmadan tedavinizi kesmeyiniz.

CABBARİ
21-06-2008, 15:25
Bütün insanlarda tehlike anında bedensel tepkiler ortaya çıkabilir. Tüm kaslar kasılır, kalp atışı hızlanır, solunum sayısı artar, yüz ve deri soluklaşır, bulantı veya tokluk hissi oluşur, ağız kuruluğu gelişir (otonomik sinir sistemi hiperaktif hale gelir). Panik nöbette de benzer belirtiler ortaya çıkar, ancak gerçek bir tehlike yoktur. Bir çeşit "yanlış alarm reaksiyonu" olarak tanımlanabilir.
Belirtiler:

Çarpıntı: nabız dakikada 100'den fazladır.
Nefes darlığı, aşırı soluk alıp verme
Göğüs ağrısı, sıkışma hissi
Ağız kuruluğu
Terleme, titreme, üşüme veya ateş basması
Bulantı, karın ağrısı
Kollarda ve bacaklarda uyuşma veya karıncalanma
Kas gerginliği
Baş dönmesi
Bayılacak gibi olma
İdrar yapma veya dışkılama isteğinde artma
Ruhsal belirtiler - Benliğine yabancılaşma
- Düşüncelerini toparlayamama veya konuşamama
- Korkular:

Felç geçirme veya bayılma
Ölüm
Delirme veya kontrolünü kaybetme
Kalp krizi geçirme Eşlik eden diğer unsurlar:

Tehlike beklentisi
Sonunun geldiği düşüncesi
Bulunduğu ortamdan kaçma isteği (kaçınma davranışı; "yardım alamazsam, hastaneye yetişemezsem" düşüncesi ile evde yalnız kalamaz, yalnız sokağa çıkamaz, toplu taşıma araçlarına binemez, kalabalık ortamlara giremez, asansörü kullanamaz, toplumsal ve mesleki etkinliklere katılamaz.)
Tekrar panik atak geçirme kaygısı (beklenti kaygısı)
Alkol ve madde bağımlılığı
Depresyon sıklığının artması 4 tane belirti ile birlikte korku ve gerginlik halinin bulunduğu sürece panik nöbet denir. Görülen belirtiler kişiden kişiye ve kişinin her nöbetinde değişiklik gösterir. Yaklaşık 5-10 dakika sürer (daha da uzun sürebilir), sıklık ve şiddeti kişiden kişiye değişir.

Beklenti kaygısının sonuçları:


"Kişi diken üstünde oturur", sürekli tetiktedir.
"Fiziksel hastalığım olabilir" endişesi ile hastalık hastası (hipokondriyak) hastalar gibi davranışlar sergileyebilir; sürekli tansiyon ve nabzını kontrol eder, kalbini zorlamamak için spor yapma gibi aktivitelerden kaçınır.
Hayatının pek çok alanında (sosyal ilişkiler, iş ve evlilik hayatı gibi) işlevselliği azalır.
Alkol ve sakinleştirici ilaç kullanımı artar, bağımlı hale gelir. Panik nöbet türleri:

Beklenmedik panik nöbet: Bir neden olmaksızın herhangibir yer ve zamanda ortaya çıkabilir.
Tetikleyici bir etkene bağlı olan panik nöbet (korku bozukluklarında olduğu gibi).
Tetikleyici bir etkene bağlı veya bağımsız olan panik nöbet (araba kullanırken hem olabilir hem de olmayabilir). Uykuda panik nöbet:
Korkuyla uykudan uyanma ve çarpıntı, nefes darlığı gibi belirtileri yaşama söz konusudur. Kişi uyumaktan kaçınır. Bu durum sadece panik bozukluğunda görülür.

Panik bozukluk bir hastalık iken panik nöbet pek çok hastalıkta görülebilen bir durumdur.

Panik nöbet görülebilen hastalıklar:


Korku bozuklukları (sosyal fobi gibi)
Kaygı bozuklukları (yaygın kaygı bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, takıntı hastalığı, konversiyon bozukluğu gibi)
Somatoform bozukluklar (somatizasyon bozukluğu, hipokondriyazis gibi)
Dissosiyatif bozukluklar
Akut yas reaksiyonu
Duygudurum bozuklukları (depresyon, manik-depresif hastalık gibi)
Psikotik bozukluklar (şizofreni, paranoid bozukluk gibi)
Uyarıcı ilaçların, uyuşturucu maddelerin (esrar, kokain gibi) veya yoğun kafein kullanımı
Kalp hastalıkları (mitral kapakçık sarkması, kalp damar hastalıkları gibi)
Tiroid bezi hastalıkları (hipertiroidi, hipotiroidi gibi)
Şeker hastalığı
Astım
Epilepsi
Tedavi:


Biyolojik (ilaç) tedavisi

Psikoterapi

Davranışçı psikoterapi - Solunum egzersizleri
- Gevşeme teknikleri
- Duyarsızlaştırma
- Nörobiyofeedback


Bilişsel psikoterapi (yanlış düşüncelerin yerine doğru düşüncelerin geçirilmesi)
Doğru düşünceler:

- Bir kalp hastalığı veya akıl hastalığı söz konusu değildir.
- Ölüme yol açmaz.
- Kişiyi küçük düşürmez, bu nöbeti ancak yaşayan bilir.
- Hastalıktan önce yapılabilen her şeye devam etmelidir, kaçınma gereksizdir.
- Tedavi esnasında da panik nöbet yaşanabilir, bu iyileşmenin olmayacağı anlamına gelmez.
- Panik nöbeti davet etmek gerekir, zira kişi kaçtıkça panik nöbet onu kovalar.
- Hastane ve acil servis başvurularından uzak durulmalıdır.
- Alkol ve madde kullanımını hatalı bir yaklaşımdır.

CABBARİ
21-06-2008, 15:32
Panik atak sıcağı seviyor
Derin endişe, kaygı ve korkuların giderek artması sonucu kişinin kendi kabuğuna büzülmesi olarak tanımlandırılabilen panik atağın aşırı sıcaklarda etkisini şiddetlendirdiği belirtiliyor.
Sıcak ve nemin artış göstermesiyle birlikte ruhsal hastalıklar da artış gösterdi. Tıp uzmanları bu durumu 'beyin kan dolaşımını etkiliyor beynin oksijenlenmesi bozuluyor' şeklinde açıklıyorlar.
Psikiyatrist Nevzat Tarhan, kişinin panik atağının hangi durumlarda arttığını şöyle anlatıyor: 'Panik atak hastalarının duyarlı beyin hücreleri nedeniyle kimyasal dengeleri etkileniyor. Özellikle alkol ve sigara da varsa beyin kimyası bozuluyor. Uykusuzluk, hızlı yaşantı beyin sağlığını etkileyen durumlardır. Panik hastaları sıcaktan korkmasınlar ama herkesten daha duyarlı olduklarını bilsinler. Sporlarını, yüzmelerini rahatlıkla yapabilirler ama direkt güneşte uzun süre kalmasınlar. Hastalık düşüncesinden uzaklaştıracak her türlü uğraş panik hastaları için tatil sayılır.'

Panik Bozukluk Nedir?
Kişi aniden başlayan ve çok yoğun olarak çarpıntı, titreme, nefes darlığı, baş dönmesi, ölecekmiş ya da kontrolünü kaybedecekmiş korkusu yaşıyorsa bu durum psikiyatrik bir rahatsızlık olan 'panik bozukluğu'na işaret eder. Kişi kalp krizi ya da beyin kanaması geçireceği, felç olacağı , aklını kaybedeceği , korkusuyla sık sık acil servislere başvurur, tetkikler yaptırır. Aynı korkuyla yalnız kalmaktan, kalabalık yerlere Panik bozukluğun, belli bir oranda, uzun süreli 'psiko-sosyal stres' sonrasında ortaya çıktığı bilinmektedir. Panik hastalığında beyin kimyası bozulur. Bioelektrisel beyin haritalaması ile beynin stresli ve dezorganize alanlarını belirleyebilmekteyiz.

Panik-Agorafobi Ölçeği
 Geçen hafta içinde bir panik atağım oldu.
 Panik atağım şiddetliydi.
 Panik atağım 1-10 dakika sürdü.
 Panik atağım çoğu zaman aniden gelişir.
 Panik atağım olacak düşüncesi ile bazı durumlardan kaçınıyorum. (Uçak, metro, trafik, araba, tünel, vapur, tiyatro, sinema, cami, çarşı-pazar, alış-veriş, kuyrukta beklemek, toplantı kalabalık, lokanta asansör, geniş cadde yüksek yer, uzak yer.
 Çoğu zaman yanımda birisi olsun istiyorum.
 Panik atak tekrar geçirmekten korkuyorum.
 Korkudan korkar hale geldim.
 Panik atağım aile ilişkilerimi etkilemeye başladı.
 Panik atağım sosyal yaşantımda bozulmaya yol açtı.
 İş ve evdeki sorumlulukları yerine getirmeyi etkilemeye başladı.
 Geçen hafta içinde kalp krizi, fenalık, baygınlık, beyin kanaması, felç, ölüm endişesi yaşadım.
 Doktorunuzun hastalığın ruhsal-sinirsel olduğunu söylediğinde onun yanlış düşündüğüne inandığınız oldu mu?
Bu sorulardan en az üçüne 'Evet' diyorsanız psikiyatrik yardım alınız.

CABBARİ
21-06-2008, 15:34
Panik 'atak'ta

Sıcakların bastırmasından mıdır, ekonomik krizin etkisinden midir, tam bilinmiyor ama bilinen bir şey var ki, o da son günlerde panik atak vakalarının artışı. Özellikle de başka hastalıklarla karıştırılan panik atakla ilgili psikiyatristler doğru teşhisin önemini vurguluyor. Prof. Dr. Nevzat Tarhan ile panik atağın artış nedenlerini konuştuk
● Son günlerde panik ataklar arttığı söyleniyor. Gerçekten hastalık mı arttı, başka nedenler mi var?
● Öncelikle panik bozukluk nedir onu bilmek gerekir. Panik bozukluk 10-15 yıldır tanımlanmış bir hastalıktır. Beyin fizyolojisi anlaşıldıkça hastalık daha da aydınlandı. Panik hastası 'Kalp krizinden ölecekmişim gibi hissettim, ambulans görsem panik yaşıyorum, doktorlar ölmüyorsun panik nöbeti geçiriyorsun diyorlar, iğne yapıp gönderiyorlar' diye olayı tanımlar.
● Panik atak belirtileri nelerdir?
●Nefes daralması, boğulma hissi, tıkanma hissi, göz kararması, baş dönmesi, sendeleme, fenalaşma, titreme ve sarsılma, çarpıntı, göğüs ağrısı, göğüste fenalık hissi, kimliğini kaybediyor hissi, terleme, bulantı, karında bir rahatsızlık hissetme, vücutta uyuşma, karıncalanma, sıcak basması, ürpermeler, irkilmeler, ölüm korkusu, aklını kaybetme duygusu gibi belirtilerdir. Yoğun endişe, korku, dehşet yaşama, krizler aniden ve beklenmedik bir şekilde oluşur. Psikiyatriste başvurmadan önce 100 hastadan 70'i en az 10 defa iç hastalıkları uzmanına gidiyor. Hatta 'Benim hastalığımın tıpta çaresi yok, doktorlar anlayamadı' diyerek telaşa kapılıyorlar.
● Bu hastalığın sebebi nedir?
● Panik atak, tifo gibi, sarılık gibi bir hastalıktır. Beynin ' Locus Ceruleus' diye bir bölgesi var o bölge fazla noradrenalin salgılıyor. O bölgenin salgısını düzelten ilaçlarla tedavi sağlanabiliyor. Genellikle atağı başlatan bir stres oluyor.
●Erkek ve kadında farklılık oluyor mu?
● Evet, panik atağa kadınlarda erkeklere göre iki-üç misli daha fazla rastlanır.
●Evden çıkamama dışında ne gibi bu hastalar ne tür belirti gösteriyor?
●Evde yalnız kalamama, dışarıya yalnız çıkamama, banyonun tuvaletin kapısını açık bırakma, evden uzağa gidememe, köprüden, tünelden geçememe, hastaneye yakın bulunma, ölüm haberlerinden kaçınma sık rastlanan belirtilerdir. Kocası işe gittiği zaman o da annesinin evine gidip eşi geldiğinde eve gelen panik hastaları vardır. Hatta evini hastanenin yanına taşıyanlar var. Bu tabloya göre acil servislere çok panik vakası geliyordur...
● Tabii, hatta yapılan bir araştırmada kalp koroner anjiografisi yapılıp normal çıkan hastaların yüzde 57'sinin panik nöbet geçirdiği görülmüştür.
●Panik hastalarının iş hayatları da aksıyor mu?
● Panik bozukluğu vakalarının yüzde 83'ünün iş verimi düşüyor. Yüzde 67'si işini kaybediyor. Yüzde 50'si evinden üç kilometre uzağa gidemez hale geliyor. Alkol tüketimi çok artıyor.
● Panik hastalığının tedavisi var mıdır?
● Tedavisi vardır ve çok kolaydır. Ancak hem biyolojik , hem psikolojik , hem de sosyal yönden kişinin durumu analiz edilmelidir. Panik bozukluk bir beyin hastalığıdır. Beynin kimyasal dengesi bozulmuştur. Bunu düzelten ilaçlara ihtiyaç vardır. Uyuşturucu olmayan, bağımlılık yapmayan farmakolojik iyileşme yapan ilaçlarla tedavi mümkündür. Tedavi yalnız ilaçtan ibaret değildir. O kişinin kişilik analizi yapılıp hastalığın psikolojik kökeni araştırılır. Psikolojik savunmalar güçlendirilir.
●Yeni tedavi yöntemleri var mı?
●Kişinin kendi stresini yönetmesini öğreten 'Neuro-biofeedback' yöntemi önemli katkılar sağlıyor. Panik hastasının beyin haritasını alıyoruz. Beynin düzensiz çalışan alanlarını belirliyoruz. Bu bölgeye elektrot bağlıyoruz. Kişinin beyninde az üretilen alfa dalgasını çok üretmeyi ona öğretiyoruz. Kişinin düşünce gücü ile, beyin gücü ile alfa dalgalarını yükseltmeyi başarıyor. Bu sonucu bilgisayar ekranında görüyor. Olumlu pekiştirme şeklinde geri bildirim olarak zihinsel şartlanma oluşuyor. Stresini iyi yöneten kişi kolay kolay panik atak geçirmiyor. En azından tekrar panik atak geçirme korkusunu yenebiliyor.

CABBARİ
21-06-2008, 15:37
Aldatan erkekler panik atak oluyor

Son güncellenme tarihi: 30.12.2007 Only the registered members can see the link Only the registered members can see the link Only the registered members can see the link klinik psikologu Yıldız Burkovik, panikatak rahatsızlığını anlattı ve belirtilerini sıraladı. Burkovik, bu rahatsızlığın en çok aldatan erkeklerde görüldüğünü açıkladı.

Panik atak en çok yaşanan psikiyatrik şikayetlerden birisi. Ani olarak, beklenmedik bir anda ve yerde ortaya çıkan bir hastalık. Çoğunlukla 5-10 dakika veya 20-30 dakika ya da ender olarak bir veya birkaç saat sürebiliyor. Panik Bozukluğu tanılı hastaların % 75-80'i kadınlardan oluşuyor. Toplum içinde görülme sıklığı % 1,5-3,5 arasındadır. Kişi atak sırasında şu duygulara kapılıyor:

· Eyvah kalp krizi geçiriyorum.
· Kalbim ağzımdan çıkacak.
· Boğuluyorum
· Nefesim kesiliyor
· Göğsümü bir yumruk tıkadı
· Dengemi kaybediyorum
· Bayılacağım
· Beyin kanaması geçiriyorum
· Yer ayağımın altından kayıyor
· Aklımı kaçırıyorum
· Çıldırıyorum
· Kontrolümü kaybediyorum
· Yüz felci geçiriyorum
· Kollarım benim değil gibi
· Bacaklarım kopmuş gibi
· Dizlerimin bağı çözüldü
· Tüm vücudum yanıyor, biber sürülmüş gibi
Yıllardır bu konular üzerinde çalışan NP GRUP Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi Uzman Klinik Psikologu ve 4 yıldır SKY TURK'te PSİKOYORUM programını sunan Yıldız Burkovik ilginç bir klinik deneyimini Haber 7 ile paylaştı.
Psk. Yıldız Burkovik, "Eşlerini aldatan erkler genellikle panik atağa maruz kalıyor" diyor. Klinik deneyimlerinin kendisini bu sonuca vardırdığını belirtiyor. Aldatmanın temelindeki heyecanının önemli bir duygu durumu olduğunu söyleyen Burkovik, klinik gözlemlerine ilişkin olarak şunları paylaşıyor:
"Gizli ve saklı bir olayı yaşamak insanı daha çok heyecana sevk eder. Başarma, başarılı olma, iki veya üç ya da birkaç kişiyi birden idare edebilme kolay bir durum değildir, tüm tilkilerin kuyruklarını birbirine dolamadan kendi çevrelerinde dönmeleri gibi.
İdare edebilme derken, bir kişinin bir diğerinden haberdar olmaması yani kuyrukların bir diğerine dolanmaması, aldatmayı yapan kişi için bu durumu sağlayabilmek stratejik bir hadisedir ve kişi bunu başardıkça haz duyar, kendisini güçlü hisseder. Ancak bir zaman sonra kayıplarının ne olabileceğini fark etme düşüncesi devreye girmeye başlar, başlarda bir oyun gibiyken bu durum giderek daha gerçekçi olmaya başlar. Çünkü artık, günlük yaşam içinde daha çok zaman geçirilen ikinci kişi, kendisine daha fazla zaman, sevgi ve şefkat istemeye başlar ve kıyaslamalarla sorumlulukların artışı devreye girer.
Başlangıçta bu durumu hesaplamayan, 'gerekirse daha sonra düşünürüm' diye boş veren ya da düşünmeyi erteleyen erkek veya kadın bir zaman sonra kaygı duymaya başlar. Ve aslında yasak bir ilişki başlangıçta tatlı bir heyecan iken sıkıntıya dönüşmeye doğru yol alır ve iç sıkıntısı kaygı diye adlandırılan anksiyete kendisini göstermeye başlar.
Bu sefer ortaya eşin ve sevgilinin birbirlerini fark etmemeleri üzerine stratejiler kurma oyunu devreye girer, ancak bu oyun daha tehlikeli olmaya başlar, çünkü başlarda" önemli değil sadece zamanı beraber hoş geçirelim" diye başlanan ilişki artık ciddi düşüncelerle dolmaya başlamıştır. Hesaplar değişir, diğer kişi sürekli telefonlarla aramaya başlar ki, bu sefer asıl eş de çeşitli işaretlerden dolayı durumu fark etmeye başlayacaktır.
Doğal olarak sıkıntı artar ve kişiler artık her an bir şey olabilir beklentisine kapılırlar. Kimi zaman nefesler tutulur; düşünceye dalıp da kaygı çoğaldıkça insanın nefesi de değişmeye başlar, sık ya da tutuk alınan nefesler düzeni bozar ve iç sıkıntısı derin düşünceyle birlikte karşılaşınca hatalı nefeslerle birlikte panik atak kendisini göstermeye başlar.
Hatalı nefes kişinin kasılmasını, kaslarının gergin olmasını sağlar ve algılamada zorluklar kaygının çoğalmasına sebebiyet veriri ve kalp çarpıntısı kendisini gösterir. Her an bir şey olacak hissi ve beklentisiyle panik duygusu artık daha belirginleşir. Rahat bir yaşamda iken bir küçük heyecan uğruna hesaplanamayan rahatsızlık bu şekilde devreye girer. Terapilerde panik atak ya da bozukluk şikayeti ile gelenlerde daima bir kaygı oluşturacak durum vardır, bu kaygının niteliği herkese göre farklıdır. Tedirginlikler birleşerek sıkıntıyı daha da arttırır.
Sıkıntının kaynağı evlilik dışı ilişkiler
Terapilerde panik atak hastalarıyla yapılan görüşmelerde daima sıkıntının ana kaynağına inmeye çalışırız bu kaynağa baktığımda pek çok olayda altta aldatma olayı sonrasında yaşanan panik ataklar dikkatimi çekti, bu nedenle sıkıntının kaynağını araştırırken sorduğum soruların içinde 'evlilik dışı bir ilişkiniz var mı?' sorusunu da mutlaka soruyorum.
Sanal aldatmada da bir heyecan var ama kişiler kendi kimliklerini gizliyorlar, gizlenme kişiyi rahatlatıyor, ancak yine de bazı kişilerde kaygı yapıyor; tanınırsam kaygısı da heyecan yapıyor elbette ki, ancak her heyecanın panik atak ortaya çıkartması beklenmez.
Gerçek aldatma elbette ki daha reel olduğundan, yani yüz yüze ve tensel temasa dayalı da olduğundan daha çok heyecanlandırıyor ve kişiler de altta yatan herhangi bir kaygı varsa onunla da birleşerek daha çok heyecan ve panik duygusunun ortaya çıkmasına sebep oluyor. 20 yıllık izlenimim daha çok erkeklerde bu durumun kendini gösterdiği yönünde. Bu olay kadınlarda daha çok mutsuzluk ve depresyona sebebiyet veriyor çünkü hayal kırıklığı ön plana çıkıyor" diyor.
İkinci ilişki kaygı nedeni
Yıldız Burkovik'in şimdiye kadar izlediği örneklerin içinde çok sık rastladığı enteresan bir durum var. Ve Burkovik bunun, daha çok erkeklerde ortaya çıktığını görmüş. Burkovik; "Ya da benim karşıma çıkan örneklerin içinde erkekler fazlaydı. Sonuç olarak çoğunlukla, bir başka ilişki olduğu zaman kaygı içinde oluyor eşler.
İki tarafı idare etmek insanı zorlayan bir durum. Ve bu örnekte öyle bir bey vardı. Sürekli 'öldüm, öleceğim, kötüyüm' diyordu ve alkolle kendini durdurmaya çabalıyordu. Bu nedenle işten bile atıldı, çok büyük sıkıntılara girdi. Evliydi bir oğlu vardı.Bir terapi seansında kendisine gevşeme egzersizi yaptırıyordum. Ve kendisine hayal kurdurttum.
Deniz dalgalarını hayal etmesini istedim. 'Deniz kenarında yürüyorsun' dedim ve bir anda beyin dalgaları tepelere vurmaya başladı. Ona rahatlama yaptırıyordum ve 'deniz dalgasından insan neden korkar?' diye bir yandan da kendime sormaya başladım. Seans sonunda, 'Burada gerildiniz, nedir nedeni?'dedim en sonunda birisiyle bir ilişkisi olduğunu ve ondan da Deniz adında bir kızının olduğunu anlattı. Karısı durumu bilmiyordu, kimsenin de bilmesini istemiyordu ve çok tedirgindi.
Çok ilginçtir ki, pek çok kişi de ikinci sevgiliyi idare etme durumu varsa, onda panik atak kendini gösteriyor. Hatta gelen erkeklere artık her defasında soruyorum, 'başka bir ilişkin var mı?' diye ve sonuç genelde öyle çıkıyor. Bu bana çarpıcı geliyor. Ancak elbette ki, her panik atak sahibi kişi bir aldatma durumuyla karşı karşıya demek değildir" diyor.
Panik atak yaşayan ve eşlerini aldatan erkeklere örnek
Evli ve 2 çocuğu olan bir bey, sürekli kalp çarpıntısı, öleceğim kriz geçireceğim diye sürekli bir korku ve kaygı ile gelmişti ve kalp ile ilgili olarak doktora gittiğinde anjiyo dahi yapılmış ve hiçbir fiziksel sorunun olmadığı söylenip psikolojik destek alması, psikiyatriste gitmesi söylenmişti.
Psikiyatrist vasıtasıyla da stresini, bedensel şikayetlerini kontrol etmeyi öğrenmesi için bana yönlendirilmişti, kendisiyle konuştuğumda, eşinin de bilmediği bir diğer bayanın olduğunu ve ondan da 2 çocuğu olduğunu anlattı ve diğer bayanla daha mutlu olduğunu ama yine de eşinden ayrılmak istemediğini, çocuklarının: "niye okuluma hiç gelmiyorsun, neden bu kadar çok çalışıyorsun?" dediğini ve onların da bu nedenden ötürü çok mutsuz olduklarını, kimseye bir şey diyemediğini, fark edilirse her şeyi kaybedebileceğini anlattı.
Ailesinden kimsenin haberi yoktu ve son derece çaresizdi, uzun zamandır kaygılıydı.

CABBARİ
21-06-2008, 15:38
Depresyon

Depresyon çağımıza damgasını vuran hastalıklardan biri. Herkes yaşamının en az bir döneminde çok büyük üzüntüler çekmiş, kendisini yalnız ve değersiz hissetmiş, bu olumsuz duyu ve düşüncelerden kurtulamayacağını düşünmüştür. Acaba, bütün bu duygu ve düşünceler depresyona girdiğimizi mi gösteriyor? Depresyon her üzüntülü insanın yaşadığı ve kendiliğinden kurtulabildiği basit bir duygu durumu mu? Yoksa, sanıldığının aksine kimi zaman insanın yaşamla olan güçlü bağlarını bile koparmak isteyebileceği ciddi bir rahatsızlık mı?Only the registered members can see the link
"O kadar güçsüzüm ki, içine yuvarlandığım derin çukurdan çıkmak için kolumu bile.:. kıpırdatacak halim yok. Kendimi çok, başarısız ve işe yaramak hissediyorum. Nedenini tam olarak bilemediğim çok büyük bir üzüntü duyuyorum, suçluluk hissediyorum ve sanki tüm dünya birleşse bana yardım edemezmiş gibi geliyor. Canım hiç bir şey yapmadan, öylece durmak istiyor; eskiden zevk aldığım hiçbir şey şimdi bana çekici gelmiyor. Geleceğe bakınca hiç ışık göremiyorum; sürekli uyumak istiyorum hatta belki de uyumak ve bir daha uyanmamak..."
Bunlar depresyondaki birinin ağzından dökülebilecek sözlerden yalnızca bir kısmı. Kimi zaman hepimiz bunlara benzer şeyler hissederiz, özellikle de yaşamımızı etkileyecek önemli bir olay olduğunda, sevdiğimiz birini kaybettiğimizde, işsiz kaldığımızda ya da okulda başarısız olduğumuzda. Ancak, bu durum çok uzun sürmez; zamanla yaşamın olağan akışına geri döner, acılarımızı bastırmaya çalışırız. Bizler bu durumlarla başa çıkabilecek güçte insanlarız. Peki, ya çıkamayanlar?
Depresyon Nedir?
Depresif bozukluk, hem vücudu, hem düşünceleri, hem de duygu durumunu (mood) etkileyebilen bir hastalık. Kişinin yemek yemesinden uyumasına, fiziksel dayanıklılığından sağlıklı üşünce üretebilmesine kadar her şeyini etkileyebiliyor. Depresyon, kesinlikle "geçici üzüntü"yle aynı şey değil. Kimi zaman kendimizi dibe vurmuş gibi hissetmek de, bu her zaman depresyonda olduğumuz anlamına gelmeyebilir. Depresyonda olan kişiler, yalnızca kendilerini yaşamının akışına bırakarak kendi kendilerine iyileşemeyebilirler. Tedavi olunmadığında belirtiler (semptomlar) haftalarca, aylarca hatta yıllarca sürebilir. Oysa uygun tedavi, depresyondaki birçok İnsana yardımcı olabilir.
Depresyonda şiddetli üzüntü yada umutsuzluk hissi en az iki hafta sürer ve kişinin çalışmak, yemek yemek, uyumak gibi günlük yaşam etkinliklerini de etkiler. Depresif kişiler, umutsuz olmaya ve kimseden yardım göremeyeceklerine inanmaya eğilimlidirler. Böyle hissettikleri için de kendilerini suçlarlar. Sosyal etkinliklere katılmaktan kaçınır, aile ve arkadaşlarından uzaklaşırlar. Hatta kimi zaman ölümü ya da İntihan düşünürler.
Depresif bozukluklar birkaç farklı biçimde görülebilir. En sık rastlanan ve ciddi kabul edilenler, büyük (majör) depresyon dönemi, iki uçlu (bipolar) bozukluk ve distimi.
Büyük depresyon tanısı için, bu tabloda yer alan semptomların en az dördünün hastada görülmesi ve bunların yine en az iki' hafta sürmesi gerekiyor. Ayrıca, kişinin bu hissettiklerinin çalışma becerisini, uykusunu, beslenmesini ya da çeşitli etkinliklere katılmasını kısaca günlük yaşantısını etkiliyor olması gerekiyor. Depresif duygu durumu ya da her şeye ilgisizlik ve bunlara eşlik eden uyku ve iştah bozuklukları, intihar düşüncesi, psiko-motor ajitasyon ya da yavaşlama, beden ağrılarında değişiklikler, suçluluk duygusu ya da dikkat sorunları hemen hemen her gün ve neredeyse gün boyunca kişiye egemendir. Büyük depresyon terimi, bir ya da birkaç kez yaşanmış büyük depresyon dönemlerini kapsar.
Büyük depresyon dönemi kadar ciddi olmayan depresyon türüyse, distimi ya da depresif nevroz. Distimi, en az iki yıl süren ve belirtileri ilk iki yıl içinde büyük depresyondaki gibi kişinin günlük yaşamını sürdürmesini engelleyecek boyutta olmasa da, kendisini iyi hissetmesini engelleyecek türden bir depresif bozukluk. Distimide de büyük depresyondakine benzer yan belirtiler görülür. Distimi tanısı için kişinin iki yıl içinde depresyondan çıkabildiği dönemlerin iki ayı aşmaması gerekir. Birçok distimi hastası yaşamlarının bir bölümünde büyük olasılıkla büyük depresyon dönemiyle de tanışır.
İki kutuplu bozukluklar ya da daha yaygın adıyla manik depresif bozukluğun diğerlerinden farkı, mani denen duygu durumunun yükselmesi ya da kolay uyarılabilir olması dönemiyle, depresif döneminin birbirini izlemesi. Depresif dönemde kişi diğer depresif bozukluklardakine benzer semptomlar gösterirken, manî döneminde abartılı bir kendine güven duygusu, büyüklük düşüncelerinin artması, uyku gereksiniminin azalması, hızlı konuşma, dikkatin kolayca dağılması, psiko-motor ajitasyon, zevk alınan etkinlikleri abartılı biçimde yapma isteği gibi manik sendrom belirtileri sergiler. Bu belirtiler çoğu zaman kişinin toplumsal ve iş yaşantısını olumsuz etkiler. Duygu durumunun yükselmesi maninin temel özelliği olmakla birlikte, kişi engellenmeye çalışılırsa aşırı uyarılma ya da ani öfke gibi tepkiler bu iyimser duyguların yerini alabilir. Uzmanlar manik kişinin gerçekte, kendi iç dünyasından kaçmak için bu denli "dışa yönelik" tavırlar sergilediğini ve maninin tedavi edilmeden bırakıldığında daha kötü psikotik durumlara yol açabileceğini söylüyorlar.
Nedenleri
Kimi zaman hiçbir çevresel etki olmadan, dışsal stres unsurları bulunmadan da depresyona giren İnsanlar olduğunu biliyoruz. Eğer depresyon, yalnızca önemli bir olay ya da durum karşısında büyük üzüntülere, umutsuzluğa kapılmak değilse, o zaman nedir depresyona neden olan şeyler?
Gerçekte kimi depresyon türlerinin kalıtsal ya da yapısal olduğu düşünülüyor. En azından biyolojik olarak depresyona yatkınlığın anne babadan çocuklara geçebileceği tahmin ediliyor. Eğer anne babanın her ikisi de depresyon geçirmişse bunların çocuklarının depresyon geçirme olasılıklarının % 50'den fazla olabileceği söyleniyor. Bu tür savlarda genellikle başvurulan tek yumurta ikizleri, burada da en büyük kanıt olarak kullanılıyor. Yapılan çalışmalar tek yumurta ikizlerinden birinin depresyon geçirmesi durumunda diğerinin de geçirme olasılığının % 50 olduğunu, çift yumurta ikizleri ve kardeşlerdeyse bu oranın % 25 olduğunu gösteriyor.
Elbette yalnızca depresyonun genetik bir rahatsızlık olabileceğini bilmek yeterli değil; bunun sorumlusu olan gen konusunda henüz kesin bir bilgi yok. Kimi araştırmacılar, Ob adı verilen bir genden kuşkulanıyor. Kimi insanlarda, normalden 10 DNA harfi kadar eksik Ob geni bulunuyor ve bunun depresyonla İlişkili olduğu öne sürülüyor. Bir başka şüpheli gen için, yine genin uzunluğuyla depresyon arasında bağlantı kuruluyor. Bu genin kısa türüne sahip olanlar, sinir hücreleri arasında sinyal ileten serotonin adlı bir kimyasalı, diğer insanlardan daha az üretiyor ve utangaç ve kaygılı bir kişilik yapısına sahip olma olasılıkları yüksek. Ancak yine de bunlardan kesin bir sonuç çıkarmak olası değil. Gerçi genler üzerinde yapılan çalışmaların hızı ve kat ettiği yol düşünülünce, depresyona yatkınlığı sağlayan genin ortaya çıkarılması pek de uzak bir olasılık gibi görünmüyor.
Kendine güveni az olan, kendisine ve dünyaya karşı kötümser bir bakış açısına sahip ve aşırı stresten bunalmış insanların depresyona yatkın olduğu söyleniyor. Ancak bunun, psikolojik bir yatkınlığı mı, yoksa hastalığın erken evrelerini mi yansıttığı bilinmiyor. Yakın bir geçmişte bilimadamları, vücuttaki fiziksel değişimlere, düşünsel (mental) değişimlerin eşlik edebildiğini gösterdiler. Felç,kalp krizi,kanser,Parkinson hastalığı ya da hormonal bozukluklar da depresif hastalıklara neden olabiliyor.
Henüz depresyonu saptamamızı sağlayacak bir DNA testi keşfedilmemiş olduğundan, bilimadamları depresyon konusunda başka fiziksel bulgular elde etme çabasındalar. Bunların başında da beyinde kimi bölgeler üzerinde yapılan araştırmalar geliyor. Beyinde hipokampus ve sol beyin yarım küresi kabuğunun bir kısmının depresyondaki hastalarda daha küçük olduğu iddia ediliyor.Bir çalışmada depresyondaki kadınlarda hipokampusun diğer kadınlara oranla % 10 daha küçük olduğu saptanmış. Hatta,hasta ne kadar çok depresyon geçirirse hipokampus o kadar küçülüyormuş. Ancak,burada da başka bir ikilemle karşılaşıyoruz "Acaba, depresyon nöbetleri mi hipokampusun küçülmesine neden oluyor, yoksa hipokampus ne kadar küçükse depresyona yatkınlık o kadar artıyor mu?" Depresyonun hipokampusu küçülttüğünü düşünen bilimadamları bunun nasıl gerçekleştiğini bulmak konusunda araştırmalarını sürdürüyorlar.
Peki, beyindeki kimi bölgelerin boyutları dışında, acaba işlevlerde birtakım değişikliklerin depresyonla ilgisi var mı?Beyinde işler büyük oranda nöron denilen sinir hücreleri aracılığıyla yürüyor.Beyinde bulunan milyonlarca nöron, konuştuğumuzda, hareket ettiğimizde, düşündüğümüzde ya da bir şeyler hissettiğimizde etkin hale gelir; aralarında elektrik sinyalleri geçmeye başlar.Beyinle ilgili birçok araştırmada nöronlar arasındaki bu elektrik alışverişi inceleniyor. Bunun için EEG ve PET (Pozitron Emisyon Tomografi) taramaları gibi yöntemlerden yararlanılıyor. PET taramalarıyla gerçekleştirilen depresyonla ilgili araştırmalarda, depresyondaki kişilerde daha düşük beyin etkinlikleri gözlenmiş. Bununla birlikte, birtakım başka bulgulara da rastlanmış.Örneğin,kaygı ve üzüntü anlarında etkin hale gelen beynin ilgili kısmı, depresyondaki kişilerde sağlıklı kişilerdekine oranla daha etkinmiş. Belirli bilişsel görevleri ve duygusal etkinlikleri yerine getiren beynin başka bir bölümüyse depresyondaki insanlarda daha az etkinmiş.
Beynin kimyasıyla ilgili araştırmalarda hormon ya da sinyal iletici düzeyindeki farklılıklar da araştırılıyor. Sinyal ileticiler (nörotransmitter) genel olarak, nöronlar arasında sinaps denen çok küçük boşlukları doldurarak elektrik iletiminin sürekliliğini sağlamakla görevliler. Nörotransmiterlerde herhangi bir sorunun ortaya çıkması, beynin düzgün çalışmasını da etkiliyor.Birçok nörotransmiter salgılarız, ama bunlardan serotonin ve noradrenalin, depresyonla en fazla ilgisi olduğu düşünülenler. Noradrenalin, kaçma ya da saldırma tepkileriyle, uyanma, kalp atışı ve kan basıncı düzenlenmesi gibi şeylerle bağlantılı. Serotoninse, öğrenme, iştah, uyku, libido gibi istemsiz etkinliklerle ilgili. Serotonin yalnızca beyinde değil, aynı zamanda kan damarları ya da bağırsaklar gibi başka yerlerde de bulunduğundan, araştırmacılar bunun kandaki düzeyini ölçebilmek gibi bir lükse sahipler. Kandaki kimyasalların yoğunluğunu ölçmek, beyindekini ölçmekten çok daha kolay ve eğer, kişinin kanındaki serotonin oranı düşükse, beynindekinin de düşük olma olasılığı yüksek kabul ediliyor.
Serotonin düzeyindeki değişmenin ruh halini de etkilediği düşünülüyor. Yapılan bir testte gönüllülerin serotonin düzeyi düşürülmüş ve bu onların ruh hallerini depresyon düzeyinde olmasa da etkilemiş. Serotonin düzeylerinin yükseltilmesiyse, korku ve kızgınlık gibi olumsuz duyguları azaltabilirken, dışadönüklük ya da iyimserlik gibi olumlu duygularda pek de dikkate değer bir değişikliğe yol açmamış. Depresyondaki hastaların serotonin düzeylerini düşürmek onların depresyonunu artırmazken, serotonin düzeyini çok çabuk yükselten antidepresan ilaçların etkisi en az 2-3 haftada hissediliyor.
Teknoloji toplumu olmanın insanı yalnızlığa sürüklediği, topluma yabancılaştırdığı ve kendisini iyi hissetmesini engellediği konusunda birçok araştırma yayımlanıyor. 20. yüzyılın başlarında telefon, 1960'larda televizyon ve günümüzde de İnternet insanların yaşantıları üzerinde benzer etkileri olan iletişim araçları. Bunlar her ne kadar iletişim araçları olsalar da, özellikle aile içi iletişimi azalttıkları ve kişinin toplumsal çevresinin çapını daralttıkları bir gerçek. Uzmanlar, teknolojinin bizi mahkum ettiği bu yalnızlığın da depresyona yatkın kişilerde depresyonu tetikleyici etkide bulunabileceğini söylüyorlar.
Tedavisi Var mı?
Only the registered members can see the link"Topla artık kendini. Çık, dolaş kafanı dağıt biraz" türünden yaklaşımların ne kadar yüzeysel ve yetersiz kaldığı artık hemen herkesçe kabullenildi. Depresyon büyük oranda tedavi edilebilir bir hastalık ve tedavi edilmediği sürece yinelemesi ya da intihar gibi ağır sonuçlarla noktalanması olası. Kimi istatistiklere göre, semptomların yarısının kaybolması anlamında bir iyileşme, ortalama 6 ay İçinde % 60-70 oranında gerçekleşiyor.
Gerçekte, tedavi gören hastaların da dörtte birinde 1 yıl içinde, geri kalanların da 10 yıl içinde yeniden depresyon geçirme olasılıkları yüksek; ama en azından ağır depresyon durumunda hastaların bir uzman gözetiminde tedavi görüyor olmaları kötü sonuçların meydana gelmesini önleyebilir.
Depresyondan kuşku duyulduğunda öncelikle, tedaviyi gerçekleştirecek olan uzmana kullanılmakta olan başka ilaçlar varsa bunlardan söz edilmeli. Viral enfeksiyon ilaçları bile kimi zaman depresyon belirtilerine benzer ektiler doğurabiliyor. Ayrıca, alkol ya da kimi uyuşturucu ilaçlar da bu belirtilere benzer belirtilerin görülmesine neden olabilir.
Depresyon tedavisi olarak uygulanan üç temel yöntem var: Psikoterapi, ilaç tedavisi ve elektroşok tedavi. Bunlardan hangisinin uygulanacağına tedaviyi üstelenen uzman değerlendirme sonuçlarına göre karar verir. Hafif depresyon geçiren hastalar için yalnızca psikoterapi yeterli olabilirken, daha ağır durumdakiler psikoterapiyle birlikte antîdepresan ilaç tedavisi de görebilir. Antidepresanlar, kısa sürede etkili olabilirken, psikoterapi hastalıkla başa çıkmanın yollarını aramak açısından önemli.
Günümüzde kullanılan antidepresanların ilk örnekleri aslında rastlantısal olarak keşfedilmiş ilaçlar. MAOI (monoamino oksidaz inhibitörleri) ve trisiklik adı verilen antidepresanlar aslında tüberküloz ve Parkinson gibi hastalıkların tedavilerinde kullanılırken, antidepresan etkileri fark edilmiş olan ilaçlar. Son yıllarda adı neredeyse Batılı toplumların adlarıyla birlikte anılır hale gelen Prozac türü ilaçlar (SSRl-Seçici Serotonin Gerialım İnhibitörleri) beyin sinir hücreleri boşluklarındaki normal serotonin ernilimini bloke etmek için geliştirilmiş.
Antidepresanların hastalık üzerinde olumlu etkileri kanıtlanmakla birlikte her grubun belirli birtakım yan etkileri var. MAOI'lar küflü peynir, şarap ya da salamura balık gıdalarla alındığında kan basıncının aniden yükselmesiyle yüksek tansiyona, hatta felce neden olabiliyor. Trisiklikler dışkılama etkinliğine engelleyici etki gösterebilirken, baygınlık, uyuşukluk, kafa karışıklığı gibi yan etkilere de yol açabiliyor. Aşırı dozda alındığındaysa bu ilaçlar ölüme neden olabiliyor. SSRI'larsa, mide bulantısı, uykusuzluk, ajitasyon ve ankisyeteye neden olabiliyor. Ancak, bütün bu yan etkiler herkeste görülmeyebilir.
Çok ağır depresyon geçiren ve bu nedenle yaşamı tehlikede olan ya da antidepresanlara yanıt vermeyen hastalar içinse elektro şok tedavisi (EŞT) uygulanabiliyor. EŞT, daha çok antidepresanların semptomlar üzerinde yeterli etkiyi sağlayamadığı durumlarda etkili. Gerçekte belki de yüzyıllardır kullanılmakta olan EŞT, son yıllarda bilimadamlarının ve halkın güvenini yeniden kazanmaya başladı. EŞT'de anesteziyle uyutulan hastaya kas gevşeticiler veriliyor ve oksijen maskesi desteği sağlanıyor. Daha sonra 15 dakika boyunca hastanın kafasında belirli yerlere yerleştirilen elektrotlar yardımıyla elektrik itmesi veriliyor. EŞT'nin istenilen düzeyde etkili olabilmesi için en az birkaç hafta boyunca, haftada üç kez uygulanması gerekiyor.
Kimlerde Görülür?
Depresyon, kadınlarda erkeklere oranla iki kat daha fazla görülüyor. Menstruyal döngüde değişimler, hamilelik, düşük yapma, doğum sonrası, erken menopoz ya da menopoz gibi hormonal etkenler kadınlarda depresyon oranın yüksek olmasında etkili.Ayrıca birçok kadın, hem işte hem de evde birçok sorumluluk yüklenmek, yalnız başlarına çocuk yetiştirmek ve yaşlı insanların bakımını üstlenmek gibi fazladan strese neden olabilecek şeyler de yaşıyor.
Birçok kadın doğum sonrasında da aşırı hassas bir dönem geçirir. Hormonal ve fiziksel değişimlerin üstüne dünyaya yeni gelmiş bir bebeğin sorumluluğunun da binmesi, kimi kadınlarda doğum sonrası depresyona neden olabilir. Birçok kadında doğumdan sonra mutsuzluk, kaygı, sinirlilik gibi belirtiler görülebilir, bunlar çoğu zaman geçicidir ve ciddi bir depresif durumu işaret etmeyebilir. Ancak depresif bir bozukluk durumunda tedavi gerekir. Tedaviye ek olarak aile bireyleri de anneye hem duygusal olarak, hem de fiziksel olarak destek olmalı.
Erkeklerdeyse, depresyon kadınlardan daha az görülmekle birlikte, intihar oranı daha yüksek. Özellikle gelişmiş ülkelerde erkeklerde intihar oranı 70'li yaşlardan sora artış gösteriyor ve 85 yaşından sonra en yüksek düzeyine ulaşıyor. Ayrıca depresyon erkeklerde kadınlarda olduğundan daha farklı fiziksel etkilere yol açıyor. Yeni bir çalışma, her ne kadar depresyonun hem kadınlarda hem de erkeklerde kalp damar hastalıkları riskini artırdığını gösterse de, erkeklerde bu yüzden gerçekleşen ölüm oranının da daha fazla olduğunu ortaya çıkarmış.
Depresyon erkeklerde genellikle alkol, kimi uyuşturucu haplar (drug) ya da toplumsal olarak kabullenilmiş fazla çalışma alışkanlıklarıyla maskeleniyor.Ayrıca depresyon erkeklerde umutsuzluk ya da karamsarlık hissinden çok, huzursuzluk, sinirlilik ya da cesaret kırılması biçiminde kendisini hissettiriyor. Erkekler depresyonda olduklarını hissetseler bile, yardım arama çabaları kadınlara oranla çok düşük oluyor.
Yaşlı insanlar ne yazık ki, duyguları konusunda konuşmakta gönülsüz oldukları için, yaşlılıkta rastlanan depresyon daha çok hastaların birtakım fiziksel şikâyetlerle doktora gitmeleriyle ortaya çıkıyor. Çoğu zaman bu durumun, başka bir rahatsızlık nedeniyle kullandıkları ilaçların yan etkisi olduğu ya da hastalıklarına eşlik eden başka bir rahatsızlık olduğu düşünülür. Uzmanlara göre, birçok yaşlı insan yaşamı paylaşabileceği bir eşi, ailesi ya da arkadaşları bulunmadığından bu semptomları gösteriyor ve bu nedenle yaşlılar için en etkili tedavi yöntemi psikoterapi.
Çocuklardaysa, neredeyse 70'li yılların sonuna kadar depresyon diye bir şeyin varlığı kabul edilmiyordu. Belki de "Minicik çocukta da depresyon olur muymuş?" düşüncesi yüzünden, çevremizdeki mutsuz çocukların rahatsızlığını göremiyoruz. Ama, çocuklarda da depresyon olabiliyor. Depresif çocuklar genellikle hastaymış gibi davranır, okula gitmeyi reddeder, anne babalarına sıkı sıkı sarılıp bırakmazlar, ailelerinin öleceğinden korkarlar. Yaşları biraz büyük çocuklarsa, küserler, somurturlar, okulda huzursuzluk yaratırlar, sürekli şikâyet ederler, olumsuz tepkiler verirler ve anlaşılmadıklarını düşünürler. Gerçekte, normal davranışlar bile bir çocuktan diğerine değişebildiği için bunun çocukta geçici bîr dönem mi olduğunu ya da depresyon mu olduğunu söylemek uzmanlar için her zaman kolay olmuyor. Tedavinin gerekli görüldüğü durumlarda aileler özellikle olası yan etkileri nedeniyle ilaç kullanımı konusunda kaygılanıyorlar. Kimi ilaçların çocuklarda depresyona etkileri saptanmış ancak, uzmanlar ilaç kullanımı kesinlikle doktorun düzenli takibi eşliğinde yapılmalı diyorlar.

CABBARİ
25-07-2008, 14:51
bu hastalığa sahip uyemiz varmı acaba içimizde?

veyselbakan
25-07-2008, 15:09
evet ben varım ve şu anda ilerlemiş durumda

CABBARİ
25-07-2008, 15:12
evet ben varım ve şu anda ilerlemiş durumda

ne gibi zorluklar çekiyorsun ve özel olmazsa ne ilaç kullanıyorsun?

sarıkanarya_41
25-07-2008, 15:17
allah bu hastalıgı yasayanlara sabır saglık versın saygılar...

veyselbakan
25-07-2008, 16:51
[QUOTE=CABBARİ;334513]ne gibi zorluklar çekiyorsun ve özel olmazsa ne ilaç kullanıyorsun?[/QUOTöncelikle bu olay babamın ölümünden sonra başladı günün hangi saati ve hangi zamanı geleceği belli olmuyor yaklaşık 1,5 yıl oldu ama yavaş yavaş azalmaya başladı tamamen geçti diyemem belirtileri aşırı terleme inanılmaz kalp çarpıntısı nefes alamama hissi ve bu reaksiyonlar olurken kesinlikle ölecekmişsin hissi o anda kimseyi eşini en yakınını bile yanında görmek istemiyorsun konuşmak ve dışarı çıkmak istemiyorsun dışardaysan bir an önce kendini yanlız kalacağın bir yere atmak istiyorsun miğdende inanılmaz bir şişlik ve gaz çıkarma öğürme durumu oluyor belki beş dakika sürüyor ama o anda o kadar şeyler yaşıyorsunki allaha canını alması için dua ediyorsun psikiyatrilerin bana verdiği ilaçları kullanmadım çünkü aldığın yatıştırıcılar vücudunu uyuşturuyor evden dışarı adım atamıyorsun işte tedavi:bu illet başladığında derin nefesler alıp vereceksin ben iyiyim zımba gibiyim geçecek diye beynine telkinlerde bulunacaksın doktorun tavsiye ettiği haplar yerine o anda yanınızda varsa fazla yan etkisi olmayan atarax diye bir ilaç var yarısını kırıp içeceksin ağır haplar yerine bitkisel sakinleştirici çaylardan içiceksin mümkünse serin yerleri tercih edeceksin çünkü sıcaklar bu hastalığı inanılmaz tetikliyor sana sıkıntı verecek her şeyden uzak duracaksın özellikle ağır ve yağlı yemeklerden ve bilhassa türk kahvesinden uzak duracaksın acılı haberler dinlemeyeceksin en yakının dahi seni üzüyorsa onun yanından o anda uzaklaşacak ve başka şeyler düşüneceksin bu hastalık beni yenemez diyerek kendini işine ve seni mutlu edecek konulara yöneleceksin kısacası olayı yavaş yavaş beyninde bitireceksin saygılar!

CABBARİ
01-08-2008, 12:33
benim bulundugum yer antalya/Alanya yani kısacası sıcagın en şiddtli olugu yer gerçekten ediğin gii sıcaklar çok etkiliyor serin yerler özellikle yayla iyi geliyor benimde tavsiyem kesinlikle spor vucudu gevşetiyor çok iyi geliyor
selametle

CABBARİ
04-09-2008, 22:03
doğal ilaçlarda fayda etmiyor
ilaç tedavisi kesin çözüm
selmaetle

CABBARİ
29-01-2009, 12:42
son mesaj günceldir
selametle

CABBARİ
29-01-2009, 12:43
Uz.Dr.Nihat Kaya Panikatak da Beslenme Nasıl Olmalı? Gerek fiziksel gerekse ruhsal hastalıklarda vucut kimyası değişir. Metabolizma farklılaşabilir. İnsan biyolojik,psikolojik ve sosyal boyutları olan bir varlıktır. Kimya derslerindeki birleşik kaplar gibiyiz.Bir yerde sıvı azalınca diğer yerde çoğalır ama yok olmaz... Panik ataklar böbreküstü bezlerimizden yüksek miktarda “Adrenalin ve Kortizol” salgılatır...Ataklar sırasında oluşan çarpıntı,terleme,ateş basması, tansiyon yükselmesi, nefes darlığı, her şeyi sisli görme durumları bu hormonların yaptığı fizyolojik etkilerdir. Bu belirtilerin beyindeki algılamaları ise ; hep ciddi bir hastalık yaşanacağı şeklindedir... Panik ataklardaki belirtileri ortaya çıkaran her şey, panikatağın geldiği şeklinde değerlendirilir.. Yeme –içme davranışımızda panikataklarla yakından ilgilidir...Örneğin; uzun süre aç kalmak kan şekerini düşürür. Düşen şekeri normale çıkarmak için böbrek üstü bezlerimizden “Adrenalin,kortizol, büyüme hormonları” salgılanır...Bu hormonlar depolarımızdaki yağlardan,proteinlerden şeker üretmeye çalışır...Bu arada Çarpıntı, ağız kuruluğu, terleme, sinirlilik, ortaya çıkar. Panikli bir insan normal olan bu durumu hemen panikatak olarak değerlendirir ve korkuya kapılır. Korkuyla beraber adrenalin daha da yükselir ve gerçek panik başlar... Veya yemek sonrası alınan gıdaların hazmı için “mide fabrikası” nın daha çok enerjiye gereksinimi olur. Bu enerji kanla sağlanır.İstirahat durumundaki çalışmasını terk eden kalp, hızlanmaya ve mideye daha çok kan pompalamaya başlar. Panikataklı biri kalbine çok duyarlı ve odaklı olduğundan bunu hisseder.Çarpıntıyı panik başladı diye düşünür ve korkar...Oysa bu da fizyolojik, normal bir durumdur...Panikle tanışmamış olsa belki hiç dikkatini çekmeyecektir. Dolayısıyla açlık-tokluk durumumuz, ne yiyip-içtiğimiz panik ataklarımızla yakından ilişkilidir... Panikatağı tetikleyen yiyecek – içecekler ve durumlar nelerdir? -Koyu çay -Kahve -Kolalı içecekler -Alkol(Başlangıçta rahatlatır sonraları paniği artırır.) -Aşırı sigara içimi -Esrar,ektazi, kokain -Aşırı yemek yemek -Özellikle tatlı yiyecekler( bunlar kan şekerini birden yükseltir.Direkt glukoz içeren yiyecekler kan şekerini birden yükseltiğinden şekeri düşüren İnsülin hormonunu aşırı salgılatır ve kan şekerini birden düşürüp paniğe sebep olabilir) -Düzensiz ve tek yönlü beslenmeler -Uzun süre aç kalmak -Yemeklerden sonra hemen uyumak( özellikle ağır yemeklerden sonra...) -Vitaminden yoksun yiyecekle beslenmek -Aşırı ve hızlı kilo vermek-Rejim yapmak( bu durum vucut kimyasını bozarak paniğe depresyona yol açabilir. Ayda en fazla iki –üç kilo verecek şekilde diyet yapılmalı) -Rejim amaçlı iştah kesici ilaçlar da paniğe depresyona sebep olabilmektedir Panikatak da Beslenme Nasıl Olmalı? -En temek şey,panik atak tetikleyici yiyecek ve içeceklerden kaçınmak. -Günde toplam 8-10 su bardağı; su, soda, taze sıkılmış meyve suları içmek -Günde 5 adet değişik ve özellikle o mevsimde olan meyvelerden yemek( örneğin;yaz aylarında bir dilim karpuz, bir şeftali, bir armut, iki kayısı gibi...) -Mevsimsel beslenmek(kışın kış, yazın yaz sebze ve yiyeceklerini tercih etmek.) Özellikle sebze Yemeklerini az pişirip vitaminlerinin hasar görmesine engel olalım.Yemeklerde mutlaka sıvı yağ kullanılmalı. Yağı kesinlikle yakmamalıyız...Hatta sebzeleri buharda pişirip, üzerine zeytinyağı gezdirmek daha sağlıklıdır. -Mevsiminde ıspanak, pırasa, muz, brokoli, kereviz, enginar yemek. -Günde üç öğün yerine 5 öğün , ama az az yemek. -B vitaminlerinin sinir sistemini güçlendirdiği ve beyindeki serotonini artırdığı , adet öncesi gerilimi azalttığı bilinmektedir. Bu nedenle kepekli buğday ekmeği yemek, mercimek, nohut, fasulye, bezelye, barbunya tüketmek faydalıdır. -Tatlılardan sütlü ve meyve tatlılarını tercih etmek doğru olur -Meyve ve tatlıların yemekten iki saat önce ya da sonra yenmesi daha doğru olur. -Çay tiryakileri günde 5-6 bardağı geçmemeli ve açık içmeliler. -Panik ataklar kontrol altına alındıktan sonra günde bir adet kahve içilebilir. -Her gün mutlaka bitkisel çay içilmelidir. Panikatak ve kaygı giderici özelliği olan Melisa, Papatya,değişik firmaların çıkardığı ve üzerinde ...Relax yazan bitki çaylarından günde toplam üç fincan içilmeli... -omega 3 ve omega 6 dan zengin olan Ton ve Somon balıklarından yiyelim.Bunlar sinir sistemi hücrelerinin zar yapısını güçlendirerek iletinin sağlıklı olmasını sağlar ve vucut direncini artırır... Balık sevmeyen veya bulamayanlar ise; her gün bir yemek kaşığı Keten Tohumu yiyebilirler. (sütle, yoğurtla ya da suyla yutulabilir...) -Evimizde işyerimizde Lavanta bulundurup, ondan yayılan rahatlatıcı kokuları içimize çekelim... Güzel kokulu duş jelleri kullanalım. Güzel Kokuların ve bazı müziklerin bizi gevşeten, huzur veren gücünü keşfedelim...

osmann
29-01-2009, 13:19
sadece fizikselmi oluyor?
gece bişeyler görüyormusunuz?
yeğenimde var. 17 yaşında yaklaşık 1,5-2 sene oldu...istanbulda gitmediğimiz hastane kalmadı...fakat bu çocuğa aynı zamanda bişeylerde gözüküyor...
veyselin anlattığı rahatsızlıklarla örtüşünce sorayım dedim...

wetin
29-01-2009, 13:19
8 yıldır gitmedi bu lanet panik atak benden
çay kahve kola içmeyeceksin kalabalık yerlerden uzak duracaksın
ilaçtan çok kendi kendini sakinleştireceksin sinirsel hastalıklar genelde genetik oluyor
bu hastalığı en iyi yaşayanlar bilir allah kimseye vermesin amin:praying:

osmann
29-01-2009, 13:20
veysel bakan kardeşim...yaşın kaç?

CABBARİ
29-01-2009, 16:32
sadece fizikselmi oluyor?
gece bişeyler görüyormusunuz?
yeğenimde var. 17 yaşında yaklaşık 1,5-2 sene oldu...istanbulda gitmediğimiz hastane kalmadı...fakat bu çocuğa aynı zamanda bişeylerde gözüküyor...
veyselin anlattığı rahatsızlıklarla örtüşünce sorayım dedim...

ne gibi birşey gözüküyor?

osmann
29-01-2009, 17:42
bişeye benzetemediği şeyler...tavana ayak basmış ters şekilde kendisine bakan insan ve yaratık karışımı şeyler...bazen de (genelde geceleri yatarken) kulağına konuşuyorlarmış...yani konuşmakta genelde ismini söylüyorlarmış...
cin diyoruz ama bilmiyorum...

osmann
29-01-2009, 17:47
ben bir iki sefer nöbetini gördüm...bir anda üzerindekji herşey sırsıklam oluyor...çocuğun gözleri farklı bakıyor...kalbi yerinden çıkacak gibi atıyor...öyle bir sıkıntı geliyormuşki kendine geldiğinde "dayı kendimi aşağıya atmak istiyorum" demişti...ev 6 katta.
bir çok doktora götürdük..kimi panik atak dedi, kimi ağır depresyon dedi...kimi halüsülasyonlar görüyor dedi...hasılı kelam bulamadık çaresini...
ben bir adapazarına birde üsküpe hocaya götürdüm ama ne çare...
okul aksadı...1 sene gitmemişti...bu senede devamsızlıktan dolayı okul kabul etmedi...lise 2 de okuyor...nasıl olacak bilmiyorum...her gittiğinde okula kriz geliyormuş...okuldan telefon açıp "gelip talhayı alın rahatsızlandı" diyor hocaları...ee sınıftakilerde etkileniyor haliyle...
napıcaz bilmem...

CABBARİ
29-01-2009, 17:52
bişeye benzetemediği şeyler...tavana ayak basmış ters şekilde kendisine bakan insan ve yaratık karışımı şeyler...bazen de (genelde geceleri yatarken) kulağına konuşuyorlarmış...yani konuşmakta genelde ismini söylüyorlarmış...
cin diyoruz ama bilmiyorum...

yok değil yani inşallah değildir
bbamdada aynı şey vardı geceleri uyuyamıyordu öleceksin diye kulagına fısıldamalar olurmuş sonra sonra üzerinden attı
selametle

CABBARİ
01-08-2009, 22:33
PANİK ATAK NEDİR?

Bilindiği gibi panik atak tüm dünyada giderek artan bir önemi ve dikkati üzerinde toplamaktadır. Bu önemi hak etmesinin birinci nedeni, giderek yaygınlaşması, toplum sağlığını tehdit eder boyuta ulaşmasıdır. Yakın zamanda yapılan bir araştırma sonucuna göre ABD de her beş kişiden birinin panik atak geçirdiği belirlenmiştir. Ülkemizde de her yüz kişiden 4'nün tedavi gerektirecek düzeyde panik atak problemiyle karşı karşıya olduğu sanılmaktadır. Her yüz kişiden 10' u da panik atak için sırada beklemektedir Hastalığı önemli kılan en önemli etken budur. Diğeri de sanıldığı gibi kolay tedavi edilemediğinin, beklenmedik zamanlarda tekrar ortaya çıkabildiğinin anlaşılmasıdır.
Panik atak fiziksel belirtilerle seyreden bir psikolojik sendrom olarak basitçe tarif edilebilir. Ancak hastaların da söylediği gibi yaşananlar hiçte basit değildir. Kimilerine göre hissedilenlerin tarifi mümkün değildir. Bu fiziksel belirtiler alelade değildir. Çok şiddetli ve sarsıcı olarak yaşanır. Örneğin çok şiddetli bir kalp atımı, sanki kalbiniz yerinden fırlayacakmış gibi, buna eşlik eden beyninde uğultu, basınç, sanki tansiyonu çok yükselmiş gibi bir his. Bu arada düşüncelerde bulanıklaşma giderek benliği saran ölüm korkusu ve
-sonum geldi- düşünceleri ile bazen nefes düzensizliği ile başlar, nöbet şiddetlenir, dilinizin boğazınıza kaçtığını düşünür nefes alamaz ( aslında alırsınız )hale gelir. bayılma hissi acil yardım arama ve yine ölüm korkusu hissedebilirsiniz.
Fiziksel belirtiler çok çeşitli olabilir. Belirtiler çoğu kez korkulan bir hastalığın taklididir. Kalp krizi,tansiyon yükselmesi,beyin kanaması ya da felç geçiriyor olma gibi. Ama gerçekte bunların hiçbiri olmuyordur. Üstelik bu belirtiler yukarıdaki hastalıkların herhangi birini yaşıyor olsanız bu kadar kuvvetli ve korkutucu olamaz. Bu noktadan bakınca panik atak aslında uyanıkken görülen bir kabusa benzer. Örneğin kalp krizi geçirdiği kabusu gibi ve hastalar bir kabustaki gibi Çaresizdirler.
Hastaları bu yaşadıklarının gerçekte olmadığına inandırmak pek güçtür. O yüzden başlangıçta psikiyatrik tedavi ye pek yanaşmazlar. Bir dönemi acil servislerde ya da kardiyoloji servislerinde çare arayarak geçirebilirler. Panik atağı tanımak, kabullenmek ve tedavisine başlamak ilk ve önemli adımdır. Ama tedavi bununla bitmez. Bu belirtilerin psikolojik olduğu kabul edilse bile, her gelişi korkutmaya devam edebilir.
Bu nöbetler ya da ataklar gelmeye devam ettikçe, hastalarda iki temel belirti daha ortaya çıkar. Bunlardan birincisi beklenti anksiyetesi denen bu atakların tekrarlayacağı korkusudur. Hastaların beyni 'ya bunu tekrar geçirirsem' korkusuyla çok fazla meşgul olabilir. Bu durum hastayı depresyona sürükleyebilir.
İkinci temel belirti de kaçınmalardır. Bu nöbetler yaşandıkça kişi bazı ortam ve durumlarda bulunmaktan kaçınır. Örneğin çarpıntısı olacağı korkusuyla spor yapmaktan, havasız kalacağı korkusuyla kapalı ortamlardan, herkesin içinde düşüp bayılabileceği korkusu ile kalabalık ortamlarda bulunmaktan, asansörlerden, toplu taşama araçlarından, toplantılardan vs. vs. kaçınmaya başlar.
Kaçınmanın bir diğer görünümü de yalnız kalamamaya başlama ya da bazı koşullarda yalnız bulunmama çabasıdır. Hasta başına bir şey geleceği korkusu ile hep yanında birini bulundurma - hatta küçük bir çocuk bile olabilir - eğiliminde olabilir. Bazı hastalar evden çıkamaz hale gelebilir. Kuaföre gidemez, Giysi almak için mağaza görevlisini eve çağırır.
Kaçınmalar değişik boyutlarda olabilir, silik, hafif ya da şiddetli, ya da sadece bazı durumlarda ortaya çıkabilir. Örneğin tatile çıkacağında orada tam teşekküllü bir hastane olmadığını öğrenip gitmekten vazgeçme gibi.
Panik atakta görülebilen fiziksel belirtilerden bazıları:
- Mideye bir şey çöküyor hissi
- Avuç içlerinde terleme
- Her tarafta sıcaklık hissetmek
- Hızlı ve şiddetli kalp atışları
- Ellerde titreme
- Diz ve bacaklarda güçsüzlük veya esneklik
- İç titremesi, titreme duygusu
- Ağız kuruluğu
- Boğazda yumruk hissi
- Göğüste basınç
- Hızlı nefes alıp verme
- Bulantı veya ishal
- Baş dönmesi, sersemlik, göz kararması
- Gerçek dışılık hissi (rüyada gibiyim)
- Açık olarak (net olarak) düşünememe
- Bulanık görme
- Kısmen felce uğramışlık duygusu
- Ayrılma yada hayal gibi hareket etme duygusu
- Çarpıntılar veya düzensiz kalp atışları
- Ellerde, ayaklarda ve yüzde karıncalanma
- Göğüs ağrısı
- Bayılma hissi
- Midede titreme heyecan
- Soğuk ve ıslak eller

Bunlara da şu korkular ya da negatif düşünceler eşlik edebilir:
- Ölmek üzereyim
- Kalp krizi geçiriyorum
- Aklımı yitirmek üzereyim
- Kendimden geçmek üzereyim
- Tıkanmadan öleceğim
- Nefes almam mümkün olmayacak
- İnme inecek,felç olabilirim
- Kontrolümü kaybediyorum
- Tansiyonum çok yükseldi ve beyin kanaması geçirmek üzereyim
Panik atağın tedavisine gelecek olursak, önce şunu belirtmekte yarar var. Panik atak sadece ve sadece psikiyatristlerin tedavi etmesi gereken bir hastalıktır. Tedavi bir çok yöntemin kombine uygulanması ile daha çabuk sonuş verir. Sadece ilaçla ya da sadece terapi ile iyileşmesi nadirdir. En önemlisi de belirttiğimiz gibi hastalık hakkında bilinçlenmedir. Örneğin alıştığımız bir panik nöbet türü birden başka bir görünüme bürünebilir. Onun için olabilecekleri bilmek hazırlıklı olmak çok önemlidir. Evde kendi kendini tedavi etmeye çalışmanın kendi kendine apandisit ameliyatı yapmaktan farkı yoktur. Mutlaka bir uzmandan yardım alınmalıdır. hastalığın nüks edebileceği unutulmamalıdır.
Tedaviye hastanın katılımı da sağlandığında 4 - 6 ay içinde tümüyle iyileşme şansı %95 dir. Hasta, hastalığı yenmesini öğrenmediyse nüks etme riski hep vardır. Panik atağı iyi tanımak, tedaviden kaçınmamak,tedavi için doğru adresi bulmak önemlidir. Hipnoz, akupunktur, üfürükçü tedavileri zarar verebilir.
Geçerli tedavi yöntemleri:
- Psikoterapi
- İlaç kullanımı
- Relaksasyon teknikleri
- Nefes egzersizleri
- Spor ve egzersiz
- Biofeedback
- İmajinasyon
- Üstüne gitme teknikleri

KALP KRİZİ GEÇİRME KORKUSU
Panik atağın semptomlarından bazıları kalp krizi sırasında da görülmektedir ( örneğin göğüs ağrısı) . Bu nedenle panik atak geçiren kişinin kalp krizi geçirdiğini düşünmesi anlaşılabilir bir durumdur. Eğer göğüs ağrısı uzun süren ve tekrarlayıcı bir ağrı ise kalp hastalığı riskini ekarte etmek için detaylı bir araştırma yapılması akıllı bir davranış olacaktır. Eğer herhangi bir hastalık bulunmaz ise göğüsteki ağrının nedenin kalp krizi kaynaklı olması çok küçük bir ihtimaldir.
Aşağıdaki bilgiler Kalp Krizi ile panik atak arasında ayrım yapmanıza yardımcı olmak amacıyla verilmiştir.
İskemik kalp hastalıkları genç kadınlarda çok nadir görülmektedir, genç kadınlar panik atak yaşama eğilimindedirler. Kalp Krizi Panik atağa YOL AÇMAZ, Panik Atak da kalp krizine neden OLMAZ.
Panik atağa eğilimli olan kişiler genellikle başka benzer ataklar yaşamaya devam ederler. Böyle bir atakla yaşayanların sakin bir şekilde oturup beş on dakika kadar yavaş nefes alma eksersizleri yapmasında büyük fayda vardır. Bu esnada " daha önce de bunu yaşadım ve kalp krizi geçirmedim, bu kez de geçirmeyeceğim" diyerek kendilerine telkinde bulunmaları da işe yarayabilir.
Ancak , beş on dakika kadar süren yavaş nefes alma eksersizlerinden sonra göğüs ağrısı hala mevcutsa tıbbı araştırma yapmakta fayda vardır.
Kalp Krizi ile panik atağı birbirinden nasıl ayırt ederiz?

KALP KRİZİ
PANİK ATAK

AĞRI


Ağrı olmayabilir
Ağrı var ise genellikle baskı şeklinde hissedilir ( sanki biri göğsünüze oturmuş gibi )
Genellikle göğüs merkezinde olmaktadır , sol kola, boyuna ve sırta yayılabilir.
Ağrı nefes alırken ya da göğse bastırıldığında artmaz.
Ağrı inatçıdır ve 5-10 dakikadan uzun sürer.



Genellikle keskin bir ağrı şeklinde tarif edilir. )
Ağrı genellikle kalp üzerinde olma eğilimindedir. )
Nefes alıp verirken ve, göğüse bastırıldığında artar


UYUŞMA


Mevcutsa genellikle sol koldadır



Genellikle tüm bedende bulunur


KUSMA


Sıklıkla görülür



Mide bulunması olabilir ancak kusmaya az rastlanır.



EGZERSİZLER


SOLUNUM EGZERSİZLERİ
Bedeni Kontrol Etme Yolunda Birinci Basamak: Solunum Kontrolu

" nefes almayı öğrenmek "

Otonom ( kendi kendine çalışan ) organlarımız olduğunu biliyoruz. Kalbimizin vuruşları , kan basıncımız , beden sıcaklığımız bu sisteme örnektir. Bu organlar veya fonksiyonlar bizim doğrudan denetim ve isteğimiz dışında çalışır .Ancak , eğitim ve egzersizle bu organ ve fonksiyonları kısmen veya bütünüyle kontrol altına almak mümkündür.

Bedeni konrol etme yolundaki ilk adım solunumu kontrol etmektir. Çünkü solunum bir yönüyle , istediğimiz zaman nefes aldığımız , istediğimiz zaman nefesimizi tuttuğumuz için , irademizle yönlendirdiğimiz bir faaliyettir. Ancak diğer taraftan solunum , beyin sapındaki bir merkez tarafından kandaki oksijen ve karbondioksit dengesine göre bütünüyle otonom ( kendi kendine ) olarak yürüyen bir faaliyettir. Otonom faaliyetleri kontrol etmeye , " solunumu kontrol etmekten " başlamak gerekir. Aynı zamanda doğru ve derin nefes almayı öğrenmek , gevşemeyi öğrenmek yolunda atılan en önemli adımdır.

Nefes almanın kendisi bir gevşeme yolu olduğu gibi, bütün gevşeme egzersizleri içinde , egzersizin bir parçası olarak da kullanılmaktadır. Ayrıca nefes egzersizleri günlük hayatın akışı içinde uygulanması en kolay egzersizdir.

Derin nefes almanın önemi nedir ?

Doğru ve derin nefes almanın kendisinin doğrudan damarları genişletme ve kanın ( dolayısıyla oksijenin ) bedenin en uç ve en derin noktalarına kadar ulaşmasını sağlama özelliği vardır.Panik atak sırasında kan beden yüzeyinden içeri çekilir ve yüzey sıcaklığı düşer ( el ve ayaklarda soğuma) . , hem stres tepkisinin biyokimyasal maddeleri , hem de gevşemenin biyokimyasal maddeleri bir arada bulunamaz. Bu sebeple doğru ve derin nefes alarak sağlanan değişiklik, özellikle kaygının da dahil olduğu birçok durumda başlayacak olan ( veya başlamış olan ) tepki zincirini kırmakta veya kaygının şiddetini azaltmaktadır.

İyi nefesin özellikleri

İyi nefes ağır , derin ve sessiz olmalıdır. Bunun içinde denge , ölçü ve uyum gerekir. İyi bir nefes yavaş olarak burundan alınır, sessiz olur ve akciğerin bütününü doldurarak diyaframı aşağı iter.
Endüstrileşmiş ve şehirleşmiş toplumlarda yaşayan insanların büyük çoğunluğunun ciğerlerinin dörtte birini veya beşte birini kullandıkları saptanmıştır. Nefes egzersizlerinden amaç , akciğerin bütününü kullanmaktır.

Akciğerinizin üçe bölünmüş olduğunu düşünün . Derin , tam bir nefes , diyaframın aşağı hareket etmesi ve akciğerin en alt bölümünün havayla dolmasıyla başlar .Daha sonra orta bölüm havayla dolar ve göğüs genişler.Son olarak da akciğerin üst bölümü dolar ve omuzlar hafifçe kalkabilir.

Nefes alma egzersizine başlamadan önce sağ avucunuzu göbeğinizin hemen altına , sol elinizi göğsünüzün üstüne (göğüs hizasına) koyun ve gözlerinizi kapatın.
Nefes almadan önce ciğerinizi iyice boşaltın .( nefesi verirken ciğerler zorlanmamalı ve nefes itilmeden kendiliğinden çıkmalı. )
Ciğer kapasitenizi hayali olarak ikiye bölün ve "biir" , "ikii" diye içinizden sayarak ciğerinizin bütününü doldurun.... Kısa bir süre bekleyin , "bir-iki" diye diye sayarak, nefesinizi aldığınızın iki katı sürede boşaltın. Sağ eliniz göğüs kemikleinizin , hareketli bir köprü gibi , yana doğru açıldığını hissetmeli ...Yine bir nefes almadan iki saniye bekleyin .

İkinci ve üçüncü maddede yazılanları tekrarlayarak bir derin nefes daha alın ve verin . Egzersizi bir kere daha tekrarlayıncaya kadar mutlaka en az 4-5 normal nefes alın. Eğer derin nefes almaya devam ederseniz bir başdönmesi hissedebilirsiniz.

RELAKSASYON (GEVŞEME ) EGZERSİZLERİ

Gevşeme bedeninizdeki gerilimden sistematik bir şekilde, kurtulmaktır. Derinlemesine gevşediğinizde, motivasyonunuzu ve dikkatinizi yoğunlaştırmayı yitirmeyeceksiniz. Tam tersine bedeninizin neresinde en çok gerilim taşıdığınızın farkına varıp, bu kasları nasıl gevşetebileceğinizi öğreneceksiniz. Hatta, derinlemesine gevşeme için yapılan düzenli alıştırmalar enerjinizi ve üretkenliğinizi artıracaktır.

UYGULAMA

Şimdi yerinize iyice ve rahatça yerleşin ve herhangi bir tedirginlik hali varsa bir kenara bırakın. Kendinizi gevşetebilme yeteneğini kazandıkça tedirginliğiniz azalıp, yerini gevşemeye bırakacaktır.

Gözlerinizi kapatın ve dikkatinizi önce kollarınıza ve özellikle ellerinize çevirin. Şimdi ellerinizi yumruk yapın ve bunu yaparken el ve kollarınızdaki gerilime iyice dikkat edin…

Şimdi her iki elinizi de bileklerden, parmak uçları tavanı gösterecek şekilde bükün. Ellerinizin üst kaslarını ve kolunuzun üst tarafını kasarak iyice gerin. Gerilimi hissedin…ve şimdi gevşeyin kollarınızı eski pozisyonuna getirin. Gerginlik ve gevşeme arasındaki farkı hissedin.

Aynı alıştırmaları şu bölgelerde de tekrarlayın.

Kafa:

Alnınızı kırıştırın.
Gözlerinizi sıkıca kapayın.
Ağzınızı iyice açın, dilinizi damağınıza doğru itin, çenenizi kuvvetlice sıkın.

Boyun:

Kafanızı geriye itin.
Kafanızı göğsünüze değecekmiş gibi öne eğin.
Kafanızı sağ omuzunuza doğru döndürün.
Kafanızı sol omuzunuza doğru döndürün.

Omuzlar:

Omuzlarınızı kulaklarınıza çekecekmiş gibi yukarı çekin.
Sağ omuzunuzu kulağınıza değecekmiş gibi yukarı çekin.
Sol omuzunuzu kulağınıza değecekmiş gibi yukarı çekin.

Bu alıştırmalar da bazı kasları belli bir süre gergin hale getirme, gergin tutma ve yavaş yavaş gevşeterek, gerginlik ve gevşeklik arasındaki farkı hissetmek amaçlıdır. Kaslarınızı gergin halden gevşetirken aynı zamanda içinizden "rahatla ve bırak" deyin. Derin soluk alın. Nefesinizi yavaş yavaş verirken sessizce rahatla ve bırak deyin.