Kemal Turan
19-07-2008, 18:08
Only the registered members can see the link
Film formatı çok geniş bir tabir. Bir filmin nasıl kaydedildiği, nasıl çalıştığı, nasıl göründüğüne dair pek çok ayrıntı içeriyor. Benim bu yazıda bahsedeceğim film formatlarının boyutlarına ilişkin farklılıkları. (Bahsettiğim boyut ya da oran da diyebiliriz, ingilizce aspect ratio terimiyle ifade ediliyor. Resim işlerme programlarında resim boyutlarıyla oynamış olanlara tanıdık gelecektir. )Godzilla filminin "Size does matter" (Boyut gerçekten önemlidir) gibi bir sloganı vardı. Bu söz ekranda gördüğünüz her film için geçerli aslında. Fakat biraz farklı bir anlamda. Bu sloganda bahsi geçen bir dinazordu biliyorum ama bu benzetmenin düşündüğünüz kadar alakasız olmadığını yazının ilerleyen bölümlerinde anlayacaksınız.
Sinemada ya da televizyonda seyrettiğiniz filmlerin hepsinin aynı kalıptan çıkma ürünler olduğunu zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Aslında filmler de pazardan aldığınız salatalıklar ya da çarşıdan aldığınız elbiseler gibi boy boy. (Bu gerçekten garip bir benzetme oldu.) Tabii o kadar fazla boy çeşidi yok ama yine de tahmin ettiğinizden daha çok. Film boyutlarını anlayabilmenin en güzel yolu sinema endüstrisini tarihsel bir süreç içinde ele almak herhalde. Bu yüzden sinema endüstrisinin bir endüstri olmaya başladığı 1800'lü yılların sonlarından başlamak gerek.
Ekranda gördüğünüz bir filmin eninin boyuna oranına Aspect Ratio deniyor. Aspect bir cismin bir yüzü daha spesifik olarak gördüğümüz yüzü olarak Türkçeleştirilebilir. Aspect Ratio'ya da görüntü oranı demek oldukça doğru olacaktır sanırım. Ama ben yine de ingilizcesini kullanmayı tercih ediyorum. Türkçe elden gidiyor diyenlere hadef olmayı yabancı bir dergide aspect ratio'yu görüp "Bu da ne, siz bana küfür mü ediyosunuz?" şeklinde bir tepki vermeye yeğliyorum da diyebiliriz. Tabii kısaltma kullanmanın kolaylığı tarih boyunca tespit edildiğinden ben de aspect ratio yerine A.R. kısaltmasını kullanacağım. Haberiniz olsun. Merak etmeyin fazla yerde geçmiyor zaten.
1950 Öncesi
Film endüstrisinin ilk yılları (1890'dan 1900'lere) filmlerin hemen hepsinin AR'sunun 1.33:1 (gerçek oran 1.37:1 ama standart olarak kabul edilen oran diğeri) olduğu yıllardı. Aklınıza gelecek pek çok klasik film bu oranda çekildi. Bu oran 4x3 olarak da anılıyor. Yani görüntünün eni 4 birimse boyu 3 birim oluyor. Aşağıda 1.33:1 oranında bir resim görüyorsunuz
Only the registered members can see the link
Üstteki resimde 1.33:1 oranına Academy Standard dendiği dikkatinizi çekmiştir. Bunun nedeni bu oranın 1930 yılında Academy Of Motion Picture Arts And Scienses tarafından bir film standardı olarak kabul edilmiş olması. Bu resimde bir de NTSC yazısı görüyorsunuz. Bunun hikayesi de şöyle:
Sinema filmlerinin hangi formatta çekildiği aslında bizi doğrudan etkilemiyor. Fakat bir sinema filmini video, CD ya da DVD oynatıcılar yardımıyla televizyonunuzda izlemeye kalktığınızda bu etki suratınıza püskürtülen tazyikli su kadar çarpıcı olabiliyor. Televizyon endüstrisinin ilk yıllarında üreticiler televizyonlarının ekranının hangi boyutlarda olması gerektiğini düşündüler ve 1.33'e 1 oranını seçtiler. Tabii fazla seçenekleri de yoktu. Bu yüzden bu oranda çekilen filmlerin televizyona aktarılmasında boyutlar açısından bir sorun olmuyor. Bu yüzden o yıllarda Amerikan Televizyon Standartları Komitesi (National Television Standarts Committee) (NTSC) de televizyon yayınları için bu formatı standart format olarak belirlemiş. Şu anda da Amerikan televizyonlarının yayın formatına NTSC adı veriliyor.
1950'lere kadar çekilen filmlerin hemen hepsinin bu oranda çekildiğini söyledik. Bunlara birkaç örnek vermeden geçmeyelim. Aşağıdaki resimler ünlü klasiklerin DVD'lerinden alınan orjinal oranlarda resimler. Bu resimlere bakarak 1.33'e 1 oranını görebilirsiniz.
Only the registered members can see the link Only the registered members can see the link
Only the registered members can see the link Only the registered members can see the link
Televizyonların yaygınlaşması izleyiciler için oldukça olumlu bir gelişmeydi fakat bunun Hollywood yapımcıları için aynı derece olumlu olduğunu söyleyemeyiz. Evinde televizyon izlemekle meşgul olan izleyiciler sinemaya gelmeyi yavaş yavaş unutuyordu. Film yapımcıları bu durumdan kurtulmak için çareyi televizyonda görünenden farklı bir şeyler yapmakta buldular.
Yapımcıların başvurdukları yollardan biri çok kısa bir süre gündemde kalan ve pek de rabet görmeyen 3D film (3 boyutlu film) denemesiydi. Bu filmleri izlemek için özel gözlükler takılıyordu ve film size üç boyutlu bir ortam hissi veriyordu. Dediğimiz gibi bu yöntem pek işe yaramadı. Ama diğer yöntemin yolunu açmış oldu.
Diğer yöntem, bugüne kadar gelen widescreen teknolojisiydi. 1953'te 20'th Century Fox CinamaScope adlı teknolojiyi duyurdu. Bu teknoloji 10 yıldan daha fazla bir süre pek çok başka firma tarafından kullanıldı ve Panavision teknolojisinin yolunu açtı. O yıl widescreen formatında 5 film piyasaya sürüldü. Bir sonraki yıl 40 ve 1955'lere gelindiğinde 100'den fazla widescreen film üretilmiş oluyordu. Bugün film endüstrisinin özellikle de Hollywood'un geniş ölçüde kullandığı bir format olan widescreen'in standart olmuş iki tip oranı var. Biri Academy Flat ya da yalnızca Flat diye anılan 1.85: 1 diğeri ise Anamorphic Scope ya da (tahmin edeceğiniz gibi) sadece scope diye anılan 2.35:1 oranları. Bunlardan başka 1.66:1 ve 2.20:1(70mm) gibi AR.lar da var ama çok nadir olarak kullanıldıklarından bunlara değinmeyeceğiz. Aşağıdaki resimlerden bu oranların nasıl göründüğünü anlayabilirsiniz.
Only the registered members can see the link
Only the registered members can see the link
1.85 'e 1 oranının kullanıldığı bazı filmler arasında The English Patient (İngiliz Hasta), All the President's Men (Başkanın Adamları) ve Hitchkock'un klasiklerinden The Birds (Kuşlar) filmleri sayılabilir. 2.35'e 1 filmlere örnek olarak da Star Wars, Apocalypse Now ve Blade Runner gösterilebilir. Aşağıda English Patient (1.85:1) ve The Thin Red Line (İnce Kırmızı Hat) (2.35:1)'tan birer sahne görüyorsunuz. Burada bu iki oranın kendi aralarındaki farka ve 1.33:1 'den nasıl farklı göründüklerine de şahit oluyorsunuz.
Only the registered members can see the link
Only the registered members can see the link
Gelelim widescreen formatının televizyon ekranına aktarılmasına. Biraz düşünün bakalım. 1.85'e 1 ya da 2.35'e 1 boyutlarındaki bir görüntüyü nasıl 1.33'e 1 oranındaki (çoğunlukla) televizyon ekranına sığdırırsınız? Bunun genel anlamda kabul görmüş iki yöntemi var. Birincisi Pan&Scan dediğimiz yöntem. DVD kapaklarında "Full Frame" olarak da anılan bu yöntem filmin orjinaline yaptığı haksızlığın (bu benim düşüncem tabii) yanında televizyon yayınlarında, video kaset ve cd'lerde en çok kullanılan yöntem. Neden mi haksızlık diyorum? Çünkü bu yöntemin temeli filmin yüksekliğini ekrana tam olarak oturttuktan sonra yatayda kalan fazlalıkları yok etmeye dayalı. Daha açık anlatmak gerekirse, düşünün ki tv ekranımızın yüksekliği 1m, eni de 1.33 m uzunluğunda ve elimizde de eni 1.85m ya da 2.35m yüksekliği de 1m olan bir film var. Şimdi bu filmi pan&scan yöntemiyle tv ekranımıza aktaracağız. Bunun için filmi, yüksekliği ekranın yüksekliğiyle üst üste örtüşecek şekilde yerleştiriyoruz. Tabii haliyle yatayda 1.85:1 formatlı film için 0.85m, 2.35:1 'lik bir film için de 1.35 m fazlalık kalacak. Bunu da bir şekilde ortadan kaldıracağız. Video kameralar bunu yapmak için ileri geri hareket ederek asıl aksiyonu ekranın merkezinde tutacak şekilde fazlalıkları atıyorlar. Tabii bu nedenle bazen görüntünün %50'ye varabilen bir kısmını ekranımızda göremiyoruz.
Aşağıda bazı scope (2.35:1) filmlerin full frame göründüğünde ne içler acısı hallere geldiklerini gösteren bir kaç resim var. Full frame'in televizyonunuzda gördüğünüz görüntü olduğunu bir kez daha hatırlatarak yıllar boyu gözlerinize inanmanın sizi gerçekler konusunda nasıl yanılttığını anlamanız açısından bu resimleri biraz dikkatle incelemenizi tavsiye ederim
Only the registered members can see the link Only the registered members can see the link
İşte ünlü bilim kurgu klasiği Blade Runner (Bıçak Sırtı) 'dan bir görüntü. Soldaki resim filmin orjinal hali. Sağdaki resim ise bu görüntünün full frame hali. Gördüğünüz gibi Ridley Scott'ın mükemmel sahnesi full frame haline gelince bütün etkisini kaybetmiş. Tabii Deckard (Harrison Ford)'ın konuşmakta olduğu Rachel'ı (Sean Young) göstermiyor olması da cabası
Only the registered members can see the link Only the registered members can see the link
Bu iki resim Clint Eastwood'un Man With No Name filminden alınmış. Bu sahnede Eastwood kasabaya yeni gelmiştir ve bir grup kanun kaçağının saldırısına uğramak üzeredir. Filmin yönetmeni Sergio Leone'un widescreende tüm ekrana yaydığı aksiyon full frame de daracık bir alana toplanmış ve etkileyiciliğinin büyük kısmını kaybetmiştir.
Daha fazla açıklama yapmaya gerek duymadığım için bir sonraki sayfada diğer filmlerden bazı örnekleri sadece görüntüleriyle sizlere sunuyorum. Filmin neleri ne kadar kaybettiğine siz karar verin.
Film formatı çok geniş bir tabir. Bir filmin nasıl kaydedildiği, nasıl çalıştığı, nasıl göründüğüne dair pek çok ayrıntı içeriyor. Benim bu yazıda bahsedeceğim film formatlarının boyutlarına ilişkin farklılıkları. (Bahsettiğim boyut ya da oran da diyebiliriz, ingilizce aspect ratio terimiyle ifade ediliyor. Resim işlerme programlarında resim boyutlarıyla oynamış olanlara tanıdık gelecektir. )Godzilla filminin "Size does matter" (Boyut gerçekten önemlidir) gibi bir sloganı vardı. Bu söz ekranda gördüğünüz her film için geçerli aslında. Fakat biraz farklı bir anlamda. Bu sloganda bahsi geçen bir dinazordu biliyorum ama bu benzetmenin düşündüğünüz kadar alakasız olmadığını yazının ilerleyen bölümlerinde anlayacaksınız.
Sinemada ya da televizyonda seyrettiğiniz filmlerin hepsinin aynı kalıptan çıkma ürünler olduğunu zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Aslında filmler de pazardan aldığınız salatalıklar ya da çarşıdan aldığınız elbiseler gibi boy boy. (Bu gerçekten garip bir benzetme oldu.) Tabii o kadar fazla boy çeşidi yok ama yine de tahmin ettiğinizden daha çok. Film boyutlarını anlayabilmenin en güzel yolu sinema endüstrisini tarihsel bir süreç içinde ele almak herhalde. Bu yüzden sinema endüstrisinin bir endüstri olmaya başladığı 1800'lü yılların sonlarından başlamak gerek.
Ekranda gördüğünüz bir filmin eninin boyuna oranına Aspect Ratio deniyor. Aspect bir cismin bir yüzü daha spesifik olarak gördüğümüz yüzü olarak Türkçeleştirilebilir. Aspect Ratio'ya da görüntü oranı demek oldukça doğru olacaktır sanırım. Ama ben yine de ingilizcesini kullanmayı tercih ediyorum. Türkçe elden gidiyor diyenlere hadef olmayı yabancı bir dergide aspect ratio'yu görüp "Bu da ne, siz bana küfür mü ediyosunuz?" şeklinde bir tepki vermeye yeğliyorum da diyebiliriz. Tabii kısaltma kullanmanın kolaylığı tarih boyunca tespit edildiğinden ben de aspect ratio yerine A.R. kısaltmasını kullanacağım. Haberiniz olsun. Merak etmeyin fazla yerde geçmiyor zaten.
1950 Öncesi
Film endüstrisinin ilk yılları (1890'dan 1900'lere) filmlerin hemen hepsinin AR'sunun 1.33:1 (gerçek oran 1.37:1 ama standart olarak kabul edilen oran diğeri) olduğu yıllardı. Aklınıza gelecek pek çok klasik film bu oranda çekildi. Bu oran 4x3 olarak da anılıyor. Yani görüntünün eni 4 birimse boyu 3 birim oluyor. Aşağıda 1.33:1 oranında bir resim görüyorsunuz
Only the registered members can see the link
Üstteki resimde 1.33:1 oranına Academy Standard dendiği dikkatinizi çekmiştir. Bunun nedeni bu oranın 1930 yılında Academy Of Motion Picture Arts And Scienses tarafından bir film standardı olarak kabul edilmiş olması. Bu resimde bir de NTSC yazısı görüyorsunuz. Bunun hikayesi de şöyle:
Sinema filmlerinin hangi formatta çekildiği aslında bizi doğrudan etkilemiyor. Fakat bir sinema filmini video, CD ya da DVD oynatıcılar yardımıyla televizyonunuzda izlemeye kalktığınızda bu etki suratınıza püskürtülen tazyikli su kadar çarpıcı olabiliyor. Televizyon endüstrisinin ilk yıllarında üreticiler televizyonlarının ekranının hangi boyutlarda olması gerektiğini düşündüler ve 1.33'e 1 oranını seçtiler. Tabii fazla seçenekleri de yoktu. Bu yüzden bu oranda çekilen filmlerin televizyona aktarılmasında boyutlar açısından bir sorun olmuyor. Bu yüzden o yıllarda Amerikan Televizyon Standartları Komitesi (National Television Standarts Committee) (NTSC) de televizyon yayınları için bu formatı standart format olarak belirlemiş. Şu anda da Amerikan televizyonlarının yayın formatına NTSC adı veriliyor.
1950'lere kadar çekilen filmlerin hemen hepsinin bu oranda çekildiğini söyledik. Bunlara birkaç örnek vermeden geçmeyelim. Aşağıdaki resimler ünlü klasiklerin DVD'lerinden alınan orjinal oranlarda resimler. Bu resimlere bakarak 1.33'e 1 oranını görebilirsiniz.
Only the registered members can see the link Only the registered members can see the link
Only the registered members can see the link Only the registered members can see the link
Televizyonların yaygınlaşması izleyiciler için oldukça olumlu bir gelişmeydi fakat bunun Hollywood yapımcıları için aynı derece olumlu olduğunu söyleyemeyiz. Evinde televizyon izlemekle meşgul olan izleyiciler sinemaya gelmeyi yavaş yavaş unutuyordu. Film yapımcıları bu durumdan kurtulmak için çareyi televizyonda görünenden farklı bir şeyler yapmakta buldular.
Yapımcıların başvurdukları yollardan biri çok kısa bir süre gündemde kalan ve pek de rabet görmeyen 3D film (3 boyutlu film) denemesiydi. Bu filmleri izlemek için özel gözlükler takılıyordu ve film size üç boyutlu bir ortam hissi veriyordu. Dediğimiz gibi bu yöntem pek işe yaramadı. Ama diğer yöntemin yolunu açmış oldu.
Diğer yöntem, bugüne kadar gelen widescreen teknolojisiydi. 1953'te 20'th Century Fox CinamaScope adlı teknolojiyi duyurdu. Bu teknoloji 10 yıldan daha fazla bir süre pek çok başka firma tarafından kullanıldı ve Panavision teknolojisinin yolunu açtı. O yıl widescreen formatında 5 film piyasaya sürüldü. Bir sonraki yıl 40 ve 1955'lere gelindiğinde 100'den fazla widescreen film üretilmiş oluyordu. Bugün film endüstrisinin özellikle de Hollywood'un geniş ölçüde kullandığı bir format olan widescreen'in standart olmuş iki tip oranı var. Biri Academy Flat ya da yalnızca Flat diye anılan 1.85: 1 diğeri ise Anamorphic Scope ya da (tahmin edeceğiniz gibi) sadece scope diye anılan 2.35:1 oranları. Bunlardan başka 1.66:1 ve 2.20:1(70mm) gibi AR.lar da var ama çok nadir olarak kullanıldıklarından bunlara değinmeyeceğiz. Aşağıdaki resimlerden bu oranların nasıl göründüğünü anlayabilirsiniz.
Only the registered members can see the link
Only the registered members can see the link
1.85 'e 1 oranının kullanıldığı bazı filmler arasında The English Patient (İngiliz Hasta), All the President's Men (Başkanın Adamları) ve Hitchkock'un klasiklerinden The Birds (Kuşlar) filmleri sayılabilir. 2.35'e 1 filmlere örnek olarak da Star Wars, Apocalypse Now ve Blade Runner gösterilebilir. Aşağıda English Patient (1.85:1) ve The Thin Red Line (İnce Kırmızı Hat) (2.35:1)'tan birer sahne görüyorsunuz. Burada bu iki oranın kendi aralarındaki farka ve 1.33:1 'den nasıl farklı göründüklerine de şahit oluyorsunuz.
Only the registered members can see the link
Only the registered members can see the link
Gelelim widescreen formatının televizyon ekranına aktarılmasına. Biraz düşünün bakalım. 1.85'e 1 ya da 2.35'e 1 boyutlarındaki bir görüntüyü nasıl 1.33'e 1 oranındaki (çoğunlukla) televizyon ekranına sığdırırsınız? Bunun genel anlamda kabul görmüş iki yöntemi var. Birincisi Pan&Scan dediğimiz yöntem. DVD kapaklarında "Full Frame" olarak da anılan bu yöntem filmin orjinaline yaptığı haksızlığın (bu benim düşüncem tabii) yanında televizyon yayınlarında, video kaset ve cd'lerde en çok kullanılan yöntem. Neden mi haksızlık diyorum? Çünkü bu yöntemin temeli filmin yüksekliğini ekrana tam olarak oturttuktan sonra yatayda kalan fazlalıkları yok etmeye dayalı. Daha açık anlatmak gerekirse, düşünün ki tv ekranımızın yüksekliği 1m, eni de 1.33 m uzunluğunda ve elimizde de eni 1.85m ya da 2.35m yüksekliği de 1m olan bir film var. Şimdi bu filmi pan&scan yöntemiyle tv ekranımıza aktaracağız. Bunun için filmi, yüksekliği ekranın yüksekliğiyle üst üste örtüşecek şekilde yerleştiriyoruz. Tabii haliyle yatayda 1.85:1 formatlı film için 0.85m, 2.35:1 'lik bir film için de 1.35 m fazlalık kalacak. Bunu da bir şekilde ortadan kaldıracağız. Video kameralar bunu yapmak için ileri geri hareket ederek asıl aksiyonu ekranın merkezinde tutacak şekilde fazlalıkları atıyorlar. Tabii bu nedenle bazen görüntünün %50'ye varabilen bir kısmını ekranımızda göremiyoruz.
Aşağıda bazı scope (2.35:1) filmlerin full frame göründüğünde ne içler acısı hallere geldiklerini gösteren bir kaç resim var. Full frame'in televizyonunuzda gördüğünüz görüntü olduğunu bir kez daha hatırlatarak yıllar boyu gözlerinize inanmanın sizi gerçekler konusunda nasıl yanılttığını anlamanız açısından bu resimleri biraz dikkatle incelemenizi tavsiye ederim
Only the registered members can see the link Only the registered members can see the link
İşte ünlü bilim kurgu klasiği Blade Runner (Bıçak Sırtı) 'dan bir görüntü. Soldaki resim filmin orjinal hali. Sağdaki resim ise bu görüntünün full frame hali. Gördüğünüz gibi Ridley Scott'ın mükemmel sahnesi full frame haline gelince bütün etkisini kaybetmiş. Tabii Deckard (Harrison Ford)'ın konuşmakta olduğu Rachel'ı (Sean Young) göstermiyor olması da cabası
Only the registered members can see the link Only the registered members can see the link
Bu iki resim Clint Eastwood'un Man With No Name filminden alınmış. Bu sahnede Eastwood kasabaya yeni gelmiştir ve bir grup kanun kaçağının saldırısına uğramak üzeredir. Filmin yönetmeni Sergio Leone'un widescreende tüm ekrana yaydığı aksiyon full frame de daracık bir alana toplanmış ve etkileyiciliğinin büyük kısmını kaybetmiştir.
Daha fazla açıklama yapmaya gerek duymadığım için bir sonraki sayfada diğer filmlerden bazı örnekleri sadece görüntüleriyle sizlere sunuyorum. Filmin neleri ne kadar kaybettiğine siz karar verin.