Giriş

Orijinalini görmek için tıklayınız : Şair ve Yazarların Biyografileri...



sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:29
A. Kadir Bilgin (Only the registered members can see the link)
1955 yılında Ankara'da doğdu. Hacettepe Üniversitesi Kütüphanecilik Bölümü mezunu olan şair ODTÜ Felsefe bölümünde bir süre mastera devam etti. 7 şiir kitabının dışında inceleme, araştırma yazıları da mevcuttur. Çok çeşitli dergi ve gazetelerde şiir ve yazıları yayımlandı. 13 Avrupa ülkesini gezdi, seyahati sevdiği için ülkesinde de büyük kentlerin dışında pekçok yeri gördü. Sonunda niteliksiz kalabalıklardan ve büyük kentlerin karmaşasından bıktığı için Gökçeada'ya yerleşti. 18 Mart Üniversitesi Gökçeada MYO'da Türk Dili derslerine girmeye devam ediyor. Bundan sonra, Ada'nın doğal güzellikleri ve dinginliğinden yararlanıp yazmak istedikleriyle uğraşacağını belirtiyor.

siirceler com dan alıntıdır...

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:31
A. Kadir Paksoy (Only the registered members can see the link)
Darende’de (Malatya) doğdu (1954).

Gazi Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilimler Bölümünü bitirdikten sonra Anadolu Üniversitesi Tarih Bölümünde lisans tamamladı. 1979’da İzmit’te öğretmenlik görevine başladı. 1983’te İstanbul’a atandı (Halkalı –Taştepe Ortaokulu). Öğretmenliğinin yanı sıra bir süre İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Doğuda bir köy okulu (Iğdır – Taşburun) öğretmenliğine atanınca hukuk öğrenimini bıraktı. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yaptıktan sonra Ankara’ya demir attı. 2OO2 yılında Ankara Çankaya Lisesi tarih öğretmenliğinden emekli oldu.

İlk şiirleri Gerçek gazetesinde yayımlandı (1977). İlk şiir kitabı Yeditepe Yayınları arasında çıktı (1984).

1987’de bir grup genç ozanla birlikte Yeni Şiir dergisini çıkardı. 16 sayı yayımlanan bu dergiyi kapatarak ürünlerini 1990’da Ümit Sarıaslan’la birlikte çıkardıkları Anadolu Ekini dergisinde yayımlamaya başladı. Anadolu Ekini, Ocak 2001’e dek aralıklarla 40 sayı yayımlandı.

19 Ocak 1993’te Ankara Sanat Kurumu’nda adına bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıda bir konuşma yapan şair Behçet Aysan, onun “toplumcu ve lirik” yapısına dikkat çekti.

2005 yılı sonunda tek başına çıkarmaya başladığı Tan Edebiyat dergisini “nitelikli yeterli ürün ve para sağladıkça” yayımlamayı sürdürüyor.

A. Kadir Paksoy’un yayımlanmış yapıtları:

ŞİİR: Ayrılığın ve Ölümün Dışında, Güneş Batarken, Yenigün Aryası, Kadir Bey Tarihi, Usulca (Kıyı dergisi/Nabi Üçüncüoğlu Şiir Ödülü,1992), Hacı Bektaş Destanı, Yaralı Temmuz (Sivas Kıyını), Başak ve Asma (Ankara Güzellemesi, Ümit Sarıaslan ile birlikte), İki Bulut Yardan Aşağı (Kocaeli Üniversitesi Akademik Şiir Ödülü, 1999), Öte – Beri (Behçet Aysan Şiir Ödülü / Övgüye Değer, 2000), Tetik ve Kalem, Tan Ağrısı.

DÜZYAZI: Pireotu (yazılar), Tarihin Talihsizliği (tarih öğretimi ve öneriler), Dizelerden Denizlere (şiir duyumsama çalışmaları), Anadolu Anadolu (gezi yazıları, Ümit Sarıaslan ile birlikte).

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:32
A. Vahap Akbaş (Only the registered members can see the link)
1954 Batman doğumlu. Batman Lisesi ve İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Öğretmen ve yöneticilik yaptı. Halen Çorlu'da öğretmenlik görevini sürdürmektedir. Şiir ve yazıları çeşitli gazete ve dergilerde yayımlandı. Bir süre Yeni Devir gazetesinde kültür-sanat sayfasını yönetti. Şiir ve roman dallarında çeşitli ödüller aldı.

ESERLERİ
Efgân, Gül Kıyamı, Kuş Olsun Yüreğim, Dünyayı Kaplayan Ağaç, Mavi Sesli Şiirler, Hüzün Coğrafyası

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:32
Abbas Sayar (Only the registered members can see the link)
21 Mart 1923'te Yozgat'ta doğdu. Liseyi (1941) Yozgat'ta bitirdi. Maddi imkansızlıklar nedeniyle üniversiteye gidemedi. Kısa süreli memurluktan sonra yedeksubay oldu. 1945'te İstanbul'da evlendi. Dört sömestr Türkoloji öğrenimi yaptı.

1947'de İstanbul'da, onbeş günde bir çıkardığı gazeteyi, matbaa kurarak Yozgat'ta yayınlamaya devam etti.Politikaya girdi, bir süre sonra politikanın çıkar kavgalarına ayak uyduramayan Sayar 1957'de politikadan el etek çekti.Şiir yazmayı sürdürürken, roman yazmaya başladı.1970'te Yılkı Atı romanıyla ismini edebiyat dünyasına duyurdu.

1923 yılında Yozgat’ta dünyaya gelen, hayatının bir bölümünü orada geçirip 1999 yılında vefat ettikten sonra yine o topraklara dönen ’ın romanları ve hikayeleri de Orta Anadolu insanının hayatını anlatır. ’ın hayatı, romanlarındaki hayatlara benzer, ya da o, romanlarını kendi hayatından aldığı ilhamla yazmıştır. Kitaplarındaki kahramanların hiç uzağına düşmeyen, onlar gibi yaşayıp onları yazan Sayar’ın karşısına çıkan ilk engel, Anadolu’nun bağrından kopup İstanbul’a gelenleri şehir kapısında bekleyen şeydir: parasızlık... Sayar, maddi olanaksızlıklar yüzünden geç girdiği üniversiteyi yine yine bu nedenden dolayı bitiremez. Üstelik, düşlerindeki okuldur bırakıp gitmek zorunda kaldığı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü... Üniversite öğrenimi, hayatında yarım kalan tek şeydir, ardında bıraktığı ve derlenmeyi bekleyen şiirleri sayılmazsa... Gazete bayiliğiyle işe başlayıp Bozlak adıyla bir kültür ve sanat gazetesi çıkaran, edebiyat fakültesinde okuyamamış olsa da şiirler yazarak edebiyat dünyasına giren Sayar, adını 1970 yılında TRT Sanat Ödülleri Yarışması’nda derece alan ilk romanı Yılkı Atı’yla duyurdu.Yılkı Atı,TRT Roman Başarı Ödülünü (1971) kazandı. O yıllarda bir “edebiyat olayı” olarak nitelendirilen bu romanın ardından gelen Çelo (1972) romanı 1973 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü, Can Şenliği (1974) romanı ise 1975 Madaralı Roman Ödülü’nü getirdi Sayar’a. Yozgat’ta bir dönem de çiftçilik yapan yazar, ömrünün son yıllarını Ayvalık’ta resim yaparak, roman ve şiir yazarak geçirdi. ’ın kitapları daha önce E ve Can Yayınları’ndan çıkmıştı.
1971 yılında TRT Roman Başarı ödülünü alan Yılkı Atı'nın halen geniş bir okur kitlesi bulunmaktadır.

'Hamamcı Mustafa Ağa yaşlı biriyle matbaama geldi:' Abbas Bey, dedi, tam senin istediğin gibi kendinden uçkurluklu. Kimi kimsesi yok, tümünden yılkılık. Oğlan oynamış oyuna gitmiş, çoban oynamış koyuna gitmiş'

1975 Madaralı Roman ödülünü kazanan ve TRT tarafından filme çekilen Can Şenliği, Nail ’ın üçüncü romanıdır.

şiir gibi roman yazan bir yazar. Şairliği bu yüzden önemlidir.
her ne kadar ardına kadar açık olduğunu söylese de aslında Türk edebiyatının kapalı bir kapısı olarak kalmıştır. Yılkı Atı ile TRT Roman Ödülü (1970), ikinci romanı Çelo ile 1973 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü, üçüncü romanı Can Şenliği ile de 1975 Madaralı Roman Ödülü’nü kazanmış olmasına rağmen edebiyatımızda hemen her yazarın başına geldiği gibi vefasızlığa uğramış, ömrünün son yıllarında iyiden iyiye unutulmuştur.

Ötüken Neşriyat’ın yeniden yayımladığı ödüllü romanlar Yılkı Atı, Çelo, Can Şenliği, Yorganımı Sıkı Sar (öykü), Anılarda Yumak Yumak ve son kitaplarından biri olan Noktalar’ın kapağında yazarın kendi yaptığı resimler kullanılmış.

Yazarın sekizi roman, altısı şiir kitabı olmak üzere on dört yapıtı var. Diğer Yapıtları: Dik Bayır, Yorganımı Sıkı Sar(öykü), Tarlabaşı Salkım Saçak, Anılarda Yumak Yumak, El eli yur, el de yüzü, Boşluğa Takılan Ses(şiir), Noktalar(aforizmalar)... Kırk dört yıllık gazetesinde yüzlerce, binlerce başyazı yazdı. 1989'da ikinci kez evlendi, Ayvalık'a yerleşti. Resim, şiir, roman yaşamını Ayvalık'ta sürdürdü. Ankara, Antalya, İzmir ve Ayvalık'a resim sergileri açtı. Ardında, derlenmeyi bekleyen pek çok şiir ve yazı bırakarak 12 Ağustos 1999 tarihinde aramızdan ayrıldı. Mezarı Yozgat'ta bulunmaktadır.

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:33
Abdulhak Hamit Tarhan (Only the registered members can see the link)
Tanzimat döneminde batı tesirlerini Türk şiirine sokan şair, tiyatro yazarı ve diplomat. 5 Şubat 1851’de İstanbul’da doğdu. Babası, dedesi ve soyu ilim aleminde isim yapmış şahsiyetlerdi. Dedesi Abdülhak Molla, İkinci Mahmud ile Abdülmecid Hanın hekimliğini yapmış, şiir ve tarihle uğraşmıştı. Babası Hayrullah Efendi ise, meşhur bir tarihçi ve diplomattı.

Abdülhak Hamid ilk tahsiline Evliya Hoca, Behaeddin ve Hoca Tahsin Efendi gibi özel hocaların huzurunda başladı. Özellikle Hoca Tahsin Efendinin Abdülhak Hamid üzerindeki etkisi büyüktür Daha sonra Bebek Köşk Kapısındaki mahalle mektebi ile Rumelihisar Rüşdiyesine kısa süre devam etti. Ailesi tarafından Paris’te eğitim yapması uygun görülünce ağabeyi Nasuhi Bey ile 1863 Ağustosunda Paris’e gitti. Orada özel bir koleje başladı. Kısa zamanda Fransızcasını ilerletti. 1,5 sene tahsilden sonra, yanlarına gelen babası ile İstanbul’a döndü. İstanbul’da Fransız mektebine başladı ve Fransızcasını ilerletmek için Babı ali’de tercüme odasına girdi. On dört yaşlarındayken, Tahran büyükelçiliğine tayin edilen babasıyla birlikte İran’a gitti ve 1,5 sene özel olarak Farsça dersleri aldı. Babasının 1867’de vefatı üzerine İstanbul’a döndü.

İstanbul’a döndükten sonra, önce Maliye mektubi, daha sonra sadaret kaleminde vazife yapan Abdülhak Hamid, buralarda Ebüzziya Tevfik ve Recaizade Mahmud Ekrem'le tanıştı. Sami Paşa’dan Hafız Divanı’nı okudu. Bu arada Tahran hatıralarını anlatan Macera-yı Aşk adlı ilk eserini yazdı ve meşhur Makber mersiyesini yazmasına sebeb olan Fatma Hanımla evlendi. 1876 senesinde hariciye mesleğini seçen Abdülhak Hamid Paris Sefareti ikinci katibliğine tayin edildi ve iki buçuk sene vazife yaptı. Bu arada Fransız edebiyatını yakından tanıma fırsatını buldu. Paris dönüşü bir süre açıkta kalan Abdülhak Hamid, 1881’de Poti, 1882’de Golos, bir sene sonra da Bombay başşehbenderliklerine tayin edildi. Bombay’da üç sene kaldı. Eşi Fatma Hanımın rahatsızlığının artması üzerine, İstanbul’a dönmek için yola çıktı ise de, Fatma Hanım Beyrut’ta vefat etti.
Abdülhak Hamid Bombay dönüşünde Londra elçiliği başkatipliğine tayin edildi. Fakat Zeynep isimli manzum piyesi yüzünden vazifeden alındı. Bir süre boşta gezdikten sonra edebiyatla uğraşmayacağına söz vermesi üzerine, tekrar Londra’daki eski görevine gönderildi. Bu gidişinde İngiliz olan Nelly Hanım ile evlendi. 1895 senesinde Lahey büyükelçiliğine iki sene sonra tekrar Londra elçiliği müsteşarlığına tayin edildi. Hanımının rahatsızlanması üzerine, 1900’de İstanbul’a dönen Abdülhak Hamid, 1906’ya kadar İstanbul’da kaldı. 1906’da Brüksel büyükelçiliğine tayin edildi. 1911’de hanımı Nelly’nin ölümü üzerine Belçikalı Lüsyen Lucienne Hanım ile evlendi. Balkan savaşları sırasında kabine tarafından azledilince İstanbul’a döndü. Maarif nezareti teklif edildi ise de kabul etmedi. Bir süre açıkta kaldıktan sonra ayan üyeliğinde bulundu. Mütareke yıllarında Viyana’ya gitti. Burada sıkıntılı günler geçirdi. Cumhuriyetin ilanından sonra anavatana döndü. 1928 senesinde İstanbul Milletvekili seçildi ve ölünceye kadar mebus olarak kaldı. Kendisine vatana üstün hizmet fonundan maaş bağlandı. Ayrıca belediye de, dayalı döşeli bir apartman dairesi verdi. 12 Nisan 1937’de İstanbul’da öldü. Mezarı Zincirlikuyu’dadır.

Abdülhak Hamid, Tanzimat sonrası bütün edebi ve siyasi devirleri yaşamış bir şairdir. Tanzimatı, meşrutiyetleri ve cumhuriyeti görmüştür. Bu devirlerdeki Tanzimat, Servet-i Fünun, Edebiyat-ı Cedide, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet devri edebiyatlarını yakından tanıdı. Ayrıca uzun seneler doğuda ve batıda diplomat olarak bulunması her iki edebiyatı tanımasına sebep oldu. Bu sebeple Türk şiirine batıdan yeni konular, serbest düşünce ve şekiller getirdi. İlk başlarda Tanzimat ekolünün tesirinde kalmış sonra batıyı tanıyınca, klasik edebiyattan ayrılarak batı tekniği ile eser vermiştir. Edebiyatımızın yeni bir çehre kazanmasında Recaizade Ekrem daha çok teorik yönünü işlerken, Hamid yazdıklarıyla bunu uygulamıştır. Eserlerinde batı edebiyatından bilhassa Shakespeare ve Victor Hugo’nun tesirleri açıkça görülür. Şiirlerindeki başlıca konu romantik ve felsefi düşünceler, ölüm duyguları ve insan kaderi hakkındadır. Şiirlerinde pekçok yabancı kelime vardır. Batı yazarlarından etkilenerek yazdığı dramalar Türk tiyatrosuna felsefi düşünceyi sokmuştur. Kendisine son zamanlarda Şair-i azam (en büyük şair) ünvanı verilmiştir.

ESERLERİ

Abdülhak Hamid’in eserleri iki grupta toplanmaktadır:
Şiirleri: Makber, Ölü (1885), Kahpe (1885), Bala’dan Bir Ses (1911), Validem (1913), Yadigar-ı Harb (1913), İlham-ı Vatan (1918), Tayflar Geçidi (1919), Garam (1919), Yabancı Dostlar (1924).
Tiyatroları: Hamid’in tiyatroları mensur ve manzum olmak üzere iki kısımdır. Mensur tiyatroları: Macera-ı Aşk (1873), Sabrü Sebat (1875), İçli Kız (1875), Duhter-i Hindu (1876), Tarık yahut Endülüs’ün Fethi (1879), İbn-i Musa (1880), Finten (1898). Manzum tiyatroları: Nesteren (1878), Tezer (1880), Eşber (1880), Sardanapal (1908), Liberte (1913).

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:33
Abdulhakim Koçin (Only the registered members can see the link)
2. Doğum Tarihi : 02.10.1965

3. Unvanı : YARDIMCI DOÇENT DOKTOR

4. Öğrenim Durumu :

Derece Alan Üniversite Yıl
Lisans Türk Dili ve Edebiyatı Hacettepe Üniversitesi 1987
Yüksek Lisans Klasik Türk Edebiyatı Gazi Üniversitesi 1991
Doktora Klasik Türk Edebiyatı Gazi Üniversitesi 1998

5. Akademik Unvanlar:

Yardımcı Doçent Klasik Türk Edebiyatı Karaelmas Üniversitesi 2000-

6. Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri:

6.1 Yüksek Lisans Tezi

Zaifi ve Bustan-ı Nasayıhı (İnceleme ve Tenkitli Metin), XVI+317 s., Gazi
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

6.2 Doktora Tezi

Divan Şiirinde Münacat, XVII+762 s., Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü.

7. Yayınlar

7.1 Uluslar arası hakemli dergilerde yayınlanan makaleler

Koçin, A., “ Feridüddin Attar’ın Pendnamesinin Türk Edebiyatına Etkisi ve
Zaifi’nin Bustan-ı Nasayıhı ile Karşılaştırılması”, Bilig, Türk Dünyası Sosyal
Bilimler Dergisi, S:10 (1999).

7.2 Yazılan uluslar arası kitaplar veya kitaplarda bölümler

Koçin, A., “ Münacat” maddesi. Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri
Ansiklopedik Sözlüğü (Yayınlanacak), Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayını.

Koçin, A., “Zaifi” maddesi. Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi
(Yayınlanacak), Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayını.

7.3 Uluslar arası sempozyumda kabul edilen bildiriler
Koçin, A., “Divan Şiirinde Hz.İsa”, 13-14 Nisan 2007 Uluslar arası Divan
Edebiyatı Sempozyumu, İstanbul.

7.4 Ulusal hakemli dergilerde yayınlanan makaleler

Koçin, A., “Divan Şiirinde Aşk ve Akıl İlişkisi”, Folklor / Edebiyat, C.IX,
S.33, 2003/4.

Koçin, A., “Ölüm Gerçeğinin Türk Kültürüne ve Anadolu Türk Şiirine Yansıması”,
Uludağ Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.V, S.5,
2003/4.

Koçin, A., “Divan Şiirinde Şairlerin Aşka Yaklaşımları”, Gazi Üniversitesi
Kastamonu Eğitim Fakültesi Dergisi, C.XI, S.2, Ekim 2003.

Koçin, A., “Devlet Yönetiminde Adaletin Yeri ve Klasik Türk Şiirine Yansıması”,
Milli Eğitim Dergisi, S.171, 2006.

Koçin, A., “Divan Şairlerinin Ölüme Yaklaşım Tarzları”, İlmi Araştırmalar
Dergisi (Hakemler tarafından incelenmiş ve yayımlanmaya uygun bulunmuştur)

7.5 Ulusal dergilerde yayınlanan makaleler

Koçin, A., “Küçük Kan Dolaşımını Keşf Eden Bilgin: İbnü’n-Nefis”, TÜBİTAK Bilim
ve Teknik Dergisi, S.260(Temmuz 1989), s.42-43.
Koçin, A., “Bilgin Hükümdar: Uluğ Bey”, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi,
S.261(Ağustos 1989), s.48.
Koçin, A., “Havacılıkta Yeni Bir Çığır Açan Hezarfen Ahmet Çelebi”, TÜBİTAK
Bilim ve Teknik Dergisi, S.262 (Eylül 1989), s.48.
Koçin, A., “ 18.Yüzyılın Ünlü Mantık ve Matematik Bilgini: Gelenbevi İsmail”,
TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, S.263 (Ekim 1989), s.49.
Koçin, A., “Modern Kimyanın Kurucusu: Cabir bin Hayyan”, TÜBİTAK Bilim ve Teknik
Dergisi, S.264 (Kasım 1989), s.37.
Koçin, A., “ Harika Bilgin Cizreli Ebu’l-İzz”, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi,
S.265 (Aralık 1989), s.29.
Koçin, A., “ Hekimbaşı Gevrekzade Hasan Efendi”, TÜBİTAK Bilim ve Teknik
Dergisi, S.266 (Ocak 1990), s.56.
Koçin, A., “Ortaçağın Ünlü Matematik Bilgini”, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi,
S.267 (Şubat 1990), s.39.
Koçin, A., “16.Yüzyılda Bir Bilgin Amiral: Piri Reis”, TÜBİTAK Bilim ve Teknik
Dergisi, S.268 (Mart 1990), s.27.
Koçin, A., “Optik Biliminin Kurucusu: İbni Heysem”, TÜBİTAK Bilim ve Teknik
Dergisi, S:269 (Nisan 1990), s.71.
Koçin, A., “15.Yüzyılın Ünlü Matematik ve Astronomi Bilgini Kadızade Rumi”,
TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, S.271 (Haziran 1990), s. 58.
Koçin, A., “Eserleriyle Günümüze Işık Tutmuş Bir Bilgin: Abbas Vesim”, TÜBİTAK
Bilim ve Teknik Dergisi, S.272 (Temmuz 1990), s.58.
Koçin, A., “Bilimin Her Dalında İzi Olan Bir Bilgin: el-Beyrunî”, TÜBİTAK Bilim
ve Teknik Dergisi, S.273 (Ağustos 1990), s.50-51.
Koçin, A., “Ekliptik Meyli Keşf eden Bilgin: Ahmet Fergani”, Bilim ve Teknik
Dergisi, S.274 (Eylül 1990), s.50-51.
Koçin, A., “Psikofizyoloji Biliminin Kurucusu: el-Kindi”, Bilim ve Teknik
Dergisi, S. 275 (Ekim 1990), s.58.
Koçin, A., “18. Yüzyılın Ünlü Düşünür ve Bilim Adamı: Erzurumlu İbrahim Hakkı”,
Bilim ve Teknik Dergisi, S. 276 (Kasım 1990), s. 54.
Koçin, A., “13.Yüzyılın Ünlü Matematik ve Astronomi Bilgini: Nasirüddin Tusi”,
Bilim ve Teknik Dergisi, S. 277 (Aralık 1990), s.48.
Koçin, A., “Tıbbı Bilimsel Temellere Oturtan Bilgin: İbni Sina”, Bilim ve Teknik
Dergisi, S.278 (Ocak 1991), s.28.
Koçin, A., “Hassas Terazileri İcat Eden Bilgin: Hazini”, Bilim ve Teknik
Dergisi, S.279 (Şubat 1991), s.48.
Koçin, A., “Uluslar arası Üne Kavuşmuş Matematik Bilgini: Harezmi”, Bilim ve
Teknik Dergisi, S.280 (Mart 1991), s.49-53.
Koçin, A., “Çağımızın Ünlü Bilgini: Hulusi Behçet”, Bilim ve Teknik Dergisi, S.
281 (Nisan 1991), s.46.
Koçin, A., “15.Yüzyılın Ünlü Astronom ve Matematik Bilgini”, Bilim ve Teknik
Dergisi, S. 282 (Mayıs 1991), s.42.
Koçin, A., “Deneysel Fizyolojinin Öncüsü: Şerafeddin Sabuncuoğlu”, Bilim ve
Teknik Dergisi, S. 283 (Haziran 1991), s.46.
Koçin, A., “15.Yüzyılda Akdeniz Haritasını Çizen Mürsiyeli İbrahim”, Bilim ve
Teknik Dergisi, S.284 (Temmuz 1991), s.44.
Koçin, A., “400 Kadar Esere İmza Atan Koca Mimar Sinan”, Bilim ve Teknik
Dergisi, S. 286 (Eylül 1991), s.50-52.
Koçin, A., “18.Yüzyılın Ünlü Hekimi: Bursalı Ali Münşi”, Bilim ve Teknik
Dergisi, S. 287 ( Ekim 1991), s.58.
Koçin, A., “Ünlü Bibliyografya Uzmanı Kâtip Çelebi”, Bilim ve Teknik Dergisi,
S.288 (Kasım 1991), s. 44.
Koçin, A., “Çağının En Ünlü Astronom ve Matematik Bilgini el-Battani”, Bilim ve
Teknik Dergisi, S. 290 (Ocak 1992), s. 54.
Koçin, A., “800 Yıllık Otomatik Makineler”, Bilim ve Teknik Dergisi, S. 314
(Ocak 1994), s.68-72.
Koçin, A., “Beşyüz Yıllık Bir Tıp Kitabı: Cerrahiyyetü’l-Haniyye”, Bilim ve
Teknik Dergisi, S. 316 (Mart 1994), s. 60-63.
Koçin, A., “Divan Şiirine Bir Yaklaşım Denemesi”, Yedi İklim, Mayıs 1996,
s.60-66.

7.6 Ulusal bilimsel toplantılarda sunulan ve bildiri kitabında basılan
bildiriler

Koçin, A., “Liselerde Türk Dili ve Edebiyatı Öğretiminin Verimliliği”, Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi, I. Bilim Haftası Etkinlikleri, 4 Mayıs 2001.

7.7 Diğer Yayınlar

ÇAĞINI AŞANLAR (Biyografi). Ankara, 1993, 182 s. (Kendi yayını. Kitapta yer alan
yazılar, TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisinde 1989 ilâ 1992'de "Çağını Aşanlar"
köşesinde yayınlanmış ve kitap MEB Talim ve Terbiye Kurulu tarafından lise ve
dengi okullarda öğretmen ve öğrencilere yardımcı ders kitabı olarak tavsiye
edilmiştir).

ZAİFİ / GÜLŞEN-İ MÜLUK (SİYASETNAME), Akçağ Yay., Ankara, 2005. 248 s.
SESSİZ ÇIĞLIK (ŞİİR), Ankara, 2001, 80 s. (Kendi yayını).
YAĞMURLARLA GEL (ŞİİR), Ankara, 1996, 72 s. (Kendi yayını).
TÜRK EDEBİYATINDA MÜNACAT (Doktora çalışması olup, baskıya hazır haldedir)
YUSUF VE ZÜLEYHA (Bu çalışma baskıya hazır haldedir)
BİNGÖL ŞİİRLERİ ANTOLOJİSİ (Bingöl Belediyesi tarafından basılacaktır)

8. İdari Görevler
Ereğli Eğitim Fakültesi, Yönetim Kurulu Üyeliği: 2004 - Devam ediyor
Ereğli Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü Başkanlığı: 23.09.2003 - Devam
ediyor
Ereğli Eğitim Fakültesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türkçe Eğitimi Ana Bilim
Dalı Başkanlığı: 03.04.2006 Devam ediyor
Ereğli Eğitim Fakültesi, Mezuniyet Komisyonu Üyeliği: 28.8.2004 - Devam ediyor
Ereğli Eğitim Fakültesi, Bilimsel Eserleri İnceleme Komisyonu Üyeliği: 28.8.2004
- Devam ediyor
Ereğli Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü BaşkanYardımcılığı: 2001- 2004
Ereğli Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü Başkanlığı: 2001-2002

9. Katıldığı Kurslar
1988 TÜBİTAK tarafından düzenlenen “Bilgisayar Eğitimi Kursu” (10 günlük eğitim
programı).
1988 TÜBİTAK tarafından düzenlenen “Hızlı Okuma Teknikleri Semineri” (Bir
haftalık eğitim programı).
1988 TÜBİTAK tarafından düzenlenen “İnsan İlişkileri ve İletişim Semineri” (Bir
haftalık eğitim programı).
1988 TÜBİTAK tarafından düzenlenen “Zaman Yönetimi Semineri” (Bir haftalık
eğitim programı).

10. Bilimsel Kuruluşlara Üyelikler
The British Library (2003 yaz döneminde -7 Temmuz-19 Eylül- üç ay süreyle
Zonguldak karaelmas Üniversitesi tarafından British Museum’da araştırmalar
yapmak üzere görevlendirilmiştir).

11. Sertifikalar
Sertificate of Attendance-2003 (English Course at Carl Duisberg Language Centre,
Sheffield-England): B1
KPDS Mart 2004 (Farsça): 67

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:34
Abdülkadir Budak (Only the registered members can see the link)
23 Nisan 1952'de, Sivas'ın Hafik İlçesi'nde doğdu. İlkokula Ankara'da başladı. Sincan Lisesi'ni bitirdi. 1994 yılında devlet memurluğundan emekli olarak Ankara'ya yerleşti. İlk şiiri, Mayıs 1970 tarihli Defne Dergisi'nde yayımlandı. Kayseri'de bulunduğu yıllarda, şair arkadaşlarıyla birlikte Ozanca ve Hakimiyet Sanat dergilerini çıkardı. 2000 yılında, 12 sayı çıkan Şiir Odası Dergisi'nin yayın yönetmenliğini yaptı. Şiirleri ve şiir üzerine yazılarıyla Yazko Edebiyat, Yeni Biçem, Adam Sanat, Varlık, Pencere v.b. dergilerde yer aldı.

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:34
Abdulkadir Karaman (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)Kadir Karaman 1956 yılında Sivas ilinin, Şarkışla ilçesine bağlı, Cemel beldesinde doğdu.
1979 yılında, Üniversiteyi inşaat Mühendisi olarak bitirdi.
Şiirleri çeşitli dergi ve gazetelerde ve web sitelerinde yayınlanmış, ve yayınlanmaya devam ediyor. Bazı şiirleri bestelenmiş 'Külli Aşk' isimli kasete Dr. Hakan BAYRAKTAR TARAFINDAN okunmuştur.
Üç adet şiir kitabı yayınlanmıştır:
İlk kitabı olan 'KANIMA CEMRE DÜŞTÜ' 1997 yılında,
İkinci kitabı olan 'GÖÇMEN KUŞLAR DÖNMEDİ' 2001 yılında
Üçüncü kitabı olan 'GÖNLÜMÜN GÜZ MEVSİMİ' 2003 yılında
Kayseri'de yayınlanmıştır.

Gurbete doğdu yaşamak için bir imtihanı dönemeye yükümlü olarak sılaya...
İnşallah yüzü ak, kalbi pak varır Mevla'ya...

( Abdulkadir Karaman tarafından gönderilmiştir. )

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:35
Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu (Only the registered members can see the link)
İlk ve orta öğrenimini Malatya'da tamamladı.Daha sonra İstanbul tıp Fakültesi'nin bitirdi. 1946'dan itibaren şiirleri Yedigün,Hergün,Büyük Doğu, Çınaraltı, Türk Yurdu, Türk Dili, Hisar Milli Kültür dergilerinde yayımlandı.Günümüzde aruz ölçüsünü ustalıkla kullanan şairlerimizden biridir.

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:36
Abdurrahim Karakoç (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)1932 yılının Nisan ayında Kahramanmaraş ili, Elbistan ilçesine bağlı Ekinözü(Cela) köyünde dünyaya geldi. Küçük yaşlarda şiire merak sardı. Bu, aileden gelme bir merak diyebilriz. Çünkü dedesi, babası ve kardeşleri de şairdirler.

İlk yazdığı şiirleri 2 kitap oIacak hacimde iken beğenmeyip yaktı ve 1958 yılından itibaren yazdıklarını 'Hasana Mektuplar' ismi altında 1964 yılında 10.000 adet bastırdı. FEDAİ yayınları arasında çıkan bu eser kısa zamanda tükendi ve 2. baskısını yine 10.000 adet bastırdı.

1958 yılında buIunduğu kasabada belediye mesul muhasibi olarak memuriyete girdi.1981 yılı Mart ayında emekli oldu.

Mücadeleci şiirlerinin çokluğu şartlardan kaynakIanmaktadır.27 Mayıs darbesi, zinde güçler, demokrasi maskaraIığı ve haksızlıklar hiciv şiirlerini besledi.30'a yakın mahkemeye verildi, hepsinden beraat etti. Avukat tutmadı, hep kendi kendini savundu. Hiçbir iktidarla barışık olmadı. Çünkü,o, insana ve İslâm'a yapılanların zulüm olduğuna inanmıştı. Şiirlerinde esas unsur insandır.

Serdengeçti, Töre-Devlet, Ocak, Yeni Düşünce, Yenisey,Alperen yayınları oIarak şimdiye kadar 12 şiir kitabı, bir tane de makalelerinden derlenen nesir kitabı çıktı.

1985 yılından beri gazetecilik yapmaktadır. Bir ara politikaya girdi ve ayrıldı. Niçin girip, niçin ayrıldığını bir röportajda şöyle cevaplandırdı:

'Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için ayrıldım'

30 yılı aşkın bir zaman içinde kitapları baskı üstüne baskı yenilemektedir. Bilhassa VUR EMRI adlı kitap günümüz şairlerinin hiç birisine nasip olmayan kabulü görmüştür.

KENDİ DİLİNDEN, KENDİ TARİFİ

'Ebedî kudretin tek sahibinden alınan emir üzerine 1932 yılında dünyaya gelmişim. Çocukluğum şöyle-böyle geçti. Kıt imkânlara, kıtlık yıllarına rağmen hâlâ o günleri özlerim. Birçok kimseye o yılları anlatsam, 'Özlenecek neresi var? ' diyebilirler, amma ben hep çocukluk yıllarımı sevdim. Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıstım.

Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler.

Bana gelince:

Sağolsunlar, iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, 'bilimsel' cüppeliler, entellektüel züppeler, millî soyguncular, sosyete parazitleri, sermaye sülükleri, zulüm-işkence makineleri, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, pezevenkler, üçkağıtçılar v.s. hep bana yardımcı oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkâr etmiyorum, fakat teşekkür de etmiyorum.

Dinsizlerin değil, din düşmanlarının, yani İslâm düşmanlarının da az yardımı olmadı. Bir bakıma dinî duygularımın kuvvetlenmesine vesile oldular.

En uygun zamanda yaşadığıma inanıyorum. Yardımcılarım (!) var oldukları sürece yazmaya devam edeceğim.
Allah (cc) kısmet ederse...'

Evli ve 3 çocuk babasıdır.1984 Ekim ayından bu yana Ankara'da ikamet ediyor. Şu anda hiç bir siyasi kuruluş, hiçbir mesleki dernek üyesi değildir. Hakkın yanında olanları sözleriyle desteklese de, şahısları övmek, beğenmeyince sövmek gibi basitliği kabul etmemektedir.

Yemini var, yazabildiği müddetçe yazacak. kimbilir nereye ve ne zamana kadar...

Yayıncı'dan:

Halk şiirimizin en büyük üstadı Abdurrahim Karakoç, yaşayan canlı şiirleriyle, tatlı üslubuyla hep bizim sesimiz oldu; düşündüklerimizi, söylediklerimizi şiirleştirdi; hislerimizin tercümanı oldu..O bir söyleşide bunu şöyle dile getiriyor:
'Galip Erdem bey'in dediği gibi,inandığımız her şeyi söylemesek bile, söylediğimiz her söz işimizin ve inancımızın aynası olmalı.'
Karacaoğlan, Emrah, Aşık Ömer, Kayıkçı Kul Mustafa, Pir Sultan Abdal, Ruhsati, Köroğlu, Dadaloğlu, Seyrani, Bayburtlu Zihni, Çıldırlı Aşık Şenlik, Şarkışlalı Aşık Veysel Şatıroğlu gibi şahikadaki isimlerden sonra, günümüzde halk şiirinin en doruktaki ismi hiç şüphesiz Abdurrahim Karakoç'tur.

O kendini şöyle tanıtmaktadır:

'İman kaynağımdır, tevhid havuzum
İslam'ın dışında arama beni
Muhammed-ül Emin tek kılavuzum
Putların peşinde arama beni.

Hak kelâm duyduğum kitap Kur'an'dır
Başka yok! . Uyduğum kitap Kur'an'dır
Dolduğum, doyduğum kitap Kur'an'dır.
Beşerin 'boş'unda arama beni'

Abdurrahim Karakoç, şahsiyet abidesi bir yiğit,bir bilge, bir alperen olarak hayatımıza giren en tatlı, en güzel şairlerimizden birisidir. İşte o güzel, o yiğit dostun şiir kitaplarını 'Alperen Yayınları' olarak yayınlamaktan gurur ve mutluluk duyuyoruz. Alperen


ESERLERİ
Şiir kitapları: Hasan'a Mektuplar (1965) , El Kulakta (1969) , Vur Emri (1973) , Kan Yazısı (1978) , Suları Islatamadım(1983) , Beşinci Mevsim(1985) , Dosta Doğru, Akıl Karaya Vurdu(1994) , Yasaklı Rüyalar(2000) , Gökçekimi(2000) , Gerdanlık-I(2000) , Gerdanlık-II(2002) , Gerdanlık-III(2005) ,Parmak İzi(2002) ,
Düşünce Yazıları, Çobandan Mektuplar(Deneme)

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:36
Adile Sultan (Only the registered members can see the link)
1825'te İstanbul'da doğdu, 1898'de yaşamını yitirdi. Sultan II. Mahmut ile eşlerinden Zernigar Sultan'ın kızı, Sultan Abdülmecit'in kız kardeşi. Sarayda özel eğitim gördü. Kaptan-ı Derya ve sonradan Sadrazam olan Mehmet Ali Paşa ile evlendi. Önce üç çocuğunu, sonra kocasını ve ardından da genç kızı Hayriye Sultan'ı kaybedince acıya boğuldu. Nakşîbendi tarikatına girdi. Şiirleri 1996'da 'Adile Sultan Dîvânı' adıyla yayınlandı. Şiirleri genellikle çocukları, eşi ve kızı Hayriye Sultan'ın ölümlerinden duyduğu derin üzüntüyü yansıtan manzumelerden oluşur. Çağdaşı olan Leylâ ve Fıtnat Hanımlardan daha az başarılı bir şair sayılır. Aruzun yanı sıra hece ölçüsüyle de şiirler yazdı. Türbesi İstanbul Eyüp'te Bostan İskelesi yakınında. İstanbul'da pek çok hayır eseri bıraktı, ayrıca babası onun adına birçok eser yaptırdı. Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) Divanı’nın basılmasını sağladı.

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:37
Adli (Only the registered members can see the link)
Dünyaya 1447 yılında Dimetoka’da gelen II. Bayezid, 1481'de Fatih'in ölümü üzerine Osmanlı tahtına XIII. padişah olarak geçmiştir. Rakibi olan şehzade Cem'in saltanat arzusuna, yeniçerilerin kendisine taraftar olmaları ve vali bulunduğu Amasya'dan merkeze Cem'den önce varışı ile set çekti. Bu rekabet bilinen gelişmelerle 1495'e kadar devam etti. 10 Haziran 1512 tarihinde Çorlu’da vefat etmiştir.

Kendisi de âlim ve şair olan II. Bayezid kendi devrini âlimler, şairler devri haline getirmiş, bir kısım isim ve işleri ile Künhü'l-Ahbar'da kaydedilmiş olan yüzlerce kabiliyeti şöhret haline getirmiştir, birçok yönden babası Fatih'i aratmamıştır.

II. Bayezid, şiirlerinde mütevekkil ve şükredicidir, bazen de bir hak ve adalet arayıcısıdır.

Adlî, Ahmed Paşa’yı üstad tanıyarak gazel söylemiş, Necatî'den aldığı ilham ve feyzi de ilk tesirle birleştirerek devrinde vasat kudret ve kabiliyette bir şair olmuştur.

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:38
Adnan Durmaz (Only the registered members can see the link)
H A Y A T I

Ne önemi var yaşam öykümün? Hangi yaşam, tek sayfada anlatılır;
ve insanlık tarihi içinde bir toz zerresinden daha büyüktür. İnsanın
kaç penceresi var yüreğinde, içini ışıkla doldurmak, dışarıya ışıklar
salmak için; sen ona bak. Hem her yerli, hem de hiç bir yerlisin; eğer
şairsen, insanın vatanı insan bellemişsen...

Yazıp çizmek, serüvencilik değilmi; yani keşfetmek. Bazan
doğduğun bozkırın çileli çatlaklarında ararsın güzellikleri; bazan
otuzunda görür görmez vurulduğun denizin çığlığında.. Gün olur,
bozkırın en kıraç yerinde, bir derin kuyu olursun; gün olur, artık
hiç bir geminin uğramadığı ıssız adadaki yosunlu deniz feneri...
Bazan da sonsuz gökyüzünde gidecek yer bulamayan, göçmen bir kuş.
Yalnızlığında, sevincinde, hasretinde tanımlanamaz. Ama güzellik,
kendi içinde yoksa, oluşturamamışsan, aramakla bulunmaz; bilirsin...

<<>>

Küskünlüklerini,değerli taşlar,kutsal sayfalar ve dede
yadigarı eşyalar gibi; boyunlarında muska, parmaklarında yüzük,
yüreklerinde aşk gibi saklayanlara sözümüz yok... Kötü ve yanlış
yanlarımız, dostlarımızın sınav sorularıdır... Biz insanları
yanlışlarıyla sevmesini sizlerden öğrendik.. Çok bağışladınız beni,
çok... Bir gün ölüp gittiğimde- ki hepimiz, bir gün bizi dünyaya
mahkum eden hırslarımızı falan soyunup, bir yerlerde toprağa ve
sonsuza karışacağız- ki bir gün ölüp gittiğimde, söylenmemiş
aşklarımın pişmanlığı olacak en çok ah ettiğim...

İngiliz serüvenci Davit Livingstine, Zambezi’de, Rauma Irmağı
boylarından, Afrika içlerine, üç kez sefer düzenlemiş bir gezgindi.
Gittiği yerlerde, köleliğe ve cehalete karşı mücadele veren bu
adam, 1864 yılında öldüğünde, arkadaşlarının isteği üzerine, onu
taparcasına seven yerliler, cesedini kayıklara yükleyerek,
İngiltere’ye gitmesine hiç ses etmeyince, herkes çok şaşırmıştı.
Ancak Londra’da anlaşıldı ki, o Afrika yerlileri, kendilerine
ait bir şeyi söküp almışlardı: Livingstine’in yüreğini... Şimdi
yıllar sonra yeniden aranızda bulunuşum, Livingstine’ ın milyonda
biri kadar bile önemi olmayan bu insana sizin gerçekten hak
ettiğinden çok fazla değer verdiğinizi ve yüreğimi çoktan almış
olduğunuzu gösteriyor... Aklıma bir çizgi roman kahramanı geldi:
Corlto Maltese; Çingene falcıya elini uzatıp, falına bakmasını
istemişti. Falcı, şaşkınlık içinde kader çizgisinin olmadığını
söyleyince, cebinde sakladığı babasının usturasıyla avucunun
ortasına bir kader çizgisi kesip, artık bakabilirsin demişti.
Kader çizgimizi avucumuzun ortasına usturayla açmadık, ancak
nereli olduğum gibi bir soruya vereceğim yanıt, yerim sizlerin
dostluğudur, nereliyseniz, nerede yaşıyorsanız, orayı seçtim...
sizlerin arasını baba evim seçtim, nerede olursam olayım,
buranın damgasını taşıyacağım.

Herkesin, aşkların olmadığına inandığı, aşklarını çağın dayatılan
değerlerine göre günlük yaşayan, bir dönem bu. Hatta hormonal bir
olay olarak, insan kimyasıyla açıklıyorlar artık... Onlara sormak
gerekir, onurun, namusun da bir kimyası var mı? İnsan kişiliğinden
haberi olmayan bu söylemler, bize göre değil. Diyeceğim, aşkların
böylesine yozlaştığı bir dönemde, dostlukların çatıları yıkılıyor
arkadaşlıkların duvarlarını, zaman yelleri, selleri almış almış
götürmüş. Ancak biz hala ayaktayız... Hiç çıkarsızca bir şeyler,
bizi yeniden derleyip bir araya getirdi işte. Yakından bakınca
iğrenç, uzaktan hoş görünen insanlar vardır. Uzaktan anlaşılmayan
, yaklaştıkça güzelleşen insanlar vardır. Ne güzel, biz yakından da
baktık birbirimize, uzaktan da... Her iki halde de güzeldik,
mesafelerin önemi yok... Zaten ayrılmamıştık... Suçluluk duyduğum
bir şey var: Söylenmemiş duygularım ,ki onlar aşk ve sevda
üzerinedir Kendimi ihbar ediyorum...( Adnan Durmaz 02-06-2001
İzmir)

Not : Bu yazı şairin internetteki bir yazısından ve Fsıltılarla da
Olsa Söyle adlı şiir kitabının arka kapağından aynen alınmıştır.

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:38
Adnan Özer (Only the registered members can see the link)
Adnan ÖZER

1957 yılında Tekirdağ'ın Gazioğlu köyünde doğdu. İlkokulu Silivri'nin Küçüksinekli köyünde, ortaokul ve liseyi Batman'da bitirdi. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. 1976'dan beri İstanbul'da yaşıyor ve yayıncılıkla uğraşıyor. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin şiir yarışmasında birincilik ödülü kazandı. Şiirleri Gösteri, Milliyet Sanat, Sanat Emeği,Türk Dili, Varlık, Yazko Edebiyat gibi dergilerde yayınlandı. Üç Çiçek seçkisi, Yeni Türkü, Yeryüzü Konukları, Düşler, E dergisi gibi yayınların mutfağında yer aldı. Şimdilerde Kaçak Yayın adlı yayının mutfağında. Neruda, Lorca, Octavia Paz gibi İspanyol diliyle yazan şairlerden çeviriler yaptı. Halk söylenceleri, masallar, türküler ve tekerlemelerden yararlanarak anlatı ağırlıklı
grotesk şiirler yazıyor.

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:39
Adnan Yücel (Only the registered members can see the link)
(1953-2002) 27 Mart 1953’te Elazığ’ın Dilek köyünde dünyaya gelen Adnan Yücel, Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 1975 yılında mezun oldu. Yücel daha sonra Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü’ne girdi. 'Şiirimizde Garip Hareketi' üzerine master yapan Yücel, 1975 yılından itibaren Ankara liselerinde öğretmenlik yaptı. 1987 yılından bu yana Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde Türk dili öğretim görevlisi olarak görev yapıyordu. 'Ter Şiirleri' başlıklı ilk şiirleri 'Yeni Adımlar' dergisinin 24.12.1974 tarihli sayısında çıkmıştır. Aynı yıldan itibaren ürünlerini Yapıt, Yeni Olgu, Sanat Emeği, Türkiye Yazıları, Petek, Yazko Edebiyat, Somut, Anadolu Ekini, Dönemeç, Söylem, Artı Oluşum gibi dergilerle Yeni Halkçı, Demokrat ve Cumhuriyet gazetelerinde yayımladı. 1996 yılında Rotterdam’da düzenlenen şiir festivaline Türkiye’yi temsilen katıldı. On şiiri Hollandaca’ya çevrildi. Türkiye Yazarlar Sendikası, PEN, Edebiyatçılar Derneği, Çukurova Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği üyesidir.

Yapıtları:

ŞiiRLERİ

Kavgalara Sözlenen Sevda. 1979 Yurt Yayınları, Ankara, Soframda Kaval Sesi. 1982 Yurt Yayınları, Ankara, Bir Özlem Bir Türkü. 1984 Yurt Yayınları, Ankara, Acıya Kurşun İşlemez. 1985 Yurt Yayınları, Ankara, Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek. 1986 Yurt Yayınları, Ankara, Rüzgârla Bir. 1989 Yurt Yayınları, Ankara, Ateşin ve Güneşin Çocukları. 1991 Yurt Yayınları, Ankara, Çukurova Çeşitlemeleri. 1993 Yurt Yayınları, Ankara, Sular Tanıktır Aşkımıza. 1998 Yurt Yayınları, Ankara.

ARAŞTIRMA:

Karacaoğlan, Yaşamı, Sanatı, Kişiliği ve Şiirleri. 1993 Altın Kitaplar, İstanbul

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:39
Adni (Only the registered members can see the link)
Mahmud Paşa'nın ailesi ile doğum yeri ve yılı hakkında çağdaşı Türk tarihçilerinin eserlerinde bilgi yoktur. Sonraki yüzyıllara ait tezkirelerden Künhü'l-Ahbâr ile Hadîkatü'l-Mülûk ve'l-Vüzerâ adlı eserlerde Hırvat asıllı olduğu belirtilmektedir. Beyânî Tezkiresi, Künhü'l-Ahbâr, Meşâirü'ş-Şuarâ ile Tezkiretü'ş-Şuarâ da Alacahisarlı olduğu kanısındaysa da Mahmud Paşa'nın biyografisini yazan Ş. Tekindağ, bu kayıtların doğruluğunu şüpheyle karşılamakta ve Babinger'in verdiği bilgilere dayanarak babasının Sırp despotu Angelos ailesinin Teselya kolundan gelmiş olması ihtimalini kuvvetli görmektedir.

Yerli kaynaklardan yalnızca Heşt Bihişt adlı eserde babasının adının Abdullah olduğu yazılan şâirimizin soyuyla ve sonraki hayatıyla ilgili bir başka husus, bazı tezkirelerde ve menakıpnâmelerde Mahmud Paşa ile Kassabzâde Mahmud Bey'in karıştırılmasıdır. Bu konuda Halil İnalcık, Sadrazam Mahmud Paşa ile Bursa subaşısı Kassabzâde Cübbe Ali Bey'in oğlu Mahmud Bey'in farklı şahıslar olduğunu belirtmektedir. Âmil Çelebioğlu ise, Yazıcıoğlu Mehmed'in dostlarından bahsederken müellif hattı Muhammediye'deki
Veziri var idi bir nür-ı Vehhâb
Adı Mahmud Paşa 'di İbn-i kassâb (8864)
beytinden hareketle 'Fatih Sultan Mehmed'in vezîr-i azamı Mahmud Paşa Kasaboğlu Mahmud'dan başkası değildir' demektedir.

Tezkirelere göre savaş esiri olarak veya intisap yoluyla Mehmed Ağa'nın himayesine giren Mahmud Paşa'nın bundan sonraki hayatına ait bilgiler daha nettir.

Mehmed Ağa'nın himayesiyle Edirne sarayında öğrenim gördükten sonra II. Mehmed'in tahta çıkışıyla birlikte ocak ağalığı rütbesi verilir (1451) ve İstanbul kuşatmasında görev alır. Fatih'le birlikte birçok savaşa katılan Mahmud Paşa, Belgrad seferindeki başarıları üzerine 1454'te vezir ve Rumeli beylerbeyi olur. 1458'de Sırbistan işini halletmesi için görevlendirilir ve bazı kaleleri alarak bölgedeki Osmanlı hakimiyetini güçlendirir. 1460'ta Fatih'le birlikte gittiği ikinci Mora seferinde Mistra (İsparta) kalesini, ikna yoluyla ele geçirir.

1461 yılında yine Fatih'le birlikte Amasra, Sinop ve Trabzon seferine çıkar. Bu seferde Mahmud Paşa Amasra'yı 150 gemilik bir filoyla kuşatırken Fatih de karadan gelir ve şehir alınır. Sinop'un alınması harekâtını sevk ve idare edip Rumeli ordusu kumandanı sıfatıyla Trabzon'a gelir ve hem halkı hem de imparatoru ikna ederek şehri kan dökmeden alır. 1462'de katıldığı Eflak savaşında üstün basanlar gösterir. Aynı yıl Midilli adasını almakla görevlendirilir ve bunu da başarır.

1463 yılında Fatih'in Sırbistan seferine katılır ve isyan eden Venediklileri hezimete uğratır. 1464 kışında Fatih'in Jajcza'yı kuşattığı sırada hücuma geçen Macarlara karşı görevlendirilir ve onları geri dönmeye mecbur bırakır. Ertesi yıl Fatih'le birlikte Arnavutluk harekâtına katılır.

1468 yılında Fatih'le birlikte çıktığı Karaman seferinde Pir Ahmed'i yakalayamayışı ve görevlendirildiği tehcir işinde yanlı davranıp rüşvet aldığı iddiaları üzerine vezirlikten ve beylerbeyilikten azledilir.

Bir süre sonra donanma komutanı olur (1469/70) ve kendisine Gelibolu sancağı verilip donanmanın ıslahıyla görevlendirilir. 1470'teki Eğriboz'un fethinde yine Fatih'le birliktedir. Bu zaferden sonra yeniden sadrazamlığa yükseltilen Mahmud Paşa ile Fatih'in arası, Uzun Hasan'a karşı hazırlanan ordunun komutanlığını kabul etmeyişi üzerine biraz açılır.

11 Nisan 1473'te Fatih'le birlikte Sivas'a gelen Mahmud Paşa Şebinkarahisar'ın alınmasını önermiş; bu önerisi kabul görmediği gibi, Otlukbeli Savaşı'nda ikinci derecede bir göreve getirilmiştir. Bu arada bir dizi savaşta gösterdiği başarıya rağmen gözden düşürülen Paşa, ikinci kez azledilmiştir.

Bir süre Hasköy'deki 'hâs'ında inzivaya çekilen Mahmud Paşa, daha sonra Fatih'in huzuruna çıkarsa da yüz bulamaz. Şehzade Mustafa'yı ölümüne sevindiği, bir rivayette ise bu işte parmağının olduğu bahanesiyle Yedikule'ye hapsedilir ve türbesindeki kitabeye göre 1473'te, kaynaklara göre ise 3 Temmuz (~3 Ağustos) 1474'te -Fatih'in itiraf ettiği hatasıyla- orada öldürülür. Türbesi, kendi yaptırdığı camiin haziresindedir.




Kişiliği

Çocukluğundan itibaren Enderun'da saray terbiyesi ve eğitimiyle yetişmiştir. Bütün tezkireler ile diğer kaynaklar, 'tertîb üzere' öğrenim gördüğünden bahsetmekte, feraset ve akıllılıkta Osmanlı Devletinin yetiştirdiği ender vezirlerden saymaktadır. İlmî yeteneği ve zekâsının kıvraklığı, Meşâirü'ş-Şuarâ’da 'problemler diğer insanların zihnine gelmeden onun kalbine doğarmış' sözleriyle ifade edilmektedir.

Fatih'in Hurufîliğe duyduğu ilgiyi kesmek için Mahmud Paşa'nın Edirne müftüsü ve müderrisi Fahreddin Acemî'nin de yardımıyla Hurufîleri ortadan kaldırması, onun zekâ ve ferasetinin örneklerinden yalnızca bir tanesidir. Devlet yetkilileri, âlimler ve halk tarafından sevinç ve takdirle karşılanan bu hadise, onun 'devlet-i ebed-müddet' ülküsüne ne denli bağlı olduğunu ve bu uğurda nelerin yapılması gerektiğini göstermesi bakımından kayda değer.

Mahmud Paşa'nın kişiliği, adıyla özdeşleşen şu dört niteliğiyle öne çıkmaktadır: Fatih Sultan Mehmed'le beraberliği, yaptırdığı eğitim ve sosyal hizmet tesisleri, hayırseverliği, ilmî ve edebî yönü.

Mahmud Paşa, 1451'de ocak ağalığı görevine getirilişinden -Âlî'ye göre daha da öncesinden- ölümüne kadar Fatih Sultan Mehmed'in güvendiği, sevdiği ve saygı duyduğu bir şahıs olarak tarihteki yerini almıştır. Eğitim işlerinden sosyal hizmet çalışmalarına, ülkenin güvenlik işlerinden yapılan savaşlara ve 'divan' kararlarından edebî toplantılara kadar, Fatih'le birlikte Mahmud Paşa'nın mührü de görülmektedir. Bu yakınlığı Gelibolulu M. Âlî, 'Horasan padişahı (Hüseyn-i Baykara) ile Mîr Ali Şîr Nevâyî ve Fatih ile Mahmud Paşa arasındaki şanlı ve benzersiz beraberlik, devlet işlerinden öte, zamanına göre, yıldızların sürekli ve mutlu beraberliğine denktir' şeklinde ifade etmektedir.

Bu şanlı beraberliğin, ara sıra, entrikalar yüzünden gölgelendiği de olmuştur. Saraydaki iktidar çekişmelerinden hemen herkesin payını aldığı, yerini sağlamlaştırmak veya rakip gördüğü kimseyi uzaklaştırmak isteyenlerin hileye ve asılsız suçlamaya başvurduğu sıkça görülmektedir. Şâirimizin de bir kez böylesi bir davranışı, hileye başvurduğu, kayıtlarda bulunmaktadır.

Kaynaklara göre, Mahmud Paşa'nın öldürülmesine, kimi yazarlara göre ise şehit edilmesine, belgelendirilememiş bir suçlamayla karar verilmiştir. Mahmud Paşa Menâkıbnâmesi ndeki Fatih'in kararından vazgeçtiği, emrin zindana ulaşmasından biraz önce infazın gerçekleştiği, cenazeyi ziyarete gelen Fatih'in çok ağlayıp: 'Mahmud, sana ki bu işi etdüm, âhiret pâdişâhı eyledüm, tâ ki senün mertebelerine biz de varayıduk', dediler kaydı, efsaneleşmiş beraberliğin, tarihî kaynaklar yanı sıra halk nazarındaki tezahürünün belgesidir.

İstanbul'un Fethinden hemen sonra başlatılan eğitim çalışmalarında görev alan Mahmud Paşa, Ali Kuşçu ile birlikte Tetimme ve Sahn-ı Seman medreseleri teşkilâtının kurucusudur. Kendi adına da İstanbul, Hasköy ve Sofya'da medrese yaptırmıştır. Âşık Çelebi, Harameyn-i Şerîfeyn (Mekke ve Medine)'de dört mezhep üzere eğitim veren medreseler yaptırdığını kaydetmektedir. Süheyl Ünver, Mahmud Paşa'nın 1464 yılında yaptırdığı cami, aş evi, sığınma evi, medrese ve hamam külliyesi içinde kurduğu kütüphaneye vakfettiği eseflerden iki yüz kadarını bulduğunu belirtmekte ve özel kütüphanesinin temellük kitabesi ile kitaplarındaki vakıf mührünün resimlerini vermektedir.

Mahmud Paşa'nın şöhretini ebedîleştiren hizmetlerinden biri, günümüzde adını yaşatmakta olan vakıflarıdır. Yaptırdığı sosyal hizmet ve hayır tesislerinin masraflarını karşılamak üzere çarşılar ve köyler vakfeden Mahmud Paşa'nın hayratından bazıları şunlardır: İstanbul'da okul, cami, hamam, mahkeme, çeşme, han ve 265 dükkândan oluşan iki çarşı; Ankara'da bedesten (kapalı çarşı) mescit ve han; Bursa'da kervansaray ve mescit; Edirne'de cami ve hamam; Hasköy'de medrese ve hamam; Sofya'da medrese, mescit, sebil ve han.

Tezkireler, Mahmud Paşa'nın yoksullara yardım ettiğinden ve cömertliğinin son derece fazla olduğundan uzun uzun bahseder. Bunların arasında, Mahmud Paşa'nın taşradan gelen medrese öğrencilerine aynî yardımdan başka beş yüzer akçe bağışladığı ve cuma akşamları verdiği yemeğin içine nohut büyüklüğünde altın ve gümüş daneleri koydurduğu rivayeti dikkat çekmektedir. Latifî Tezkiresi'nde, 'hayr-endîş' (iyilik düşünen) olması sebebiyle Fatih'in, halka ait işleri ona teslim ettiği belirtilmektedir.

Mahmud Paşa'nın iyiliksever yönü, tarih kaynaklarında belgeleriyle sabittir. O, yalnızca kendi halkına değil, Müslüman olsun olmasın, savaştığı düşmanlarına bile insanî duygularla yaklaşma erdemini gösterebilen ender şahsiyetlerdendir. Onun, yukarıda değinildiği üzere, bazı kaleleri ve şehirleri ikna yoluyla, kan dökmeden teslim aldığı ve Karaman'dan İstanbul'a tehcir sırasında zor durumda olanlara dokunmadığı için iftiraya uğrayıp vezirlikten azledildiği bilinmektedir.

Mahmud Paşa'nın belirgin vasıflarından olan engin insan sevgisini, biraz da, devlet adamlığı görevinin önüne geçen şâir gönlünde aramak gerekir.

Bütün bunlar, halkın onu 'velî' olarak görmesine, onun hayat hikâyesinin efsaneleşip dilden dile ve kuşaktan kuşağa anlatılmasına, sonuçta, onun adına 'menâkıb-nâme' yazılmasına yol açmıştır.

Fatih Sultan Mehmed'in çevresinde toplanan âlimler ve edipler arasında yer alan Mahmud Paşa, ilmî ve edebî şahsiyetleri himaye ve teşvik edip onlarla bir araya gelerek kendisi de ayrıca bir mahfil kurmuştur. Alâeddin Ali, Enverî, Halimî, Hayatî, Karamanlı Mehmed Paşa, Safi mahlâslı Kasım Paşa, Sarıca Kemâl, Şükrullah ve Tursun Bey gibi şahsiyetlerle bir mahfil oluşturan Mahmud Paşa; 'Adnî' mahlâsıyla Türkçe ve Farsça şiirlerle Farsça inşâlar yazarken, çevresindekileri de eser ortaya koymaları için teşvik etmektedir. Bu ilmî ve edebî çevre tarafından Bahru'l-Garâyib, Behcetü't-Tevârih, Düstur-nâme-yi Enverî, Tarih-iEbü'l-Feth, Tuhfetü'l-Mahmûdiyye fî-Nasîbati'l-Vüzerâ... gibi pek çok eser ortaya konmuştur.

Adnî'nin edebî yönü hakkında tezkirelerde bilinen ve kalıplaşmış övücü sözler bulunmakta, düz yazılarının şiirlerinden daha olgun ve ustaca olduğu ifade edilmektedir.

Yaşadığı dönemin şiir diline göre oldukça sade yazan Adnî'nin başka şâirleri etkilediğinden söz etmek henüz erken. Ancak, onun şiirlerine nazire yazan şâirlerin çıkabileceğini de düşünmek gerekir. İşte bunlardan biri, çağının ve Türk edebiyatının güçlü şâiri Bakî'dir.

Konuyla ilgili olarak ilginç tespitlerde bulunan Gibb'in görüşlerini dikkatlere sunuyoruz. Gibb, Necatî'ye gelinceye kadarki Osmanlı şiirinin belirgin özelliklerini basitlik derecesinde garip terkipler ile fîkirlerdeki sıradanlık ve örtülü bir yapmacıklığa rağmen saf ve dokunaklı bir tarz olarak değerlendirdikten sonra Adnî'nin şiirleri için şöyle demektedir: 'Fakat Adnî'nin şiirleri daha orijinaldir ve en azından Adlî'ninkinden daha çok bir şahsîliği vardır. Yer yer bir vukufun eseri olan parıltılar yanıp sönmekte, şahsîliğin, şâirin sanatkârlık endişesiyle bütün bütün kaybolmadığı görülebilmektedir.'



Yücel, Bilal, “Mahmud Paşa Adnî Divanı”, Akçağ Basımaevi, Ankara.

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:40
Afet Ergü Şaşmaz (Only the registered members can see the link)
1968 izmir doğumlu... 22 yıllık evli 21 yaşında bir kızı 15 yaşında bir oğlu var... izmir kız lisesi mezunu... gençliğinden beri bir şeyler yazıyor... Anlatım ve ifade etme yönü oldukça iyidir... eşi emekli.. mesleği muhasebe, özel sektörde görev alıyor...okul yıllarında edebiyat şiir ve kompozisyon dallarında çeşitli ödülleri ve faaliyetleri var...ailesi tiyatro kökenli olduğu için, genç kızlık döneminde benim de tiyatro sevdam olmuştur...yazmayı şiiri çok seviyor...işte bu kadar...

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:41
Afşar Timuçin (Only the registered members can see the link)
Akhisar'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde okurken, Kanada'ya gitti ve orada felsefe öğrenimi gördü, yurda döndü. Bir süre Erzurum Atatürk Üniversitesi'nde Fransızca okutmanı olarak çalıştı. Bu arada doktorasını verdi.

Mimar Sinan Üniversitesi'ne bağlı İstanbul Devlet Konservatuvarı'nda felsefe profesörü.

Şiirde yalınlıktan, açıklıktan, anlaşılırlıktan yanadır Afşar Timuçin. Anlamsız dizeler bulamazsınız onda. İmgeleri somuttur. Bütün esinini yaşamdan, yaşamın gerçeklerinden, kendini 'başka' kılan ayrıntılardan alır. Başka bir deyişle, yaşamdan şiir sağmaktadır. Kolay, basit gibi görünen, bir çırpıda söylenilmiş izlenimi veren, gerçekte yoğun bir çabanın ürünü olan bütünlüklü şiirlerdir.

Şiir kitapları:
Çöl (1968),
Tahir ile Zühre (1968),
Destanlar (1969),
Böyle Söylemeli Bizim Türkümüz (1974),
Savaşçı Türküleri (1980),
Boş Beşik (1981),
Ey Benim Güzel Sevdalım (1984),
Bu Sevda Böyle Gider (1992)

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:41
Agahi (Only the registered members can see the link)

1860 - 1921. Şarkışla’nın Kılıççı köyünde doğdu. Asıl adı Veliyüddin’dir. Ancak genellikle Veli olarak bilinir. Bazı kaynaklarda doğum tarihi 1875, ölüm tarihi ise 1916 olarak verilmektedir.

Aslen Arapkir’den Şarkışla’ya göçen bir ailenin çocuğu olan Agahi, aşıklık geleneğini ve şiiri, asıl adı Mahmut Derviş olan Zileli Vacit’ten öğrendi.

Bazı kaynaklara göre okur yazar olmayan ve Alevi dergahlarında kendini yetiştiren Agahi’nin şiirleri Anadolu’nun çeşitli yerlerinde söylenmektedir. Şiirlerinde uzun bir süre Veli mahlasını kullandığından aynı adlı öteki şairlerle/aşıklarla karıştırılmaktadır. Agahi mahlasını ise ne zaman ve kimden aldığına ilişkin kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

Şarkışlalı Agahi genellikle dini içerikli taşlama konularına ağırlık vermesine karşın duygu ve sevgi şiirlerinden de birçok güzel örnek bıraktı.

Dönemin Beyrut Valisi aracılığıyla Sivas Valisi Reşit Akif Paşa tarafından bir dönem Şarkışla Tahsildarlığı görevine getirilen Agahi, İstanbul’dan Rodos’a, Adana’dan Halep’e dek birçok yeri dolaştı.

1911 yılında Pınarbaşı tahsildarlığına geçti. Ancak bir süre sonra ayrılarak köyüne döndü. Sonraki 5 yıl köyünde yaşadı. Yakalandığı kolera hastalığından öldü. Bazı araştırmacılara göre, mezarı Şarkışla’dadır.

Ayrıca yine Şarkışla ve Rumeli yörelerinde yaşamış Agahi adlı başka aşıkların olduğu varsayılmasına karşın bu konuda kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:42
Ahmedi (Only the registered members can see the link)
Asıl ismi abuzeri İbrahim'dir, 14. yüzyılın en büyük divan şairidir,

Hayatının ilk yıllarını ve ilk öğretimini Anadoluda tamamladıktan sonra öğrenim için Mısır'a gitti. Öğrenimini bitirdiğinde, Kütahya'ya geldi. Önce Süleyman Şah'ın (Germiyan beyi), daha sonra ise Timur'un koruması altına girdi. Amasya'da 1414 yılında vefat etti.

Ahmedî, dönemindeki şairleri büyük ölçüde etkilemiştir. Eserleri dini konular veya temalar içermez. Fars şiir formunu Türkçe'ye uygulamaya çalışmıştır, fakat Farsça mecazlar Türkçe'ye tam olarak aktarılamadığı için şiirlerinde düzenli ve güçlü mısra yapıları bulunmamaktadır.Genellikle yüksek zümreye (padişahlara) hitap etmiştir.

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:42
Ahmet Ada (Only the registered members can see the link)
Ahmet Ada (d. 1947, Ceyhan), Türk şairdir.

Ceyhan Lisesi'nde okurken öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kaldı. Çeşitli işlerde çalıştı. Kayseri’de devlet memurluğu yaptı. Yazın yaşamına 1970’ te başladı. Şiir ve yazıları Hakimiyet Sanat, Saçak, Dönemeç, Somut gibi dergilerde yayımlandı. İlk şiirlerinde İkinci Yeni akımından etkilendi. Daha sonra Ahmet Arif ve Nihat Behram'ın doğa betimcilikleri ve ses tonlarından esintiler taşıyan şiirler yazdı. Yöresel öğelerle bezeli, lirik, yumuşak şiirleriyle günümüz toplumcu gerçekçi şairlerinin temsilcisidir.
Ödülleri : * 1981 Akademi Kitabevi Şiir Başarı Ödülü Gül Doğsun Gül Üstüne ile (Ali Cengizkan ve Adnan Azar'la paylaştı)
* 1991 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü Aşk Her Yerde ile
* 1993 Yunus Nadi Şiir Ödülü Vakit Yok Hüzünlenmeye ile
Şiir Kitapları: * Gün Doğsun Gül Üstüne (1980)
* Acıyla Akran (1983)
* Yaz Kırlangıcı Olsam (1985)
* Aşk Her Yerde (1990)
* Vakit Yok Hüzünlenmeye (1992)
* Günyenisi Lirikler (1992)
* Yitik Anka (ilk üç kitabının toplu basımı, 1993)
* Ramazan (1994)
* Taş Plak Gazelleri (1995)
* Küçük Bir Anmalık (1996)
* Begonyalı Pencere (1998)

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:43
Ahmet Arif (Only the registered members can see the link)
21 Nisan 1927'de Diyarbakır'da doğdu. Ortaöğrenimini Afyon Lisesi'nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde felsefe eğitimi yaparken Ceza Yasası'nın 141. ve 142. maddelerine aykırı eylemde bulunma savıyla iki kez (1950, 1952-1953) tutuklandığından öğrenimini tamamlama imkânı bulamadı. Çeşitli Ankara gazetelerinde çalıştı. Şiirleri 1944-1955 arasında dönemin dergilerinde yayımlandı. 1967'de Aynur Hanım'la evlendi. Filinta adında bir oğulları oldu. İlk ve tek şiir kitabı Hasretinden Prangalar Eskittim 1968'de basıldı. Toplumcu gerçekçi akım içinde, Nâzım Hikmet estetiğiyle ilintisi olmayan yeni bir şiir kurdu. Halk dilinin türküleri, ağıtlar ve masallardan beslendi. Dünya görüşünün belirlediği bilinçle yaşamsal duyarlılıkları yer yer öfkeli, vurucu; yer yer dağ çiçekleri kadar nazlı, güleç dizelerle lirik bir şekilde işledi. Doğal coşkunun oluşturduğu uyum ve içsel müzikle yüksek sesle okunur bir şiir kurdu. Cemal Süreya'nın deyişiyle, '…imge konusunda yaptığı sıçramalarla bugünkü şiiri hazırlayanlardan biri' oldu. 2 Haziran 1991'de öldü.

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:44
Ahmet Arslan (Only the registered members can see the link)
Ahmet Arslan (1944, Urfa), Türk felsefe profesörü.

Ankara Üniversitesi DTCF’de okudu, 1988’de profesör oldu. 1979’da Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü kurdu. Telif ve tercüme kitapları yayınlanmıştır. İlkçağ, Ortaçağ ve İslam felsefesi uzmanıdır.

Eserleri:

* Kemalpaşazade’nin Tehafüt Haşiyesi, 1987
* Haşiye Ala Tehafüt Tahlili, 1987
* İbn Haldun, 2002
* Felsefeye Giriş, 2005
* İslam Felsefesi Üzerine, 1999
* İslam, Demokrasi ve Türkiye, 1999
* İlkçağ Felsefe Tarihi, 1995
* Metafizik (Aristoteles’den çev.), 1996
* Erken İslam’da Mizah (Rosenthal’den çev.), 1997
* İdeal Devlet (Farabi’den çev.), 1997
* Felsefe Ders Kitabı, 2004
* İslam Hümanizmi (Goodman’dan çev.), 2006.
* İlkçağ Felsefe Tarihi 2, 2006

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:45
Ahmet Canbaba (Only the registered members can see the link)

Özgeçmişim

1941 Ankara - Kalecik doğumluyum. İlk okulu Ankara Kurtuluş ilk okulunda okudum. Sonra Ankara ikinci erkek sanat enstitüsünün Teknik Resim bölümünden mezun oldum. İlk şiir yazmaya, askerlik görevimi Merzifon’un Bulak Köyünde öğretmenlik yaptığım sıralarda başladım. Çeşitli işyerlerinde konstrüktör ressam ve dizayn’ ır olarak çalıştım. İlk şiir kitabım ‘Sarhoş Dünya’ 1967 – ikinci yapıtım: ‘Yeşilin Gözyaşları’ şiir kitabımı 1999 ‘Cennette Seninleyim’ isimli hikaye kitabımı 2003 ve 2005 senesinde de cennette seninleyim isimli şiir kitabımı yayınladım. Halen bir hikaye kitabı ve iki şiir kitabıyla ilgili çalışmalarımı sürdürüyorum. Birçok gazetelerde kültür ve sanat sayfaları düzenledim. Şiirlerim birçok dergi ve gazetelerde yayınlandı.

hasan59
13-09-2008, 14:45
emeğine sağlık

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:45
Ahmet Efe (Only the registered members can see the link)
1955 yılında Kayseri’de doğdu.


Babasının memuriyeti dolayısıyla ilköğretimini çeşitli ilçelerde sürdürdü.


Parasız Yatılı İmtihanını kazanarak Ankara İmam Hatip Okulu’na girdi (1976). 1973-74 öğretim yılında hem buradan, hem de fark dersleri imtihanına girerek Ankara Keçiören Lisesi’nden mezun oldu. Daha sonra Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi bitirdi (1979). İzmir Menemen’de askerlik görevini yaptı(1982).


Diyanet işleri Başkanlığı ve TRT Genel Müdürlüğü’nde memur olarak çalıştı. 1983 yılında kurulan ve daha çok çocuk kitapları neşreden Kandil Yayınevi’nin kuruluşuna iştirak amacıyla memuriyetten istifa etti. Neşri bir yıl kadar devam eden, aylık periyodlu Kandil Çocuk Dergisi’ni çıkarttı. Çok sayıda hikaye, masal, şiir ve roman yayınladı.

1985 yılında Türkiye Yazarlar Birliği’nde Çocuk edebiyatı dalında yılın yazarı seçildi. Milli Eğitim Bakanlığı’nca düzenlenen çocuk şiirleri yarışması’nda ve çeşitli kurum ve kuruluşların açtığı yarışmalarda ödüller aldı.
“Akyazı” ve “Fındık Osman” isimli ilk hikaye kitapları Diyanet Yayınları arasında neşredildi.


İlk şiiri Aylık Kültür ve Sanat Dergisi Pınar’da yayınlandı.


Yeni Devir, Milli Gazete, Zaman gibi gazetelerde ve çeşitli kültür sanat dergilerinde yazılar neşretti. Gençlik Dergisi yayın yönetmenliği yaptı (1992).


1993 yılında Ankara’dan Konya’ya nakletti. Esra Film bünyesinde sinema çalışmalarına katıldı. Kısa ve uzun metrajlı bazı filmlerde senaryo yazarlığı ve yönetmenlik yaptı. Mahalli radyo ve TV kanalları için programlar hazırladı. Konya Büyükşehir Belediyesi ve İl Kültür Müdürlüğü’nce neşredilen kitaplarda editörlük, sanat danışmanlığı ve grafiker olarak hizmet sundu. Hat, tezhip ve minyatür sanatlarıyla da ilgilendi. Konya kültür ve sanatıyla ilgili bir çok kitabı neşredildi.


Emekli bir müftünün (Feteva-i Hindiyye mütercimi Mustafa Efe’nin) oğlu olan Ahmet Efe evli ve üç çocuk babasıdır. Hâlen Konya’da ikamet etmekte ve çalışmalarını sürdürmektedir.

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:46
Ahmet Ergin (Only the registered members can see the link)
23 Ekim 1964 yılında Erzurum’un İspir Kazası’nın kırık nahiyesi, Zeyrek Köyünde doğdu. İlköğrenimini köyünde tamamladı.

77–78 yıllarında işçi ailesi olarak gittiği Almanya da eğitimine devam etti.
Çeşitli ülkelerde, şifalı bitkiler üzerine yıllarca yaptığı araştırmalarına halen devam etmektedir.

Şiir yazmak dışında birçok işle hayatını meşgul etmiş olmasına rağmen aslında yazmayı hiç çıkarmadı hayatından. Asıl işinin yazmak olduğunu fark ettirmese de şartlar, bir gün bir baktı ki zaman zaman yazdığı şiirlerin sayısı bini geçmiş. Yazdıkları, bazen dost sohbetlerinde, muhabbetin tam ortasında buldu kendini bazen de yazıldıkları sayfalarda öylece kendi gizinde kaldı…

Ve nihayet bu günlerde, yazdıklarından, kaleminin gücü, gönlünün güzelliğinden haberdar dostların ısrarı kendisinin de teslim oluşuyla, bu şiirler bir kitapta toplanıyor. Cahil isimli kitabını anlatmak için yine mısraları kullanma yolunu seçiyor ve bu kitap için söylenebilecek her şeyi bu şiirle resmediyor…
“Yaşadığım karış karış hayatın
Hecesi, cümlesi, sözü bu kitap
Kırk yıllık ömrümde acının tadın
Ardında koyduğu tozu bu kitap

Bir sevdanın kervanına katılan
Kızıl zindanlarda esir tutulan
Öz yurdunda cevheri unutulan
Âşık bir insanın özü bu kitap

Yudum yudum insanları anlatan
Gözyaşını yüreğine damlatan
Çapına bakmadan zalime çatan
Hayat ırmağının izi bu kitap

Gönülleri nakış nakış işleyen
Âşıkların dillerinden düşmeyen
Rehber olup hedefinden şaşmayan
Kader çizgisinde yazı bu kitap

Anlattığı cahil belki de kendi
Uykusuz geceli yıllar tükendi
Gâhî veli dendi gâh deli dendi
Perdesiz görünen yüzü bu kitap

Ahmedin şiiri, sazı bu kitap
Dertli yüreğinde sızı bu kitap
Gurbetten sılaya gözü bu kitap
Anlatıyor hepimizi bu kitap”

Şairin kendisi ve şiirleri hakkında daha fazla bilgiye kişisel web sitesi olan Only the registered members can see the link dan ulaşılabilir.

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:46
Ahmet Erhan (Only the registered members can see the link)
8 Şubat 1958’de Ankara’da dünyaya geldi. Mersin’li bir ailenin, dört kızın ardından doğan beşinci çocuğudur. Babanın işleri nedeniyle Ankara’dan göç edilmiş ve bunun üzerine çocukluğuyla ilkgençliği Mersin ve Adana’da geçmiştir. Babasının emekliye ayrılmasıyla yeniden Ankara’ya dönerler.



Çeşitli nedenlerle kısa bir süre ara verdiği lise öğrenimini Akşam Lisesi’nde tamamladı. Ardından Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Ankara’nın özel öğretim kurumlarında Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yaptı.



Hayatının büyük bir bölümünü Ankara’da geçiren şair, 'Ankara-İstanbul Karatreni' kitabında anlaşılabilen nedenlerle, 2001 yılında İstanbul’a yerleşti ve Cihangir’den sonra 2002 yılından beri Silivri’de yaşıyor.



Adana Demirspor Genç Takımı'nda futbol oynadı. O yıllarda geçirdiği ağır sakatlık döneminde şiir yazmaya başladı. 1976’da Militan dergisinde topluca yayınlanan şiirleriyle dikkat çekti. 1980 öncesi ve sonrasında ülke gençliğinin yaşadığı dramı, içerden bir ses olarak, o dönemlerde oldukça yaygın olan slogancılığa kaçmadan, kendine özgü diliyle yazması şiirini özel kıldı. Lirizm zenginlikleri ve ironiyle harmanladığı “şimdiki zamanın duygu resmi” olarak tarif edebileceğimiz söyleyişini, neredeyse otuz yıldır sürdürüyor.



Ahmet Erhan pek çok çevrede hala ilk kitaplarıyla hatırlanmasına ve bilinmesine rağmen, şiir serüvenini yaşanan zamanla atbaşı götürmekte ve çok genç yaştaki okuyucuları tarafından da ilgiyle takip edilmekte.



Cahit Külebi, 1982 tarihli bir söyleşisinde kendisi için “şaşırtıcı bir olgu” tabirini kullanmıştı. Ahmet Erhan, bir süredir Esmer Dergisi'nde yayınladığı şiirleriyle hala kendisini izleyenleri şaşırtmaya devam ediyor.

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:47
Ahmet Ersöz (Only the registered members can see the link)
1933. Hukukçu, yazar, yayıncı. İ.Ü. Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Bir süre hakimlik yaptıktan sonra avukat olarak çalıştı. 1966'da Giresun Barosu Başkanlığı'na seçildi. Hukuksal olayları alaya alan 'Danışmak Gibi Olmasın' adlı kitabıyla tanındı.Çeşitli gazete ve dergilerde makaleler, fıkralar, söyleşiler de yazdı.

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:47
Ahmet Hamdi Tanpınar (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Haziran 1901 tarihinde İstanbul'da doğdu.İstanbul'da Ravaz-i Maarif İbtidaisi'nde, Sinop ve Siirt rüşdiyelerinde, Vefa, Kerkük ve Antalya sultanilerinde öğrenim gördü. Baytar mektebini bırakarak girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden 1923 yılında mezun oldu. Erzurum, Konya ve Ankara liseleriyle, Gazi Eğitim Enstitüsü ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı, aynı akademide estetik ve sanat tarihi dersleri verdi (1932 - 1939). 1939 yılında İstanbul Üniversitesi'ne Yeni Türk Edebiyatı Profesörü olarak atandı. Maraş Milletvekili olarak 1942-1946 yıllarında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bulundu. Bir süre Milli Eğitim Müfettişliği yaptıktan ve Güzel Sanatlar Akademisinde eski görevinde çalıştıktan sonra 1949 yılında İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne yeniden döndü ve bu görevde iken 24 Ocak 1962 tarihinde İstanbul'da öldü.

Öykü Kitapları

Abdullah Efendi'nin Rüyaları (1943), Yaz Yağmuru (1955), Hik(yeler (Kitaplaşmayan iki hikâyesiyle birlikte tüm öyküleri, 1983).

HAKKINDA YAZILANLAR

Hazır Reçete Yok !
Her şey bizden bir yeni terkip bekliyor
Mahmut Çetin

Türk aydını, Osmanlı devletinin Batı karşısında çözülmesiyle yeni bir kültür dünyasına açılır.Bu çaba Osmanlı devletinin yıkılması ve onun değer yargılarının tasfiyesiyle hızlanır.Aydınlarımız bu maksatla önce yerli olanla islami olanı ayırıp, yerli olana bağlanmayı dener.Ardından yerli olan kültür kaynağını iyice daraltıp folklordan hareketle teorik bütüne ulaşmayı düşünürler.Folklordan hareketle bir çok fikri üretim yapılmasına rağmen, bu arayış asıl amaç olan ‘yeni bir teorik zemin’i oluşturamaz.I.Tarih Kongresiyle ortaya yeni bir tez atılır.Tez şudur: “Bütün dünyaya şamil medeniyetin mebde ve menşei Orta Asya’dır.”(1)

Erol Güngör esaslı bir eleştiriye tabi tuttuğu bu tezi şöyle özetler.Yeni teze göre Orta Asya medeniyetin beşiğidir.Türkler Orta Asya’da yaşarken bir kuraklıkla yurtlarından ayrılmışlar, dünyanın değişik yerlerine göç etmişler ve medeniyeti dünyaya yaymışlardır.Bu arada Anadolu, Mısır ve Mezopotamya’da yeni yeni medeniyetler kurmuşlardır.Etiler, Hititler ve Sümerler gibi.Türkler müslüman olunca yeni bir göç dalgasıyla yeniden Anadolu’ya ulaşmışlar, buradaki Eti , Hitit kültürleriyle yeniden kaynaşmışlardır.Anadolu 4 bin yıllık Türk yurdudur.Cumhuriyetle bu en eski Türk kültürlerine sahip çıkılmıştır.(2)

Karahanlı-Selçuklu-Osmanlı zinciri Türk tarihinden bir sapma mı ?

Teorinin buraya kadar olan kısmı, Anadolu üzerinde gözü olan Batı ülkelerine karşı sevimli bir çıkış olarak görülebilir.Ancak teoriyi üretenler hızını alamayıp asıl Türk tarihinin kaynağını Anadolu Medeniyetleri adı altında Eti-Hitit-Sümer zincirine bağlar ve Türk tarihinin Karahanlı-Selçuklu-Osmanlı zincirini asıl özden bir sapma olarak niteler.Bu nedenle Türklerin müslümanlaşmasından sonraki dönemler, gözden geçirilmesi gereken dönemlerdir.Aydınlar başlangıçta -genellikle- kabul etmekle birlikte zaman bu tezi geçersiz kılar.

İki ara bir dere: Batı

Karahanlı-Selçuklu-Osmanlı dönemini es geçerek oluşturulmak istenen tarih anlayışlarının geçersizliği, arayış içindeki odakları, Batı medeniyetini evrensel tek bir medeniyet olarak görmeye ve ona entegre olmaya itmiştir.

Batı medeniyetine entegre olma düşüncesi Nurullah Ataç tarafından teorik birliğe ulaştırılmaya çalışılır.Belki de yabancılaşma dönemi boyunca sınırlı da olsa başarıya ulaşmış tek düşünce budur.1938 yılından sonra fikir hayatımıza bu düşünce hakim olmuştur.Bu görüşe göre Batı medeniyetinin gelişme çizgisi, bütün insanlık için ortaktır.Batı medeniyeti dışında ortaya çıkan medeniyetler ayrıktır ve onların ancak folklorik bir değeri vardır.Yerli medeniyetlerin tasfiye edilip, Batı medeniyetine adapte olmaları tarihi bir zarurettir.Bundan dolayı Yunan, Latin ve Fransız kaynaklarından Batı kültürü aktarılarak, pozitivizmde karar kılınmıştır.Resmi görüşe paralel olarak, Batı’dan aktarılan yeni fikir akımları sınıf ya da üretim temelinden yoksun olmasına rağmen siyasi yönelişlerde ve kadrolaşmada kaynak olmuştur.Batı alıntılarıyla, aktarmacılığıyla devlete ‘kapılanma’ mümkün olduğundan resmi siyaset ve kültürü kendilerine göre yorumlayan siyasi gruplar, üretimden kaynaklanmayan gelirlerle ‘sübvanse’ edilerek ithal bir kültür ortaya konmuştur.(3)Bu aktarma kültürün etkisi günümüzde azalarak sürmektedir.

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ileri sürülen tarih görüşleri 1950 sonrası serbestlik ortamıyla, devlet görüşü olmaktan çıkmıştır.Bu görüşlerin ileri sürüldüğü dönemlerde ise daima karşı tezler var olmuştur.

Kültüre dayalı çözüm: ‘değişerek devam etmek’

Bu karşı tezlerden biri de Anadoluculuktur.Özellikle Yahya Kemal’in tarih görüşü bu isimle ifade edilmiştir.Bu görüşe göre Türk Tarihi, Malazgirt Zaferiyle başlar.Dilin ve milletin önceki macerası, bu tarihin bir çeşit mukaddimesinden ibarettir.Malazgirt Zaferi, İstanbul’un Fethi ve Milli Mücadele, Fransız İnkılabı çapında ‘doğu rönesansı’na kaynaklık etmişlerdir.

Yahya Kemal’in fikri halefi durumundaki büyük yazarımız Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur adlı şaheserinde roman örgüsü içinde üç önemli tezi de yoğurmaktadır.Tarihinin sürekliliği, kültür devrimlerinin başarısızlığı ve milli çözüm: halkın gücü.

Bizim üç ana başlıkta topladığımız Huzur tezleri, bütüncül bir tarih tezi ortaya koymuştur.“Yalnız bir şeyi biliyoruz.O da bir takım köklere dayanmak zarureti, tarihimize bütünlüğünü iade etmek zarureti.bunu yapmazsak ikiliğin önüne geçemeyiz.Muvazalar daima tehlikelidir.”(4)

Tarihi bütünlüğün sağlanması, yani tarihin bir takım zoraki tezlerle değil, sadece vakıa-olgu olarak değerlendirilmesini gerektirir.Tarihin belirli devirlerini tasviye edip yerine mantıki tezler teklif edememe durumu, toplumda mutlak bir yabancılaşmayı başaramasa da değer yargılarını yozlaştırmaktadır.
Bu tahribat nedeniyle fertler, toplumlarına has hüviyetlerini temsil edemez hale gelmektedir.Hüviyetini bulamayan fertlerin oluşturduğu toplum bunalımlara gebe bir toplumdur. “Evvela insanı birleştirmek.Varsın aralarında hayat standardı yine ayrı olsun; fakat aynı hayatın ihtiyaçlarını duysunlar.”(5)Köklerine bağlı fertler, farklı içtimai sınıflara mensup olsalar bile ‘biz şuuru’nu muhafaza edeceklerdir. “Maziyi ihmal edersek hayatımızda ecnebi bir cisim gibi bizi rahatsız eder.”(6) Tarihi birikimden kaçmak boşuna bir çabadır.İnsan için hafıza neyse, millet için de tarih odur.Nasıl insan fikir değiştirebildiği halde hafızasını silip atamamaktaysa, milletler de günlük zaruretler nedeniyle tarihi birikimlerini silip atamazlar.Silip atmaya kalktıkları durumda bile hayatın tabii akışı ‘günlük dayatma’ları geçersiz kılacaktır.Yabancılaştırmanın başarıldığı iddia edilen sömürge topraklarda bile toplumsal doku hepten silinememekte ve tarihi birikim ‘ecnebi bir cisim gibi’ insanları rahatsız etmektedir.

Halkın içinde ve önünde aydın

Toplum için değişik bakış açılarıyla değişik tasnifler yapılabilir.Bunlardan biri de halk ve aydın ayırımıdır.Halk ve aydın ikiliği yabancılaşma döneminin başından itibaren cemiyetimizde etkisini gösterir.Türk toplumu için bu iki kesim de yeni dönemin rengini vermeğe tek başına yeterli değildir.Huzur romanındaki karakterlerden Mümtaz, Türkiye’nin kültür birliği sağlanamadığından gelecekten ümitsizdir.Ancak romanın diğer kahramanı İhsan yani romandaki Yahya Kemal, “Güçlük var.Fakat imkansız değil.Biz şimdi bir aksülamel devrinde yaşıyoruz.Kendimizi sevmiyoruz.Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu; Dede’yi Wagner olmadığı için, Yunus’u Varlaine, Baki’yi Goethe ve Gide yapamadığımız için beğenmiyoruz...Coğrafya, kültür, her şey bizden bir yeni terkip bekliyor; biz misyonlarımızın farkında değiliz.Başka milletlerin tecrübesini yaşamaya çalışıyoruz”(7) der.

Başkasının hayatını yaşayamazsınız

Medeniyetlerin farklı gelişme çizgileri vardır.Ancak batıcı ortodoks görüşe göre Batı medeniyeti evrensel ideal gelişim sürecinden geçmiştir.Bu medeniyetin dışındaki medeniyetlerin yaşaması, Batı medeniyetine adapte olmasına bağlıdır.Bu görüş kültür hayatımıza hakim olmuş ve aydınımızı kültür ikiliğine yani kimlik bunalımına düşürmüştür.Bu hususta Tanpınar’ın işareti şudur: ‘başka milletlerin tecrübesi’nden faydalanılabilir, ama onun tecrübesini yaşamak mümkün değildir.

Kaynaklar
1.İnanç ve Kültür Sadettin Elibol s.133
2.Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik Erol Güngör s.66
3.Niçin Arabesk Değil Sibel Özbudun s.40
4-7.Huzur Ahmet Hamdi Tanpınar s.302-304

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:48
Ahmet Haşim (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)(1884-1933) Bağdat'ta doğdu. Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey'in oğludur. Çocukluğu Bağdat'ta geçti. 7 yaşında annesinin ölümü üzerine babasıyla birlikte İstanbul'a geldi. Galatasaray Lisesini bitirdi. Öğretmenlik yaptı. Çeşitli devlet memurluklarında bulundu. Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. Şiirleri, Servet-i Fünûn, Âşiyan, Muhit ve Dergâh gibi ünlü dergilerde yayımlandı. Sembolist ve empresyonist etki ve izler taşıyan şiirler yazdı. 'Akşam şairi' olarak tanındı.

ESERLERİ
Şiirleri: Göl Saatleri, Piyale.
Fıkra ve Sohbet:Bize Göre,Gurabahane-i Laklakan
Gezi:Frankfurt Seyahatnamesi

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:49
Ahmet Kutsi Tecer (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)4 Eylül 1901'de Kudüs'te doğdu. 1929'da İstanbul Darülfünunu Felsefe Bölümü'nü bitirdi. Bir süre edebiyat öğretmenliği yaptıktan ve Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi üyeliğinde bulunduktan sonra 1942-1946 döneminde milletvekili seçildi. 1949-1951 arasında öğrenci müfettişi olarak Fransa'da bulundu. 1950'de Unesco Merkez Yönetim Kurulu üyeliğine getirildi. Türkiye'ye döndükten sonra, emekli olduğu 1966 yılına kadar İstanbul'da öğretmenlik yaptı.Tecer edebiyata şiirle başladı.

Şiirleri 1921'den sonra Dergâh ve Milli Mecmua gibi dergilerde çıktı. Daha sonra Varlık, Oluş, Yücel ve Ankara Halkevi'nin çıkardığı, kısa bir süre de kendisinin yönettiği Ülkü gibi dergilerde şiirlerini yayınladı.Şiirlerini 1932'de Şiirler adlı kitabında topladı.Bu kitabın yayınından sonra yazdıkları yalnızca dergilerde kaldı.Şiirlerini hece ölçüsüyle yazdı.Daha sonra başladığı oyun yazarlığında da milli değerlere önem vermiştir. İlk ve en önemli oyunu Köşebaşı'nda Batı'ya özenenleri eleştirir. 1961'de sahnelenen son oyunu Satılık Ev yayımlanmamıştır. Çoğunluğu dergilerde olmak üzere Halk edebiyatı ve folklor konularında çeşitli incelemeleri de vardır. 23 Temmuz 1967'de İstanbul'da öldü.

ESERLERİ Şiir: Şiirler, 1932. İnceleme: Köylü Temsilleri, 1940.

Oyun: Yazılan Bozulmaz, 1947; Köşebaşı, 1948; Köroğlu, 1949; Bir Pazar Günü, 1959; Satılık Ev, 1961

sarıkanarya_41
13-09-2008, 14:50
Ahmet Kutsi Tecer (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)4 Eylül 1901'de Kudüs'te doğdu. 1929'da İstanbul Darülfünunu Felsefe Bölümü'nü bitirdi. Bir süre edebiyat öğretmenliği yaptıktan ve Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi üyeliğinde bulunduktan sonra 1942-1946 döneminde milletvekili seçildi. 1949-1951 arasında öğrenci müfettişi olarak Fransa'da bulundu. 1950'de Unesco Merkez Yönetim Kurulu üyeliğine getirildi. Türkiye'ye döndükten sonra, emekli olduğu 1966 yılına kadar İstanbul'da öğretmenlik yaptı.Tecer edebiyata şiirle başladı.

Şiirleri 1921'den sonra Dergâh ve Milli Mecmua gibi dergilerde çıktı. Daha sonra Varlık, Oluş, Yücel ve Ankara Halkevi'nin çıkardığı, kısa bir süre de kendisinin yönettiği Ülkü gibi dergilerde şiirlerini yayınladı.Şiirlerini 1932'de Şiirler adlı kitabında topladı.Bu kitabın yayınından sonra yazdıkları yalnızca dergilerde kaldı.Şiirlerini hece ölçüsüyle yazdı.Daha sonra başladığı oyun yazarlığında da milli değerlere önem vermiştir. İlk ve en önemli oyunu Köşebaşı'nda Batı'ya özenenleri eleştirir. 1961'de sahnelenen son oyunu Satılık Ev yayımlanmamıştır. Çoğunluğu dergilerde olmak üzere Halk edebiyatı ve folklor konularında çeşitli incelemeleri de vardır. 23 Temmuz 1967'de İstanbul'da öldü.

ESERLERİ Şiir: Şiirler, 1932. İnceleme: Köylü Temsilleri, 1940.

Oyun: Yazılan Bozulmaz, 1947; Köşebaşı, 1948; Köroğlu, 1949; Bir Pazar Günü, 1959; Satılık Ev, 1961

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:32
Ahmet Muhip Dıranas (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)1908 yılında Sinop’ta doğdu.Ankara Erkek Lisesi’ni bitirince Hakimiyet-i Milliye gazetesinde çalıştı (1930-1935), Ankara Hukuk Fakültesi’nde iki yıl kadar süren yüksek öğrenimini yarıda bırakarak İstanbul’a geldi. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girdi, bir yandan da Güzel Sanatlar Akademisi’nde kütüphane müdürlüğü yapıyordu. 1938’de Ankara’ya Döndü, C.H.P. Genel Merkezi’nde Halkevleri kültür ve sanat yayınlarını yönetti (1938-1942), askerlik dönüşü Ankara’da Çocuk Esirgeme Kurumu Yayın Müdürü (1946-1949), Kurum başkanı (1957-60), daha sonra İş Bankası Yönetim Kurulu üyesi oldu.

“Ankara Lisesi’nden Muhip Atalay” imzalı Bir Kadına şiiri, yayınlanan ilk şiiriydi (Milli Mecmua, 15 Eylül 1926), Yedi Meşaleciler’i 1940 kuşağına bağlayan şairlerimiz içinde Cahit Sıtkı Tarancı ile birlikte şiirde sese, şekil mükemmelliğine önem verişi, Baudelaire sembolizminden hareket edip Türkçe’de yeni bir şiir dili ve yapısı oluşturmağa çalışması ile şiirimizde kendine sağlam bir yer edindi.21 Haziran 1980 tarihinde öldü.

ESERLERİ

Tiyatro türünde üç eser verdi: Gölgeler 1946’da, O Böyle İstemezdi 1948’de, (Çıkmaz adıyla 1977’de) ilk kez oynandı; bunlardan CHP Piyes Yarışması’nda (1946) ikincilik kazanan Gölgeler basılmıştır (1947). Daha sonra Gölgeler ve Çıkmaz, Oyunlar (1978) adı altında yayımlandı.

Bütün şiirlerini Şiirler adlı bir kitapta (1974) topladı. (Şiirler, Orhan Ural’ın şairin kişiliği ve sanatı üzerine bir incelemesiyle birlikte yeniden basıldı, 1982). Tevfik Fikret’in Rübabı Şikeste, Halukun Defteri kitaplarından seçmeleri ve Han-ı Yağma (Yağma Sofrası), Tarih-i Kadim (Eski Tarih) şiirlerini günümüz diline çevirerek Kırık Saz (1975) kitabında topladı. Yazıları ölümünden sonra Yazılar (1994) adıyla kitaplaştırıldı.

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:33
Ahmet Necdet (Only the registered members can see the link)
1 Mart 1933'te İnegöl'de doğdu. Ahmet Necdet, İstanbul'da Çapa Lisesi'ni (1950) ardından İÜ Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü'nü bitirdi (1954). Çeşitli kentlerde öğretmenlik yaptı. Profesörlüğe kadar yükseldiği akademik yaşamını, emekli olarak noktaladı (1997). Şairliğinin yanı sıra çevirileri ve çeşitli antolojileriyle tanındı. Fransız (Louis Aragon, Guillaume Apollinaire) ve Alman (Paul Celan, Georg Trakl) şairlerinden Gertrude Durusoy ile yaptığı çeviriler 1980'li yıllarda kitaplaştı. Aynı ikilinin, Mırbatır Husanov'un katılımıyla Rus şairi A.Voznesenski'den çevirdiği şiirler Telefon Kulübesi (1997) adıyla yayımlandı. A. Necdet, Charles Baudelaire'den çevirdiği şiirleri ise Kırk Kötülük Çiçeği (1991) adıyla yayımladı. Kraliçe Stratonike adlı bir şiir/oyun yazdı (2002). Deneme, inceleme ve söyleşilerini Bir Bölük Ankâ (2003) adlı kitabında topladı. Şeyh Galip'in Hüsn ü Aşk'ını, Hüsn ü Aşk Güzellik ve Aşk adıyla manzum olarak günümüz Türkçe'sine aktardı (2003). On bir yıllık bir döneme yayılan günlüğünü Şiirli Defter '88/'98 adıyla yayımladı (2005).

Ahmet Necdet'in hazırladığı antolojiler:

Çağdaş Fransız Şiiri, (1959)
Modern Türk Şiiri (1993)
Bugünün Diliyle Divan Şiiri Antolojisi (1995)
Baudelaire'den Günümüze Fransız Şiiri Antolojisi (1997)
Tekke Şiiri Dini ve Tasavvufi Şiirler Antojisi (1997)
Latin Şiiri Antolojisi (Jean-Louis Mattei ile, 1998)
Yahya Kemal'den Günümüze Tematik Türk Şiiri Antolojisi (2000

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:33
Ahmet Oktay (Only the registered members can see the link)

1933 yılında Ankara'da doğdu. Yazmaya ortaokul sıralarında başladı. İlk şiiri, 1949-1950 yılları arasında Gerçek dergisinde yayımlandı. Öğrenimini lisede yarım bırakarak çalışmaya başladı.

Ahmet Oktay, 1950'li yıllarda Mavi Hareketi içinde yer aldı ve aynı adlı dergide yazıları ve şiirleriyle etkin bir rol oynadı. 1961 yılında Yeni İstanbul gazetesinin Ankara bürosunda 'parlamento muhabiri' olarak profesyonel gazeteciliğe başladı. Çeşitli gazetelerde ve TRT Haber Merkezi’nde muhabirlik, haber müdürlüğü yaptıktan sonra 1982'de TRT’den emekli oldu. Bir süre daha Milliyet gazetesi’nde çalışmaya devam eden Ahmet Oktay, 1993 yılında görevinden ayrılarak kendini tümüyle yazmaya verdi.

Başlangıçta yazdığı şiirlerle Ahmed Arif şiirinden etkilendiği izlenimini verirken, 1960’lardan sonra toplumcu gerçekçi bir yaklaşımla İkinci Yeni’ye doğru yöneldi. Şiirlerinde destansı bir söyleyiş kullandı, zengin sözcük dağarcığı ile kendini hemen belli eden bir tarzla şiirler yazdı.

Şiir kitaplarından özellikle Yol Üstündeki Semender (1987) Behçet Necatigil Şiir Ödülü almasınında ötesinde içerdiği şiir isimleriyle de önem kazanmıştır. Her bir şiirinde intihar etmiş bir şairi şiire dönüştürmüş ve o şairin biçemiyle kendi biçeminin karışımı enfes bir biçem ortaya koymuştur. Türkiye'de birçok şiirsever bu şiir kitabı nedeniyle gizli kalmış Türk ve yabancı şairleri farklı yanlarıyla öğrenebilmiştir.

Ödülleri :

1965 Yeditepe Şiir Armağanı, Her Yüz Bir Öykü Yazar ile 1987 Necatigil Şiir Armağanı, Yol Üstündeki Semender ile 1991 Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Şairi Ödülü, Ağıtlar ve Övgüler ile 2002 Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü, Hayalete Övgü ile

Eserleri :

Şiirleri:

* Gölgeleri Kullanmak (1963),
* Her Yüz Bir Öykü Yazar (1964)
* Dr. Kaligari'nin Dönüşü (1966)
* Sürgün (1979), Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi (1981)
* Kara Bir Zamana Alınlık (1983)
* Yol Üstündeki Semender (1987)
* Ağıtlar ve Övgüler (1991)
* Bir Sanrı ıçin Gece Müziği (1993)
* Toplu Şiirler (1995)
* Gözüm Seğirdi Vakitten (1996)
* Söz Acıda Sınandı (1996)
* Az Kaldı Kışa (1996)
* Hayalete Övgü (2001).

İnceleme/Araştırma :

* Bir Yazı'nın Arayışları (1981)
* Yazın, İletişim, İdeoloji (1982)
* Yazılanla Okunan (1983)
* Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları (1986)
* Kültür ve İdeoloji (1987)
* Toplumsal Değişme ve Basın (1987)
* Karanfil ve Pranga (1990)
* Raffaello'nun Direnişi (1990)
* Zamanı Sorgulamak (1991)
* Kabul ve Red (1992)
* Şair ile Kurtarıcı (1992)
* Sanat ve Siyaset (1993)
* Cumhuriyet Dönemi Edebiyat-1923/1950 (1993)
* Türkiye'de Popüler Kültür (1993)
* Medya ve Hedonizm (1995)
* Şiddet, Söz, Yaşam (1995)
* İnsan, Yazar, Kitap (1995)
* İsrafil'in Sûr'u (1997)
* Şeytan, Melek, Soytarı (1998)
* Siyasal İslama İtirazlar (2000)
* Modernist Tahayyüle İtirazlar (2000)
* Şairin Kanı (2001).
* Romanımıza Ne Oldu? (2004)

Anı/Anlatı:

* Gizli Çekmece (1991)

Günlük [değiştir]

* Gece Defteri (1998)

Oyun :
* Kurt Dişi (1971 ve 1973 yıllarında Devlet Tiyatroları'nda sahnelendi).

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:34
Ahmet Özdemir (Only the registered members can see the link)
Ahmet Özdemir, 1948 yılında Sivas Şarkışla’da doğdu. İlk ve orta öğrenimi burada, lise öğrenimini Askeri Hava Lisesi’nde yaptı. Harp Okulu’na girmeden askeri öğrencilikten ayrıldı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü’nü bitirdi. Öğrencilik yıllarında, (1969) gazeteciliğe başladı. Çeşitli gazetelerde müsahhihlikten Genel Yayın Müdürlüğü’ne kadar görevler yaptı. 1989 yılında Basın İlân Kurumu’na geçti. Eylül 2003'de buradaki görevi bitti. Çoğunluğu TRT Radyo ve TV kanallarında olmak üzere bazı programların metnini yazdı. Altmış civarında kitabı yayınlandı. Bir çok Osmanlıca kitabı günümüz alfabesine ve Türkçe’sine çevirdi. Ahmet Özdemir’in oyunları TRT'de temsil edildi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin denetçiliğini (üç dönemdir) ve Hoca Ahmet Yesevi Vakfı Genel Sekreterliğini yapıyor. THY “Öykü”, TJK “Araştırma”, Uluslararası Tarsus Karacaoğlan Etkinlekileri “Karacaoğlan Araştırma”, Tarla “Türk Kültürüne Hizmet” gibi ödüller aldı. Bir çok dergi ve internet sitesi ile birlikte, Bizim Gazete'de köşe yazıyor. Evli, iki oğlu, Kaan Ahmet Özdemir, Kerem Özdemir ve Alp Ozan Özdemir adlarında üç torunu var.

KİTAPLARI:
Şiir: Bir Dal Erguvan, Sitem Taşları;
Hikâye: Sevgi Çıkmazı, Bir Yaz Günü Üşütmek;
Biyografi:Ahmet Haşim, Cenap Şahabettin, Tevfik Fikret, Abdülhak Hamid, Sait Faik, Muallim Naci, Hacı Bayram Veli ve Eşrefoğlu Rumî, Rıza Beşer.
Folklor ve Halk Edebiyatı: Folklor Penceresi, Cönklerden Günümüze Halk Şairlerimiz, Eşref Bey Hikâyesi, Halk Hikâyeleri Geleneği, Şarkışlalı Serdarî, Şarkışla ve Çevresi Halk Ozanları, Aşık Cafer, Aşık Hüdaî, Kelkitli Aşık Serdari. Sefil Selimî İrfan Okulu, Türk Bilmecelerinden Seçmeler, Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler, Kerem ile Aslı, Türk Atasözlerinden Seçmeler, Türkçe'de Deyimler, Türk Halk Şiirinden Seçmeler, Ninniler, Tekerlemeler, Maniler, Karagöz ve Hacivat, İlköğretim İçin Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Keloğlan Masalları( Yitikçibaşı Keloğlan, Keloğlan’ın Oyunu Irmaktan Çıkarır Koyunu, Keloğlan Zengin Olmuş, Keloğlan ile Gülyüz), Anadolu Efsaneleri (Şahmaran’ın Kaderi, Nemrut’un Sonu, Turuva’nın Tahta Atı, Kızkulesi’nin Gizi), Türk Destanları (Bozkurt Destanı, Göç Destanı, Ergenekon Destanı, Oğuz Kaan Destanı), Karacaoğlan, Dört Yüzüncü Yılında Karacaoğlan, Dadaloğlu, Gevheri, Dertli, Pir Sultan, Analar Anası Nene Hatun, Mimar Sinan, Çağ Açan Çocuk Padişah Fatih, Kara Fatmalar Ölmez.
Güldesteler: Cumhuriyet Dönemi Türk Şiir Güldestesi, Cumhuriyet Dönemi Türk Hikâyesi, Şiir İkindileri I-II, Pera Palas Gönül Dostları I, II, III, IV, V; (Feyzi Halıcı ile)
Denemeler: Hayatın Kendisi Şiir, Şiirlerle Yaşamak; Cumhuriyetimiz Şiirimiz.
Radyo Tiyatroları: Armudun Sapı, Kuşku, Kuzguncuk Vapuru, Düble Kaynana, İnsanın Alacası, Sevgi Çemberi (Atilla Damar ile arkası yarın ).

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:35
Ahmet Paşa (Only the registered members can see the link)
XV. yüzyılın en usta divan şairi sayılan Ahmet Paşa, II. Murat devrinin büyüklerinden Kazasker Veliyüddin bin İlyas’ın oğludur. Ahmet Paşa’nın ne zaman doğduğu bilinmemektedir. Fuad Köprülü, İslâm Ansiklopedisi’nin Ahmet Paşa maddesinde “Edirne’de yaptırılan cami ve imaret vakfiyesinin Veliyüddin tarafından tanzim edildiği ve şairimizin memuriyet hayatı hakkındaki kayıtlar düşünülürse, bu tarihten (830/1426) biraz evvel ya da biraz sonra doğduğu” fikrini ileri sürmüştür.

Latîfî, tezkiresinde ve Gelibolulu Âlî de Künhü’l-ahbâr adlı eserinde Ahmet Paşa’nın Bursa’da doğduğunu yazmışlarsa da bu bilgi yanlıştır. Daha eski kaynaklardan biri olan Sehî Tezkiresi ile Güldeste sahibi Beliğ, onun Edirne’de doğduğunu söylerler. Âşık Çelebi de tezkiresinde Ahmet Paşa’nın vârisi olan amcasının oğlu Edirneli Nâzır Çelebi ile görüştüğünü, ondan bilgi aldığını ve şairin Edirneli olduğunu yazar. Ayrıca son zamanlara kadar Edirne’de Veliyüddin oğlu adını taşıyan bir mahalle ve mescidin olması, şairin bu şehirde doğduğunu gösteren kuvvetli delillerdir. Latîfî ile Âlî’nin onu Bursalı göstermelerinin nedeni, şairin ömrünün çoğunu Bursa’da geçirmesi ve orada ölmesi olmalıdır.

Ahmet Paşa, II. Murat zamanında Edirne’de okumuştur. Devrin geçerli bilgileri yanında Arapça ve Farsça da öğrenmiştir. Öğrenimini bitirdikten sonra önce Bursa’da Sultan Murad Medresesi’nde (Muradiye Medresesi) müderrislik yaptıktan sonra 855/1451’de Edirne’ye kadı tayin edilmiştir. Fatih’in tahta geçmesinden sonra kazasker olan Ahmet Paşa bir süre sonra Fatih’in musahibi oldu ve vezirliğe yükseldi.

Padişaha ve Osmanlı devletine sadık olan, padişahtan çok fazla iltifat gören Ahmet Paşa bunca meziyetinin ve buna mukabil kendisine gösterilen teveccühünün başkaları tarafından kıskanıldığına şüphe yoktur. Sehî, Latîfî, Şakâik, Hasan Çelebi, Beyânî Tezkireleri ile diğer başka kaynakların ifadesine göre günün birinde Fatih’in hizmetkârlarından birine laf attığı için gazaba gelen Fatih kendisini vazifeden azleder ve hapsettirir. Âşık Çelebi ise Ahmet Paşa’nın birkaç fesatçının iftirasına uğradığını bildirir. Şair burada
Ey muhît-i keremün katresi ummân-ı kerem
Bâğ-ı cûd ebr-i kefünden tolu bârân-ı kerem
Beytiyle başlayan ve Kerem kasidesi unvanıyla tanınan 35 beyitlik meşhur kasidesini padişaha yollar ve affedilmesini rica eder. Bunun üzerine ölümden kurtulduğu tahmin edilen Ahmet Paşa, yevmiye otuz akçe vazife ile Bursa’ya tayin edildi. Orada Orhan, Muradiye ve Emir Sultan vakıflarının işlerini yürütmekle görevlendirildi. Bundan sonra bir daha İstanbul’a dönememiştir. Büyük edebiyat tarihçilerimizden Ali Nihad Tarlan, Kerem kasidesinin yazılışını başka bir sebebe bağlamakta ve yukarıdaki gibi bir hadisenin vukuuna ihtimal vermemektedir.

Ancak şair Bursa’da vazifelerden memnun kalmayıp Bursa’ya gelen Fatih’e durumunu arz ederek buradan affını isteyince Sultanönü (Eskişehir) sancağına, daha sonra da Tire ve Ankara sancak beyliğine tayin edilmiştir. Bu vazifelerin hiçbirinden memnun kalmayan şair, tekrar padişaha yolladığı bir şiiriyle Ankara’dan ayrılma ricasında bulunur. Bu ricası büyük bir ihtimalle Fatih’in ölümü nedeniyle yerine getirilememiştir.

Fatih’in 1481’de ölümü üzerine tahta geçen II. Bayezid’in zamanında tekrar eski itibarını kazandı. Ankara’dan ayrılma isteği II. Bayezid tarafından yerine getirilen şair Bursa’ya sancak beyi olarak tayin olundu ve ölünceye kadar orada kaldı.

Bursa’da idarî işler yanında edebî toplantılarla hayatını sürdürmüş olan
Ahmet Paşa 902/1497’de vefat edince, Muradiye Camii yanında önceden yaptırdığı medrese civarına gömüldü. Türbe daha sonra inşa edilmiştir

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:35
Ahmet Selçuk İlkan (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)1955 yılında ADANA da doğdu.İlk ve orta öğrenimini aynı yerde tamamladı.Lise yıllarında yazdığı ve çeşitli sanat dergilerinde yayınlanan şiirleri ile dikkat çekti.1973 yılında yüksek öğrenimini tamamlamak üzere Almanyanın Berlin şehrine gitti.Berlin Teknik Üniversitesinde Mimarlık eğitimini sürdürürken bir yandan da sanat çalışmalarına devam etti.
1975 yılında Hayat dergisinin düzenlediği aşk konulu şiir yarışmasında ‘Hatırlar mısın?’ isimli şiiriyle ilk birincilik ödülünü kazandı.
1976 yılında mimarlık öğrenimini yarım bırakarak Türkiye ye döndü.İstanbul Üniversitesi edebiyat fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi ve 1980 yılında mezun oldu.1978 yılında profesyonel olarak şarkı sözü yazarlığına da başlayan İlkanın şarkılarını o dönemin en popüler sanatçıları seslendirdi.
ilk şarkıları:Ya Seninle Ya Sensiz,Gözler Kalbin Aynasıdır,Artık Ne Duamsın Ne Bedduam,Ayrılık Kolyesi vs.
Bu güne kadar Türk müzik dünyasının en ünlü bestekar ve yorumcuları ile çalışan İlkanın 1000in üzerinde eseri bulunmaktadır

Bunlardan ilk akla gelenler ;Islak Mendil,Tahta Masa,Kahır Mektubu,Anılar,Bir Pazar Günü, Sabahçı Kahvesi,Hatıram Olsun,Bir Gülü Sevdim,Ya Seninle Ya Sensiz,Günün Birinde,Ben Sana Ölürüm,
Gözler Kalbin Aynasıdır,Çok Tatlısın Güzelsin,Sevdalıyım,Eyvah,Çaykarası,Çocukların Günahı Ne,Ben Ne İnsanlar Gördüm,Bana Sor Yalnızlığı,Eskici,Seninle Aşkımız Eski Bir Roman ,Bir Cennettir Dünya,Kurşuna Gerek Yok Gözlerin Var Ya,Selam Olsun,Bizim Sokaklar,Hatıran Yeter,Elveda,Hiçbir Kadın Beni Böyle Yakmadı ,Ben Aşkı Ölümsüz Bilenlerdenim,Tövbekar,Seveceksin İnadına,Aradığın Aşkı Söyle Buldunmu,Papatya Falı,Bu Şehrin Geceleri,Yine Bugün Sensiz,Bir Evet Yeter,
Seni Sana Emanet Ediyorum,Ya Benimsin Ya Toprağın,Sana Hasret Gideceğim,Senin İçin Burdayım,Liselim,Mastika ve diğerleri…

Ahmet Selçuk İlkan ‘ın bir başka özelliği türk müzik dünyasında ilk melodili şiir akımını başlatmış olmasıdır.Mum Işığında (Ayten) isimli şiir albümü 1982 yılında piyasaya sunulduğunda yepyeni bir akımın ayak seslerini beraberinde getiriyordu. Bu ekolu başlatan İlkan ‘ın ardından onlarca şair ve yorumcu şiir kasetleriyle bu kervana katıldı. 1991 yılında ilk şiir klibini gerçekleştiren İlkan ‘ın bu güne dek yayınlanmış 10 şiir albümü bulunuyor.

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:36
Ahmet Süreyya Durna (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)Gazeteci-Şair Ahmet Süreyya DURNA:
Gene de bildiğimden şaşmadım, inadına;
“İnadına” diyorsam,inancımın adına! . İfadesiyle,hâl tercümesinde bulunan Gazeteci-Şair Ahmet Süreyya DURNA; 1954 doğumlu olup,Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesine bağlı Nadir köyünde dünyaya geldi.İlk,Orta,Lise ve İmam Hatip Lisesinden sonra Yüksek Öğrenimini tamamladı.
İki dönem,bir siyasi partinin İskenderun ilçe başkanlığını yaptı.Uzun süre Akdeniz Bölgesi Basın Ajansı olarak çalıştı.Bazı gazetelerde; belgesel araştırmalarının yanında,kültürel makaleleri yayınlandı.Akit gazetesinde ise,dört yıl köşe yazarlığı icra etti.Bir çok Edebiyat dergilerinde şiirleri neşredildi ve bazı eserleri bestelendi.Aynı zamanda,bu dalda bir çok ödüller aldı.
Afşin Belediyesi Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü görevinde de bulunan Ahmet Süreyya DURNA; daha sonra Vakit Gazetesinde Kültür Sanat sayfasında yazdı.
Kendisi,Tekvando milli hakemidir ve şu anda müstear isimle (ulusal basında) hafta içi beş gün yazmaktadır.Sportif faaliyetlerinin dışında, Hat sanatı ve Osmanlı arşivi üzerinde çalışmaları mevcut.
Ayrıca, Evliya Çelebi’ nin Seyahatnamesinde ayak bastığı yerlerin tümünü istisnasız dolaşan Ahmet Süreyya DURNA; iyi bir Ortadoğu gözlemcisidir.

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:36
Ahmet Telli (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)HAYATI
1946 yılında Eskipazar'da doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdikten sonra, çeşitli eğitim kuruluşlarında öğretmenlik yaptı.12 Eylül' den sonra uzunca bir süre tutuklu kaldı.

1960 sonrası toplumcu şiirimizin ikinci kuşağında yer alan özgün bir şairidir. Birinci kuşaktan, özellikle İsmet
Özel'den -ses tonu ve sözcük seçimi bakımından-, geniş ölçüde etkilenmiş olduğu gözlemleniyor. Romantik ve başkaldırıcı kişiliği, O'nu bir yanıyla da Attila İlhan şiirine bağlıyor.''


ESERLERİ
Şiir Kitapları: Yangın Yılları (1979) , Hüznün İsyan Olur (1979) , Dövüşen Anlatsın (1980) , Saklı Kalan (1982) , Su Çürüdü (1983) , Belki Yine Gelirim (1984) .

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:37
Ahmet Tevfik Ozan (Only the registered members can see the link)
1953 yılında Elâzığ'da doğdu. İlk, orta ve liseyi Elâzığ'da bitirdi. Hacettepe ve Erciyes Üniversiteleri Tıp Fakültelerinde okudu. 1986'dan beri tıp doktoru olarak Kayseri'de çalışmaktadır. Şiir ve yazıları, çeşitli gazete ve dergilerde yayımlandı.

ESERLERİ
Şairin, basılmış Dağlarardı Şiirleri, Kâinat Şiiristan ve Şeyma Ceylan Yüreği adlarında üç şiir kitabı bulunmaktadır.

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:38
Ahmet Uysal (Only the registered members can see the link)
1938 yılında Balıkesir’de doğdu. Savaştepe İlköğretmen Okulu’nu, Gazi Eğitim Enstitüsü Eğitim Bölümü’nü bitirdi. İlkokul, lise, eğitim enstitüsü öğretmeni olarak çalıştı. İlköğretim müfettişliğinden emekli oldu.
Edebiyat dünyasına şiirle giren Uysal, ilk ürünlerini 'Şairler Yaprağı, Demet, İmece, Çaltı, Türk Sanatı, Varlık' gibi dergilerde yayımlattı. Daha sonra çeşitli gazete ve dergilerde eğitim, edebiyat ve çocuk kitapları üzerine yazılar yazdı (Cumhuriyet, Politika, Akşam, Yeni Halkçı adlı gazetelerde; Yeni Toplum, Yeni Dönem, Dönemeç, Türk Dili, Sesimiz, Oluşum, Türkiye Yazıları gibi dergilerde.)
1975 yılından sonra çocuk edebiyatına yöneldi. Çocuklara Öykü (Bursa 1975, 4 sayı) adlı bir dergi çıkardı. Çocuklar için pek çok masal, öykü şiir ve roman yazdı. Kitaplarından bazılarının adları şöyle : Alaca Baykuş (öykü), Çöpçü Martı (öykü), Keloğlan’ın Diliyle (masal), Yaban Kedisi (öykü), Çöp Toplama Yarışı (öykü), Anası Bulut Babası Yağmur (roman), Mağara Gölünde Serüven (öykü), Ayda Yaz Uykusu (bilimkurgu roman), Keloğlan’ın Düşü (masal)... Yaban Kedisi adlı kitap, Almanya’da Türkçe/Almanca olarak iki dilde basıldı (1989).

Aldığı Ödüller:

12. Antalya Film Festivali Öykü Yarışmasında (Harç Kovası adlı öyküyle) mansiyon 1975
Damar Edebiyat Dergisi / Çankaya Belediyesi Çocuk Şiirleri Yarışmasında (Kuşgölü’nde Günler adlı dosyayla) ikincilik 1992
Kırmızı Fare Çocuk Dergisi Öykü Yarışmasında (çeşitli öykülerle) başarı 1992
Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü (Suyla Sınanmış Şiirler adlı dosyayla, sonradan Uzak Yazlarda adıyla kitaplaştı) 1998
Yunus Nadi Şiir Ödülü (Acının Gümüşü adlı dosyayla) 1999

Ahmet Uysal, edebiyat dergilerinden Ardıçkuşu, Bahçe, Damar, Kıyı, İnsan, Morca, Çağdaş Türk Dili, Pencere, Söylem, Yaşasın Edebiyat, Şiir-lik’te yazmayı sürdürüyor. Ayrıca Yaklaşım (Balıkesir), Düşlem (Bursa) adlı dergilerin de kurucuları arasında yer aldı.

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:38
Ahmet Yaman (Only the registered members can see the link)
Ahmet YAMAN 10.09.1980 yılında Yozgat’ın Akdağmadeni İlçesi’nin Ortaköy Köyü’nde dünya ile tanıştı. Çiftçilikle uğraşan bir ailenin yedinci çocuğudur. Osmanlı kültürünün kalıntılarını içerisinde barındıran Ortaköy’ün sert ve mert ikliminde ailesi ve çevresinin içerisinde kültürünün temellerini atmaya başladı.
İlkokulu köyünde başarıyla tamamlayan Ahmet YAMAN Akdağmadeni’nde yaşayan ablasının yanında ortaokula başladı. Bir yıl içerisinde zorluklarla alıştığı ilçe ortamında fazla kalmadı. Ortaokula devam etmek üzere İstanbul’da bulunan ağabeyinin yanına yerleşti. Ortaokulu henüz yeni açılmış bir okul olan Evliya Çelebi Ortaokulu’nda tamamladı.
Hayata daha hızlı bir adım atmak düşüncesiyle Bayrampaşa Ticaret ve Meslek Lisesi’ne kaydoldu. Başlangıçtaki amacı bir muhasebeci olmaktı. Staj yaptığı dönemde muhasebecilik işinin kendisine uygun bir meslek olmadığını düşünerek üniversite okuması gerektiği kanaatine vardı.
Sene 1995: Ahmet YAMAN lise öğrenimini tamamlamış olarak köyüne döndü. Amacı, bir taraftan ailesine yardımcı olurken diğer yandan da üniversite sınavlarına hazırlanmak idi. İmkânlar elvermediği için herhangi bir dershaneye gidemedi. Sınava girdiği ikinci sene de istediği bir bölüme giremedi. Bu arada okumak istediği işletme ve ekonomi tarzı bölümlerin kendi karakterine uygun olup olmadığını etüt etmeye başladı. Bunun sebebi şuydu: Kendisi şiiri çok seviyordu ve şiirle uğraşmak istiyordu. Sırf bu sebepten dolayı tercihlerinin arasına bir tane edebiyat bölümü yazdı.
Kader bu ya: 1997’de Kırıkkale Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı okumaya başladı.Türkçeyi Türk kültürünü ve edebiyatına çok sevdiği için hiçbir zorluk çekmeden 2001 yılında üniversiteden mezun oldu.
Aynı yıl içerisinde Akdağmadeni İmam Hatip Lisesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak göreve başladı. Bunun yanı sıra Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Eski Türk Edebiyatı alanında Yüksek Lisans öğrenimine başladı. 2004 yılında “Sûdi’nin Şerh-i Divan-ı Hafız’ının III. Cildinde Klasik Türk Edebiyatı İle İlgili Kavramlar” isimli tezi bitirerek Yüksek Lisans Öğrenimini Tamamladı.
31.07.2006 tarihinde askerlik hizmetini tamamlamak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri’ne katıldı. 29.06.2007 tarihinde askerlik hizmetini tamamladı ve memleketine döndü. Bu sitenin hazırlanmasında en büyük emeğe sahip olan Erkan AKKAYA’yı tanıması da askerlik dönemine rastlamaktadır.
Halen Akdağmadeni İmam Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yapmakta olan Ahmet YAMAN evli ve bir çocuk babasıdır.
Şiir yazmaya küçük yaşlarda başlamasına rağmen yazdıklarının olgunlaşmamış olduğu düşüncesiyle şiirlerini yayınlamayı düşünmemiştir. Fakat üniversiteden mezun olduğu yıl yazmış oludğu “Affet Beni Süveyda” isimli şiirin insanlar tarafından beğenilmesi ona cesaret vermiş ve şiirlerini insanlarla paylaşmaya başlamıştır. Şiir konusunda kendisine cesaret ve şevk veren “süveyda” kelimesi adeta onun ilhamı olmuştur. Bu sebeple de kızına “Süveyda” ismini vermiştir. Bununla kalmayarak hazırlamış olduğu sitenin ismine bile bu kelimeyi koymaktan geri durmamıştır.
Şiirin, edebiyatın ve sanatın hak ettiği değeri bulamadığı günümüz dünyasında bu sitenin şiir, sanat ve edebiyat adına bir umut ışığı olacağı düşüncesiyle hareket eden Ahmet YAMAN tüm şiir severlere açık tuttuğu bu sitesinde kendi şiirlerini de yayınlamaktadır.
Kıymeti gönüllerin tacı durumunda bulunan tüm şairlerimize hayırlı olmasını diliyoruz

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:39
Aka Gündüz (Only the registered members can see the link)
Romancı ve tiyatro yazarı(1886-1958). Binbaşı Kadri Bey’in oğludur. Asıl adı Enis Avni’dir. Selânik’e bağlı Katerİn’de doğmuş, ilk öğrenimi Serez ve Selanik’te, orta öğrenimini Eğrikapı Sırp Rüştiyesi, Galatasaray, Edirne ve Kuleli Askerî idadilerinde yaptı. Harbiye Öğrencisi iken hastalanınca tahsiline ara verdi. Bir ara Paris’te hukuk ve güzel sanatlar öğrenimine devam etti ise de yanda bırakarak yurda döndü. Hâriciye gümrüğünde memur olarak çalışırken Abdülhamid yönetimince Selânik’e sürüldü. 31 Mart Vak’ası (1909) üzerine İstanbul’a gelen Hareket Ordusu’na gönüllü olarak katıldı. İstanbul’un işgaline kadar (1919) gazetecilik yaptı. İşgal kuvvetleri onu Malta’ya sürdü. 1932-1946 yılları arasında milletvekilliği yaptı. Ankara’da Öldü.

Selanik’te yayımlanan Çocuk Bahçesi ile Genç kalemler dergilerinde çıkan yazılarıjle tanınmaya başladı. Millî Edebiyat akımı içinde yer aldı. Selanik, İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana’da çıkan gazete ve dergilerde değişik takma isimler kullanarak yazılar neşretti. Daha çok sâde Türkçe ve samîmi bir üslûp İle yazdığı popüler romanları ile meşhur oldu. Romanlarında hem realizm hem de romantizm tesiri görülür. Aka Gündüz tiyatro eserleri, şiirler ve hikâyeler de yazmıştır.

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:39
Akif İnan (Only the registered members can see the link)
Şair ve yazar (D. 12 Temmuz 1940, Şanlıurfa - Ö. 6 Ocak 2000). İlk ve ortaokulu Urfa'da, liseyi Maraş'ta bitirdi. Ankara Üniversitesi DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1972) mezunu. Öğrencilik yıllarında Hilal dergisi ve yayınlarını (1962-64) yönetti, Türk Ocakları Genel Merkezi'nde müdürlük yaptı (1964-69). Türk Taşıt Sendikası'nda sendikacılık faaliyetinde bulundu (1969-72). Gazi Eğitim Eğitim Enstitüsü'nde Türkçe-edebiyat öğretmenliği yaptı (1977-80). 1980 yılında Hacc görevini yerine getirdi. Kurucusu olduğu Eğitimciler Birliği Sendikası ve Memur-Sen Konfederasyonu'nun Genel Başkanlığını yaptı (1993-2000). 1999 yılının Haziran ayında kanser hastalığına yakalandığı anlaşılarak Ankara'da hastaneye yatırıldı. Tedavilerden ümit kesilince isteği üzerine Aralık ayında götürüldüğü Urfa'da 2000 yılının ilk günlerinde bir Ramazan gecesi vefat etti.

İlk ve yazı şiirleri 1957'den itibaren mahalli gazetelerde çıktı. 1959'da Derya adlı bir gazete yayımladı. 1969 yılında Nuri Pakdil, Rasim Özdenören ve Erdem Bayazıt'la birlikte Edebiyat dergisinin, 1976'da Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt, Alaeddin Özdenören ve Ersin Gürdoğan grubu ile Mavera dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Daha çok Edebiyat dergisinde çıkan yazıları ile, ayrıca 1977'de Yeni Devir gazetesinde Akif Reha imzası ve kendi adıyla yazdığı köşe yazılarıyla tanındı. 1998'de Kanal 7'de kültür ve sanat programı hazırlayıp sundu. Bazı ürünleri de Türk Ruhu, Türk Yurdu, Filiz, Yeni İstiklal, Hilal gibi gazete ve dergilerde yayımlandı. 1998'de Divan ve halk şiiri geleneğinden yararlandığı şiirleriyle kendi kuşağının usta şairleri arasında gösterildi. 1982'de KASD Deneme Ödülü'nü aldı. 1995'te Türkmenistan'ın başkenti Aşkabat'ta yapılan Türkçe'nin Üçüncü Uluslarası Şiir Şöleni'nde kendisine Türkmenistan'ın ünlü şairi Mahdum Kulu Şiir Ödülü verildi. Ölümünden sonra Urfa Belediyesi tarafından aynı yıl adına şiir yarışması düzenlendi.

' Akif İnan, Divan şiiri nazım biçimini, hece veznini ve halk şiirini bir arada kullanma başarısını göstermiştir. Onun şiiri, bu yönüyle klasik şiirin üslup hususiyetini ve ifade kudretini modern zamana taşıyan bir şiir özelliği taşımaktadır. (...) Akif İnan, Divan şiiri ile günümüz arasında bir köprü kurmuş ve Türk şiirine yeni bir duyarlık kazandırmıştır. O, şiirlerinde, sosyal konuları, aşkı, tabiatı, sade bir ifade biçimiyle yansıtabilme başarısını göstermiştir. O'nun şiiri, 'yerli düşüncenin ürünleri'dir. 'Zamanı aşıp çağı yenileyen' şiirlerdir. Akif İnan, modern çağda millî ve geleneksel bir ses olarak Türk şiirinde kendine has bir yer edinmiştir. '

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:40
Alaaddin Özdenören (Only the registered members can see the link)
1940 yılında Maraş’ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini Maraş, Tunceli, Malatya ve İstanbul’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun oldu. Çeşitli okullarda öğretmenlik görevinde bulundu. 1991 yılında Kültür Bakanlığı’ndan müşavir olarak emekli oldu. Halen Balıkesir’de yaşamını sürdürmektedir.

ESERLERİ: Güneş Donanması (şiir), Batılılaşma Üzerine (deneme), Yakın Çağ Batı Dünyası ve Türkiye’deki Yansımaları (deneme), Devlet ve İnsan (deneme), Gide Gide Yalnızlık (şiir), Şiirin Geçitleri (şiir tahlili),Unutulmuşluklar,Şiirler (1975-1999)

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:41
Ali Altınkaynak (Only the registered members can see the link)
Şu anda 19 yaşında bir üniversite öğrencisi olan amatör şair 1988 yılında Aksaray'da doğdu.İlkokulu Emlak Kredi İlköğretim Okulu liseyi Özel Sema Lisesi'nde okudu.Şimdi ise Niğde Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği 3. sınıfta okumaktadır.Kendisini pek başarılı bulmasada şiir yazmayada zaman ayırmaktadır.Kendisine idol olarak Necip Fazıl ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ı almaktadır

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:41
Ali Ekber Çicek (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)1938 - 26 Nisan 2006. Erzincan’ın Ulalar köyünde doğdu. 1939’daki Erzincan depreminde babası öldü. Çok küçük yaşlarda bağlama öğrenmeye başladı. Potim İsmail Dede ve Emin Tabak Dede’den ilk bağlama dersleri aldı.

İlkokuldan sonra maddi olanaksızlıklar nedeniyle öğrenimi sürdüremedi. Yaşamını sağlayabilmek için değişik işlerde çalıştı. Ancak müzikle bağını hiç koparmadı.

İlk gençliğinde İstanbul’a giderek dönemin birçok ünlü halk müziği isimleriyle tanıştı ve kendini geliştirdi.

Askerlikten sonra müzik ve bağlama bilgisini pekiştiren Çiçek, 1954 yılında Muzaffer Sarısözen tarafından beğenilince Ankara Radyosuna girdi. Bir süre burada çalıştıktan sonra, görevini 1960’dan sonra da İstanbul Radyosunda sürdürdü.

Radyoda çalıştığı dönemde yaklaşık 400 türküyü seslendiren ve geniş dinleyici topluluklarına ulaşan Ali Ekber Çiçek, kendinden sonra birçok bağlama ve ses sanatçısını etkiledi. Derlediği ya da bestelediği türkülerin birçoğu halk müziğinin klasikleri arasında yeri aldı.

Hakkında bir de belgesel hazırlanan Ali Ekber Çiçek, Türkiye ve Türkiye dışında birçok konser ve seminere katıldı, birkaçı Amerika ve Fransa’da olmak üzere onlarca albüm hazırladı.

İstanbul'da öldü ve Edremit'te toprağa verildi.

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:42
» Ali Ekrem Bolayır (Only the registered members can see the link)
Osmanlı Devletinin son zamanlarında yetişen devlet adamı ve şair. İstanbul’da 1867 senesinde doğdu. Babası Namık Kemal’dir. Dört yaşında iken Hobyar Mahalle Mektebine başladı. İlk tahsilini tamamladıktan sonra bir sene kadar Fatih Askeri Rüşdiyesine devam etti. Özel derslerle idadi tahsilini tamamlayan Ali Ekrem, babası Rodos Mutasarrıfıyken Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. Oğlunu asker yapmak isteyen Namık Kemal, bir dilekçe ile Sultan İkinci Abdülhamid Hana müracaat etti ise de, dedesi buna mani olarak padişahtan Şura-yı Devlete veya Hariciye Nezaretine tayinini rica etti. Sultan bu iki teklifi kale almayıp, Ali Ekrem’i Mabeyn’e aldı.

Ali Ekrem, Mabeyndeki görevine başladığında 20 yaşındaydı. On sekiz sene bu vazifede çalıştı. 1906’da Kudüs Mutasarrıflığına, Meşrutiyetin ilanından sonra da Beyrut valiliğine tayin edildi. Bu vazifede üç gün bulunduktan sonra istifa etti. 1908 Eylülünde Cezayir-i Bahr-i Sefid (Akdeniz Adaları) valisi oldu. Bir sene sonra görevden alınınca İstanbul’a döndü. 1910’da Darülfünunda Edebiyat Müderrisi oldu. 1912’de tekrar Akdeniz Adaları valiliğine tayin edildi. Balkan Savaşları sırasında Yunanlılara esir düştü ise de esareti kısa sürdü ve İstanbul’a döndü. Tekrar Darülfünun’a müderris oldu. 1919'da edebiyat dersi, Maarif Nazırı tarafından kaldırılınca, Galatasaray Lisesi Edebiyat Öğretmenliğine tayin edildi. Ancak bu vazifeyi kabul etmedi. Said Bey Maarif Nazırı olunca Galatasaray Lisesi Edebiyat Öğretmenliğini kabul etti. 1922’de Yahya Kemal’e vekaleten üçüncü defa Darülfünun'a tayin edildi. Birkaç ay sonra asil olarak ders vermeye başlayan Ali Ekrem, buranın üniversiteye çevrildiği tarihten 1933’e kadar bu vazifede kaldı. Diğer taraftan da Maltepe Askeri Lisesinde edebiyat dersleri veriyordu. Darülfünun'dan ayrıldıktan sonra bu vazifesine devam etti. Ali Ekrem 27 Ağustos 1937’de öldü ve Zincirlikuyu Asri Mezarlığına gömüldü.

Ali Ekrem, daha on yaşında iken şiirler söylemeye başlamıştı. Babası bazı mısralarını düzelterek ona yardımcı oldu. 17-18 yaşlarında iken düzgün manzumeler yazıyordu. İlk neşredilen eseri “Dağ” adlı mensuresidir. Önceleri İlham, sonra da Ayın Nadir takma isimlerini kullandı. Servet-i Fünun'da yazmaya başladıktan sonra asıl şahsiyetine kavuşan Ali Ekrem, bir süre sonra Tevfik Fikret’le aralarında ayrılık çıkınca Servet-i Fünun'u bırakarak Malumat’a geçti.

Ali Ekrem’in dili ihtişamlı olduğu için Türkçülük cereyanına katılmadı. Bazı manzumelerinde tekellüflü (ağır) bir dil kullanmış, tamlamalara bağlı kalmıştı. Dile hakim olan şair, 1908’den sonra hece vezni ile şiirler yazdı ise de bu vezni aruzdaki gibi başarıyla kullanamamıştır. Gerçekleri romantik bir tarzda ifade etmek onun bariz özelliklerindendir.

Ali Ekrem Bolayır’ın başlıca eserleri şunlardır: 1) Zilal-i İlham (1909): 1888-1908 seneleri arasında yazdığı şiirleri içine alan bir eserdir. 2) Kaside-i Askeriye (1908): Namık Kemal’in Hürriyet Kasidesi'ne nazire olarak yazılmış 41 beytlik bir kasidedir. 3) Ana Vatan (1921): Hece vezni ile yazılmış milli duyguyu işleyen şiirlerden meydana gelmiştir. 4) Şiir Demeti (1925): Küçük çocuklar için dini, milli ve eğitici mahiyette şiirlerin yer aldığı bir eserdir. 5) Ruh-ı Kemal (1908), 6) Kırmızı Fesler (1908), 7) Lisan-ı Osmani (1914), 8) Ordunun Defteri (1918), 9) Vicdan Alevleri, 10) Lisan-ı Nazm, 11) Lisan-ı Nesr, 12) Mesalik-i Edebiye, 13) Tair-i İlahi, 14) Barıa, 15) Engel, 16) Sükut, 17) Eğlenirken.

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:42
Ali K. Metin (Only the registered members can see the link)
1964, Bilecik-Söğüt doğumlu. G. Ü. Basın Yayın Y. O.’nu bitirdi. Bir kamu kurumunda görev yapıyor. Edebiyat Ortamı dergisinin (1997-1998) yayın yönetmenliğini yaptı ve dergiyi 12 sayı çıkardı. Kökler dergisinin kurucuları arasında yer aldı, derginin yayın danışmanlığını yaptı.

Edebiyat Ortamı ve Kökler dışında Kelime, İkindi Yazıları, Dergâh, Yedi İklim, Hece, Atlılar gibi dergilerde şiir ve yazıları yayımlandı.

Yayımlanmış eserleri: Sürgün ve Atlas (şiir / 1999), Bir Yangın Tenhası (şiir / 2004), Barbar Senfoni (şiir/2006), Yazıyla Solumak (eleştiri / 2002).

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:43
Ali Kaybal (Only the registered members can see the link)
1956 yılı Kırıkkale doğumludur. İlk, orta ve lise öğrenimini burada tamamlamış. Yüksek öğrenimini Bursa İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinde tamamlamıştır.
Serbest mali müşavirlik, dershane işletmeciliğinde bulunmuş.
Devletin çeşitli kademelerinde şef, müdür, daire başkanı ve müfettiş olarak görevlerde bulunmuş. Halen bir kamu kesiminde bu görevine devam etmektedir.
Evli ve 2 çocuk babasıdır.
Yayın hayatında iki adet kitabı bulunmaktadır.

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:43
Ali Kızıltuğ (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)1944 yılında Sivas ili Divriği ilçesi Mursal köyünde dünyaya geldi. 1958 yılında bağlama çalmaya başladı. Bağlamaya ilişkin temel bilgileri köyünde bulunan Abbas ustadan öğrendi. İlk yıllarda başka aşıkların eserlerini ve yöresel türküleri seslendirdi.

1969 yılında ilk plağı olan 'Asrı gurbet harab etmiş köyümü' çıktı. Bugüne kadar 103 plak ve 87 kaseti yayınlandı. 2160 eseri bulunmakta ve bunların 550 tanesi başka sanatçılar tarafından seslendirildi.

1969 dan bu yana sadece kendi eserlerini seslendiriyor. Eserlerini hazırlarken genellikle
önce şiir olarak yazıp sonra onları besteliyor. Ancak doğaçlamada çalıp söylüyor, 1971 yılında İstanbul Tepebaşında yapılan ve tüm ozanların katıldığı bir atışma yarışmasında birinci seçildi.

Geçim sıkıntısı nedeniyle göç etmek zorunda kalır ve 1973 de Ankaraya yerleşti.

Aşık Veysel ve Aşık Mahzuni onu en çok etkileyen aşıklardır.

Uzun sap bağlama çalıyor ve bağlamasını hüseyni düzenine akort ediyor.

'Baykuşlara kalan köy' ve 'Sorma efendim' adında iki kitabı yayımlandı ve diğer eserlerini de 10 cilt kitap halinde yayınlamayı düşünmektedir.

Memur emeklisi ve 4 çocuk babası olan Ali Kızıltuğ halen Ankara'da ikamet etmekte ve kendisini şöyle özetliyor: 'Ne yarimden vazgeçtim, ne sazımdan vazgeçtim, ne de vatanımdan vazgeçtim. Nasıl Mursal'dan geldiysem, o nazlım, sefil, tertemiz bir köylü çocuğu isem şimdide aynıyım...'.

sarıkanarya_41
18-09-2008, 14:45
Ali Osman Kurun (Only the registered members can see the link)
1981, Samsun doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi mezunu. Özel bir eğitim kurumunda çalışıyor. İstanbul'da yaşıyor.