PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : 06.12.20008 Sağlık Haberleri...



sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:38
Yaşlanmayı önlemek ister misiniz?Kırışıklık ve sarkmanın önüne geçin...

06.12.2008 13:40Only the registered members can see the link Üniversitesi Hastanesi Plastik Estetik Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Karacalar, 30 yaşından sonra seneda bir kür meyve asidi, iki kez botoks, iki kez dolgu ve bir kür yüzeysel mikrotraşlamanın yaşlanmayı geciktireceğini belirtti.

Prof. Dr. Karacalar, yaptığı yazılı açıklamada, yaşlanmayı geciktiren koruyucu estetik uygulamaların deformasyon oluştuktan sonra yapılan müdahalelere göre çok daha avantajlı olduğunu kaydetti.

Deformasyon oluştuktan sonra estetik yaptırma anlayışının doğru olmadığını belirten Karacalar, kırışıklık ve sarkma oluşmadan önlem alınırsa estetiğin daha başarılı olacağını ifade ederek, açıklamasında şunları kaydetti:

''Mesela bir koruyucu hekimlik hizmeti olan aşının estetik cerrahide de benzerleri vardır. Bunlardan biri botokstur. Özellikle kötü kullanılan mimikler deformasyon nedenlerinden biridir. Botoks mimikleri terbiye eder. Yüzde çizgiler çok oluşmadan, özellikle çok mimik kullanan biri koruyucu estetik önlemi olarak botoks yaptırabilir. Bir başka koruyucu estetik yöntemi dolgudur. 30 yaşından sonra hücreler arasında bulunan jel azalmaya başlar. 40'lı yaşlarda ise iyice etkisini gösterir. Yüzümüzün yaşlanmasının nedenlerinden bir tanesi hücreler arası maddenin ve yağ dokusunun erimesi ve yer değiştirmesidir. O nedenle 30 yaşından sonra kayıp olan yerlere dolgu takviyesi yapılırsa bu çökme olmaz.''

Karacalar, 30 yaşından sonra ciltte damarlanma ve lekeler oluştuğuna, lekelerin zaman içerisinde koyulaştığına dikkati çekerek, bu nedenle ''temel meyve asiti'' uygulamasının her sene en azından bir kere yaptırılmasının yararlı olacağını belirtti. Meyve asitlerinden oluşan özellikle glikolik asit gibi asitlerle cildin ölü tabakası soyularak, leke yapıcı hücrelerin baskı altına alındığını anlatan Karacalar, şu önerilerde bulundu:

''Son zamanlarda çok popüler bir uygulama olan askılar da özellikle yanağı ağır, sarkmaya meyilli olan kişilerde destek amaçlı koruyucu estetik tedavisi olarak uygulanır. 30 yaşından sonra seneda bir kür meyve asidini yaptırın. Yılda iki kez botoks, seneda iki kez dolgu, seneda bir kür yüzeysel mikrotraşlama yaşlanmayı geciktirecek ve deformasyonları azaltacaktır.''

AA

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:39
Only the registered members can see the link Üniversitesi Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Yavuz Selim Pata, kulak kirini temizlemek için pamuk kullanmanın sakıncalı olduğunu belirterek, ''Kulak pamukları ile biriken kirler içeri doğru itilip kulağı tıkar. O nedenle pamukla kulağın dıştan görülen yerlerinin nemini almak yeterlidir'' dedi.

Pata, yaptığı yazılı açıklamada, kulakta biriken kirlerin yanlış yapılan temizleme nedeniyle kulağı tıkayabildiğini bildirdi.

Kulak kirinin nasıl oluştuğu hakkında bilgi veren Pata, şunları kaydetti:

''Vücudumuzda birçok organ kendine ait bir salgı salgılar. Ağzımızdaki tükürük salgısı, burnumuzdaki sıvı salgısı gibi kulağımızda da bir salgı vardır. Bu salgı tükürük kadar sulu bir salgı değildir.

Ağzımızdaki tükürük salgısı sürekli salgılanır ve biz bunu yutarak ağzımızı temizleriz, kulaktaki salgı da kulaktaki minik titrek tüyler sayesinde dışarıya doğru yavaş yavaş itilir ve dış kulak yolundan kulak kepçesine itilir.''

Pata, kulak kiri oluşumunun kişiden kişiye değiştiğini, kirin açık sarı ile koyu kahverengi arasında olabildiğini ve sıvı veya daha katı kıvamda salgı şeklinde görülebildiğini belirterek, ''Bazı insanların kulağında bu salgıyı dışarıya atan mekanizma daha az çalışır ya da dış etkenlerle bozulur ve buna bağlı olarak kulak yolunda kir birikir'' dedi.

-''İŞİTME KAYBI YAPAR''-

Pata, kulaktaki kirin dışarı çıkma mekanizmasının nasıl bozulduğunu da şöyle anlattı:

''Kulak kiri kulak pamuklarıyla temizlenmeye çalışılırsa hem kulak yolundaki kir biraz içeriye doğru itilmiş olur, hem de kulak salgısını dışarı atan tüylerin hareketi kısa süreli de olsa bozulur. O esnada salgı salgılanmaya devam eder ama tüyler çalışmadığı için dışarı atılamaz. Bir müddet sonra bu tüylerin taşıma kapasitesini aşan şekilde salgı birikir. Dışarı atılamadığı zaman da birikerek kulak kanalını tamamen kapatır ve problem başlar. Kulak kanalını tamamen doldurana kadar şikayet yapmaz.''

Kulak çöplerinin, kulağın girişine yarım santim veya bir santim kadar sokulup temizlik yapılabileceğini, çünkü kulak zarının yaklaşık 2.5-3 santim ileride bulunduğunu ifade eden Pata, özellikle banyodan sonra kulak yolunun girişindeki nemi almanın faydalı olduğunu vurguladı.

Pata, kulak kanalının 7–8 milimetre genişliğinde ve silindir şeklinde olduğunu kaydederek, bu kanalda bir toplu iğnenin geçeceği kadar bir delik bile kalsa işitme problemi yaşanmayacağını ancak bir dolgunluk problemi olabileceğini bildirdi. Genellikle havuza ya da denize girdikten veya banyodan sonra, birikmiş olan kulak salgısının su ile şişip kulak kanalını tamamen doldurduğuna dikkati çeken Pata, ''Kulak kanalı dolduğu zaman işitme kaybı ve dolgunluk hissedilir. Hatta zaman zaman kulak çınlaması ve baş dönmesi bile olur'' bilgisini aktardı.

AA

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:39
Only the registered members can see the link Bayramı'nda et tüketiminin artmasının sağlık açısından riskleri artırdığı, ziyaretlerde aşırı kahve ve demli çay tüketilmesinin de tansiyon ve kalp-damar rahatsızlıklarına davetiye çıkardığı bildirildi.

Konya Vakıf Hastanesi Diyetisyeni Serpil Koygun, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kurban Bayramlarında beslenmede büyük değişiklik yaşandığını, genelde dengesiz gıda tüketildiğini bildirdi.

Öğün saatlerinin değiştiğini, genelde ete ve hamur tatlılarına yönelik beslenme olduğunu ifade eden Koygun, bu durumun vücudun dengesini bozduğunu ve sağlık açısından risk oluşturduğunu söyledi.

Etin çok önemli bir besin kaynağı olduğunu vurgulayan Koygun, şunları kaydetti:

''Kaliteli protein içermelerinin yanı sıra etler, yağ, çinko, demir, fosfor, magnezyum gibi mineraller ve B12, B6, B1, A vitamini gibi vitaminler yönünden de zengindir. Önemli besin kaynağı olan et, kontrolsüz tüketildiğinde kalp-damar, şeker, yüksek tansiyon, böbrek ve mide için tehdit oluşturabilir. Bu yüzden etler kesilmesinin ardından hemen tüketilmemeli, buzdolabında 1-2 gün bekletilmelidir. Etlerin pişirilmesinde haşlama, ızgara gibi yöntemler tercih edilmeli, kızartmadan kaçınılmalıdır. Çok yüksek ısıda uzun süre pişirme, kızartma ve direkt ateşte pişirme yöntemleri etin besin kalitesini azaltacağı gibi kanserojen riskini artırmaktadır.''

-ETİ SEBZEYLE TÜKETİN, KAHVEYE DİKKAT-

Etlerin sebzelerle pişirilmesini ya da çiğ sebzelerle beraber tüketilmesini öneren Koygun, ''Sebzeler, etlerde bulunan vitamin ve minerallerin emilimini kolaylaştıracağı için etin bioyararlılığını artırır. Lifli olmaları nedeniyle etin sindirimini kolaylaştırır. Hazımsızlığı büyük ölçüde önler'' dedi.

Koygun, bayramda güne mutlaka kahvaltı ederek başlanmasını önererek, şöyle devam etti:

''Ziyaretlerde ikramlar büyük önem taşıyor. Aşırı et tüketimi ile zaten sağlık açısından ciddi riskler ortaya çıkıyor. Bunun üzerine tüketilecek diğer gıda ürünleri riski artırabilir. Öncelikle hamur tatlıları ve çikolata yerine sütlü tatlı veya meyveler tercih edilmeli. Özellikle aileler günde birkaç yakınını ziyaret ediyor. Türk kültüründe ziyaretlerde kahve çay büyük önem taşıyor. Et ve hamurlu tatlılar nedeniyle zor anlar yaşayan vücut, kahve ve demli çayla iflas edebilir. Aşırı kahve ve çay tüketimi tansiyon ve kalp-damar riskini artırdığı düşünüldüğünde bayramda çok dikkat edilmesi gerekiyor. Ziyaretlerde açık limonlu çay içilebilir. Limonlu çay, C vitamini desteğiyle etteki demirin emilimini kolaylaştıracaktır.''

Koygun, Kurban Bayramı'nda gazlı içecek ve çayın fazla tüketilmesi nedeniyle suyun çok az içildiğini belirterek, ''Çay ve gazlı içecekler su yerine geçmez. Günde 8-10 bardak su tüketimi ihmal edilmemeli. Etlerin yanında asitli içeceklerden ziyade taze sıkılmış meyve suları ve ayran içilmeli'' diye konuştu.

AA

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:40
Only the registered members can see the link Sezaryenle doğan bebeklerin astıma yakalanma riskinin normal doğanlardan daha fazla olabileceği belirtildi.
Hollanda’daki Sağlık ve Çevre Enstitüsünden Dr. Caroline Roduit ve ekibi, 8 sene boyunca Hollanda’da Mayıs 1996 ile Aralık 1997’de dünyaya gelen, 247’si (yüzde 8,5) sezaryenle doğmuş 2 bin 917 çocuğun sağlık durumunu araştırdı.
Bu çocuklardan yüzde 12,4’ünün 8 yaşından itibaren astıma yakalandığını gören bilim adamları, sezaryenle doğan çocukların astıma yakalanma riskinin daha fazla olduğu sonucuna vardı.

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:40
Only the registered members can see the link sene gerek Ramazan Bayramı, gerekse Kurban Bayramı'nda dokuzar gün tatil olması, sanatçılar başta olmak üzere, çalışanların da estetik operasyonlar için senebaşından önceki bu molaları tercih etmelerini sağladı.

Genellikle Ramazan ayında programlarını erteleyen sanatçılar bu bir aylık süreci estetik amaçlı değerlendirirken, Kurban Bayramı'ndaki dokuz günlük tatil de daha kısa sürede iyileşen estetik operasyonların yaptırılması amacıyla fırsat yarattı. Üstelik sadece sanatçılar değil, iş programları nedeniyle mesailerinden estetiğe zaman ayıramayan çalışanlar da dokuz günlük tatili estetik amaçlı değerlendirmeyi tercih eder oldu.

International Hospital Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Nuri Soysal, dokuz günlük tatil süresice en çok tercih edilen estetik işlemleri şöyle sıralıyor:

Liposuction
Göz kapağı
Göz torbası
Burun ameliyatları
Botoks
Dolgu ve iple asma yöntemleri
Meme toparlama
Meme dikleştirme
Meme büyütme

Spor ve diyete rağmen gitmeyen yağlara 'liposuction'

Günlük yaşamlarında düzenli spor yapan, beslenmesine dikkat ettiği halde çeşitli bölgelerinde yağlanma olan kadınlar ve erkeklerin yardımına liposuction yetişiyor. Bunun için en çok karın, basen, bacak içleri, belin kenarları gibi yerlere uyguladığımız, ince kanüllerle yağ alma işlemi anlamına gelen liposuction yöntemini kullanıyoruz. İkinci sırada botoks işlemleri geliyor. Botoksu alındaki yatay ve di*** kırışıklıklarda, göz kenarlarındaki çizgilenmeleri açmada kullanıyoruz. Üçüncü sırada dolgu işlemleri geliyor. Yanaklarda ve yanak çizgilerinde yararlanabiliyoruz.

Sanatçılar tatilleri estetik amaçlı değerlendirdiklerinde elbette yüz estetiğini daha ön planda tutuyorlar. Çünkü vücutlarındaki bir olumsuzluğu iyi hazırlanmış bir kostümle örtebilirler. Liposuction olduktan sonra işini gücünü yapar hale gelebilir ama yüzde yapılan işlemler 4-5 günde iyileşemeyebilir. Yüzde ise sanatçıların en çok tercih ettiği operasyonlar burun ve göz kapağı ameliyatlarıdır.

Yüz germe oranı azaldı…

Yüz germe operasyonlarının bir yaşı yok günümüzde. Yüz germeyi kişiler 30 yaşında da 60 yaşında da yaptırabiliyor. Yüzme germe ameliyatı yüz yumuşak dokusunun düşmesiyle, yerçekiminin aşağı doğru hareketiyle çok gerekli olabiliyor. Ama son senelarda yüz germe eskisi kadar rağbet görmüyor. Onun yerine küçük cerrahi işlemler dediğimiz botoks, dolgu ve ipler daha ön planda. Dünyada da çok agresif cerrahiden uzaklaşmaya yönelik bir trend hakim. Yüz germe ameliyatları da bu iki nedenden dolayı azalıyor. Ayrıca birçok aletler geliştiriliyor. Deri ve deri altı dokusunu etkileyen laser aletleri, thermajlar, radyofrekans işlemleri var. Yüz germeye olan ihtiyacı bu aletlerle yapılan işlemler de geciktiriyor.
Çok uyguladığımız işlemlerden botoksu sanatçılarda daha çok, göz etrafı, alın, iki kaş arası, zaman zaman boyun, koltuk altı bölgelerine uyguluyoruz. .

İyi bir burun 'estetikliyim' diye bağırmayandır!

Burun konusunda doğal estetik daha ön planda. Kimse doğallığın dışına çıkmak istemiyor. Ameliyat olduklarını gizlemek istiyorlar. Çok belirgin çizgilerden kaçınıyorlar. Aynı şekilde dudaklarda da doğallık hep birinci tercihleri oluyor. Dudaklara silikon yaptırma modası devam etmiyor, epeyce bir azalma var. Çok abartılı dudaklar yaptırırken, birçokları bundan zarar gördüler. Basına da yansıyor. Dudaklarını öyle gözle görülür biçimde değiştirmek isteyen sanatçılar yok.

Bazen sanatçılar birden fazla defa aynı bölgeye yaptırdıkları estetik işlemlerle gündeme geliyorlar. Kötü estetik uygulamalarında, her zaman memnun olmayan bir kesim olabilir. Her cerrahın böyle bir hasta grubu olabilir. Ancak bu oranın çok düşük düzeyde kalması önemlidir. Bu mutlu olmamanın sebepleri her zaman doktora ait olan sonuçlardan kaynaklanmaz. Hastanın beklentilerinin doktorun ona vereceği sonuçtan daha fazla olması durumunda daha çok böyle sorunlar ortaya çıkıyor. Her zaman kötü ameliyatlar yapılıyor, hasta bundan mutsuz oluyor anlamına gelmemeli. Hasta ve hekim konuyu yeterince tartışmalı. Beklentilerine kavuşamıyor olabiliyorlar.

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:41
Only the registered members can see the link Bayramı tatilinin dokuz gün olması, günlük et tüketiminin de artmasına yol açıyor. Doymuş yağ içeriği yüksek olan kırmızı etin tüketimi bayram süresince arttığı için, kalp damar, diyabet, tansiyon hastaları ya da risk altındaki kişilerde tüketimin sınırlandırılması gerekiyor.

International Hospital Beslenme ve Diyet Uzmanı Dilem İrkin, kalp damar, diyabet, tansiyon hastaları ve risk altındaki kişilerin dikkat etmelerini önererek, “Sığır etinin yerine daha az doymuş yağ içermesinden dolayı koyun etini tercih edin. Bayram süresince görünen yağı alınmış dana etini ızgara, haşlama ya da fırında pişirmek kaydıyla az miktarda tüketebilirsiniz” diye konuştu.

Dilem İrkin, Kurban Bayramı'na özel beslenme kurallar ve dikkat edilecek noktalara ilişkin soruları yanıtladı:

Dokuz günlük bayram tatilinde günde ne kadar et tüketilmeli?

Kolesterol içeriği nedeniyle tüketim miktarına çok dikkat etmek gerekir. Özellikle kalp hastalığı riski taşıyan ya da bu hastalıklara sahip kişilerde et tüketimi ortalama 100 gramı (günde 3-4 köfte kadar) geçmemelidir. Bununla beraber yine doymuş yağ içeriği yüksek olan sakatat tüketiminden kaçınılmalıdır.

Et fazla miktarda yenilirse vücutta ne gibi zararları olur?

Fazla miktarda tüketilen kırmızı et sonucunda kan yağlarında yükselmeler, buna bağlı damar hasarları, plak yırtılması ve hatta kalp krizlerine neden olabilmektedir. Yine diyabet hastalarının fazla kırmızı et tüketimi sonucu diyabetin evresine göre böbrek komplikasyonu olan kişilerde böbrek hasarlarına neden olabilmektedir. Yüksek miktarda tüketilen et karaciğer yağlanması, gut hastalığı gibi sağlık sorunlarını da beraberinde getirmektedir.

Çok et yiyerek rahatsızlanan kişiler hemen soda içerler. Soda ve bol su içmek hazmı kolaylaştırır mı?

Sodanın ve maden suyunun hazmı kolaylaştırıcı etkileri vardır; fakat burada dikkat edilmesi gereken nokta soda ve maden suyunun arasındaki farktır. Maden suyu mineraller açısından da zengin olduğu için sodaya nazaran daha iyi bir içecektir. Özellikle tansiyon hastaları soda yerine maden suyunu tercih etmelidir. Çünkü soda tansiyonu yükseltmektedir.

Et ile birlikte hazmı kolaylaştırmak için ne yenilmeli?

Yeni kesilmiş etin sindirimi, etin sert olmasından kaynaklı oldukça zordur. Bu nedenle özellikle mide ve bağırsak sorunu yaşayan kişiler taze et tüketiminden kaçınmalıdır. İyi bir sindirim için et, bir gün süreyle dolapta bekletildikten sonra tüketilmelidir. Ette bulunan doymuş yağın zararlı etkilerinden vücudumuzu korumak için kolesterol düşürücü etkisi olan ve yüksek oranda posa içeren sebze tüketimi bu dönemde biraz daha artırılmalıdır.

Kavurmanın miktarı ne olmalı? Nasıl hazırlanmalı?

Tüketim miktarı kadar tüketilme şekli de sağlığımıza vereceği zararlı etkiler açısından önem taşır. Etin kızartma ya da kavurma şeklinde tüketimi, zararlı etkilerini artırmaktadır. Kavurma için kullanılan etin daha yağlı oluşu doymuş yağ alımını artırmakta ve dolayısıyla kolesterol yüksekliği ve kalp-damar hastalıkları açısından risk oluşturmaktadır. Mümkünse eti kavurma şeklinde tüketmekten kaçınmalı ya da çok az miktarla sınırlanmalıdır, yine kavurma yapılacak etin mümkünse en az yağlı kısımları tercih edilmelidir.

Çoçukların et tüketimi 2-3 porsiyon olmalı

Kurban Bayramı'nda çocukların günlük et tüketimi ne olmalı?

İçeriğindeki yüksek protein açısından çocuk beslenmesinde önemli bir yeri olan kırmızı et tüketiminde çocuklarda da aşırıya kaçmamak gerekmektedir. Çocuklarda obezitenin ve buna bağlı hastalıkların hızla artışı, beslenme konusunda daha bilinçli olmayı gerektirmektedir. Bu nedenle et tüketimine çocuk beslenmesinde mutlaka yer verilmeli; fakat bunun miktarına, tüketilme şekline dikkat edilmelidir. Hayvansal gıda alımı okul dönemindeki bir çocuk için 2-3 porsiyon olmalıdır.

Çocuk fazla et yerse ne gibi rahatsızlıklar olur? Bunları gidermek için ne yapmalı? Çocuklar eti rahat hazmedebilir mi, hazmı kolaylaştırmak için neler yapılmalı?

Kalp-damar hastalıkları, diyabet, yüksek tansiyon yetişkinlerde görülen hastalıklar gibi görünse de ne yazık ki kötü beslenme alışkanlıklarına hareketsizlik de eklenince çocuklarda görülen obezite sorunu da hızla artmaktadır. Bu nedenle çocukların et tüketiminin miktarı ve tüketim şekline dikkat etmek gerekir. Kolay sindirim için ise, etin yumuşak ve iyi pişmiş olması ve özellikle yapısındaki demirin vücutta daha iyi kullanılması için sebze ile birlikte pişirilerek tüketilmesi daha yararlı olacaktır. Mümkün olduğunca etin yağsız yeri tercih edilerek, sebze ile birlikte pişirilmesi hem sindirim açısından hem de biyoyararlılık açısından önemlidir

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:41
Only the registered members can see the link Beslenme ve Diyet Uzmanı Müge Özturna, uygun koşullarda kesilmeyen kurbanlık hayvanlardan insanlara tenya, şarbon, tüberküloz, kuduz, salmonella gibi hastalıkların bulaşma tehlikesi olduğu uyarısında bulundu.
Medicana International Ankara Hastanesi beslenme ve diyet uzmanı Müge Özturna yaptığı açıklamada, yaklaşan Kurban Bayramı'nda sağlıklı beslenme, kurban kesimi ve et tüketimi konusunda dikkat edilmesi gerekenler bulunduğunu bildirdi.
Kurban Bayramı'nda yanlış beslenmeden dolayı sadece kilo artışı değil, başka sağlık sorunlarının da ortaya çıkabileceğini belirten Özturna, ''Uygun koşullarda kesilmeyen kurbanlık hayvanlardan insanlara tenya, şarbon, tüberküloz, kuduz, salmonella gibi hastalıkların bulaşma tehlikesi var. Bu nedenle hayvan kesiminin öncelikle veteriner kontrolünde ve sağlığa uygun bir ortamda yapılması büyük önem taşıyor'' dedi.
Kurban eti bekletilmeden tüketildiğinde, iyi pişirilse de hem sert hem de sindiriminin kuvvet olacağını kaydeden Özturna, ''Etler soğuk ortamda 3-4 gün bekletildiğinde yumuşar, lezzeti artar'' ifadesini kullandı.
-KURBAN ETİNİN MUHAFAZASI-
Özturna, kurban etinin muhafazası konusunda da şu uyarılarda bulundu:
-Kurban etleri, parçalar halinde temiz kaplara konulmalı ve öncelikle güneş görmeyen serin bir yerde (14–16 derecede), 5–6 saati geçmeyecek şekilde bekletilmelidir. Bekletme sırasında etlerin hava alması sağlanmalı, bu süre sonunda oda sıcaklığına ulaşan etler buzdolabına kaldırılmalı, 4-5 derecede muhafaza edilmelidir.
-Kurbanlık etler henüz kesim sıcaklığındayken buzdolabına poşet içinde veya hava alamayacak bir durumda büyük parçalar halinde üst üste konulursa, buzdolabı sıcaklığı etin iç kısımlarını soğutmaya yetmeyecektir. Bu durumda, etin hava almayan kısımlarında çok kısa sürede (2. gün) bozulma ve kokuşma meydana gelecek, hatta daha ileri aşamalarda yeşillenme görülecek ve bu değişim sağlık açısından risk oluşturacaktır. Bu nedenle, ön soğutma koşullarına özen gösterilmeli, buna rağmen bozulma olan etler kesinlikle tüketilmemeli ve imha edilmelidir.
-Kurban etlerinin uzun süre muhafazasında öncelikle kesim sırasında hayvanın kanının çok iyi akıtılmış olması büyük önem taşır. Kan mikroorganizmalar için iyi bir ortam oluşturacağından, kanı iyi akıtılmamış hayvanların eti dayanıksız olur ve çabuk bozulur. Kurbanlık etin dayanma süresi, kesim kalitesine ve parçaların büyüklüğüne göre değişmekle beraber, normal buzdolabı koşullarında en fazla 3–4 gündür. Ancak, etler kıyma haline getirilirse bu süre 1–2 gün kadardır. Etlerin, daha uzun süre muhafaza edilebilmesi için buzlukta (dondurucuda) -18 derecede dondurulmuş olarak saklanması gerekir. Diğer taraftan, dondurulmuş etlerin de belirli bir raf ömrü olduğu unutulmamalı ve saklama süresi 4–6 aydan fazla olmamalıdır.
-KALP-DAMAR, DİYABET VE GUT HASTALARI DİKKAT-
Kurban Bayramı'nda kesilen kurban etleriyle birlikte şeker, çikolata, şerbetli hamur tatlıları gibi besinlerin de aşırı miktarlarda tüketilebildiğini ifade eden Özturna, kırmızı etin iyi, kaliteli protein, demir, çinko gibi minerallerin yanı sıra folat ve B12 vitamini kaynağı olmasına karşın, yüksek yağ ve kolesterol de içerdiğine işaret etti.
Kırmızı etler görünen yağlarından temizlense de ortalama yüzde 20 yağ içerdiklerini kaydeden Özturna, ''Kırmızı etlerin doymuş yağ asitleri oranı da beyaz etlere göre daha fazladır. Doymuş yağların tüketilmesinin kalp-damar hastalıklarının oluşumunda risk faktörlerinden biri olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle sağlıklı beslenmede, kan kolesterol düzeyi yüksek, aşırı kilolu, hipertansiyon, kalp-damar, diyabet ve gut hastalığı olanların kırmızı et tüketimini sınırlandırması gerekir'' uyarısını dile getirdi.
Çiğ köfte gibi pişmeden hazırlanan yemeklerin ve yanmış etlerin tüketilmemesi, pişirilen et ve et yemeklerin oda sıcaklığında bekletilmemesi gerektiğini bildiren Özturna, ''Pişirilmiş et yemeklerinin bozulmaması için tüketilecek miktarlarda buzdolabından çıkartılıp ısıtılmalıdır'' dedi.
Et hazırlamada kullanılan kap ve kesme tahtalarında çiğ sebze ve meyvelerin doğranmaması gereğine de dikkati çeken Özturna, çiğ etteki bazı zararlı mikroorganizmaların sebze ve meyvelere bu yolla geçerek insan sağlığını tehdit edebileceğini kaydetti.
Gerektiği kadar et tüketilirken, çeşitliliği sağlamak adına, süt ve süt ürünleri, taze sebze ve meyve, ekmek ve tahıl grubu, pirinç ve bulgur gibi diğer besin grubundaki yiyeceklerden aynı öğünde tüketilmesinin önemli olduğunu belirten Özturna, ''Eğer bayramın ilk günü yemek tüketiminde aşırıya kaçmışsak, diğer günler bunu telafi edecek şekilde hafif yiyecekleri tercih etmeliyiz'' uyarısında bulundu.
İkram edilenlerin geri çevrilmeyeceği düşünülüyorsa güne sade bir kahvaltıyla başlanabileceğini belirten Özturna, kahvaltıda da bal, reçel gibi şekerli yiyecekler yerine, domates, salatalık, tuzsuz ve az yağlı beyaz peynir tercih edilebileceğini bildirdi.
AA

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:42
Only the registered members can see the link Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkan Vekili Fatih Acar, sağlık alanındaki istismarları önlemek için ''Akıllı Kart'' uygulamasına geçileceğini söyledi.
Acar, Topkapı Eresin Oteli'nde sosyal güvenlik reformunu tanıtmak amacıyla düzenlenen akşam yemeğinde basın mensuplarıyla bir araya geldi.
Sosyal güvenlik reformunun Türkiye'nin uzun süredir beklediği bir reform olduğunu dile getiren Acar, Türkiye'deki genç nüfusa rağmen aktif-pasif oranının çok düşük olduğunu belirtti.
Acar, OECD kriterlerine göre dört çalışana bir emekli olması gerekirken, erken emeklilik ve kayıt dışı istihdam nedeniyle iki çalışana bir emekli oranının dahi tutturulamadığını ifade etti.
Kanuna göre 2000 seneından sonra ilk defa işe giren kadın sigortalıların 58, erkeklerin ise 60 yaşında emekli olacağını anlatan Acar, 2036'ya kadar emeklilik yaşında bir değişiklik olmayacağını, bu tarihten sonra emekli olacaklarda ise kademeli bir artış ile erkeklerde 2046, kadınlarda ise 2048 seneında 65 yaşın uygulanacağını kaydetti.
AKILLI KART UYGULAMASI
Acar, genel sağlık sigortası düzenlemeleri ile ülkedeki tüm vatandaşların sağlık güvencesine kavuşturulduğunu belirterek, 18 yaşından küçüklerin de otomatik olarak güvence altına alındığını anımsattı.
Genel Sağlık Sigortası primini ödeme gücü olmayan vatandaşların primlerinin devlet tarafından karşılanacağını ifade eden Acar, amaçlarının etkin ve verimli çalışan bir sosyal güvenlik kurumu oluşturmak olduğunu belirtti.
Acar, ''Sağlık alanındaki istismarı önlemek için Akıllı Kart uygulamasına geçeceğiz. TÜBİTAK ile çalışmalara başladık. Aralık ayında Bolu'da pilot uygulamaya başlayacağız. Bolu'da 76 kart erişim cihazı kurduk'' dedi.
A.A.

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:43
Only the registered members can see the link Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı ve AIDS ile Mücadele Derneği Denizli Şube Başkanı Prof. Dr. Hüseyin Turgut, AIDS virüsünün tespit edilmesinden bugüne 34 milyon kişinin hayatını kaybettiğini söyledi. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünyada 33 milyon kişinin AIDS virüsüyle yaşadığını belirten Prof. Dr. Turgut, "Bir seneda 2.5 milyon kişide HIV virüsü tespit ediliyor. Virüsü taşıyanlara HIV pozitif, belirtiler görülmeye başladıktan sonra ise AIDS hastası denilmektedir. Hastalığın tespitinden bu yana yaklaşık 34 milyon, 2007 seneında ise 2 milyondan fazla kişi hayatını kaybetti. HIV enfeksiyonu sadece erişkinleri değil, bebek, çocuk, genç, yaşlı demeden herkesi tehdit edebilen, henüz tam kür sağlayabilecek tedavisi ve aşısı bulunamamış bir hastalıktır." dedi.
Dünyada HIV vakalarının hızla arttığını, Türkiye'nin de bu salgının dışında kalmasının beklenmediğini ifade eden Turgut, "Sağlık Bakanlığı 2007 verilerine göre 2 bin 920 kişinin HIV ile birlikte yaşadığı belirlendi. Bunların 647'si AIDS basamağına ulaşmış, 2 bin 273 kişi ise HIV pozitif. Hastalığın, hiçbir belirti vermeyen ortalama 8-10 senelık kuluçka süresi bulunuyor. En çok 20-49 yaş aralığında görülüyor. Bütün enfeksiyon hastalıkları gibi önlenebilir. Korunma önlemleri, tedaviden daha kolay ve ekonomiktir." şeklinde konuştu.
Hüseyin Turgut, AIDS'in bulaşma şekillerini ve korunma yollarını da şöyle özetledi: "Korunmasız her türlü cinsel temasla yüzde 70-80, kan ve kan ürünleriyle ya da kan bulaşmış araçlarla yüzde 5-10, anneden bebeğe gebelikte, doğumda ve emzirmekle yüzde 5-10 oranında bulaşabilir. Bu yolların dışında dokunmak, el sıkışmak, sarılmak, aynı yerde oturmak, aynı havayı teneffüs etmek, aynı tabaktan yemek, aynı çatal, bıçak, kaşık veya bardağı kullanmak, aynı saunayı, havuzu, banyoyu ve tuvaleti paylaşmak, giysileri ortak kullanmak, telefon kulaklığı, gözyaşı, ter, sivrisinek, böcek veya arı sokmasıyla bulaşmaz."
Cihan

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:44
Only the registered members can see the linköbek bölgesinde gözle görünür bir şişlik ve ağrıyla kendini belli eden göbek fıtığının tedavi edilebilmesi için erken teşhis şart. Memorial Hastanesi Genel Cerrahi ve Organ Nakli Bölümü’nden Op. Dr. Yücel Yankol, “Göbek fıtığı ve tedavi yöntemleri” hakkında bilgi verdi.

Fıtık; karın bölgesindeki organların karın içini saran zarın oluşturduğu bir kese içerisinde, destek dokuların zayıf veya yırtık bir bölgesinden dışarı doğru çıkmasıdır. Karın duvarında çeşitli bölgelerde fıtık oluşabilmektedir. Göbek bölgesinde bu şikayetin olması durumunda göbek fıtığından bahsedilir. Yaklaşık 100 kişiden 4-5‘inde fıtık şikayeti mevcut olup, bunların % 8-9 ‘u göbek fıtığıdır.
Göbek fıtığı doğumdan itibaren her yaşta ve cinste görülmekle birlikte, fazla doğum yapmış kilolu bayanlarda daha sık rastlanmaktadır.

Göbek fıtığı oluşması için öncelikle göbekte bir zayıflık olması gerekir. Bu zeminde karın içi basıncı artıran, kronik öksürük, kabızlık, aşırı ağırlık kaldırma, idrar yaparken zorlanmaya sebep olan durumlar ( prostat şikayeti ), fazla kilo, aşırı kilo kaybı, çok sayıda hamilelik, assit ve karında kitleler göbek fıtığına sebep olabilmektedirler.

Belirgin olması durumunda göbek bölgesinde gözle görülebilen bir şişlik ve şekil bozukluğu mevcuttur. Göbekte baskı hissi ve künt bir ağrı da şişliğe eşlik eder. Parmak ile göbek halkası hissedilir. Şişlik içeriye doğru itilebilir. Şikayetler fiziksel aktivite ile artabilmektedir.

Göbek fıtığının içinde genellikle karın içi yağ dokusu olan omentum ve ince bağırsak bulunur. Göbekteki şişlik içeriye itilemiyorsa, hassasiyet artmışsa, tuvalet yapamama, bulantı ve kusma olmuşsa, akla dışarıya çıkan karın içi organların fıtık deliğinde sıkışması sonrası dolaşımın bozulması, doku harabiyeti olduğu ve sıkışan organın canlılığını kaybetmeden acil ameliyat gerektiği akla getirilmelidir.
Erişkin döneminde göbek fıtığının tek tedavisi cerrahidir. Göbek fıtığı zaman geçtikçe büyümesi ve kilolu hastalarda ciddi sorunlara sebep olabilmesi nedeniyle başlangıç halinde küçük boyuttayken ameliyat ile onarılması daha kolay ve sonuçları açısından daha başarılıdır. Ameliyat öncesi ideal olan hasta kilolu ise kilo vermesi ve karın içi basıncı arttıran etkenlerin (kronik öksürük, kabızlık, prostat şikayetleri, asit vb ) tedavi edilerek ortadan kaldırılmasıdır.
Ameliyat esnasında genellikle göbek çukuru korunmaya çalışılır. Ameliyat açık yöntemler ( Primer kapama ve yama ile tamir ) ile veya laparoskopik (kapalı) yöntem ile gerçekleştirilir.

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:44
Only the registered members can see the link BM tarafından yayımlanan bir araştırmaya göre bebeklere HIV testi yapılması, virüs taşıyan pek çok bebeğin hayatını kurtarıyor.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), BM Çocuk Fonu (UNICEF), BM AIDS Programı (UNAIDS) ve BM Nüfus Fonu tarafından hazırlanan araştırma, yeni doğan çocuklara bu testin yapılması gerektiğinine işaret ediyor.
UNICEF Başkanı Ann Veneman raporla ilgili yaptığı açıklamada ''HIV virüsü taşıyan çocukların yarısı maalesef gerekli tedaviyi göremedikleri için ikinci doğum günlerinde hayatta olmuyor'' dedi. Veneman, HIV virüsüyle doğan çocukların virüsün teşhis edilmesi ve ilk 12 haftada tedaviye başlanması halinde hayatta kalma şanslarının yüzde 75'lere kadar çıktığını da belirtti.
Raporda HIV virüsü taşıdıkları bilinmeyen 1 yaşın altındaki pek çok bebeğin AIDS'in yol açtığı hastalıklardan dolayı öldüğü belirtilerek özellikle Afrika'daki ülkelerde bebeklere HIV testi yapılmasının yaygınlaştığı, bunun son derece olumlu olduğu belirtildi.
BM verilerine göre, dünyada halen 33 milyon civarında insan AIDS hastalığına yol açan HIV virüsü taşıyor ve bugüne dek 25 milyon kişi AIDS'ten dolayı hayatını kaybetti.

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:45
Only the registered members can see the link Kongo Cumhuriyeti'nde çalışan gönüllü İngiliz doktor, cep telefonu mesajıyla ameliyat yaparak bir gencin hayatını kurtardı.

Sınır Tanımayan Doktorlar örgütüne bağlı olarak Rutshuru'da çalışan damar cerrahı David Nott, 16 yaşındaki bir gencin kangren olan sol kolunun kesilmesi ameliyatını, meslektaşından aldığı talimatlarla yaptı.

Köprücük kemiği ile kürek kemiğinin kesilmesini gerektiren böyle bir ameliyatı daha önce hiç yapmamış olan Nott, bu konuda tecrübeli bir meslektaşını arayarak yardım istedi.

Genç için, "Ölüyordu. Kendisini gördüğümde 2-3 günlük ömrü kalmıştı" diyen Nott, cerrah arkadaşından mesajla yardım istediğini ve meslektaşının ameliyatın nasıl yapılacağını mesaj atarak adım adım anlattığını söyledi.

Ameliyatın ekimde yapıldığı, ölümden dönen çocuğun tamamen iyileştiği bildirildi.

AA

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:49
Yanlış beslenme, çevre kirliliği, stres, özellikle de sigara tüketimin artması dünyada olduğu gibi ülkemizde de kanser hastalığının giderek yaygınlaşmasına yol açıyor.
Kanserin yaygınlaşmasıyla beraber tabii ki tedavi yöntemleri de sürekli gelişiyor. Gelişen tanı yöntemleriyle hastalığa erken tanı konabiliyor, hatta hastalık oluşmadan engellenebiliyor. Yeni geliştirilen ilaçlar ise hem hedefe yönelik hem de daha az yan etkiye sahip. Yani burada vücuttaki normal hücreler korunarak, sadece tümör hücreleri yok edilmeye çalışılıyor. Anadolu Sağlık Merkezi’nden medikal onkoloji uzmanları kanser tedavileri ve erken tanı yöntemleriyle ilgili soruları yanıtladılar.

“Kanserde erken tanı için yapılan testler önemli ”
Prof. Dr. Haluk Onat
• Kanserde erken tanı ne kadar önemli?
Çok önemli. Tanısı erken konabilen ve tedavi şansı daha yüksek olan kanserler arasında kadınlarda meme kanseri ve serviks (rahim ağzı) kanseri, erkeklerde ise prostat kanseri görülüyor. Hem erkek hem kadınlarda ise kalın barsak kanseri ile deri kanserleridir. Akciğer kanseri sık görülen kanser türü, ama akciğer kanseri erken dönemde tanısı konulduğunda bile, tedavisi diğer kanserler kadar başarılı değil. Akciğer kanserinde önemli olan korunmadır. Korunmanın yolu da sigara içmemektir. Her sağlıklı kişi belirli bir yaştan sonra, yılda en az bir kere ayrıntılı muayeneden geçmeli.
• Bu tetkiklere hangi yaşlarda başlamak gerekir?
Kanser her yaşta farklı görülmekle birlikte, genellikle 40’lı yaşlardan sonra sıklığı artan bir hastalık. Çocukluk yaşında ya da gençlerde de görülüyor, ancak bu oran yetişkinlerde görülenlere göre daha az. Bu nedenle 40’lı yaşlardan sonra özellikle kansere yönelik tarama testlerinin yapılmasını öneriyoruz. Ama ailesinde sık kanser görülenlerde –özellikle meme ve barsak kanserinde – bu daha erken dönemlere de alınabilir.
• Yapılan incelemelerden biraz söz edebilir misiniz?
Sağlıklı kadınlar, serviks (rahim ağzı) kanserinin erken tanısı açısından 20’li yaşlardan itibaren her yıl jinekolojik muayene ve pap smear testi yaptırmalılar. Kalın barsak kanserinin erken tanısı için de 40 yaşından itibaren yılda bir kez dışkıda kan olup olmadığına bakılmalı. Kolonoskopi tarama yöntemiyle de kanser ya da kansere yol açabilen polipler belirlenebilir.
• Prostat ve deri kanserinde erken tanı ne kadar önemli?
Prostat kanserinin erken tanısı için 45-50 yaşından itibaren erkeklerin yılda bir kez makattan muayene olmalarını ve prostatlarını muayene ettirmelerini öneriyoruz. Ayrıca PSA testi de yaptırılmalı. Deri kanserleri içinse, derideki doku bozukluğunun izlenmesi ve şüpheli görülen deri lezyonlarının çıkartılması ve yine şüpheli görülenlerinin takip edilmesi erken tanı açısından çok önemli.

“Her kanser türünün tedavisinde kemoterapi gerekmeyebilir”
Prof. Dr. Necdet Üskent
• Kemoterapi nedir?
Kemoterapi, kimyasal ilaçlarla kanserin tedavisidir. Kanser denilince akla kemoterapi gelir, ancak her kanser türünün tedavisinde kemoterapi gerekmeyebilir. Kemoterapi tüm vücuda yönelik olarak yapılan bir tedavidir. Hastalık vücuda yayılmışsa esas tedavi olarak kemoterapi uygulanır. Gerekiyorsa cerrahi ve radyoterapi de tedaviye eklenebilir. Erken dönemde ise birçok kanser türünde, cerrahi ve radyoterapiye ek olarak kemoterapi eklenilebilir.
• Kemoterapide kullanacağınız ilaçları neye göre belirliyorsunuz?
İlaçları hastalıklara göre seçiyoruz. Yani her hastada aynı ilaçlar kullanılmıyor. Ama aynı ilaç, değişik tipteki kanserlerde kullanılabiliyor. Örneğin bir ilaç hem akciğer kanserinde hem de meme kanserinde kullanılabilir. Ayrıca, hedefe yönelik ilaçlar da var. Bunlar kanserin büyümesini ve yayılmasını engelleyen ilaçlar. Bir de bu tedaviler sırasında kullandığımız destek ilaçlarımız var. Örneğin kemoterapinin neden olduğu bulantı ve kusmayı önlemek veya kemoterapinin kemik iliğindeki hücrelerin üzerinde oluşturacağı baskılayıcı etkisini önlemek için kullandığımız ilaçlar gibi.
• Kemoterapinin yan etkileri hâlâ aynı mı?
Evet. Maalesef kemoterapi ilaçlarının yan etkileri olabiliyor. Kanser hücrelerini öldüren ilaçlar aynı zamanda normal hücreleri de etkileyebiliyor. Ama destek tedavilerle yan etkiler azaltıldı, kemoterapi daha tolere edilebilir bir tedavi haline geldi. Örneğin bulantı ve kusma artık bugün önemli bir sorun olmaktan çıktı. Son olarak geliştirilen hedefe yönelik ilaçların yan etkileri, kanser hücrelerini öldüren ilaçlar gibi değil ama onların da kendilerine özel yan etkileri var.
• Kemoterapiye iyi yanıt veren kanser türleri hangileri?
Yayılmış kanserlerin bazılarında kemoterapiyle tedavi sağlayabiliyoruz. Bunların başında kan kanserleri, çocukluk çağı kanserleri, testis kanserleri geliyor. Bunlar, kanser yayılmış halde olsa dahi kemoterapiyle tamamen iyileştirme olasılığı çok yüksek olan hastalıklar. Meme kanseri, barsak kanseri, yumurtalık kanseri gibi ileri derecede olan kanserlerde de hastayı tamamen hastalıktan kurtaramasak bile, hastalığıyla birlikte yaşatabilmek, hastanın hayatını uzatabilmek ve yaşam kalitesini artırmak amaçlı kemoterapiler var. Kemoterapi, yayılmış durumda olan bazı kanser türlerinde ise çok az etkili oluyor. Deri kanserleri, böbrek ve karaciğer kanserleri bu gruba giriyor. Ancak bu hastalıklarda bile hedefe yönelik ilaçlarla hastayı uzun süre yaşatmak, hastalığını kontrol altında tutabilmek mümkün. Kemoterapiyi, meme, barsak, akciğer kanseri gibi bazı kanser türlerinin cerrahi tedavilere ek tedavi olarak erken dönemlerinde de kullanabiliyoruz. Bu tip tedaviyi erken dönemde ama tekrarlama yayılma riski yüksek olan kişilerde yapıyoruz.
• Kemoterapi ve radyoterapinin farkı nedir?
Kemoterapi ilaç tedavisi, radyoterapi ise radyasyonla yapılan ışın tedavisidir. Radyoterapi lokal bir tedavidir. Bazı kanserler sadece radyoterapiyle de tedavi edilebiliyor. Bazılarında ise cerrahiden sonra lokal kontrolü sağlamak, tekrarı önlemek amacıyla radyoterapi yapılabiliyor. Bazen kemoterapi ve radyoterapinin birlikte kullanıldığı durumlarda var.
• Radyoterapinin yan etkileri ne?
Bu yan etkiler, yapıldığı yere göre değişir. Örneğin tedavi sindirim sistemi yolu üzerinden geçen bir yere yapılıyorsa beslenmeyi etkileyebilir, ishal yapabilir. Ayrıca radyasyona bağlı olarak halsizliğe neden olabilir. Tabii bunlar geçici etkiler. Bu tedavinin uzman radyasyon onkologları tarafından yapılması gerekiyor. Ayrıca sağlam dokuların mümkün olduğunca korunması tedavinin önemli unsurlarından.

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:50
Lahanagiller, içerdiği A, B, C vitaminleri, folat, kalsiyum ile serbest radikallere karşı vücudu korur. Kanser riskini azaltmak için bu sebzelerden; günde 3-5 porsiyon tüketilmeli
Dilara Koçak
BROKOLİ
Brokoli önemli anti kanser etkisi olan sulforapan ve indol fitobesinlerini içerir. Brokoli ve domates ayrı ayrı kansere karşı etkinliği tanınmış iki sebzedir, ancak yeni bir araştırma, ikisinin günlük diyette beraber tüketiminin prostat kanserine karşı daha da etkin olduğunu ortaya koydu. Brokoliyi bol domatesle pişirin.
Yaklaşık 20 yıldır birçok fitobesinin antioksidan olarak çalıştığı ve serbest radikalleri DNA’ya, hücre zarına ve kolesterol gibi yağ içeren moleküllere zarar vermeden önce etkisiz hale getirdikleri biliniyordu. Ancak yeni araştırmalar brokolideki fitobesinlerin çok daha derin bir seviyede işe yaradıklarını gösterdi. Bu bileşenler genlerimize detoksta görev alan enzimlerin üretimini artırması sinyalini veriyor.
Yapılan bir çalışmanın sonucunda araştırmacılar sulforapan açısından zengin brokoli tüketiminin ülserin ilk nedeni olan H. Pilori enfeksiyonunu önleyebileceği sonucuna vardılar. Sulforapan güneşten zarar gören cildin onarılmasında da yardımcı oluyor. Bu da brokoli tüketiminin cilt kanseri riskini azaltabileceği anlamına geliyor.
Bunlara ek olarak brokoli kalp hastalığı riskini önemli derecede azaltan az sayıda meyve-sebzeden biri.
Pişmiş 250 gram brokoli, içerdiği 74 mg kalsiyum ve 123 mg C vitamini nedeniyle kemikleri güçlendirmek açısından da faydalı. İçerdiği C vitamini ve ayrıca 1359 mcg beta karoten ve az miktarda çinko ve selenyum sayesinde bağışıklık sistemini de güçlendiriyor.
Hamileyseniz mutlaka brokoli yiyin. 250 mg brokoli 94 mcg folik asit sağlıyor. Folik asit olmazsa fetüsün sinir sistemi hücreleri gerektiği şekilde bölünmüyor.
KARNABAHAR
C vitaminin çok iyi bir kaynağı olan karnabahar, aynı zamanda folat, B5, B6 vitamini ve potasyum, manganez ve omega-3 yağ asidi içinde iyi bir kaynaktır. Lif içeriği yüksek ve düşük kalorilidir. 100 gramında; 27 kalori içerir.
124 gram karnabahar, günlük C vitamini ihtiyacının yüzde 91,5’ini, folatın yüzde 13,6’sını ve diyet lifinin de yüzde 13,4’ünü karşılar.
Karnabahar, içeriğindeki indol, bioflavonaid ve diğer maddeleri ile anti-kansorejen etki gösterir. Prostat, kolorektal ve akciğer kanseri risklerini azaltır. Pişirme ile folatın yüzde 20’si kaybolur. Tüm lahana grubundaki besinler gibi enzimlerin aktivitelerini artırarak, karsinojen maddeleri yok eder. Özellikle içerdiği sulforapan ve izotiyosiyanat ile karaciğer aktivitesini artırıp toksik maddelerin vücuttan atılmasını sağlar.
LAHANA
Diyet lifinin, manganez, folat, B6 vitamini, potasyum ve omega-3 yağ asitlerinin çok iyi bir kaynağı olan lahana aynı zamanda B1 (tiamin), B2 (riboflavin), kalsiyum, A vitamini ve proteinin de iyi bir kaynağıdır. 100 gramında 24 kalori içerir. 150 gram beyaz lahana günlük K vitamini ihtiyacının yüzde 91,7’sini, C vitamini ihtiyacının ise yüzde 50,3’ünü karşılar.
Lahana iyi bir C vitamini kaynağı olmasının yanı sıra, içeriğindeki indol, bioflavanid, monoterpenler ve diğer maddelerle tümörlerin büyümesini engeller ve hücreleri serbest radikallere karşı korur. Özellikle akciğer, mide ve kolon kanserine karşı koruyucudur.
Yapılan birçok farklı çalışmaya göre bu gruptaki sebzelerden özellikle lahananın düzenli tüketimi, kadınlarda meme kanseri riskini önemli ölçüde azaltıyor. Lahana, vücuttaki östrojenin de etkisini artırır. Kanser oluşum riskini azaltmak için lahanagiller olarak adlandırılan sebzelerden; günde 3-5 porsiyon tüketilmelidir.
BRÜKSEL LAHANASI
C vitamini, K vitamini, folat, beta karoten, B6, B1 vitamini ve diyet lifinin çok iyi bir kaynağı olan brüksel lahanası aynı zamanda potasyum, manganez ve omega-3 yağ asitleri, demir, fosfor, magnezyum, B2, E vitamini, bakır ve kalsiyumdan da zengindir. 100 gramında 63 kalori vardır.
156 gram Brüksel lahanası günlük C vitamini ihtiyacının yüzde 100’ünü karşılar. Brüksel lahanası; kolonda kanser hücrelerinin gelişimini yüzde 47-52, akciğerdeki gelişimini yüzde 27-67 oranında azaltır ve kesin bir şekilde akciğerdeki kanser öncesi lezyonlarını yüzde 85-91 arası küçültür.
Cilt sağlığı için önemli bir antioksidan olan C ve A vitaminini yüksek miktarda içermesi, düzenli olarak brüksel lahanası tüketen bireylere büyük bir avantaj sağlar.
Aynı grupta bulunan diğer sebzelerle benzer fayda göstermesinin yanı sıra, özellikle hamilelikte bolca tüketilmesi faydalıdır.

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:51
kuru soğanın yumurtalık kisti, menopoz şikâyetleri ve prostatit ağrılarına karşı, kür olarak kullanıldığında mükemmel destekleyici tedavi gücü olduğundan haberiniz var mı?
Prof.Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu
Değerli okuyucu, kuru soğanın polikistik over (yumurtalık kisti), menopoz şikâyetleri ve prostatit ağrılarına karşı, kür olarak kullanıldığında mükemmel destekleyici tedavi gücü olduğundan bahsetmiştim. Bir gün içerisinde orta boy bir veya birkaç baş kuru soğan yemeklerimizin veya salatalarımızın vazgeçilmezidir.
Kebapların sumaklı garnitürü, balığın yanında sunulan veya çorbası yapılan hep aynı soğandır. Türk ve dünya mutfağının muhteşem baharatlı sebzesidir soğan. Çeşitli yemeklerin yapımında kullanılan kuru soğan her milletin beslenme kültürüne göre hazırlanıp tüketilir. Örneğin, Macarların gulaşında bolca kullanılan kuru soğan veya İtalyanların soğanlı pizası gibi. Soğanı bu şekilde kullanmak bir beslenme şeklidir.
Kür olarak kuru soğan
Yemeklerde veya salatalarda kullanılan kuru soğan tüketimi, kür anlamına gelmez. Yemeklerde veya salatada kullanılan kuru soğana, salça, yağ, baharat, tuz veya diğer malzemeler ilave edildikten sonra soğandan kür olarak faydalanmak mümkün değildir. Çünkü, kimyası büyük ölçüde değişir. Kür olarak etkin kimyasal içeriğinden faydalanabilmek için kuru soğanın tek başına belli ölçüde, belli bir müddet, hazırlama ve uygulama kuralına göre tüketilmesi gerekir. Ancak bu taktirde amaca uygun olarak destekleyici tedavi gücünden faydalanabilir.
Etkin maddeler
Kuru soğanın menopoz şikâyetlerinde ortaya çıkan ateş basmalarına karşı ana etkin madde dimethylthiophen grubu ve türevleri ile isofucosterol etkin maddeleridir. Bu ana etkin maddelerin etkilerini gösterebilmeleri için de yine kuru soğanda bulunan bitkisel hormon özelliği olan abscissic asite, cepaenes ve allyl-propyl-disulfid fonksiyonel maddelerine ihtiyaç vardır.
Ayrıcalığı burada
Tüm bu etkin maddeler doğada sadece ve sadece bir tek kuru soğanda bir arada bulunmaktadır.
Bu kuru soğanın kimyasının ayrıcalığıdır. Kimyasını bilmediğimiz hiçbir şeyi kullanamayız, tüketemeyiz ve öneremeyiz. Eğer kimyasını iyi bildiğimiz ve de söz konusu olan yüzyıllardır insanların günlük hayatında öğünlerinde tükettiği bir yemek malzemesi olan bir sebze ise, amaca uygun olarak destekleyici veya yardımcı tedavi olarak önerilebilir.
Tüm değerli okuyucularımın sağlıklarının daim olmasını dilerim.
GÜNÜN KÜRÜ
Menopoza bağlı ateş basmalarına karşı
İki bardak klorsuz suyu (yaklaşık 250-300 ml) kaynatınız. Orta boy yemeklik kuru soğanın en dış açık kahverenkli ince kabuğunu soyduktan sonra dörde veya altıya bölüp kaynamakta olan suyun içerisine atınız. Ağzı kapalı olarak beş dakika kaynattıktan sonra ocaktan indirip ılımaya bırakınız. Ilıyınca, süzülür ve ılık olarak bir su bardağı öğle yemeğinden on dakika önce içilir. Aynı şekilde akşam yemeğinden önce tekrar taze olarak hazırlanıp on dakika önce içilir. Bu küre onbeş gün devam edilir ve kür sonlandırılır.
Dikkat: Kırmızı veya mor soğan amaca uygun değildir. Uygulanacak olan soğan kürünün taze hazırlanması ve ılık olarak içilmesi şarttır. Soğuk olarak veya beklemiş haşlama suyu içilmemelidir.
Dikkat: Hipoglisemi şikâyetiniz var ise bu kürü uygulamayınız.
Dikkat: Buradaki bilgilerin herhangi bir hastalığı teşhis amacı kesinlikle yoktur. Bir rahatsızlığınız var ise, mutlaka bir hekime danışınız.

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:51
Kurban Bayramı’nda et tüketiminin artmasının sağlık açısından riskleri artırdığı, ziyaretlerde aşırı kahve ve demli çay tüketilmesinin de tansiyon ve kalp-damar rahatsızlıklarına davetiye çıkardığı bildirildi.
Konya Vakıf Hastanesi Diyetisyeni Serpil Koygun, yaptığı açıklamada, Kurban Bayramlarında beslenmede büyük değişiklik yaşandığını, genelde dengesiz gıda tüketildiğini bildirdi.
Öğün saatlerinin değiştiğini, genelde ete ve hamur tatlılarına yönelik beslenme olduğunu ifade eden Koygun, bu durumun vücudun dengesini bozduğunu ve sağlık açısından risk oluşturduğunu söyledi.
Etin çok önemli bir besin kaynağı olduğunu vurgulayan Koygun, şunları kaydetti: "Kaliteli protein içermelerinin yanı sıra etler, yağ, çinko, demir, fosfor, magnezyum gibi mineraller ve B12, B6, B1, A vitamini gibi vitaminler yönünden de zengindir. Önemli besin kaynağı olan et, kontrolsüz tüketildiğinde kalp-damar, şeker, yüksek tansiyon, böbrek ve mide için tehdit oluşturabilir. Bu yüzden etler kesilmesinin ardından hemen tüketilmemeli, buzdolabında 1-2 gün bekletilmelidir. Etlerin pişirilmesinde haşlama, ızgara gibi yöntemler tercih edilmeli, kızartmadan kaçınılmalıdır. Çok yüksek ısıda uzun süre pişirme, kızartma ve direkt ateşte pişirme yöntemleri etin besin kalitesini azaltacağı gibi kanserojen riskini artırmaktadır."
-ETİ SEBZEYLE TÜKETİN, KAHVEYE DİKKAT-
Etlerin sebzelerle pişirilmesini ya da çiğ sebzelerle beraber tüketilmesini öneren Koygun, "Sebzeler, etlerde bulunan vitamin ve minerallerin emilimini kolaylaştıracağı için etin bioyararlılığını artırır. Lifli olmaları nedeniyle etin sindirimini kolaylaştırır. Hazımsızlığı büyük ölçüde önler" dedi.
Koygun, bayramda güne mutlaka kahvaltı ederek başlanmasını önererek, şöyle devam etti: "Ziyaretlerde ikramlar büyük önem taşıyor. Aşırı et tüketimi ile zaten sağlık açısından ciddi riskler ortaya çıkıyor. Bunun üzerine tüketilecek diğer gıda ürünleri riski artırabilir. Öncelikle hamur tatlıları ve çikolata yerine sütlü tatlı veya meyveler tercih edilmeli. Özellikle aileler günde birkaç yakınını ziyaret ediyor. Türk kültüründe ziyaretlerde kahve çay büyük önem taşıyor. Et ve hamurlu tatlılar nedeniyle zor anlar yaşayan vücut, kahve ve demli çayla iflas edebilir. Aşırı kahve ve çay tüketimi tansiyon ve kalp-damar riskini artırdığı düşünüldüğünde bayramda çok dikkat edilmesi gerekiyor. Ziyaretlerde açık limonlu çay içilebilir. Limonlu çay, C vitamini desteğiyle etteki demirin emilimini kolaylaştıracaktır."
Koygun, Kurban Bayramı’nda gazlı içecek ve çayın fazla tüketilmesi nedeniyle suyun çok az içildiğini belirterek, "Çay ve gazlı içecekler su yerine geçmez. Günde 8-10 bardak su tüketimi ihmal edilmemeli. Etlerin yanında asitli içeceklerden ziyade taze sıkılmış meyve suları ve ayran içilmeli" diye konuştu.

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:52
Kilo vermekte güçlük çekiyorsanız metabolizmanızı hızlandıracak bazı stratejilere ihtiyacınız olabilir. İşte bunlardan bazıları;
Dr. Hasan İnsel
Tabii kilo vermek dahil yaşamınızla ilgili yapacağınız her değişikliği doktorunuza danışmanızda yarar var. Başkaları için uygun olan değişimler, sizin için zararlı olabilir. Kilo verme konusunda çoğu kişi okudukları veya duyduklarına göre stratejiler uygulamakta, oysa diyetisyenlerden bunun doğru yolunu öğrenseler ve öğrendiklerini uygulasalar çok daha kalıcı sonuçlar alabilirler. Yine de birçoğumuz için kilo verme denemeleri gerçekten çok düş kırıcı olabilir. Hele de 40 yaşını geçtikten sonra bilimsel olarak kanıtlanmış kilo verme yöntemleri bile işe yaramayabilir. Her türlü çabaya rağmen ekstra kilolarınızı vücudunuzdan atamıyorsanız, bir de aşağıdaki önerileri denemenizde fayda var.
1- EKSTRA KAS YAPIN
40’ından sonra metabolizma hızınız her 10 yılda yüzde 2-4 yavaşlar. Bu da kilo vermenin giderek daha güçleşmesi anlamına gelir. Kilo vermeye çalışırken kaslarınız da erir. Öyle ki verilen her kilonun yüzde 70’i yağ ise yüzde 30’u da kaslardan gider. Kas çalışması yaparak hem yağ yakabilir hem de kas kaybını önleyebilirsiniz. Doktorunuzdan onay aldıktan sonra haftada üç kez, bir fizyoterapist veya spor hocası kontrolünde kaslarınıza zarar vermeden kas güçlendirici çalışma yapmak bunun en basit, hızlı ve etkili yoludur. Böylece hem vücut formunuzu korur hem de yağları yakabilirsiniz. Bu kas çalıştırma, dinlenme halindeki metabolizmanızı da yüzde 8 hızlandıracaktır. Sekiz haftalık bir çalışma sonucunda koşu bandında koşanlar 2 kg verirken neredeyse hiç kas yapmazlar, ama koşu bandı artı kas çalışması yapanlar 5 kg yağ yakarken vücutlarına 1 kg kas eklemiş olurlar. Çok sayıda eklemi ve çok sayıda kası çalıştıran çeşitli programları uygulayın. Ne kadar çok kası işe katarsanız o kadar çok kalori yakacaksınız.
2- PLATOYU AŞMAYA ÇALIŞIN
Kilo vermeye çabalayanların sık karşılaştıkları bir durum da ilk 5-10 kiloyu kolayca verdikten sonra baskülün artık oynamadığı bir plato evresine girmesidir. Plato genellikle üç hafta sürebilir. Artık daha yoğun çalışsanız ve daha az kalori alsanız bile vücut daha az kalori yaktığından kilo veremezsiniz. Yaşla birlikte bu etki daha da artar. Egzersizlerinizi sık sık değiştirerek (haftada bir) vücudunuza sürpriz yapın. Zira aynı egzersizi rutine bindirmenin onun etkisini azalttığı bilinmektedir. Diyelim ki ilk hafta vücudunuzun üst bölümünü çalıştırdınız. İkinci hafta alt bölümü çalıştırın, üçüncü hafta abdominal kasları ve dördüncü hafta da her zamankinden farklı tipte bir kardiyo (örneğin yürüyüş yerine bisiklet) çalışın.
3- “EGZERSİZİMİ YAPAR, YAN GELİP YATARIM” DEMEYİN
Bir egzersiz programına başlayan kişilerin diğer günlük aktivitelerini azalttıkları saptanmıştır. Haftada iki kere egzersiz yapan kişiler belki yorgunluk, belki de bilinçaltı bir etkiyle, egzersiz dışındaki günlük bedensel hareketlerini yüzde 22 oranında azaltmakta. Oysa günlük yaşamımızda yer tutan irili ufaklı bedensel hareketler günde ortalama fazladan 350 kalori daha yakmamızı sağlamakta. Bu nedenle, egzersiz programını uygulamanın yanında günlük yaşamın gerektirdiği hareketli işleri de yapmayı ihmal etmeyin. “Egzersizimi yaptım, artık hareket etmeme gerek yok” fikrine kapılmayın, zira gün içindeki koşuşturmalarımız, yürüyüşlerimiz veya bedensel çaba gerektiren ufak tefek işler vücudumuzda yağ metabolizmasını kontrol eden enzim aktivitesini artırır. Kısacası, kendinizi daha çok hareket için motive edin.
Hareketinizi artıracak işlere gönüllü olun, merdiven çıkmak, fırsat buldukça yürümek gibi.
4- AÇLIK HORMONLARINI DURDURUN
Yemek yemeyi artırmak, egzersiz yapılırken düşülen başka bir hata. Hollandalı araştırmacılar egzersiz yapmaya başlayanların eskisine göre günde fazla yiyerek 270 kalori daha fazla aldıklarını saptamış. Bu da yaktıkları kalorinin yaklaşık yarısını, daha fazla yiyerek geri aldıkları anlamına geliyor. Bu nedenle nasıl olsa egzersiz yapıyorum diye daha fazla yemek yemeyin. Egzersiz yapmadan 20-30 dakika önce yoğurt ve muz gibi hafif bir şeyler atıştırın. Bu, egzersiz sonrası açlığı önler. Böylece egzersiz sonrasında yemeğe saldırarak çabanızın boşa çıkmasını önlemiş olursunuz.
Öğünleri güne yaymak da yararlı oluyor, günlük yemek yemenizi üç ana öğün ve arada uzun açlık süreleri yerine, üç ana öğün ve iki veya üç küçük öğün yiyerek güne yayabilirsiniz. Alacağınız kalorileri gün içine dağıtarak kan şekeri seviyelerinizde dalgalanmalardan kaçınmış ve hem de yağ depolamanıza da yol açan insülin salınmasını kontrol ederek vücudun daha fazla kaloriyi yağ olarak depolamasını önlemiş olursunuz.
5- SU İÇİN
Başka bir püf nokta da her gün aldığınız sıvıların en az altı bardağının su olması. Düzenli su içenler, sadece çay, kahve veya soda ile su ihtiyaçlarını karşılayanlara göre günde yaklaşık 200 kalori daha az alıyor. Suyu soğuk içerseniz daha iyi, çünkü Alman araştırmacıların bulgularına göre soğuk su metabolizmayı hızlandırarak günde yaklaşık 50 kalori daha fazla yakılmasını sağlıyor. Çünkü vücut soğuk suyu kendi sıcaklığına getirmek için kalori harcıyor!
Tabii bu aklınıza hemen o zaman devamlı dondurma yer, kilo veririm düşüncesini getirebilir. Siz o düşünceye pek aldırmayın, çünkü dondurmanın kalorisi onu ısıtmak için kullanılan kaloriden çok daha fazla. Bu arada 50 kaloriden de ne çıkar demeyin, yukarıdaki “görünmez” küçük kalori sayılarını alt alta topladığınızda, biraz dikkatle ne kadar kârlı çıkabileceğinizi görebilirsiniz.

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:52
Türkiye’nin protein haritasını ortaya koyan araştırmaya göre, halkın yüzde 30’u protein konusunda bilgi sahibi değilken, yüzde 80’i bitkisel protein kaynaklarını yanlış biliyor ve ıspanağı bir protein kaynağı olarak görüyor.
Sağlıklı Tavuk Bilgi Platformu (STBP) tarafından ERA Araştırma ve Danışmanlık şirketine yaptırılan “Türkiye’de Protein Bilgi Düzeyi ve Tüketimi Araştırması”nın sonuçları açıklandı. Türkiye’de protein konusundaki bilinç düzeyini ve protein tüketimine ilişkin mevcut durumu ortaya koyan araştırma, toplam 22 ilde 3 bin 692 hane ile görüşülerek gerçekleştirildi. Araştırma kapsamında, 1-16 yaş arası çocukların yaşadığı hanelerde yemek alışverişini yapan veya ne alınacağına karar veren aile fertleriyle yüz yüze ve telefonla görüşme yapıldı.
100 kişiden yalnızca 4’ü ‘tavuk’ dedi
Araştırmanın sonuçlarını değerlendiren STBP Yönetim Kurulu Başkanı Zuhal Daştan, “Halkımızın üçte biri proteinin ne olduğunu, ne işe yaradığını bilmiyor. Toplumun sağlıklı ve dengeli beslenme konusunda eğitimi için her kurum üzerine düşen görevi yerine getirmeli” diye konuştu.
STBP olarak halkın protein konusunda bilinçlendirilmesi ve hayvansal protein tüketiminin artırılması amacıyla ‘Sağlıklı Büyüyen Türkiye İçin Daha Çok Protein!’ adlı sosyal sorumluluk projesini başlattıklarını dile getiren Daştan, “Proje kapsamında çocuklara sağlıklı beslenmenin önemini ***ifli bir dille anlatan masal serisi ile anne-babalara çocuk beslenmesinde proteinin önemini aktaran kitapçık dizisi yayımlıyoruz” diye konuştu. Daştan, iki ayrı seri halinde hazırlanan kitapların 100’er bin adet basılarak yurt genelinde ücretsiz olarak dağıtıldığını, yıl sonuna kadar 200 bin haneye ulaşılmasının hedeflendiğini belirtti.
“Eğitim seviyesi arttıkça bilinç de yükseliyor”
Türkiye’nin protein haritasını ortaya koyan araştırmanın danışmanlığını yürüten Beslenme ve Diyet Uzmanı Dilara Koçak, yüksek protein içeren besinlerin en çok Ege Bölgesi’nde bilindiğini belirterek, “Bu oranın en düşük olduğu yerler ise Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgeleri. Öte yandan kişilerin eğitim seviyesi arttıkça proteinin hangi gıdalarda bulunduğuna dair bilincin de yükseldiğini görüyoruz” dedi.
Proteinlerin vücutta hücrelerde meydana gelen bütün biyolojik olayların anahtar noktası olduğunun altını çizen Koçak, “Hayvansal proteinin hangi gıdalarda bulunduğunu biliyoruz ama ne işe yaradığını bilmiyoruz. Görüşülen kişilerin yüzde 80’i de bitkisel protein konusunda yanlış cevap vermiş. Maalesef sebzelerden özellikle ıspanak, bitkisel protein kaynağı olarak düşünülüyor. Ispanak hem her mevsim bulunmayan hem de protein içermeyen bir gıdadır. Tavuk ise hem ucuz, hem lezzetli, hem sağlıklı, hem de iyi kalite protein içeren bir besindir” dedi.
Tavuk, en ekonomik ve sağlıklı protein kaynaklarından biri
Tavuk etinin yağsız, proteince zengin ve kısa lifli oluşu nedeniyle çiğnenmesi ve hazmı kolay bir gıda olduğunu kaydeden Dilara Koçak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Tavuk, ekonomik oluşu sayesinde de bol miktarda tüketilebilecek en önemli protein kaynaklarından biridir. Protein ve yağ içerikleri açısından önemli avantaja sahip olan tavuk eti özellikle demir, fosfor ve B grubu vitaminlerinin de iyi kaynağıdır. Tavuktaki but eti, göğüs etine göre daha fazla B2 ve B1 vitamini, daha az da niasin vitamini içerir. Tavuk but etinde, göğüs etine kıyasla demir, çinko ve sodyum içerikleri de daha fazladır.
Tavuk etinin, dana ve koyun etine göre protein değeri daha yüksek olmasına rağmen yağ oranı daha düşüktür. Günümüzde koroner kalp hastalıklarından korunmanın en önemli yolu doymuş yağ miktarını azaltmaktır. Düşük miktarda yağ alımını hedefleyen beslenme biçiminde tavuk eti tüketimi son derece doğru ve sağlıklı bir tercihtir.
Beslenme değerinin yüksekliği yanında kırmızı ete kıyasla daha düşük fiyatla tüketime sunulması, tavuk etini cazip kılan diğer önemli özelliktir.”
Araştırmadan çarpıcı sonuçlar
Türkiye’de Protein Bilgi Düzeyi ve Tüketimi Araştırması’ndan çıkan önemli sonuçlar şöyle:
• Araştırma, görüşülen kişilerin %30’unun protein konusunda bilgi sahibi olmadığını veya yanlış bilgi sahibi olduğunu ortaya koyuyor.
• Hayvansal protein denince halkın aklına ilk olarak kırmızı et (%53,7), süt (%46,5) ve yumurta (%37,4) geliyor. Beyaz et/tavuk yanıtını verenler %17,8 ile altıncı sırada. Protein içermeyen tereyağı ve zeytinyağını hayvansal protein kaynağı zannedenlerin oranı ise %8.
• “Bitkisel protein denince ilk aklınıza gelen gıdalar hangileri?” sorusuna yanlış cevap verenlerin oranı %80,1. “Bitkisel protein” denince akla ilk gelen gıdalar sırasıyla sebzeler (%55,8), ıspanak (%35,9), kuru baklagiller (%19,9) ve meyveler (%10,9). Oysa sadece kuru baklagiller protein içeriyor.
• En çok protein içeren 3 gıda maddesi sorusuna en fazla verilen yanıtlar sırasıyla süt (%21,5), kırmızı et (%17,7) ve yumurta (%16,3). Beyaz et/tavuk, %1,3 ile son sırada.
• Et, tavuk ve balığı haftada bir ve daha sık tüketen çocukların oranı Marmara’da %88 ile ilk sırada, %69,8 ile de Doğu Anadolu’da son sırada.
• Tavuk ve kırmızı et haftada 1-2 kez tüketilirken, balık haftada 1’den seyrek tüketiliyor.
• Eğitim durumu düştükçe hayvansal protein konusunda fikri olmayanların oranı artıyor.
• Tavuk, bölgeler bazında en çok Marmara’da, en az Güneydoğu Anadolu’da, kırmızı et en çok Marmara’da, en az Güneydoğu Anadolu’da, balık en çok Ege’de, en az Güneydoğu Anadolu’da, kuru baklagiller ise en çok Doğu Anadolu’da, en az Marmara’da tüketiliyor.
• Kuru baklagiller en çok akşam yemeklerinde tercih edilirken, öğle yemeklerinde en çok patates tüketiliyor. Özellikle yağlar ve şekerli gıdaların tüketimi, sabah kahvaltısında oldukça yüksek. Patatesi sabah kahvaltısında tüketenler arasında çoğunluğu Marmara, Orta Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayanlar oluşturuyor.
Hücrelerin yapıtaşı protein
Protein,
• Hücre büyümesi ve gelişmesi için büyük öneme sahiptir.
• Bağışıklık sistemimizi korur, güçlendirir.
• Metabolizmamızı çalıştırır.
• Kas, kemik ve kan hücrelerini oluşturur.
• Hücrelerin, enzimlerin ve hormonların yapıtaşıdır. Hücrelerin yenilenmesini sağlar.
Ne kadar proteine ihtiyacımız var?
Beslenmede, enerjinin yaklaşık olarak yüzde 12- 15’inin proteinden gelmesi tercih edilir.
Sağlıklı yetişkin bir bireyin, ağırlığı oranında, kilogram başına günde ortalama 1 gram proteini alması gereklidir.

Çocuklarda protein ihtiyacı
Çocuklarda protein gereksinimi, erişkinlerdeki gibi sadece dokuların tamiri ve yeniden yapılanması için değil, vücudun büyümesi ve gelişmesi için de gereklidir. Çocuklarda vücut dokularının büyümesi için sürekli protein sentezi gereklidir. Bu nedenle çocuklara iyi kaliteli protein verilmelidir. Hayvansal kaynaklı protein iyi kaliteli proteindir.

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:53
Türkiye’deki bazı firmaların ürettiği yumurtaların sarısında, göz ve kalp-damar sağlığı açısından büyük önem taşıyan lutein ve zeaksantin gibi önemli antioksidanlar bulundu.
Celal Bayar Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özlem Tokuşoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Celal Bayar Fen Bilimleri Enstitüsü master öğrencisi İrade Alakır’ın yürüttüğü tez projesinde, yumurta sarısının incelendiğini söyledi.
Çalışmada yumurta sarısına rengi veren maddelerinin düzeylerinin ortaya konulduğunu ifade eden Doç. Dr. Tokuşoğlu, yapılan araştırmalarda, yumurta sarısında lutein, zeaksantin gibi önemli antioksidanların bulunduğunu bildirdi. Doç. Dr. Tokuşoğlu, lutein ve zeaksantinin, yumurta rengine katkısının ve antioksidan etkilerinin yanı sıra hayvan sağlığı açısından verimliliği artıran bileşenler olduğunu kaydetti.
Rengi sağlayan bu iki maddenin oranının metabolizma açısından önemli olduğuna dikkati çeken Doç. Dr. Tokuşoğlu, şöyle dedi: "Türkiye’deki yumurtalarda ilk kez lutein ve zeaksantin arandı, incelendi. Lutein miktarı, yurt dışındaki yumurtalara oranla oldukça yüksek çıktı. Bu oldukça iyi bir gelişme. Ayrıca özellikle de luteinin göz sağlığı açısından kataraktı ve maküler dejenerasyon riskini (AMD) azalttığı biliniyor. Kalp-damar sağlığı açısından olumlu yararları da bulunuyor. Kaynama ve rafadan pişirme yöntemleri sonucunda bu maddelerin miktarında çok büyük kayıp olmuyor."
Doç. Dr. Tokuşoğlu, tüketilen yumurtanın sarısı ne kadar koyu ise lutein miktarının o kadar yüksek olacağını vurgulayarak, şöyle devam etti: "Bu çok önemli bir ayrıntı. Türkiye’de lutein ve zeaksantinin kodeksteki düzeyleri, yakında önem kazanacak. Lutein dozu gıda kodeksi açısından önemli olacak. Artık firmalar, gelecekte yumurta sarısındaki lutein ve zeaksantin maddelerinin oranını belirtmek zorunda kalacak."
Doç. Dr. Tokuşoğlu, bu araştırmayı, Dünya Bilimsel Tavukçuluk Derneği Türkiye Şubesi Başkanı Prof. Dr. Rüveyde Akbay organizasyonunda 27-28 Kasımda İstanbul’da gerçekleştirilen ve yurt dışından çok önemli yumurta uzmanlarının katıldığı "Uluslararası Yumurta Sempozyumunda" sunduğunu ve ilgi gördüğünü bildirdi.

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:53
İngiltere’de yapılan bir araştırma, antioksidanların yaşlamanın önüne geçmede bir faydasının bulunmadığını gösterdi.
Araştırmacılar, antioksidan ihtiva eden birçok krem ve vitamine boşuna avuç dolusu para harcandığını belirttiler.
İngiliz uzmanlar, genç görünmek uğruna kremlere ve vitamin haplarına para harcamak yerine, sağlıklı beslenmeye çalışmanın ve spor yapmanın daha mantıklı olduğunu bildirdiler.
BBC ve Daily Mail’in haberlerine göre, University College London’dan Dr. David Gems’in araştırması, yaşlanmayla mücadelede antioksidanların anahtar rol oynadığına dair yaygın inanışı çürüttü.
Bu konudaki, 50 yıl öncesine dayanan teori, doku ve hücrelerin, gıda enerjiye dönüşürken ortaya çıkan tehlikeli oksijen molekülleri olan serbest radikallerin saldırısı altında bulunduğunu öne sürüyordu. E ve C vitaminleri gibi antioksidanların bu saldırıları püskürttüğü ve böylece yapılan tahribat miktarını azalttığına inanılıyordu.
Bu teori, milyonlarca insanın vitamin takviyesi almasına ve antioksidan temelli muazzam bir kırışık önleyici krem pazarının oluşmasına yol açtı.
İPLİK KURTLARIYLA ARAŞTIRMA
Yaşlanma biyolojisi uzmanı Dr. Gems’le ekibi, insanlarla birçok geni paylaşan iplik kurtları üzerinde yaptıkları araştırmada serbest radikaller teorisinin doğru olmadığını saptadı.
Ömürlerinin sadece günler sürmesi sayesinde bilim adamlarına uzun dönemli değişimler hakkında fikir veren iplik kurtları, bedenleri fazla serbest radikalleri öldürecek şekilde genetik değişikliğe uğratıldı. Ancak genetik değişime uğratılmış iplik kurtlarının yaşamlarının diğerlerinden uzun sürmediği görüldü.
ABD’de fareler üzerinde yapılan bir araştırma da aynı sonuca ulaşmıştı. Gems, "Aslında yaşlamanın temel mekanizması hakkında pek de bilgimiz yok" dedi. Yaşlanmayla ilgili serbest radikaller teorisinin 50 yıl boyunca bir bilgi boşluğunu doldurduğunu, ancak delile dayanmadığını ifade eden Gems, "Bu şu anlama geliyor. Yaşlanmayı defetmek umuduyla E veya C vitamini alıyorsanız, bu doğru değil" diye konuştu.
Genes & Development dergisinde yayımlanan araştırmada, bununla birlikte antioksidan içeriği bulunan yeşil çayın yararlı olabildiği, çünkü yeşil çayın sadece serbest radikallere karşı değil, başka saldırganlara karşı da koruma sağlayan unsurlar içerdiği belirtildi

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:54
Uzmanlar, et tüketiminin arttığı Kurban Bayramı öncesi vatandaşlara, etin tüketimi konusunda bazı uyarılarda bulundu.
Adana İl Sağlık Müdürlüğünde görevli Diyetisyen Serpil Demiray, yazılı açıklamasında, kurban bayramında aşırı et tüketiminin sağlık sorunlarına yol açabileceğini ifade etti.
Etin, sindirimi zor bir yiyecek olduğunu belirten Demiray, özellikle yeni kesilmiş etin dinlendirilmeden tüketilmesi durumunda, midede şişkinlik ve hazımsızlık gibi şikayetlere yol açabileceğini vurguladı. Fazla et tüketiminin kolesterolü olanlar ile kalp ve karaciğer hastaları için sakıncalı durumlar yaratacağını ifade eden Demiray, bayramlarda özellikle diyet yapan kişilerin diyetlerini bozmamaları gerektiğini bildirdi.
Demiray, kurban bayramında et tüketilirken görünen yağ kısımlarının mutlaka temizlenmesi gerektiğini belirterek, şunları kaydetti: "Çünkü doymuş yağ oranı yüksek olan hayvansal gıdalar, kalp damar hastalıklarına davetiye çıkarır. Etler hazırlanırken görünen yağ temizlendikten sonra, soğutucuda bir iki gün dinlendirilmeli, pişirileceği zaman ayrıca yağ eklenmemeli. Etler haşlama veya fırında pişirilirse daha sağlıklı olur. Izgara yapılan etlerde etin yanmasından dolayı oluşan kanserojen maddeler sağlık için olumsuzluklar yaratır.
Bayram ziyaretlerinde şeker, çikolata, hamur tatlıları ve beraberinde tüketilen et, hem kolesterolün yükselmesine hem de kilo alımına neden olur. Bayramlarda sebze ve meyve tüketimi arttırılmalı, posadan zengin kuru baklagil ve kepekli ekmek tüketimine önem verilmeli."
Demiray, sağlıklı yaşamanın temel koşullarından biri olan "fiziksel aktivite"nin bayram süresince yapılarak, günde 2,5 litre su tüketilmesini de önerdi.
Kahvaltı öğününün de atlanmaması gerektiğine dikkati çeken Demiray, şöyle devam etti: "Ev ziyaretlerine gidilirken düşük kalorili çorba, yoğurt, meyve, salata gibi yiyecekler yenerek evden çıkılmalı. Böylece ikramlara ’hayır’ deme şansı doğar. Ayrıca çay ve kahve gibi, içeceklerin tüketimi fazla olursa kalp ritim bozuklukları, uykusuzluk ve mide şikayetleri artabilir. Bu içeceklerin tüketim miktarını sınırlamak gerekir. Şerbetli hamur tatlıları yerine de sütlü tatlılar tercih edilebilir."

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:54
Hamile kalmayı planlıyorsanız ve fazla kilonuz varsa, kendiniz ve bebeğinizin sağlığı için dengeli beslenerek, yavaş kilo vermelisiniz. Çünkü hamilelik öncesi hızlı kilo kaybı kesinlikle önerilmiyor

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:54
Türkiye’nin protein haritasını ortaya koyan araştırmaya göre, halkın yüzde 30’u protein konusunda bilgi sahibi değilken, yüzde 80’i bitkisel protein kaynaklarını yanlış biliyor ve ıspanağı bir protein kaynağı olarak görüyor.
Sağlıklı Tavuk Bilgi Platformu (STBP) tarafından ERA Araştırma ve Danışmanlık şirketine yaptırılan “Türkiye’de Protein Bilgi Düzeyi ve Tüketimi Araştırması”nın sonuçları açıklandı. Türkiye’de protein konusundaki bilinç düzeyini ve protein tüketimine ilişkin mevcut durumu ortaya koyan araştırma, toplam 22 ilde 3 bin 692 hane ile görüşülerek gerçekleştirildi. Araştırma kapsamında, 1-16 yaş arası çocukların yaşadığı hanelerde yemek alışverişini yapan veya ne alınacağına karar veren aile fertleriyle yüz yüze ve telefonla görüşme yapıldı.
100 kişiden yalnızca 4’ü ‘tavuk’ dedi
Araştırmanın sonuçlarını değerlendiren STBP Yönetim Kurulu Başkanı Zuhal Daştan, “Halkımızın üçte biri proteinin ne olduğunu, ne işe yaradığını bilmiyor. Toplumun sağlıklı ve dengeli beslenme konusunda eğitimi için her kurum üzerine düşen görevi yerine getirmeli” diye konuştu.
STBP olarak halkın protein konusunda bilinçlendirilmesi ve hayvansal protein tüketiminin artırılması amacıyla ‘Sağlıklı Büyüyen Türkiye İçin Daha Çok Protein!’ adlı sosyal sorumluluk projesini başlattıklarını dile getiren Daştan, “Proje kapsamında çocuklara sağlıklı beslenmenin önemini ***ifli bir dille anlatan masal serisi ile anne-babalara çocuk beslenmesinde proteinin önemini aktaran kitapçık dizisi yayımlıyoruz” diye konuştu. Daştan, iki ayrı seri halinde hazırlanan kitapların 100’er bin adet basılarak yurt genelinde ücretsiz olarak dağıtıldığını, yıl sonuna kadar 200 bin haneye ulaşılmasının hedeflendiğini belirtti.
“Eğitim seviyesi arttıkça bilinç de yükseliyor”
Türkiye’nin protein haritasını ortaya koyan araştırmanın danışmanlığını yürüten Beslenme ve Diyet Uzmanı Dilara Koçak, yüksek protein içeren besinlerin en çok Ege Bölgesi’nde bilindiğini belirterek, “Bu oranın en düşük olduğu yerler ise Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgeleri. Öte yandan kişilerin eğitim seviyesi arttıkça proteinin hangi gıdalarda bulunduğuna dair bilincin de yükseldiğini görüyoruz” dedi.
Proteinlerin vücutta hücrelerde meydana gelen bütün biyolojik olayların anahtar noktası olduğunun altını çizen Koçak, “Hayvansal proteinin hangi gıdalarda bulunduğunu biliyoruz ama ne işe yaradığını bilmiyoruz. Görüşülen kişilerin yüzde 80’i de bitkisel protein konusunda yanlış cevap vermiş. Maalesef sebzelerden özellikle ıspanak, bitkisel protein kaynağı olarak düşünülüyor. Ispanak hem her mevsim bulunmayan hem de protein içermeyen bir gıdadır. Tavuk ise hem ucuz, hem lezzetli, hem sağlıklı, hem de iyi kalite protein içeren bir besindir” dedi.
Tavuk, en ekonomik ve sağlıklı protein kaynaklarından biri
Tavuk etinin yağsız, proteince zengin ve kısa lifli oluşu nedeniyle çiğnenmesi ve hazmı kolay bir gıda olduğunu kaydeden Dilara Koçak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Tavuk, ekonomik oluşu sayesinde de bol miktarda tüketilebilecek en önemli protein kaynaklarından biridir. Protein ve yağ içerikleri açısından önemli avantaja sahip olan tavuk eti özellikle demir, fosfor ve B grubu vitaminlerinin de iyi kaynağıdır. Tavuktaki but eti, göğüs etine göre daha fazla B2 ve B1 vitamini, daha az da niasin vitamini içerir. Tavuk but etinde, göğüs etine kıyasla demir, çinko ve sodyum içerikleri de daha fazladır.
Tavuk etinin, dana ve koyun etine göre protein değeri daha yüksek olmasına rağmen yağ oranı daha düşüktür. Günümüzde koroner kalp hastalıklarından korunmanın en önemli yolu doymuş yağ miktarını azaltmaktır. Düşük miktarda yağ alımını hedefleyen beslenme biçiminde tavuk eti tüketimi son derece doğru ve sağlıklı bir tercihtir.
Beslenme değerinin yüksekliği yanında kırmızı ete kıyasla daha düşük fiyatla tüketime sunulması, tavuk etini cazip kılan diğer önemli özelliktir.”
Araştırmadan çarpıcı sonuçlar
Türkiye’de Protein Bilgi Düzeyi ve Tüketimi Araştırması’ndan çıkan önemli sonuçlar şöyle:
• Araştırma, görüşülen kişilerin %30’unun protein konusunda bilgi sahibi olmadığını veya yanlış bilgi sahibi olduğunu ortaya koyuyor.
• Hayvansal protein denince halkın aklına ilk olarak kırmızı et (%53,7), süt (%46,5) ve yumurta (%37,4) geliyor. Beyaz et/tavuk yanıtını verenler %17,8 ile altıncı sırada. Protein içermeyen tereyağı ve zeytinyağını hayvansal protein kaynağı zannedenlerin oranı ise %8.
• “Bitkisel protein denince ilk aklınıza gelen gıdalar hangileri?” sorusuna yanlış cevap verenlerin oranı %80,1. “Bitkisel protein” denince akla ilk gelen gıdalar sırasıyla sebzeler (%55,8), ıspanak (%35,9), kuru baklagiller (%19,9) ve meyveler (%10,9). Oysa sadece kuru baklagiller protein içeriyor.
• En çok protein içeren 3 gıda maddesi sorusuna en fazla verilen yanıtlar sırasıyla süt (%21,5), kırmızı et (%17,7) ve yumurta (%16,3). Beyaz et/tavuk, %1,3 ile son sırada.
• Et, tavuk ve balığı haftada bir ve daha sık tüketen çocukların oranı Marmara’da %88 ile ilk sırada, %69,8 ile de Doğu Anadolu’da son sırada.
• Tavuk ve kırmızı et haftada 1-2 kez tüketilirken, balık haftada 1’den seyrek tüketiliyor.
• Eğitim durumu düştükçe hayvansal protein konusunda fikri olmayanların oranı artıyor.
• Tavuk, bölgeler bazında en çok Marmara’da, en az Güneydoğu Anadolu’da, kırmızı et en çok Marmara’da, en az Güneydoğu Anadolu’da, balık en çok Ege’de, en az Güneydoğu Anadolu’da, kuru baklagiller ise en çok Doğu Anadolu’da, en az Marmara’da tüketiliyor.
• Kuru baklagiller en çok akşam yemeklerinde tercih edilirken, öğle yemeklerinde en çok patates tüketiliyor. Özellikle yağlar ve şekerli gıdaların tüketimi, sabah kahvaltısında oldukça yüksek. Patatesi sabah kahvaltısında tüketenler arasında çoğunluğu Marmara, Orta Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayanlar oluşturuyor.
Hücrelerin yapıtaşı protein
Protein,
• Hücre büyümesi ve gelişmesi için büyük öneme sahiptir.
• Bağışıklık sistemimizi korur, güçlendirir.
• Metabolizmamızı çalıştırır.
• Kas, kemik ve kan hücrelerini oluşturur.
• Hücrelerin, enzimlerin ve hormonların yapıtaşıdır. Hücrelerin yenilenmesini sağlar.
Ne kadar proteine ihtiyacımız var?
Beslenmede, enerjinin yaklaşık olarak yüzde 12- 15’inin proteinden gelmesi tercih edilir.
Sağlıklı yetişkin bir bireyin, ağırlığı oranında, kilogram başına günde ortalama 1 gram proteini alması gereklidir.

Çocuklarda protein ihtiyacı
Çocuklarda protein gereksinimi, erişkinlerdeki gibi sadece dokuların tamiri ve yeniden yapılanması için değil, vücudun büyümesi ve gelişmesi için de gereklidir. Çocuklarda vücut dokularının büyümesi için sürekli protein sentezi gereklidir. Bu nedenle çocuklara iyi kaliteli protein verilmelidir. Hayvansal kaynaklı protein iyi kaliteli proteindir.

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:55
Posa yani besinsel lif, vücudun sindiremediği kompleks karbonhidratlara denir. Suda erimeyen posalar, atık maddelerin bağırsak içinde hareket etmesini sağlar. Suda eriyenler ise bağırsakları düzenli çalıştırarak kabızlığı önler.
Dilara Koçak
Posa yani besinsel lif aslında algılandığı gibi tek bir besin öğesi değildir. Posa, vücudumuzun sindiremediği veya emilimini yapamadığı kompleks karbonhidratlara verilen isimdir.
Posalar çözünen ve çözünmeyenler olarak iki tiptir. Çözünen posalar suda erir, çözünmeyen posalar ise erimez. Çözünmeyen posaları bağırsak kaslarını harekete geçiren posalar olarak adlandırabiliriz. Her ne kadar çözünmeseler de kendileri sindirilmeden atık maddelerin bağırsak içindeki hareketini sağlarlar. Bu nedenle de “vücudun süpürgesi” olarak bilinirler. Çözünen posalar ise dışkıya yumuşaklık, jel kıvamı ve hacim kazandırarak bağırsakların düzenli çalışmasını sağlar ve bu sayede kabızlığı önlerler.
Posa ette yok. Sütte de. Balıkta da. Sadece sebze, tahıl, meyve ve yemiş gibi toprakta yetişen gıdalarda var. Peki posa neden beslenmemiz için önemli?
Lif tüketiminin yararları
1- Yeterli miktarda besinsel lif tüketimi kalp hastalığına karşı koruyor. Mevcut araştırmalar günde 12 ila 33 gram lifin kan basıncını düşürebileceğini, kan kolesterol seviyelerini daha iyi hale getireceğini ve kardiyovasküler hastalıklarla ilişkilendirilen “enflamasyonu” azaltabileceğini gösteriyor. Diyete eklenen her 10 gram lif, kalp hastalığından ölme riskini yüzde 27 azaltıyor.
2-Çözülebilir lifler kandaki kötü kolesterolü düşürüyor. Çözülebilir lifler vücuttan geçerken suyu emerek kötü LDL kolesterolün vücuttan çıkarılmasına yardımcı oluyor. Yüksek miktarda çözülebilir lif içeren besinler arasında elma, arpa, yulaf, fasulye ve diğer baklagiller, sebze ve meyveler var.
3- Çözülemeyen lifler bağırsakların “boşaltımını” kolaylaştırır. Bu besinsel liflerin tüketimi arttıkça dışkı miktarı da artar. Sonuç vücutta daha hızlı bir yolculuk ve daha fazla normal bağırsak hareketidir. Tam tahıllı ekmek veya esmer pirinç gibi tam tahıllı yiyecekler çözülemeyen lifler için iyi bir kaynaktır. Bazı yiyecekler doğal laksatif olan maddeler içerir. Bunlar arasında lahana, ravent, bal, incir, erik, ahududu, çilek ve pişirilmiş elma bulunur.
4-Besinsel lif diyabeti kontrol etmeye yardımcı olabilir. Hatırlayın; besinsel lif vücut tarafından emilmeyen bir karbonhidrattır. Bu nedenle lif açısından zengin bir diyet daha az kan şekerine dönüşen total karbonhidrat demektir. Ayrıca yüksek lifli yiyecekler daha yavaş sindirilirler ve sonuç olarak yemek sonrası kan şekeri daha yavaş yükselir.
5-Besinsel lif gastrointestinal yolun sağlığına iyi gelir. Meyve, sebze ve tam tahıllılarda bulunan bazı doğal lif çeşitleri kalın bağırsakta mayalanır ve vücudumuzun kalsiyum gibi önemli mineralleri emmesine yardımcı olabilir.
6-Besinsel lif kilo almaya karşı koruyucu olabilir. İnsan vücudu liften hiçbir enerji veya kalori almaz. Bu nedenle lif açısından zengin besinler yediğimiz zaman bizi doyuran ancak göbeğe dönüşmeyen bir “kütle” yemiş oluruz ayrıca lifi yüksek yiyecekleri çok çiğnemek gerekir. Yemeğinizi ne kadar çok çiğnerseniz o kadar kalori harcarsınız ve metabolizmaya yardım edersiniz. Üstelik lif açısından zengin yiyeceklerin kalorisi daha düşüktür. Örneğin bir kase brokolide (lif açısından zengin) 25 kalori varken, bir kase pilavda (lif oranı düşük) 200 kaloriden fazla vardır.
Ne kadar lİfe İhtİyacımız var?
Yediğimiz her 1000 kalori için yaklaşık 14 gram besinsel lif öneriliyor. Bu çoğu yetişkin kadın için 25 gram, erkekler için ise 38 gram anlamına geliyor. Çoğu sebze, meyve ve tahılda porsiyon başına 2-3 gram besinsel lif bulunuyor. Pişirilmiş kuru fasulye ve baklagillerde kap başına 10 ila 15 gram besinsel lif bulunuyor.
Bu yüzden meyvelerin suyu yerine kendini tercih edin.
Kabukları ile yenebilen meyveleri soymadan tüketin.
Haftada 1-2 kez mutlaka kurubaklagil tüketin.
Salatalarınıza haşlanmış mercimek, barbunya gibi tahıllar ekleyin.
Tahılların kepeği ayrılmamış tam taneli olanlarını tercih edin.
Kahvaltı için tahıl gevreklerini göz ardı etmeyin.
Kuru baklagillerin neden olduğu gazı önleyebilmek için
Kuru baklagilleri hazırlarken akşamdan önce suya ıslatın, ancak pişirirken bu ıslatılan suda değil yeni temiz su ile pişirin.
Kuru baklagillerin pişmesi için yeterli zamanı ayarlayın ve tam olarak pişmesini sağlayın.
Konserve edilmiş kuru baklagillerin suyunu dökün ve temiz su ile yıkayıp, pişirin.

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:55
İngiltere’de yapılan bir araştırma, antioksidanların yaşlamanın önüne geçmede bir faydasının bulunmadığını gösterdi.
Araştırmacılar, antioksidan ihtiva eden birçok krem ve vitamine boşuna avuç dolusu para harcandığını belirttiler.
İngiliz uzmanlar, genç görünmek uğruna kremlere ve vitamin haplarına para harcamak yerine, sağlıklı beslenmeye çalışmanın ve spor yapmanın daha mantıklı olduğunu bildirdiler.
BBC ve Daily Mail’in haberlerine göre, University College London’dan Dr. David Gems’in araştırması, yaşlanmayla mücadelede antioksidanların anahtar rol oynadığına dair yaygın inanışı çürüttü.
Bu konudaki, 50 yıl öncesine dayanan teori, doku ve hücrelerin, gıda enerjiye dönüşürken ortaya çıkan tehlikeli oksijen molekülleri olan serbest radikallerin saldırısı altında bulunduğunu öne sürüyordu. E ve C vitaminleri gibi antioksidanların bu saldırıları püskürttüğü ve böylece yapılan tahribat miktarını azalttığına inanılıyordu.
Bu teori, milyonlarca insanın vitamin takviyesi almasına ve antioksidan temelli muazzam bir kırışık önleyici krem pazarının oluşmasına yol açtı.
İPLİK KURTLARIYLA ARAŞTIRMA
Yaşlanma biyolojisi uzmanı Dr. Gems’le ekibi, insanlarla birçok geni paylaşan iplik kurtları üzerinde yaptıkları araştırmada serbest radikaller teorisinin doğru olmadığını saptadı.
Ömürlerinin sadece günler sürmesi sayesinde bilim adamlarına uzun dönemli değişimler hakkında fikir veren iplik kurtları, bedenleri fazla serbest radikalleri öldürecek şekilde genetik değişikliğe uğratıldı. Ancak genetik değişime uğratılmış iplik kurtlarının yaşamlarının diğerlerinden uzun sürmediği görüldü.
ABD’de fareler üzerinde yapılan bir araştırma da aynı sonuca ulaşmıştı. Gems, "Aslında yaşlamanın temel mekanizması hakkında pek de bilgimiz yok" dedi. Yaşlanmayla ilgili serbest radikaller teorisinin 50 yıl boyunca bir bilgi boşluğunu doldurduğunu, ancak delile dayanmadığını ifade eden Gems, "Bu şu anlama geliyor. Yaşlanmayı defetmek umuduyla E veya C vitamini alıyorsanız, bu doğru değil" diye konuştu.
Genes & Development dergisinde yayımlanan araştırmada, bununla birlikte antioksidan içeriği bulunan yeşil çayın yararlı olabildiği, çünkü yeşil çayın sadece serbest radikallere karşı değil, başka saldırganlara karşı da koruma sağlayan unsurlar içerdiği belirtildi.

sarıkanarya_41
06-12-2008, 21:56
Only the registered members can see the link (javascript:GoNextPage();)
Ruhunuzu maskeler ile şımartın!

YÜZ BAKIMI-Çikolata maskesi

• Bir su bardağının üçte biri kadar kakao tozu • 3 yemek kaşığı krema • 2 yemek kaşığı peynir • 2 yemek kaşığı bal • 3 yemek kaşığı yulaf ezmesi