PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kur'an'ı terk edemeyiz



Editor
12-04-2010, 03:16
Kur'an'ı terk edemeyiz



Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “O gün zâlim, parmaklarını ısırır ‘Eyvah! der, keşke o Peygamber’le birlikte bir yol tutsaydım.



Eyvah! Keşke falanı dost edinmeseydim! Vallahi bana gelen öğütten (Kur’an’dan) beni o uzaklaştırdı. Zaten şeytan, insanı işte böyle yüzüstü, yalnız bırakır.’ O gün Peygamber: ‘Yâ Rabbi, halkım bu Kur’an’ı terk edip ondan uzaklaştılar!’ der.” (Furkan Sûresi, 27-30)



Bir hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor: “Her kim Kur’an’ı öğrenir de O’nunla ilgilenmez ve ona bakmazsa, kıyamet günü gelir, yakasına yapışır ‘Yâ Rabbi! Bu kulun beni terk edip uzak kaldı, benimle amel etmedi, benimle onun arasında Sen hüküm ver’ der.” (Âlûsî)



Kur’an-ı Kerim’i “mehcûr” yani terk edilmiş vaziyette bırakmanın karşılığı olan perişanlık, hem dünyada hem âhirette kendisini Müslümanlara hissettiriyor ve hissettirecektir. Ona sâhip çıkanlara da bizzat Allah sâhip çıkmaktadır ve çıkacaktır. 1925’lerdeki o elîm olaylardan sonra pek çok insanın güneydoğudan alınıp batı bölgelerimize sevk edildiği sırada, bizzat o fitneye karşı çıkmış, yatıştırmaya çalışmış olan Bediüzzaman da sadece o bölgeden olma ve nüfuz sâhibi bir şahsiyete sahip bulunma gibi sebeplerle Van’dan alınıp Erzurum’a getirilmekteydi. Yolda Korucuk köyünde de kalmak mecburiyeti hâsıl oldu. O zaman onu götürmekle muvazzaf subay, “Bu çok muhterem bir zat, burada kalacağımız zaman zarfında kendisinden istifade ediniz.” dedi. Korucuklular çok iyi ilgilendiler. Hatta Hacı Münir Efendi, onu misafir etti, delinmiş çarıklarını alıp bir çift yeni ayakkabı ile değiştirdi. Daha sonra da o çarıkları bir hatıra olarak evinin duvarına senelerce astı... Bediüzzaman Hazretleri Hacı Münir’e “Evlatlarınıza Kur’an-ı Kerim’i öğretip okutunuz, Allah sizleri korur.” dedi...



Osmanlı Devleti’nin parçalanıp dağılmasında Birinci Dünya Savaşı’nın rolü büyüktür. Bu mağlubiyetin manevi sebeplerini izah ederken Bediüzzaman Hazretleri bilhassa Kur’an-ı Hakim’in açık emirlerinin terk edildiğini söyler: “Hissemizin sebebi; erkân-ı İslâmîde ihmâl ve terkimizdi. Zira Hâlık Teâlâ yirmi dört saatten bir saati istedi. Beş vakit namaz için yalnız o saati, bizden yine bizim için emretti, hem istedi. Tembellikle terk ettik, gaflete ihmâl oldu. Şöyle de ceza gördük; beş senede, yirmi dört saatte daima talim ve meşakkatle tahrik ve koşturmakla bir nevi namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay, oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık. Keffaretten beş sene cebren oruç tutturdu. Kendi verdiği malından, kırkından ya onundan birini zekat istedi. Cimrilikle hem zulmettik, haramı karıştırdık, irademizle vermedikti. O da bizden aldırdı müterâkini (yığılmış) zekatı, haramdan da kurtardı.” (Lemaat)



Eğer Safahat’ı incelersek Mehmet Akif Ersoy’un şikâyetlerinden o günlerin nasıl olduğunu çok iyi anlarız:



- Ramazan vak’ası yâhu! Şunu anlat, be adam!



- Üsküdar’dan geliyorduk, ikimiz: Âsım, ben.



Saat on bir sularıydı... Vapur beklerken,



Yolcular Bafra’yı tellendirivermez mi sana?



Kaçıver, belki ki cıngar çıkaracak, durmasana!



İçlerinden biri, hem şüphesiz, en kaltabanı,



Üç nefes püfliyerek burnuma: “Sen söyle, Hoca!



Niye bağlanmalı hayvan gibi hâlâ oruca?”



Deyivermez mi!



Herkes aç bekleşiyor kaldırımın sırtında ...



Siz gidin, perdelerin hepsini kaldırtın da...



Aleni işret edin, âleme göstermek için!



Be adamlar! Azıcık saygı sayın: Gizli için



Meze tufanına dalmış, kulaç atmaktasınız;



Yutkunan halka bakın, pencerelerden sayısız



Paranız yok ya, şu ben var diyeyim, bol keseden



Hakkınız nerde sefih olmaya, dünya açken?



Müslümanlar olarak irademiz dışında zorlu belâ ve imtihanlara tâbi olmadan, Kur’an-ı Kerim’i hem okuyalım, hem anlayalım hem açık emirlerini yerine getirelim. Tâ ki, yarın mahşerde Kur’an-ı Kerim’in yakamıza yapışıp “Yâ Rabbi bunlar beni terk etti!” şeklindeki şikayetine muhatap olmayalım.