Giriş

Orijinalini görmek için tıklayınız : Nefsanî Arzular ve "Zorluk Ordusu"



Editor
12-04-2010, 04:17
Nefsanî Arzular ve "Zorluk Ordusu"



Cenâb-ı Hak, söz konusu ayet-i kerimede "Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olur." dedikten sonra "Kimi zaman da sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olabilir." buyurmuştur. Evet, yeme-içme, gezip tozma, gülüp oynama ve yan gelip yatma gibi şeyler nefsin hoşuna gider. Kalb ve ruh terbiyesi almamış kimseler, bunlarla oyalanmak varken, ibadet etmeyi ve i'lâ-yı kelimetullah yolunda mücahedeyi hiç istemezler.



Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Tebük'e giderken münafıkların hemen hepsi sefere katılmaktan yüz çevirmiş ve ağaçların meyve verdiği o dönemde, bağ ve bahçelerinde oturmayı tercih etmişlerdi. Tebük, Arap yarımadasının kuzeyinde, Medine-i Münevvere ile Şam şehrinin ortasında bir yerin adıdır. Heraklius'un, müslümanları kılıçtan geçirmek için kırk bin kişilik orduyu yola çıkardığı haberi üzerine Allah Rasûlü sefer kararı almıştı. Sıcak, kuraklık, kıtlık, uzaklık ve düzenli bir orduya sahip güçlü bir düşmana karşı savaşılacak olması gibi hususlar bu seferi "güç ve zor bir sefer" haline getirmişti. Münafıklar, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihat etmeyi hoş görmemişler, savaşa katılmamak için Rasûl-ü Ekrem Efendimiz'den izin istemişler ve müslümanlara "Bu sıcakta savaşa çıkmayın!" deyip onları da caydırmayı denemişlerdi. Allah Teâlâ, "De ki: Cehennem ateşi, bundan da sıcak! Ona nasıl dayanacaksınız?" (Tevbe, 9/81) buyurarak onların nasıl bir yanlışlık içinde olduklarını nazara vermişti ama münafıklar hoşlarına giden yolda yürümeyi bırakıp Cenâb-ı Hakk'ın muradını gerçekleştirmeyi hiç düşünmemişlerdi. Maalesef, müslümanlardan üç kişi de kendi haklarında şer gibi görünen bir şeyden kaçıp nefislerine cazip gelen şıkkı ihtiyar ederek geride kalanlar arasına katılmışlardı.



Evet, bazen insan rahat, tenperverlik, yuvaya düşkünlük, makam sevdası ve sadece dünya hesabına mutlu yaşama gibi nefsin hoşuna giden, bedene ve cismaniyete bakan şeylere müptela olur. Fakat, bunlar çok defa insan için öldürücü birer hastalık halini alır. Bunlara alışan kimseler çok basit sıkıntılar ve en küçük hırpalayıcı hadiseler karşısında bile dayanamazlar; sarsılır ve yıkılır giderler. Bu itibarla, bir müslümanın rahatlık, haneperestlik ve lüks yaşama gibi herhangi bir tiryakiliği olmaması gereklidir. Hatta o, günde üç öğün yemek yeme ya da belli vakitlerde çay içme gibi masumâne kabul edilen tiryakiliklerden de uzak durmalıdır. Bilmelidir ki; Cehennem yeme, içme, yatma, nefsin hoşuna giden her şeyi elde etme ve cismaniyet itibarıyla tatmin olma gibi insanın arzularına seslenen alışkanlıklarla sarılıdır; Cennet ise, ibadet etmek, i'lâ-yı kelimetullah vazifesinin hakkını vermek, mücahedede bulunmak ve Allah yolunda her türlü zorluklara katlanmak gibi zâhiren kerih görünen şeylerle kuşatılmıştır.



Bu açıdan, insan, hoşuna gitsin gitmesin, her meseleyi dini ölçülere göre ele almalı; her hadiseyi "Hayır, Allah Teâlâ'nın ihtiyar buyurduğu şeydedir" hakikati zaviyesinden değerlendirmeli ve her zaman Cenâb-ı Hakk'ın tercihi istikametinde tercihte bulunmalıdır. Sebeplere riâyet ettikten sonra neticeyi Allah'ın takdirine bırakmalı; kendisiyle alâkalı tasarruflarında Rahmeti Sonsuz'a inanıp O'na güvenmeli ve O'nun yaptığı her şeyden hoşnut olmalıdır. Evet, kader rüzgârları ne yandan eserse essin gönül rahatlığıyla karşılamak ve her hadiseye "Bunda da bir hayır vardır; bu da geçer!" inancıyla yaklaşmak mü'min olmanın gereğidir.