PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : "Zalimler için yaşasın Cehennem!"



Editor
12-04-2010, 03:17
"Zalimler için yaşasın Cehennem!"



Hatta, o ufkun insanları, bazen tedbiri ve sebepleri hiç kâle almayabilirler. Mesela, Hazreti Üstad, hakkında ölüm kararı verilmesini beklediği ya da idam sehpasına yürüdüğü bir anda "Müsaade ederseniz vakit namazımı kılmak istiyorum" diyecek kadar korkusuzdur; tehditler onun tavırlarında herhangi bir değişikliğe sebebiyet veremez. Divan-ı Harb-i Örfî'de yargılanırken mahkeme başkanı Hurşit Paşa'nın ithamlarına cesurca cevaplar vermiş, idamının istenmesine rağmen özür dileyici bir hal sergilememiş; hep dik durmuş, ölüme yürürken bile hak ve hakikati seslendirmiştir. Beraat kararından sonra da mahkemeye teşekkür etmeyi bile tenezzül sayarak, yolda Beyazıt'tan tâ Sultanahmet'e kadar, kendisini takip eden kalabalık bir halk kitlesinin önünde, "Zalimler için yaşasın cehennem! Zalimler için yaşasın cehennem!" nidalarıyla ilerlemiştir. Evet, onun Allah'a itimadı tamdır ve o Cenâb-ı Hak'tan gelen her şeye razıdır; tavır ve davranışları da ihraz ettiği bu ufkun sesi-soluğudur.



Şu kadar var ki, bazı durumlarda da olsa sebepleri görmezlikten gelme ve tedbire takılmama herkes için geçerli bir husus değildir; bu mesele subjektiftir ve erbabına aittir. Dahası, tefviz ufkunun kahramanlarından birine gidip deseniz ki, "Siz kendi hakkınızda takdir ettiğiniz ve teslim, tevekkül, tefviz mertebelerinin cilveleri saydığınız esbap üstü bazı şeyleri bize de tavsiye eder misiniz?" Şayet, muhatabınız Rasûl-ü Ekrem'in (aleyhissalâtü vesselam) sâdık bir temsilcisi, sünnet-i seniyyenin objektif bir tebliğcisi ise, "Bunlar bizim ufkumuzu aşan meseleler, bize göre değil böyle şeyler. Bunlar, fiziğin yanında ****fiziği de gören, nazarları ile bu âlemi delip öbür âlemleri de müşahede eden, ihsan şuurunun zirvelerinde gezen özel donanımlı Hak erlerine ait hususiyetler." der.



Öyle büyükler vardır ki, hayatlarında hiç ilaç kullanmamışlardır; fakat, ilaç kullanan kimselere de kat'iyen "kullanma" dememişlerdir. Hiç hekime gitmemişlerdir ama hiç kimseye "hekime gitmeyin" gibi bir tavsiyede de bulunmamışlardır. Kendi seviyeleri açısından, hekimi ve ilacı bile tefviz anlayışına zıt bulsalar da, başkalarına hitap ederken meseleyi avam (hakikata tam erememiş, tevhidin derin hakikatlarından haberi olmayan kimseler) açısından ele almış ve "Doktora gitmeli, ilaç kullanmalı; bunları şart-ı âdi planında birer vesile bilmeli; fakat, doktora ve ilaca güvenmemeli, şifayı Allah Teâlâdan istemeli!" ihtarını da ihmal etmemişlerdir.



Tefviz burcunun üveyklerinden, Hüccetü'l İslam İmam Gazzali, İhya-u Ulumi'd-din adlı eserinin başında ilimleri ikiye ayırmış; Kitap, Sünnet, İcmâ ve sahabenin yolunu takip vesileleri olan Kelam, Fıkıh, Fıkıh Usulü, Hadis, Tefsir gibi "dini ilimler"in yanı sıra, "aklî ilimler"den de bahsetmiş ve bunlardan, dünya işlerini düzene koyacak, insanların sıhhatini koruyacak ve ihtiyaçlarını cevaplandıracak tıp ve hesap ilmi gibi ilimleri farz-ı kifaye olarak saymıştır. Demek ki, o ulu kâmet, kendi hakkında ne takdir ederse etsin, nasıl düşünürse düşünsün ve şahsî tercihlerini hangi istikamette kullanırsa kullansın, halka hitap ederken onların seviyesine göre konuşmuştur. Bu itibarla, avamdan bir insanın, o makama ve o ufka ait şeyleri seslendirmesi sun'î ve yalan olur; esbabı görmezlikten gelmesi büyük yanlışlıklara kapı açar. İnsan, makamı ve seviyesi ne ise, nerede duruyorsa, işte ona göre davranmalı ve konumunun hakkını vermelidir.