Editor
12-04-2010, 04:18
ANNE-BABA HAKKI
Pek çok manevî değerin yerle bir olduğu zamanımızda, çiğnenen, unutulan, hakir görülen en büyük değerlerden biri de, Allah’ın Kur’anı Kerim’de pek çok yerde ‘sadece kendisine ibadet’ten sonra zikrettiği bir hakikat olan anne-baba hakkıdır.
Öyle bir vahşi devirde yaşıyoruz ki, yıllarca kendisini besleyen, koruyup kollayan, nice sıkıntılara katlanan anne baba, çocuğunun nazarında bir yük, aşağılanan bir varlık olarak görülüyor. Anne baba küçümseniyor, anne baba ademe mahkum ediliyor, anne baba darü’l acezelere terkediliyor, anne baba dövülüyor, anne baba öldürülüyor veya ölümleri arzulanıyor. Halbuki, anne babanın hakları o kadar büyüktür ki, Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem bir hadislerinde meseleyi şöyle vurgularlar: “ Evlad, babasının hakkını kesinlikle ödeyemez. Bu ancak şu şekilde mümkündür. Babasını bir yerde köle olarak bulur, satın alır, sonra onu hürriyetine kavuşturur. Ancak o zaman hakkını ödemiş olur.” (Müslim)
Onlara hürmet, o kadar büyük bir hakikattır ki, Cenab-ı Hak (cc), bu hakikatı Kur’an’da şu şekilde hatırlatıyor: “Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza iyilik etmenizi kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırlarsa, kendilerine “öf” bile deme! Onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle! Alçakgönüllülükle, onlara merhamet kanatlarını ger. Ve onlara şöyle dua et: “Rabbim, küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara öyle rahmet et!” (İsra, 17/23-24)Allah burada, onların evlat üzerindeki haklarını anlatırken, en küçük bir hareket ve söz olan öf demeyi bile haram kılıyor. Bu kadarcık söz eğer haramsa, bundan ötesi; yani onları yalnızlığa terketme, azarlama, küçük görme, tabi ki haramdır. Bu konuda diğer ayetler de şöyle: “ Allah’a ibadet edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya da iyilik ve ihsanda bulunun.”(Nisa, 4/36)
“Biz insana ana-babasına karşı ihsanda bulunmasını vasiyet ettik.” (Ankebut, 29/8)
Anne-babaya iyilik ve ihsanda bulunma emredildikten sonra, özellikle anne nazara verilerek, çocukla en çok meşgul olan, ona en yakın bulunan, kendisini aylarca karnında taşıdıktan sonra, doğumu kendisi için bin bir ızdırap olan, doğumdan sonra da bakımı görümüyle en çok meşgul olan bu ‘şefkat abidesi varlık’ a karşı çocukta minnet hissi uyarılıyor: “Biz insana, ana-babasına ihsanda bulunmasını tavsiye ettik. Annesi onu zahmet üstüne zahmetle taşıdı ve yine bin-bir ızdırapla doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına gelip de kırk yaşına ulaştığında, “Rabbim, bana ve anne-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın işleri yapmamı temin et! Benim için de, neslim için de iyiliği devam ettir. Ben Sana döndüm ve elbette ki ben müslümanlardanım.” (Ahkaf, 46/15)
Allah anne babanın evlatlarına karşı yaptıklarını hatırlatarak evlatları anne-babalarına karşı minnet altında bırakmaya devam ederek şöyle buyuruyor: “Biz insana ana-babasına iyi davranmasını tavsiyede bulunduk. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması -en uzun süre olarak- iki yılda olur. İşte bunun için, önce Bana şükret, sonra da ana-babana teşekkür et. Bilesiniz ki, dönüş banadır.” (Lokman, 31/14)
Anne baba, Allah’ın göndereceği azaba karşı en büyük garantimizdir. Zira Allah Resulü, şöyle buyuruyorlar: “Eğer içinizde beli bükülmüş ihtiyarlar, anasından süt emen çocuklar ve diğer canlılar olmasaydı, belalar üzerinize sel gibi akardı.”
Şefkat Kahramanları:
Anne, evladına karşı o kadar şefkatlidir ki, onu tehlikeden kurtarmak için kendini çok rahat ölüme atar. Bunun hayvanlardaki tecellisi bile ne kadar manidardır. Bir tavuk, yavrusunu koruma maksadıyla köpeğin önüne atılır. Allah, annenin yüreğine böyle bir şefkat, hassasiyet ve böyle bir kahramanlık vermiştir. Hassasiyetinin ve şefkatinin gereği, çocuk hakkında en çok tedirgin olan, zahmetler çeken annedir. Yirmi yaşındaki evladı biraz eve geç gelse, gözüne uyku girmez. Parmağına bir iğne batsa, sanki kendi eline batmış gibi acı çeker.
Bu gerçeği vurgulayan bir menkıbe anlatılır: Gencin biri evleneceği kızın vahşice bir isteği ile karşı karşıya kalır. Genci annesinden kıskanan kız der ki, benim için annenin kalbini getirmeni istiyorum. Bir kara sevdayla gözü dönmüş genç, gider annesini öldürür. Sonra da kalbini çıkarmaya başlar. O sırada pıçağı kaçırarak elini yaralar. Can havliyle “anam!” der. Tam o anda, anasının kalbi, “yavrum!” der çocuğun eline sarılır. Bir menkıbedir ama ana şefkatini ne kadar çarpıcı vurgular.
Ebeveynin Gözünde çocuklar her zaman çocuktur:
Evlat ne kadar büyük olursa olsun, anne-babanın gözünde yine de bir çocuktur. Öyle gördüklerinden dolayı, onu her zaman şefkatle kucaklarlar. Evlat da ona göre anne-babasına karşı hürmet göstermesi gerekir.
Anne-baba, büyüyünce tıpkı çocuk gibi olurlar. Alıngandırlar, hassastırlar, ilgi beklerler, şefkat isterler. Allah, bu noktaya temas ederek bizi ikaz ediyor. “Onlardan biri veya her ikisi de yanınızda kocayacak olurlarsa, şefkat kanatlarınızı gerin. Merhamet gösterin. Ve deyin ki, “Rabbim, onlar nasıl beni küçükken besleyip, büyütmüşlerse, sen de onlara öyle merhamet et.” Yani ben nasıl küçükken merhamete muhtac idiysem, şimdi de onlar aynı merhamete muhtaçlar. Onlar şimdi birer çocuk gibidirler.
Kayanın hareketi:
Onlara yapılan iyiliği Allah o kadar aziz tutar ki, o iyilik hürmetine taşlar emre amade olur. Allah Resulü bir kıssa anlatır: “Üç genç beraber yolculuğa çıkar. Yolda yağmur yağmaya başlar. Yağmurdan korunmak için bir mağaraya sığınırlar. Büyük bir kaya gelerek mağaranın kapısını kapatır. Nasıl çıkacaklarını düşünürlerken, biri bir fikrini söyler. Der ki, “Hepimiz geçmişte yaptığımız bir iyiliği hatırlayarak Allah’tan o iyilik hürmetine kurtuluş dileyelim.” Kabul ederler ve hepsi de birer iyiliğini sıralar. Bir tanesinin de iyiliği şudur. Bu genç, her gün eve geldiğinde çocuklarından önce anne-babasının yanına varır. Onlara süt ikram eder ve istirahatlerini sağlayınacaya kadar da yanlarından ayrılmaz. Bir gün yine eve gelir bakar ki, ikisi de uyumuşlar. Elinde süt kasesiyle sabaha kadar başlarında bekler. Uyandıklarında o anne-baba, vefalı, hürmetli evlatlarını yanıbaşlarında bulurlar. Memnun bir vaziyette sütlerini içerler. “İşte Allahım” der genç, “ben bunu eğer senin rızan için yapmışsam, şu kayayı mağaranın önünden çek de kurtulalım.” Kaya, bu iyilik hürmetine biraz aralanır. Diğerlerinin iyiliği ile de iyice açılan aralıktan çıkarak yollarına devam ederler.
Evet, rahmeti her şeyi aşkın olan Cenabı Hakk’ın rahmetinin en açık tecelligâhı olan anne-babaya hürmet, dağı taşı işte böyle dize getiriyordu. Onla hürmetine, yağmur yağıyordu, onlar hürmetine yeryüzü musibetlerden muhafaza olunuyordu.
Eden Bulur:
Nice insanlar vardır ki, babalarına yaptıkları haksızlığı, hürmetsizliği nasıl acı acı çektiklerini itiraf etmişlerdir. Niceleri de vardır ki, bunun farkında bile değildir. Nereden geldi bunlar başıma deyip isyandan isyana sürüklenmektedirler. Halbuki “İnsanın başına gelenler, hep kendi eliyle işledikleri yüzündendir.” (Şûrâ, 42/30) ayetinin gereği, insan yaptıklarına bir baksa, annesine, babasına neler çektirdiğine, masumlara ne haksızlıklar yaptığını bir düşünse, o zaman nasıl hâlâ yaşadığına hayret edecektir.
Bir büyük Hak Dostu, kardeşinin ağır şekilde nefes darlığı çekmesi karşısında, babasının o kardeşine nasıl serzenişte bulunduğunu hatırlar ve hadiseyi anlatır. Eski aile yapısı içinde, çok rahat baba-anne ile evli çocuklar bir arada bulunabilmekteydi. Bunda hiç bir problem de yoktu. Babam kardeşimin kendisiyle kalmasını çok istiyordu. Diğer evlatları işleri icabı birer birer dağılmışlar, bir o kalmıştı. Ondan istirham etti. Sana kendine göre ayrı bir yer yaparız, fakat yemeklerimiz, çaylarımız bir olur demişti. Fakat kardeşim, inat etti ve kayınpederinin yanına gitti. Babam, bu manzara karşısında aynen şunları söyledi. “Bu çocuk benim iflahımı kesti!” İşte bu kardeşimin şu an çektikleri Allah bilir babamın serzenişlerinin bir neticesidir.
Evet, Allah Resûlü buyuruyor: “Annenin evladı için yaptığı dua, en çok kabul olunan dualardandır. Çünkü, anne babadan daha merhametlidir. Allah, merhametlilerin dualarını geri çevirmez.” Allah, eğer onların dualarını geri çevirmiyorsa, ya serzenişlerini, kırıklıklarını, inkisarlarını, burkuntularını hiç neticesiz bırakır mı? Hiç bir şey olmasa bile, o evlat ilerde kendi evladından çeker.
Kötü Olsalar, Kötülük Yapsalar da:
Eğer insan anne-baba hukukunu çiğnediği halde, başına hiçbir şey başına gelmiyorsa, o zaman ahiretinden korkmalıdır. Zira yine Allah Resûlü buyuruyor: “Anne-babasını razı etmiş olarak sabahlayan kimse için Cennet’e iki kapı açılır. Bu şekilde akşamlayan kimseye de aynı mükafat vardır. Onlardan yalnız biri hayatta olup onun gönlünü hoş ederse, ona da Cennet’e bir kapı açılır. Zulmetseler de, zulmetseler de, zulmetseler de. (Anne-baba kötülük yapsalar da kendisi iyi davranmak zorundadır.)
Nice insanlar vardır ki, anne-babası kendisine dininden, inancından, yaşayışından dolayı cephe almıştır da, daha sonra kendi samimi davranışlarıyla, dualarıyla merhamete gelmiş, bir daha da evladına karşı aynı zulmü işlememişlerdir. Bir arkadaşımız, dinden uzak bir hayatta gözlerini açtığı halde, üniversite yıllarında dinle, dini gerçekten temsil edenlerle tanışır. Tanışır ama ailesiyle de kavgası böylece başlamış olur. Herşeyini takip altına alırlar. Fakat o, hürmette kusur etmez. Kendisini haksız çıkaracak hiçbir tutumda bulunmaz. Ve nice geceler, gizli gizli kalkar namaz kılar, secdede yalvara yakara dua eder. Allahım “babam!” der, ne olur babama hidayet, merhamet nasib et. Bir gece yine böyle melekleri imrendirecek vaziyetteyken babası kapıdan oğlunun yakarışlarını dinler; dinler ve dizlerinin bağı çözülür. “Benim için Allah’a yapılan bu yakarışların arkası boş olmamalı” der ve oğlundan özür dileyerek onunla beraber aynı kulvarda yarışmaya başlar.
Evet, onlar ne kadar bize göre kötü olsa da, kendi kültürümüze, aldığımız eğitime göre onları beğenmesek de, onlar bizim sebeb-i vücudumuzdur ve üzerimizde hakları vardır. Hangi evlat, kendisi cennete gittiği halde, anne-babasının cehenneme gitmesini ister. Eğer biz iyi yoldaysak, dua edecek, onların elinden tutacağız, eğer onlar iyi yoldaysa, onları takip edeceğiz.
Onlara iyilik ve dua:
Ebû Hureyre (R.A), annesinin inanmasını çok ister fakat söz dinletemez. Belki aylarca bunun ızdırabını çeker. Sonunda derdini Allah Resûlü’ne açar ve dua ister. Hemen eve koşar, daha eve girmeden su sesleri duyar. Annesi inanmıştır ve gusül abdesti almaktadır. İşte, annenin konumu, babanın konumu ne olursa olsun, evlada düşen vazife budur.
Abdullah ibni Mesud, Allah Resûlü’ne sorar:
Hangi amel daha hayırlıdır? Vaktinde kılınan namaz.
Sonra hangisi? Anne-babaya iyiliktir.
Sonra hangisi? Allah yolunda cihad.
Rivayete göre, Allah (cc), Hazreti Musa’ya şöyle der: “Ey Musa, ebeveynine saygı gösteren, bana asi de olsa, kendisini iyi insan olarak yazarım. Onlara saygısızlık yapan, bana itaat etse de kendisini isyancı olarak yazarım.”
Babanın yakınlarına hürmet:
Bir adam gelerek Allah Resûlü’ne sorar: Ya Resûlallah, annem babam öldükten sonra onlar için yapabileceğim bir şey var mı? Allah Resûlü cevap verir: “Evet vardır. Onlar için dua etmek, istiğfarda bulunmak, vaadlerini yerine getirmek, dostlarına ikram etmek ve yakınlarıyla alakayı kesmemek.”
Başka bir hadiste de şöyle buyurulur:“İyiliklerin en iyisi, babası öldükten sonra insanın babasının yakınlarını ziyaret etmesidir.”
Ayakları altında:
Bir sahabi savaşa katılmak üzere Allah Resûlü’ne gelir. Allah Resûlü ona sorar: “Annen var mı?” “Evet.” “Öyle ise annenin yanından ayrılma, cennet annelerin ayakları altındadır.”
Yine biri gelir hicret için biat etmek istediğini fakat anne-babasını ağlatıp da geldiğini söyler. Allah Resûlü de ona: “Öyle ise, onların yanına dön, ağlattığın gibi güldür buyurur.”
Bir gün Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, “Burnu sürtünsün, burnu sürtünsün, burnu sürtünsün diye üç defa tekrarlar. Kimin Ya Resulallah derler. “Annesi babası yanında bulunduğu halde cennete giremeyenin burnu sürtünsün” buyururlar. Evet onlar cennete gitmenin yollarından birini teşkil ederler.
Sohbete en layık:
Bir sahabi Allah Resûlü’ne sorar; Yâ Rasûlallah, oturup konuşmaya en layık kimdir? Allah Resûlü cevap verir: Annen. Sonra kimdir? Annen. Sonra yine annen. Sonra baban, sonra da yakınlıklarına göre diğer yakınların.
Ana
Ana için derler, sonu yok ızdırabın...
Hep enîndir anada sesi, telin, mızrabın...
Fânîler arasında en muazzez varlıkdır ana. O, yeryüzünde dolaşırken gökteki bir baş ve cennet de ayaklarının altındadır. Pabucunun tozu gözlere sürme kadar aziz ve ayaklarına sürülen yüzler arş eşiğindeki başlar kadar yücedir. Ana inleyen varlıkdır. Bütün bir hayat boyu inleyen ve sızlayan... Onun analığı evlâtla kâim; “anam” diyen biriyle... Evlât olmayınca ana, ana değildir. Ya “anam” demeyince! Ananın emeli bir evlât, bazan da batka birteydir. Ma’nâ gibi, ruh gibi, ideâl gibi bir sey...
Ana vardır, dünyaya getireceği yavruyu Hakk yoluna adar. Ana vardır, bir yavru ister, ister de elde etmeden inkisâr içinde gider. Ana vardır, izah edemeyeceği yavrunun hesabiyle iki büklüm olur ve “keşke daha önce ölüp de unutulup gitseydim” der. Ana vardır, evlâdıyla âbideleşir ve başı semaya ulaşır. Ana vardır, evlâdıyla derbeder ve perîşan olur. Ana vardır, firavun otağında bir milletin gözdesi. Ana vardır, Nebî hücresinde şeytan bendesi. Ana vardır, sessiz, belirsiz ve meçhûldür; fakat güller, çemenler yetiştirir. Ana vardır destanlara sığmaz; o, zihinlerde, sînelerde, göklerdedir. Ana vardır, kâğıttadır, kalemdedir, romandadır...
Toprak, tohuma ana; kaynak çağlayana; Havva insanoğluna; Meryem bir Ruh’a; Âmine bütün bir hakikate, varlığın sırrına, sırların özüne...
İyisi de var, kötüsü de ananın. İyisine canlar feda; ya kötüsüne, talihsizine ne demeli.? Evlâdını güldürmemişe ve evlâdından yana gülmemişe, günyüzü görmemişe...
Ana-evlât iki vücud bir rûh. Evlât, ananın vücudundan bir parça, kucaklarda “gönül yakan sevgili”, emekleyen yumurcak ve nihayet birbirini takip eden ayrılışlarla, ana için sîneyi yakan bir kor, kalbe saplanan bir mızrak...
Gelişme dönemi, tahsil hayatı, askerlik çağı, bunların herbiri, ananın yüreğini ağzına getiren bir ızdırap dönemeci. Ana, her zikzakda bir sürü gözyaşı döker: Yavrusunun okuma ayrılığına, izdivaç ayrılığına ve askerliğine... Evet, o, daima ağlar, daima buhurdan gibi tüter. Teselli bulup durduğu olduğu gibi, sel sel olan gözlerinin yaşında boğulduğu da olur. O, mukaddeslerine, vatanına, namusuna kurban verdiği yavrusunu armağan sayar ve teselli olur. Ya bir hiç uğruna ölene? İşte burada ananın dili tutulur.
Evet o, küffara karşı şehid olan evlâdına kotmalar dizer, ninni söyler, onlarla avunur.
“BurasıYemen’dir,Gülüçemendir,
Gidengelmiyor
Acepnedendir,
Acep nedendir.”
Gözlerde şehid silûeti, kulakta cennet ırmakları gibi onun sesi:
“KüffarKırım’Ialdıanam,
Düşmanyurdumadaldıanam,
Irzımpâymalolduanam,
Ben oraya giderim...”
Kırım’da küffara iltihak eden de var. Plevne’yi unutup Tuna’da tenezzühe çıkan da var. İşte ananın belini büken de bunlardır. Eski kurbanın düşmanı, yeni kurbanın dostu; ne desin ana bu girift bilmeceye..!
Vay benim talihsiz anam! Kalbi rahatsız anam, kaddi bükülmüş, gözleri dolmuş anam; dizine vurup saçını yolan anam! Kim etti bunları sana? Kim kıydı kalbinin semeresine, gözünün nuruna? Kıralım o elleri. Su serpelim ateşine...
Artık ağlama anam! Gözyaşlarında meydana gelen bulutlar, tâ arşa kadar yükseldi. Bak şimdi orada şimşekler, burada rüşeymler... Dağınık kâkülünü düzeltmek için sana koşuyorlar. Biz hepimiz senin feryadına koşuyoruz. Dudağımızda kurtuluş nağmesi, elimizde Yusuf’un gömleği, Çîn-i cebinine (1), yaşaran gözlerine sevinç müjdesi ile geliyoruz. Sessiz infiallerin dinsin diye, kanayan yaraların onulsun diye, bütün bir mücrimler topluluğu adına af dileyip eşiğine baş koyduk anam...!
1) Çîn-i cebin: Alın kırışıklığı.
Pek çok manevî değerin yerle bir olduğu zamanımızda, çiğnenen, unutulan, hakir görülen en büyük değerlerden biri de, Allah’ın Kur’anı Kerim’de pek çok yerde ‘sadece kendisine ibadet’ten sonra zikrettiği bir hakikat olan anne-baba hakkıdır.
Öyle bir vahşi devirde yaşıyoruz ki, yıllarca kendisini besleyen, koruyup kollayan, nice sıkıntılara katlanan anne baba, çocuğunun nazarında bir yük, aşağılanan bir varlık olarak görülüyor. Anne baba küçümseniyor, anne baba ademe mahkum ediliyor, anne baba darü’l acezelere terkediliyor, anne baba dövülüyor, anne baba öldürülüyor veya ölümleri arzulanıyor. Halbuki, anne babanın hakları o kadar büyüktür ki, Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem bir hadislerinde meseleyi şöyle vurgularlar: “ Evlad, babasının hakkını kesinlikle ödeyemez. Bu ancak şu şekilde mümkündür. Babasını bir yerde köle olarak bulur, satın alır, sonra onu hürriyetine kavuşturur. Ancak o zaman hakkını ödemiş olur.” (Müslim)
Onlara hürmet, o kadar büyük bir hakikattır ki, Cenab-ı Hak (cc), bu hakikatı Kur’an’da şu şekilde hatırlatıyor: “Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza iyilik etmenizi kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırlarsa, kendilerine “öf” bile deme! Onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle! Alçakgönüllülükle, onlara merhamet kanatlarını ger. Ve onlara şöyle dua et: “Rabbim, küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara öyle rahmet et!” (İsra, 17/23-24)Allah burada, onların evlat üzerindeki haklarını anlatırken, en küçük bir hareket ve söz olan öf demeyi bile haram kılıyor. Bu kadarcık söz eğer haramsa, bundan ötesi; yani onları yalnızlığa terketme, azarlama, küçük görme, tabi ki haramdır. Bu konuda diğer ayetler de şöyle: “ Allah’a ibadet edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya da iyilik ve ihsanda bulunun.”(Nisa, 4/36)
“Biz insana ana-babasına karşı ihsanda bulunmasını vasiyet ettik.” (Ankebut, 29/8)
Anne-babaya iyilik ve ihsanda bulunma emredildikten sonra, özellikle anne nazara verilerek, çocukla en çok meşgul olan, ona en yakın bulunan, kendisini aylarca karnında taşıdıktan sonra, doğumu kendisi için bin bir ızdırap olan, doğumdan sonra da bakımı görümüyle en çok meşgul olan bu ‘şefkat abidesi varlık’ a karşı çocukta minnet hissi uyarılıyor: “Biz insana, ana-babasına ihsanda bulunmasını tavsiye ettik. Annesi onu zahmet üstüne zahmetle taşıdı ve yine bin-bir ızdırapla doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına gelip de kırk yaşına ulaştığında, “Rabbim, bana ve anne-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın işleri yapmamı temin et! Benim için de, neslim için de iyiliği devam ettir. Ben Sana döndüm ve elbette ki ben müslümanlardanım.” (Ahkaf, 46/15)
Allah anne babanın evlatlarına karşı yaptıklarını hatırlatarak evlatları anne-babalarına karşı minnet altında bırakmaya devam ederek şöyle buyuruyor: “Biz insana ana-babasına iyi davranmasını tavsiyede bulunduk. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması -en uzun süre olarak- iki yılda olur. İşte bunun için, önce Bana şükret, sonra da ana-babana teşekkür et. Bilesiniz ki, dönüş banadır.” (Lokman, 31/14)
Anne baba, Allah’ın göndereceği azaba karşı en büyük garantimizdir. Zira Allah Resulü, şöyle buyuruyorlar: “Eğer içinizde beli bükülmüş ihtiyarlar, anasından süt emen çocuklar ve diğer canlılar olmasaydı, belalar üzerinize sel gibi akardı.”
Şefkat Kahramanları:
Anne, evladına karşı o kadar şefkatlidir ki, onu tehlikeden kurtarmak için kendini çok rahat ölüme atar. Bunun hayvanlardaki tecellisi bile ne kadar manidardır. Bir tavuk, yavrusunu koruma maksadıyla köpeğin önüne atılır. Allah, annenin yüreğine böyle bir şefkat, hassasiyet ve böyle bir kahramanlık vermiştir. Hassasiyetinin ve şefkatinin gereği, çocuk hakkında en çok tedirgin olan, zahmetler çeken annedir. Yirmi yaşındaki evladı biraz eve geç gelse, gözüne uyku girmez. Parmağına bir iğne batsa, sanki kendi eline batmış gibi acı çeker.
Bu gerçeği vurgulayan bir menkıbe anlatılır: Gencin biri evleneceği kızın vahşice bir isteği ile karşı karşıya kalır. Genci annesinden kıskanan kız der ki, benim için annenin kalbini getirmeni istiyorum. Bir kara sevdayla gözü dönmüş genç, gider annesini öldürür. Sonra da kalbini çıkarmaya başlar. O sırada pıçağı kaçırarak elini yaralar. Can havliyle “anam!” der. Tam o anda, anasının kalbi, “yavrum!” der çocuğun eline sarılır. Bir menkıbedir ama ana şefkatini ne kadar çarpıcı vurgular.
Ebeveynin Gözünde çocuklar her zaman çocuktur:
Evlat ne kadar büyük olursa olsun, anne-babanın gözünde yine de bir çocuktur. Öyle gördüklerinden dolayı, onu her zaman şefkatle kucaklarlar. Evlat da ona göre anne-babasına karşı hürmet göstermesi gerekir.
Anne-baba, büyüyünce tıpkı çocuk gibi olurlar. Alıngandırlar, hassastırlar, ilgi beklerler, şefkat isterler. Allah, bu noktaya temas ederek bizi ikaz ediyor. “Onlardan biri veya her ikisi de yanınızda kocayacak olurlarsa, şefkat kanatlarınızı gerin. Merhamet gösterin. Ve deyin ki, “Rabbim, onlar nasıl beni küçükken besleyip, büyütmüşlerse, sen de onlara öyle merhamet et.” Yani ben nasıl küçükken merhamete muhtac idiysem, şimdi de onlar aynı merhamete muhtaçlar. Onlar şimdi birer çocuk gibidirler.
Kayanın hareketi:
Onlara yapılan iyiliği Allah o kadar aziz tutar ki, o iyilik hürmetine taşlar emre amade olur. Allah Resulü bir kıssa anlatır: “Üç genç beraber yolculuğa çıkar. Yolda yağmur yağmaya başlar. Yağmurdan korunmak için bir mağaraya sığınırlar. Büyük bir kaya gelerek mağaranın kapısını kapatır. Nasıl çıkacaklarını düşünürlerken, biri bir fikrini söyler. Der ki, “Hepimiz geçmişte yaptığımız bir iyiliği hatırlayarak Allah’tan o iyilik hürmetine kurtuluş dileyelim.” Kabul ederler ve hepsi de birer iyiliğini sıralar. Bir tanesinin de iyiliği şudur. Bu genç, her gün eve geldiğinde çocuklarından önce anne-babasının yanına varır. Onlara süt ikram eder ve istirahatlerini sağlayınacaya kadar da yanlarından ayrılmaz. Bir gün yine eve gelir bakar ki, ikisi de uyumuşlar. Elinde süt kasesiyle sabaha kadar başlarında bekler. Uyandıklarında o anne-baba, vefalı, hürmetli evlatlarını yanıbaşlarında bulurlar. Memnun bir vaziyette sütlerini içerler. “İşte Allahım” der genç, “ben bunu eğer senin rızan için yapmışsam, şu kayayı mağaranın önünden çek de kurtulalım.” Kaya, bu iyilik hürmetine biraz aralanır. Diğerlerinin iyiliği ile de iyice açılan aralıktan çıkarak yollarına devam ederler.
Evet, rahmeti her şeyi aşkın olan Cenabı Hakk’ın rahmetinin en açık tecelligâhı olan anne-babaya hürmet, dağı taşı işte böyle dize getiriyordu. Onla hürmetine, yağmur yağıyordu, onlar hürmetine yeryüzü musibetlerden muhafaza olunuyordu.
Eden Bulur:
Nice insanlar vardır ki, babalarına yaptıkları haksızlığı, hürmetsizliği nasıl acı acı çektiklerini itiraf etmişlerdir. Niceleri de vardır ki, bunun farkında bile değildir. Nereden geldi bunlar başıma deyip isyandan isyana sürüklenmektedirler. Halbuki “İnsanın başına gelenler, hep kendi eliyle işledikleri yüzündendir.” (Şûrâ, 42/30) ayetinin gereği, insan yaptıklarına bir baksa, annesine, babasına neler çektirdiğine, masumlara ne haksızlıklar yaptığını bir düşünse, o zaman nasıl hâlâ yaşadığına hayret edecektir.
Bir büyük Hak Dostu, kardeşinin ağır şekilde nefes darlığı çekmesi karşısında, babasının o kardeşine nasıl serzenişte bulunduğunu hatırlar ve hadiseyi anlatır. Eski aile yapısı içinde, çok rahat baba-anne ile evli çocuklar bir arada bulunabilmekteydi. Bunda hiç bir problem de yoktu. Babam kardeşimin kendisiyle kalmasını çok istiyordu. Diğer evlatları işleri icabı birer birer dağılmışlar, bir o kalmıştı. Ondan istirham etti. Sana kendine göre ayrı bir yer yaparız, fakat yemeklerimiz, çaylarımız bir olur demişti. Fakat kardeşim, inat etti ve kayınpederinin yanına gitti. Babam, bu manzara karşısında aynen şunları söyledi. “Bu çocuk benim iflahımı kesti!” İşte bu kardeşimin şu an çektikleri Allah bilir babamın serzenişlerinin bir neticesidir.
Evet, Allah Resûlü buyuruyor: “Annenin evladı için yaptığı dua, en çok kabul olunan dualardandır. Çünkü, anne babadan daha merhametlidir. Allah, merhametlilerin dualarını geri çevirmez.” Allah, eğer onların dualarını geri çevirmiyorsa, ya serzenişlerini, kırıklıklarını, inkisarlarını, burkuntularını hiç neticesiz bırakır mı? Hiç bir şey olmasa bile, o evlat ilerde kendi evladından çeker.
Kötü Olsalar, Kötülük Yapsalar da:
Eğer insan anne-baba hukukunu çiğnediği halde, başına hiçbir şey başına gelmiyorsa, o zaman ahiretinden korkmalıdır. Zira yine Allah Resûlü buyuruyor: “Anne-babasını razı etmiş olarak sabahlayan kimse için Cennet’e iki kapı açılır. Bu şekilde akşamlayan kimseye de aynı mükafat vardır. Onlardan yalnız biri hayatta olup onun gönlünü hoş ederse, ona da Cennet’e bir kapı açılır. Zulmetseler de, zulmetseler de, zulmetseler de. (Anne-baba kötülük yapsalar da kendisi iyi davranmak zorundadır.)
Nice insanlar vardır ki, anne-babası kendisine dininden, inancından, yaşayışından dolayı cephe almıştır da, daha sonra kendi samimi davranışlarıyla, dualarıyla merhamete gelmiş, bir daha da evladına karşı aynı zulmü işlememişlerdir. Bir arkadaşımız, dinden uzak bir hayatta gözlerini açtığı halde, üniversite yıllarında dinle, dini gerçekten temsil edenlerle tanışır. Tanışır ama ailesiyle de kavgası böylece başlamış olur. Herşeyini takip altına alırlar. Fakat o, hürmette kusur etmez. Kendisini haksız çıkaracak hiçbir tutumda bulunmaz. Ve nice geceler, gizli gizli kalkar namaz kılar, secdede yalvara yakara dua eder. Allahım “babam!” der, ne olur babama hidayet, merhamet nasib et. Bir gece yine böyle melekleri imrendirecek vaziyetteyken babası kapıdan oğlunun yakarışlarını dinler; dinler ve dizlerinin bağı çözülür. “Benim için Allah’a yapılan bu yakarışların arkası boş olmamalı” der ve oğlundan özür dileyerek onunla beraber aynı kulvarda yarışmaya başlar.
Evet, onlar ne kadar bize göre kötü olsa da, kendi kültürümüze, aldığımız eğitime göre onları beğenmesek de, onlar bizim sebeb-i vücudumuzdur ve üzerimizde hakları vardır. Hangi evlat, kendisi cennete gittiği halde, anne-babasının cehenneme gitmesini ister. Eğer biz iyi yoldaysak, dua edecek, onların elinden tutacağız, eğer onlar iyi yoldaysa, onları takip edeceğiz.
Onlara iyilik ve dua:
Ebû Hureyre (R.A), annesinin inanmasını çok ister fakat söz dinletemez. Belki aylarca bunun ızdırabını çeker. Sonunda derdini Allah Resûlü’ne açar ve dua ister. Hemen eve koşar, daha eve girmeden su sesleri duyar. Annesi inanmıştır ve gusül abdesti almaktadır. İşte, annenin konumu, babanın konumu ne olursa olsun, evlada düşen vazife budur.
Abdullah ibni Mesud, Allah Resûlü’ne sorar:
Hangi amel daha hayırlıdır? Vaktinde kılınan namaz.
Sonra hangisi? Anne-babaya iyiliktir.
Sonra hangisi? Allah yolunda cihad.
Rivayete göre, Allah (cc), Hazreti Musa’ya şöyle der: “Ey Musa, ebeveynine saygı gösteren, bana asi de olsa, kendisini iyi insan olarak yazarım. Onlara saygısızlık yapan, bana itaat etse de kendisini isyancı olarak yazarım.”
Babanın yakınlarına hürmet:
Bir adam gelerek Allah Resûlü’ne sorar: Ya Resûlallah, annem babam öldükten sonra onlar için yapabileceğim bir şey var mı? Allah Resûlü cevap verir: “Evet vardır. Onlar için dua etmek, istiğfarda bulunmak, vaadlerini yerine getirmek, dostlarına ikram etmek ve yakınlarıyla alakayı kesmemek.”
Başka bir hadiste de şöyle buyurulur:“İyiliklerin en iyisi, babası öldükten sonra insanın babasının yakınlarını ziyaret etmesidir.”
Ayakları altında:
Bir sahabi savaşa katılmak üzere Allah Resûlü’ne gelir. Allah Resûlü ona sorar: “Annen var mı?” “Evet.” “Öyle ise annenin yanından ayrılma, cennet annelerin ayakları altındadır.”
Yine biri gelir hicret için biat etmek istediğini fakat anne-babasını ağlatıp da geldiğini söyler. Allah Resûlü de ona: “Öyle ise, onların yanına dön, ağlattığın gibi güldür buyurur.”
Bir gün Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, “Burnu sürtünsün, burnu sürtünsün, burnu sürtünsün diye üç defa tekrarlar. Kimin Ya Resulallah derler. “Annesi babası yanında bulunduğu halde cennete giremeyenin burnu sürtünsün” buyururlar. Evet onlar cennete gitmenin yollarından birini teşkil ederler.
Sohbete en layık:
Bir sahabi Allah Resûlü’ne sorar; Yâ Rasûlallah, oturup konuşmaya en layık kimdir? Allah Resûlü cevap verir: Annen. Sonra kimdir? Annen. Sonra yine annen. Sonra baban, sonra da yakınlıklarına göre diğer yakınların.
Ana
Ana için derler, sonu yok ızdırabın...
Hep enîndir anada sesi, telin, mızrabın...
Fânîler arasında en muazzez varlıkdır ana. O, yeryüzünde dolaşırken gökteki bir baş ve cennet de ayaklarının altındadır. Pabucunun tozu gözlere sürme kadar aziz ve ayaklarına sürülen yüzler arş eşiğindeki başlar kadar yücedir. Ana inleyen varlıkdır. Bütün bir hayat boyu inleyen ve sızlayan... Onun analığı evlâtla kâim; “anam” diyen biriyle... Evlât olmayınca ana, ana değildir. Ya “anam” demeyince! Ananın emeli bir evlât, bazan da batka birteydir. Ma’nâ gibi, ruh gibi, ideâl gibi bir sey...
Ana vardır, dünyaya getireceği yavruyu Hakk yoluna adar. Ana vardır, bir yavru ister, ister de elde etmeden inkisâr içinde gider. Ana vardır, izah edemeyeceği yavrunun hesabiyle iki büklüm olur ve “keşke daha önce ölüp de unutulup gitseydim” der. Ana vardır, evlâdıyla âbideleşir ve başı semaya ulaşır. Ana vardır, evlâdıyla derbeder ve perîşan olur. Ana vardır, firavun otağında bir milletin gözdesi. Ana vardır, Nebî hücresinde şeytan bendesi. Ana vardır, sessiz, belirsiz ve meçhûldür; fakat güller, çemenler yetiştirir. Ana vardır destanlara sığmaz; o, zihinlerde, sînelerde, göklerdedir. Ana vardır, kâğıttadır, kalemdedir, romandadır...
Toprak, tohuma ana; kaynak çağlayana; Havva insanoğluna; Meryem bir Ruh’a; Âmine bütün bir hakikate, varlığın sırrına, sırların özüne...
İyisi de var, kötüsü de ananın. İyisine canlar feda; ya kötüsüne, talihsizine ne demeli.? Evlâdını güldürmemişe ve evlâdından yana gülmemişe, günyüzü görmemişe...
Ana-evlât iki vücud bir rûh. Evlât, ananın vücudundan bir parça, kucaklarda “gönül yakan sevgili”, emekleyen yumurcak ve nihayet birbirini takip eden ayrılışlarla, ana için sîneyi yakan bir kor, kalbe saplanan bir mızrak...
Gelişme dönemi, tahsil hayatı, askerlik çağı, bunların herbiri, ananın yüreğini ağzına getiren bir ızdırap dönemeci. Ana, her zikzakda bir sürü gözyaşı döker: Yavrusunun okuma ayrılığına, izdivaç ayrılığına ve askerliğine... Evet, o, daima ağlar, daima buhurdan gibi tüter. Teselli bulup durduğu olduğu gibi, sel sel olan gözlerinin yaşında boğulduğu da olur. O, mukaddeslerine, vatanına, namusuna kurban verdiği yavrusunu armağan sayar ve teselli olur. Ya bir hiç uğruna ölene? İşte burada ananın dili tutulur.
Evet o, küffara karşı şehid olan evlâdına kotmalar dizer, ninni söyler, onlarla avunur.
“BurasıYemen’dir,Gülüçemendir,
Gidengelmiyor
Acepnedendir,
Acep nedendir.”
Gözlerde şehid silûeti, kulakta cennet ırmakları gibi onun sesi:
“KüffarKırım’Ialdıanam,
Düşmanyurdumadaldıanam,
Irzımpâymalolduanam,
Ben oraya giderim...”
Kırım’da küffara iltihak eden de var. Plevne’yi unutup Tuna’da tenezzühe çıkan da var. İşte ananın belini büken de bunlardır. Eski kurbanın düşmanı, yeni kurbanın dostu; ne desin ana bu girift bilmeceye..!
Vay benim talihsiz anam! Kalbi rahatsız anam, kaddi bükülmüş, gözleri dolmuş anam; dizine vurup saçını yolan anam! Kim etti bunları sana? Kim kıydı kalbinin semeresine, gözünün nuruna? Kıralım o elleri. Su serpelim ateşine...
Artık ağlama anam! Gözyaşlarında meydana gelen bulutlar, tâ arşa kadar yükseldi. Bak şimdi orada şimşekler, burada rüşeymler... Dağınık kâkülünü düzeltmek için sana koşuyorlar. Biz hepimiz senin feryadına koşuyoruz. Dudağımızda kurtuluş nağmesi, elimizde Yusuf’un gömleği, Çîn-i cebinine (1), yaşaran gözlerine sevinç müjdesi ile geliyoruz. Sessiz infiallerin dinsin diye, kanayan yaraların onulsun diye, bütün bir mücrimler topluluğu adına af dileyip eşiğine baş koyduk anam...!
1) Çîn-i cebin: Alın kırışıklığı.