PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Ayaklarımızı Kaydırma Allahım!...



Editor
12-04-2010, 03:18
Ayaklarımızı Kaydırma Allahım!...



Kayma noktalarına ve inhiraflara karşı çok önemli bir tedbir de usûl-i fıkıhtaki sedd-i zerâyi’ düsturuna göre hareket etmektir. Sedd, menetme ve engelleme demektir; zerayi’ ise, vesîle ve yol manâsına gelen zerîa’nın çoğuludur. Sedd-i zerayi’, vesîleleri kaldırmak, yolu tıkamak demektir. Istılah itibarıyla, tehlike mahallerinden ve fenalık dürtülerine sebebiyet verebilecek yerlerden uzak durmak; haramlardan olduğu gibi harama ve mesâvi-i ahlâka sürükleyebilecek faktörlerden de kaçınmak demektir. Nitekim, Kur’an-ı Kerim, "Sakın zinaya yaklaşmayın; çünkü o, çirkinliği meydanda olan bir hayasızlık ve çok kötü bir yoldur.." (İsrâ, 7/32) buyurarak hem zinanın apaçık bir çirkinlik ve yoldan çıkma olduğunu belirtmiş hem de kişiyi o çirkin günaha götürecek olan yol ve ortamları da yasaklamıştır. İşte, kelam-ı İlahî’nin "Zina etmeyin" demek yerine "Zinaya yaklaşmayın" şeklinde ferman buyurması ve bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalâtü vesselam) dil, ağız, el, ayak ve göz gibi organların zinasından da söz ederek o günaha götüren sebeplerden de uzak durmamızı isteyişi sedd-i zerayi’ zaviyesinden değerlendirilmelidir. Bu ilâhî ve nebevî fermanlar "Aman, günahın semtine bile sokulmayın, ondan fersah fersah uzak durun! Kulaklarınız ya da gözleriniz yoluyla içinize girecek ve olumsuz şeyler hakkında hayallerinizi tetikleyebilecek, sonra da tahayyüllerinizi, tasavvurlarınızı, taakkullerinizi ve hatta tasdik, iz’an, iltizam ve itikadınızı yaralayabilecek şeytanî oklara karşı teyakkuzda olun." manasına gelmektedir. "İttekû mevâdia’t-tühem – Sizi zan altında bırakacak yerlerden, töhmet noktalarında bulunmaktan sakının" mealindeki hadis-i şerifi de bu açıdan yorumlamak mümkündür. Yani, töhmet ve sû-i zanna sebep olacak pestpaye davranışlardan uzak durmak gerektiği gibi, töhmet fiillerinin cereyan edebileceği yerlerden, onlara götüren duyguları tetikleyebilecek mekanlardan ve bir lokma, bir kelime, bir dinleme ve bir tecessüsle sizi sizden uzaklaştırabilecek kaygan zeminlerden de elden geldiğince uzak bulunmaya çalışmak lazımdır. Allah’la münasebetiniz, sizin kimliğiniz adına çok önemli bir madde teşkil eder. Öyleyse, kimliğinizi zedeleyebilecek ve Allah’a kulluğunuza gölge düşürebilecek şeylerden tevakki etmelisiniz. Bunlar, iman, İslam ve ihsanın yanı başında yer alan, düşmeme, kapaklanmama ve batmama için çok önemli seralardır. İnsan, kalbî ve ruhî hayatını korumak için bu seralara sığınmalı ve bu hususta iradesinin hakkını vermeye gayret etmelidir.



Bu mevzuda son bir husus da muktezâ-yı beşeriyeti göz önünde bulundurmak ve onun gereğine göre hareket etmektir. Yani, insan olarak yaratılmamız yönüyle bizim cismanî ve bedenî yanlarımız da vardır. İnsanî ruh ve nefha-yı ilahî taşımamızın yanıbaşında, biyolojik ruh da diyebileceğimiz bir nefis sistemi de konulmuştur mahiyetimize. Hazreti Üstad, Mesnevi-yi Nuriye’sinde bu mevzuya da bir yönüyle işaret ederek bize bir tenbihte bulunmakta ve "Hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir!" buyurmaktadır. Demek ki, bizim bir hayvaniyet ve cismaniyet yanımız var; ama ayrıca kalb ve ruhun derece-i hayatına yükselme gibi bir hedefimiz de var. Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde temaşa etmeye çalıştığımız, şimdiye kadar seleflerimizden binlercesinin altın ve yakut tepelerde resmettiği kalb hayatına ulaşma hedefi var önümüzde. İşte, o hedefe yürüyen bir insanın yer yer tökezlemesi, ayağının kayması ve düşmesi de muhtemeldir. Fakat, eğer, bir insan düşerse, onun yapması gerekli olan şey, asla şeytan gibi demogojiye girmemek; Hazreti Adem gibi sadakat, samimiyet ve vefa ruhuyla Cenâb-ı Hakk’a teveccüh edip, günahlarını O’nun huzurunda sayıp dökmek ve tevbe, inabe ya da evbe ile arınarak yeniden Cenâbı Hakk’a yönelmektir. Tabir-i diğerle, kapaklandığı zaman düştüğü yerde kalmamak, hemen doğrulmak ve yeniden Allah’a yürümeye devam etmektir. Şeytan kibir, diyalektik ve demogoji ile hareket ederek kaybetmiş; Hazreti Adem ise, tevazu, hacâlet ve evbe ile kazanmıştır. Şeytan gibi demogojiye girmek bir felaket sebebidir; fakat, o kendisiyle iftihar ettiğimiz yüce atamız, "Safiyyullah" ilahî hitabına mazhar Adem Efendimiz gibi davranmak da tekrar doğrulup yola devam etmek için çok önemli bir vesiledir.



Hasılı, haram bir lokma, yalan bir kelime ve gayr-i meşrû bir bakıştan tenperverlik ve enaniyete kadar pek çok mezelle-i akdâm vardır. Fakat bir insan, arz etmeye çalıştığım bu disiplinler zaviyesinden meseleye yaklaşacak olursa, inşaallah muvakkaten düşse bile yolda kalmayacaktır. Ayrıca, kaymama hususunda da, Allah’a sığınma çok önemli bir teminattır. Abdest sırasında sağ ayağımızı yıkarken, " Allâhümme sebbit kademeyye ales’sırâtı yevme tezillü fîhi’l-akdâm - Allah’ım, Sırat köprüsünde ayakların kaydığı o günde ayaklarımı kaydırma, sabit eyle..." diyerek, ötede Sırat denen o cisr-i müthişte ayaklarımızı kaydırmamasını Cenâbı Allah’tan dilendiğimiz gibi burada da sırat-ı mustakimde sabit kadem olmamız için yalvarmamız bir emniyet vesilesi olacaktır. Evet, burada kayanların çoğu orada da kayarlar; burada en kaygan zeminleri Allah’ın izniyle aşanlar ise, orada da kaymazlar. Fakat, burada kayan herkesin orada da kayacağı söylenemez. Çünkü bir insan, bir yerde kaymış olsa bile, o kaymanın endişesini ruhunda yaşadı ve hemen bir tevbe kurnasına koştu, arındı, Allah’a döndü ise, Allah Teâlâ onu hiç günah işlememiş gibi tertemiz bir hâle getirebilir.