PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Hayatin Manasi



Editor
12-04-2010, 03:19
....... Ben kimin isteklerine göre hayatımı düzenleyeceğim? Ebedi hasmım olan ve beni içinde sonsuza kadar kalacağım cehenneme sokmak için elinden geleni ardına koymayan şeytanın mı, beni rezil ve zelil durumlara düşüren adi nefsimin mi, bana kötü işler yaptırtan iğrenç hislerimin mi? Veya annemin karnındayken beni şekillendiren, beni göz, kulak, dil, akıl, vicdan ve ruh sahibi kılan, beni yokluktan çıkarıp şu aleme gönderen, bütün hayati fonksiyonlarım kendisine bağlı olan, her an tabiatta bin bir olayı yaratarak beni yaşatan, milyonlarca hayvanı bana hizmetkar kılan, kendisini bana sevdirip tanıtmak isteyen, beni eğitmek, geliştirmek, mükemmelleştirmek ve kendisine muhatap almak için içinde bulunduğum imtihan mekanına gönderen ve beni bir gün kendi yanına yani içinde mutlu bir şekilde ebediyyen kalacağım cennetine alacak olan, kendisini bana Rahim (merhametli), Kerim (cömert), Rauf (şevkatli), Vedüd (seven ve sevilen), Latif (lutuf sahibi) isimleriyle tanıttıran ve her an bana bu isimlerle muamele eden, beni her an gözleyen, beni annemden, babamdan ve bütün sevdiklerimden sonsuz kere daha çok seven, bilen ve düşünen, sevdiklerim beni kabre gömüp de terk edecekleri zaman, beni kara toprakla baş başa bırakmayıp terk etmeyecek olan, benim acizliğime, fakirliğime, küçüklüğüme ve işlediğim büyük günahlara bakmayıp da, kendi sonsuz büyüklüğüyle adeta bana dostluk teklifinde bulunan Aziz ve Celil ALLAH Teala ve Tekaddes Hazretlerinin isteklerine göre mi hayatımı düzenleyeceğim?

Elbette ki Rabb’imizin isteklerine göre hayatımızı düzenlemek ve yönlendirmek zorundayız. Zira sahip olduğumuz her şey O’nundur. Eğer O’nun bize verdiği şeyleri O’nun istediği şekilde kullanmazsak, O’nun şerefli bir askeri ve kulu olmak varken, mala mülke, kadına kıza, dünya zevklerine, nefsi isteklere ve baş hasmımız olan şeytana kul olursak, elbette ki büyük bir azabı hakketmiş oluruz. Çünkü bizim sahibimiz O’dur. Hangimiz, bilim ve teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin bir benzerinin yapılamayacağı; değil bir benzeri, içinde bulunan en basit bir proteinin dahi yapılamayacağı 100 trilyon hücremizden bir tanesini bir ücret karşılığında aldık? Peki şu hücrelerimize bizi sahip kılan kimdir? Tabiat mı, kendimiz mi, yoksa karnında nasıl oluştuğumuzdan haberdar dahi olmayan annemiz mi? Hayır, bu hücrelere bizi sahip kılan ALLAH Teala’dır. O yüzden bu hücreleri, O’nun en büyük düşmanı olan şeytanın istediği şekilde değil, O’nun istediği şekilde kullanmak zorundayız. Zira Kur’an’da buyurulduğu gibi; bütün bu yaratılmış olan şeyler, “oyun olsun”, eğlence olsun diye yaratılmamışlardır. Haşa, ALLAH Teala bu dünyayı ve bizi, adi nefsimiz ***fetsin, eğlensin ve istediği gibi yaşasın diye yaratmamıştır. Bu kainatın, bizim ve diğer canlıların yaratılış amaçları çok daha mühimdir ve iyi değerlendirirsek bizim için sonsuz bir kazançtır.

Evet, 15 milyar sene önce zaman yoktu, mekan yoktu, madde yoktu, enerji yoktu... Birdenbire, maddeden, zamandan ve mekandan münezzeh olan yani bizim bağımlı olduğumuz şu kavramlara bağımlı olmayan Yüce Zat’tan yokluğa bir “Kün (ol)” emri ulaştı... Derken yokluktan madde ve enerji yaratıldı... Büyük bir patlama gerçekleşti ve o anda yaratılan madde bütün hızıyla saçıldı. Ne gariptir ki, düzensiz bir şekilde saçılan maddeden galaksileri, yıldızları ve Güneş sistemimizi de içine alan kusursuz bir düzen ortaya çıktı. Bilindiği gibi patlamalar her zaman yıkıcıdır. Hiçbir patlamanın ardından düzen oluşamaz. Ama madde başıboş değildi. Her an ALLAH Teala tarafından yönetiliyordu. O yüzden kusursuz bir sistem ortaya çıktı. Bu patlama, zamanın da başlangıcıydı. Kainat ilk dakikalarını yaşıyordu.

Sonra bizim Güneşimiz yaratıldı. Ve kor gibi bir parça koptu Güneşten. Sonra bu ateş topu özel bir ilgiye alındı. ALLAH Teala onu soğuttu. Onu, bulunması gereken en ideal mesafeye koydu. Güneşe biraz daha yakın olup yanmadı, uzak olup da donmadı. Sonra ALLAH Teala dünyayı saatte 1670 km. hızla döndürdü. Eğer dünya biraz daha yavaş dönseydi Güneş tarafından çekilecek ve büyük bir patlamayla yutulacak, biraz daha hızlı dönseydi Güneşin çekim alanından uzaklaşarak uzaya fırlayacaktı. Ama öyle olmadı. Çünkü ALLAH Teala her an onun hızını kontrol ediyordu.

Dünyayı uzaydaki tehlikelerden koruyacak olan atmosfer dediğimiz zırhla üstünü örttü. Evet, bu atmosfer (ALLAH Teala’nın izniyle) büyük bir bilinç göstererek bize yararlı olan ışınları geçiriyor, zararlıları ise def ediyordu. Sonra ALLAH Teala atmosfere %21’lik oranda oksijen doldurdu. Bu oran, canlıların yaşayabilmeleri için en ideal değerdeydi. Evet, eğer oksijen oranı biraz daha fazla olsaydı, bir şimşek çakmasıyla hava tutuşacak, biraz daha az olsaydı, canlılar solunum yapamayacaklardı. Ama yine öyle olmadı. Çünkü ALLAH Teala oksijen oranını her an (şu an da dahil) kontrol ediyordu.

Ve dağlar oluşturuldu, denizler yaratıldı, nehirler akıtıldı ve canlıların yaşayabileceği mükemmel bir ortam hazırlandı. Sonra bu özel gezegene hayat üflendi. Bin bir çeşit tohum serpildi toprağın bağrına. Ve bu tohumların her biri ağaç olduktan sonra tohum verecek ve neslini devam ettirecek özellikte tasarlanmışlardı.

Daha sonra milyarlarca bitki kapladı dünyanın yüzünü. Kuru bir odundan yemyeşil ve canlı yapraklar çıktı, yapraklar kızgın Güneşin altında dahi kurumadılar, kapkara bir çamurun içinden rengarenk farklı farklı kokularda içleri mis gibi tertemiz olan meyveler meydana geldi, her birinin tadı çok hoş ve lezzetli idi, hepsi adeta bozulmaması için ambalajlanmış gibi kabuklarla korundu ve en önemlisi bütün meyveler ve sebzeler insan vücuduna yararlıydı. Ardından ALLAH Teala mahluklarını teker teker göndermeye başladı. Dinazorlar, balıklar, memeliler, sürüngenler ve milyonlarca çeşit canlı dünya yüzeyinde bir anda ortaya çıktılar. Bu canlıların her biri yapmaları gereken işi en mükemmel şekilde yapıyordu. Mesela örümcek, bugün en gelişmiş laboratuarlarda dahi üretilemeyen, aynı kalınlıktaki çelikten 5 kat sağlam ve kauçuk ipinden %30 esnek olan ipini 6 farklı kimyasal birleşimi kullanarak elde ediyordu. Peki örümcek hangi kimyasal birleşimi, nasıl ve ne zaman kullanması gerektiğini nereden biliyordu ve insanların ulaşamadığı teknolojiye nasıl ulaşmıştı? Sivrisinek, iğnesini sokmadan önce özel bir neşterle yardığı yaraya narkoz veriyor ve bir müddet bekledikten sonra kan içmeye başlıyordu. Peki sivrisinek bu narkozu üretmeyi, onu kullanmayı ve narkozun insan sinir sistemi üzerinde yapacağı etkiyi nereden biliyordu?

Arı, petek inşa ederken balın yere akıp dökülmesini engellemek için peteklerini mutlaka 13’er derecelik yükseklikte örüyordu. Ve arı, peteklerini altıgen örüyordu. Bu tesadüfen seçilmiş bir şekil değildi. Altıgen şekil, en çok miktarda bal depolarken, inşası için en az balmumu gerektiren şekildir. Peki arı bütün bunları nereden biliyordu?

Kunduz, evini yapacağı bölgeye baraj inşa etmektedir. İnsanlar barajlarını akıntılara karşı en dayanıklı şekil olan iç bü*** kavis şeklinde yaparlar. Kunduz da milyonlarca yıldır iç bü*** kavis şeklinde barajlar inşa eder. Peki kunduz, insanların uzun denemelerden sonra sahip olduğu bu bilgiye milyonlarca yıl önce nasıl sahip olmuştur?

Termit, kör gözleriyle topraktan, boyları 3-5 metreye varan gökdelenler inşa etmeyi nereden biliyordu? Ve daha da önemlisi, bütün bu canlılar bu bilgilere doğdukları anda sahiptiler.

Evet, bu canlıların akletme, keşfetme ve öğrenme gibi özellikleri yoktur ve Efendimiz’in (s.a.v.) bildirdiği gibi, her canlıya yapması gereken iş, daha dünyaya gönderilmeden ALLAH Teala tarafından öğretilir. Ve canlıları ALLAH Teala her an yönetir. Eğer ALLAH Teala onları iradelerine bıraksaydı, arı, kilometrelerce mesafeyi kat edip Rabblerine karşı pek nankör olan insanlara bal yapmak için uğraşacağına, o da insanlar gibi görevini unutur veya tembellik ederdi. Solucan, fotosentez olayı gerçekleşsin ve insanlar hayatını devam ettirsin diye yumuşak derisiyle sert toprağı delip geçmezdi. At, bin bir zorlukla insanı taşımazdı. İnek süt vermezdi. Deve, merkep ve sığır bize boyun eğmezdi. Tavuk, içinde henüz doğmamış yavruları bulunan yumurtalarına el sürdürtmezdi. Ama ALLAH Teala rahmetiyle bütün hayvanları bize hizmetkar kıldı.

Bütün bu canlılar dünyayı şenlendirmişlerdi. Fakat dünya sanki bir şey bekliyordu. Akıl, şuur, idrak, ruh sahibi, düşünen, araştıran ve sorgulayan bir canlıydı bu beklenen. Bu şerefli varlık cennet denilen misafirhanede ağırlanıyordu. Ama ufak bir kusurdan dolayı dünya denilen zindana sürgün olarak gönderildi.

Ayrıca belirtmek gerekir ki bu canlı ALLAH Teala’nın en çok sevdiği varlıktı. O yüzden ALLAH Teala bir saygı ifadesi olarak bütün meleklerini (kendisinin çok değer verdiği Hz.Cebrail (a.s.) de dahil olmak üzere) bu özel canlıya secde ettirdi. Evet, ALLAH Teala bu canlıya çok değer veriyordu. Çünkü bu canlı, nefis ve şeytan gibi iki azılı düşmanın oyunlarına kanmayarak, kendisine verilmiş olan kabiliyet ve özellikleri en iyi şekilde kullanarak, insanı alçaklığa sevk eden nefsi isteklerden sıyrılıp izzet ve şeref kazanarak, içine koyulmuş olan manevi tohumları kullanıp ALLAH Teala’nın ahlakıyla ahlaklanarak ve ALLAH sevgisine, ALLAH korkusuna, ALLAH bilgisine sahip olarak melekleri bile geride bırakabilirdi. ALLAH Teala insanoğlunu bu özellikte yaratmıştı.

ALLAH Teala bu canlıyı sadece manevi açıdan değil, maddi açıdan da mükemmel bir şekilde yaratmıştı. Yüz trilyon hücresinin her birine, en gelişmiş uzay gemisinde bile bulunmayan bir teknoloji ve insanı şaşkına döndürecek bir düzen koymuştu. Bu hücrelerin dışında bulunan, yağdan ve proteinden oluşmuş olan zar, (ALLAH Teala’nın izniyle) büyük bir bilinç göstererek hücrenin ihtiyacı olan molekülleri geçiriyor, zararlıları ise def ediyordu. Ayrıca milimetrenin yüzde biri büyüklüğünde olan hücrenin içinde, hücreden kat kat küçük olan çekirdek denilen bir organel vardı. Bu çekirdeğin içinde ise her biri 500 sayfalık 900 ciltten oluşan dev bir ansiklopedi takımı vardı. Bu ansiklopedi takımı, bünyesinde 5 milyar farklı bilgi bulunduran DNA molekülüydü. Bu DNA’nın içinde bir insana ait bütün bilgiler yani göz, cilt ve saç rengi, yüzünün şekli, iskeleti, iç organları, derisi, damarları ve hatta bu damarların içinde dolaşan kan hücrelerinin şekilleri ve sayıları, insanın yedi yaşındaki özelliklerinden yetmiş yaşındaki özelliklerine kadar bütün bilgiler vardı. İşte ALLAH Teala fiziksel kaderimizi bu şekilde DNA’ya kodlamıştı.

ALLAH Teala insan vücudunun bütün azalarını özenle yaratmıştı. Evet, mesela siz bu cümleyi okuyup bitirinceye kadar gözünüzde yaklaşık yüz milyar (100.000.000.000) işlem yapıldı. İnsan gözü yaklaşık 40 ayrı parçanın uyum içinde çalışmasıyla işlev görür. Bu parçaların tek biri bile olmasa, göz hiçbir işe yaramaz. Mesela sadece gözyaşı bezleri bile olmadığında, göz kısa bir süre içinde kuruyacak ve kör olacaktır. Bu da bize açık bir tasarımı yani ALLAH Teala’nın kusursuz yaratışını göstermektedir. Yine siz, o kadar kaliteli ve net bir görüntü algılamaktasınız ki, 21. yüzyıl teknolojisi bile bu netliği her türlü imkana rağmen sağlayamamıştır. Bu kadar net bir görüntüyü size dünyanın en gelişmiş kamerası, bilgisayar ve televizyon ekranı dahi veremez. Bu, üç boyutlu, renkli ve son derece net bir görüntüdür. 100 yıldan beri on binlerce mühendis, dev tesislerde, büyük sanayi komplekslerinde, yüksek teknoloji laboratuarlarda, en ileri teknoloji imkanlarını kullanarak uğraşmış, araştırmış, fakat ürettikleri makineler göz denilen organın yanında çok yetersiz ve komik kalmıştır. Yine günümüzde robot el yapılmaktadır. Fakat en gelişmiş teknolojik imkanlar kullanılarak üretilen bu mekanik eller, insan elinin çok ilkel taklitleri olmaktan ileri gidememektedirler. Bir insan kulağı, hiçbir zaman müzik setinde olduğu gibi cızırtılı veya parazitli algılamaz; ses ne ise tam ve net bir biçimde onu algılar. Kısacası vücudumuzda tüm insanlığın, asırların bilgi birikimini, tecrübesini ve imkanlarını kullanarak ürettiği teknolojiden daha üstün bir teknoloji vardır.

ALLAH Teala vücudumuzdaki diğer azaları da en mükemmel şekilde yaratmıştır. Mesela bir karaciğer hücresi tek başına 500’den fazla işlemi yapabilecek kapasitede yaratılmıştır. Ve karaciğer, dünyanın en gelişmiş laboratuarlarından biridir. Kalp, sert etkilerden korunması için vücudun en güvenli yerlerinden birine yerleştirilmiştir. Adeta ne yapacağını biliyormuş gibi, değişen şartlara göre gerektiği kadar kan pompalar. Fazla güç sarf etmez, gerektiği kadar çalışır. Ve kendisine has bir elektriksel sistemle çalışır. Ayrıca kalbin ömrü bittiğinde çok mükemmel bir sistem devreye girer. İnsanoğlu yaşasın diye kalbin yerine vücutta yedek bir jeneratör çalışmaya başlar ve insanoğlu hayatını bu yedek jeneratörle devam ettirir. Beyin de çok mucizevi bir organdır. Beyindeki 10 milyar hücrenin 120 trilyon civarında bağlantısı vardır. Ve bu 120 trilyon bağlantının tamamı doğru yerdedir, yani her hücre, bağlantı kurması gereken hücreyle bağlantı kurmuştur. Eğer bu bağlantılardan herhangi biri yanlış bir yerde olsaydı sonuçları çok ağır olurdu. Peki, bu bilinçsiz hücreler hangi hücreyle bağlanması gerektiğini nereden bilmektedirler?

Yediğimiz gıdalar midemizde öğütülmektedir. Midemiz asit salgılayarak bu gıdaları sindirmektedir. Bu asit o kadar etkilidir ki, çeliği dahi iki haftada eritebilir. Ayrıca bu asit eti üç günde eritmektedir. Peki, midemiz de etten olduğu halde, niçin bu asitten etkilenmiyor? Evet, tam o sırada ALLAH Teala’nın yarattığı müthiş bir sistem daha devreye girer ve mide duvarları bu aside karşı dayanıklı olan mukos tabakasıyla kaplanır. Ayrıca mide, ritmik kas hareketleriyle adeta bir bilince sahipmiş gibi gıdanın hacmine göre asit salgılar, hiçbir zaman israfa kaçmaz. ALLAH Teala bu asidi bütün ömrümüz boyunca midemizde saklamaktadır. İşte görüldüğü gibi ALLAH Teala insanı, yukarıda saydığımız ve burada sayamayacağımız nice mucizevi özelliklerle donatmıştır.

ALLAH Teala insanlara bu mükemmel organları kendi istediği şekilde yaşasınlar, yaratılış amaçlarından sapmasınlar, bu organları kendisine yaklaşmak için bir araç bilsinler, içlerindeki güzellikleri inkişaf ettirip ortaya çıkarsınlar, şeytani ve nefsani isteklerden sıyrılıp melekleri de geride bıraksınlar diye vermişti. İnsanın yaratılış amacı buydu. İnsanoğlu ise bu organların yaratılış hikmetlerini ve amaçlarını unutarak, adeta o paha biçilmez aletler kendisininmiş gibi kullandı, suistimal etti ve ALLAH Teala’nın malını kirletti. Melekleri bile geride bırakabilecek kabiliyette yaratılmış olan insan, kendisine verilmiş olan kabiliyetleri değerlendiremedi, zillet ve sefaleti, izzet ve şerefe tercih etti ve hayvandan da aşağı düştü.

İnsanoğlu kendisine verilen organları suistimal etti demiştik. Öncelikle belirtmek gerekir ki insana bütün bu organların veriliş amacı, insanı o konuda imtihan etmektir. Yani insana verilen bütün bu organlar imtihan amaçlı verilmiştir. Bunun dışında bütün organların farklı farklı yaratılış amaçları da vardır. Bu organların yaratılış hikmetleri ve amaçları, insanın aklının alamayacağı kadar çoktur. Fakat bunlardan birkaç tanesini şu şekilde sayabiliriz: Mesela cinsel organ, insanoğlu neslini devam ettirsin ve dolayısıyla bu nesilden peygamberler, evliyalar, alimler ve şehitler gibi mübarek zatlar dünyayı şereflendirsin diye yaratılmıştı. İnsanoğlu ise bu organı edepsizlik ve hayasızlık ederek fuhuşta kullandı ve ortaya çıkan nesil de onlar gibi fasık oldu. Göz, onunla kainat kitabı keşfedilsin ve ALLAH Teala’nın sanatları müşahede edilsin diye yaratılmıştı. İnsanoğlu ise ALLAH Teala’nın haram kıldığı şeylere baktı, kendisine hiçbir getirisi olmayan şeyleri izledi ve bir tasarım harikası olan gözü, kendi pis işlerine alet etti. Kulak, onunla kainatta cereyan eden olaylar dinlenilsin, ilim ve zikirle uğraşılsın diye yaratılmıştı. İnsanoğlu ise boş şarkıları ve kendisini ilgilendirmeyen şeyleri dinledi. Dil, ondan hikmetli ve güzel sözler çıksın, ilim, zikir ve tesbihle meşgul olunsun diye yaratılmıştı. İnsanoğlu ise onunla boş ve malayani konuştu, iftira attı, dedikodu yaptı ve ona buna söverek dilini kirletti.

Bu organlardan başka akıl, fikir, idrak, şuur ve belirli duyguların da yaratılış amaçları vardı. Mesela insana verilen aşk duygusu, gerçek ve tertemiz haliyle ALLAH Teala’ya duyulsun diye yaratılmıştı. İnsanoğlu ise bu aşk duygusunu, aciz, zamanla yıpranıp kendisinden nefret ettirecek olan, etten, kemikten ve koskoca bir hücre topluluğundan ibaret sümüklü bir kıza layık gördü. Adeta sonsuz izzet ve azamet sahibi ALLAH Teala’yı takmıyormuş gibi... İşte insanoğlu kendisine verilen her şeyi bu şekilde suistimal etti, kötüye kullandı ve kirletti. Kendisinin olmayan, karşılığında bir şey vererek satın almadığı ve ALLAH Teala’nın kendisine bahşettiği şeyleri adeta kendisininmiş gibi kullandı. Yaratılış amacının, yani yokluktan var edilip şu içinde bulunduğu aleme gönderiliş amacının dışına çıktı ve ebedi hasmı olan şeytanı kendisine dost, ebedi dostu olan ALLAH Teala’yı da kendisine düşman bildi. Peki bu kadar şeyin hesabı insandan sorulmaz mı?

Evet, insanoğlu bu gerçekleri bildiği halde “Kaderimde böyle yazılıymış” veya “Ben kader mahkumuyum”

diyerek günahlarına kılıf aramakta ve kendisini aldatmaktadır. Oysa bu düşünce de kaderin yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Kader, irademizle yaptığımız şeyleri ALLAH Teala’nın sonsuz ilmiyle önceden bilip kaydetmesi; kaza da kaydedilenlerin gerçekleşmesidir. Dünyaya geleceğimiz yeri, anne ve babamızı, şeklimizi, cinsiyet ve kabiliyetimizi ALLAH Teala belirlemekte, irademizle yaptığımız işleri ise biz belirlemekteyiz. Kaderin önceden yazılmasını şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Aynı ray üzerinde birbirlerine doğru hızla yaklaşan iki tren düşünün. Aralarında bir tepe olduğu için çarpışacaklarının farkında olmadıklarını var sayalım. Fakat siz bir helikopterden trenlerin birazdan çarpışacaklarını görüp bir deftere, “Bu iki tren birazdan çarpışacak.” diye yazdınız. Şimdi bu trenler çarpıştığı zaman, siz yazdığınız için mi çarpışmış olurlar, yoksa zaten çarpışacaklardı da, siz sadece önceden görüp kaydettiniz. Sizin yazmanızın trenlerin çarpışmasına bir etkisi olmadığı gibi, ALLAH Teala’nın yazmasının da insanın iradesiyle yaptığı işlerde zorlayıcı bir tesiri yoktur. Mesela iradesi ALLAH Teala’nın elinde olan arıların, milyonlarca yıldır yaptıkları altıgen petekten olan evleri, diğer hayvanların evleri gibi hiç değişmezken, iradesinde serbest bırakılan insanın yaptığı evler ve şehirler hep farklıdır. Bu da bize insanın iradesinde serbest olduğunu ve yaptıklarından sorumlu olduğunu ispatlamaktadır.

Evet, en güzel bir şekilde var edilen insan, şu kainat ağacının bir meyvesi olarak yaratılmıştır. Koca dünya 15 milyar senede kendisi için ev olarak hazırlanmış, zehirli arılar ona bal yapmış, elsiz ipek böcekleri onu giydirmiş, koyun ve kuzular onu beslemiş, binek hayvanları kendisine boyun eğdirilmiş, kendisi çamur yiyen ağaçlar ellerini uzatarak en lezzetli meyveleri ona takdim etmiş, bitkiler kirli hava olan karbondioksiti emip ona tertemiz olan oksijeni vermiş, Ay gece lambası, Güneş sobası, yıldızlar kandilleri hükmüne geçmiş ve insan, kainat Sultanının birliğini ve haşmetini her birisi kendine has lisanıyla ilan eden sayısız varlıkların topyekün tercümanı ve takdimcisi olmak vazifesiyle şereflendirilmiş.

60-70 senelik bir hayat uğruna kainatı bütün süsleri ve özellikleriyle insanın emrine veren bir Zat, onu kabirde başıboş bırakır mı? Bunca masrafın hesabını sormaz mı? Bütün bu masraflardan sonra, hayvandan farklı olarak akıl, fikir, şuur ve duygu sahibi kılınan insan, öldükten sonra yokluğa gönderilir mi? ALLAH Teala tarafından bahşedilen her şeyi suistimal eden, dört ayaklılar gibi yiyip içip cinsel organını tatmin etme peşinde koşan insan, kabirde ebedi uykuya terk edilir mi? Ayrıca bir devlet adaletinin gereği olarak itaat edenlere mükafat, isyan edenlere ceza verir de, mutlak adalet sahibi olan Rabb’imiz ve terbiyecimiz olan yüce ALLAH, emirlerine itaat edenlere mükafat, isyan edenlere ceza vermez mi? Geceleyin uykusundan taviz verip nefsiyle mücadele ederek teheccüd namazı kılan insan, barlara diskolara gidip zina edipte sarhoş olan ve kendisine hizmetkar kılınmış bütün mahlukların hakkını yiyip de ALLAH Teala’ya isyan eden insanla bir tutulur mu?

Evet, ALLAHU Teala’nın Kur’an’da; “ÖLÜM SARHOŞLUĞU GERÇEKTEN GELİR DE: İŞTE (EY İNSAN!) BU SENİN ÖTEDEN BERİ KAÇTIĞIN ŞEYDİR, DENİR.”(Kaf-19) diyerek bize bildirdiği ölüm, istisnasız herkesle karşılaşacaktır. Ve ALLAHU Teala’nın Kur’an’da; “..İNKAR EDENLER İÇİN ATEŞTEN BİR ELBİSE BİÇİLMİŞTİR. ONLARIN BAŞLARININ ÜSTÜNDEN KAYNAR SU DÖKÜLECEKTİR. BUNUNLA KARINLARININ İÇİNDEKİ (ORGANLAR) VE DERİLERİ ERİTİLECEKTİR. BİR DE ONLAR İÇİN DEMİR KAMÇILAR VARDIR. IZDIRAPTAN DOLAYI ORADAN HER ÇIKMAK İSTEDİKLERİNDE ORAYA GERİ GÖTÜRÜLÜRLER VE, “TADIN BU YAKICI AZABI.” DENİR.(Hac-19,20,21,22) ...

İMDAT DİLEYECEK OLSALAR, İMDATLARINA ERİMİŞ MADEN GİBİ YÜZLERİ HAŞLAYAN BİR SU İLE KARŞILIK VERİLİR....(Kehf-29) SONRA KESİNLİKLE ONLARIN DÖNÜŞÜ ÇILGIN ATEŞE OLACAKTIR.”(Saffat-68) ...

VE (ONLAR) ORADA HOR VE HAKİR OLARAK EBEDİ KALIRLAR.”(Furkan-69) diyerek bize tanıttığı cehennemini, kendisine isyan edenlerle, kendisini inkar edenlerle, kendilerine mucizelerini gösterdiği halde namaz kılmayıp ALLAHU Teala’yı unutarak ve emirlerine kulak asmayıp yasaklarından da kaçınmayanlarla dolduracaktır. Ve yine ALLAHU Teala’nın Kur’an’da; “ONLAR İÇİN ALTIN TEPSİLER VE KADEHLER DOLAŞTIRILIR. ORADA CANLARININ İSTEDİĞİ VE GÖZLERİNİN LEZZET ALDIĞI HERŞEY VARDIR...(Zuhruf-71)

YANLARINDA GÜZEL BAKIŞLARINI YALNIZ ONLARA ÇEVİRMİŞ İRİ GÖZLÜ EŞLER VARDIR. ONLAR, GÜNYÜZÜ GÖRMEMİŞ YUMURTA GİBİ BEMBEYAZDIRLAR. (Saffat-48,49)

(ONLAR) UZAMIŞ GÖLGELER, ÇAĞLAYARAK AKAN SULAR, TÜKENMEYEN VE YASAKLANMAYAN SAYISIZ MEYVELER İÇİNDEDİRLER VE KABARTILMIŞ DÖŞEKLER ÜSTÜNDEDİRLER. (Vakıa-30,31,32,33,34)

(VE) ORADA EBEDİ KALACAKLARDIR.(Kehf-108) diyerek bize tanıttığı cennetini, kendisini dost edinenlerle, geçici dünya lezzetlerine takılmayıp kendilerine emredileni yerine getirerek yasaklanan şeylerden de şiddetle kaçınanlarla dolduracaktır. (ALLAH Teala bizi bu zümreye dahil eylesin.)