PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : İmam-ı A'zam Ebu Hanife



Editor
12-04-2010, 03:24
İmam-ı A'zam Ebu Hanife







Tâbiînden. İslâm âleminde Eshâb-ı kirâmdan sonra yetişen evliyânın ve âlimlerin en büyüklerinden. Ehl-i sünnetin reisi ve Hanefî mezhebinin kurucusudur. İsmi* Nûmân bin Sâbit bin Zûtâ'dır. Ebû Hanîfe künyesiyle ve İmâm-ı A'zam lakabıyla meşhûr olmuştur. Kûfe'de doğduğu için Kûfî nisbesiyle bilinir. 699 (H.80) senesinde Kûfe'de doğdu* 767 (H.150) senesinde Bağdât'ta vefât etti. KabriBağdât'ta olup* ziyâret yeridir.



Aslen İran'ın ileri gelenlerinden bir zâtın neslinden olan İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin dedesi Zûtâ müslüman olup* hazret-i Ali'ye ikrâmlarda bulundu. Onun sohbetinde bulundu. Babası Sâbit de hazret-iAli ile görüşüp sohbetinde bulundu.Hazret-i Ali Sâbit'e ve onun neslinden gelecek kimselere hayır duâda bulundu.



Asîl* ilim sâhibi* sâlih ve kıymetli bir zâtın oğlu olan İmâm-ı A'zam'ın çocukluğu doğum yeri olan Kûfe'de geçti. Âilesinden üstün bir terbiye alarak küçük yaşta Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Arab lisanının sarf* nahiv* şiir ve edebiyâtını öğrenmeye başladı. Eshâb-ı kirâmdan Enes bin Mâlik* Abdullah bin Ebî Evfâ* Vâsıle bin Eskâ* Sehl bin Sâide ve Ebü't-Tufeyl Âmir bin Vâsile'yi (radıyallahü anhüm) görerek onların sohbetlerinde bulundu. Bu zâtlardan hadîs-i şerîf dinledi.



Enes bin Mâlik hazretlerinin sohbetinde bulunmasını şöyle anlattı: "Küçük yaşlarda babamla berâber bir âlimin meclisinde bulundum. Meclisin orta yerinde oturan âlim zât şöyle diyordu: "Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve sellem işittim* buyurdu ki: "Kardeşinin başına gelen bir musîbetten dolayı sevinme! Allahü teâlânın ona âfiyet verip* seni o musîbete mübtelâ kılması mümkündür." Ben; "Bu zât kimdir?" diye sordum. "Resûlullah'ın hizmetiyle şereflenen Enes bin Mâlik'tir." diye cevap verdiler."



İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin doğup büyüdüğü Kûfe şehri o devrin önemli ilim merkezlerindendi. Kûfe'de pekçok Eshâb-ı kirâm yaşadı. Ayrıca çeşitli dinlere ve sapık inanışlara mensûb insanlar da Kûfe'yi kendilerine merkez seçmişlerdi.



Îtikâdı bozuk olan Şiî* Mûtezilî ve Hâricîler de Kûfe'de yaşıyorlardı. Eshâb-ı kirâmla görüşüp* onlardan Ehl-i sünnet îtikâdını ve din bilgilerini öğrenip nakleden Tâbiîn'in büyükleri de Kûfe'de bulunuyorlardı. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları böyle bir muhitte geçen İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri* önce babası gibi ticâretle meşgûl olmaya başladı. Bir taraftan da sık sık âlimlerin meclislerine giderek onları dinledi* ilimlerinden istifâde etmeye çalıştı. Ehl-i sünnet îtikâdının yayılması için gayret eden âlimlerin sapık ve bozuk fırka mensuplarıyla olan mücâdele ve münâzaralarını dinledi. Daha henüz ilim tahsîline başlamadığı halde sapık fırka mensuplarıyla münâzaralarda bulundu. Katıldığı münâzaralardaki iknâ kâbiliyeti ve üstün başarıları zamânının büyük âlimlerinin dikkatini çekti. Bir cevher olduğunu anlayan âlimler* onu ilim öğrenmeye teşvik ettiler.



İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe bir gün zamanın âlimlerinden Şa' bî'nin yanından geçiyordu.Şa'bî hazretleri onu yanına çağırıp; "Nereye devâm ediyorsun?" diye sordu. O da; "Çarşıya* pazara devâm ediyorum." dedi. Şa'bî hazretleri; "Hayır* maksadım o değil* âlimlerden kimin dersine devâm ediyorsun?" buyurdu. İmâm-ı A'zam; "Hiçbirinin dersinde devamlı bulunmuyorum." dedi. Şa'bî hazretleri sözlerine devâm ederek; "İlim ile uğraşmayı ve âlimlerle görüşmeyi sakın ihmâl etme. Ben senin zekî* akıllı ve kâbiliyetli bir genç olduğunu görüyorum." buyurdu. Şa'bî hazretlerinin sözlerinin tesirinde kalan İmâm-ı A'zam* çarşıyı pazarı bırakıp ilim yoluna yöneldi. Kûfe'deki âlimlerin ders halkalarına devâm etmeye başladı. Şa'bî'nin ilim meclisine devâm edip kelâm ilmi (îmân ve îtikâd ilmi) ile münâzara ilmini tahsil etti. Kısa zamanda bu ilimlerde ilerleyip parmakla gösterilecek bir dereceye ulaştı.



Kelâm ilmini öğrenip yüksek dereceye ulaştıktan sonra Hammâd bin Ebî Süleymân'ın ders halkasına katılarak fıkıh ilmini tahsîle başladı.



Fıkıh ilmine nasıl başladığını talebesi Ebû Yûsuf ve diğer talebelerinin bir sorusu üzerine şöyle anlatmıştır: "Bu* Allahü teâlânın tevfik ve inâyeti iledir. O'na dâimâ hamdolsun. Ben ilim öğrenmeye başladığım zaman bütün ilimleri göz önüne aldım. Her birini kısım kısım okudum. Neticesini ve faydalarını düşündüm. Sonra fıkıh ilmine baktım. Onda âlimler ve fakihler ile bir arada bulunmak* onlar gibi ahlâklı olmak var. Aynı zamanda farzları işlemek* dînin emirlerini yerine getirmek* ibâdet etmek de fıkıhı bilmekle oluyor. Dünyâ ve âhiret onunla kâim... İbâdet etmek isteyen onsuz yapamaz. Fıkıh* ilimle ameldir." İmâm-ı A'zam* fıkıh ilmini Hammâd bin Ebî Süleymân'dan öğrendi. Onun derslerini tâkib ederken huzûrunda gâyet edepli oturur* söylediği her şeyi ezberlerdi. Hocası talebelerini müzâkere yoluyla yoklama yapınca* onun dersleri ezberlediğini görürdü ve benim yanımda ders halkasının başına Nu'mân'dan başka kimse oturmayacak buyururdu.



İmâm-ı A'zam* kelâm* münâzara ve diğer ilimleri öğrenip fıkıh ilmini tahsile başladıktan sonra* îtikâdî meselelerde insanları doğru yoldan ayıran sapık fırkalarla mücâdele etti. Hattâ* bu maksatla Hint* İran ve Arap yarımadasının ticâret yollarının birleştiği Basra'ya da defâlarca gidip* dehrî denilen inkârcılarla* Şîa* Kaderiye ve diğer bozuk fırkalara mensup kimselerle uzun münâzaralar yaparak Ehl-i sünnet îtikâdını yaydı.



İmâm-ı A'zam'ın Hammâd bin Ebî Süleymân'dan ilim tahsîl ettiği sıralardaydı. O zamanki Bizans'ın hâkim olduğu Anadolu tarafından bir dehrî yâni dünyânın kadîm olduğunu ve bu dünyânın bir yaratıcısı olmadığını iddiâ eden bir kimse* İslâm diyârına geldi. Anlattığı birçok aklî delillerle dünyânın bir yaratıcısı olmadığını söyleyip Allahü teâlânın varlığını inkâr etti. İslâmiyeti tam olarak bilmeyen bâzı müslümanlar onun hîlelerine aldanıp İslâmiyetten ayrılmaya başladı. Dehrî* İslâm âlimleriyle münâzara etmek istediğini bildirerek meydan okudu. İmâm-ı A'zam hazretlerinin hocası* dehrî ile münâzara edip onun bozuk fikirlerini çürütmek için karar verdi. Ancak eğer yenilirsem İslâm dînine büyük zarar hâsıl olup fesâdı bütün dünyâya yayılacak diye de endişe ediyordu. Hammâd bin Ebî Süleymân bu düşüncelerle yatağına uzanıp uyuduğu zaman rüyâsında bir hınzırın (domuzun) gelip* bir ağacın bütün dallarını yediğini ve o ağacın yalnız gövdesinin kaldığını* o anda ağacın içinden bir arslan yavrusunun çıkıp o hınzırı parça parça ettiğini gördü.



Sabah olunca genç talebesi Nûmân bin Sâbit* hocası Hammâd'ın rahmetullahi aleyh huzûruna girdi. Hammâd bin Ebî Süleymân müslümanları îmândan uzaklaştırmaya çalışan dehrîden ve gördüğü rüyâdan bahsetti. Nûmân bin Sâbit hocasının gerek dehrî sebebiyle* gerekse gördüğü rüyâ sebebiyle üzüntülü ve endişeli olduğunu gördü. Hocasına üzüntüsünün sebebini sordu. Hocası her şeyi anlattı. Genç yaşta olan Ebû Hanîfe hocasına; "Elhamdülillâhi teâlâ. Rüyâda gördüğünüz domuz* o pis ruhlu dehrîdir. Ağaç da ilim ağacıdır. Dalları o dehrînin hile ve tuzaklarına kapılan müslümanlardır. Ağacın gövdesi sizsiniz. O arslan yavrusu da benim. Allahü teâlânın yardımı ile ben onu yenerim." dedi.



Hammâd bin Ebî Süleymân ve İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe münâzara için insanların toplandıkları meydana gittiler. Dehrî her zamanki gibi kürsüye çıkıp karşısına birisinin çıkmasını istedi. Daha çocuk denecek kadar genç olan İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe onun karşısına çıktı. Dehrî İmâm-ı A'zam'ı görünce hakâret etmeye başladı. İmâm-ı A'zam; "Hakâreti bırak söyleyeceğini söyle de görüşelim." dedi. Dehrî* İmâm'ın cesâret ve aceleciliğini görünce hayret ederek* ona şöyle dedi: "Var olan şeyin başlangıcı ve sonu olmamak mümkün müdür?" İmâm-ı A'zam şöyle cevap verdi:



"Sayıları bilir misin?" Dehrî; "Evet." deyince* İmâm-ı A'zam; "Birden önce hangi sayı vardır?" dedi. Dehrî; "Birden önce bir şey yoktur." dedi. Bunun üzerine İmâm-ı A'zam buyurdu ki: "Mecâzî olan bir yâni bir sayısı sözünden önce bir şey olmayınca* hakîkî bir olandan önce nasıl bir şey olabilir?" Bu söz üzerine dehrî başka sorular sormaya başladı. Aralarında şu konuşmalar geçti: Dehrî dedi ki: "Hakîkî bir olanın yüzü hangi taraftadır? Çünkü her şey yönlerden yâni sağ* sol* ön* arka* üst* alt yönlerinden bir yerde bulunur?" Ebû Hanîfe; "Mumu yakınca* ışığı hangi taraftadır?" diye sordu. Dehrî; "Mumun ışığı her tarafta aynıdır." dedi. Bunun üzerine İmâm-ı A'zam; "Mecâzî olan bir nûrun* ışığın hâli böyle olursa* dâimî ve ebedî olup* eni boyu olmayan* göklerin ve yerlerin nûru olanın hâli nasıl olur?" buyurdu. Dehrî cevap veremedi.



Dehrî yine dedi ki: "Her var olanın muhakkak bir yeri vardır. O'nun yeri neresidir?" İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe biraz süt getirtip; "Bu sütte yağ var mıdır?" buyurdu. Dehrî; "Evet vardır." dedi. Ebû Hanîfe; "Yağ bu sütün neresindedir?" diye sorunca* dehrî; "Hiçbir yerine mahsûs değildir?" dedi. İmâm-ı A'zamEbû Hanîfe hazretleri; "Yok olanın bir hâli böyle olursa* göklerin ve yerlerin yaratıcısı dâimî ve ebedî olanın hâli niçin böyle olmasın?" buyurdu. Dehrî yine cevap veremedi.



Dehrî son olarak; "Şimdi O ne iş yapmakla meşgûldür?" diye sordu. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri buyurdu ki: "Sen bana bütün suâlleri kürsüden sordun. Ben hepsine cevap verdim. Şimdi sen oradan bir kerecik inip benim yerime gel* ben kürsüye çıkayım ve oradan cevap vereyim." dedi. Dehrî kürsüden inip Ebû Hanîfe kürsüye çıktı ve; "Allahü teâlâ senin gibi bir müşebbihi yâni Allahü teâlâyı diğer varlıklara benzeten kimseyi kürsüden indirir* benim gibi bir muvahhid yâni Allahü teâlâyı her bakımdan tek ve bir bilen bir kimseyi kürsüye yükseltir. Şimdi O'nun işi budur." buyurdu ve Rahmân sûresinin yirmi sekizinci âyet-i kerîmesinin sonunu okudu. Kendi sorduğu sorulara verilen cevaplar karşısında susan ve âciz kalan dehrî* İmâm-ı A'zam'a kendine soracağı soruların sorulmasına tahammül edemeyerek* söyleyecek söz bulamadı.



İmâm-ı A'zamEbû Hanîfe hazretleri*Hammâd bin Ebî Süleymân'ın derslerine yirmi sekiz yıl devâm edip emsalsiz bir dereceye ulaştı* daha ders aldığı sıralarda fıkıhta tanınıp meşhûr oldu. Bu hususta şöyle demiştir: "Ben ilim ve fıkıh ocağında yetiştim. İlim erbâbıyla berâber bulundum. Fıkıhta en değerli bir hocaya devâm ettim." Hocası Hammâd'ın dersine devâm ettiği sırada sık sık Hicaz'a gidip Mekke ve Medîne'de çoğuTâbiînden olan âlimler ile görüşür* onlardan hadîs rivâyeti dinler ve fıkıh müzâkereleri yapardı. İmâm-ı A'zam'ın hocalarından en meşhûru* fıkıh ilminde hocası olan Hammâd bin Ebî Süleymân'dır.



İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin Kûfe'de tahsîl ettiği hocalarından bâzıları şunlardır:



Âmir bin Şerâhil eş-Şa'bî* Süleymân bin Mihrân el-A'meş* Ebû İshak es-Sebîî* Hâkim bin Uteybe* Mansûr bin Mu'temir et-Teymî



Kûfe dışında diğer ilim merkezlerine de giden İmâm-ı A'zamEbû Hanîfe hazretleri bâzan bir sene süren seyâhatlerinde Mekke ve Medîne'ye gitti. Bu beldelerin meşhûr âlimleriyle görüşüp onlardan ilim öğrendi. Elli beş defâ hac yaptı.



İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin Kûfe dışındaki diğer şehirlerde ilim öğrendiği hocalarından bâzıları da şu zâtlardır:



Tâbiîn büyüklerindenAmr bin Dînâr el-Cümahî* Ebû Zübeyr Muhammed* İbn-i Şihâb ez-Zührî* hazret-i Ebû Bekr'in torunu Kâsım bin Muhammed* Medîne'nin meşhûr âlimlerinden Hişâm bin Urve ve Yahyâ bin Saîd el-Ensârî* Basra'daki en meşhûr âlimlerden Eyyûb bin ***sân es-Sahtiyânî* Katâde bin Diâme* Bekr bin Abdullah Müzenî.



AyrıcaPeygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem torunlarından Zeyd bin Ali'den ve Muhammed Bâkır'dan da ilim ve mârifet öğrenen İmâm-ı A'zam'a* Muhammed Bâkır hazretleri buyurdu ki: "Ceddimin şerîatini bozanlar çoğaldığı zaman sen onu canlandıracaksın* sen korkanların kurtarıcısı* şaşıranların sığınağı olacaksın. Şaşıranları doğru yola çevireceksin.Allahü teâlâ yardımcın olacak."



Eshâb-ı kirâmdan İbn-i Abbâs'ın ilmini Mekke fakîhi Atâ bin Ebî Rebâh ve İkrime'den* hazret-i Ömer ve onun oğlu Abdullah'tan nakledilen ilimleri Abdullah bin Ömer'in âzâdlısı Nâfî'den öğrendi. Böylece* Eshâb-ı kirâmdan İbn-i Mes'ûd ve hazret-i Ali'den nakledilen ilimleri de buluşup görüştüğü Tâbiînden öğrendi. İlimde hiç kimseye nasîb olmayan yüksek bir dereceye ulaştı.



Tasavvuf ilmini de Silsile-i aliyye denilen evliyânın büyüklerinden olan Câfer-i Sâdık'tan öğrendi. Onunla sohbet edip feyiz alarak tasavvufta yüksek makâma ulaştı.



Zâhirî ve mânevî ilimlerde zamânının en büyük âlimi olanİmâm-ı A'zam bir gün Halîfe Mansûr'un yanına girdi. Orada bulunan Îsâ bin Mûsâ* Mansûr'a; "Bugün dünyânın en büyük âlimi bu zâttır." dedi. Halîfe Mansûr; "Ey Nûmân* bu ilmi kimden aldın?" diye sorunca; "Hazret-i Ömer'den ilim alanlar vâsıtasıyla hazret-i Ömer'den* hazret-i Ali'den ilim alanlar vâsıtasıyla hazret-i Ali'den* Abdullah bin Mes'ûd'dan ilim alanlar vâsıtasıyla da Abdullah bin Mes'ûd'dan aldım." cevâbını verdi. Bunun üzerine Halîfe Mansûr; "Sen işini gâyet sağlam tutmuşsun* ilmi asıl menbaından almışsın." dedi. İmâm-ı A'zam başta Eshâb-ı kirâmın büyüklerinin ilim silsilesinden olmak üzere* dört bin kişiden ilim öğrenip* bütün ilimlerde ve üstünlüklerde en yüksek dereceye ulaşmıştır. Şöhreti her yere yayılıp* zamânında bulunan ve sonra gelen bütün müctehidler* âlimler* üstün kimseler hattâ hıristiyanlar bile onu hep medhetmiş* övmüştür.



İmâm-ı A'zam'ın hocasıHammâd bin Ebî Süleymân vefât edince* hocasının talebeleri* arkadaşları ve halkın ileri gelenleri* onun yerini dolduracak âlimin* ancak İmâm-ı A'zam'ın olduğunu görerek* ısrârla hocasının yerine geçmesini istediler. "İlmin ölmesini istemem." buyurup* ilim kürsüsüne oturdu. Hocası Hammâd bin Ebî Süleymân'ın yerine müftî oldu ve talebe yetiştirmeğe başladı.



İmâm-ı A'zam* hocası Hammâd'ın yerine geçince* ilmi* vakarı* üstün tevâzuu* takvâsı* tatlı sözleri ve güler yüzüyle herkes tarafından sevilen ve dînî meselelerde insanların karşılaştıkları zorluklara çare bulan tek mürâcaat kaynağı oldu. Irak* Horasan* Harezm* Türkistan* Tuharistan* İran* Hind* Yemen ve Arabistan'ın her tarafından gruplar hâlinde gelen talebeler* fetvâ isteyenler ve dinleyicilerle etrafı dolup taşıyordu.



İmâm-ı A'zamın meclisinde halk tarafından sorulan suâllerin cevaplandırılması ve talebeler için verilen muntazam dersler olmak üzere iki türlü müzâkere yapılırdı. Her gün sabah namazını* câmide kılıp öğleye kadar sorulan suâlleri cevaplandırır* fetvâ verirdi. Öğleden önce kaylûle yapıp* bir miktâr uyuyup* öğle namazından sonra* yatsıya kadar* talebelere ders verirdi. Yatsıdan sonra evine gidip biraz dinlenir* sonra tekrar câmiye gelip sabaha kadar ibâdet ederdi. Sorulan suâllere cevap vermeden önce* mesele açık olarak müzâkere edilir* talebeleri suâli cevaplandırmaya çalışırdı. Meselenin müzâkeresi bittikten sonra* kendisi yeniden ele alıp gerekli düzeltmeleri yapar ve konuyu iyice izah ve tasvir ettikten sonra cevaplandırırdı. Cevapları verildikten sonra da fetvâyı bizzat söylemek sûretiyle ve anlaşılır ifâdelerle talebelerine yazdırırdı. Bu yazılar daha sonra fıkıh kâideleri hâline gelmiştir.



İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin başta gelen talebeleri; İmâm-ı Ebû Yûsuf ismiyle meşhûr olanYâkûb binİbrâhim* Muhammed Şeybânî* Züfer bin Huzeyl* Hasan bin Ziyâd* oğlu Hammâd* Abdullah bin Mübârek* Veki' bin Cerrâh* Ebû Amr Hafs bin Gıyâs* Yahyâ bin Zekeriyyâ* Dâvûd-i Tâî* Esad bin Amr* Âfiyet bin Yezid el-Advî* Kâsım bin Ma'an* Ali bin Müshir* Hibban bin Ali gibi yüzlerce âlimlerdir.



İmâm-ı A'zam ticâretle de uğraşırdı. Talebelerinin ihtiyaçlarını kendi kazancından karşılardı. Talebelerine son derece şefkatli davranır* onların ilimde iyi yetişmeleri için büyük titizlik gösterirdi. Talebelerini o kadar mükemmel yetiştirmişti ki* başkalarının uzun zamanda buldukları hükümleri onlar kısa zamanda bulurdu.Bir defâsında onun ders usûlünü ve talebelerini görmek için bir ilim heyeti Kûfe'ye gelmişti. Aralarında Tâbiînin büyüklerinin de bulunduğu bu heyet* onların bu üstünlüğünü* başarısını görerek büyük bir memnuniyetle ayrılmıştır. İmâm-ı A'zam talebelerine; "Sizler benim kalbimin sevinci* hüznümün tesellisisiniz." buyururdu.



Gerek ilim meclisine gerek sohbetlerine uzaktan yakından gelen pekçok kimse ondan ilim ve mârifet tahsîl ettiler. Sohbetleri sırasında insanların müşküllerini cevaplandırdığı gibi gönüllerini ferahlatan nasîhatlerde bulundu. Bir sohbeti sırasında* müminleri sevmekle ilgili olarak buyurdu ki:



Allah bize* insanların mümin olanlarını sevmemizi* onlara karşı saygı beslememizi ve aslâ kırıcı olmamamızı* kalplerinde ne sakladıklarını bilemeyeceğimizi* hareketlerimizi buna göre ayarlamamızı emretmiştir.



Talebesi Yûsuf bin Hâlid es-Semtî bir vazifeye tâyin edilip* Basra'ya giderken* Ebû Hanîfe ona şu tavsiyelerde bulunmuştur: "Basra'ya vardığında halk seni karşılayacak* ziyâret ve tebrik edecek. Herkesin değer ve yerini tanı* ileri gelenlere ikrâmda bulun* ilim sâhiplerine hürmet et* yaşlılara saygı* gençlere sevgi göster* halka yaklaş* fâsıklardan uzaklaş* iyilerle düşüp kalk* Sultanı küçümseme* hiç bir kimseyi hafife alma. İnsanlığında kusur etme* sırrını hiç kimseye açma* iyice yakınlık peydâ etmedikçe kimsenin arkadaşlığına güvenme* cimri ve alçak insanlarla ahbablık kurma* kötü olduğunu bildiğin hiç bir şeye ülfet etme!..



Seninle başkaları arasında bir toplantı akdedilir veya insanlar mescidde etrafını sarıp aranızda bâzı meseleler görüşülürse* yahut onlar bu meselelerde senin bildiğinin aksini iddiâ ederlerse onlara hemen muhâlefet etme. Sana bir şey sorulursa ona herkesin bildiği şekilde cevap ver! Sonra bu meselede şu veya bu şekilde görüş ve delillerin de bulunduğunu söyle. Senin bu türlü açıklamalarını dinleyen halk* hem senin* hem de başka türlü düşünenlerin değerini tanımış olur. Sana* bu görüş kimindir? diye sorarlarsa* fakihlerin bir kısmınındır* de. Onlar* verdiğin cevâbı benimserler ve onu sürekli olarak yaparlarsa* senin kadrini daha iyi bilir ve mevkiine daha çok hürmet ederler...



Seni ziyârete gelenlere ilimden bir şey öğret. Bundan faydalansınlar ve herkes öğrettiğin şeyi belleyip tatbik etsin. Onlara umûmi şeyleri öğret* ince meseleleri açma. Onlara güven ver* bâzan onlarla şakalaş ve ahbablık kur. Zîrâ dostluk* ilme devamı sağlar. Bâzan da onlara yemek ikrâm et. İhtiyaçlarını temine çalış* değer ve itibarlarını iyi tanı* kusurlarını görme. Halka yumuşak muâmele et* müsâmaha göster* hiç bir kimseye karşı bıkkınlık gösterme; onlardan biri gibi davran."



Haram ve şüphelilerden şiddetle sakınan İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri helal lokma husûsunda buyurdu ki:



"Dînin alış-veriş kısmını bilmeyen* haram lokmadan kurtulamaz ve ibâdetlerin sevâbını bulamaz. Zahmetleri boşa gider* azâba yakalanır ve çok pişman olur."



İmâm-ı A'zam'ın yaşadığı devir* Emevîler ve Abbâsîler zamânına isâbet etmektedir. Ömrünün elli iki yılını Emevîler* on sekiz yılını da Abbâsîler devrinde geçirdi.Emevî Devletinin son bulup* Abbâsî Devletinin kuruluşuna ve bu arada vukû bulan çeşitli hâdiselere şâhid oldu. Bütün hâdiseler içerisinde İmâm-ı A'zam* bir taraftan dîni öğrendi ve öğretti* diğer taraftan da* Ehl-i sünnet îtikâdında olan insanları* îmândan ayırmaya çalışan sapık ve bozuk fırkalarda olanlarla mücâdele etti. Bu fırkaların herbiri ile yaptığı münâzaralarda onları kesin delillerle susturuyordu.



Emevîlerin son zamanlarında Emevî vâlisi* İmâm-ı A'zam'a devlet idâresinde bir vazife vermek istedi ve bu hususta zorladı. Fakat İmâm-ı A'zam bâzı sebeplerden dolayı kabûl edemeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine hapsedilerek işkence yapıldı. Daha sonra serbest bırakılınca* 747 (H.130) yılında Mekke'ye gidip orada altı yıl kadar kaldı. Mekke'de de talebelere ders ve fetvâ vererek ilmî mütâlaalar yaptı. Abbâsîlerin bir devlet hâline gelip kuvvetlenmesinden sonra Kûfe'ye döndü. Buradaki derslerine ömrünün son yıllarına kadar devam etti. Otuz yıllık müddet içinde verdiği derslerinde yetişen talebelerinin herbiri* o zaman çok genişlemiş olan İslâm dünyâsının her tarafına yayıldılar. Müftîlik* müderrislik* kâdılık gibi çeşitli vazifelerle büyük hizmetler yaptılar. Böylece Peygamber efendimizin bildirdiği yol olan Ehl-i sünnet îtikâdını ve fıkıh ilmini her tarafa yaydılar ve bu hususta kıymetli kitaplar yazdılar. İnsanlara doğru yolu gösterip saâdete kavuşturdular. Bu hizmeti kendilerinden sonraki asırlara da aksettirdiler.



Emevîler devrinde bâzı baskı ve işkenceler gören İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri* Abbâsîler devrinin ilk zamanlarında ilim öğretmeye ve talebe yetiştirmeye devâm etti. Abbâsî Devleti içinde de karışıklıklar ve ayaklanmalar baş gösterdi. İmâm-ı A'zam hazretleri bu karışıklıklara rağmen ders verme işini devâm ettirdi. 762 (H.145) senesinde meydana gelen hâdiselerden sonra Abbâsî halîfesi Ebû Câfer Mansûr onuKûfe'den Bağdât'a getirtti. "Mansûr haklı olarak halîfedir* diye herkese bildir." dedi. Buna karşılık temyiz mahkemesi reisliğini verdi. Çok zorladı. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri çok takvâ sâhibi olup* dünyâ makamlarına kıymet vermediğinden kabûl buyurmadı. Mansûr onu habsettirdi. Her gün otuz değnek vurdurdu. İmâm-ı A'zam'ın mübârek ayaklarından kan aktı. Halîfe Mansûr bir ara pişman olup otuz bin akçe gönderdi ise de kabûl buyurmadı. Tekrar hapsedip her gün on değnek fazla vurdurdu. On birinci günü halkın hücûmundan korkulup zorla sırt üstü yatırıldı. Ağzına zehirli şerbet döküldü. 767 (H.150) senesinde şehîd edildi. Vefât ettiği anda secdeye kapandı. Vefât haberi duyulduğu her yerde büyük üzüntü ve göz yaşıyla karşılandı. Cenâzesini Bağdât kâdısı Hasan bin Ammâre yıkadı. Yıkamayı bitirince şöyle dedi: "Allahü teâlâ sana rahmet eylesin!Otuz senedir gündüzleri oruç tuttun. Kırk sene gece sırtını yatağa koyup uyumadın. En fakihimiz sendin! İçimizde en çok ibâdet edenimiz sendin! En iyi sıfatları kendinde toplayan sendin!" Cenâzesinin kaldırılacağı sırada Bağdât halkı oraya toplanıp o kadar büyük kalabalık olmuştu ki* cenâze namazını kılanlar elli bin kişiden fazla idi. Gelenler çok kalabalık olduğundan cenâze namazı ikindiye kadar kılındı. Altı defâ cenâze namazı kılındı. Sonuncusunu oğlu Hammâd kıldırdı. Bağdât'ta* Hayzeran kabristânının doğusunda defnedildi. İnsanlar günlerce kabrinin başında toplanıp ona duâ ettiler. Vefâtına çok üzüldüler. İmâm-ı Şâfiî'nin hocasının hocası İbn-i Cerîhe vefât ettiğini duyunca istirca âyetini (İnnâ lillah...) okuyup* "Yâni ilim gitti deseniz ya!" buyurdu. Büyük âlimlerden Şu'be'ye vefât haberi ulaşınca* o da; "İlim ışığı söndü* ebediyyen onun gibisini bulamazlar." dedi. Vefâtından sonra çok kimseler onu rüyâsında görerek ve kabrini ziyâret ederek* şânının yüceliğini dile getiren şeyler anlatmışlardır. İmâm-ı Şâfiî buyurdu ki: "Ebû Hanîfe ile teberrük ediyorum. Onun kabrini ziyâret edip faydalara kavuşuyorum. Bir ihtiyâcım olunca iki rekât namaz kılıp* Ebû Hanîfe'nin kabrine gelerek onun yanındaAllahü teâlâya duâ ediyorum ve duâm hemen kabûl olup isteklerime kavuşuyorum."



"Yüz elli senesinde dünyânın zîneti gider." hadîs-i şerîfinin de* İmâm-ı A'zam için olduğunu İslâm âlimleri bildirmiştir. Çünkü o târihte İmâm-ı A'zam gibi bir büyük vefât etmemişti. Mezhebi* İslâm âleminin büyük bir kısmına yayıldı. Selçuklu Sultanı Melikşah'ın vezirlerinden Ebû Sa'd-i Harezmî* İmâm-ı A'zam'ın kabri üzerine mükemmel bir türbe ve çevresinde bir medrese yaptırdı. Sonra Osmanlı pâdişâhları bu türbeyi defâlarca tâmir ettirdi.



İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri ulûm-ı âliyye denilen yüksek din ilimlerinde en üstün derecede âlim idi. Kelâm ilminde ve îtikâd bilgilerinde Ehl-i sünnetin reisidir. Tefsîr ilminde müfessirlerin başı* üstâdı derecesindeydi. Hadîs ilminde ise büyük bir muhaddis ve derin ilim sâhibiydi.



İmâm-ı Şâfiî hazretleri; "Fıkıh ilminde mütehassıs olmak isteyen* Ebû Hanîfe'nin kitaplarını okusun." buyururdu. Abdullah bin Mübârek de; "Fıkıh ilminde Ebû Hanîfe gibi mütehassıs birini görmedim." buyurdu.



Büyük âlim Mis'ar* Ebû Hanîfe'nin karşısında diz çökerek* bilmediklerini sorar öğrenirdi. "Bin âlimden ders aldım. Fakat* Ebû Hanîfe'yi görmeseydim* Yunan felsefesinin bataklığına kayacaktım." demiştir. Ebû Yûsuf buyuruyor ki: "Hadîs ilminde Ebû Hanîfe gibi derin bilgi sâhibi birini görmedim. Hadîs-i şerîfleri açıklamakta onun gibi bir âlim yoktur." Büyük âlim ve müctehid Süfyân-ı Sevrî buyuruyor ki: "Bizler* Ebû Hanîfe'nin yanında* doğan kuşu yanındaki serçeler gibiydik* Ebû Hanîfe* âlimlerin önderidir."



Âli bin Âsım diyor ki: "Ebû Hanîfe'nin ilmi* zamânındaki âlimlerin ilimlerinin toplamı ile ölçülse* Ebû Hanîfe'nin ilmi fazla gelir."



Büyük hadîs âlimi A'meş* İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'den birçok mesele sordu. İmâm-ı A'zam* suâllerinin herbiri için hadîs-i şerîfler okuyarak cevap verdi. A'meş* İmâm-ı A'zam'ın hadîs ilmindeki derin bilgisini görünce* "Ey fıkıh âlimleri! Sizler mütehassıs tabîb* biz hadîs âlimleri ise* eczâcı gibiyiz! Hadîsleri ve bunları rivâyet edenleri biz söyleriz. Bizim söylediklerimizin mânâlarını siz anlarsınız!" dedi. "Ubeydullah bin Amr* büyük hadîs âlimi A'meş'in yanındaydı. Birisi gelip* birşey sordu. A'meş bunun cevâbını düşünmeğe başladı. O esnâda* İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe geldi. A'meş* bu suâli İmâm'a sorup cevâbını istedi. İmâm-ıA'zam hemen geniş cevap verdi. A'meş* bu cevâba hayran olup* yâ İmâm! Bunu hangi hadîsden çıkardın dedi. İmâm-ı A'zam* bir hadîs-i şerîf okuyup* bundan çıkardım. Bunu senden işitmiştim dedi. İmâm-ı Buhârî* üç yüz bin hadîs ezberlemişti. Bunlardan yalnız on iki bin kadarını kitaplarına yazdı. Çünkü; "Benim söylemediğimi hadîs olarak bildiren* Cehennem'de çok acı azap görecektir." hadîs-i şerîfinin dehşetinden çok korkardı.



İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin verâ ve takvâsı daha çok olduğundan* hadîs nakledebilmesi için çok ağır şartlar koymuştu. Ancak bu şartların bulunduğu hadîs-i şerîfi naklederdi."



İmâm-ı A'zam* İslâmiyeti; îmân* amel ve ahlâk esasları olarak bir bütün hâlinde insanlara yeniden duyurmuş* şüphesi ve bozuk bir düşüncesi olanlara cevaplar vermiş* müslümanları çeşitli fitne ve propagandalarla zaafa düşürmek* parçalamak ve böylece İslâm dînini yıkabilmek ümidine kapılanları hüsrâna uğratmış* önce îtikâdda birlik ve berâberliği sağlamış; ibâdetlerde* günlük işlerdeAllahü teâlânın rızâsına uygun bir hareket tarzının esaslarını ve şeklini tesbit etmiştir. Böylece* ikinci hicrî asrın müceddidi (dînin yeniden yayıcısı) ünvanını almıştır.



Hadîs-i şerîfte; "Îmân Süreyya yıldızına çıksa* Fârisoğullarından biri elbette alıp getirir." buyruldu. İslâm âlimleri* bu hadîs-i şerîfin İmâm-ı A'zam hakkında olduğunu bildirmiştir. Yine Buhârî ve Müslim'de bildirilen bir hadîs-i şerîfte; "İnsanların en hayırlısı* benim asrımda bulunan müslümanlardır (Yâni Eshâb-ı kirâmdır). Onlardan sonra en iyileri* onlardan sonra gelenlerdir (yâni Tâbiîndir). Onlardan sonra da onlardan sonra gelenlerdir... (yâni Tebe-i tâbiîndir)" buyruldu. İmâm-ı A'zam da* bu hadîs-i şerîfle müjdelenen tâbiînden ve onların da en üstünlerinden biridir. Hayrât-ül-Hisan* Mevdû'ât-ül Ulûm ve Dürrül-Muhtâr'da yazılı hadîs-i şerîflerde buyruldu ki: "Âdem (aleyhisselâm) benimle öğündüğü gibi ben de ümmetimden bir kimse ile öğünürüm. İsmi Nu'mân* künyesi Ebû Hanîfe'dir. O* ümmetimin ışığıdır."



"Peygamberler benimle öğündükleri gibi ben de Ebû Hanîfe ile öğünürüm. Onu seven beni sevmiş olur. Onu sevmeyen beni sevmemiş olur."



"Ümmetimden biri* şerîatimi canlandırır. Bid'atleri öldürür. Adı Nu'mân bin Sâbit'tir."