umut55
10-09-2010, 19:49
Bir oydan ne çıkar ki düşüncesi ile rakip adayın ismini yazarak sandığa atan kişi, çıkan sonuca kendisi de inanamadı ve hayatı boyunca bunu gizlemek zorunda kaldı. Yaşanan garip ama gerçek bir olay
1950’li yıllar...
Ülke yeni bir seçime yol alırken, bu arada Demokrat Parti il ve ilçe kongrelerini yapmaktadır. Tokat'ın Artova İlçesi’nde partinin ilçe başkanı seçilecektir.
İki aday vardır: İlhan Bıçakçı ve İbrahim Dirican...
İlhan Bıçakçı'nın kazanacağı kesin gibidir. İlçede sözü dinlenen saygın bir işadamı olan H. İbrahim Tuncer aday olması için kendisini hem teşvik etmiş, hem de desteğini açıkça ilan etmiştir.
Seçim günü gelir ve oy verme işlemi başlar. İşadamı İbrahim Tuncer oyunu kullanmak için kabine girer. Fakat içeride uzun kalır. Bekleyenler meraklanır.
İbrahim Tuncer o gün oyunu kullanmakta neden geciktiğini yıllarca kimseye anlatamaz. Ta ki aday olması için teşvik ettiği İlhan Bıçakçı vefat edene kadar…
Halil İbrahim Tuncer, aday olması için teşvik ettiği ve açıkça destek verdiği yakın arkadaşı İlhan Bıçakçı’ya oy vermek için kabine girdiğinde adını unutur. Bakar ki olacak gibi değil, "Bir oydan ne çıkar ki" düşüncesiyle rakip aday İbrahim Dirican'ın adını oy pusulasına yazarak sandığa atar. Akşam sandıklar açıldığında rakip aday İbrahim Dirican’ın bir oy farkla seçimi kazandığı görülür.
Beni oldukça etkileyen bu anekdotu, “Seçim Kazanma Sanatı” kitabımın arka kapak yazısı yapacak kadar önemsemiştim. (Alfa Yayınları, İstanbul 2002)
Pazar günü referandum var.
Yüksek Seçim Kurulu seçmen sayısını 48 milyon 265 bin 644 kişi olarak açıkladı. Yurt dışında yaşayan seçmenlerimizle birlikte yaklaşık 50 Milyon seçmenimiz var.
“50 Milyon kişi arasından sadece benim oyum ne işe yarar ki, ha kullanmışım, ha kullanmamışım, neyi değiştirir ki?” dememek lazım...
Unutulmamalı ki, 50 milyon seçmenin her biri aslında tek seçmen. Yani 1’er 1’er sayılırken rakam toplamda 50 Milyona ulaşıyor.
Tıpkı, havuz ve denizlerin, gerçekte bir araya gelmiş birer damla sudan oluşması gibi...
Bu nedenle, bir oydan ne çıkar ki dememeli... Sandığa muhakkak gitmeli.
Binlerce gurbetçimiz, sırf bu tür bir sorumlulukla oylarını kullanmak için o kadar masrafı göze alarak Türkiye’ye geliyorlar.
Batı ülkelerinde yaşayanlar yaşadıkları ülkelerdeki insanca düzenden Türkiye de nasibini alsın diye gelirken, daha geri kalmış ülkelerde yaşayanlar ise, ülkemiz o noktaya gerilemesin diye bu zahmeti göze alarak geliyorlar.
Yazımızı bir okuyumuzun gönderdiği hoş bir anekdotla bitirelim...
Bir zamanlar bir kral halkını imtihana tabi tutmak ister. Halkını bir meydana toplayarak düşüncesini açıklar:
"Şehrin ortasına bir havuz yaptıracağım. Ama ülkemizin gücünü ve kudretini yansıtması açısından içine süt doldurulmasını arzu ediyorum. hazinemizin zenginlesmesi icin sizlerin katkılarını bekliyorum. Gece birer kova süt getirip dökerseniz, üzerinize düşen görevi yerine getirmisş olursunuz" der.
Kralın bu fikri halkın hoşuna gitmez. Ancak, Kralın tavsiyesine uyup havuza gitmek zorunda hissederler kendilerini.
Halk gece sabaha kadar görevini yerine getirir. Kral sabah gelip havuza baktığında, havuzun sütle değil, suyla dolu olduğunu görür.
O gece halktan herkes aynı şeyi düşünür: "Bu kadar insan içinde yalnız ben, süt yerine bir kova su döksem, o kadar süt içinde ne fark eder ki? Kim anlar ki?"
Yani, kıllık ve inat olsun diye, düşündüğünün aksi istikamette de oy kullanmamalı insan. Çoğu insan böyle düşündüğünde, ummadıkları netice çıktığında sonuçlarının olumsuz etkisine de birlikte katlanmak zorunda kalırlar.
Oy vermek ciddi bir iştir. Sorumluluk gerektirir.
Her sonuç çıkarsa çıksın, dilerim ülkemiz için en uygun olan netice çıkar.
Ülke bizim ülkemiz... Çıkan sonucun olumlu / olumsuz etkilerini de birlikte yaşayacağız
1950’li yıllar...
Ülke yeni bir seçime yol alırken, bu arada Demokrat Parti il ve ilçe kongrelerini yapmaktadır. Tokat'ın Artova İlçesi’nde partinin ilçe başkanı seçilecektir.
İki aday vardır: İlhan Bıçakçı ve İbrahim Dirican...
İlhan Bıçakçı'nın kazanacağı kesin gibidir. İlçede sözü dinlenen saygın bir işadamı olan H. İbrahim Tuncer aday olması için kendisini hem teşvik etmiş, hem de desteğini açıkça ilan etmiştir.
Seçim günü gelir ve oy verme işlemi başlar. İşadamı İbrahim Tuncer oyunu kullanmak için kabine girer. Fakat içeride uzun kalır. Bekleyenler meraklanır.
İbrahim Tuncer o gün oyunu kullanmakta neden geciktiğini yıllarca kimseye anlatamaz. Ta ki aday olması için teşvik ettiği İlhan Bıçakçı vefat edene kadar…
Halil İbrahim Tuncer, aday olması için teşvik ettiği ve açıkça destek verdiği yakın arkadaşı İlhan Bıçakçı’ya oy vermek için kabine girdiğinde adını unutur. Bakar ki olacak gibi değil, "Bir oydan ne çıkar ki" düşüncesiyle rakip aday İbrahim Dirican'ın adını oy pusulasına yazarak sandığa atar. Akşam sandıklar açıldığında rakip aday İbrahim Dirican’ın bir oy farkla seçimi kazandığı görülür.
Beni oldukça etkileyen bu anekdotu, “Seçim Kazanma Sanatı” kitabımın arka kapak yazısı yapacak kadar önemsemiştim. (Alfa Yayınları, İstanbul 2002)
Pazar günü referandum var.
Yüksek Seçim Kurulu seçmen sayısını 48 milyon 265 bin 644 kişi olarak açıkladı. Yurt dışında yaşayan seçmenlerimizle birlikte yaklaşık 50 Milyon seçmenimiz var.
“50 Milyon kişi arasından sadece benim oyum ne işe yarar ki, ha kullanmışım, ha kullanmamışım, neyi değiştirir ki?” dememek lazım...
Unutulmamalı ki, 50 milyon seçmenin her biri aslında tek seçmen. Yani 1’er 1’er sayılırken rakam toplamda 50 Milyona ulaşıyor.
Tıpkı, havuz ve denizlerin, gerçekte bir araya gelmiş birer damla sudan oluşması gibi...
Bu nedenle, bir oydan ne çıkar ki dememeli... Sandığa muhakkak gitmeli.
Binlerce gurbetçimiz, sırf bu tür bir sorumlulukla oylarını kullanmak için o kadar masrafı göze alarak Türkiye’ye geliyorlar.
Batı ülkelerinde yaşayanlar yaşadıkları ülkelerdeki insanca düzenden Türkiye de nasibini alsın diye gelirken, daha geri kalmış ülkelerde yaşayanlar ise, ülkemiz o noktaya gerilemesin diye bu zahmeti göze alarak geliyorlar.
Yazımızı bir okuyumuzun gönderdiği hoş bir anekdotla bitirelim...
Bir zamanlar bir kral halkını imtihana tabi tutmak ister. Halkını bir meydana toplayarak düşüncesini açıklar:
"Şehrin ortasına bir havuz yaptıracağım. Ama ülkemizin gücünü ve kudretini yansıtması açısından içine süt doldurulmasını arzu ediyorum. hazinemizin zenginlesmesi icin sizlerin katkılarını bekliyorum. Gece birer kova süt getirip dökerseniz, üzerinize düşen görevi yerine getirmisş olursunuz" der.
Kralın bu fikri halkın hoşuna gitmez. Ancak, Kralın tavsiyesine uyup havuza gitmek zorunda hissederler kendilerini.
Halk gece sabaha kadar görevini yerine getirir. Kral sabah gelip havuza baktığında, havuzun sütle değil, suyla dolu olduğunu görür.
O gece halktan herkes aynı şeyi düşünür: "Bu kadar insan içinde yalnız ben, süt yerine bir kova su döksem, o kadar süt içinde ne fark eder ki? Kim anlar ki?"
Yani, kıllık ve inat olsun diye, düşündüğünün aksi istikamette de oy kullanmamalı insan. Çoğu insan böyle düşündüğünde, ummadıkları netice çıktığında sonuçlarının olumsuz etkisine de birlikte katlanmak zorunda kalırlar.
Oy vermek ciddi bir iştir. Sorumluluk gerektirir.
Her sonuç çıkarsa çıksın, dilerim ülkemiz için en uygun olan netice çıkar.
Ülke bizim ülkemiz... Çıkan sonucun olumlu / olumsuz etkilerini de birlikte yaşayacağız