Orijinalini görmek için tıklayınız : Batıl İnançlar
Ay ve Güneş Tutulması
Ay ve güneş tutulmasını hurafeye karıştıranlar çıkmıştır. Nitekim bazı yörelerimizde; Ay ve Güneşin şeytanlar tarafından tutulduğuna inanılmaktadır. Bu nedenle tutulma olayı başlayınca teneke ve davul çalınmakta, bazı yerlerde de silah atılmaktadır. Sebebi ise; şeytan gürültü ve silah sesinden korkarmış. Böylece Ay ve Güneş tutulmaktan kurtulurmuş.
Bir başka inanışa göre de "Ay ve Güneşi melekler götürüp bir danaya teslim ederlermiş, o dana da denize batırırmış. Denize batırılan ay ve güneşi de balıklar yutarmış."
Ayrıca ay ve güneş tutulması ile ilgili olarak şu inançlar da yaygın olarak söylenmektedir.
—Ay ve güneş tutulması kıyamet alametidir.
—Ay ve güneş tutulursa o yıl kıtlık olur.
—Ay ve güneş tutulursa savaş ve karışıklıklar çıkar.
—Ay ve güneş tutulması büyük ve ünlü kişilerin ölümüne işarettir.
Hz. Muhammed (S.A.S)'in oğlu İbrahim, 18 aylık iken ölmüştü. İbrahim'in öldüğü gün Güneş tutulmuştu. Bunu gören halktan bazı kimseler, "Güneş, İbrahim öldüğü için tutuldu" demişlerdi. İşte bu inanç, bu olaya dayanarak ileri sürülmüştür. Oysa ay ve güneş tutulmasının yukarıda iddia edilen olaylarla hiçbir ilgisi yoktur.
Muğire İbn Şu'be (R.A.)'den gelen bir rivayette şöyle denilmiştir.
«Resulullah (S.A.V) zamanında (Peygamberimizin oğlu) Hz. İbrahim vefat ettiği gün güneş tutuldu. Halk: «Güneş, İbrahim'in ölümünden dolayı tutuldu» dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (S.A.V): "Güneş ile ay hiçbir kimsenin ne ölümünden ne de hayatından dolayı tutulmuştur. Bunu görünce hemen namaza durup Allah'a duaya koyulun" buyurmuştur.»
Yine konuyla ilgili olarak bir başka hadislerinde de şöyle söylemiştir: "Şüphesiz ki güneş ile ay insanlardan kimsenin ölümü için tutulacak değildir. Lakin bunlar Allah'ın âyetlerinden (kudretinin delillerinden) iki ayettir. Binaenaleyh bu olayı gördüğünüzde (hemen) kalkıp namaz kılınız."
Bu hadislerden açıkça anlaşılmaktadır ki, ay ve güneş tutulmasının ölüm olayı ile hiçbir ilgisi yoktur. Hadisin sonundaki "Bu olayı görünce namaz kılınız" buyruğu ise, Cenab-ı Hakk'ın bilinir, bilinmez afet ve belâlara karşı bizlerin koruması, esirgemesi ve yardımını eksik etmemesi, dileğimizi kendisine arz etmek içindir. O, yardım etmezse hiçbir şey yapamayacağımız idrak içindir. Çünkü her şeye kadir olan ancak Yüce Yaratandır. Böyle durumlarda Sevgili Peygamberimiz Allah'a karşı dua ve niyazda bulunmuş. O'nun huzurunda secde ve rüku yaparak namaz kılmıştır. Bizlere de aynı şeyi yapmamızı tavsiye etmişlerdir.
Bilindiği gibi ay ve güneş kainat düzeni içerisinde Allah'ın irade buyurduğu ilâhi kanuna tabi olarak varlıklarını devam ettirmektedirler. Nitekim Kurân-ı Kerîm'de şöyle buyrulmaktadır.
"Güneş kendine mahsus yörüngesinde akıp gitmektedir, İşte bu, güçlü ve bilgin olan Allah 'ın kanunudur. Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilal) olur da geri döner. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Bunlardan her biri belli bir yörüngede yüzmeye (akıp gitmeye) devam ederler."
Ay ve Güneş tutulması ne şeytanın karartması, ne de dananın onu denize atması ile ilgilidir. Ay ve Güneş tutulması, Ay ve Dünyanın güneş etrafındaki hareketlerine bağlı bir oluş biçimidir. Günümüzün astronomi bilginleri için, ay ve güneşin hangi tarihte tutulacağım, tutulma olayının kaç dakika süreceğini ve yeryüzünün nerelerinden görünebileceğini önceden hesap etmek artık bir oyuncak haline gelmiştir. Buna rağmen bu astronomi olayını idrak edemeyenler hâlâ bulunmaktadır.
Ay ve güneş tutulduğu zaman bazı yörelerimizdeki silah atma, teneke çalma adeti, kanaatimizce hadislerde zikredilen, "Namaz kılınız, Allah'a dua ediniz" tavsiyesini, Müslümanlara haber vermek için olsa gerektir. Fakat bu uyarı zamanla, "Şeytanları kovalama" şeklinde yanlış bir inanışa dönüşmüştür. Giderek "kıtlık alameti", "savaş işareti", "ünlülerin ölümü" gibi batıl inanışlara kaymıştır
--------------------------------------------------------------------------------
Aynaların Kırılması Niçin Uğursuzluk Getirir?Ayna kırılmasının uğursuzluk getireceğine olan inanış, en eski batıl inançlardan biridir. Kökeni ilk aynanın yapılışından yüzyıllar öncesine, hatta ilk çağ insanına kadar gider. Göllerde veya su birikintilerinde, kendi aksini gören ilkel insan şaşırmış, bunun kendisinin ruhu olduğunu sanmış, suyu bulandırıp görüntüsünün kaybolmasına neden olanları da düşman bilmiştir.
İlk aynaların kullanılışı eski Mısır devirlerine rastlar. Bunlar pirinç, bronz, gümüş hatta altın gibi metallerden yapılmış ve çok iyi parlatılmış yüzeylerdi ve de tabii ki kırılmaları mümkün değildi. Bu devirde de bu parlak yüzeylerden yansıyan görüntünün o insanın ruhunun bir yansıması olduğuna inanılıyordu. Sonraları buna vampirlerin ruhları olmadığından bu parlak yüzeylerde görüntülerinin de yansımadığı inancı ilave edildi.
Cam kapların yapılmaya başlanılmasından sonra da, içindeki sudan yansıyan görüntünün ruhun bir yansıması olduğu inancı devam etti ama camlar kırılabiliyordu ve o zaman da içinde bulunan ruhun bir parçası vücudu terk ediyordu. Birinci yüzyılda Romalılar bu uğursuzluğun süresini 7 yıla çıkardılar. Romalılar, hayatın her yedi senede bir kendini yenilediğine inanıyorlardı. Camın kırılması sonucu ruh ve dolayısıyla insanın sağlığı tahrip olduğundan, vücudun kendini yenileyerek, sağlığına kavuşması için yedi yıl geçmesi gerekiyordu.
Bu batıl inanç, 15. yüzyılda İtalya'da, Venedik şehrinde, arkası gümüş kaplı, çok kolay kırılabilir ve pahalı ilk aynaların yapılması ile birlikte iyice gelişti. İnanç biraz da ekonomik boyut kazanmıştı. Aynayı taşıyanlar, evlerde aynaları temizleyen hizmetkarlar, aynaları kırmaları halinde, yedi yıl boyunca, ölümden daha beter felaketlerle karşılaşabilecekleri hususunda uyarılıyorlardı.
Bu inançla beraber geliştirilen bazı önlemler de oldu tabii. Örneğin: aynanın kınlan parçaları toplanır ve güneye doğru akan bir ırmakta yıkanırsa veya toprağa gömülürse kötü şans yok edilmiş olur. Ancak kırılan parçaları alıp evden çıkarken içlerine bakmamak gerekir. Yatak odalarındaki aynaların üzerleri kullanılmadığı zamanlarda örtülmelidir ki ruh içinde kalmasın. Ölen bir insanın evindeki aynaların da üzerleri örtülmelidir ki ruh gökyüzüne doğru olan yolculuğunda bir engelle karşılaşmasın.
17. yüzyılın ortalarında İngiltere ve Fransa'da ucuz maliyetli aynalar üretilmeye başlanıldı ama batıl inanç o kadar yerleşmişti ki, günümüzün modern dünyasında bile hala devam ediyor
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Batıl İnanç, Şirke Açılan Bir Kapıdır
Batıl inançlar (bidat), halkımız tarafından birçok yerde uygulanan yanlış bir adet ve gelenektir.Günlük hayatın çoğu yeri için ülkemizin çoğu yerinde gelenekselleştirilip dîn¥ bir hareketmiş gibi göstermek, çok yanlıştır.
Günümüzde pek çok batıl inanç, Müslümanların hayatına girmiştir. Bu sebeple dininin emirlerini yerine getirmek isteyen her kişi, bu hususa dikkat etmeli; dinde eksiltme ya da ilave mahiyetinde olan söz, tavır ve davranışların yasaklanmış şeyler olduğunu bilerek bunları hayatından ayıklayıp atmalıdır. Burada müracaat edilecek yegane kaynak ise, Kurân ve Sünnet'tir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; Türk adet ve göreneklerinde olan her şeyi yapmak zorunluluğu yoktur. Bazı adet ve görenekler, çok yararlı olup; İslam'a aykırı değildir. Düğünden önce nişan ve söz yapılması, bu güzel adet ve göreneklerimizin en güzel örneklerindendir.
Allah, insanın dilemesi için uygun yollarını Kurân'a çok açık bir biçimde bildirmiş, Peygamber Efendimiz de (S.A.V.) hayatında bunu görülür biçimde uygulamıştır.
Dilemek için en uygun yol duadır. "Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var?" (Furkan-77) ayetiyle bu açıkça belirtilmiştir. Dua; mübarek gün ve geceler ile mübarek yerlerde daha makbul olur. Kurân-ı Kerimde ve sünnette söylenildiği üzere Kabe'de, Kadir gecesinde, seher vaktinde ve Cuma gecesinde yapılan dualar diğer zamanlara göre daha makbul olur. Bunun yanında bazen düşünmenin bile dua olduğu söylenmiştir. Namaz kılmak, Kurân okumak, Allah'ın isim ve sıfatlarını anmak, onu tevekkül edip dua etmek dilemenin en faydalı yollarındandır. Halkımız ise bazen inançları gereği dua etmek için türbelere akın eder; dilek ağaçlarına dilekler asar.
Halkımız tarafından benimsenen ve geleneklerimize de karışan; ama İslam dinine ve tevhide inancına ters düşen bazı alışkanlıklar vardır. Dileklerini bir kağıt parçasına yazıp dilek ağaçlarına asmak, türbelere gidip mum yakıp ölüden medet ummak, İslam dışıdır. Sirktir. Türbeleri ziyaret etmek, sünnettir; ama ziyaretin amacı, ölüden medet ummak, türbede yapılan duanın daha makbul olacağına inanmak, Allah'ın birliğine ve kudretine ters bir harekettir.Türbe ziyareti; ölümü hatırlamak, ölen kişinin yeryüzündeyken çok büyük bir insan olduğu halde onun da olduğunu düşünerek tefekkür etmek ve ölen kişinin ruhuna dua okuyarak Allah'a sığınıldığı taktirde uygun olur.
Bu konudaki Hadis-i Şerifler:
"Kim bizim bu dinimizde ondan olmayan bir şey ortaya çıkarırsa, o şey kabul edilmez." (Aişe radiyallahu anha)
"Kim bizim dinimizde olmayan bir şey yaparsa o merduttur, makbul değildir." (Müslim)
"Allah, bidat sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, sarfını (maddi yardımını), şehadetini kabul etmez. O, kilin yağdan çıktığı gibi İslam'dan çıkar." (Huzeyfe b. el-Yaman)
"Allah, bidat sahibinin amelini, bidatinden vazgeçinceye kadar kabul etmez." (İbn Mace, Mukaddime, 7/50)
Ölüleri hayırla anmak ve onlara dua etmek, sünnette vardır. Ama ölüler için mevlit okutup, kırkıncı, elli ikinci geceleri tertip etmek, İslam'ın hangi hükmüne dayanır?
Allah için sadaka vermek, zekat ve fitre dağıtmak Allah'ın emri gereğidir. Ama ölen birisi için devir, yani olunun ibadet borcunu düşürmek için mal ve para taksimi yapmak, sabun, iğne, iplik dağıtmak kimin emridir?
Kurân ve Sünnet'te yer alan herhangi bir ilke ile çatışma halinde olan her türlü dini uygulama ve anlayış, çirkin bir batıl inançtır.
Batıl inançlara su örnekleri verebiliriz:
1.Bazı şeylerin şans ve uğur getirdiğine inanmak, veya aksine inanmak
2.Türbelere ve kabirlere mum dikmek, ağaçlara ve türbe pencerelerine bez bağlamak, tuz serpmek.
3.Kötü bir olaydan söz eden kişinin, o olay kendi başına gelmesin diye kulağını çekmesi, öpücük sesi çıkarması ve ahşaba, duvara vurması.
4.Bazı camilerin bahçelerinde bulunan şadırvanlara para atarak niyet tutmak.
5.Türbelerin bahçesinde veya eşiğinde, önem verilen birisinin gelişini kutlamak için ya da yeni alınan ev, araba vs. gibi şeyler için "kan akıtmak" adı altında kurban kesmek, kanını kendi alnına veya yeni alınan şeylere sürmek.
6.Haftanın bazı günlerinde yolculuğa çıkmanın, siyah kedi görmenin, baykuş ötmesinin, merdiven altından geçmenin uğursuzluk getireceğine inanmak.
7.At nalı, nazar boncuğu gibi şeylerin, kötülük ve uğursuzluk savdığına inanmak, bu inançla bu gibi şeyleri evine, arabasına, işyerine asmak.
8.Yolculuğa çıkan kimsenin arkasından su serpmek.
9.Ruh çağırmak, büyü yapmak ve yaptırmak, fal bakmak, yıldızların durum ve hareketlerinden hüküm çıkarmak, burçlara inanmak, kursun döktürmek. (Nazar ve büyünün varlığını inkar etmek doğru değildir. Bizim burada vurgulamak istediğimiz husus, varlığını Kurân ve Sünnet'ten öğrendiğimiz bu iki
hususun tedavisinde başvurulan yolların asılsızlığıdır. Nazar ve büyünün tedavisi için başvurulması gereken yöntemler daha önce belirtilmiştir.)
10.Ölülere bağışlanmak üzere önceden Yasin okuyup şişelere doldurduğunu söyleyen bazı istismarcılara aldanarak bu şekilde "hazır Yasin" satın almak ve bunu ölülere bağışlamak.
11.Gece tırnak kesmenin kısmet eksilmesine veya ömür kısalmasına sebep olacağına inanmak.
12.Gece ev süpürmenin fakirliğe sebep olacağına inanmak.
13.Ay ve Güneş tutulması esnasında (Ay'ı ve Güneş'i tuttuğuna inanılan şeytanları kovmak için!) teneke veya davul çalmak, silah atmak.
14.Kırkını doldurmamış çocuğun tırnaklarını kesmenin, o çocuğun arsız ya da hırsız olmasına yol açacağına inanmak.
15.Boyu ölçülen çocuğun kısa kalacağına inanmak.
16.İki bayram arasında düğün yapılmasının uğursuzluğuna inanmak
17.13 sayısı uğursuzdur, karakeçi görenin günü kötü geçer, merdiven altından geçmek uğursuzluktur gibi inanca sahip olmak
18.Çocuğun ensesinden öpüldüğü zaman tembel olacağına inanmak
19.Gece köpek uluyan veya damında karga yahut baykuş öten ya da kapısında çıkarılan ayakkabılardan birisinin ters donduğu evden cenaze çıkacağına inanmak.
20.Dilek ağacına dilek asmak, şans çubukları dikmek, renkli mumları yakarak onların uğur getirdiğine inanmak
Görüldüğü üzere halkımızda yaygın olarak inanılan batıl inançların ninelerimiz, annelerimiz ve babalarımız dediler ve uyguladılar diye inanmak, İslam'a ve Allah'ın birliğine ters bir davranıştır. Tevhid inancı (İslam dini), insanların istekleri için açıkça yollar belirtmiş, mübarek gün ve geceler varken farklı bir şekilde (türbelerden medet ummak, dilek ağaçlarına dilek asmak) İslam inancına zarar veren toplumsal ve geleneksel tüm inançları reddetmiştir. Bu şekilde düşünen ve davranan yakınlarımızı (annelerimiz, ninelerimiz veya arkadaşlarımız bile olsa) uyaralım, gerçekleri İslam ışığı altında tevhide inancına uygun şekilde açıklayalım. İslam dışı olan, gelenekselleşmiş olan batıl inançların tümünü reddedelim.
Batıl İnanç ve Hurafeler Nasıl Ayırt Edilir
Elim kaşınıyor para gelecek. Burnum kaşınıyor, kavga edeceğiz. Gözüm dalıyor, biri gelecek. Gece tırnak kesmek şeytanı çağırır. Tahtaya üç kez vurmak nazarı engellemektir. Üç kez kulak memesini çekmek, başa gelmesin, nazardan saklasın demektir.
Bir çırpıda akla gelen birkaç batıl inanç. Bunlar masum ve zararsız gibi görülenleri, temelde imana zarar vermeyenleri. Bir de öyle batıl inançlar ve itikatlar var ki, bütünüyle imana aykırı, dine ters.
'Öbür dünyaya kim gitmiş gelmiş? Her şeyi doğa yaratıyor. Seni, elimden Allah bile kurtaramaz. Azrail bu adamın canını yanlışlıkla aldı.' gibi sözler de ve imana zarar veren sözlerdir.
Fakat son yüzyıl içinde ilim, fen ve modernlik adına Batı'dan öyle sapkın ve batıl inançlar İslam toplumunun içine girdi ki, bunların bir kısmı ders kitaplarında yer aldı, bir kısmı sinema ve dizi filmlerde sıkça kullanıldı, bir bölümü de medya tarafından bazen kasten, bazen düşünülmeden kullanıldı.
Her şeyi doğaya, sebeplere ve tesadüfe bağlamadan tutun da, taş, tunç, bakır ve demir devri gibi saçmalıklara, insanlığın ilk hayatının vahşet ortamında başladığı, özellikle insanın maymundan geldiği inancına varıncaya kadar hurafe ve batıl düşünceler özellikle genç neslin imanına musallat olmuş durumda.
Batıl ve hurafelere bağlananlar, bir tek Yaratıcıyı kabul edip huzur bulmak gibi kolay ve rahat bir yol varken, her sevdiği ve her korktuğu şeyi tanrılaştıran bir inanç açmazına tıkanıp kaldılar.
Şairin dediği gibi, 'Beşerin böyle dalaletleri (sapkınlıkları) var/Putunu kendi yapar, kendi tapar.' durumuna düştü.
'Hak geldi, bâtıl yok olup gitti'
Tarih boyunca batıl itikatlar ve hurafe inançlar şekil ve renk değiştirerek, temelde aynı olmakla birlikte toplumlara göre farklı görüntülerde ve uygulamalarda yaşama alanı bulabiliyor. Bugün sadece İslam toplumunda değil, 'modern' batıda öyle saçma sapan inançlar, öyle ilme, fenne ve akla aykırı hurafeler var ki, bunlara bir din gibi inanılıyor ve uygulanıyor. Bu çeşit âdet ve alışkanlıklar medya aracılığıyla ülkemize de sızıyor ve insanlarımız 'modernlik/moda' adına doğrusunu araştırıp sormadan hayatına geçiriyor.
İslam dini ise, ilk geldiği günden itibaren bu zamana kadar ve hatta kıyamete kadar hep bu batıl ve hurafe inançlarla mücadele etti, ediyor ve edecek. Batıla ve içinde küfür kokan bütün inançlara esaslı ve en kalıcı darbeyi Resul-i Ekrem Efendimiz vurdu.
Mekke'nin Fethi günü Allah Resulü Kâbe'nin içine girdiğinde, içerisi putlarla doluydu. Sıra sıra diziliydiler. Elindeki asâ ile putlara birer birer dokundu. 'Hak geldi, bâtıl yok olup gitti.' buyurdu. Dokunduğu her put yere düştü ve yıkıldı. Kâbe'nin içi putlardan bütünüyle temizlendi. Daha sonra Bilal-i Habeşi Kâbe'nin damına çıktı, ezan okuyarak Tevhid'i (Allah'ın birliğini) ilan etti. Putların devrilip gitmesiyle birlikte diğer ne kadar batıl ve hurafeler varsa, hepsi birden yer ile yeksân oldu.
Böylece cahiliye toplumunun inanç temelleri yerle bir oldu. Bâtıl, hurafe ve bidat kokan her şey temelden sökülüp atıldı. İnsan eliyle kutsallaştırılan hiçbir şeyin değerinin olmadığı anlaşıldı.
Çünkü İslam öncesi Arap toplumunda batılın her türlüsü, hurafenin her çeşidi, bağnazlığın ve taassubun her biçimi, ahlâk düşüklüğünün her şekli fazlasıyla mevcuttu, üstelik yaygın bir uygulama alanı da bulmuştu. Yüzyıllar boyunca atalarından, ecdatlarından nasıl görmüşlerse dozunu daha da arttırarak yaşatıyorlardı.
Öyle ki, insan haysiyet ve şerefinin ayaklar altında çiğnendiği, kadınların ve kız çocuklarının insandan sayılmadığı, faizciliğin ve tefeciliğin ekonomik hayatı batağa sürüklediği, içkinin sular gibi tüketildiği, zinanın en pespaye haliyle toplumu dejenere ettiği, cinayetin ve zulmün acımasızca işlendiği, bunların yanında ne kadar hurafe ve bâtıl âdetler varsa kutsallaştırıldığı bir toplumsal çöküş hâkimdi.
Böyle çürümüş, pörsümüş, kokuşmuş ve o nispette de paçavraya dönüşmüş bu yapıyı, İki Cihan Serveri Efendimiz (s.a.v.) kökünden yıkıp attı, mazi mezarına gömdü; yerlerine de yepyeni, berrak ve parlak bir medeniyet sarayı inşa etti.
Çözüm Kur'ân ve Sünnet çizgisi
Bediüzzaman'ın işaret ettiği gibi, Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam, büyük Arap yarımadasında vahşî, âdetlerinde bağnaz ve inatçı çeşitli kavimlerin her tür kötü ahlâklarını kökünden söküp attı. Onları güzel ahlâkın her türlüsüyle bezeyip süsledi, dünyaya ve medeni topluma rehber eyledi. Bunları yaparken de bir zorlama ve baskı kullanmadı. Öncelikle akılları, ruhları, kalpleri ve nefisleri fethetti, kendine bağladı. Sonunda da, kalplerin sevgilisi, akılların üstadı, nefislerin eğiticisi ve ruhların sultanı oldu.
Fakat, gerçek sütü annesinin memesinden emmeyen çocuk, plastik emzikle oyalandığı gibi, Kurân'dan, vahiyden, İlahi kaynaktan ve sünnetten beslenmeyen insan da, ne yazık ki, önüne kurulan batıl inançların, hurafe ve bidatlerin tuzaklarından kurtulamaz, kendini çekip çıkaramaz.
Bunun için bidatin farkına varmak, nelerin batıl inanç olduğunu anlamak, hurafe ve uydurma şeylerin neler olduğunu bilmek için, her şeyden önce Kurân çizgisinde, sünnet ölçüsünde ve itikat dairesinde mevcut olan bilgilere ulaşmak gerekiyor.
Ulaşmak gerekiyor, çünkü hakiki ve sağlam bir iman kalbe yerleşir, sünnet-i seniyye bir pusula gibi yol göstericiliği yaparsa, batıl inancın ve hurafelerin neler olduğunu ayıklamak kolay olacak, insan uydurması âdet ve alışkanlıklar yol bulup hayatımıza sızmayacaktır.
Yoksa bugün batıl inançları, hurafe ve bidatları teker teker sayıp dökmeye, belirleyip ortaya çıkarmaya gerek de yoktur, ihtiyaç da değildir. Çünkü nasıl güneş çıkar da, karanlıkta ne olduğu belli olmayan şeylerin mahiyeti anlaşılırsa, toplumda var olan âdet, alışkanlık ve inançlar da hak mı/batıl mı olduğu İslam güneşi, Kurân ve sünnet ölçüsüyle anlaşılır ve ayırt edilir.
Rahman Suresinde Yüce Allah, adaletten ve dinin emirlerinden ayrılarak ölçüde sınırı aşmayalım diye, ölçüyü ve tartıyı adaletle yerine getirmemizi istiyor.
Bunun için Kurân'ın ve sünnetin ölçüleri şaşmaz, eskimez, zaman aşımına uğramaz, gündemden düşmez, insandan insana, toplumdan topluma değişmez. Zira dünyanın neresinde olursa olsun, insanlar oksijene ve temiz havaya muhtaç, susuz ve gıdasız yaşayamazsa; imanın yeri yurdu ve merkezi olan kalp ve bedeni ayakta tutan ruh da iman nurundan nasipsiz olarak ayakta ve hayatta kalamaz
Batıl İnanç Yüzünden Uzay Seferi Kaldırıldı
(HaberAlemi) Roskosmos direktörü Anatilo Perminov, “Rusya'da pek çok kişinin batıl itikadı vardır, siyah kedi veya 13 numarayı uğursuz kabul ederler. Bu nedenle uzay gemisin bir sonraki sefer numarasının değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Soyuz TMA-13 değil, Soyuz TMA-14 olmalı” diye konuştu.
Rusya'nın Kazakistan'daki Baykonur uzay üssünden yıllardır düzenlediği uçuşlar, kozmonotlara şans getirmesi için batıl inançlar beraberinde yapılıyor.
Uçuştan önce Sovyet dönemine ait “Çölün beyaz güneşi” adlı film gösteriliyor. Kozmonotları füzeye götüren otobüse at nalı bağlanıyor ve kozmonotlara aracın üzerine idrarlarını yapmaları tavsiye ediliyor.
Amerikalıların 1970′de Ay'a gönderdiği Apollo 13 seferinin mürettebatı, oksijen tankının patlamasının ardından ciddi sorunlar yaşamış, görevi yarıda keserek Dünya'ya dönmek zorunda kalmışlardı.
Batıl İnanışlardan Kaçınmak
Dinin aslında bulunmayan, birtakım yollarla sincice dine ilave edilen ve dini inançmış gibi telakki olunan söz ve fiillerin tümü hurafe ve batıl inanç kapsamı içine girmektedir.
Zihinlerde oluşan her yanlış ve inanış, insanları çarpık mantık ve ilişkiler ağı içine sokar. Bu ilişkiler sadece ferdin zihnini bulandırmakla kalmaz, topluma zarar veren bir yapıya dönüşür.
Batıl inanç ve hurafelerin ortak karakteri, aşırı tutuculuktur. Bu hastalığa müptela olmuş toplumlar, her türlü değişim ve gelişme karşısında tavır alırlar. En tutucu insanlar ve toplumlar, batıl inanışlara ve hurafelere en çok bağlı olanlardır.
Dinler tarihi incelendiği zaman görülecektir ki; her devirde bidat, hurafe ve batıl inanışlar, toplumların ortak problemi olmuş, daima gündemdeki yerini ve önemini korumuştur. Bu, dün olduğu gibi bugün de böyledir. İslam diniyle bağdaşmayan, akla ve mantığa uymayan, farkına varmadan insanları yüce dinin özünden uzaklaştıran bidat ve hurafeleri bazı farklılıklarla hemen her kesimde ve coğrafyada görmek mümkündür.
Dinimizin temel inanç, ibadet ve ahlak esaslarıyla bağdaştırılması asla mümkün olmayan, halkımızı yanlışlıklara sevk eden öyle hurafeler ve saçmalıklar var ki, birçok insan bunu din adına samimi bir şekilde savunmakta ve hatta bu davranışını hakiki dindarlık, bunlara karşı çıkmayı ise dinden uzaklaşma, itikatsızlık ve inançsızlık olarak kabul etmektedir. Halbuki dinin kabul etmediği anlayış, inanış ve uygulamalarla dindarlık olmaz. Tam tersine hurafe ve batıl inanışlar, farkına varmadan kişileri inandıkları, söyledikleri dinin gerçeklerinden ve özünden uzaklaştırır.
Gerçek dindarlık ancak dinimizin ana kaynaklarında bulunan inanç, ibadet ve ahlak esaslarını kabul etmek ve hayatımızı bu prensipler çerçevesinde düzenlemekle mümkündür. Sağlıklı ve gerçek bir dini hayat, hurafe ve batıl inanışlardan uzak olan bir hayattır. Kur'an, tevhit inancının dışındaki bütün inanç sistemlerinin batıl olduğunu belirtmekte, bu sebeple insanlara hakla batılı ayırt etmeleri uyarısında bulunmaktadır.
Batıl inanış ve hurafeler, Peygamberimizin vefatını müteakip geçen zaman içinde gerek eski Arap inanç ve geleneklerinin yeniden şu veya bu vesilelerle su yüzüne çıkması, gerekse fethedilen ülkelerin kültür ortamlarıyla temasa geçilmesi, İsrailiyat denilen ehli kitap kaynaklı rivayetlerin bünyeye sızmaları sonucu ortaya çıkmıştır.
Aslında İslam, ilk günden itibaren batıl inanış ve hurafeleri ortadan kaldırmak için gelmiştir. O günkü Arap toplumu içindeki tepkileri de o nedenle üzerine çekmiştir. Kur'an-ı Kerim'de bu hususta birçok ayetler mevcuttur. Ashab ve din alimleri batıl inançlarla asırlar boyu yılmadan mücadele etmiş ve İslam'ın saf ve berrak akidesini günümüze kadar taşımışlardır. Bu mücadele günümüzde de devam etmektedir. Ama insanları saplantılarından vazgeçirmek pek de kolay değildir. Batıl inançların kökü bir türlü kurutulamamıştır.
Toplumların ortak kültürel ve sosyal derdi olan bu sakat inanışların gelişmesine, kök salmasına zemin hazırlayan birçok sebep vardır. Cehalet, gelenek-görenek, menfi propaganda, çıkar hesapları, kişisel zaaflar, insanların saf ve temiz inançlarını istismar gibi sebepler, hurafe ve batıl inanışların ortaya çıkmasına ve yayılmasına neden olan faktörlerden bazılarıdır.
Batıl inanış ve hurafeleri yayanların zararları sadece kendi şahısları veya muhatapları ile de sınırlı değildir. Bunlar, din dışı uygulamalarını din kılıfı altında sergiledikleri için insanların saf inançlarını bozmakta ve böylece hem yüce dinimize, hem de halkımıza pek büyük zararlar vermektedirler. Öyle ise İslam'ın ulviyetini ve kutsiyetini gölgeleyen, onun dinamizmini ve hamleci ruhunu olumsuz yönde etkileyen bu asılsız inanç ve uygulamalara karşı mücadele etmek, yüce dinimizi bu saçma inançlardan arındırmaya çalışmak her olgun müminin vazifesi olmalıdır. Bunun için yılmadan, usanmadan mücadele etmek gerekir. Bidat ve batıl inançlardan korunabilmenin en güvenilir yolu Kur'an ve sünnete sığınmaktır. İlk emri "Oku" ile başlayan yüce kitabımız Kur'an'ı bir kere bile okuyup anlamayan insanların bu batıl kıskacın pençesinden kurtulmaları pek kolay değildir.
Kur'an'ın ifadesiyle batıl inanış köpük gibidir; Hak karşısında yok olmaya mahkûmdur.
SORALIM ÖĞRENELİM
Erkeklerin altın yüzük takmaları haram mıdır?
Veli TOK/ZONGULDAK
Kur'an'da, erkeklerin altın yüzük kullanmalarını yasaklayan bir ayet yoktur. Ancak Hz. Peygamber, erkeklerin altın yüzük takmalarını israf, debdebe ve gösterişi çağrıştırdığı için yasaklamıştır. Sadece altın nişan yüzüğü bir akdin belirtisi olduğundan buna izin verilmiştir.
Birisi "ahdım olsun" dediği halde ahdını yerine getirmedi. Bunun hükmü nedir?
Osman TİRİTOĞLU/BALIKESİR
Meşru bir işte söz verip de yerine getirmemek ahlaki bir davranış değildir. Hz. Peygamber, sözünde durmayanları nifak alameti olarak saymıştır. Kur'an-ı Kerim de "Gerek Allah'a ve gerekse insanlara verdiğiniz sözü yerine getiriniz, ahde vefa gösteriniz" buyurmuş ve ahdinde duranları müjdelemiştir. Ahde vefanın dinimizde çok önemli bir yeri vardır.
Bir vaiz, bayramda elinize kolonya sürmeyin, dedi. Bunun dini açıdan ne mahzuru var?
Fevzi TAN/ERZURUM
Kolonya her ne kadar alkol ihtiva etse de temizlik maksadıyla kullanıldığından ele sürülmesinde hiçbir sakınca yoktur. Aslında alkol ihtiva eden maddelerin içilmesi yasaktır.
Kur'an ayetleri olaylar üzerine mi inmiştir?
Adem KAYA/BİLECİK
Kur'an'ın bütün ayetleri olaylara dayalı olarak inmemiştir. Ancak bazı ayetlerin belli olaylar üzerine indirildiği bilinmektedir. Mesela Hz. Peygamberimize birçok konuda sorular sorulmuş, olaylara bir çözüm getirmesi istenmiş, bunun üzerine vahiy gönderilmiştir. "Yetimler sorarlar, de ki...", "Senden fetva isterler, de ki..." gibi. Bazen de bir olay meydana gelmiş, soru da sorulmamış, ancak onun üzerine ayet inmiştir. İçkiyle ilgili ayetler gibi
Binbir Batıl İnanç
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Güler, birlikte yaşayan insanlar arasında kimi zaman korkudan, kimi zaman çaresizlikten, kimi zaman da rastlantılardan doğan bir takım inanışlar olduğunu belirtti.
Prof. Dr. Güler, bu tür inanışların, ilk insanın var oluşundan günümüze kadar sürüp geldiğini ifade ederek, 'Bu tür inanışların çoğunun bilimsellikle, akılla, çağdaşlıkla bir ilgisi yoktur. İnanışlar kişiden kişiye değişmekle birlikte ortak yanları vardır. Bu tür inanışların insan üzerinde negatif etkisi de bulunmaktadır' dedi.
Batıl inançlar
-Ziyaret yerlerindeki ağaçları kesenler çarpılır.
- Türbeden dışarıya bir şey, bir nesne götüren kişiler çarpılır.
-Mezarlığı parmağı ile işaret etmek iyi değildir. Parmakları ile işaret eden kişilerin parmakları kurur.
-Kurban kesilirken hayvan dilini dışarı çıkarırsa kurban sahibi o yıl içerisinde ölür.
-Bir çocuk sürekli ağlarsa o evde mutlaka ölüm meydana gelir.
-Ayakkabı çıkarıldığında ters dönerse, ayakkabı sahibinin tez vakitte öleceği düşünülür.
-Yatarken çorapları baş tarafa koymak iyi değildir, insan çabuk ölür.
-Ölünün elbiseleri ölü yıkayıcılarına verilir.
-Mezarlıktan ağaç kesilmez. Ağaçta cin olduğuna inanılır.
-Gece ölen kişinin üzerine sabaha kadar bıçak konulur.
-Yoğurdun güzel olması için mezardan çırpı toplanarak, kaynayan sütün altına atılır.
-Ölünün yıkandığı evde üç gün ışık yanar.
-Baş sağlığına gelen kişilerin ayakkabıları ters çevrilmez.
-Mezar kazıcısına para verilmezse ölünün rahatsız olacağına inanılır.
Hayvanlarla ilgili batıl inançlar
-Yılan öldürülüp, suya atılırsa ve yılan suda kaybolursa yağmur yağar ve durmaz, seller olur.
-Kurt uluyunca ya ayaz olur ya kar yağar.
-Bir evin başında baykuş öterse, o evde biri ölür ya da bir yıkım olur.
-İnek doğurunca eve ağır bir şey alınırsa ya da ağır bir şey kaldırılırsa ineğin sütü kesilir.
-İneğin sütünü yere sağmak iyi değildir, hayvan hastalanır.
-İlk yaylaya çıkışta sığırların ortasından bir yabancı geçerse sığırlar hamile kalmaz, doğum yapmazlar.
-Bir kişinin önüne tavşan çıkması uğursuzluktur, mümkünse gidilen yoldan geri dönülür.
-Çakal uluyunca yere tükürmek gerekir, yoksa insanın başına bir yıkım gelir.
-Çakal ulumaya başlayınca hava açacak, günlük güneşlik olacak demektir.
Ocak ve ateşle ilgili batıl inançlar
-Ateşe tükürmek, ateşe sövmek, ateşe tırnak atmak, su dökmek uğursuzluk getirir.
-Sabah evinden başkasına ateş verenin ocağı söner.
-Ocağın üstünü boş bırakmak uğursuzluk getirir.
-Sacayağının birdenbire devrilmesi evin başına bir yıkım geleceğini gösterir.
-Tencerede su boşu boşuna kaynarsa düşmanlar çoğalır.
-Lamba yakılmayan evin ocağı her vakit kararır. Aynı zamanda ev sahibinin öldükten sonra mezarı da karanlık olur.
-Hastalanan hayvanları ateşten geçirmek iyidir.
-Ateşi söndürmek için su dökülmez, ateş toprakla örtülür.
-Ateş çok önceden sönmüş olsa dahi külün yanında yatılmaz. Külde cin ve şeytanın oynak yaptığına inanılır.
-Ateşin çıkardığı ses ateşi yakan kişi hakkında dedikodu yapıldığına işarettir.
Tarım ve bitkilerle ilgili batıl inançlar
-Kara ağaçtan düşen yaşamaz.
-Kara ağaçtan beşik, sandık yapılmaz.
-İncir ağacının altında uyuyanları şeytan alır götürür.
-Ceviz ağacının altında yaşayanları şeytan alır götürür.
-Tarlada zina yapılırsa bereket olmaz.
-Üzümün tanesini, karpuzun sap kısmındaki kabuğunun içini yiyenler yetim kalır.
-Çocuğun bezleri yabani ağaca asılırsa çocuk yabani olur.
-Nar tanelerini yere dökmek günahtır, nar cennet meyvesidir.
İnsan vücuduyla ilgili batıl inanışlar
-Diş düşürülünce o diş kimsenin göremeyeceği bir yere saklanmalı ya da gömülmelidir.
-Elleri diz üzerinde kavuşturmak, parmakları birbirine geçirip el bağlamak iyi değildir, insanın kısmeti kapanır.
-Parmakların çatırdaması iyidir, insanın sağlıklı olduğunu gösterir.
-El yıkanırken önce sağ elden başlamalı, önce sol elden başlamak uğursuzluk getirir.
-Tokalaşırken ya da birisine bir şey verirken sağ el kullanılmalıdır, sol el uğursuzluktur.
Baş taranırken dökülen saçları dökmek doğru değildir, bunlar toplanır, ölünce o kişinin kabrine konur. Çünkü bu saçlar kıyamet gününde tekrar bitecektir.
-Hamile kadın aş eridiği sırada neye bakarsa doğacak çocuk ona benzeyecektir.
Karanlık ve ışıkla ilgili inanışlar
-Akşam soğan yenen yere melekler gelmez.
-Gece aynaya bakanın ömrü kısa olur.
-Gece acı (biber, soğan, sarımsak) evden dışarıya verilmez.
-Yoğurt, süt, peynir gece dışarıya verilmez. Vermek gerektiğinde üzerine kömür, üzerlik veya yeşil bir dal konularak verilir.
-Gece ıslık çalmak günahtır.
-Gece evden eve tuz verilmez.
-Akşam kapının önü süpürülmez.
-Ekmek aktaracağı evden eve verilmez.
-Çocuklar gece beş taş oynarsa düşman gelecek denir.
Bereketle ilgili halk inançları
-Değirmenden ilk gelen unla yapılan ilk ekmeği yiyen kişinin karısı ölür.
-Ekmek kırıntılarını yere atmak, ayakla çiğnemek evin bereketini götürür.
-Gurbete giden kişinin azığından bir parça ekmek çalınır.
-Bir kişinin üzerinde dikiş dikilirse o kişinin kısmeti bağlanır.
Evle ilgili batıl inançlar
-Evin temeline kara taş koymak iyi değildir.
-Kapının önünde oturan kişi iftiraya uğrar.
-Duvar dibinde uyumak iyi değildir, insan çarpılır.
-Evin içerisi temiz olmazsa oraya melekler değil şeytanlar gelir. Böylece o evde mutluluk değil geçimsizlik olur.
-Evden bir kişi gurbete gittiği zaman o gün ev süpürülmez, dışarıdan misafir alınmaz.
-Eşya taşımak için kullanılan ala iple komşunun evine girilmez. Komşunun başına bir uğursuzluk geleceğine inanılır.
-Kapı eşiğinde oturulmaz, insan fakir olur.
-Kapı eşiğinde oturulmaz, insan bekar kalır.
-Urganla komşunun evine girilmez. Aksi halde komşunun evinde kıtlık olur.
-Kapı eşiğinde oturulmaz, kapı eşiğinde şeytan bulunur.
-Yağmur yağarken kapı eşiğinde oturmak günahtır.
Cinsiyetle ilgili batıl inanışlar
-Odanın ışığını evin erkeği yakarsa o ev daima nur içinde ve bereketli olur.
-Kadının yolda erkeğin önünü kesmesi uğursuzluktur.
-Bir kadın iki erkeğin arasından geçerse çocuğu olmaz.
-Bir adam iki kadının arasından geçerse sözü geçmez.
-Bir erkek iki kız arasından geçerse köse olur.
-Yarım çay içen kadın dul kalır.
-Ava gidecek kişinin önünden kadın geçerse avlanamaz. Bundan dolayı o kişi ava gitmekten vazgeçer.
-Kız çocuğunun ilk kez kesilecek saçını dayısı keserse saçı gür olur.
-Oğlan çocuğunun saçını ilk kez amcası veya dayısı keser.
-Kız baba evinden perşembe veya pazar günü çıkar.
-Koç katımında koçun üzerine kız çocuğu bindirilirse doğacak kuzu dişi, oğlan çocuk bindirilirse erkek olur
--------------------------------------------------------------------------------
Bir Garip Batıl İnanç
Konya'da bazı kişiler, ziyarete geldikleri mezarlıklara, dileklerinin yerine gelmesi için asma kilit bırakıyor.
Konya'daki Hz. Mevlana gibi birçok büyük düşünür ve İslam aliminin kabirlerinin bulunduğu mezarlıkları her gün yüzlerce vatandaş ziyaret ederek, dualar okuyor. Kent merkezinde bulunan Üçler Mezarlığı yetkilileri, ölen akrabaları ya da büyük alimlerin mezarlarını ziyarete gelen birçok vatandaşın, ziyaret sonrasında mezarların üstlerine dileklerinin kabul olması için çeşitli eşyalar bıraktığını belirtti.
Bunlar arasında asma kilitlerin ön plana çıktığını ifade eden yetkililer, çeşitli boylardaki asma kilitlerin çocuk sahibi olmak isteyen, hayalindeki üniversiteye girmeyi hedefleyen ya da benzeri dilekleri olan kişiler tarafından bırakıldığını kaydetti.
Mezarların bakım ve temizliği sırasında mezarların üzerlerinden her gün onlarca asma kilit topladıklarını belirten yetkililer, bazı vatandaşların bu kilitlerin iç kısmına fotoğraflarını ya da dileklerinin yazılı olduğu kağıt bile bıraktığını söyledi.
Bazı vatandaşların da dileklerinin gerçekleşeceği düşüncesiyle mezarlardan taş ve kum alarak evlerine götürdüğünü bildiren yetkililer, kendilerinin böyle olaylara müdahale ettiklerini, ancak her şeye rağmen bu tür olaylarla karşılaştıklarını belirtti.
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Abdülkerim Bahadır ise Allah'a dua etmenin insanların en temel ihtiyaçlarından biri olduğunu belirtti. Bu anlamda her yerde dua etmenin doğal olduğunu, ancak dua ederken dikkatli olunması gerektiğini ifade eden Yrd. Doç. Dr. Bahadır, şunları kaydetti:
"Özellikle bir ölü odaklanarak ya da ön plana çıkarılarak birşey istemek doğru değildir. Bunlar tamamen batıl inanıştır. Çocuk veya hedeflediği üniversiteyi kazanmayı isteme, yaygın olarak ülkenin her yerinde var. Ancak bunları mezarlıklarda aramak çok yanlış. Bunlardan uzaklaşmak gerekiyor. Ölüler için sadece dua edilir, onlardan birşey beklenmemeli
Boyunlarında Cevşen, Muska vb Şeyler Takanlara Uyarı
Ukkabe bin Âmir el- Cuheni'den (R.A.) şöyle rivayet etmiştir: Resulullah'a (S.A.V.) bir topluluk geldi dokuzu ile bey'atleşti ve birinden el çekti. Dediler ki; "Ya Resulallah, dokuzu ile bey'at ettin bunu neden terk ettin?" Resulullah (S.A.V.); "Şüphesiz ki onun üzerinde temime (muska) var." dedi ve buna mütakiben elini soktu ve onu koparttı ve onunla bey'atleşti, müteakiben şöyle buyurdu: "Kim temime (muska) takarsa, kuşkusuz ki şirk koşmuştur." Bu tür takılarla fayda celbetmek, Rasulullah'ın (S.A.V.) sünneti değildir.
Muskalar için sünnette meşrû yönde bir delil olmadığı gibi, muskacıların bu işi para için yaptığı herkesin mâlumudur. İlk zamanlar kurnazca reklam için parasız muska yazanların veya dinini bilmeyen akılsızların bile âkıbeti, şeytanın oyuncağı olmak ve cahil halkın müracaatlarını istismar edip toplumu ifsad etmek olmuştur.
Hazır satılan cevşen de bir ticaret metaı olmuştur. Bunun dışında tavsiye edilmesini gerektirecek sahih bir delile dayanmamaktadır.
Peygamber (S.A.V.) savaşa giderken, Cebrail'in gelip; "Zırhını çıkar bunu tak!" demesi, reklam için uydurulmuş apaçık iftiradır. Üstelik bu reklam, tevhide aykırı birçok yön içermektedir.
Sahabe de Kurânı okur; fakat, onu boyunlarında gezdirmekle fayda ummazlardı.
Bu takılar, gerçekten Allah'a tevekküle mânidir. Düşünün ki bunları takan bir kimse; bir sabah cevşen veya muskasını takmayı unutup evden çıkıp gitse, dışarıda onun yokluğunu hissettiğinde aniden korkuverir. İşte bu anlık his, onun kalbini muskaya bağladığını ve Allah ile olan bağını zayıflattığını gösterir. Dolayısıyla bu takılar, tevekküle manidir.
Cevşeni okumanın da özel bir sevabı yoktur, çünkü onun tertibinden efdal olan, Kurân'dır, sevap kazanmak isteyen Kur'an okumakla ve kendisine faydası olacak ilmi öğrenmekle kazansın ve sahih kaynaklarda bulunmayan uydurma işlerle uğraşmasın.
Ümmetin kurtuluşu, dünyada ve ahirette saadeti, dinini saf membaından almasına bağlıdır. Şifa için içilmesi gereken suları şişelere doldurup boynumuza astığımızda veya evimizin bir köşesine koyduğumuzda nasıl ki şifa olmazsa; okunup amel edilmesi gereken Kurân-ı Kerim veya ondan bazı ayetleri boynunda gezdirmek de kula fayda vermez. Bu tür uygulamalar, zaten tevhid peygamberlerinden hiçbirinin öğretmediği şeylerdir.
Hurafe, boncuk ve takılarla saadet arayanları ise Yüce Allah taktıkları şeylere havale eder ve asla felah bulmazlar.
Sen, ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak o yeter.[1]
Benzer Yazılar
1.Cevşen, Bir Şia Bidati Midir?
2.İslamiyette Muskanın Hükmü Nedir?
3.Kalabalıklar Dininin Sevap Kaynaklarına Reddiye
4.Muskacıların Dayanağı
5.Muskacıların Sonu
Cindâr (Cinci), Üfürükçü, Astrolog ve Medyumlar Üzerine
İnsanoğlunun gelecek hakkında bilgi sahibi olma isteği, arzusu, bu yoldaki çabaları ve gelecekten haber verdiğini sandığı kişilere başvuru tarihi, insanlık tarihi ile beraberdir. insanı en çok rahatsız eden durumlardan birisi de gelecek endişesidir. Bu endişe, gelecekte ne olacağını bilme arzusu o kadar yoğun ve rahatsız edici boyutlara ulaşabilmektedir ki; insanoğlu, bu endişeden kurtulmak için her türlü çabayı ve yöntemi kullanmaktadır. Elbette her talep karşısında bir de arz bulacaktır. Ve insanların bu taleplerini karşılamak için bir takım insanlar ortaya çıkacaktır.[1]
Öğretim düzeyi nispeten yüksek bir grup oluşturmalarına rağmen, çoğu vakanın tıp dışı yöntemlere (cinci, falcı, medyum, üfürükçü gibi) tevessül etmiş olmaları da ilgi çekici sosyokültürel bir bulgudur.[2]
Manevi inançlar, Obsesif - Kompulsif Bozukluk (OKB)'ta hastalık ile başa çıkmada yardımcı olabilmekle birlikte, bazen hastalığa karşı yanlış tutumlar alınmasına yol açabilir (Insel 1990). Ülkemizde OKB olan hastaların %33'ü SYAD öncesinde doktor dışı (hoca, cinci ya da üfürükçü gibi) başvurusu olduğunu ifade etmiştir (Kıran 2004). Çoğu toplumda sosyokültürel ortamın etkisiyle hastalar bu tip davranışlara yönelmektedirler (Okasha 2004). OKB'li hastaların diğer psikopatolojilere oranla bu tür davranış eğilimlerinin daha fazla olduğu değerlendirilmiştir. Tüm ruhsal hastalıklar göz önüne alındığında ise Ankara'da hastaların % -1'i, Erzurum'da %14'ü ilk başvurularını bu yolla gerçekleştirmiştir.[3][4]
Ruhsal sıkıntısı olanlar bu cincilere gitti mi, kişi hakkında bedenindeki cinler aracılığı ile yaşantıları hakkında bilgi verirler, hayrete düşürüp, kendilerine inandırırlar. Geçmişi veya o andaki hayatı ile ilgili bilgiyi alan şahıs, "ilim sahibi, önemli bir şahsiyete başvurduğunu zanneder." Böyle düşünüldü mü, artık tuzağa düşülmüştür. Size bilgileri veren cincinin bedenindeki cinlerdir. Sizin bedeninizdeki cinlerde aynı bilgileri verebilir. Burada hayret edilecek bir şey yoktur. Bilgiyi verir ama sizi asla kurtaramaz. İnsanları avuçlarının içine aldıkları zamanda, akıl almaz ve dinimize tamamen aykırı olan haram yöntemleri uygularlar. Cinin veya büyünün ortadan kalkması için; muska yazmak, hastanın belinde süpürge sopası kırmak (vurarak değil) dört yol ortasına besmelesiz hayvan kestirip koydurmak. Pis ve kirli sular içirmek, yedi çeşmeden su aldırıp içirmek, Karanlık bir odada oturtmak, belli bir süre banyo yaptırmamak, kaplumbağa kanı içirmek, vefk, tılsım veya ne olduğu belli olmayan yazılar yazmak vb. daha yüzlerce şeytani işler uygularlar.
Ne yazık ki, ruhsal rahatsızlığa yakalanan vatandaşlarımız, kendisi cinli olan bir kişiden şifa ve medet ummaktadırlar. Cincinin ilmi olsa önce kendini tedavi eder. O sıkıntıları yaşamaz. Halkımız hala cin ve büyü tedavisinin cinci tarafından yapıldığına inanır. Bana gelen bazı kişiler, "Hocam cinleri neden çağırıp onlara sormuyorsunuz? ” gibi sözler ediyorlar. Ben de onlara diyorum ki: "Şimdiye kadar kaç cinciye gittin?" İçlerinde üç beş taneden tutun da elli altmış cinciye gittiğini söyleyenler var. On, on beş, yirmi yıl cinci kapılarında gezenleri de gördük, sonuç sıfır. Onlara o zaman soruyorum; ”Sen, bu kadar cinciye, bu kadar yıl devam ettin, onlar cinlerini toplayıp seni neden iyi edemediler ki bana geldin?" Bu sorumada cevap veremiyorlar. Ben, onları Allah-u Teala'nın izniyle iyi edince şimdiye kadar yanıldıklarını ifade ediyorlar. "Cinci hocayım." diye geçinen, her gün kapısına en az elli kişi gelen bir cincinin soyadı aynı en yakın akrabasını ben tedavi ettim. Onu, bedenindeki sekiz tane şeytandan kurtardım. En yakınına şifa veremeyen cinci başkasını mı iyi edecek?
Cincinin bedenindeki cinlerle, hastanın bedenindeki cinler aralarında anlaşırlar, hastayı rahat bırakırlar. Siz bunun farkında olmazsınız. Rahatsız olan oradan ayrıldıktan bir süre sonra hastalığı daha da artar. Bazıları ise okuma yaparlar, fakat kısa bir süre sonra uzun uzun esnerler, gözlerinden yaşlar akar ve sıkıntıdan bayılanlar bile olur. Bu durum cincinin cinlere gücünün yetmediği anlamındadır. İslami yönden geçerli olmayan bir yöntemdir ve asla tedavi edemezler.
Hastaları iyi edici beceri ve bilgileri olmadığı için; bu kişiler, yıldızname, rüya tabiri, çeşitli türlerde fal bakma, numaraloji, bilmem ne loji gibi şeylerle ilgilenirler, halkımızda ne yazık ki böyle şeylere inanır.[5]
Eskiden "sihirbaz", "büyücü", "cinci" ve "üfürükçü" denilen bu kişiler, artık günümüzde bu kelimelerin aşağılayıcı, toplum dışına itici anlamlarından kurtulmak için halk tarafından daha kolay kabul edilir ve masum ilmi bir terim olan "medyum" kelimesini kullanmaya çalışmaktadırlar. "Astrolog" da bu anlamda kullanılmaktadır.
Oysa bütün semâvî dinler ve en son din olan İslâm'ın kitabı Kurân-ı Kerîm'de Cin Sûresinin 26. âyetinde; "Bütün gaybı bilen Allah, gaybe dair olan ilmini hiç kimseye açmaz." buyurarak geleceğe ait bilginin ancak kendisinde olduğunu, hiç kimsenin gelecek hakkında bilgisinin olamayacağını kesin hükme bağlamıştır. Sadece Müslümanlar değil; diğer semâvî dinlere mensup kişiler de gelecek hakkında bilgi sahibi olmak için yanıp tutuşmaktadırlar. En masumları, toplumumuzda çok yaygın olan kahve ve iskambil fallarıdır. Ayrıca her gün hemen hemen bütün başında burçlara göre günlük, haftalık hattâ yıllık fallar yer almaktadır. Oysa bilim adamları, "yıldızların ne birbirleri ile iletişimlerinin, ne de konumlarının insanların geleceği hakkında bilgi veremeyeceğini, teleskopla bir kez gökyüzüne bakma ile bile ortada ne fal ne de astroloji ile uğraşanların iddia ettiklerinin doğru olmadığının görüleceğini" bildirmelerine rağmen insanlar, yine de gelecek hakkında bilgi sahibi olma istek ve arzularından vazgeçememektedir. Bu haliyle astroloji, hem birilerini zengin etmekte, hem de birbirleriyle çeliştiği için insanların aklını karıştırmaktadır.[1]
Cinci, Cinci Hoca ve Cindârlar
Cindâr (جندار)'ın lügât anlamı, cinci, afsuncu demektir. Cindârlık ise; cincilik, afsunculuk, muskacılık anlamına gelir.[12] "Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü"nde ise "cindâr", "Cinleri toplayıp konuşan, geleceğe dair bilgiler ortaya atan adam" anlamlarına gelir.[13]
Cinlerle arkadaşlık kurmak, belki de son zamanlarda hepimizin sıkça rastladığımız, hatta bazen ise kıskanarak bakılan bir olay halime gelmeye başlamıştır. Fakat, bazı insanların "Benim iki tane cinim var, benim üç tane cinim var." gibi birtakım dengesiz laflar ortaya koyması, konunun aydınlanmadığının bir yanıtı olarak karşımızda durmaktadır. Oysa ki insanın yaradılışındaki üstünlüğünü kabullenemeyen Şeytân ve yandaşları, insanları alt etmek için ellerinden gelen gayreti göstererek insanlardan üstün olduklarını kanıtlamaya çalışmaktadırlar. Şeytân, Allah'tan, insanoğlundan üstünlüğünü kanıtlamak için izin almıştır.
Toplumda kendilerine "cinci hoca" diyen insanların bir çoğu, sadece ve sadece cinlerle diyalog kurduklarını ve onları gördüklerini savururlar. Oysa ki, günümüz cinci hocaların sadece ve sadece kötü niyetli işlerle uğraştıklarını, çok azının ise iyilik yönünde bir takım işlemler yaptığı bilinen bir gerçektir.. Cinler, hocalara ilk başta birtakım olaylar için doğru bilgi verirler. İleriki zamanlarda da duygu ve algılama ile ilgili birtakım his vererek, kişinin her konuyu bilmek istemesi, her şeyi ben bilirim sevdasına kapılmalarına yol açar.
Daha sonraki zamanlarda kişi, kendine verilen en büyük nimet olan akıl ve mantığını çalıştırmadan sadece kalbine gelen hisle ve cinlerin yönlendirmelerine bakarak konu ve hayat akışını sağlamaya çalışırlar. Bazı ileriki boyutlarda ise durumlar daha da artarak verilen bilgiler doğrultusunda güven sağlayan cinler kişinin evliyalık mertebelerine ulaştıklarını anlatır ve o kişin evliyalık makamının üst düzeylerine kadar gideceğini söyleyerek, kişinin kendini üstün bir varlıkmış gibi hissederek kibirlenmesini sağlarlar. İşte bu andan itibaren, bakan kişi, sorunlarla karşılaşma zamanı gelmiş olacaktır. Bir başkasının sözü doğru bile olsa kabullenmeyerek tek doğru olarak kendini göstermeye çalışır.
Buradaki en önemli olan olay; cinlerle dostluk kuran kişiler, belli bir aşamadan sonra, cinlerin verdikleri bilgilerin tutarsız ve yalan çıkması üzerine psikolojik bunalımlara düştükleri, kabullenemedikleri ve onların yanlış bilgilerini doğru sayarak kendilerini aldattıkları görülmektedir. [6]
Her şeyden önce iyice bilmemiz geren bir şey var ki: cinci, büyücü, falcı, medyum, yıldıznameci bunların hepsi isimleri ayrı isleri ayni olan isimleri değiştirilerek sanki ayrı ayrı çalışan sektör gibi gösterilerek bu sektör isim zenginliğine boğulmuştur. İnsanlarımızın kafası karıştırılarak. Hepsi ayni olan cinciden büyücüye büyücüden medyuma medyumdan yıldıznameciye sanki havale edilerek bir güzel soygun planları yapılmıştır. Simdi gelelim konumuza.
Bu tür kişiler gerçekte karşısındakinin sorunlarını bilmek, çözmek yerine onları aldatmaktan başka bir şey yapmıyorlar. İşte benim amacım, cinci, medyum, falcı, yıldıznamecilerin çalışmalarının bu şekilde çalışmanın dışına çıkmadığını ve zaten inanmaya hazır önüne gelen kişileri aldatarak soyduklarını anlatmak ve uyarmaktır.
Gayet sağlıklı olduğunuzu biliyorsunuz üç tane medyum seçin. Mesela ip ucu vereyim. Büyülü insanda sebepsiz ağlama, basta hapın kesmediği ağrı, uykusuzluk iştahsızlık, göğüs kafesinde daralma olur. Cin çarpmasında ağlama olmaz fakat ilave olarak hırçınlık saldırganlık aşırı sinirli haller olur. Ve hiçbiri namaz kılamaz. Bunlar, tespitte anahtar kelimeler. Ve doğru kişi, bu anahtar kelimelerle kendini de test edebilir. Diyelim ki siz de bunların hiç birisi yok.
Birinci medyuma ya da cinciye gidiyorsunuz. O, sizi çözmek için sizden bilgi almak isteyecek. "Şikayetiniz ne?" dediğinizde büyü belirtilerini sayın. "Durup dururken içim doluyor, ağlıyorum." deyin. O, biliyor ya verdiğiniz cevabın büyü belirtisi olduğunu, devamını sayacak: "Az uyuyorsunuz, iştah yok, namaz kılamıyorsunuz." vs. Size tastiklettire tastiklettire devam edecek. Hemen büyü teşhisini usta ve emin bir şekilde koyacak.
İkinci medyuma gidiyoruz ona da cin çarpması ile ilgili belirtileri anlatıyoruz. "Size cin çarpmış." diyor. İnandırıcı olması için de yine klasik laflar: "Ya cini çiğnemişsin, üstüne su dökmüşsün, sana cin aşık olmuş, üzerine tuvalet yapmışsın." vs. vs. Emin adımlarla anlatıyor da anlatıyor. Siz, onu hangi şekilde yönlendirirseniz, o yönde anlatıyor da anlatıyor. Bir de "Doğru söylüyorsun, haklısın..." gibi kelimelerle önünü çekersen, işte o zaman mangalda kül bırakmıyor.
Üçüncü cinci ya da medyuma gidiyoruz. Cin, genelde ayak parmaklarından ya da ellerden girer ya.... Önüne geldiğinizde bağırıyor, çağırıyor, nara atıyorsunuz. Elleri ya da ayakları titreterek bayılıyormuş numarası yapıyorsunuz. Onun ilk diyeceği; "Bunda cin var, bedenine cin girdi."
Bunlar, aynen bu şekilde gelişecek aksini iddia eden denesin.
Peki siz, hasta değilsiniz. Cin de yok bedeninizde. Peki ne bu adamlar. Bilgileri fos çıkmış olmaz mı? Bu iğrençlik, hâlen ülkemizde "Şifacıyız!!!" diye bağıran, utanmadan televizyona çıkıp; "Ben, bunu yaparım. Ben, sunu yaparım." diyen sahtekârlarla dolup taşıyor. Tabiî ki gerçekten Allah için şifa dağıtmaya çalışanlar da var. Bizim onlarla bir alıp veremediğimiz yok. Bizim hesabımız, yukarıda anlattığımız kalıba giren iğrenç dolandırıcılarla...
Şu da bir gerçektir ki; bu kişiler, genelde kendileri cin hastalarıdır. Bütün bu çalışmalarında onların da yönlendirmeleri ile çalışırlar ve asıl kendileri ki cinlerin uşaklarıdırlar.[7]
Cindârlığın Tarihçesi
Antik kültürlerde iyi ilahlar sağlık bilgileriyle mücehhez ve sağlığı korumakla görevliyken, habis şeytanlar, hastalık ve sağlıksız yaşamdan sorumluydular. Tarihte ilk olarak Sümerler hastalık şeytanlarını tanımlamışlardı. Bu tanımlama daha sonra Mezopotamya, Mısır, Yunan, Roma ve Kuzey kavimleri tarafından da benimsendi. Şeytanların gücünün hastalık yaptığı inancı Hıristiyan egzorsizm ayinlerinin de temelini teşkil eder. Ülkemizde bazı hastalıklar için cinci hocalardan medet umulması da bu inancın bir uzantısıdır.[8]
Cinci Ya da Falcıya Gitmenin İslam'daki Hükmü
Cinci hocanın cinden kurtardığına inanarak, ona ücret vermek caiz değildir. Çalınanları, kaybolanları bilirim diyen ve buna inanan da kâfir olur. “Bana cin haber veriyor, onun için biliyorum.” derse, yine kâfir olur. Çünkü cin de gaybı bilmez. Gaybı yalnız Allah-u teâlâ, bir de onun vahiy ve ilham ettikleri bilir. Cin, bu iki yoldan öğrendiğini haber verirse, “Bana falanca evliya bildirdi” derse küfür olmaz. Cinden arkadaş edinip, olmuş şeyleri ona sorup, ondan öğrenmek ve bunları başkalarına bildirmek de caiz değildir. Çünkü cinlerin gördüğü şeyleri doğru anlatıp anlatmadığı bilinemez.
Cincilere ve büyücülerin, söylediklerine, yaptıklarına inanmak, bazen doğru cıksa bile, Allah'tan başkasının her şeyi bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup, küfürdür. Büyü öğrenmek de, öğretmek de haramdır. Müslümanları zarardan korumak için öğrenmek de haramdır. Hayırlı iş yapmak için de haram işlemek, büyü çözmek için büyü yapmak da caiz değildir. Büyü yaparken, küfre sebep olan bir şey yapmak küfürdür. Böyle olmazsa, büyük günahtır. Hadis-i şerifte; "Büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan, bizden değildir." buyruldu. (Bezzâr)
Burçlara göre fal açmak da hurafedir. Her burçta doğan ayni karaktere sahip olsa, bütün dünyadaki insanlar burç sayısı kadar yani 12 karakterli olurlar. Ayni burçta doğan iki kişiden biri âlim, diğeri zalim, biri sert, öteki yumuşak olabilir. İnsanların karakterlerini burçlar tayin etmez.[9]
Bazıları için çok ilginç olup gece ve gündüzünü bunlara adayan hatta meslek haline getirip bundan maddi menfaat sağlayanların sayısı çok fazladır.
Peki, bu işte Allah'ın rızası var mıdır? İsterseniz biz cevaplayalım; "Hayır bu işlerle uğraşmakta ve geçimini temin etmekte Allahın rızası yoktur." Aksine bu tarz olaylara dalınması halinde yaradan Rabbini bırakıp başka mahluklardan fayda beklendiği için sıkıntılar doğar ve iman tehli***e girer.
Kul, o dur ki; şifayı Allah'tan dileyip neticesini ve tahakkuk edeceği zamanı sabırla bekler. Birtakım çıkar ve menfaatler uğruna insanların imanlarını tehli***e atan cinci-falcı hocalara gitmek ve onlardan medet ummak çok yakışıksız bir davranıştır.
Bir evlat sahibi olduğunuzu hayal edin. Evladınızın maddi veya manevi bir takım sıkıntıları var ve sizinle paylaşmak yerine falanca mahalledeki adamın birine derdini anlatıp ondan yardım istiyor ve size hiçbir şey söylemiyor. O adam da aslında bu işin ehli değil yani sizin evladınıza yanlış tavsiyelerde bulunup hayatını karartacak..
Oysa siz onun harçlığını çok fazla şeker yediği için dişleri çürümesin ve daha az şeker alabilsin diye kısmıştınız.. O ise gidip sizin verdiğiniz terbiyeyi bir başkasına şikayet etti. Babaya bu durumda evladına sert çıkma hakkı doğabilir.
Bu maddi çalkantıları "acaba bende veya evde büyü mü var" diye gidip cinci hocalardan sormak yukarıda örneğini verdiğimiz baba evlat misaline benzer.
Her aile içinde zaman zaman geçimsizlikler görülür. Bu tip hadiseler eşlerden bir tanesinin haklı da olsa alttan alması ve susması ile çözülebilir. Bu gibi durumlarda aslında kavgayı susan kazanmıştır. Çünkü nefsini yenen o dur..
Gavs-ı Sani Seyyid Abdulbaki Hazretleri birgün şöyle buyurdular;
"Eşiniz size karşı hata yaparsa, onu affediniz. Allah-u Teala affedenleri çok sever"
Eşler arasında hoşgörüyü ilk gösteren o maçın galibidir. Bir tebessüm ve "özür dilerim" ile bitmeyecek münakaşa yok gibidir.
Nice aileler biliriz ki eşler arasındaki geçimsizlikleri "büyü ve cinlerden" bilmişler ve nefslerinden olduğunu anlamamışlardır. Gidilen her hocadan dolayı evlerine ve kendilerine daha da büyük sıkıntılar isabet ederek kurtulacakları yerde bulundukları bataklık onları içine çeker olmuştur. Kul isteyeceğini mürşidini vesile ederek Allah dan istediği takdirde o iş onun için hayırlı olacak vakte eriştiğinde kendisine verilir. Aksi yapıldığı takdirde yani cinlerden ve hocalardan medet umulduğu zaman başını sıkıntıdan kurtaramaz. Elindekini avucundakini de kaybeder ve evinde huzur kalmaz.
Cinler de insanlar gibi aciz mahluklardır. Tek farkları latif olarak yaratılmış olmalarıdır. Dolayısıyla onlar bir fayda sağlayamayacağı gibi Allah'ı bırakıp aciz bir mahluktan fayda beklemek imana zarar verir.
Eğer bir insana cinler musallat olmuşlarsa bunun sebebini insan "Ben nasıl bir günah işledim de Allah'ın gücüne gitti ve bana bu sıkıntıyı verdi" diye kendinden sormalıdır. Allah'ın izni olmadan hiç bir mahluk insana zarar veya fayda veremez. Bu gibi durumlarda samimi bir nasuh tevbesi ile geçmeyecek sıkıntı yoktur.[10]
Büyü Yaptırmanın İslam'da Hükmü
İlk yüzyıllardan beri, en ilkel topluluklardan itibaren yeryüzünde görülen bir meslek ve iş vardır. Bu mesleğe "büyücülük", yapılan işe de "büyü" denir. Bu işten gaye, bir insanı etki altına alıp, ona istemediği bir şeyi zorla yaptırmak ve bazen da hastaların iyi olmasını temine çalışmaktır...
Büyü, özü Allah'a dayanan bütün dinleri tebliğ eden Nebi ve Resûllerce yasaklanmıştır. Bütün dinler büyüyü insana haram kılmışlardır. Keza İslâm dini de büyüyü "haram" kılmış ve büyü yapan ve yaptıranların İslam dininden çıkmış olacaklarını açıklamıştır.
Büyünün yasaklanmasındaki özellik, insanların iradelerinin başkası tarafından zoraki bir şekilde kaldırılması veya kısıtlanmasının önüne geçmek; onlara serbestçe hareket, seçme hakkı tanımaktır... Tâ ki böylelikle insan yaptığından sorumlu tutulabilsin.[11]
İlgili Hadisler
«Falcının, buyucunun söylediklerine inanan, Kurân-ı Kerîm'e inanmamış olur.» (Taberânî)
«Fal baktıran, falcıya inanmasa bile, kırk gün namazı kabul olmaz.» (Müslim)
Çaput Bağlamak
Halkımızdan bazıları (çoğunlukla hanım müslümanlar) İSLÂM DİNÎ ile hiç alakası olmayan birtakım hurafeleri devam ettirmektedirler. Hurafe inanç ve adetlerin çok değişik şekillerini, hemen her köyümüz ve kentimizde yaygın olarak görmek mümkündür. Bu hurafe adetler uğruna zaman zaman üzücü olaylar da duyulmaktadır.
"Yıldıznameye" baktırmak, "FAL" açtırmak, "SİHİR" bozdurmak için diyar diyar hoca(!) arayanlar, dileğinin yerine gelmesi için "TÜRBE VE EVLİYA" mezarlarını dolaşanlar, kızının nasibini açtırmak için, il il üfürükçü arayanlar azımsanmayacak kadar çoktur.
Göz arızasını gidermek, ağrısını dindirmek için seansına "55 bin TL." para isteyenler, göğse ve göbeğe muska yazma cüret ve ahlâksızlığına tevessül edenler ve bunların tuzağına düşüp pişmanlığını sineye çekenler de maalesef bulunmaktadır.
Ayrıca türbe penceresine, mezar taşına mum yakmayı, falan mahalledeki ağaca çaput bağlamayı, filan yerdeki havuza para atmayı, evliya mezarına kurban adamayı, sanki dini bir vecibeymiş gibi telakki edenler de mevcuttur.
Kimi yerde gelin kocasının evine girerken "kaynanasının iki bacağı arasından geçerse saygılı olur", diye inanılmakta, dolayısıyla insan onuru ayaklar altına alınmaktadır.
Kimi yerde de "yeni doğan çocuğun ilk dışkısı cin çarpmasın, nazar değmesin" diyerek yattığı odanın eşiği altına konulmakta, bazı yerlerde de bebeğin beşiğine mezarlıktan toprak getirilerek konulmaktadır.
Daha bir sürü yanlış inanç ve adetler!..
İşte bu bölümde, halkımızdan birtakım insanların, en çok rağbet ettiği hurafelerden ve yanlış âdetlerden örnekler sunmaya çalışacağım. Ancak binlerce âdet ve inancı dar çerçeveli bir çalışma ile ele almak mümkün olmadığından, en tipiklerini belirli başlıklar altında toplayarak izahını yapmaya gayret edeceğim.
Çaput bağlama hurafesi, Kuzey ve Orta Asya uluslaranın eski dinleri olan ŞAMANİZM'e mahsus önemli unsurlardan biridir. Şamanist Türklerin inanışlarına göre her dağın, her kutlu pınarın, göl ve ırmakların, kutlu ağaç ve kayaların "İZİ" sahipleri vardır.
• Çağdaş Altaylı Şamanistlerin inandıkları "İZİ"ler, Göktürklerin bıraktıkları yazıtlarda toptan "YER-SU" ile ifade edilmiştir. Göktürkler bu "YER-SU" denilen ruhları, Türk yurdunun koruyucusu sayarlardı. Onların inanışlarına göre bu "İZİ'ler kişiden kurban isterler. Kurban sunmayanlara zararları dokunur. Ancak bu ruhlar çok kanaatkardır. Bunları, bir paçavra parçası, bir tutam at kılı hatta kurban niyetiyle atılan bir taş parçası ile tatmin etmek mümkündür'1'.
İşte Türkler Müslüman olduktan sonra da bu âdetlerini büsbütün bırakmamışlardır. Evliya saydıkları ulu kişilerin türbelerine, orada biten ağaçlara, ya da o yörede bulunan bazı kayalara çaput bağlamak suretiyle eski adetlerini Müslümanlaştırmak istemişlerdir. Oysa böyle bir âdet İslâm'da yoktur.
Kutsal ağaç ve kutsal sular olarak kabul edilen bu mahaller, daha çok kısır ve çocuğu hasta olan kadınlar tarafından ziyaret edilmektedir. Maalesef bir çok kadın, bu mahallere gidip dua ederek ağaca çaputunu, suya parasını atarsa, hamile kalacağına inandırılmaktadır.
Bazıları da böyle ağaçlara çaput bağlarsa, birtakım hastalıklardan kurtulacağına ümit beslemektedir.
Anadolu'da ağaçlara bez, paçavra bağlamakla dileğinin yerine geleceğine inanılan pek çok yer vardır. Bunlardan biri de benim köyümdeydi(*)
Benim köyümde "ÇIBAN KAYASI" denilen bir mevki vardır. Köyün doğu yönündedir.
Bu mevki, daha ziyade ipek böceği için yetiştirilen dut bahçelerinin bulunduğu yerdir. Burada bizim de dut bahçemiz vardır. Bahçenin doğu yönü kayalıktır. Kökü kayaların arasında olan bir siyah incir ağacımız vardı. İncir ağacının dallarına bez içerisinde 3-5 kuruş koyup bağlandığı zaman, özellikle çocukların yüzünde çıkan çıbanların iyileştiğine inanılırdı. Ayrıca kim o bezleri toplar içindeki parayı alırsa çarpılır veya her yerinden çıbanlar çıkar denilirdi.
Ben, zaman zaman bahçeye gittiğimde bezleri toplar, içindeki paraları alır, harcardım. Görenler, "bırak onları çarpılırsın" diyerek beni azarlarlardı. Uzun seneler geçmesine rağmen ne bir yerimde çıban çıktı, ne de çarpıldım.
Seneler sonra İlahiyat tahsil ettim. Bunun saçma olduğunu köylüme anlattım. Zaten ağabeyim de o incir ağacını kesmişti. Şimdi köyümüzde bu bâtıl inanç ortadan kalkmış, oralara da çaput bağlayan kalmamıştır.
Sırası gelmişken bu paçavra bağlama adeti ile ilgili bir başka hatıramı da nakletmek isterim.
1963 senesinde Milli Eğitim Bakanlığı, İmam-Hatip Okulları Meslek Dersi Öğretmenleri için Konya'da bir kurs düzenlenmişti. Ben de o kursa katılmıştım. Mevsim yaz ve Temmuz idi. Kurs sabah 8.00'de başlıyor, saat 13.00'te bitiyordu. Öğleden sonra serbest çalışmak için boş kalıyorduk. İşte böyle öğleden sonra bir gün, bir grup arkadaş "Meram Bağları"na gezmeye gitmiştik. Biraz kır gezintisi yaptık. İkindi yaklaşmıştı. Namaz kılmak için orada bulunan bir mescidin yanında toplandık. Mescidin önündeki çeşmeden abdest almak için hazırlanıyorduk.
Mescidin bitişiğindeki türbenin pencerelerinden birine gözüm ilişti. Baktım ki pencerede parmak sığacak kadar boş yer kalmamış, hep çabut bağlanmış. Tam bu sırada bir arkadaşım camiin köşesinden çıktı ve pencerenin önünde durdu. Şöyle bir etrafına bakındı, kızarak başını sağa sola sallamağa başladı. Belliki pencerenin haline hem kızıyor hem de hayret ediyordu. Ben, koşarak yanına vardım ve beraberce çaputları koparmaya başladık. Biraz ilerimizde de bir grup kadın duruyordu. Bizim pencereyi temizlediğimizi görünce: "Vay ahlaksızlar, dinsizler, kafirler" diyerek bağırmaya başladılar. Biz, dinimizde böyle şeyler yoktur, falan demeye kalmadan taş da atmaya başladılar. Kendimizi camiye zor attık. Arkadaşlardan biri ezanı, biri de camide Kur'ân-ı Kerim'i okumaya başladı. Namazlarımızı eda ettik. Kadınlar da üst katta namazlarını kılıp caminin önüne çıkmışlardı. Bizi, camiden çıkarken görünce bu sefer: "Biz sizi itikatsız zannettik, kusura bakmayın" diyerek özür dilediler.
Kendilerine bu işin yanlış olduğunu, İslâm'da böyle adetlerin olmadığını izah ettik. Daha sonra da vedalaşarak ayrıldık.
İslâm bilginleri böyle âdetlerle asırlarca mücadele etmişlerdir. Bir çok bâtıl inancın kalkmasını sağlamışlarsa da, tamamen yok edilememiştir. Hâlâ bir çok yöremizde türbe pencerelerine, bazı ağaçlara çaput bağlandığı, duvarlarına taş yapıştırıldığı veya cami havuzlarına ve pınarlara para atıldığı bir gerçektir.
--------------------------------------------------------------------------------
Çocuk İçin Söylenen Hurafeler
"Henüz ergin kişi niteliğine erişmemiş insan yavrusu" diye tanımlanan çocuk, hiç kuşkusuz en sevimli yaratıktır. Onlar, gönlümüzün eğlencesi, evlerimizin neşesi, mutluluğumuzun tatlı meyveleridir.
Çocuk yüce Allah'ın insana lütfettiği bir nimet, pahası biçilmez kıymet ve en değerli bir emanettir. Bu emanete sahip çıkmak, onu en iyi şekilde korumak ve kollamak hem insanî hem de dinî görevimizdir.
Çocuklar yarınlarımızın umudu, neslimizin teminatıdır. Çocuklarını korumayan toplum, yeryüzünden silinmeye mahkûmdur. Bu nedenle onlara karşı en büyük sorumluluğumuz beden ve ruh sağlıkları yönünden onları en iyi şekilde yetiştirmek eğitimlerini ihmal etmemektir. Onları her türlü tehli***e karşı korumak en başta gelen ödevimizdir. Marifet çocuk dünyaya getirmek değil, dünyaya gelen çocuğa dünyayı zehir etmemektir.
Gerçek böyle olmasına rağmen, maalesef çocuklarla ilgili bir sürü hurafe ortaya çıkmış ve pek çok çocuk, bu batıl inanışlar yüzünden hayatından olmuştur.
işte çocuklarla ilgili olarak söylenen hurafelerden bazı örnekler:
—Çocuğun yattığı odadaki örtü altına kurumuş insan dışkısı konursa, çocuk cinnilerin şerrinden korunurmuş,
—Yeni doğan çocuğun beşiği altına türbe ve kabirlerden toprak getirilip konursa çocuğu cadı boğmazmış. (Buna bazı yerlerde cüher almak denilmektedir.)
—Çocuk fıtık doğarsa, kilotu çalı ağacının bir dalı yarılarak arasından geçirilince fıtığı iyileşirmiş.
—Çocuğun kırkı çıkmadan tırnağı kesilirse ya arsız ya da hırsız olurmuş.
—Yeni doğan çocuk, bayram günü bir dişi eşeğe ters bindirilip köyün etrafında dolaştırılırsa ömrü mutlu geçermiş.
—Çocuğun doğduğu yerde elişi yapılırsa göbeği düşmezmiş.
—Cuma günü çocuğun ayakları bir camii kapısında bağlanır, Cuma namazından sonra çözülürse hastalığa tutulmazmış!
—Erkek çocuk sünnet olurken annesi oklava sallarsa, sünnet acısız ve kolay olurmuş (Kıbrıs).
—Bebek ayakları altından öpülürse talihsiz olurmuş (Kıbrıs).
—Boyu ölçülen çocuk kısa kalırmış!
—Çocuğun boyu metre ile ölçülürse ömrü kısa olurmuş!
—Sünnetsiz ölen çocuğun parmaklarından birinin kırılması gerekirmiş!
—Küçük çocukların yüzünde yara çıkarsa, deniz kenarında yaşayan ve denize giren biri tarafından okunup yüzü meshedilirse yaraları iyileşirmiş.
—Çocuk dünyaya geldikten sonra yıkanıp tuzlanır ve sofraaltı denilen beze (örtüye) sarılırsa tokgözlü olurmuş.
—Çocuğun göbeği,cami duvarına veya avlusuna gömülürse dindar, medresenin bahçesine (okulun) veya avlusuna gömülürse âlim, ahıra gömülürse malcı olurmuş. Ayrıca suya atılırsa huyu temiz, evin içinde bir yere gömülürse gözü dışarıda olmazmış. Daha neler neler!..
Bu söylenenlere dikkat edilirse, çoğu çocuğun sağlığına zarar verici inanışlar olduğu hemen anlaşılır. Ne çare ki bu uydurmalara kanan pek çok insanımız vardır
Dünyada ve Türkiye'de Batıl İnançlar
İlk çağlardan beri her toplumdan insanlar gerçeklik payı olmayan, korkuları, çaresizlikleri, eski gelenekleri gereği genellikle doğa üstü olan olaylara inanırlar. Bu inançlar batıl inançlar olarak isimlendirilir. Çoğu psikolojik olarak bu tür inanışların negatif etkisine maruz kaldığı için doğruluğuna ve bu tür batıl inançlara daha içten bir şekilde inanırlar.
Bana soracak olursanız batıl inançların özünde yatan; topluma, bireylere bazı bilinmesi gereken şeyleri öğretmeyi korkutarak sağlamaktır. Aşağıdaki çoğu batıl inançlarda bunu görebilirsiniz. Örneğin Hıristiyanlıkta olan siyah kedi, süpürge, 13. Cuma gibi batıl inançlar Avrupa'nın paganizmi unutturma çabalarından kaynaklanmaktadır. Örneğin Anadolu'da yaygın olan batıl inançlarda ise yine öğretiler söz konusu olabilmektedir. Elektriğin yaygın olmadığı dönemlerde geceleri yapılan tırnak bakımı karanlık neticesinde hoş olmayan sonuçlar doğurabiliyordu. Dolayısı ile geceleri tırnak kesmenin hoş olmadığı farklı bir yöntemle bireylere anlatılıyor. Örneğin bıçak hediye edilmesi konusundaki batıl inanç eskiden krallıkların birbirleriyle savaşmadan önce birbirlerine bıçak göndermeleriyle ilgili olabilir. Bu savaşın sebebi bile sayılabiliyormuş.
Ev içerisinde şemsiye açmanın tehlikeli olduğu ortada, küçük bir mekanda açılan şemsiye mekanda bulunanlara istemeden zarar verebilir. Kısacası benim görüşüm batıl inançların ortaya çıkmasındaki en büyük etken korkutularak bazı şeylerin öğretilmesinin yada şartlı davranılmasının daha kolay olmasıdır. Mezarlıklardaki ağaçlar toprakta oluşan azotu kullanır, havayı temizler, toprağın kaymamasını sağlar vs. İnsanlara böyle söylediğinizde sizi dinlemezler gidip o ağaçları yinede ihtiyaçları için kesebilirler. Mezarlıkların ağaçlara ihtiyacı vardır. İnsanlara mezarlıktan ağaç kesmenin çarpılmayla sonuçlanacağını anlatmak onları bu eylemden daha kolay uzak tutmaktadır çünkü dinin korkutucu ve caydırıcı etkisi büyüktür. Öyle ya da böyle insanlar garip şeylerde şansı veya şansızlığı bulmuşlar ve bazı olay ya da objelerin kötü ya da iyi kaderi getirdiğine inanmışlar. Aşağıda bu batıl inançlardan dünya çapında ve ülkemizde olanların bazılarını görebilirsiniz… Söylemeden edemeyeceğim bazılarına ben de inanıyorum
Dünya'da Batıl İnançlar
1.13. Cuma: İskandinav mitolojisinde 12 tanrıya 13. kötü tanrının katılmasının insanlara kötü talih getirdiğine inanılır.
2.2 ayaklı merdiven açıkken bir üçgen oluşturur. Altından geçmek bazı Hıristiyanlarca kutsal üçlemenin bozulmasına neden olduğuna inanılır. Kutsal üçleme kırılarak şeytanla bir anlaşma içerisine girildiği söylenir ve kötü şans getirir.
3.Antik Mısır'da Tanrıça Bast siyah bir kedi olarak tasvir edilirdi. Hıristiyanlarca diğer dinleri çağrıştıran her türlü obje kötü şans getirirdi ve dinlerine karşı çıkardı siyah kedi de dinlerine zarar verecek tanrıyla aralarına girecek bir objeydi. Hatta kedileri olan kadınlar bir dönem cadılıkla suçlanıp cezalandırılmıştı Engizisyon Mahkemeleri zamanında.
4.Yakınlarda bir baykuş 3 kez öttüğünde oraya ölüm getirdiğine inanılır kimilerince.
5.Ortada hiçbir şey yokken evin içinde bir köpeğin havlaması sonucunda evde birinin hastalanacağına inanılır.
6.Masada bıçakların üst üste gelmesi durumunda yani hane içerisinde masada duran bıçaklar çakışırsa o evde kavga olacağına inanılır.
7.Sebebi ve temeli bilinmese de evde kırılan aynanın 7 yıl şansızlık getirdiğine inanılır. Durduk yere sebepsiz kırılan aynanın ise ölüm getirdiğine..
8.Birçok toplumda batıl olarak ev içerisinde şemsiye açmanın kötü şans getirdiğine inanılır.
9.1 Mayıs'tan önce ağaçtan çiçek koparıp eve getirmek kötü şans getirir.
10.Birine karşılığında başka bir şey almadan eldiven vermek kötü şans getirir.
11.Suya, denize taş atmak kötü şans getirir.
12.Yeni ayakkabılar masanın üstünde bırakılmaz.
13.Yeni eve taşınırken eski evin süpürgesi yeni eve götürülmez.
14.Kulağınız yanıyorsa biri sizi anıyor demektir. Sol kulak yanıyorsa kötü sağ kulak yanıyorsa iyi şekilde
15.Sol elinizin avuç içi kaşınıyorsa kavga edeceksiniz sağ elinizin avuç içi kaşınıyorsa para gelecek
16.İyi bir şeyden bahsederken ve zarar gelmesi istenmiyorsa tahtaya 3 kez vurulur.
17.Süpürgeyle vurduğunuz kişi tembel olur.
18.Eğer fakir birine yeni bir çift ayakkabı vermezseniz hayatınız boyunca öldükten sonra diğer yaşama çıplak ayakla gidersiniz.
19.Birinin bardakta yarım kalmış suyuna su ilave ederek içilmez kötü kader getirir.
20.Cadılardan korunmak için mavi boncuk taşınır.
21.Eğer köprüde bir arkadaşınıza hoş çakal derseniz o arkadaşınızı bir daha göremezsiniz. (buna ben de inanıyorum)
22.Fırtınalı havada saç kesmek iyi şans getirir.
23.Kediler bebeklerden uzak tutulur, kedilerin bebeklerin nefesini çaldığı söylenir.
24.Tırnaklar veya saçlar kesildikten sonra yakılmalı veya gömülmelidir.
Anadolu'da Batıl İnançlar
1.Mezarlık, ziyaret yerlerindeki ağaçları kesenler çarpılır.
2.Türbeden dışarıya bir şey, bir nesne götüren kişiler çarpılır.
3.Mezarlığı parmağı ile işaret etmek iyi değildir. Parmakları ile işaret eden kişilerin parmakları kurur.
4.Kurban kesilirken hayvan dilini dışarı çıkarırsa kurban sahibi o yıl içerisinde ölür.
5.Bir çocuk sürekli ağlarsa o evde mutlaka ölüm meydana gelir.
6.Ayakkabı çıkarıldığında ters dönerse, ayakkabı sahibinin tez vakitte öleceği düşünülür.
7.Yatarken çorapları baş tarafa koymak iyi değildir, insan çabuk ölür.
8.Ölünün elbiseleri ölü yıkayıcılarına verilir.
9.Mezarlıktan ağaç kesilmez. Ağaçta cin olduğuna inanılır.
10.Gece ölen kişinin üzerine sabaha kadar bıçak konulur.
11.Yoğurdun güzel olması için mezardan çırpı toplanarak, kaynayan sütün altına atılır.
12.Ölünün yıkandığı evde üç gün ışık yanar.
13.Baş sağlığına gelen kişilerin ayakkabıları ters çevrilmez.
14.Mezar kazıcısına para verilmezse ölünün rahatsız olacağına inanılır.
15.Yılan öldürülüp, suya atılırsa ve yılan suda kaybolursa yağmur yağar ve durmaz, seller olur.
16.Kurt uluyunca ya ayaz olur ya kar yağar.
17.Bir evin başında baykuş öterse, o evde biri ölür ya da bir yıkım olur.
18.İnek doğurunca eve ağır bir şey alınırsa ya da ağır bir şey kaldırılırsa ineğin sütü kesilir.
19.İneğin sütünü yere sağmak iyi değildir, hayvan hastalanır.
20.İlk yaylaya çıkışta sığırların ortasından bir yabancı geçerse sığırlar hamile kalmaz, doğum yapmazlar.
21.Bir kişinin önüne tavşan çıkması uğursuzluktur, mümkünse gidilen yoldan geri dönülür.
22.Çakal uluyunca yere tükürmek gerekir, yoksa insanın başına bir yıkım gelir.
23.Çakal ulumaya başlayınca hava açacak, günlük güneşlik olacak demektir.
24.Ateşe tükürmek, ateşe sövmek, ateşe tırnak atmak, su dökmek uğursuzluk getirir.
25.Sabah evinden başkasına ateş verenin ocağı söner.
26.Ocağın üstünü boş bırakmak uğursuzluk getirir.
27.Sacayağının birdenbire devrilmesi evin başına bir yıkım geleceğini gösterir.
28.Tencerede su boşu boşuna kaynarsa düşmanlar çoğalır.
29.Lamba yakılmayan evin ocağı her vakit kararır. Aynı zamanda ev sahibinin öldükten sonra mezarı da karanlık olur.
30.Hastalanan hayvanları ateşten geçirmek iyidir.
31.Ateşi söndürmek için su dökülmez, ateş toprakla örtülür.
32.Ateş çok önceden sönmüş olsa dahi külün yanında yatılmaz. Külde cin ve şeytanın oynak yaptığına inanılır.
33.Ateşin çıkardığı ses ateşi yakan kişi hakkında dedikodu yapıldığına işarettir.
34.Kara ağaçtan düşen yaşamaz.
35.Kara ağaçtan beşik, sandık yapılmaz.
36.İncir ağacının altında uyuyanları şeytan alır götürür.
37.Ceviz ağacının altında yaşayanları şeytan alır götürür.
38.Tarlada zina yapılırsa bereket olmaz.
39.Üzümün tanesini, karpuzun sap kısmındaki kabuğunun içini yiyenler yetim kalır.
40.Çocuğun bezleri yabani ağaca asılırsa çocuk yabani olur.
41.Nar tanelerini yere dökmek günahtır, nar cennet meyvesidir.
42.Diş düşürülünce o diş kimsenin göremeyeceği bir yere saklanmalı ya da gömülmelidir.
43.Elleri diz üzerinde kavuşturmak, parmakları birbirine geçirip el bağlamak iyi değildir, insanın kısmeti kapanır.
44.Parmakların çatırdaması iyidir, insanın sağlıklı olduğunu gösterir.
45.El yıkanırken önce sağ elden başlamalı, önce sol elden başlamak uğursuzluk getirir.
46.Tokalaşırken ya da birisine bir şey verirken sağ el kullanılmalıdır, sol el uğursuzluktur.
47.Baş taranırken dökülen saçları dökmek doğru değildir, bunlar toplanır, ölünce o kişinin kabrine konur. Çünkü bu saçlar kıyamet gününde tekrar bitecektir.
48.Hamile kadın aş eridiği sırada neye bakarsa doğacak çocuk ona benzeyecektir.
49.Akşam soğan yenen yere melekler gelmez.
50.Gece aynaya bakanın ömrü kısa olur.
51.Gece acı (biber, soğan, sarımsak) evden dışarıya verilmez.
52.Yoğurt, süt, peynir gece dışarıya verilmez. Vermek gerektiğinde üzerine kömür, üzerlik veya yeşil bir dal konularak verilir.
53.Gece ıslık çalmak günahtır.
54.Gece evden eve tuz verilmez.
55.Akşam kapının önü süpürülmez.
56.Ekmek aktaracağı evden eve verilmez.
57.Çocuklar gece beş taş oynarsa düşman gelecek denir.
58.Değirmenden ilk gelen unla yapılan ilk ekmeği yiyen kişinin karısı ölür.
59.Ekmek kırıntılarını yere atmak, ayakla çiğnemek evin bereketini götürür.
60.Gurbete giden kişinin azığından bir parça ekmek çalınır.
61.Bir kişinin üzerinde dikiş dikilirse o kişinin kısmeti bağlanır.
62.Evin temeline kara taş koymak iyi değildir.
63.Kapının önünde oturan kişi iftiraya uğrar.
64.Duvar dibinde uyumak iyi değildir, insan çarpılır.
65.Evin içerisi temiz olmazsa oraya melekler değil şeytanlar gelir. Böylece o evde mutluluk değil geçimsizlik olur.
66.Evden bir kişi gurbete gittiği zaman o gün ev süpürülmez, dışarıdan misafir alınmaz.
67.Eşya taşımak için kullanılan ala iple komşunun evine girilmez. Komşunun başına bir uğursuzluk geleceğine inanılır.
68.Kapı eşiğinde oturulmaz, insan fakir olur.
69.Kapı eşiğinde oturulmaz, insan bekar kalır.
70.Urganla komşunun evine girilmez. Aksi halde komşunun evinde kıtlık olur.
71.Kapı eşiğinde oturulmaz, kapı eşiğinde şeytan bulunur.
72.Yağmur yağarken kapı eşiğinde oturmak günahtır.
73.Odanın ışığını evin erkeği yakarsa o ev daima nur içinde ve bereketli olur.
74.Kadının yolda erkeğin önünü kesmesi uğursuzluktur.
75.Bir kadın iki erkeğin arasından geçerse çocuğu olmaz.
76.Bir adam iki kadının arasından geçerse sözü geçmez.
77.Bir erkek iki kız arasından geçerse köse olur.
78.Yarım çay içen kadın dul kalır.
79.Ava gidecek kişinin önünden kadın geçerse avlanamaz. Bundan dolayı o kişi ava gitmekten vazgeçer.
80.Kız çocuğunun ilk kez kesilecek saçını dayısı keserse saçı gür olur.
81.Oğlan çocuğunun saçını ilk kez amcası veya dayısı keser.
82.Kız baba evinden perşembe veya pazar günü çıkar.
83.Makası açık bırakmak düşmanlarınızın sizin hakkınızda konuşmasına neden olur.
84.Çarşamba gecesi işlenilmez, çamaşır yıkanmaz, temizlik yapılmaz.
85.Gece tırnak kesilmez, ıslık çalınmaz, sakız çiğnenmez.
86.Gelinin ayakkabısının altına kimin ismi yazılırsa en kısa zamanda ismi yazılan kişi evlenir.
87.Birisi uzunca vakit eve dönmezse veya kaybolmuşsa ayakkabısına tuz dökülür. Kişi en kısa zamanda evine geri döner.
Eyvah! Kara Kedi Gördüm!
Ayşegül
Kültürel açıdan çok renkli ve çeşitli olan ülkemizde halk inanışlarının varlığı, her ne kadar kime sorarsak soralım, inanmıyoruz deseler de inkar edilemez..Bunların bazılarının disiplin etmek amaçlı olduğunu düşünmüşümdür hep. Ne de olsa korkutmak, disiplin açısından en etkili yöntemdir çoğunlukla.
Bir kaç örnekle anlatmak gerekirse; mesela mezarlıktan geçerken sure-dua okumazsan ölüler de sana beddua edermiş; "Sana da okuyan olmasın." diye. İnsana öyle bir şartlanma oluyor ki hemen aklına geliyor ve okumadan geçmiyorsun. Allah muhafaza ya bedduaları tutarsa?
Bir diğeri de "Yere ekmek dökme, dökülen ekmek kırıklarına melekler kanadını örtermiş.".Bu da bir annenin çocuk terbiyesi... Böylece çocuk, hayatı boyunca nerde olursa olsun yere ekmek dökmeyecek, dökse de hemen toplayacak. Neticede kimse meleklerin kanadına basmak istemez
"Gece vakti ev süpürülmez; yoksa o evden cenaze çıkar." Bu inanç da acaba ev işlerini akşama bırakan eşini disiplin etmek isteyen bir kocanın marifeti mi sorusunu akla getiriyor. Böylece hanım, işleri gündüzden bitirecek, kendisi de temiz eve gelecek. Ehh.. Kimse onu suçlayamaz..
"Küçük çocukların üstünden atlanmaz; yoksa çocuk, cüce kalır." Büyük kardeş, böylece küçük olanını oyuncak olarak kullanamaz. Çünkü kardeşi, kısa kalır; ya da kendisinin hakimiyetini bitiren küçükten intikam almak için akşama kadar atlar üstünden: "Cüce kalsın, o da sonradan gelmeseymiş, hah!"
Günlük hayatımızı belirleyenler de vardır. İşte bunlardan bir kaçı: "Komşuya iğne verme; kavga edersin.", "Yiyeceklerin üstünü açık bırakma; şeytan yer.", "Büyüklerin ağzını gevelersen ağzın eğilir." vs. Görüldüğü gibi; "Komşuya iğne verme kavga edersin.", aslında verdiğini geri alamama korkusunda ileri gelebilir mi? Yiyeceklerin üstünü açık bırakmak, daha çok hijyen sağlamak içindir diye düşünüyorum. Büyüklerin ağzını geveleme meselesi, yine çocuk terbiyesine ilişkin bir şartlama bence...
Bazılarını anlamlandırmak, gerçekten çok zor... Mesela, "Kapı eşiğinde oturursan, düşmanın çok olur." İyi güzel bir uyarı da neden ve nasıl? "Saçını sık kesersen saç küser"miş, "bir daha zor uzar"mış. Al işte, bir muamma daha... Ya da kocanın malından iki olanı eksiltecekmişsin ki çok kazanıp gözü dışarı kaymasın: Aslında günümüzde bu sözün doğruluğunu tasdikleyen durumlar da yok değil. Kocalar, parayı, malı-mülkü bulunca; ilk işleri, emektar hanımlarını bir kenara atmak oluyor. Ama bu, genel değil. Yine de azımsanacak kadar da az değil.
Yeni doğan çocuğun göbeğini hangi meslekten olsun istersen, oranın bahçesine gömecekmişsin....Açıkçası oğlum doğduğunda; "A.Ü.Tıp Fakültesi'nin bahçesine gömelim." dedik hazır ev de yakınken. Ama sonradan aklıma geldi; bu, bir garanti değildi ki... Hastanede çalışan bir temizlik görevlisi de olabilirdi. Tamam, hayalin doktor olsun; ama hastane de sadece dokotr demek değil ki
Gezmeye gittiğin yerde bir şey unutursan, oraya tekrar gidermişsin (Kasıtlı olarak bırakmak da işe yarar mı acaba?)
Bir de çarpılma ve korkutulma mevzuları var ki, özellikle köylerimizde yanlış yere bassan, çarpılma tehliken bile oldukça yüksek. Küle basma çarpılırsın, gece sofra bezi silkeleme çarpılırsın, yattığın yerde ekmek kırığı olmasın korkuturlar vs.vs...
Son olarak aklıma gelenlerden bir kaçı, yeni doğan çocuğu gezmeye götürdüğünde yumurta veriyorlar bazı Anadolu kentlerinde. Sebebi ise; çocuk, yumurta gibi olsunmuş.
Son olarak kendine muska yada büyü yapılan kişi, akarsuyun üstünden geçerse etkisi kalmazmış ya da olmazmış. Bunların gerçekliği tartışılır. Neticede adı üstünde halk inanışları
Günlerin Uğursuzluğu İnancı
Yanlış inanışlarından biri de haftanın bazı günlerinin uğurlu bazı günlerinin de uğursuz sayılmasıdır. Oysa İslâm'da günün güne üstünlüğü yoktur. Günler, gün olması bakımından birbirinin aynıdır. İnsan dilediği günde iş yapar. Dilediği zaman da seyahate çıkar. Akıllı ve inançlı bir Müslüman şu gün çalışmaz, şu gün işe başlamaz, hurafelerine kanmamalıdır. Ama ne yazık ki halkımızdan bazıları bu uydurmalara kanmaktadır.
Haftanın bazı günlerini uğurlu, bazı günlerim uğursuz ve bazı günlerinde de çalışmayı günah saymak, uzmanlara göre, Yahudi ve Hıristiyan adetlerinden geçmiştir. Gerçekten de Hıristiyanlar Salı gününü uğursuz, Pazar günü de çalışmayı günah sayarlar. Yahudiler ise Cumartesi günü çalışmazlar.
Halbuki İslâm dininde, sadece istirahat ve ibadet saatleri dışında devamlı olarak çalışmak tavsiye edilmiştir. Buna rağmen çalışmaktan en çok kaçar hale de biz gelmişiz. Bir sürü hurafeye kanarak adeta haftanın günlerini çalışmamak için parsellemişiz.
Günlere hurafeler o kadar karışmış ki bazı günlerin hangi saatinde hangi iş yapılmalı veya yapılmamalı o dahi tespit edilmiştir. İşte böyle hurafe kitaplarından biri olan ve "Seyyid Süleyman El-Hüseynî" tarafından kaleme alınan "KENZ'ÜL-HAVAS" adlı kitaptan naklen M. Şemsettin (Günaltay) şu örneği veriyor.
Pazar gününe ait vakitler hakkında:
Saat l: Güneş saatidir, bu saatte sevgi ve dostluk kabul olup kral ve hükümdarlar nezdine girebilmek için dualar okumak ve yazmak uygundur.Yeni elbiseler giymek münasiptir.
Saat 2: ZÜHRE (Venüs)e mahsus olan kötülenmiş bir saattir. Bu saatte hiçbir şey yapılmamalıdır.
Saat 3: UTARİT saatidir. Bu saatte yola çıkmak iyidir. Ayrıca insanların kalp ve gönüllerim celbetmek ve bunlara benzer işleri yapmak için okuma ve yazma saatidir.
Saat 4: AY saatidir. Bu vakitte bir şey alıp satmak iyi değildir. Hiçbir şeye yaramaz.
Saat 5: ZUHAL (Satürn)e mahsus bir saattir. Tefrika ve fitne çıkarma, arabozma ve düşmanlık yapmak için uygun bir saattir.
Saat 6: MÜŞTERİ (Jüpiter)ye nisbet edilen bir saattir. Bu saat kral, hükümdar ve devlet erkanından ihtiyaç talebinde bulunmaya uygundur.
Saat 7: MERİH (Mars)a ait bir saat olduğundan uğursuzdur. Bu vakitte hiçbir şey yapılmaz.
Saat 8: ŞEMS (Güneş)a ait bir saittir. Bu vakitte her türlü hacetin karşılanması için çalışmak uygundur.
Saat 9: ZÜHRE (Venüs)e aitolup insanların kalp ve gönüllerini celbetmek için dua okumaya ve yazmaya uygun bir saattir.
Saat 10: UTARİT'e nisbet edilen bir vakittir. İyi ve salih olan her şeye uygundur.
Saat 11: AY'a ait güzel bir saat olduğundan o vakitte tılsım ve onunla ilgili şekilleri çizmek ve muska yazmak uygun olur.
Saat 12: ZUHAL (Satürn)'ün saati olduğundan bu saat en büyük uğursuzluk getirir. Bu an zarar getirmekten başka bir şeye yaramadığından o saatte herhangi bir işi yapmaktan sakınmalıdır(43).
Günlerle ilgili olarak şu hurafeler de halkımızı etkilemiştir:
—Salı günü işe başlanırsa bitmez sallanır.
—Pazar günü çalışmak uğursuzluktur.
—Çarşamba gecesi işe başlanırsa, "Çarşamba karısını" kızdınr ve o eve kötülüğü dokunur.
—Perşembe çamaşır yıkanırsa zengin olunur (Kıbrıs).
—Salı günü yeni elbise giyilirse yanar.
—Çarşamba günü süt içmek, ev satın almak iyi değildir.
—Cuma akşamı ve cuma günü ev temizlemek günahtır.
—Cumartesi günü çamaşır yıkamak uğursuzluk getirir.
—Arefe günü dikiş dikmek günahtır.
—Arefe günü dikiş diken kadının ölmüş çocuğu varsa onun derilerini diker vs.
Dikkat edilirse hemen haftanın bütün günleri ya belâya, ya da günaha sebep gösterilmiştir. Sanki Öüslümanın çalışması suç kabul edilmiştir. Bu inanç, hem dini hem de millî kalkınmaya ihanettir.
Unutulmamalı ki İslâm Peygamberinin en hoşlanmadığı hallerden biri tembelliktir, İslâm Dini tembelliği değil, çalışmayı tavsiye etmiştir. Çalışmayı ibadet derecesine yükseltmiştir. Hz. Muhammed (S.A.S) "îki günü eşit olan zarardadır" buyurur ve "Sekiz gün ömre dokuz gün çalışmayı tavsiye eder." Bir başka buyruklarında da: "Dünyanızı ıslah ediniz, yarın ölecekmiş gibi de ahiretiniz için hazırlık yapınız"(44) demişlerdir. Böylece âhiret mutluluğunun ancak dünyadaki tutum ve çalışmamızla ilgili olduğuna haber vermişlerdir.
Oysa biz, bu uyarılara kulağımızı tıkayalı, gerilemeye başlamışız ve dün hükmettiğimize bugün el açar duruma düşmüşüz. Bunun vebali dinimizde değil kendimizdedir...
Dünyanın hızlı değişimi karşısında ona ayak uydurabilmek istiyorsak, artık şu gün çalışılmaz, şu gün işe başlanmaz safsatasını bırakalım. Bugünü dünden, yarını bugünden daha ileriye götürmeyi ülkü haline getirelim.
Yüce Allah'ın şu buyruğunu da unutmayalım:
"Allah'ın sana verdiği (Maldan harcayıp) âhiret yurdunu ara, AMA DÜNYADAN NASİBİNİ DE UNUTMA... Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez" (Kasas Suresi, Âyet 77)
--------------------------------------------------------------------------------
Fal Açmak
Yaygın olan hurafelerden biri de fala bakmak, "FAL AÇMAK" adetidir. Fal hurafesi ile okumuşu da cahili de meşgul olmaktadır.
Bazı kimseler de: "Fala inanmıyoruz amma eğlence olsun diye açtırıyoruz" diyorlar. Bu düşünce doğru değildir.
İslâm Dinine göre hangi şekilde olursa olsun, fal baktırmak ve falcıların söylediklerine inanmak yasaktır.
Bu hususta Kurân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"Ey iman edenler! şarap, kumar, putlar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki felaha
erişesiniz" (Maide Sûresi, Ayet: 90).
Konuya ilişkin olarak Allah Elçisi Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) de şöyle söylemiştir: "Kuşun ötmesinden, uçmasından uğursuzluk kabul etmek, ufak taşlar (nohut, bakla, fasulye, iskanbil kağıdı, kahve telvesi vs.) ile fal açmak, kum üzerine hatlar çizmek, bunlardan geleceğe dair hükümler çıkarmak SÎHİR ve KEHANET nevindendir"(11)
Bu ilahi emirlerden açıkça anlaşılıyor ki, fal yasak bir davranış olup haram kılınmıştır. Haram olan bir hükmün şakası helal olamaz. Bu bakımdan eğlence için dahi olsa, falcıların dediklerine ve fala inanmak caiz değildir. Falcılar bir takım şekil ve sembollere dayanarak geleceği gördüklerini ve gaybı bildiklerini iddia ederler. Bu iddialar yalandır. Söylediklerinden binde biri rast gelse dahi bu onların gaybı bildiklerine kanıt olamaz. Çünkü gaybı Allah'tan başka kimse bilemez.
Eğer falcılar herşeyi önceden bildiklerini iddia ediyorlarsa, sınaması kolay. Gelsinler bir araya toplansınlar; ilim adamlarından da jüri kurulsun ve dünya üzerinde herhangi bir şehir tesbit edilip, bu şehirde yarın neler olacak diye falcılara sorulsun. Bakalım bir gün evvelden o tesbit edilen yerde veya ülkede neler oluyor, tümünü haber verebilecekler mi?
İşte meydan, işte dünya !
Her yeni yıl biterken bazı kâhin ve falcıların sesleri duyulur.
Yeni yılda şu olacak, şu ölecek, şu günde dünya bozulacak vs. gibi.
Çok şükür ki onların dediklerinden hiçbirisinin gerçekleştiği (55 senedir yaşıyorum) duymadım. Çünkü geleceği falcı değil, kâinatın yaratıcısı "Âlemlerin Rabbi" Yüce Allah bilir. Allah'ın bildirmediği bir şeyi kimse bilemez.
İnsan, ancak Allah'ın yarattıkları üzerinde akıl yürütür. İlmi öğrenmeye çalışır. En akıllı ve en gelişmiş varlık insan olmasına rağmen, insanın bilgisi ve enerjisi sınırlıdır. Beşeri ve tabii kanunlar arasında sebep-sonuç münasebetleri kurarak birtakım olayları keşfedebilir, bilgiyi öğrenir, yeni yeni kanunları isbat edebilir. Ama bu bilme ve tanıma gücü bir noktaya kadardır. O noktadan ötesi insan için meçhuldür, gayb âlemidir. Gaybın sırlan ve tasarrufu ise Allah'ın ilmine ve iradesine tabidir. Bu nedenlerle Allah'ın bildirmediği bir şeyi ben biliyorum demek, hem ilahi talimata hem de insanlık vasıflarına aykırıdır. Bu itibarla yukarıda söylediğimiz gibi, falcıların söylediklerinden bir kaç tanesi rastgelse bile, bu onların gaybı bildiklerim ifade etmez. Nitekim bu konuyla ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığı'na sorulan bir soruya, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığından 27 Ocak 1987 tarih K6214-9/93 sayılı yazıyla aşağıdaki cevap verilmiştir.
"Gaybı Allah'tan başka kimse bilemez. Nitekim Kur'ân-l Kerim'de (Neml Sûresi, Ayet: 65)
"Göklerde ve yerde gaybı Allah 'tan başka bilen yoktur" buyrulmuştur. Rasulullah (S.A.S) Efendimiz de: "Kahin ve falcıya (yani gaipten haber veren kişiye) inanan kimsenin 40 gün namazı kabul olmaz", "Ona inanan kişi, bana indirileni (kitap ve vahyi) inkar etmiş olur" buyurmuştur.
Bu itibarla yıldızname ve benzeri fal kitaplarına itibar edilmesi ve bu tür şeylere inanılması caiz değildir."
İnsanların maddi ve manevi ilerlemesine engel olan bu tür inançlar, ilk çağların müşrik toplumlarından zamanımıza intikal etmiştir. Ne çare ki modern dünyamızın modern toplumlarında hâlâ bu tür martavallara inananlar, gönül bağlayanlar pek çoktur.
Meselâ böyle hayal üzerine yazılmış bir kitapta şöyle denilmektedir.
"Dahi 1231 kere YA MUĞNİ deye seccadesi altında akçe (yani para) bula. Kimseye demeye batıl olur"(12).
Ne saçmalık!... Hiç oturduğun yerden'"YA MUĞNİ" çekmekle seccadenin altı parayla dolar mı?.. Öyle olsaydı milyarlarca insan gecesini gündüzüne katarak geçim derdi peşinde koşar mıydı?..
İşte böyle yanlış ve batıl telkinlerdir ki, asırlardır şark memleketlerini fakr u zaruret içerisinde kıvrandırmaktadır. Bu kolaydan ve havadan para kazanma isteği tamamen tembellerin, miskinlerin falcı ve kahinlerin uydurdukları yalanlardır.
Ama bu hurafelere de en çok kanan bizim halkımızdır.
Oysa mensup olduğumuz İSLÂM DİNİ, kesinlikle tembellikten, miskinlikten yana değildir. Büyük müçtehit İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri, "İslâm'ın dostu ilim, düşmanı cehalettir" demiştir. Ama buna rağmen hurafelere de en çok bizim dindaşlarımız inandırılmaktadır.
Bu, bizim halkımızı iyi eğitemediğimizi, gerçek İslâm düşüncesini iyi öğretemediğimizi gösterir. Burada suçlu İslâm değil, İslâm'ı iyi anlamayan ve anlatamayanlardır. Çünkü İslâm, daima çalışma, araştırma, okuma ve düşünmeyi teşvik etmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de okuma, araştırma ve çalışma ile ilgili yüzlerce ayet-i kerime vardır.
İslâm Dinine göre meşru yoldan kazanç temini için çalışmak ibadet hükmündedir. Bu nedenle tembellik ve havadan para kazanma yollan İslâm'da reddedilmiştir. Hele eli kolu bağlı oturup da: "Kaderimde ne varsa o çıkar" düşüncesi hiç bir şekilde kabul edilemez. Çünkü kutsal Kitabımız Kur'ân-ı Kerim'de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"İnsan ancak çalıştığına erişir. Onun çalışması şüphesiz görülecektir. Sonra ona karşılığı noksansız verilecektir" (Necm, 39, 40, 41). Bir başka buyrukta da şöyle denilmektedir: "Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah'ın lütfundan rızık isteyin.." (Cuma, 10) Mülk Sûresi 15. âyette de şöyle bildirilir. "Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Öyleyse yerin sırtlarında dolaşın. Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, sonunda dönüş O'nadır."
Anlamlarını sunduğumuz bu âyetler, kişinin ve toplumun mutluluğu için çalışmanın ve araştırmanın önemine dikkatlerimizi çekmekte ve çalışmanın Allah emri olduğunu ifade etmektedir. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S.) de, her vesile ile çalışmayı önermiş, tembelliği kişinin yüzkarası olarak nitelemiştir. Rızık kapısının günün en yüksek noktasından yerin derinliklerine kadar açık olduğunu haber vermiştir. Sevgili Allah Elçisinin hadis kitaplarında konuya ilişkin pek çok buyruğu vardır.
Bu konuda Milli Şairimiz M. Akif ERSOY da bir beyitinde şöyle diyor:
"Bekayı hak tanıyan, say'ı bir vazife bilir,
Çalış, çalış ki beka sa 'y olursa hak edilir."
Kutsal kitabımız Kur'ân-ı Kerim'in pek çok yerinde insanın düşünmesi, araştırması tavsiye edilir demiştik. Ancak Kur'ân, prensiplere en genel şekli ile değinir. Ayrıntıları insanın çalışmasına, araştırmasına, idrakine bırakır. Çünkü ilerlemek, yükselmek ve başarıya ulaşmak ancak çalışmayla, bilimle elde edilir. Veren elin alan elden daha hayırlı olduğu bildirilmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de, "Kim iyi davranışta bulunursa kendisi için yapar, kim kötülük ederse kendisine eder. Allah kullarına zulmetmez" (Fussilet Suresi, âyet, 46). emri mevcuttur. Buna göre iyiyi yapmak, doğruyu bulmak, yararlı yönde çalışmak görevimizdir. Unutmayalım ki ne ekersek onu biçeriz.
Burada bir noktaya daha değinmek istiyorum. O da çalışırken doğruluktan ayrılmamaktır. Çünkü Yüce Allah Hûd Sûresi 112. âyetinde: "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" demektedir. Buna göre hangi iş yerinde olursak olalım ve hangi işte çalışırsak çalışalım, daima iyi niyetle doğru çalışalım. Zira İslâm'da falcılık, üfürükçülük yaparak değil, alınteri dökerek kazanç temini helaldir, insanları kandırarak, inançları sömürerek kazanç temini ise haramdır.
Unutulmamalıdır ki uygar uluslar uzayı parselleme, kâinatı feth etme yolunda yarış yaparlarken bizim, falcının söylediklerinden, kuşun ötmesinden, kahvenin telvesinden ahkâm çıkarmamız abestir.
Bu hem ilme hem de İslama saygısızlıktır. Konuyu Yüce Allah'ın buyruğu ile noktalayalım.
"Peygamber size ne emretti ise onu alın (O'nun dediği ile amel edin). Size neyi yasak etti ise ondan sakının."
(Haşr Sûresi, Âyet: 7)
Hurafeler ve İslam'ın Hurafelere Bakışı
Dinin aslında bulunmayan, birtakım yollarla sonradan dine sokulan ve dinî inançmış gibi telakkî edilen söz, fiil ve davranışların tümü bidat ve hurafe kapsamına girmektedir.
Dinler tarihi incelendiği zaman görülecektir ki; hemen hemen her devirde bidat, hurafe ve batıl inanışlar, toplumların ortak problemi olmuş, daima gündemdeki yerini ve önemini muhafaza etmiştir. Bu, dün olduğu gibi bugün de böyledir. Birçok hurafe, dinimizin esas tâlimatı arasına zararlı bir “parazit” gibi karışmıştır. Maalesef bugün okumuş-câhil, pek çok Müslüman bu hurafelere inanmaktadır. O kadar ki bazıları, bu hurafeleri adeta dinî bir hüküm zannetmekte, hatta ve hatta birçok insan bunu din adına samimi bir şekilde savunmakta ve bu davranışını “hakiki dindarlık”, bunlara karşı çıkmayı ise “dinden uzaklaşma”, “itaatsızlık” ve “inançsızlık” olarak kabul etmektedirler. Halbuki, Dinin kabul etmediği anlayış, inanış ve uygulamalarla dindarlık olmaz. Tam tersine hurafe ve batıl inanışlar, farkına varmadan kişileri, inandıklarını söyledikleri dinin gerçeklerinden ve özünden uzaklaştırır. Gerçek dindarlık, ancak Dinimizin ana kaynaklarında bulunan itikad, ibadet ve ahlak esaslarını kabul etmek ve hayatımızı bu prensipler çerçevesinde düzenlemekle mümkündür.
Bugün insanımızın benimsediği batıl inançlar içinde akla, mantığa uymayan, İslam Dininin emirleriyle hiç bağdaşmayan öyle saçma fikirler vardır ki, insan bunlara inananlara hem hayret ediyor, hem de üzülüyor.
Zira kimi, dişi ağrıyanın mezar taşını ısırıp arkasına bakmadan evine dönerse ağrısının kesileceğine, kimisi bazı mahallerdeki ağaç, türbe ve mescit pencerelerine bez bağlamakla, taş yapıştırmakla dileğinin yerine geleceğine, kimisi de cuma günü ezan okuyan müezzine minareden başörtüsü sallatırsa, kısmetinin açılacağına inanmaktadır.
Bu arada baykuşun ötmesinden, köpeğin havlamasından, kurbağanın sesini yükseltmesinden, yıldız kaymasından, göz seğirmesinden, burun kaşınmasından, kulak kızarmasından nice mana ve hükümler çıkarmaktadır. Cuma gecesi ev temizlemenin, cumartesi günü de çamaşır yıkamanın uğursuzluk getireceğine inananların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur.
Ashab-ı Kiram ve gerçek İslam âlimleri, bu çeşit batıl inançlarla asırlar boyu mücadele etmişler, hala da edilmektedir. Ama ne yazık ki hurafelerin ve yanlış âdetlerin kökü bir türlü kurutulamamıştır.
Toplumların ortak kültürel ve sosyal derdi olan bu batıl inançların neşvü nema bulmasına, kök salmasına zemin hazırlayan birçok sebep vardır. Cehalet, âdet, gelenek, görenek, menfi propaganda, çıkar hesapları, kişisel zaaflar, insanların saf ve temiz inançlarını istismar, dini yanlış anlatma... gibi sebepler, hurafe ve batıl anlayışların ortaya çıkmasına ve yayılmasına neden olan faktörlerden bazılarıdır.
İnsan, yaratılış itibariyle inanmaya ve telkine müsait bir varlıktır. Başına bir dert, bir bela geldi mi, deva ve şifa umuduyla her çareye başvurmakta, her duyduğunu yapmaya kalkışmaktadır.
İşte insanın bu zaafını iyi bilen bazı kimseler, (üfürükçüler, muskacılar, cinciler, falcılar) bundan istifade etmesini bilmektedirler. İnsanın duygu, düşünce ve inancını istismar ederek onu, yanlış yollara sevk etmekte ve menfaat sağlamakta, hatta çevresinde manevî otorite kurabilmektedirler.
Ancak biz inanıyoruz ki, iyi niyetli, temiz düşünceli Müslüman kardeşlerimizi bu kötü niyetli insanların istismarından kurtarmak için onları uyarmak ve eğitmek gerekmektedir. Zira halkımızın sağduyusu sağlamdır. Hurafe inançların ortadan kaldırılması için yılmadan, usanmadan doğru olanı söylemek ve öğretmek gerekir.
Hak gelince batılın ortadan kalkacağını Kutsal Kitabımız haber vermektedir.2 Nitekim İslam Dininin gelmesiyle yeryüzünde bir sürü batıl inanç yıkılmış ve ortadan kalkmıştır. Günümüzde görülen bazı yanlış inanç ve adetlerin devam etmesi, İslam'ın güçsüzlüğünden değildir. Zira İslam esaslarını, İslam düşüncesini iyi bilen hurafeye, safsataya kanmaz. Hurafelerin devam etmesi, halkın çoğunluğunun İslam Dininin emir ve yasaklarını iyi bilmeyişinden, bizim de halkımızı iyi eğitemeyişimizdendir. İşte bu noksanlığı gidermeye bir nebze katkıda bulunmak amacıyla bu makaleyi yazma ihtiyacını duydum.
--------------------------------------------------------------------------------
İslam'da Hıdırellez Kutlaması Yoktur
Ahmet Şahin
Soru: Hıdırellez (Hıdrellez) hakkında bir mü'minin görüşü ne yönde olmalıdır? Çok fazla bâtıl itikat var. Mesela para kesmek gibi. Gazete sayfalarını para niyeti ile dua ederek kesiyorlar. "Sembolik olarak kesiyoruz diyorlar." ya da gül dibine ev yapmak vs. hatta kesilen gazeteden paraları bir torba içerisinde ağzı biraz açık bırakılarak dışarı asıyorlar, Hızır (A.S.), gece gezermiş bu gece, eli değsin diye vs. bunlar hakkında açıklamalı yer verirseniz sualime sevinirim.
Cevap: Öncelikle batıl olan hiç bir uygulamayı dinimiz kabul etmez. Hıdırellez kutlamalarını batıl ve hurafelerle doldurmak doğru değildir. Bahsettiğiniz hurafe uygulamalara itibar etmemek bu gibi hurafelerden uzak durmak gerekir.
Her sene bahar mevsimindeki yeşilliğin canlandığı mayıs ayının başlarında bir Hıdırellez Bayramı kutlanmaktadır. Bu bayramda insanlar ateşler yakıp üzerinden atlayarak kısmet bulacaklarını düşünmekte, içine girecekleri bir eve sahip olacaklarını ümit etmekte, daha nice niyetlerinin bu bayram günündeki bazı âdetlerle gerçekleşeceğini beklemektedir.. Bunların gerçekle ilgisi ne kadardır? Daha doğrusu, Hıdırellez ne demektir? Bunun bir aslı olmalı, sonra bu hale getirilmiş bulunmalı diye düşünmekteyiz. Bu konuda bilgi verebilir misiniz?
Efendim, bazı konular halk örfünde kabuk bağlayıp özünden uzaklaşır duruma girebilmektedir. Zannederim mayıs ayının başında kutlanan Hıdırellez bayramında da böyle bir kabuk bağlama durumu söz konusudur. Olayın aslını şöyle ifade edebiliriz:
Hz. Musa (A.S.) zamanında hükümdarın birinin temiz niyetli bir oğlu kendini dine verir, dinî hayat yaşayıp dinî hizmetlerle hayatını değerlendirmek ister. Babasının hükümdarlığı, makamı, mevkii onu tatmin etmez. Hükümdar oğlunun kendini dinî hizmetlere adaması, çevrenin irşadına yönelmesi Rabb'imizin de hoşuna gider. Ona kerametler ihsan eder. Bu sebeple bu genç irşat için gezerken uğradığı çorak araziler yeşillenmeye başlar. Kupkuru çöllerin yemyeşil hale gelişi, oradan hükümdarın oğlunun geçtiğini göstermiş olur.
Arapça'da yeşilin bir adı da (hazr) olduğundan çorak yerlerin yeşillendiğini gören halk buradan Hızır geçmiştir diyerek Hızır ismini meşhurlaştırmaya başlarlar. Bir ara bu genç, zamanın peygamberi Hz. İlyas (A.S.)'la da buluşur. Böylece Hz.İlyas (A.S.)'la buluştuğu güne halk, Hızır–İlyas buluşma günü olarak isim verirler. Sonraları bu isim yuvarlanarak Hıdırellez şekline dönüşür. Tıpkı hoca merhumun, oğlunuzun adını Eyyüb koyarsanız dikkat edin, sora söylene söylene ip kalır, sözündeki gibi, Hızır ile İlyas da Hıdırellez olup çıkar..
Hızır’ın aslında geçtiği yerleri yeşillendiren bir veli mi, yoksa ayrıca bir de peygamber mi olduğu konusunda çeşitli rivayetler vardır. Fakat gerçek olan odur ki, velilerin hayatını yaşamakta olan Hızır (A.S.), beş çeşit hayat derecesinin ikinci derecesinde yaşamaktadır. Bu derecedeki hayat bizim gibi maddi şartlarla bağlı değildir. Bir anda birçok yerlerde farklı görüntülerle bulunabilir.
Bu yüzden halk arasında da Hızır (A.S.) erişmiştir imdadına diye de söylentiler yayılmaktadır..
Bazen Hızır makamına çıkıp da Hızır’dan ders alan velilerin de olduğu, bunların Hızır gibi darda kalanların imdadına koştuğu, bu yüzden de onların da Hızır'ın kendisi sanıldığı anlaşılmaktadır.
Bediüzzaman Hazretleri'nin Mektubat'ında bu konudaki soru cevapta, Hızır (A.S.), hayattadır; ancak onun hayatı ikinci derecede hayat olduğundan birçok alimler hayatta olmadığını düşünmektedir, şeklinde bilgi vardır.
Hızır–İlyas buluşma günü olarak bildiğimiz altı mayıs Hıdırellez bayramına bu bilgi ve ilgi bakılırsa herhalde gerçeğe daha yakın bir bakışla bakılma ve kutlama söz konusu olur.
Bugüne ait ateş yakılıp üzerinden atlanılması, oyuncak evler yapıp gerçeğine kavuşulacağının düşünülmesi.. gibi âdetler halkın iyilik temennilerinden ibaret arzulardan sayılırlar. Kesinlik arz eden gerçekler olarak kabul edilmezler. Bunlardan medet umulmaz.
İslamiyet'te Muskanın Hükmü Nedir?
Ukbe Bin Amir r.a.'den; “Birisi biat ederken Resûlullah (S.A.V.) ondaki muskayı kopardı ve buyurdu ki; “Kim muska asarsa şirk koşmuştur.” [1]
İbnu Mes'ud (R.A.) anlatıyor: "Resûlullah (S.A.V.)'ı işittim, diyordu ki: "Rukyelerde, temimelerde (muskalarda), tivelelerde (muhabbet muskası) bir nevi şirk vardır." Bunu işiten bir kadın atılarak, (İbnu Mes'ud'a): "Böyle söylemeyin, benim gözüm ağrıyordu. Falan Yahudiye gittim geldim. O bana rukye yaptı. Ağrım kesildi" dedi. Abdullah İbnu Mes'ud (R.A.) tereddüt etmeden, "Bu (ağrı) şeytanın işiydi, o eliyle dürtüyordu, sana rukye yapılınca vazgeçti. Bu durumda sana Resûlullah (S.A.V.) gibi, şöyle söylemem kâfidir: "İzhebi'l-bâs Rabbe'n-nâs eşfi ente'ş-Şâfi, Lâ şifâe illâ şifâuke, şifâen lâ yuğâdiru sakamen. (Ey insanların Rabbi, acıyı gider, şifa ver, sen Şafisin. Senin şifandan başka bir şifa yoktur, hiçbir hastalığı terk etmeyen bir şifa istiyorum." [2]
Cabir (R.A.) anlatıyor: "Resûlullah (S.A.V.)'dan nüşre hakkında sorulmuştu: "O şeytan işidir!" buyurdu." [3] Nüşre; kendisine cin çarptığı zannedilen kimseye yapılan muskadır. (Hattabi) Büyüyü büyü ile bozmak (nüşre) yasaktır. Lakin büyü, Kuran ile bozulabilir.
Hasan (el Basri) dedi ki; "Nüşre (cin muskası), sihirdir." [4]
İsa İbnu Hamza rahimehullah anlatıyor: "Abdullah İbnu U***m (R.A.)'ın yanına girdim. Kendisinde kızıllık vardı. “temime (muska) takmıyor musun?" diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Bundan Allah'a sığınırım. Zira Resulullah (S.A.V.) şöyle buyurmuştu: "Kim bir şey takınırsa, ona havale edilir." [5]
Abdullah bin U***m Ebu Mabed el-Cuheni'den; İsa bin Abdurrahman dedi ki; Abdullah bin U***m'in yanına girdik ve şöyle dedik; (O humre hastalığına yakalanmıştı.) "Bu hastalığın geçmesi için (muska gibi) bir şey takmıyor musun?" Şöyle cevap verdi; "Ölmek ondan iyidir. Zira Peygamber (S.A.V.), şöyle buyurdu; "Kim (Muska gibi) bir şey takınırsa, o takındığı şeye bırakılır." [6]
El-Mugira bin Şube'den; Resulullah (S.A.V.) buyurdu ki; "Dağlama veya rukye yaptıran tevekkülden uzaklaşmıştır." [7]
Ukbe bin Amir (R.A.)'den; Resulullah (sav) buyurdu ki; "Kim temime (nazarlık vb.) takıp asarsa, Allah ona (istediği şeyi) tamamlamasın! Kim de vedaa (nazardan korunmak için takılan deniz kabuğu ) asıp takarsa Allah onu amacına ulaştırmasın! " [8]
Haris bin Ebi Usame Müsnedinde Ebu Hadaş'tan rivayet ediyor; "Bir kadın Peygamber (sav)'e geldi ve dedi ki; "Kocam bana karşı kaba davranıyor. Onu kendime bağlamak için (büyü gibi) bir şey yapsam ne dersin ?" Buyurdu ki; "Öf öf öf! Göktekilere ve yeryüzündekilere eziyet verdin ve çamuru bulandırdın! " Sonra kadın oradan ayrılıp başını tıraş etti, siyahlar giyindi ve dağda yaşamaya başladı. Peygamber (sav)'in yanında ondan bahsedilince buyurdu ki; "Onun tövbesinin kabul edilip edilmeyeceğini bilmiyorum."
Kadın ve Hurafe
Tarih incelendiğinde görülüyor ki kadın, haklar bakımından asırlar boyu ihmal edilmiş, horlanmış, en ağır zulüm, baskı ve işkencelere maruz tutulmuştur. 19. yüzyılın ortalarına kadar, gerek Avrupa, gerekse Asya'da kadın, hukukundan yoksun bırakılmıştır.
Mesela: Yahudi kızları babalarının evlerinde hizmetçi kabul edilmiş, ÎRAN'da MEZDEK, ana ve kız kardeşle evlenmeyi meşru gören yeni bir din kurmuştu!.. Çin ve Hind gibi çok eski milletlerde de kadının sosyal mevkisi çok düşüktü. Hind'de kadın, zavallı bir yaratık olarak kabul ediliyor, her türlü aşağılık arzulara alet ediliyordu. Vedaları okumaktan uzak tutuluyor, ayin ve merasimlere kabul edilmiyordu. Kadının dini efendisine hizmet etmekti. Görevi ve değeri, eğer kocası ölmüş ise onun cesedi üzerinde kendisini yakmasıydı.
Eski Yunanlılarda da kadın, medeni haklar adına hiçbir şeye malik değildi. Kadın kocasının, kocası yoksa babasının, o da olmazsa akrabasından diğer erkeklerin vasiliği altında yaşardı. Kocası onu istediği zaman boşar ya da başkasına devredebilirdi.
Eski Roma'da da kadının durumu çok feciydi. Hatta Roma'da bazı toplantılarda, kadının ruhsuz ve edebi hayattan nasibi olmayan bir hayvandan ve şeytanın iğrenç işinden ibaret bulunduğuna dair kararlar alındığı bile vakidir.
Ortaçağda Bizans'ın en şaşaalı zamanlarında bile kadının sosyal mevkisi çok düşüktü. Bizans'ta kadının durumu kısaca şöyleydi:
Kadın erkeğin malı idi. Onda istediği gibi tasarruf hakkı vardı. Hayat ve ölümü eşinin elindeydi. Köle olarak kabul edilirdi. Kadının önce babasının, evlendikten sonra kocasının, kocası ölünce de oğlunun esiri idi. Kadın bir şehvet metaı addolunurdu. En medeni olan Atinalılar arasında bile kadın çarşılarda satılır, .başkalarına ihale olunurdu. O sadece evin düzeni, çocuklara bakmak için lâzımdı.
1788 yıllarına kadar kadın İngiltere'de de kocasına mutlak itaate mecbur olup hemen hemen hiçbir hakka sahip değildi.
1888 yılında İngiliz piskoposlarından "Dour", Vestminister kilisesinde yaptığı bir konuşmasında şöyle diyordu. "Bundan 100 sene evveline gelinceye kadar kadın, erkeğin sofrasına oturmak hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze başlaması da caiz değildi.
Kocası da başının ucuna kocaman bir sopa asardı ki karısı ne zaman bir emrini tutmazsa, onu kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocukları ise analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi.
İslâmiyet'ten önce Arap Yarımadası'nda da kadının durumu yürekler acısı idi. Araplar kızlara karşı olan nefrette o kadar ileri gidiyorlardı ki, yaşama hakkını dahi onlara çok görüyorlardı. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi kendilerine göre fazilet kabul ediyorlardı. Herhangi birisinin bir kız çocuğu dünyaya geldiği zaman öfkesinden ne yapacağını bilemezdi.
Kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim onların bu insanlık dışı davranışlarını şöyle anlatır:
"Onlardan birine kız doğumu müjdesi verilince öfkeli olarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan gizlenmeye çalışır. Onu utana utana tutsun mu? Toprağa mı gömsün?.." (Nahl Suresi, Âyet, 58,59).
İslam'a kadar bütün dünyada kadın değersiz bir yaratık olarak kabul edilmiş, yüzyıllar boyu ona hiçbir sosyal hak tanınmamıştır.
İslâm'dan önce Hz. İsa kadınlar hakkında iyi düşünceliydi, onların hukukunu korumak istedi. Ama kilise Hıristiyanlığın kadınlar hakkında şefkat ve merhamete dayanan ilkelerini istediği biçimde değiştirdi. Hatta Hıristiyan azizlerinin katlettirdiği binlerce kadının acıklı öyküleri tarihte yazılıdır.
İlk âyetinden itibaren dünyada yeni bir çığır açan, dünyaya kurtuluş yollarını gösteren İslâm, o zamana kadar kadınlara verilmeyen haklar getirmiş, kadını özgürlüğüne kavuşturmuştur. İslâm'a göre kadın erkeğinin eşi, yardımcısı ve danışmanı olarak kabul edilmiştir. Ona, aile içerisinde söz hakkı tanınmış ve birtakım görevlerle yükümlü kılınmıştır. Hz. Muhammed (S.A.S.): "Kadın da kocasının evinde bir çobandır ve yönetimi altında olanlardan sorumludur" buyurmuş, onun aile içinde söz sahibi olduğunu cihana ilan etmiştir.
İslâm'da kadına işkence etmek, onu horlamak, küçük görmek, mal varlığına tecavüz etmek yoktur. Kadına aile içinde ve toplumda saygı esastır. Peygamberimiz: "En hayırlınız kadınlarına karşı en iyi davrananınızdır" buyuruyorlar.
İslâm esaslarına göre kadın da erkek gibi inanç, amel ve ahlâk hükümleriyle yükümlüdür. İyilik ve doğruluk üzere davranmada, kötülüklerden sakınmada aynen erkek gibidir.
Kadın hukuk açısından ve haklarını kullanması bakımından o zamana kadar dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan ve hiçbir dinde görülmeyen geniş yetkilere kavuşmuştur. Şöyle ki:
"İslâmda kadın malı, nefsi ve zimmeti üzerine istediği gibi tasarruf hakkına maliktir. Kimsenin iznine ve hakimin müdahalesine ihtiyacı yoktur. Evlenme, alım-satım, kiraya verip alma, bağış yapma, kefil alma, ödünç para verme, şirket kurma, vekalet, sulh ve ibra, dava ve ikrar gibi bilcümle hususlarda erkek gibidir. Erkek gibi gayrimeşru fiil ve hareketlerinden mal ve vicdan bakımından sorumludur".
Tanıklık ve diyet gibi bir kaç mesele de erkekle eşit tutulmamıştır. Ancak bu insan hakları bakımından değil, kadınların özelliklerinden ötürüdür.
İslâm kadınlara siyasal tercihlerini kullanma hakkını da tanımıştır. Hz. Peygamber kadınların oylarını kabul etmiştir.
İslâm tarihinde hadis, fıkıh, tarih, siyaset ve tıp gibi bilim dallarında yetişmiş pek çok ünlü kadın vardır.
Mesela Hz. Peygamberimizin muhterem eşi Hz. Aişe Kuran, hadis, edebiyat ve tarih ilminde kaynak kabul edilen bir bilgin hanımdır. Ayrıca fetva veren meselelerin hukuki hükmünü bildiren 7 büyük sahabiden biri olarak kabul edilir.
Üçüncü Abbasi Halifesi Mehdi'nin kızı Hayzüran, siyasal bilimlerde ünlüdür. Yine Hicri 5. asrın bilgin hanımlarından ŞEHDE, Bağdat Camii'nde devrin en büyük edip ve bilginlerine tarih ve edebiyat konferansları vermiştir. İslâm tarihinde böyle daha pek çok bilgin hanımefendiler vardır.
Dünyanın her yerinde insan haklarının çiğnendiği, insan ve kadın ticaretinin yapıldığı, kadına hiçbir hakkın tanınmadığı, her türlü zulüm ve hareketin reva görüldüğü, bir meta gibi elden ele satıldığı, hatta uzun süre "Kadının ruhu var mıdır, yok mudur?" diye tartışmasının yapıldığı bir çağda, İslâm'ın ve sevgili Peygamberimizin kadın haklarına karşı gösterdiği titizlik, hiç şüphesiz yüce dinimiz İslâm'ın getirdiği yeniliklerdir. Tarih budur, gerçek budur.
1789 Fransız Büyük îhtilali'nin, kan akıtarak yazdığı "Hukuku Beşer Beyannamesi" ve ondan çok yıllar sonra, Birleşmiş Milletlerin "İnsan Hakları Beyannamesinden", insanlığın çok uzak olduğu bir dönemde ta 15 asır önce, İslâm'ın kadına tanıdığı haklar hiç de küçümsenecek ölçüde değildir.
İslâm'da kadına saygı bir anlamda Peygamberin buyruklarına saygıdır. Çünkü kadın varlığımızın devamlılığının kaynağıdır.
Sevgili Peygamberimiz Veda hutbesinde:
"Ey insanlar! Sizin kadınlarınız üzerinde birtakım haklarınız vardır. Onlar sizin haklarınıza riayet etmelidirler.Onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Onlara karşı iyi davranınız. Eşlerinize şefkatle muamele edin. Siz onları Allah'ın ahdi ile aldınız. Onlar size Allah'ın ahdi ile helâl olmuştur" buyurmuşlardır.
İslâm kadını bu şekilde değerlendirmesine rağmen, maalesef bazı cahil kişilerin gözünde o, hâlâ "saçı uzun, aklı kısa" kabul edilerek ezilmeye, horlanmaya mahkûm bir varlık gibi muamele görmektedir.
Ancak kadın hakkında söylenen bir sürü hurafenin mevcudiyeti de bir gerçektir. İşte kız, kadın ve gelinler hakkında söylenen hurafelerden bazı örnekler.
—Evden çıkan erkek işine giderken önünü kadın keserse işi ters gider.
—Kısa boylu kadın uğursuzdur.
—Hayızlı (aybaşılı) kadın sebze bahçesinden geçerse sebzeleri kurutur.
—Hayızlı kadın akşam ezanından sonra küpten turşu çıkarırsa turşu bozulur.
—Gelin eve ilk geldiğinde kaynanasının iki bacağı arasından içeri girerse saygılı olur.
—Bir kız akşam ezanı okunurken merdiven altından geçerse kısır kalır.
—Cuma günü ezan okuyan müezzine kızın başörtüsü veya mendili sallattırılırsa nasibi çıkar.
—Çocuğu yaşamayan bir kadın bir yatıra "Bunu sana sattım" der ve kurban kestirir. Çocuk dünyaya gelince eğer kız ise adını satı, oğlan olursa Satılmış koyar. Aksi halde çocuğu yaşamaz.
—Çocuğu ölen kadın Cuma günü iş yapmaz.
—Gelin olanın duvağı evde kalmış kızın başında çözülürse bahtı açılır.
—Evde kilitlenen kilit, bayram sabahı veya Cuma günü, namazdan önce imam tarafından camide açılırsa kızın bahtı açılır.
—Çocuğu yaşamayan kadın yeniden doğum yaptığında 40 evden topladığı parçalarla gömlek dikip çocuğuna giydirirse çocuğu yaşar ve ömrü uzun olur.
—Aş yeren bir kadın çirkin bir yere bakarsa çocuğu çirkin olur.
—Doğum yapan kadın yedigün çocuğunun yanından dışarı çıkmaz. Çıkarsa cinniler gelir çocuğu götürür. Başka bir çocukla değiştirir.
—Doğuran kadının (lohusanın) bulunduğu yere süpürge, Kur'ân, soğan, sanmsak aşılırsa "alkansı" lohusa ve çocuğa zarar vermez.
—Lohusa kadının ve çocuğun yastığı altına iğne, çuvaldız, kama, bıçak konursa albasmaz.
—Bir hamile kadın ölü yıkanırken suyundan atlarsa çocuğu baygın doğar (Kıbrıs).
—Evli birinin yüzüğünü bekar kız takarsa kısmeti kesilir (Kıbrıs Halk İnanışları).
—Bekar kız, evli birinin gelinliğini giyerse kısmeti kesilir (Kıbrıs).
—Hamileyken yumurta yiyen kadının çocuğu haylaz olur (Kıbrıs).
—Hamileyken anında anahtar açanın doğumu kolay olur (Kıbrıs
Kurşun Dökmek
Halkımız arasında "göz değmesi, göze gelme" diye adlandırılan bir "NAZAR" inancı vardır. Nazar isabet eden kimsenin kendisine, malına veya eşyasına bir zarar geleceğine inanılır. Bu nedenle nazarın isabetinden ve etkisinden korunmak üzere bazı tedbirlere başvurulmaktadır. Bunlar korunma ve kurtulma tedbirleri olmak üzere iki kısma ayrılır.
Korunma tedbirleri olarak çocuklara, at, dana, inek, vb. hayvanlara, ev, dükkan, otomobil gibi eşyaya nazar boncuğu, at nalı, üzerlik otundan yapılan kolyeler takılmakta bazı yörelerimizde de özellikle çocuklara kurt, ayı, kartal, leylek gibi hayvanların diş, tırnak ve kemiklerinden yapılan nazarlıklar takılmaktadır. Böylece nazarın isabetinden korunulacağına inanılmaktadır. Ayrıca nazar muskalarının da kullanıldığı görülmektedir. Nazar isabetinden kurtulmak için ise, kurşun veya mum döktürülmekte, nefesi keskin (izinli denilen) hocalara okutulmaktadır.Bazı yörelerimizde de "tuz çatılmakta", "un yakılmakta" , "üzerlik otu" yakılarak dumanı ile tütsülenilmektedir.
En yaygın olan uygulama kurşun veya mum dökme adetidir. Bu iş şöyle yapılmaktadır:
Nazar isabet eden hasta (genellikle çocuklar), kurşun dökücüsünün önüne oturtulur. Başı bir örtü ile kapanır. Çocuğun başı üzerinde tutulan ve içinde su bulunan kaba, ocakta eritilen kurşun dökülür. Kurşun döküldükten sonra oradakiler hep beraber;
"Kem göz çatlasın
Nazar eden patlasın"
diye beddua ederler. Bazı yerlerde de yaygın olarak nazarlıkotu yakılır. Dumanı ile hasta tütsülenir. Bu esnada çabuk çabuk,
"Üzerliksin havasın
Her dertlere devasın
Ak göz, kara göz,
Mavi göz, ela göz
Hangisi nazar etmişse
Onların nazarını boz"
denilmektedir. Şu tekerleme de söylenilmektedir:
"Elemtere fiş
Kem gözlere şiş
Üzerlik çatlasın
Nazar eden patlasın".
Bu konuda şunu ifade etmek isterim ki, nazardan korunmak veya kurtulmak için çeşitli nazar boncukları, diş, kemik, tırnak ve üzerlik otu gibi nesneleri takmak dinimiz açısından doğru değildir. Çünkü İslâmda fayda ve zarar Allah'ın takdiriyle tecelli eder. Bundan ayrılıp birtakım nesnelerden medet ummak yanlıştır, hurafedir. Zira Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S), nazar boncuğu gibi birtakım nesneleri takarak, hastalıktan kurtulmaya irikad etmeyi men etmişlerdir.
Allah Elçisi şöyle buyuruyor:
"Efsun yapmak, nazar boncuğu takmak, kadınların kocalarına kendilerini sevdirmek için sihir yapmak, ŞİRK (Allah'a ortak koşmak)tır".
Ancak bir hususa değinmekte yarar görüyorum. Çünkü halkımız "nazar var mıdır, varsa İslâm'ın Bakış açışı nedir?" diye çok soru sormaktadır.
Bu konuda Peygamberimiz şöyle buyuruyorlar: "Nazar haktır (gerçektir)."
"Nazar insanı mezara, deveyi kazana koyar" Öyleyse "İsabet-i ayn" denilen nazar vardır ve gerçektir. Peki mahiyeti ve İslâm'a göre korunma çaresi nedir? Bunu en yetkili merci olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun, konuya ilişkin sorulan bir soruya verdiği cevaptan öğrenelim.
"Mahiyeti ve nasıl olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, nazar veya göz değmesi, yani bazı kimselerin bakışları ile bazı olumsuz etkilerin meydana gelmesi dinen de kabul edilmektedir. Nitekim Kuran-ı Kerim'de (Kalem Sûresi, Ayet: 51-52)
"... İnkar edenler Kurân'ı dinlediklerinde, neredeyse seni gözleriyle yıkıp devireceklerdi" buyrulmaktadır.
Hz. Aişe (R.A.)'nin naklettiği bir hadis-i şerifte de Hz. Peygamber (S.A.S) "Nazardan Allah'a sığının, çünkü nazar (göz değmesi) haktır." (İbn Mâce, 2/1159 Hadis No: 3508) buyurmuştur.
Resulullah (S.A.V)'ın nazar değmesine karşı, "Ayetü'l Kürsi" ile ihlâs ve Muavvizeteyn (yani Felak ve Nas) Sûrelerini okuduğu ashabına da bunları okumalarını tavsiye buyurduğu (Tecrid tercemesi, 12/90, Hadis No: 3508) buyurmuştur.
İslâm bilginleri, nazarın etkisinden korunmak veya nazar isabet etmiş ise kurtulmak için Kalem Sûresinin 51. ve 52. âyetlerinin okunmasını da tavsiye etmişlerdir.
"Büyük velilerden Hasan Basri Hazretleri, nazara karşı Kalem Sûresi'nin 51. ve 52. âyetlerini okur ve nazardan etkilenen kimselere de okunmasını tavsiye ederdi"
Bu âyetlerle ilgili olarak "Esrar-ı Muhammediye" adlı eserde şöyle denilmiştir:
"Bu âyet-i kerime (Kalem Sûresi 51. ve 52. âyetleri) de nazarın def'i içindir. İster yazmak suretiyle taşınsın, ister o âyetin okunduğu okunmuş suyla yıkanılsın veya o âyetin okunduğu sudan içilsin hep aynıdır. Nazarın etkisinden korunmak için tavsiye edilmiştir.
Kalem Sûresinde adı geçen âyetlerin okunuşu:
"Ve in yekâdülleziyne keferû leyüzlikûneke biebsâ-rihim lemmâ semiu'z-zikre veyekûlûne innehü le-mecnun. Ve mâ hüve illâ zikrun li'l âlemin."
Âyetlerin anlamı: "Hakikat, o küfredenler zikri (Kur'ân 'ı) işittikleri zaman az kalsın seni gözleriyle yıkacaklardı. Halbuki O (Kurân) âlemler için (ins-ü cin için)(mahzı) şereften (öğütten) başka bir şey değildir" (Kalem Sûresi, âyet: 51, 52).
İnsan hoşuna giden bir şeye bakarken nazarı değmemesi için "Maaşâallah, La kuvvete illâ billah" demelidir. Bu Peygamber Efendimiz'in okuduğu bir duadır.
"Nazar değmemesi için çocuklara nazarlık veya boncuk takılması ise cahiliyet devri âdetlerindendir. (Yani batıl âdettir). Bu itibarla hiçbir faydası olmadığı gibi, dinen de caiz değildir.
Hastalanan kimselere Cenâb-ı Hak'tan şifa umarak, Kurân-ı Kerim ve şifa ile ilgili dualar okumak caizdir. Halkı kandırmak, başkalarına zarar vermek, gaibten haber vermek, falcılık ve sihir yapmak... gibi işler ise dinen haramdır. Bu tür maksatlar için üfürükçülük yapmak dinen caiz olmadığı gibi, kanunen de suçtur. Bu itibarla, sihirbazlık ve sihirle ilgili üfürükçülüğü meslek ve sanat edinen ve böylece saf kimseleri kandırarak menfaat sağlayan kişilerin ilgili mercilere bildirilmesi gerekir"
--------------------------------------------------------------------------------
Mum Yakmak
Türbe, mezar, tekke vb. yerlere mum yakma adeti, eski cahiliyet çağından kalma adetlerden biridir. Arkeologların çoğu bu adetin en ilkel ateş kültü ile ilgili olduğuna kanidirler. Yani "Ateşe tapınmaktan" kalma bir adet olduğu söylenilmektedir.
Eski çağlarda yalnız "aziz" sayılanların değil, başka ölülerin de mezarlarında yahut öldükleri yerde mum veya ateş yakmak bir nevi kurban sayılırdı.
"Türbelerde kandil (mum) yakmak adeti Fenikelilerden intikal etmiş bir ananedir. Fenikeliler SUR şehrinin hamisi ve ilahı olan MELKÂRES'in heykeli önünde devamlı kandil yakarlardı"
Hıristiyanlıktan önceki Helenler ve Romalılar'ın da mezarlarında ve mezar taşları üzerinde meşaleler yaktıkları bilinmektedir. Bunlar Hıristiyan olduktan sonra da bu adetlerini bırakmamışlardır. Bu Paganizm kalıntısı adet, daha sonraları Hıristiyan din adamları tarafından kitaba uydurulup, mum yakma şeklinde dini âyinlere sokulmuştur. Hıristiyan din adamlarının izahlarına göre güya bu âdet, ilk Hıristiyanların karanlık mağara ve Katakomplarda gizlice ibadet ettikleri zaman yaktıkları mum ve meşalelerin hatırası imiş...
İslâm'da cami duvarına, kabir taşına, mezar taşına, mum yakılır diye bir kural yoktur. Bu adet, Müslüman-Türklere Mecusilerden ve Hıristiyanlardan geçmiştir.
Kabir başına, mezar taşına mum yakan kişi, oradaki yatırla kendini bütünleşmiş, ondan bir parça olmuş gibi kabul ediyor ki, bu büyük bir hatadır ve şirktir. İslâm'a göre insan, ancak Allah'a iltica eder ve O'na sığınır; O'nun dışındaki varlıklardan medet ummak yanlıştır. Bu itibarla kabirlerde mum yakma adeti yanlış bir inançtır, hurafedir. Ayrıca halkımız arasında yaygın olan bir yanlış inanç da cenaze çıkan odada 40 gün ışık yakılmasıdır. Güya ölü çıkan odada 40 gün ışık yakılırsa, ölünün ruhu geldiği zaman karanlıkta kalmaz evini ve odasını daha çabuk bulurmuş...
Böyle inançlar batıl itikatlardandır. İslâm esasları ile alakası yoktur. Ama maalesef bazı kimseler bunlara inandırılmıştır.
İslâm'da türbe bahçesine, kabristana ağaç ve çiçek dikilir, fakat mum yakılmaz
Muskacıların Sonu
Ömrünü muska yazarak, fal açarak, sihir yaparak geçiren pek çok insanın sonu hüsran ile noktalanmıştır. Bunlardan kimisi hapishane köşelerinde, kimisi de feci hastalıklara yakalanarak fakr-ü zaruret içerisinde ölmüşlerdir. Bir yazar şunları söylüyor:
"Vakitlerini muskacılıkla geçirenler, bu yoldan her ne kadar menfaat temin ediyorlarsa da bu iş dinen mezmun (kötülenmiş) olduğu için iflah olmuyorlar. Daima hayatları sıkıntı ve sefaletle, beş kuruşa muhtaç olarak geçmekte olduğu müşahade edilmektedir. Hayatlarının sonunda perişan bir vaziyette, miskinlik içinde yaşadıkları görülmektedir... Bunların hepsi yaptıklarının cezasıdır. Çünkü nice bakılması şer'an haram olan göbeklere muskalar yazmışlardır. Diğer muskalarda yazdıkları âyetlerin bir kısmı ayaklar altına ve pisliklere gitmiştir. Nice genç kızları muhabbet muskasıyla aldatmışlardır... Allah'ın men ettiği şeyleri insanlara aşılamışlar, imanın temelini sarsmışlar, İslâm akidesini bozmuşlardır. Böylelikle Hıristiyan adetlerini canlandırarak ve bunları bir kısım insanlara kabul ettirip onların itikatlarını bozarak imanlarını sarsmaları ile tedavisi imkansız olan yaraları İslâm alemine açmışlardır"
Yeri gelmişken bir ibretli olayı nakletmek isterim. Olayı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde öğrenci iken Din Psikolojisi Profesörümüz sınıfta anlatmıştı. Ankara'nın köylerinden birinde, muskacılığı, üfürükçülüğü ve gaipten haber vermesiyle günden güne ünü artan bir Hoca (!) türemiş. Ehl-i Keramet olduğu söylenmeye başlanmış. Bu hoca açıktan para almıyormuş, ama gizliden gizliye de verilen para ve bahşişleri geri çevirmiyormuş. Bu hoca, birgün bazı kimseler tarafından şikayet edilmiş. İlgililer, bizim profesörü bir emniyet ekibi ile beraber durumu yerinde tespit ve tahkik etmek üzere, "BİLÎRKÎŞÎ" olarak köye göndermişler. Heyet, köye değişik kılıkla ziyaretçi gibi gitmiş, Hocayı sormuşlar, ziyaret etmek istediklerini söylemişler. "Buyrulsun" haberi gelince evine gitmişler. Loş ve nispeten karartılmış bir oda içerisinde hocanın huzuruna çıkartılmışlar. Hoca: "Siz Allah'ın iyi kullarısınız. Sizin geleceğiniz bana malûm oldu" diyerek kendilerine iltifat ve dua etmiş. Bu esnada, "işte nur indi" demiş ve kalbi nahiyesinde bir ışık parlamaya başlamış. Ayrıca odanın ortasından da parlak beyaz bir cisim geçmiş. Emniyet görevlileri, şüphelenmişler, hocayı ve yardımcılarını etkisiz hale getirmişler. Hoca efendinin üzeri aranmış. Görülmüş ki giydiği beyaz uzun elbise (entari)nin altında ince kabloyla vücudu sarılmış. Kalbi üzerine bir küçük ampul takılmış, cebine de piller koyulmuş. Hoca, cebindeki düğmeye basınca kalbi üzerindeki ışık yanıyormuş. Odadan geçirilen ışıklı cisim de fosforlanmış beyaz bir çarşaf imiş. Böylece hocaefendinin (!) kerametinin sırı ortaya çıkmış.
Bu hatırayı anlatmaktan maksadım gerçek ulemayı, evliya-ı kiramı ve manevi makamları, kesinlikle istihfaf ve istiskal etmek değildir. Olaydaki gibi düzenbazların Yüce Îslâm'ın gerçek VELAYET makamını İSTİSMAR edişlerini kınamaktır. Bu itibarla her aklı başında mümin, halkımızı böyle "sahte evliya" ve "cinci" hocaların tahribatından korumak için elinden gelen gayreti esirgememelidir.
Özellikle din görevlilerimiz, bu tip olaylara karşı daha duyarlı olmalı ve halkı irşat görevinde daha çok gayret sarf etmelidirler. Zira mesleklerinin ve görevlerinin ulviyetini istismar eden böyle bazı madrabazlar çıkabilmektedir.
Bu mütegallibe güruhu, halkımızın temiz itikat, ibadet ve ahlakını zedelemekte, bir sürü bâtıl inancın yayılmasına da vasıta olmaktadırlar. Bu nedenle mânevi sorumlulukları ağırdır.
İnanıyoruz ki hurafelerin azalması, doğru olanı öğretmekle mümkündür. Yolu ve yordamıyla yanlışlar gösterilir, doğru olan öğretilirse halkımız bâtılı terk etmektedir. Bunun örnekleri vardır.
Bu konuyu düğümlerken şu hususu da hatırlatmak isterim. Eskiler, "İnsan beşer, yoldan şaşar" demişlerdir. Gerçekten her insan hata yapabilir. Ancak hatayı idrak edip doğruya dönmek ise, en büyük fazilettir. Bu bakımdan muska, sihir, tılsım vb. İslâm'ın men ettiği işleri yapanlar, muskacının dediklerine inananlar içtenlikle Allah'a tövbe ve istiğfarda bulunurlarsa, inanıyoruz ki Yüce Allah, tövbeleri en çok kabul edendir. Bu bakımdan yanlış yolda olanlara Cenab-ı Hakkin şu buyruğunu hatırlatmak isteriz.
"Ey müminler kurtuluşa ermeniz için hepiniz tövbe ederek Allah'ın hükmüne dönün" (Nur Suresi âyet 14). Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) de: "Ademoğlunun hepsi hata işler. Ancak hata edenlerin en hayırlıları tövbe edenlerdir" buyurmuşlardır. Bu ilahi ruhsatı anlayıp da doğru yola dönenlere ne mutlu!..
Türkiye'deki Batıl İnançlar
Bartın ve çevresinde çocuk sümüklü olmasın diye hamile kadınlara kelle, paça, balık yedirmezler. Güzel oğlan çocuklarına ve Ay´a baktırılır. Çocukları bir arada ise biri yerde biri kucakta bıraktırılmaz. Yerdekini hemen kucağa alırlar. Annenin gönlünden "benim çocuğum yerde kaldı, hasta olur" düşüncesi geçerse çocuğu hastalanırmış. Yine Bartın ve çevresinde çekilen dişler atılmaz, duvar kovuğuna konur.
Tavşan araç önüne çıkarsa uğursuzluk sayılır. Buğdaydan yapılı başak demeti asılı bir evde yangın çıkmazmış. Oklava elde iken üzerinden atlanmaz. Atlayanın karnı ağrırmış. Gece kül dökülmez ve küle basılmaz. Külün içinde cinlerin olduğuna inanılır. Ayakta pantolon giyilmez, Şeytan ayağını sokar derler. İlk önce sağ ayakla giyilir. Çorap, iç çamaşır ters giyilmez, işlerin ters gideceğine inanılır. Nazar için mavi boncuklar takılır. Kulak çekilerek duvara ve tahtaya vurulur. Siyah matem işaretidir. Rüyada yeşil ve beyaz görülünce sevinilir. Salı ve Cumartesi günleri çamaşır yıkanmaz. Pazartesi, Çarşamba ve Perşembe günleri çamaşır yıkanır. Geceleri örümcek ağı bozulmaz.
Akşam öten horoz uğursuzluğun alametidir. Akşam havakarardıktan sonra komşuya ateş ve tuz verilirse uğursuzluk sayılır. Zaten isteseler de vermezler.
--------------------------------------------------------------------------------
Powered by vBulletin® Version 4.2.5 Copyright © 2025 vBulletin Solutions, Inc. All rights reserved.