PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kabenin gizemi



umut55
31-10-2010, 08:40
Altın Oran ve Kabe Mucizesi
Birazdan Kutsal Mekke şehrinde binlerce yıldır gizli kalmış akıl almaz sırların bilimsel kanıtlarıyla ortaya çıkışına şahit olacaksınız. Mekke, Milyarlarca Müslümana secde yönü, toplanma yeri ve İslam'ın kutsal merkezi olarak bildirilmiştir. Gücü yeten Her Müslümana Kabe, Müzdelife ve Arafat Dağı'nı kapsayan bir yolculuğa çıkarak Kutsal şehre gelmesi farz kılınmıştır.

Fi sabiti- 1,618, matematikteki üstün tasarım sayısı. Kalp atışlarımızda, DNA' sarmallarının en ve boy oranında, kainatın dodecehadron adı verilen özel tasarımında, bitkilerin filotaksi denen yaprak dizilim kurallarında, kar tanesi kristallerinde, pek çok galaksinin spiral yapısında ve sayısız yerde Yaratıcı hep aynı muhteşem sayıyı kullanmıştı. Altın oran sayısı yani 1,618...

Pek çok ünlü mimari yapıda olduğu gibi Mısır Piramitleri'nin tasarımında dahi bu oranın kullanıldığı görülmektedir. Ünlü astronom Kepler, bu sayı için büyük bir hazine ifadesini kullanmıştı. Yüzlerce yıldır pek çok ünlü ressam, mühendis ve mimar Leonardo da Vinci gibi neredeyse tüm eserlerinde bu oranı kullanıyorlardı.

Estetik uzmanı Dr Steven Markout, 25 yıl süren araştırmasında DNA'mıza dahi işlenmiş bu orana göre yaratılmış insan yüzleri ve bedenlerini istisnasız tüm insanların güzel bulduğunu yaptığı büyük bir deneyle ispatladı. Bir şekli tanımlayan temel ölçülerin birbirine oranının 1,618 i vermesi onu altın oran'a yani kusursuz tasarıma uygun hale getiriyordu.

Peki ya dünyamızın Altın Oran Noktası... nerededir?
Mekke şehrinin kuzey kutup noktasına olan uzaklığı ile güney kutup noktasına olan uzaklığının oranı tam olarak 1,618 yani altın orandır. Ayrıca Mekke şehrinin Güney kutup noktasına olan uzaklığı ile iki kutup arasındaki uzaklığın birbirine oranı yine 1,618'dir.

Mucize bununla bitmez; tüm insanlığın ortak yer belirleme dili haline gelmiş enlem boylam haritasına göre de Dünyanın Altın Oran noktası Mekke şehrindedir.

Mekke'den günleri değiştiği ve gün dönümü çizgisi olarak belirtilen sınıra olan doğu uzaklığı ile batı uzaklığının birbirine oranı da yine 1,618'dir. Ayrıca Mekke'nin gündönümü çizgisine batı yönlü uzaklığının, dünyanın o enlemdeki çevre uzunluğuna oranı da şekilde görüldüğü gibi yine şaşırtıcı şekilde Altın oran yani 1,618 sayısını verir. Tüm harita sistemlerindeki bir kaç km olan ufak farklara rağmen Altın Oran noktası Mekke şehrinden asla dışarı çıkmaz ve Kabe'yi içine alan Kutsal Bölge dairesinde kalır.

Evinizde Google Earth programı'nın cetvel özelliğini kullanarak dünyadaki herhangi iki nokta arasındaki uzaklığı oldukça hassas şekilde kolayca keşfedebilir, dilerseniz enlem ve boylam koordinatları yoluyla hesaplayarak yada basit bir hesap makinesi ile verilen oranların doğruluğunu evinizde dahi test edebilirsiniz. Görüntülerde önce Mekke şehrine sonra Kuzey Kutup noktasına başlangıç ve bitiş noktalarını nasıl yerleştirildiğini görüyorsunuz. Pozitif enlem ve boylam değerleri ile deniz yerine Karaya düşme açısından dünyanın tek altın Oran noktası Mekke şehri olabilmektedir.

Phi Matrix programı ise tabloların ve resimlerin altın oran noktasını göstermeye yarayan bir Amerikan programıdır. Dünya Enlem boylam haritasını derinliği hiç bitmeyen canlı bir tablo gibi düşünür ve bu programla açarsak Dünyanın Altın Oran noktasının Mekke şehri olarak belirlendiğini görürüz.

Mucizeler devam ediyor...

Mekke ayetinde Altın Oran Mucizesi
Kuran ı Kerimde Mekke kelimesinin geçtiği ve orada tüm insanlığa iman verecek açık delillerin varlığından bahseden tek bir ayet vardır. Ali İmran Suresi 96. ayetinde Mekke şehri ile Altın oran arasındaki bağıntı Yüce yaratıcımız tarafından açıkça nakşedilmiştir. Bu ayetin tüm harf sayısı 47'dir. harf sayılarının altın oranını aldığımızda Mekke kelimesinin işaret edildiğini görürüz. 47 / 1,618 = 29,0 . Ayet başından Mekke kelimesine kadar tam 29 harf vardır. Aynı dünya haritasındaki gibi. Eğer bir harf fazla yada eksik olsa idi bu oran asla oluşmayacaktı. Hiç bir zorlama olmadan dünya üzerinde yaptığımız aynı işlemi yaptık ve harf sayılarının Mekke ve altın oranı işaret eden muhteşem uyumuna şahit olduk.

Tüm bu işaretler göstermektedir ki; dünyayı ve matematiği yaratan tasvir edilmesi imkansız muhteşem güç yani Tanrı ile Kabe'nin ve Kutsal Bölgenin yer belirleyicisi ile Kuran'ın yaratıcısı aynı ve tek Tanrıdır. O bu mucizelerle geleceği ve insanların ortak dillerini önceden bilerek onlara işaretler verdiğini tüm insanlığa hatırlatmaktadır.

Altın Oran, Mekke, Kabe ve Kuran arasındaki bağıntılarla ilgili keşifler her geçen gün bir yenisi eklenmektedir. Şekilde Leonardo pergeli olarak adlandırılan Altın oran pergeli ile yapılmış ölçümlerde Mekke şehrinin Arabistan'ın altın oran bölgesinde, Kabe'nin de Mekke şehrinin altın oran bölgesinde yer aldığını görüyoruz. Tüm bunların tesadüfen olabilmesi olasılık hesaplarına göre imkansızdır.

umut55
31-10-2010, 08:43
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)


Dünya'nın Zaman Dikmesi Kabe


Bismillah, Hu destur Rabbi İlmi illallah;

Dünya iki kutupludur diye bilinir demir çağında, güney kutbu ve kuzey kutbu. Yatay da iki kutup güney ve kuzey kutuplarına ek olarak bu kutupları di*** bir kutbu daha vardır. Bu da Mescidi Haram; yani Kabe'dir. Kabe, batında hem kapı hem de kubbe ismini taşır. Çünkü kapı ve kubbe olarak iki özelliği vardır. Kabe'ye kapı denir ki paralellere ve göklere açılır. Kubbe denir ki kutupların idarecisidir.

Üçlerin buyruğu ile yaratılışın ve tüm semaların nur akışı negatif ve pozitif ve nötr olarak nun kalemden tüm gökleri geçerek arza kadar iner. Nur özü tüm semalardan bir hayali çizgi gibi uzanıp arza kadar iner. Bu üç fazlı nur akışı tüm zerre ve kürrelerin merkezinden geçer. Mekan ve zaman da ayrı ayrı zuhur etse de aslında tektir. yani mekanda zaman da bunlardan meydana gelir. Üzerinde yaşamımızı sürdürdüğümüz dünyamızda da bu çizginin düştüğü yer Kabe'dir. Buradan arşa kadar uzanan bir tünel vardır ki Allah'ın kürsüsünde son bulur.

Dünyanın Zaman Dikmesi Kabe;

Dünyanın gelmişi geçmişi ve bu anı buradadır. Arz semasındaki her şey gibi yeryüzünde zaman da üç boyutludur. Geçmiş-An-Gelecek. Dünyanın 3 mekan 1 zaman kutbu vardır.

Mekan kutupları;
Kuzey kutbu
Güney kutbu
Kabe'dir.

Zaman kutbu ise Kabe'dir. İçinde geçmişi geleceği ve anı barındırır. Çünkü levha'ya açılan kapıdır. Zaman levha' dan nun kaleme oradan da tüm semaları geçip Kabe'ye akar her semada farklı sema içi her burçlarda farklı zuhur eder.

Arz ile atomun Kıyası

Dünya tıpkı bir atoma benzer. Dünyanın aurası yahut nur'u yani çekim gölgesi; Atomda elektron bulutsusuna denk gelir. Dış cidarı (hava su toprak ve ateş) protona İkisinin kendi özüyle birleşmesini sağlayıp dengeleyen kuvvet nötr ise dünyada kaf-nun kuvveti yani yer çekimine tekabül eder. Bu kuvveler negatif ve pozitiftirler ama nötr onların niteliklerini bozmadan bir arada tutar. Cebeli Tarık'taki tatlı ve tuzlu su örneği gibi. Bu alandaki su birbirine karışmamakta fakat bir arada durmaktadır. Bir başka örnek verecek olursak yağ ile suyun karışmaması gibi. Dünyanın çekirdeği nötr pozitif ve negatif kuvvelerden oluşur fakat bununda ötesine geçildiğinde onun tek bir kuvvet olarak semalardan indiği bir hakikattir. Üçün sırrı tek de gizli illallah ille de Allah hep daim Ehad. Dünya çekirdeği tıpkı atom çekirdeği gibi tekmiş görünse de aslen üçtür.

Hiç unutma oğul dediler. Alemlerde tek bir şey bulamazsın Allah dan gayri her şey çiftli çoklu zaten aksi şirk olur. Cahile vebal yok ama bu bilene zeval verir. Bile bile sakın tek arama ondan başka tek yok. Allah'a sığın ilme ehil ol edebe riayet et zira kapılarda edep yazar.

Sanırım bu gün atom çekirdeğine üçlü kuark deniliyor. Bizde esma önemli değil mana esastır. Tasavvufta kamil kişiler birbirlerine sorarlar okudun anladın ya manasını anladın mı. Anladım cevabı gelince manayı neyle anladın derler. Kişi bunun cevabını doğru verirse artık hal ehli olmuştur mübarek ol derler ona dem verirler. Ona şehri ilimden bir kapı açılır eli arşa uzanır ceddi Muhammed elinden tutar medet ya Allah.

Tekin içine üç gizli
üç çera yanar şişede
Arslanlar gizli meşede
Yedi iklim her köşede
Dedem Ali'yi gördüm.
Ali, aydır; Muhammed, güneş
Gül de bülbülün âhını gördüm
Dem verirler dem alırlar
Gül verirler gül alırlar
Bal verirler şerbet ederler.
Bir tane üzümden suyun sıkarlar
Bir fincanda kırk yiğit bunu içerler
Onlarda hak yolun özün gördüm.

Petekte balı değil balda peteği gördüm
petekte sır değil sırda petek gördüm
Sırrın gönlüme düşende
Velâyeti aşırılan Ali'yi gördüm.

Ceddim, Muhammed'i gücendirdiler
Anam Fâtıma'nın kapısına dayandılar
Biat et ya Ali deyup çığrıştılar.
Münafıklığın batında halini gördüm.

Süre-i Kevser'e rağmen Resul'e ebter dediler.
Lanet olundu üzerlerine ebter oldular.
Ebter olsun diye ehlibeyt Hüseyni kestiler
Kirli ellerinde hüseynin kanlı başını gördüm.

Vakit gelip çattı evlat zuhur edecek.
Belinde gayret kemeri Allah diyecek
Doğu tarafında kızıllık olacak
Bir gecede imam olan kumandanı gördüm.

Mehdi uymuş ceddine çekilmiş Hira'sına
Alem kalkmış gıybetine
Cibril emaneti getirir
Elinde zülfikar, İmam Mehdi'yi gördüm.

Atom çekirdeği tek gibi görünür adına proton denir. Hakikatte ise üçlüdür. pozitif negatif ve nötr dür. Atomda nötr negatif pozitifi dengede tutmak için halk edilmiştir. Aynı zaman da atomun saatidir onun zaman kapısıdır. Her şeyin muhakkak bir eceli vardır. Bütün bu ilim atomda ne ise dünyada da odur her şey aynıdır. Zerre ve kürre aynı biçimde yaratılmıştır.

Şimdi bunları dünya için izhara çalışalım konumuzu unutmadık bilakis üzerindeyiz konumuz Kabe'nin esrarı. Dünya merkezinde üç çekirdek var demiştik. Bunlar dünya cisminin merkezinde en kuvvetli haldedirler. Birleşik bir alan yayarlar bu alan yer çekim süptil gölgesini oluşturur. Açılması negatif toplanması pozitiftir. Atmosfer dışına kadar oluşan çekim gölgesi aura böyle oluşur. Bütün bu işleyişle dünya kutupları oluşur. Ama iki değil üç kutuplu bir alandır. Eğer müspet bilimin öne sürdüğü gibi iki kutup olsaydı negatif pozitife akacak dünyada kuzey kutbundan güneye takla atacaktı. Bu böyle olsaydı dünya tufandan tufana gider hiç bir canlı olmazdı. Çünkü bir mıknatısta bile eksi taraf artı tarafa akar. Bu elektrikte de aynıdır. Siz Allah'ın kanunun da bir tutarsızlık bir değişiklik göremezsiniz. Bu iş böyle ise nasıl dünya iki kutupludur diyebiliyorlar. Yok bu ilmin aksini savunmak da ancak maymundan türediğine inananların işidir. Aynı cahillik, Ümmet-i Muhammed'e yakışmaz. Ümmet-i Muhammed, gayrı terk edip ilme yönelir çünkü.

Hal böyle ise neden yasa gereği bir kutup bir kutba doğru akıp taklaya neden olmuyor da dünya bu akışa rağmen açılı bir vaziyet alıp hem gece ve gündüzü hem de mevsimleri oluşturacak bir konumda duruyor?

Tek bir sebebi var dünya sanıldığı gibi iki kutuplu değil üç kutupludur. Bu kutup ise yüzeyde Kabe'nin bulunduğu mevkidir.

Kabe mevkinin görevi nötrlüktür. Görevi dünyanın bir kutuptan diğerine takla hareketini engellemektir. Bu ilahi bir dengedir. Sonuç olarak atomda nötr dünyada Kabe'ye denk gelir. Kabe'den içe doğru bir tünel açsan yer çekirdeği içindeki üçlerden nötr olanının bulursun.

Kabe bu dengeleyici potansiyeli ile yer kürenin kutuptan kutba dönmesine engel olur.

Zahirde Görevleri;

Kutuptan kutba di*** taklaya mani olur. Arz kutup eksenini belli bir açıda tutarak yaşam için mevsimlerin oluşmasını sağlar. Di*** taklaya mani olmakla kalmaz dünyanın ekseni etrafında dönüşünü sağlayacak şekilde enerjiyi düzenler. Güney ve kuzey kutbu arasındaki kuvve irtibatını üzerine alıp bulunduğu mevkiye eğerek di*** yerine yatay dönüşü sağlar bu da gece ve gündüzü oluşturur. Dünyanın aurasının yerçekiminin gece ve gündüz kavramının mevsimlerin denge merkezidir.

İşte bu yüzdendir ki her zaman mabetti. Kafirlik zamanın da bile saygı gördü. Bu kadim sır eski ululardan kültürlere aktı ilmi ortadan çekilse bile bu saygı halk arasında putperestlerde sapık din sahipleri kavimlerde bile devam etti. İslamiyet ile İslam dininin en kutsal mekanı olarak günümüze geldi büyüklerimiz bu sırrı tabi ki biliyorlardı. efendimiz sahabesinin seçkinlerine öğrettiler. Avama bir çok sır gibi bu da öğretilmedi. Bazı şeyler vardır ki hiç paylaşılmaz bazıları vardır ki zamanı gelince paylaşılır. Şimdi izhar dönemi başlamıştır.

Asıl kıyamet yeryüzünde lailahe illallah diyen bir kul kalmayınca kopacaktır. Büyük alametlerin zuhrunda Kabe'nin batini ilminin payı çoktur. Sürecin tetiklenmesinde afatlar zincirinde büyük payı vardır. Kabe'nin sırrına yalan yanlış maru olan kafir güruh yine aklınca iş çevirmeye kalkacaktır.

Kabe'ye ehli olmadıkları halde iş karıştıracaklar. Saldırıp hakaret edecekler yanında kan dökecekler işte o vakit ki dünya halkı Müslümanların değil kendilerinin de üzerinde yaşadığı dünya kalbine saldırmış olacak artık eyvah olsun o dünya halkına. öyle şeyler zuhur eder ki kafir bile yok mu düzeltecek bu işi der.
O zaman Ali ve Fatıma soyundan peygambere hem kan hem de mana bağı ile bağlı mehdi gelip imdatlarına yetişir. Onun zamanın da dünya altın çağa girer bolluk bereket ve yücelik olur. Muallak taşını oynatır bu kafirler Mehdi gelir onu tamir etmeye. Çünkü o Kabe'nin ilmini bilir. Bozulanı düzeltir. Sır şu sözünde gizlidir. Bu taşı kaldır derler oda getirin 12 ali kaldırayım der.

Ey kafirler Kabe ne imiş bileceksiniz. Hem de bunu yakın göreceksiniz. hakaret ettiğiniz yerde yakarıp hak önünde diz çökeceksiniz. Allah'ı kimse aciz bırakamaz.

Taş yerinden oynatılınca şiddetli sıkıntı afat ve helakler başlar. İnsanlar bir biri ardınca şiddetli çarpılışlarla çarpılırlar. Evvelden iman edenlerden bile bir çoğu bu ne biçim Allah bize hiç mi acımıyor nerde merhameti inanışlarımıza yazıklar olsun şu Deccal da olamasaydı ne olurdu halimiz diyerek ahmakça rahmana sövecekler böylelikle evvelden olan imanlarının münâfıkâne olduğunu bizzat belli edeceklerdir. İşte böyle insana ne zaman bir rahat gelse bendendir der. Ne zaman bir sıkıntı gelse bu Allah'tandır deyip kızarak yüz çevirir. Yahut sızlanır durur. Ama o müminlerin hali böyle değildir. Canlarından can çıksa mallarından mal gitse huzur hayal arz cehennem olsa ortak koşmaz sabreder hatayı kendilerinde bilir Allah'ın rahmeti gibi kahharı olduğuna da itaat ederek teslim olurlar. Bunun bir imtihan olduğunu asıl yaşanacak yerin dünya olmadığını tüm ruhları ile ikrar ederler. Böylece kafirler ve münafıklar helak olurken bir itiliş cehenneme itilirlerken müminler alan Allah'ın neler verebileceğini de görürler. Allah da bu kavrayışlarını hem dünyada hem de ahirette bir ecirle ödüllendirir. Kafirin ve münafığın eceli gazapların son günün geçemez refah onlara artık burada da ahiret yurdunda da haram dır. Defolup gittiler. Çünkü onların rahat ve huzur düşkünlüğü ellerinden alındığında Allah'a karşı küfre daldılar bu isyanları onları Deccal'e biate değin sürükledi de o lâinle beraber defolup gittiler şüphesiz Allah bakidir.

Yokluktan ve dertten Deccal'e biat edecekler Allah'a kasem ederim ki o gün müminlerin başında içlerinden bir kral olacak Mehdi reis o gün imamdır. En büyük düşmanlığı da mümin geçinenlerden görecek Allah üzerlerine lanet yağdırsın o alaycıların. Onlar ki dinin ukalası kesilmiş ehlibeyt hüccetini tanımaz münafıklardır. Aslında kafirlerdir ama kafirliklerini kendileri bile bilmez. Güya bir halt yapıyorum zannedip mehdi ve kardeşlerine hasım kesilirler. Zaten her gelene böyle yapıldı. İş böyle tuttular da evvelkiler gibi yaptılar. Onlar cahildir ilme iğne deliğinden bakarlar. Okumazlar yönelmezler ama bilgiçtirler. Hep bir putları hep bir kendince kuralları vardır hakkı gözetmezler. Öyleyse bırak onlar büyük bir aldanış onların oldu.

Selam olsun o erlere ki onları elçinin elçisi mehdi yönetir. hem mehdidir hem Mesih payınıza düşen bu. bakalım öğüdü tutacak mısınız yoksa yine terslenecek misiniz. Ne zaman içinizden bir uyarıcı seçsek demek onunla alay edecek onu toprağınızdan sürecek yada öldüreceksiniz öylemi?

Oğul bildin mi dediler şimdi sırrı. Var bunu da gönlüne ekle Allah yardımcın olacak bu evvel bir vaattir. Allah vaadinden dönmez. Ama sen gayret et. Teslimiyet sultan olan Allah'adır. Nefsten gelen gaflete teslim olunmaz gaflet dalalet olur saparsın dalalet hıyanetle sonuçlanır kendini yakarsın. Öyleyse şimdi sen gayretli ol ilme Allah'a dön yüzünü. Hadi şimdi yine rabbini o büyük adı ile zikret.

umut55
31-10-2010, 08:46
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)


Hacer'ül Esved Göktaşı mı?

Prof. Dr. Mehmet Özel / Fenomen Dergisi (Bilimin Merceğinden)
İngiliz arkeolog gezgin Harry S.J.Philby, Arap Yarımadası'nın Rub'ul Hali (boş bölge) denilen en ıssız bölgesini keşif çalışmaları sırasında, rehberlerinin kendisine, Gökten yağan taşlarla yok olan Ubar kenti'nden bahsettiklerini, kervanına ait bir çok devenin kaybı pahasına bu yere 1932'de ulaşmayı başardığını anlatır. Bu yönde ifadeler Kuran'da de sık sık geçmektedir.[1]

Batı kaynaklı haritalarda ''Wabar'' diye isimlendirilen bu yere ulaşıldığında, manzara oldukça hâyal kırıklığına neden olur. İnsan eliyle yapılmış herhangi bir kalıntı yoktur. Kahverengimsi sarı renkli kumlar arasında yalnızca iki adet oldukça sığ çöküntü ve bunlar çevresinde bir dizi koyu renkli döküntü etrafa saçılmış urumdadır. Philby, bu döküntünün lav olabileceği düşüncesindedir. Topladıkları birkaç avuç siyah, camsı boncuk görünümlü taneleri, rehberler yok olan kadınlarının taktıkları süsler olarak yorumlarlar. rehberlerce yine o civarda bulunan oldukça paslanmış bir demir külçesi de, insan eliyle yapılmış kalıntıların örneği olarak Philby'e sunulur. Gezgin, tavşan büyüklüğündeki demir parçasını inceler ve çevredeki çöküntülerin volkanik kökenli değil, yer atmosferi dışından gelen bir meteoride ait olduğunu anlar. Daha sonra yapılan laboratuar analizleri onun bu tahminini doğrulayacaktır.

1995'te Düzenlenen Keşif Gezisi
Mart 1995'te bölgeye yeni bir keşif gezisi düzenlenmiştir. Bunda amaç, yeryüzündeki sayıları oldukça sınırlı olan (toplam 150 kadar) çarpma kraterlerinin istatistiğine katkıda bulunmak ve bu ulaşılması ve incelenmesi çok zor (ısı gündüzleri gölgede 60 derecedir) bölgedeki krater kalıntıları hakkında yeni bilgiler edinmektir. Modern olanaklarla bile 10 gün süren bu gezinin sonuçları "Sky and Telescope" dergisinde [2] özetlenmektedir.

Krater Alanı ve Buluntular
Krater alanının koordinatları 50 derece 28' 24'' Doğu ve 21 derece 30' 12'' Kuzey olarak verilmektedir. J.C.Wynn ve E.M.Shoomaker'ın grubu bölgede sistemli jeofizik ve jeolojik tarama ve ölçümler yapmayı hedeflemiştir. Üç kraterden oluşan kraterler grubu kuzeybatı-güneydoğu yönünde 1000m'ye 500m'lik bir alanı kaplamaktadır. Büyüklükleri sırasıyla 11m, 64m, (Philby A krateri) ve 116m (Philby B krateri) 11m'lik kraterler Philby zamanında biliniyordu (Kumların hareketi bu krateri yeniden ortaya çıkarmış olmalı). Philby A krateri, 1932'de bütünü ile görülebilirken şimdi sadece güneydoğu kesimi kumların üstündedir. Kenara yakın bölgelerde bazı çarpma etkili kalıntılar, (Glass bombs', instants rocks', meteor kalıntılar) vardır. Büyük bir şans eseri, keşif heyetinin ulaşmasından 1 gün önce yağan yağmur, kumların hareketini yavaşlatmış ve kesit belirleme çalışmalarına olanak vermiştir. Philby A'nın yapısının Arizona'daki meteor kraterine benzer şekilde ''en üst tabakaların deformasyona uğradığını ve kendi üzerine katlandığını'' göstermektedir. Phiby B, 1932'de (2 m. derinliğinde ve bütünü ile gözlenebilir haldeyken bu ziyarette doğu kenarlarını izleri bulunabilmiş ve derinliğinin 3 1/2m'yi aşmadığı hesaplanmıştır. Civarda birkaç milimetre çapında camlaşmış tanecikler saptanmıştır. Bunlar Philby'nin rehberlerinin hediye olarak topladığı ''boncuk tanecikleri'' olmalıdır. 500 m. çaplı çarpma bölgesi, meteor kalıntıları ve kumla karışık oksitlenmiş metal parçaları içermektedir ve bunların yoğunluğu kratere doğru artmaktadır.

Meteorun Özellikleri
Wabar (Ubar) meteor örneklerinin analizi %94 demir, %6 nikel, %2 kobalt ve daha az oranda iridyum ve bakır içermektedir. Yaşı hakkındaki tahminler ise çöl ortamının yarattığı belirsiz etkisi ile, bir tahmine göre birkaç yüz ile birkaç bin yıl arasında, bir başka tahmine göre birkaç bin ile yüz bin yıl arasında değişiyor. Meteorun atmosfere girerken parçalandığı ve birkaç büyük parçaya ayrılarak bir kraterler kompleksi oluşturduğu anlaşılmaktadır. Krater büyüklükleri göz önüne alındığında, çarpan meteoridin 300 tondan fazla 4-5 m. genişlikte olması gerekir. Demir-nikel ana parçaları çarpma sonucu buharlaşmış olmalıdır. Önemli bir bölümü erimiş ve kumla karışmıştır. Phily B kraterinin 200 m. güneydoğusundan 2 tonluk bir meteoridin 1965'te ortaya çıktığı ve Aramco tarafından Riyad Kral Suud Üniversitesi'ne taşındığı da belirtilmektedir.

Değerlendirme ve Sonuç
Wabar (Ubar) bölgesi gerçekten ilginçtir. ve yerel bir dizi söylence ve efsanenin kökeni olmuştur. Kabe'deki Hacerü'l-Esved'in buradan ya da buna benzer bir yerden taşınma olasılığı yüksektir. Çöllerdeki kum tepelerinin hareketi, bu tür oluşumları birkaç yüz yıl içinde örtebilecek güçtedir. Fakat bir zamanlar görülmeyen krater yapıları zamanla tekrar açığa çıkabilmektedir. Bu nedenle 1500 yılı çok aşkın bir yaşa sahip olması gereken Hacer'ül Esved, Wabar'dan bir parça olabilir. bu konuda kesin kararı, kutsal kara taşın 'zarar vermeden değerlendirme' (nondestructive evulation) yolu ile kompozisyonunun belirlenmesi ve Wabar'daki buluntularla karşılaştırılması yeterli olacaktır. Böylece onlarca asır boyunca bölge insanlarının bu arada, biz Türklerin ruh dünyalarında çok önemli yer tutan kutsal taşın göklerdeki adresi hakkında ilk kez doğru bilgiler edinilmiş olacaktır.

umut55
31-10-2010, 08:49
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)

Hacerül Esved Taşı Nedir?

Hz. İbrahim Aleyhisselam, Kabe'nin inşasını bitirdikten sonra oğlu İsmail Aleyhisselam ile tavafa başlangıç sırasını bildirmek için: “İsmail, bana bir taş getir de tavafın nereden başlayacağını işaret edeyim.” dedi. Hz. İsmail Aleyhisselam da Cebel-i Kubeys'ten bir taş alıp babasına verdi. O da tavafın başlayacağı bugünkü Kabe'nin köşesine taşı koydu. Taş, yumurta şeklinde 18-19 santimetre yarıçapında idi. Konduğu yer, yerden üç arşın 4 parmak yüksekliğinde idi. Böyle yükseğe konmasının sebebi ve sırrı her yerden herkesin görebilmesi için idi. Rengi vaktiyle beyaz olan bu taş, çokça istilam edildiği yani selamlanıp öpüldüğü için kırmızımsı (kırmızımsı esmer bir taş) haline gelmiştir diye rivayet edilmektedir. Hacerü'l-esved, melekler tarafından, peygamberler tarafından ve Efendimiz Muhammed Aleyhisselam tarafından öpülmüştür. Hacerü'l-Esved'i öpmek, Cenab-ı Hakk'ın saltanat-ı İlahiyesine kurbiyete (yakınlığa) bir işaret olması itibariyle hürmet, teslim ve ikrar manasını ifade eder. İşte bunun içindir ki, Hz. Ömer Efendimiz (ra) “Vallahi seni öpüyorum. Senin taş olduğunu, zarar ve fayda veremeyeceğini de biliyorum. Eğer Resulullah'ın seni öptüğünü görmeseydim, seni öpmezdim.” demiştir.

Bediüzzaman Hazretleri ise “Bir vakit iyyake na'budu ve iyyake nestain (Ancak Sana kulluk eder, ancak Sen'den yardım isteriz)deki birinci çoğul şahıstan nun harfini düşündüm ve birinci tekil şahıstan "Na'büdü" (kulluk ederiz) sîgasına intikalin sebebini kalbim aradı. Birden, namazdaki cemaatin fazileti ve sırrı, o nun'dan inkişaf etti. Gördüm ki: Namaz kıldığım o Bayezid Câmiindeki cemaatle iştirakimi ve herbiri benim bir nevi şefaatçim hükmüne ve kıraatımda izhar ettiğim hükümlere ve davalara birer şahid ve birer müeyyid gördüm. Nâkıs ubudiyetimi, o cemaatin büyük ve kesretli ibadatı içinde dergâh-ı İlahiyeye takdime cesaret geldi. Birden bir perde daha inkişaf etti: Yani İstanbul'un bütün mescidleri ittisal peyda etti. O şehir, o Bayezid Câmii hükmüne geçti. Birden, onların dualarına ve tasdiklerine manen bir nevi mazhariyet hissettim. Onda dahi; rûy-i zemin mescidinde, Kâ'be-i Mükerreme etrafında dairevî saflar içinde kendimi gördüm. Elhamdülillahi Rabbil Alemin dedim. Benim bu kadar şefaatçilerim var; benim namazda söylediğim herbir sözü aynen söylüyorlar, tasdik ediyorlar. Madem hayalen bu perde açıldı; Kâ'be-i Mükerreme mihrab hükmüne geçti. Ben bu fırsattan istifade ederek o safları işhad edip (şahit tutarak), tahiyyatta getirdiğim, “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah” olan imanın tercümanını mübarek Hacer-ül Esved'e tevdi' edip emanet bıraktım.” (29. mektup, 1. kısım) diyerek, Hacer-i Esved'in bir bilgisayar diski gibi bütün şehadetleri, istilam ve öpmelerini kaydeden bir vazife gördüğüne işaret etmiştir. Onun için Hacerü'l-Esved'in yeryüzünde “yemînullah” (Allah'ın sağ eli) olduğu onu öpme, selamlamanın ise manen yemînullah ve yedullah ile temasa geçme olduğu da ifade edilmiştir.

Kabe, Huzaalıların eline geçtikten sonra, Hacer-i Esved, onların rakibi olan Cürhümlüler tarafından kaçırılıp sonradan Huzaa kabilesi tarafından yeniden ele geçirilerek tekrar yerine konulmuştur. Daha sonraları Abbasi Halifelerinden Muktedirbillah zamanında Mekke'yi zaptetmiş olan Karamite (Kırmitîler) reisi Tahir tarafından koparılıp Küfe Mescidine konulmuştu. 20 sene sonra, Halife Mutî' Billah tarafından 24 bin dinar karşılığında geri alınıp Mekke'ye getirilmiş, bugünkü yerine konulmuştur.

Hacer-i Esved, muhtelif zamanlardaki yangınlarda kırılmıştır. Şimdi 12 parça olarak birleştirilmiştir. Ufak bir parçası Kanuni Sultan Süleyman zamanında bir Hadım Ağası tarafından İstanbul'a nakledilmiş, Süleymaniye civarındaki Kanuni Sultan Süleyman türbesine asılmıştır.

Rivayete göre Hacer-i Esved kıyamet gününde Kabe'yi tavaf edenlere şahit olacağından bunu aşk ile yapmak gerekir. Halk arasında hacdan gelenlerin avuçlarının içlerinin öpülmesi hacca gidip tavaf edenlere Hacer-i Esvedin şahitliği bir de ya öperek ya da dokunarak veya uzaktan ellerini açarak Hacer-i Esved ile temas kurmaları sebebiyledir. Çünkü hacı “elestü birabbiküm” bezmindeki ikrarı burada yenilemiş olduğundan memleketinde henüz hacca gidememiş kimselerin onu tasdik etmeleri, avucunun içini öpmeleri bundan dolayıdır

umut55
31-10-2010, 08:51
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)

Kabe Baskını ve Kabe'de Kan Akıtılması

Onun çıkacağı yıl, insanlar hacca, başlarında bir emir bulunmadan gidecekler. Hep birlikte Beyt-i Şerif'i tavaf edecekler, sonra Mina'ya indiklerinde, köpekler gibi birbirine saldıracak, hacılar soyulacak, kanlar Akabe Cemresinin üzerine akacak. (Kıyamet Alametleri, Berzenci, s. 169)

İnsanlar başlarında bir imam bulunmaksızın hac ederler. Mina'ya indiklerinde etrafları, köpeklerin sarışı gibi sarılıp, kabilelerin birbirine girmesi ile büyük savaşlar olur. Öyle ki ayaklar kan gölü içinde kalır. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 35)

Yukarıdaki hadislerde "onun çıkacağı yıl" cümlesi kullanılarak, Hz. Mehdi'nin çıkış tarihinde Hac sırasında meydana gelecek bir katliama dikkat çekilmektedir. 1979 yılında, hac sırasında gerçekleşen Kabe baskınında aynen böyle bir katliam yaşanmıştır. Çok ilginçtir bu kanlı Kabe baskını da Mehdi'nin diğer alametlerinin gerçekleştiği dönemin tam başında yani Hicri 1400 yılının ilk gününde, 1 Muharrem 1400 (21 Kasım 1979) tarihinde meydana gelmiştir.

Yine hadis-i şerifte kanların akacağından bahsedilerek öldürme olayına dikkat çekilmiştir. Baskın sırasında Suud askerleri ile saldırgan militanlar arasında meydana gelen çarpışmada 30 kişinin öldürülmesi, bu rivayetin kalan kısmını da doğrulamıştır.

1979 (Hicri 1400)'da gerçekleşen bu Kabe baskınının ardından 7 sene sonra Hicri 1407 yılında, Hac sırasında çok daha büyük kanlı bir olay meydana gelmiştir. Bu hadisede caddelerde gösteri yapan hacılara saldırılarak 402 kişi katledilmiş, çok fazla kan akıtılmıştır. Beyt-ül Muazzama'nın yanında, Müslümanların (Suudi Arabistan askerleri ile İranlı hacıların) birbirlerini öldürmeleri ile büyük günahlar işlenmiş, harama girilmiştir. Bu kanlı olaylar, ilgili hadislerde tarif edilen ortamla çok büyük benzerlikler taşımaktadır:

Resulullah buyurdu: Ramazan'da bir seda, Şevval'de bir ses, Zilkade'de kabileler arasında savaş olur. Hacılar talana uğrar. Mina'da ölülerin çok olacağı bir savaş olur, öyle ki orada taşları kan gölü içinde bırakacak kadar kan akar. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 31)

Ramazan'da bir seda olur. Şevval'de de bir seda olur. Zilkade'de kabileler çarpışır. Zilhicce'de hacılar talana uğrar. Muharrem'de gökten şöyle nida olur. "Dikkat ediniz. Filan kimse Allah'ın halkının hayırlılarındandır. Onu dinleyiniz ve ona uyunuz." (Ramuz El Hadis, 2/518)

Şevval ayında ayaklanma, Zilkade'de harb konuşmaları, Zilhicce'de ise harb vaki olacak. Hacılar soyulacak kanları akacak. (Kıyamet Alametleri, Berzenci, s. 166)

Zilkade ayında kabileler savaşır, hacılar kaçırılır, melhameler olur. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 34)

"İkdiddurer" isimli kitaptaki alametlerden: Şevval'de savaş nidaları, Zilhicce'de harb ve kıtal olur, yine Zilhicce'de hacılar talana uğrar, hatta caddeler kandan geçilmez ve haramlar çiğnenir. Beyt-ül Muazzam'ın yanında büyük günahlar işlenir. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 37)

Yukarıdaki hadiste, Beyt-ül Muazzama'nın (Kabe'nin) içinde değil, yanında çıkacak olaylara dikkat çekilmektedir. 1407 yılının Zilhicce ayında (Hac mevsiminde) meydana gelen olaylar da ilkinden farklı olarak Kabe'nin içinde değil, yanında gerçekleşmiştir. En başta anlattığımız olay ise 1 Muharrem 1400'de Beyt-ül Muazzama'nın (Kabe'nin) bizzat içerisinde olmuştu. Her iki hadise de rivayetlerin işaretine uygun bir şekilde gerçekleşmiştir.

Kabe'de kan akıtılması, hacıların katledilmesi gibi, hadislerde haber verilen böyle önemli iki büyük hadisenin Hz. Mehdi hakkında bildirilen tüm alametlerin çıktığı dönemde birbiri ardına gerçekleşmesinin bir rastlantı olması oldukça zor gözükmektedir.

Hadislerde geçen ifadeleri incelediğimizde de aynı dönemle ilgili önemli olaylara işaretler bulunduğu görülecektir:

... Zilhicce'de harb ve kıtal olur.
Hadislerde, bu savaş ve çatışmalardan, hacıların öldürülmesi konusu ile birlikte bahsedilmesi söz konusu olayların aynı zaman diliminde meydana geleceklerini göstermektedir. Aynı dönem, İran-Irak Savaşının çıktığı, Türkiye'nin güney doğusunda, Ortadoğu ülkelerinde çatışma ve karışıklıkların en yoğun yaşandığı bir dönemdi.

... Şevval'de savaş nidaları olur.
Yine aynı zamanlarda Basra Körfezi'ndeki gerginliğe, İran-Amerika arasındaki gerginleşme ve savaş durumuna dikkat çekilmiş olabilir.

umut55
31-10-2010, 08:53
KÂBE NASIL KIBLE OLDU?

KEMAL SÜLEYMANOĞLU
Resulullah (S.A.V.) Efendimiz, Hicret'in on altıncı ya da on yedinci ayına kadar namazlarını Mescid-i Aksa'ya yönelerek kildi. Bununla birlikte, Kıble'nin Mescid-i Haram'a döndürülmesini gönülden arzu eder, bunun için dua ederdi. Sonra bir gün ilâhi emirle bu da gerçekleşti.

Beş yüz kişilik bir kafile… Medine'den yola çıktılar. Çoğunluğu puta tapıyor, fakat Kâbe'yi ve Arafat'ı kutsal biliyorlar ve kendi inançlarına göre hacca gidiyorlar. Aralarında yetmiş kadar Müslüman da var.

Birinci Akabe beyatında iman etmiş olan Medineliler, kavimlerinin hidayetine vesile olmak için çok gayret etmişti. Kuran'ı öğretmesi için Peygamber Efendimiz tarafından gönderilen Mus'ab b. Umeyr, gece gündüz demeden insanlara Allah'ın dinini anlatmıştı. İşte şimdi yetmiş küsur Müslüman olarak Mekke'ye, Resulullah (S.A.V.)'e gidiyorlar. Yine Akabe'de O'nunla buluşacaklar.

'Kudüs'e yönelmek istemiyorum'

Kafiledeki Müslümanların çoğu Allah Resulü (S.A.V.)'i henüz tanımıyor. O'nu ilk kez görecek olmanın heyecanı içindeler.

Müslüman Medinelilerin ileri gelenlerinden Bera b. Ma'rur r.a. arkadaşlarıyla konuşuyor:

- Arkadaşlar! Benim bir düşüncem var. Ama bana uyar misiniz, uymaz mısınız bilmiyorum.
- Nedir o? diye sordular. Bera, Kâbe'yi kastederek:
- Bu binayı arkamda bırakmak istemiyorum, namazımı ona yönelerek kılmak istiyorum.

Arkadaşları söyle karşılık verdi:

- Bize, Peygamberimizin sadece Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya doğru namaz kıldığı haber verildi. O'nun yaptığının aksini yapmak istemeyiz.

Bera b. Ma'rur yine de:

- Ben, Kâbe'ye yönelerek kılacağım, dedi.

Kafiledekiler yol boyunca namaza durduklarında Mescid-i Aksa'ya yönelirken Bera b. Ma'rur Kâbe'ye dönerek namaz kildi. Fakat Mekke'ye vardıklarında içine bir kurt düştü; acaba doğru mu yapmıştı? Yeğeni sair Kaab b. Malik r.a.'ya durumu açtı. Resulullah (S.A.V.)'e gidip yaptığı isin doğru olup olmadığını soracaklardı.

Yola çıktılar; ama ikisi de Allah Resulü (S.A.V.)'nü tanımıyordu. Karsılaştıkları bir adama, O'nu nerede bulabileceklerini sordular. O da Kâbe'nin yanında amcası Abbas r.a. ile birlikte bulunduğunu söyledi. Bu habere memnun oldular, çünkü ikisi de Abbas r.a.'yı ticaret için arada bir Medine'ye uğradığı için tanıyorlardı.

'Keşke sabretseydin'

Mescid-i Haram'a girdiklerinde Resulullah (S.A.V.)'i amcası ile otururken buldular. Selam verip oturdular. Efendimiz (S.A.V.) amcasına sordu:

- Bu iki adamı tanıyor musun?

Abbas r.a. cevap verdi:

- Evet. Bu, Bera b. Ma'rur. Kavminin ileri geleneklerindendir. Bu da Kaab b. Malik.
- Şair olan mı?
- Evet.

Kaab r.a., Allah Resulü tarafından gıyaben tanınıyor olmasına çok sevindi. Bera b. Ma'rur söz aldı ve meselesini söyle arz etti:

- Ey Allah'ın Nebisi! Bu yolculuğa çıktım, Allah beni İslâm'a hidayet etti. Bu binayı arkama almamayı düşündüm ve namazlarımı ona doğru kildim. Arkadaşlarım bu konuda bana uymadı. Benim içime de bir kurt düştü. Ne buyurursunuz ya Rasulallah?

Efendimiz (S.A.V.) söyle buyurdu:

- Bir kıblen (Mescid-i Aksa) vardı. Onun üzerine sabretseydin ya!

Bu görüşmeden sonra arkadaşlarıyla birlikte Mescid-i Aksa'ya doğru namazlarını kılmaya başladı. (Ahmed b. Hanbel: Müsned)

Bera b. Ma'rur r.a., bu görüşmenin gerçekleştiği günlerde yapılmış olan İkinci Akabe Beyatı'nda Medinelilerden seçilen on iki kişiden birisi oldu. Medine'ye döndüklerinde pek fazla yaşamadı. Bir süre sonra, Efendimiz'in hicretinden bir ay önce vefat etti. Malının üçte birinin Resulullah (S.A.V.)'e verilmesini vasiyet etmişti. Diğer bir vasiyeti de yüzü Kâbe'ye dönük olarak defnedilmesiydi. Böyle yapıldı.

Efendimiz (S.A.V.) Medine'ye hicret ettiğinde onu sordu. Bir ay önce vefat ettiği bildirildi, vasiyetlerinden söz edildi. Efendimiz (S.A.V.) vasiyet etmiş olduğu malinin çocuklarına verilmesini emir buyurdu ve mezarının başına gidip cenaze namazını kıldı.

Resulullah (S.A.V.) Efendimiz, Hicret'in on altıncı ya da on yedinci ayına kadar namazlarını Mescid-i Aksa'ya yönelerek kildi. Mekke'de iken Kâbe'nin yakınında bulunduğunda, Kâbe'yi araya alarak Mescid-i Aksa'ya doğru namaz kıldığı da nakledilmiştir. Bununla birlikte, Efendimiz (S.A.V.) Kıble'nin Mescid-i Haram'a döndürülmesini gönülden arzu eder, bunun için dua ederdi. (Cessâs: Ahkâmu'l-Kur'an)

Rastlantı olabilir mi?

Bir gün Resulullah (S.A.V.) Efendimiz, namazlarını Kâbe'ye yönelerek kılmak isteyen Bera b. Ma'rur r.a.'in mahallesine gitmişti. Öğle vakti girdiğinde, oradaki Benî Seleme mescidinde namazı kıldırdı. Her zaman olduğu gibi Kudüs'e doğru namaza durdu ve ilk iki rekatı o şekilde kildi. Tam bu esnada Yüce Mevlâ, bundan sonra kıble olarak Kâbe'yi seçtiğini söyle ferman buyurdu:

“Biz senin yüzünün göğe doğru dönüp durduğunu görüyoruz. İste simdi seni, memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki Ehl-i Kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.” (Bakara, 244)

Resulullah (S.A.V.) Efendimiz kılmakta olduğu namazın son iki rekâtını Kâbe'ye dönerek kildi. Bu haber kısa zamanda yayıldı. Artık o günden sonra Kâbe Müslümanların kıblesi oldu.

Benî Seleme mescidi, böyle önemli ve mübarek bir olaya şahitlik ettiği için iki kıbleli mescid anlamında “Mescidü'l-Kibleteyn” diye anıldı.

KIBLE NEDİR?

kıble, yön ve yönelinen taraf ya da yönelinen şey anlamında bir kelimedir. Dinimizde Müslümanların namaz kılarken dönmeleri gereken istikameti yani Kâbe'yi ifade eder.

umut55
31-10-2010, 08:56
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)


Kabe Örtüsü (Sitare veya Kisve)


Kabe örtüsüne verilen addır. Kabe'nin tamamını kuşatan bu örtü siyah ibrişimden yapılır.Üzeri Altın yaldız sırma yazılarla tezyin edilir.

Kabe'yi örtmekten amaç onun yüceliğini ilan etmektir, onu takdis etmektir.. Kabe'ye ilk örtü giydiren hakkında çok değişik rivayetler vardır. Bunlardan doğruya en yakın olanı İsmail A.S.dir. İbrahim A.S. Kabe'yi örtmediğinde ittifak vardır. Bazı rivayetlerde peygamberimizin dedelerinden Adnan b. Ud'un Kabe'yi ilk örten kişi olduğu belirtilmektedir. Kabe İsmail a.s. dan sonra hiç bir devirde örtüsüz bırakılmamıştır. Her milletçe bu iş, sâlih amel olarak addedilmistir.

Tarihte Kabe'yi örtme isi değişik kabileler tarafından yardımlaşarak yapılmıştır. İlk olarak tek başına Ebu Rabia b.Abdullah örtmüştür. Yine Abdulmuttalip'in zevcesi Netile binti. Hubab (Abbası'n annesi) rivayet edildiğine Gore: oğlu Abbas kaybolur, bulunursa Kabe'yi kendi balina örteceğini nezreder. (Adar) oğlu bulununca da bu nezrini yerine getirir. Böylece tarihte tek başına Kabe'yi örten ilk kadın o olur.

Hz. Ömer zamanında ilk olarak Kabe Beyt-ul maldan örtülmüştür. Bundan sonra Kabe örtüsü hükümetlerin sorumluluğunda olmuştur. Yine ilk olarak Hz. Ömer r.a. Kabe örtüsünün Mısır'da dokunmasını emretmiştir. Hz. Osman da bu kararlara sadık kalmış ancak senede iki defa dokunmasını emretmiştir.

Kabe'nin örtüsü, üç bolümden meydana gelmektedir. Kabe'nin dış örtüsü, iç örtüsü (astar) ve kuşak bölümü. Bunların hepsi su anda Mekke'de bulunan Kabe örtüsü fabrikasında dokunmaktadır.

Kabe kapısının ilk nakışlı örtüsü 810 h. 1407 m. yılında dokunmuş ve örtülmüştür.



--------------------------------------------------------------------------------

umut55
31-10-2010, 08:59
Kabe Örtüsünü Çalan Şeyh

Osmanlı'nın son dönemlerindeki ayrılıkçı hareketleri önlemek için Teşkilat-ı Mahsusa'yı kuran Kuşçubaşı Eşref (Uçan Şeyh), Kabe'nin örtüsünü neden çalmıştı?

Üzerinde hırpani bir tulum bulunan çocuk, Beyoğlu'nun dar sokakları arasından Pera'ya kadar koşuyor, avazı çıktığı kadar bağırıyordu:

- İlave! İlave! Padişah Efendimiz hazretleri'nin emriyle basılan son ilave Yazıyor Padişah buyruğunu yazıyor

Son dakika baskıları İstanbul'da çok da bilinen bir şey değildi. Herkes büyük bir merak ve heyecan içinde çocuğa yöneldi.

- Nedir bu çocuğum?

- Padişah Efendimiz Hazretleri'nin emriyle basılan bir not.

Çocuk, boynuna astığı bezden dikilmiş torbadan küçük kağıtlara basılmış notları çıkardı.

- Neden sabah baskısında yoktu?

- Gazete baskıdan çıktıktan sonra geldi. Merak etmeyin efendim, herkese yetecek kadar var.

Bir yandan da meraklı gözlerle kendisini uzaktan seyreden insanları başına toplamak için bağırıyordu.

- Yazıyor Yazıyor

İtalyan kesim şık bir redingot takım giymiş bir delikanlı, çocuğun dağıttığı notlardan birini eline alıp okudu. Delikanlının yüzünde, şaşkınlıkla karışık bir tebessüm belirdi. Okuduklarına inanmakta zorluk çekiyordu. Notun atında, Padişah'a ait bir imza ya da mühür yoktu. Güvenilir bir not mu acaba, diye düşündü. Ama okuduğu notun şaka kaldırır yanı yoktu. Sokaklarda “İlave! İlave!” diye bağıran çocukların sayısı artınca kendisine notu veren çocuğa iyi bir bahşiş uzattı. Çocuk hayretle redingot takım giymiş gence bakarken şefkatli bir elin saçlarında gezindiğini hissetti.

- Sağolun efendim.

- Asıl sen sağol arkadaş, elinde ne taşıdığını bir bilsen

- Nedir efendim?

- Hürriyet efendim Hürriyet Hürriyet

- Hürriyet nedir efendim?

- İyi bir şeydir arkadaş, tebessüm etmek gibi bir şeydir.

(...)

Siyah elbiseli adam, sefalet kapısında bekleyen görevliye tebessüm ederek baktı. Görevli çok da alışık olmadığı bu durum karşısında ne yapacağını bilemedi. Eli ayağına dolaşarak toparlanmaya çalıştı. Sefalet binasından Selanik'e son baskı geçiyordu. Telgraf başındakiler, dökülen harfleri dikkatlice takip ediyorlardı.

“Vezir-i mali semirim Said Paşa, Ferid Paşa kabinesinin vuku-u istifasına ve müsellem olan ehliyet ve dirayetinize binaen mesned-i sadaret uhdenize mesned-i meşibat dahi Cemaleddin Efendi uhdesine revdi edilmiştir. Memleketin bundan böyle meşrutiyetle idaresi padişah tarafından irade olunmuştur”
(İmparatorluğun Son Akşamı - s. 132, 133, 134.)

UÇAN ŞEYH; EŞREF KUŞÇUBAŞI
Selanik'te konuşlanmış olan hürriyet yanlılarının Yıldız Sarayı'na dayatmayla kabul ettirdiği meşrutiyetin ilanının temelinde yatan isimlerden Kuşçubaşı Eşref, Sürgüne gittiği Arabistan çöllerinde Abdülhamit'e olan isyanını, Yıldız Sarayı'na mesaj vermek için Kabe'nin örtüsünü (Kisve) çalacak kadar ileriye taşıyan Kuşçubaşı Eşref, Osmanlı'nın son dönemlerinde gözü kara bir hain, Cumhuriyet'in kuruluşu ve sonrasında ise savaşçı kişiliği, teşkilatçılığı ve Arabistan çöllerine olan hakimiyetiyle bilinen ‘kahramanı' olarak anılır.

Harb okulunun son sınıfındayken ‘Jön Türkler'le ilişkisi yüzünden Abdülhamit tarafından Hicaz'a sürgün gönderilen Kuşçubaşı Eşref, Sultan Abdüllaziz'in kuşçubaşısı Çerkez Mustafa Nuri Bey'in oğludur

Abdülhamit'e karşı giriştiği isyan hareketi sırasında tüm Arabistan'ı dolaşıp yerel şeyhlerle dostluk kuran Eşref Kuşçubaşı', çölde yaşayan bedevi kabileleri, her an her yerde ortaya çıktığı için kendisine “Şeyh-it Tuyyur” yani “Uçan Şeyh” adını takmıştır.

HÜRRİYET ATEŞİ ve TEŞKİLAT-I MAHSUSA
Kanına kadar işlemiş olan asilikle Abdülhamit'i tahttan indirmek için verdiği amansız mücadelenin anlatıldığı TİMAŞ Yayınları'ndan Hakan Kağan imzasıyla çıkan, “İmparatorluğun Son Akşamı” isimli ‘tarih romanı', Eşref Kuşçubaşı'nı kişiliğini en ince detaylarına kadar tanıtan bir eser

Kendi içinde yanan hürriyet ateşinin, İtalyanlar'ın koltuğunun altına almak için uğraştığı Arapların içinde alevlenmesi amacıyla çok ciddi çalışmalar yapan ama daha sonra, rejim aleyhtarlığının dış güçlerin el altından yürüttüğü çalışmalarla bölücülüğe dönüştüğünü fark edip, resmi anlamdaki ilk Türk gizli servisi olan Teşkilat-ı Mahsusa'nın kurucusudur Kuşçubaşı Eşref

EŞREF, KABE'NİN ÖRTÜSÜNÜ NEDEN ÇALMIŞTI?
Abdülhamit tarafından sürgüne gönderildiği Hicaz'da rahat durmayan gözaltından kurtulup, çölde yaşayan bedevileri teşkilatlandıran Eşref Kuşçubaşı, Yıldız Sarayı'nı ve tüm İmparatorluğu dehşete düşüren en büyük icraatını Kabe'nin örtüsünü taşıyan kervana saldırarak ve arife günü Kabe'ye serilecek olan örtüye el koyarak yapar. Mısır'dan getirilen Kisve'yi onu taşıyan Kutlu Kafile'den gece baskınıyla alan Eşref, bu hareketiyle, "Sultan Abdülhamit'e karşı mücadele edilmez" fikrinin kırılmasına da sebep olur. Bu olay, Hicaz'da büyük bir yankı uyandırdığı gibi, Selanik ve Manastır'da teşkilatlanan hürriyet yanlıları ve komitacılar tarafından zaferle karşılanır...

umut55
31-10-2010, 09:01
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)


Kabe Örtüsünün Hazırlanışı

Saf ipek kullanılarak dokunan altın işlemeli örtü, Kabe-i Şerif Örtü Fabrikası'nda 3 aylık bir çalışma sonucu dokunuyor. Mekke'de bulunan Kabe-i Şerif Örtü Fabrikası, yılın sadece 3 ayında çalışıyor ve sadece Kabe'nin örtüsünü dokuyor. Toplam alanı 658 metrekare olan örtü 14 metre uzunluğunda, 101 santimetre genişliğinde ve 47 parçadan oluşuyor. Her yıl yenisi ile değiştirilen örtü daha sonra müzede ziyarete açılıyor.

Altın ve gümüş ipliklerle işlenen, siyaha boyanmış saf ipekten, 16 parçadan oluşan ve yaklaşık 17 milyon Suudi Arabistan Riyali'ne mal olan örtünün üzerinde jakard üslubu ile işlenmiş ‘‘La ilahe illallah Muhammedin Resulullah. Allah Celle Celalühü. Sübhanallahi vebihamdihi subhanallahi el Azim. Ya hannan, ya mannan’’ ibareleri bulunuyor.

Birisi Kabe kapısının örtüsü olmak üzere beş parçadan oluşan örtü için, 450 kilo ipek iplikten 658 metre kumaş dokundu. Boyama, dokuma, basma, işleme ve toplama döneminden geçen Kabe'nin örtüsü için, 47 top kumaş kullanıldığı öğrenildi. Örtü, Kabe'nin dört duvarından sırayla değiştiriliyor. Asansörle Kabe'nin üzerine çıkan görevliler, saldıkları iplerle Kabe’nin yeni örtüsünü yukarıya çekip aşağıya salıyorlar. Daha sonra altta kalan eski örtüyü indiriyorlar. Kabe örtüsünün değiştirilmesi esnasında Mekke’de sadece 'yerli' halk bulunuyor. Çünkü hacıların o sırada Arafat'ta bulunmaları gerekiyor. Böylece Kabe, Arafat'tan dönen hacılara hazır hale gelmiş oluyor.

umut55
31-10-2010, 09:04
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)


KÂBE VE ARAFAT`TAKİ SIRLAR

Ahmet Hulusi
Bizim müşahedemize, Cenâb-ı Hakk'ın bizde izhar etmiş olduğu ilme göre...

İnsan bedenini saran sinir sisteminde akmakta olan biyoelektrik gibi, dünyanın yüzeyi altında da akan “negatif” ve “pozitif” radyasyon akımları, kanalları mevcuttur.

Şayet sizin kurmuş olduğunuz ev ya da işyeri veya çiftlik negatif radyasyon akım kanallarından birisi üzerine isabet ederse, o evde başınız hastalık ve sıkıntıdan kurtulmaz. işyerinizde daima işler ters gider. Çiftliğinizde kaza-belâ eksik olmaz, hayvanlarınız barınmaz vesaire...

Aynı şekilde şayet eviniz, iş yeriniz ya da çiftliğiniz pozitif radyasyon akım kanallarından biri üzerine isabet ederse. Bu defa da eviniz son derece huzurlu olur. Dışardan çoğu zaman evinize kaçarsınız. işyeriniz son derece verimli, bereketli olur. Çiftliğiniz, hayvanlarınız kezâ öyle.

İşte bu anlattığımız akım kanallarına batıda özellikle İngiltere`de de «ley» hatları deniliyor. “Negatif” olanlarına da «kara akım hatları» tâbiri kullanılıyor.

Burada bir önemli noktaya da dikkatinizi çekmek istiyorum…

Bu dalgalara “pozitif” veya “negatif” tâbirlerini kullanmamız, bize GÖREdir!… Bize yarar sağlaması itibariyle “pozitif”, bize yarar sağlamaması itibariyle de “negatif” deyimini kullanmaktayız… Oysa bu dalgaların kendi yönünden bir “negatif”lik ya da “pozitif”lik gibi bir ayrıcalıkları yoktur!. Yalnızca pek çok yüksek frekanslı dalgalardan daha düşük frekanslı dalgalara kadar uzanan dalga türleridirler..

Biz Kudüs, Medine ve Mekke’deki alanların yaydıkları yüksek frekanslı dalgalara “pozitif” demişiz.. Esasen bu dalgalara Din-tasavvuf lisanında da “cemâl” veya “celâl nurları” ismi verilmiştir!..

Bize göre “Pozitif” olarak nitelenen ışınımın nispeten daha düşük frekanslı olanlarına “cemâl nuru”; daha yüksek frekanslı olanlarına da “celâl nuru” denilir…

Ancak dikkat edile ki… Burada anlatılan, bize çok yararlı olan bu ”cemâl ve celâl nurları” ile “mutlak cemâl ve celâl nurları” arasındaki fark, sanki kibrit ateşi ile Güneş arasındaki fark gibidir!… Gözden kaçmaya!

İnsanların dahi “celâlli” ya da “cemâlî” diye tanımlanması, beyinlerinin yaydığı bu dalgalar dolayısıyladır.. Yani, kiminin beyninin yaydığı dalgaların frekansı, kimine göre daha çok daha yüksektir, ki biz onlara “celâlli bir kişiliği var” deriz!.

İşte dünyanın bedeni içindeki, “pozitif” enerji hatlarının kesişip sanki bir enerji santralı gibi yayın yaptığı en önemli merkez, Mekke`de bulunan Kâbe-i Muâzzama'nın altıdır ve bunun uzantısı da Arafat Dağı'nın altıdır!..

Keşif sahiplerinin keşif yoluyla gördüğü bu gerçeğe Seyyid Abdülaziz Ed Debbağ da «El İbrîz» isimli eserinde değinmiş ve Kâbe`den göğe yükselmekte olan bir «nur» sütunundan, adı geçen eserinde bahsetmiştir!..

Bu noktadaki çok güçlü pozitif enerji dolayısıyla Harem-i Şerîf`teki tüm insanların beyinleri öylesine etkilenip, öylesine güçlü bir faaliyet içine girmektedirler ki bunu anlatabilmemiz mümkün değildir.

Nitekim bu gerçek dolayısıyla Kâbe çevresinde kılınan namaz için Rasulallah salla`llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

-Kâbe`de kılınan iki rek`ât namaz, dünyanın başka mescîtlerinde kılınan namazdan 100 bin defa daha sevaplıdır!..

Zira Kâ’be çevresinde yapılan her ibadet sırasında, yeraltından yayılan “celâl nurları” yani çok yüksek frekanslı dalgalar dolayısıyla, beyin kat rekât güçlü dalga üretimi yapmakta; hem bunu ruha güçlü olarak yüklenmemekte; hem de dışa dönük bir biçimde yayınlamaktadır.

Gene bir başka hadîs-i şerîfte Rasulallah salla`llâhu aleyhi ve sellem:

-"Başka yerlerde sadece fiillerinizden mes`ûlsünüz, Kâbe`de ise düşüncelerinizden de mes`ûl olursunuz."

Buyurmuştur.

Bunun da gene sebebi, beynin aldığı güçlü enerji dolayısıyla düşünceleri dahi fiil düzeyindeki bir güçle ruha yüklemesindedir.

Ancak burada bize göre bir başka gerçeğe dikkatinizi çekmek isterim:

Beytullah altında olup çevresini de etkileyen bu alan en fazla yaklaşık 30-40 metrelik bir yarıçaptır!. Onun dışı Rasûlullah Aleyhisselâm’ın yaşadığı devirde evlerle kaplıydı!.. Bugün ise Ebu Cehil’in tuvalet yapılmış olan evinin çevresinde bile, “Kâ’be ‘de namaz kılıyoruz” zannıyla namaz kılan sayısız insan görüyoruz!.

Yine bizim tespitlerimize göre, Kâ’be çevresinin dışa yani çevreye yaygınlaştırılması yerine; 30-40 metrelik çevresinde dönerek yükselen ve inen bir yürüyen yol yapılıp; insanların burada yürürken yedi dönüşü yani bir tavafı tamamlamaları sağlanabilirdi… Bunun için de Kâ’be’nin duvarları yükseltilebilirdi!.

“Beytullah”taki bu “nurâniyet”ten istifade için, tavafların özellikle bu mesafe içinde yapılması, açıkladığımız gerekçe yönünden çok önemlidir; bize göre!.

“Beytullah” altındaki bu enerji merkezinin, yani “nurâniyetin” bir başka tezahürü de şudur…

Mekke’ye gelip Kâ’be ziyaretinde bulunanların önemli bir kısmında, bir kaç gün içinde değişiklikler görülmeye başlanır beraber oldukları arkadaşlar tarafından…

Bu insanların kimi son derece hırçın, haşin, bencil, hükmedici bir kişilik ortaya koymaya başlar; kimi de son derece munis, hoşgörülü, sevecen, yardımsever bir hâl alır!. Kimi çarşı-pazar saldırır; kimi de Beytullah'tan dışarıya adım atmak istemez!.

Kişilerdeki bu değişikliğin sebebi bizim tespitlerimize göre şudur;

Kâ’be’nin altındaki enerji merkezinden, oldukça yüksek frekanslı bir dalga yayılmaktadır… “Celâl nurları” diye isimlenen bu nurlar, hem insanlarda şiddet ve celâl hâli oluşturmakta; hem de insanlardaki o ana kadar açığa çıkmamış özelliklerin beyinden dışa vurmasına yol açmaktadır!.

Oraya gitmeden önce, normal kendi hâlinde yaşayan bir kısım insanların, oradan döndükten sonra, hiç de o güzelliklere uymayan bir yaşam biçimi içine girmesi; hatta Dinî değerleri bir yana bırakarak beşeriyetin doğal gereklerine ve sonuçlarına göre yaşam sürdürmeye başlaması işte beyni etkileyen bu yüksek radyasyon dolayısıyladır. Bu yüksek frekanslı dalgalar, onun ikincil kişiliğini oluşturan merkezleri güçlendirerek günlük yaşamının bu doğrultuda açığa çıkmasına sebep olur!.

Nasıl ki, bir balon sönükken üzerindeki defolar belli olmaz, fakat şişirilince ortaya çıkarsa…

Aynı şekilde, oradaki yüksek frekanslı dalgaların beyin faaliyetini arttırması dolayısıyla da herkesin ikincil özellikleri orada ortaya çıkmaktadır!. Ve böylece çok iyi tanıdığınızı sandığınız yakınınızın orada içyüzünü görmeye başlarsınız!.

Bu çok yüksek enerji dolayısıyladır ki, Mekke’de insanlar çok “celâl”li saatler yaşarlar ve olaylarla karşılaşırlar!..

Oraya gidenlerin de bildiği üzere, Mekke halkı genelde sert, hırçın ve celâlli insanlardır!. Bunun sebebi bizim tespitlerimize göre Kâ’be altındaki çok yüksek frekanslı dalgalardan, yani radyasyondan, ya da mecazî anlatımla “celâl nurlarının” tesirlerinden ileri gelir!.

Misâl vermek gerekirse, Anadolu’nun herhangi bir yerine göre, Kâ’be ‘de yayılan dalgalar yüz bin defa daha yüksek frekanslı yani kuvvetli dalgalardır!.. İşte bu yüzden “Kâ’be ‘de kılınan namaz başka yerlerde kılınan namazdan 100.000 defa daha sevaplıdır”; ve de “Kâ’be ‘de düşündüklerinizden mesûl olursunuz”!.

İşte bu yüksek frekanslı ışınım, yani “celâl nurları”, o dalgalarla haşır-neşir olarak büyüyen insanların bahsi geçen özelliklere sahip olması sonucunu getirir!..

Gene bizim müşahedemize göre…

Hazreti Rasûlullah Aleyhisselâm’ın, nübüvvet görevinin başlamasından hicretine kadar geçen yaklaşık on üç yıllık evresinde, Mekke’de kendisine inananların sayısının 40-50’ye ulaşabilmesinin nedenlerinden önde gelen bir sebep de bu husustur.

Mekke’deki bu yüksek frekanslı dalgalar, genel istidat ve kâbiliyet ile programlanmış insanlarda, konuya karşı bir direnç oluşturmuş, bu yüzden de O’nun getirdiklerini inkâr etmişlerdir..

Medine’de ise Kâ’be ‘dekine göre bir hayli düşük frekanslı dalgalar yani “cemâl nurları” mevcut olduğu için; orada insanlar genellikle “cemâlî” bir yaşam geçirirler, “Lâtif” ilişkiler içinde olurlar… Medine’deki faaliyet sonucu müminlerin sayısı on sene sonunda yüz binlere ulaşmıştır!..

Medine ziyaretinin, Mekke’den sonraya bırakılması, kişilerin dönecekleri ortama uyum sağlamaları açısından da bir kolaylık sağlar!.

Mekke’den döndükten sonra 20 gün ile bir ay arasında bulunulan yere uyum sağlanabilmesinin sebebi de gene bu yüksek radyasyonun beyinde tesirinin azalmasıyla söz konusu olur…

Gene Kâbe-i şerîf altındaki bu radyasyonun beyinlere yüklediği güç dolayısı ile, tavaf sırasında, kabiliyetli beyin sahiplerinde çeşitli olağanüstü yaşamlar gerçekleşmektedir.

Peki Kâbe böylesine muazzam enerji merkezi, ya da bir diğer ifade ile «nûr kaynağı»dır da; Hacc niçin Arafat`ta olmaktadır?.. Hac niçin Arafat`tır?.. Arafat`taki olay nedir?..

Kâbe-i Muazzama`nın altında bulunan son derece güçlü müspet radyasyon kanalının bir uzantısı da Arafat tepesinin altında ikinci bir düğüm meydana getirmektedir, demiştik az evvel.

İşte Arafat tepesi ve civarında toplanan yüz binlere, milyonlarca insan, yerden aldıkları son derece güçlü radyasyon ile beyinlerinden tek bir mânâda yayın yapmaktadırlar.

«Vakfe» denen olay, insanların bu tek mânâ üzere toplu «yönlendirilmiş dalga» yayınına yönelişleridir.

«ALLAH'IM BİZİ AFFET!..»

Yüz binlerle, milyonlarca insan beyni; sanki lazer ışını gibi, tek bir anlamdaki dalga boyundan yayın yapmakta; ve bu dalga boyundan oluşan dev bir manyetik bulut tüm Arafat Bölgesini kaplamaktadır!..

Şimdi hemen hatırlamaya çalışın.

Üzerine herhangi bir görüntü çekilmiş video bandını, çalışırken video cihazının üzerinde unutursanız ne olur?.. Video cihazının yaydığı manyetik alan bandın üzerindeki kaydı siler!.. İsterseniz siz buna görünmeyen eller bandı siler de diyebilirsiniz!..

Evet. işte misâl yollu anlatmaya çalıştığım gibi.

Siz orada «ALLAH'IM GEÇMİŞ GÜNAHLARIMDAN DOLAYI BENİ AFFET» dediğiniz anda hem bu tür bir dalga oluşturmuşsunuzdur. Hem de beyninizi bu mânâdaki dalgalara açmışsınızdır!.. Ve açılan bu kanaldan, o güçlü manyetik alan bir anda beyninizi etkiler ve o ana kadar ruhunuza negatif yükle beyniniz tarafından kaydedilmiş tüm yazımlar siliniverir!.

Ve siz anadan doğmuşçasına günahsız olarak. O ana kadar ruhunuza yüklenmiş olan tüm negatif yüklerde arınmış olarak Arafat`dan dönersiniz.

Rasûlullah salla`llâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;

-Arafat`tan dönüp de, acaba benim günahlarım affoldu mu, diyen kişi en büyük günahkârdır!..

Çünkü olay böylesine kesin bir olaydır!..

Allâh, günâhlarından arındırmayı murat ettiği kuluna nasip eder oraya gitmeyi; ve orada da böyle bir sistem içinde arınmayı bahşeder!..

umut55
31-10-2010, 09:08
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)

umut55
31-10-2010, 09:10
Kabe'nin Etrafında Neler Oluyor?

Müslümanların kutsal mekanı Mekke'de Kabe çevresi 10 yıl içinde tamamlanması öngörülen projelerle yepyeni

14 milyarlık 6 proje için 7 bine yakın bina yıkılıyor. Üç yıldır devam eden çalışmalardan Ömer Tepesi projesi çerçevesinde tepe, iş makineleriyle düzleştiriliyor. Bu alana 30'ar katlı 60 gökdelen inşa edilecek. 230.000 metrekarelik alanda oteller, yerleşim birimleri, alışveriş merkezleri ve sosyal tesisler yer alacak. Burada en az 100.000 kişinin ikamet etmesi bekleniyor. Proje tamamlandığında 100 bin kişi aynı anda havalandırmalı özel alanlarda namaz kılabilecek.

Diğer bir proje çerçevesinde inşa edilecek 40'ar katlı ikiz gökdelenlerden sonra ise şu anda hizmet veren Hilton otelinin taşınarak, binasının yıkılacağı belirtiliyor. Suudi Öger grubu ve Bin Ladin inşaat tarafından yürütülen projenin en geç 5 yıl içinde tamamlanması öngörülüyor.

Başka bir proje kapsamında ise Cidde havaalanı ile Mekke arasında ulaşımı sağlayacak hızlı tren hattı yapılacak. En kısa zamanda yapımına başlanması beklenen trenin, Ömer Tepesine kadar gelmesi planlanıyor. Suudi yönetiminin verdiği bilgiye göre, yap işlet devret prensibiyle uygulanması beklenen ve ihalesi tamamlanan proje bittiğinde, saatte 300 kilometreye kadar hız yapabilen trenler Cidde havaalanı ile Mekke arasındaki mesafeyi 30 dakikada, Cidde ile Medine arasındaki mesafeyi ise yaklaşık 2 saatte alacak.

12 ŞERİTLİ YOL
Projeler kapsamında Mekke'nin girişinden Ömer Tepesine kadar uzanacak, 4 kilometrelik, 80 metre genişliğinde 12 şeritlik Kral Abdülaziz Yolu da inşa edilecek. Bu yol sayesinde özellikle hac döneminde Cidde ile Mekke arasında yaşanan trafik sıkışıklığının azaltılması hedefleniyor. Yol inşaatı için Mekke'nin girişinden itibaren yüzlerce bina yıkılıyor.

Ayrıca Ömer Tepesinin önünde bulunan Intercontinental ve Hilton otellerinin yıkılarak, Kabe'nin rahatlıkla görülmesi sağlanacak.

Bu şekilde Kabe'nin yanında bulunan iki büyük bina yıkılırken, buranın hemen arkasında gökdelenler yükselecek.

ŞEYTAN TAŞLAMA ALANI İKİ KATINA ÇIKACAK
Bu arada Kabe alanının genişletilmesi çalışmaları büyük hızla sürüyor. Şeytan Taşlama alanındaki çalışmalar neredeyse tamamlandı.

Şu anda bir gidiş ve bir geliş koridoruyla 3 katlı olarak hizmet veren alanın hemen yanına aynı ebatlarda ancak 4 katlı yeni bir alan inşa edildi. Burası hizmete girdiğinde kapasite ikiye katlanmış olacak.

-ŞAMİYE BÖLGESİ-
Öte yandan genişletme çalışmaları için Kabe'nin kuzeyindeki Şamiye bölgesinde bulunan çarşı ve otellerden oluşan binden fazla binanın, Kral tarafından sağlanan 2 milyar dolarlık kaynakla satın alınıp yıkıldığı öğrenildi. Yıkım çalışmalarının devam ettiği, Kabe'nin bu yöne doğru genişletileceği belirtildi. Ayrıca bu bölgeye yine çok katlı oteller, alışveriş merkezleri ve hacıların ulaşımı için otobüs terminalleri yapılacak.

Kabe çevresinde yürütülen ve tamamı 10 yıl içinde tamamlanması öngörülen bu altı proje bittiğinde bölgenin görüntüsü tamamen değişmiş olacak.

Bu projelerin dışında Kindama Tepesi çalışmaları kapsamında Kabe'nin yanındaki Kraliyet Sarayı Kompleksinin hemen arkasındaki tepede, gökdelen şeklinde otel binaları, alışveriş merkezleri kurulacak.

Ayrıca Kabe'nin hemen yanındaki Ecyad hastanesinin de yer aldığı kompleksin yıkılacağı, buraya çok katlı binalar kurulacağı, hastanenin bu binalardan birinde hizmet vereceği ifade ediliyor.

Kabe'nin güneyinde yer alan Hicrah bölgesinde ise şu anda 1170 metrekare olan ibadet alanının, 30 bin metrekareye çıkarılacağı belirtiliyor. Yeni projelerle Kabe'de ibadet alanının kapasitesinin 100.000 artırılacağı kaydediliyor. Kabe ve çevresinde hac zamanı ve Cuma günleri kılınan namazlar esnasında aynı anda 1.500.000'den fazla insan ibadet edebiliyor.

umut55
31-10-2010, 09:13
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)


Kabe'nin Haritadaki Sırrı

Kâbe, Eski Dünya'nın (Avrupa, Asya ve Afrika) merkezinde bir konumda yer alıyor ve bu üç kıtaya hemen hemen aynı uzaklıkta bulunuyor. Ama siz en iyisi elinize bir Dünya haritası alıp, Kuzey Amerika'dan Avustralya'ya, Kuzeydoğu Asya'dan Güney Amerika'ya doğru birer çizgi çekiniz ve bu çizgilerin kesiştiği yere bakınız. Kâbe'nin Dünya karalarının merkezinde kalan bir konumda yer aldığını görürsünüz…

Enlem ve boylamların gösterdiği kutup noktaları ile pusulanın gösterdiği manyetik kutup noktaları neden birbirinden farklı yerlerdedir? Dünya'nın ekliptik olarak 23o 27'lık eğime sahip olduğunu biliriz. Dünya'nın başı böyle eğdirilmeseydi tek bir mevsimi, mesela hep yazı yahut kışı yaşayacaktık. Günler, buna göre uzar ya da kısalır. İşte bu eğim, kutupların yerini de değiştirmiş olur. Gerçekte; enlem ve boylamları çizerken Dünya'nın bu eğimini, yani mıknatısların sürekli yöneldiği manyetik kutupları dikkate alırsak, yeni bir Ekvator çıkar. O zaman “0″ (sıfır) no'lu en büyük enlem olan Ekvator, bu yeni haliyle, Mekke kentinden geçecektir. Bu da Kâbe'nin, Dünya'nın ortasında bulunduğu gerçeğinin başka bir teyidi sayılabilir…

Dünya'nın manyetik kuzey ve güney kutuplarına göre çizilen yeni ekvator çizgisinin, yani Kâbe'den geçen Ekvator çizgisi üzerinde, birisi Kâbe'ye göre doğu, diğeri ise batıda iki adet manyetik kutuplar bulunmaktadır. Batı kutbunu esrarengiz olayları ile “Bermuda” üçgeni teşkil ederken, doğusunu ise Japonya'da bir körfez bölgesi teşkil eder. Bu körfez de Bermuda gibi kaybolmaları ile meşhur olmuştur. Kâbe'nin bu iki noktanın tam ortasında yer alması da Kâbe'nin yerinin özel olarak seçildiğini düşündürmektedir…

Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)


Kabe'nin Haritadaki Sırrı

Kâbe, Eski Dünya'nın (Avrupa, Asya ve Afrika) merkezinde bir konumda yer alıyor ve bu üç kıtaya hemen hemen aynı uzaklıkta bulunuyor. Ama siz en iyisi elinize bir Dünya haritası alıp, Kuzey Amerika'dan Avustralya'ya, Kuzeydoğu Asya'dan Güney Amerika'ya doğru birer çizgi çekiniz ve bu çizgilerin kesiştiği yere bakınız. Kâbe'nin Dünya karalarının merkezinde kalan bir konumda yer aldığını görürsünüz…

Enlem ve boylamların gösterdiği kutup noktaları ile pusulanın gösterdiği manyetik kutup noktaları neden birbirinden farklı yerlerdedir? Dünya'nın ekliptik olarak 23o 27'lık eğime sahip olduğunu biliriz. Dünya'nın başı böyle eğdirilmeseydi tek bir mevsimi, mesela hep yazı yahut kışı yaşayacaktık. Günler, buna göre uzar ya da kısalır. İşte bu eğim, kutupların yerini de değiştirmiş olur. Gerçekte; enlem ve boylamları çizerken Dünya'nın bu eğimini, yani mıknatısların sürekli yöneldiği manyetik kutupları dikkate alırsak, yeni bir Ekvator çıkar. O zaman “0″ (sıfır) no'lu en büyük enlem olan Ekvator, bu yeni haliyle, Mekke kentinden geçecektir. Bu da Kâbe'nin, Dünya'nın ortasında bulunduğu gerçeğinin başka bir teyidi sayılabilir…

Dünya'nın manyetik kuzey ve güney kutuplarına göre çizilen yeni ekvator çizgisinin, yani Kâbe'den geçen Ekvator çizgisi üzerinde, birisi Kâbe'ye göre doğu, diğeri ise batıda iki adet manyetik kutuplar bulunmaktadır. Batı kutbunu esrarengiz olayları ile “Bermuda” üçgeni teşkil ederken, doğusunu ise Japonya'da bir körfez bölgesi teşkil eder. Bu körfez de Bermuda gibi kaybolmaları ile meşhur olmuştur. Kâbe'nin bu iki noktanın tam ortasında yer alması da Kâbe'nin yerinin özel olarak seçildiğini düşündürmektedir…

umut55
31-10-2010, 09:16
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)


Kabe'nin Hikayesi

Kabe, yeryüzünde yapılan ilk mabet, ibadet yeri. Müslümanların kıblesi, namazda döndükleri cihet, taraf. Mekke-i Mükerreme şehrinde Mescid-i Haram'ın ortasında dört köşeli taştan yapılmış bir odadır. Müminler hac ibadetini yapmak için dünyanın her tarafından burayı ziyarete gelirler. Yeryüzünün en kıymetli yeri Kabe'dir. Kabe, görünüşte dünyadaki evlerden biridir. Hakikatte ise ahirettendir. Kabe, dünya ve ahireti kendinde toplamıştır. Kabe, Beytullah (Allah-u Teala'nın evi) Rabbimizin üstün ve faziletli kıldığı eşsiz yerdir. Kabe'yi, yeryüzüne Hz. Adem'in inşa ettiğini Muhammed el-Ezrâkî, "Ahbâr-u Mekke" adlı eserinde şöyle anlatmaktadır:

Hz. Adem, yeryüzüne indirilmesi sebebiyle çok üzülüyor ve günlerini ağlamakla geçiriyordu. O'nun üzüntüsüne melekler de ortak oluyorlardı. Bir defasında adem secdedeyken; “Ya Rabbi! Bana ne oldu ki, artık meleklerin seslerini, senin zatını tesbih ve takdis etmelerini duyamıyorum. Onları göremiyorum.” diye arz edince, Cenab-ı Hak, buyurdu ki: “Ey adem! Senden sadır olan zelle, meleklerin tesbihini işitmene manidir. Ancak benim yeryüzünde bir beytim vardır. Sen onun temelini bulup üzerine bir Beyt bina et. Beni takdis ve beytin etrafını tavaf et. Ey Adem! O beyti Mekke'de kıldım. Evladından her kim beytime gelip, sadece benim rızamı isterse, bizzat beni ziyaret eden misafirim gibidir. Bunları şanıma layık bir şekilde ağırlarım ve bütün ihtiyaçlarını gideririm!”
Hz. Adem, Allah-ü Teala'nın bu emri ile Serendip Adası'ndan Mekke'ye doğru yürümeye başladı. Bir melek, kendisine yol gösteriyordu. Mekke-i Mükerreme'nin bulunduğu yere gelince, Allah-ü Teala ona yardımcı melekler gönderdi. Melekler, Beyt-i Ma'mur'un tam hizasına gelecek şekilde yedi kat yere kadar varan bir temel kazdılar. Kazılan bu temele toprak seviyesine kadar otuz kişinin ancak kaldırabileceği büyüklükte taşlar yerleştirdiler. Sonra Allah-u Teala melekler vasıtasıyla bu temelin üzerine bir Beyt indirdi. Bu Beyt, Cennet yakutlarından bir yakut olup, parıl parıl parlıyordu. İndirilen bu beytin biri şark (doğu), diğeri garp (batı) olmak üzere iki kapısı vardı. Beytullah'ın içinde ayrıca nurdan kandiller yakılmıştı. Kandillerin çanakları Cennetin külçe altınlarındandı ve etrafında yıldız gibi parlayan beyaz yakutlar diziliydi. Hacer'ül-Esved de bunlardan biriydi. Hacer'ül-Esved'in daha sonra günahkar kimselerin el sürmesiyle karardığı rivayet edilmiştir. Böylece Beyt-ül-Ma'mur'un tam altına gelecek şekilde yeryüzünde de Beytullah, yani Kabe-i muazzama inşa edilmiş oldu.

Bazı rivayetlere göre Cennetten gelen bu Beytullah (Kabe-i muazzama) adem 'ın vefatından sonra tekrar göklere kaldırıldı. adem 'ın evlatları önceki temellerin üzerine taştan ve çamurdan bir bina yaptılar. Bu bina, Nuh zamanındaki tufana kadar zaman zaman tamir edildi ve tufanda yıkıldı.

Kabe'nin tufandan sonra İbrahim 'a kadar yeri belirsiz olup yalnız bulunduğu saha bilinmekteydi. Bu bölge kırmızı topraklı ve sel sularının yükselemeyeceği kadar tümsek bir tepe durumundaydı. Yeri kesin bilinmemekle beraber, insanlar Kabe'nin o bölgede olduğunu biliyorlardı. Yeryüzünün çeşitli memleketlerinden zulme uğramış, kederli, sıkıntılı, dertli ve Allah-u Teala'ya sığınmak isteyen kimseler bu bölgeye gelip dua ederler, maksatlarının hasıl olduğunu görünce geri dönerlerdi. İbrahim 'ın, Beytullah'ı yeniden yapmasına kadar, bu bölgeye olan hürmet ve saygı devam etti.

Hz. İbrahim, Allah-u Teala'nın emriyle Kabe-i Muazzama'yı yapmak için Mekke'ye gitti. Oğlu Hz. İsmail'i ve Hacer validemizi yıllar önce oraya bırakmıştı. Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail ile Zemzem Kuyusunun başında karşılaştılar. Senelerdir hiç görüşemeyen baba-oğul, sevinçle birbirlerine sarılıp hasret giderdiler. Zemzem kuyusunun başında oturdukları zaman Hz. İbrahim; “Ey İsmail! Allah-u Teala, bana kendi zatı için bir Beyt yapmamı emrediyor. Sen de yardım eder misin?” buyurdu. Hz. İsmail de; “Elbette yardım ederim.” diye cevap verdi. Hz. İbrahim; “Ya Rabbi! Kabe'yi nerede yapayım?” diye sual etti. Cenab-ı Hak; “Biz sana onun yerini göstereceğiz.” buyurdu. Bir rivayete göre Kabe'nin yerini Cebrail gösterdi. Böylece Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail ile birlikte temel kazmaya başladı. adem zamanında kazılan temeli buldular. Aynı temel üzerine, Kabe'yi inşa etmeye başladılar. Cebrail'in tarifine göre Hz. İbrahim, binayı Hz. İsmail'in getirdiği taşlarla yapıyordu. Nihayet Kabe'nin duvarları yükseldi ve yukarıya taş yetişemez oldu. Bunun üzerine büyükçe bir taş getirdiler. Hz. İbrahim, bu taşa basarak duvarı örmeye devam etti. Mübarek ayağının izi çıkan bu taşa "Makam-ı İbrahim" dendi. Kabe'de tavaf namazı bu taşın bulunduğu yer olan Makam-ı İbrahim'de kılınır. Binanın yapımında, melekler, taş getirmede Hz. İsmail'e yardım ettiler. Sıra, Hacer-ül-Esved'e gelince Hz. İbrahim ; “Ey İsmail! İyi bir taş getir ki, hacılara işaret olsun!” buyurdu. İsmail, bir taş getirdi. Hz. İbrahim; “Bundan daha iyi bir taş getir.” deyince, Ebu Kubeys Dağından; “Cebrail tufanda bana bir taş emanet etti. Gel onu al!” diye bir ses işitti. Bunun üzerine Hacer-ül-Esved taşı, Ebu Kubeys Dağından alınıp, Kabe'deki yerine yerleştirildi.

Baba-oğul, Kabe'yi yapıp bitirince, Bakara suresi 127. ayet-i kerimesinde mealen bildirildiği gibi; “Ya Rabbi! Bizden bu hayırlı işi kabul et! Muhakkak ki sen, duamızı işitici, niyetimizi bilicisin.” diye niyazda bulundular.

Kabe-i m-Muazzama, Hz. İbrahim'den sonra zaman zaman yıkılıp yeniden inşa edilmiştir. Bu inşaların biri de, Resulullah efendimize peygamberliği bildirilmeden önce olmuştur. Sevgili Peygamberimiz, o zaman 35 yaşlarındaydılar. Yağmur ve seller, Kabe'nin duvarlarını iyice yıpratmıştı. Ayrıca çıkan bir yangın, hasara sebep olduğundan binayı yeniden yapmak lazımdı. Bunun üzerine Kureyş Kabilesi, Kabe'yi, Hz. İbrahim'in yaptığı temele kadar yıkıp yeniden inşa etmeye karar verdiler. Lüzumlu malzeme ve parayı temin etmeye çalıştılar. Fakat toplananlar, ihtiyaca cevap vermekten uzak olup, Kabe'yi, İbrahim 'ın oturttuğu temel üzerinden yapacak miktarda değildi. Kendi aralarında istişare ettiler. Kabe'nin temelinin bir tarafını kısaltmak, topladıkları malzeme miktarınca taştan bir bina yapmak için karar aldılar. Hilal şeklindeki Hatim denilen küçük duvar ile, Kabe arasını boş bırakıp, dört köşe, kuzey duvarını altı arşın bir karış (bir arşın = 68 cm) içerden başladılar. Diğer duvarları, eski temelin üzerine inşa etmeye devam ettiler. Bir sıra taş, bir sıra tahta ile duvarlar örülüyordu. İstemedikleri kimseleri içeri sokmamak için, sel sularını bahane ederek Kabe kapısını yer seviyesinden bir insan boyu yüksekten başladılar. Kabe'nin içini, kapının eşiği seviyesine kadar toprakla doldurdular. Hacer-ül-Esved'in konulacağı yere kadar binayı yükselttiler. Fakat Hacer-ül-Esved'i yerine yerleştirmek hususunda ihtilafa düştüler. Her kabile bu şerefe kavuşmak istediğinden, aralarında büyük bir anlaşmazlık çıktı. Abdüddaroğulları; “Bu işi bizden başkası yaparsa kan dökeriz.” diyerek meydan okudular. Dört-beş gün süren bu anlaşmazlık sebebiyle, neredeyse kan akıtılacaktı. Bu sırada Abdülmuttalib'in dayısı ve yaşlı bir zat olan Huzeyfe bin Mugire; “Ey Kureyş topluluğu! Anlaşamadığınız iş hakkında hüküm vermek üzere, şu kapıdan ilk girecek zatı aranızda hakem yapın.” diyerek, Kabe'ye açılan Beni Şeybe Kapısını gösterdi. Oradakiler bu teklifi kabul ettiler ve işin en nazik anında bu işi halledecek kimseyi beklemeye başladılar. Nihayet kapıdan; doğruluğunu, üstün ahlakını son derece takdir ettikleri ve El-Emin, yani hep kendisine güvenilir dedikleri Hz. Muhammed'in geldiğini gördüler. Hep birden; “İşte El-Emin! O'nun hükmüne razıyız.” dediler. Durum, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'e anlatılınca, bir örtü istedi. Onu yere sererek Hacer-ül-Esved'i örtünün üzerine koyup; “Her kabileden bir kişi bir ucundan tutsun.” buyurdu. Taşı, konulacağı yere kadar kaldırttı. Sonra kendisi taşı kucaklayıp yerine koydu. Böylece çıkmak üzere olan büyük bir çarpışmanın önlendiğini gören kabileler, bu hareketten memnun kaldılar.

Kapı yüksekliğini dört arşın bir karış yaparak binayı tamamladılar ve tavanının düz yapılmasını tercih ettiler. Üzerine yağacak yağmurların akması için kuzey taraftaki duvara bir tane de oluk (Altın Oluk) yaptılar. Bina tamamlandığında ellerinde bir miktar malzeme arttı. Onunla da kuzey tarafta kalan, yapamadıkları temel üzerine yüksekliği az bir duvar yaptılar. Böylece Hatim denilen hilal şeklindeki duvar meydana geldi. Bu duvar ile kuzey duvarı arası Kabe'ye aittir, yani Kabe'nin içidir. Onun için tavaf yapılırken Hatim'in dışından dolaşılır. Hatim'in içinde namaz kılmak pek kıymetlidir. Hz. İsmail'in kabr-i şerifi de Hatim'dedir.

683 (H. 64)'te Hüseyn bin Numeyr es-Sekuni'nin Mekke kuşatması sırasında Kabe, tamamen yandı. Bu zamanda Abdullah bin Zübeyr hazretleri, Hacer-ül-Esved'i gümüş bir bağ ile bağladı.

Abdullah bin Zübeyr, Peygamber Efendimiz'in Hz. Ayşe'ye buyurduğu; “Senin kavmin, Beytullah'ın binasını kısalttılar. Maddi imkanları kafi gelmedi de Hatim tarafından birkaç arşın yer bıraktılar. Eğer senin kavminin zamanı küfre yakın olmasaydı, Kabe'yi yıkar, bıraktıkları kısmı İbrahim'in (') yaptığı ilk temel üzerine inşa ederdim. Beytullah'a ayrıca, yer seviyesinden iki kapı da yapardım. Biri şark (doğu), diğeri garp (batı) kapısı olurdu. İnsanlar şark kapısından girer, garp kapısından çıkarlardı...” hadis-i şerifine uygun olarak Kabe-i Muazzama'yı yeniden yaptırmaya başladı. Böylece Kabe, Hz. İbrahim'in yaptığı temel üzerine yapılmış oldu. Kapılar yer seviyesine indirildi. Hacer-ül-Esved'i yerine, Abdullah bin Zübeyr'in oğlu Ubbad ile Cübeyr bin Şeybe yerleştirdi. Kabe'ye, Mısır'da dokunan iyi cins bir kumaş ile örtü yapıldı.

Kabe'nin bu hali, Halife Abdülmelik bin Mervan'ın Mekke valiliğine tayin ettiği Haccac bin Yusuf zamanına kadar devam etti. Haccac, halifeye mektup yazıp Kabe'yi eskisi gibi yapmak istediğini bildirdi. Kabul edilince kuzey duvarını yıkıp, Hatim'i dışarıda bıraktı. garp kapısını kapattı. Şark kapısını yükseltti. Böylece Kabe-i muazzama bugünkü hale geldi.

Bundan sonra Kabe artık tekrar yıkılıp yapılmadı. Ancak zaman zaman Osmanlı sultanları tamirat ve tezyinatlar yaptılar. Mesela 1612 senesinde Sultan Birinci Ahmed Han, ****en bin Osmanlı altını harcayarak tamirat yaptırmış, bundan on sekiz sene sonra oğlu Dördüncü Murad Han, pek çok altın sarf ederek tamir ve tezyinatta bulunmuştur.

Kabe-i Muazzama, Mescid-i Haram'ın ortasında, dört köşe taştan bir oda olup, 17 metre yüksekliktedir. Kuzey duvarı, 8.8; güney duvarı 7, doğu duvarı, 11.9; batı duvarı, 12.8 metre uzunluğundadır. Doğu ve güney duvarları arasındaki köşede Hacer-ül-Esved taşı vardır. Hacer-ül-Esved'in yüksekliği, yere nazaran bir metreden fazladır. Taş, hacıların ellerini, yüzlerini sürmeleri ve öpmeleri sebebiyle çukurlaşmıştır. Kabe'nin doğu duvarında bir kapı vardır. Kapı yerden 1,7 metre yükseklikte olup eni, 1.7; boyu, 2.7 metredir. Duvarlarının iç yüzü ve zemini renkli mermerlerle kaplıdır.
Kabe'nin dört köşesine Rükn denir. Şam'a karşı olan köşeye Rükn-i Şâmî, Bağdat'a karşı olana Rükn-i Irakî, Yemen tarafında olana Rükn-i Yemanî, dördüncü köşeye de "Rükn-i Hacer-ül-Esved" denir. Rükn-i Irakî hizasında; yedisi mermer, diğer basamakları ağaçtan 27 basamaklı, minare merdiveni gibi yuvarlak olan merdiveni, Osmanlı sultanlarından İkinci Mustafa Han yenilemiştir. Kapının sağ tarafında çukur ve tavana kadar yükselen üç direk bulunmaktadır. Kabe'nin dış yüzü ipekten siyah bir perde ile örtülüdür. Kapının perdesi yeşil atlastır.

Zemzem Kuyusu, Mescid-i Haram içinde, Hacer-ül-Esved köşesi karşısında ve köşeden 8 metre uzakta bir odada olup, 1.8 metre yüksekliğinde taştan yapılmış bir bileziği vardır. Sultan Birinci Abdülhamid Hanın yaptırdığı bu odanın zemini mermer döşeli ve duvarlara doğru meyillidir.

Dünyada Mekke-i Mükerreme'de bulunan Kabe'den başka ikinci bir Kabe yoktur ve burası yeryüzünün en kıymetli yeridir. Kabe'yi tavaf etmenin fazileti hakkında sevgili Peygamberimizin pek çok hadis-i şerifi vardır. Bunlardan birkaçı şöyledir:

«Kim Beytullah'ı tavaf ederse, Allah-u Teala, bunun her adımına bir sevap yazıp, bir günahını siler.»

«Bu Beyt, İslam'ın direğidir. Kim bu beyti ziyaret etmek maksadıyla hac veya umre yapmaya çıkarsa, (bu yolda) öldüğü takdirde; Allah-u Teala, onu Cennetine koymayı, sağ kaldığı takdirde ganimet ve mükafatla memleketine döndürmeyi taahhüt eder.»





--------------------------------------------------------------------------------

umut55
31-10-2010, 09:18
Kabe'nin Tarihçesi

Hz. Adem'in Kabe'yi İnşâsı
Kabe hakkında anlatılanlar:
“Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor. (şöyle diyorlardı) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur: Şüphesiz sen işitensin, bilensin.”
Kuran'daki açıklama, Kabe'nin yapılışı hakkındaki rivayetlere göre, Hz. Adem ile Havva cennetten çıkarıldıkları vakit yeryüzünde Arafat'ta buluşurlar, beraberce batıya doğru yürürler.Kabe'nin bulunduğu yere gelirler. Bu esnada Hz. Adem, bu buluşmaya şükür olmak üzere Rabbine ibadet etmek ister ve cennette iken, etrafında tavaf ederek ibadet ettiği nurdan sütunun tekrar kendisine verilmesini diler. İşte o nurdan sütun orada tecelli eder ve Hz. Adem, onun etrafında tavaf ederek Allah'a ibadet eder. Bu nurdan sütun Hz. Şit zamanında kaybolur, yerine bir taş kalır. Bunun üzerine Hz. Şit, onun yerine taştan onun gibi dört köşe bir bina yapar ve o siyah taşı binanın bir köşesine yerleştirir. İşte bugün Hacerül Esved diye bilinen siyah taş odur. Sonra Nuh tufanında bina kumlar altında uzunca bir süre gizli kalır. Hz. İbrahim Allah'ın emri ile Kabe'nin bulunduğu yere gider. Oğlu İsmail, annesi ile birlikte orada iskan eder. Sonra İsmail ile beraber Kabe'nin yerini kazar. Hz. Şit tarafından yapılan binanın temellerini bulur ve o temellerin üzerine bugün mevcut olan Kabe'yi inşa eder. Ayette “Beytullah'ın temellerini yükseltiyor” cümlesi bunu ifade eder.” (Bakara Suresi – Ayet no: 127)

“Kabe'nin ne zaman ve kimler tarafından, hangi amaçla yapıldığı bilinmemektedir. Ortaya atılan söylentiler, efsane masal veya zamanla bu nitelikleri kazanmış, gerçek kaynaklarından uzaklaşmış, tarih belgeleriyle ispat edilemeyen birer düşünceden öteye geçmemektedir. İslam dininin doğuşundan çok önceki çağlarda, buranın kutsal bir yer olduğu, putperest dinlerin yaygın bulunduğu çağlarda yaşayan insanlar tarafından buraya bazı kutsallıklar yükletildiği, eski dinler üzerinde yapılan incelemelerden anlaşılmaktadır.

Bir söylenceye göre, İslamlıktan kısa bir süre önce Kabe'yi tütsüleyen bir kadın, elinde olmadan binayı tutuşturmuş, tahta olan yapı kısa bir sürede yanmıştır. Bu yangından sonra, Kabe yeniden yapılmış, hatta Cidde'de karaya oturmuş bir Bizans gemisinin kerestesi binanın yapımında kullanılmıştır. Gene bir söylentiye göre de binanın üstü açıktı.

Bir başka görüşe göre, Kabe'nin temellerini atan Adem'dir. Adem cennetten kovulduktan sonra yeryüzüne çıkarak Mekke'ye gelir. Cebrail yedi kat yerin altında kanadıyla Kabe'nin temelini çıkarır, melekler de Lübnan, Zeytin dağı, Cudi, Hira ve Sina'dan kayalar yuvarlayınca açılan temeller dolar. Allah, Adem'in barınması için cennetten, kırmızı yakuttan yapılmış bir çadır ile beyaz yakuttan olan Hacerül-Esvedi gönderir. Sonradan kararan Hacerül-esved, Adem'in iskemlesidir. Başlangıçta Hacerül Esved bir melekti. Allah ona kıyamet günü dil verecek insanlar için tanıklık ettirecektir.”

Kuran'daki açıklama;tekrar etmekte fayda var..! Kabenin yapılışı hakkındaki rivayetlere göre, Hz. Adem ile Havva cennetten çıkarıldıkları vakit yeryüzünde Arafat'ta buluşurlar, beraberce batıya doğru yürürler. Kabe'nin bulunduğu yere gelirler. Bu esnada Hz. Adem, bu buluşmaya şükür olmak üzere Rabbine ibadet etmek ister ve cennette iken, etrafında tavaf ederek ibadet ettiği nurdan sütunun tekrar kendisine verilmesini diler. İşte o nurdan sütun orada tecelli eder ve Hz. Adem, onun etrafında tavaf ederek Allah'a ibadet eder. Bu nurdan sütun Hz. Şit zamanında kaybolur, yerine bir taş kalır. Bunun üzerine Hz. Şit, onun yerine taştan onun gibi dört köşe bir bina yapar ve o siyah taşı binanın bir köşesine yerleştirir. İşte bugün Hacer-i Esved diye bilinen siyah taş odur. Sonra Nuh tufanında bina kumlar altında uzunca bir süre gizli kalır. Hz. İbrahim Allah'ın emri ile Kabe'nin bulunduğu yere gider. Oğlu İsmail, annesi ile birlikte orada iskan eder. Sonra İsmail ile beraber Kabe'nin yerini kazar. Hz. Şit tarafından yapılan binanın temellerini bulur ve o temellerin üzerine bugün mevcut olan Kabe'yi inşa eder. Ayette “Beytullah'ın temellerini yükseltiyor” cümlesi bunu ifade eder. (Sure 2. Ayet 127)

Biz Kudüs, Medine ve Mekke'deki alanların yaydıkları yüksek frekanslı dalgalara “pozitif” demişiz.. Esasen bu dalgalara Din-tasavvuf lisanında da “cemâl” veya “celâl nurları” ismi verilmiştir!.. Bize göre “Pozitif” olarak nitelenen ışınımın nispeten daha düşük frekanslı olanlarına “cemâl nuru”; daha yüksek frekanslı olanlarına da “celâl nuru” denilir… Ancak dikkat edile ki… Burada anlatılan, bize çok yararlı olan bu ”cemâl ve celâl nurları” ile “mutlak cemâl ve celâl nurları” arasındaki fark, sanki kibrit ateşi ile Güneş arasındaki fark gibidir!… Gözden kaçmaya!

İnsanların dahi “celâlli” ya da “cemâlî” diye tanımlanması, beyinlerinin yaydığı bu dalgalar dolayısıyladır.. Yani, kiminin beyninin yaydığı dalgaların frekansı, kimine göre daha çok daha yüksektir, ki biz onlara “celâlli bir kişiliği var” deriz!. İşte dünyanın bedeni içindeki, “pozitif” enerji hatlarının kesişip sanki bir enerji santralı gibi yayın yaptığı en önemli merkez, Mekke'de bulunan Kâbe-i Muâzzama'nın altıdır ve bunun uzantısı da Arafat Dağı'nın altıdır!..

Keşif sahiplerinin keşif yoluyla gördüğü bu gerçeğe Seyyid Abdülaziz Ed Debbağ da «El İbrîz» isimli eserinde değinmiş ve Kâbe'den göğe yükselmekte olan bir «nur» sütunundan, adı geçen eserinde bahsetmiştir!.. Bu noktadaki çok güçlü pozitif enerji dolayısıyla Harem-i Şerîf'teki tüm insanların beyinleri öylesine etkilenip, öylesine güçlü bir faaliyet içine girmektedirler ki bunu anlatabilmemiz mümkün değildir. Nitekim bu gerçek dolayısıyla Kâbe çevresinde kılınan namaz için Rasulallah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

-Kâbe'de kılınan iki rekât namaz, dünyanın başka mescîtlerinde kılınan namazdan 100 bin defa daha sevaplıdır!..

Zira Kâbe çevresinde yapılan her ibadet sırasında, yeraltından yayılan “celâl nurları” yani çok yüksek frekanslı dalgalar dolayısıyla, beyin kat rekât güçlü dalga üretimi yapmakta; hem bunu ruha güçlü olarak yüklenmemekte; hem de dışa dönük bir biçimde yayınlamaktadır.

Yine bir başka hadîs-i şerîfte Rasulallah Sallallâhu aleyhi ve sellem: "Başka yerlerde sadece fiillerinizden mesûlsünüz, Kâbe'de ise düşüncelerinizden de mesûl olursunuz." buyurmuştur. Bunun da sebebi, yine beynin aldığı güçlü enerji dolayısıyla düşünceleri dahi fiil düzeyindeki bir güçle ruha yüklemesindedir.

Ancak burada bize göre bir başka gerçeğe dikkatinizi çekmek isterim: Beytullah altında olup çevresini de etkileyen bu alan en fazla yaklaşık 30-40 metrelik bir yarıçaptır!. Onun dışı Rasûlullah Aleyhisselâm'ın yaşadığı devirde evlerle kaplıydı!.. Bugün ise Ebu Cehil'in tuvalet yapılmış olan evinin çevresinde bile, “Kâ'be'de namaz kılıyoruz” zannıyla namaz kılan sayısız insan görüyoruz!.

Yine bizim tespitlerimize göre, Kâbe çevresinin dışa yani çevreye yaygınlaştırılması yerine; 30-40 metrelik çevresinde dönerek yükselen ve inen bir yürüyen yol yapılıp; insanların burada yürürken yedi dönüşü yani bir tavafı tamamlamaları sağlanabilirdi… Bunun için de Kâ'be'nin duvarları yükseltilebilirdi!.

“Beytullah”taki bu “nurâniyet”ten istifade için, tavafların özellikle bu mesafe içinde yapılması, açıkladığımız gerekçe yönünden çok önemlidir; bize göre!. “Beytullah” altındaki bu enerji merkezinin, yani “nurâniyetin” bir başka tezahürü de şudur…Mekke'ye gelip Kâbe ziyaretinde bulunanların önemli bir kısmında, bir kaç gün içinde değişiklikler görülmeye başlanır beraber oldukları arkadaşlar tarafından…Bu insanların kimi son derece hırçın, haşin, bencil, hükmedici bir kişilik ortaya koymaya başlar; kimi de son derece munis, hoşgörülü, sevecen, yardımsever bir hâl alır!. Kimi çarşı-pazar saldırır; kimi de Beytullah'tan dışarıya adım atmak istemez!. Kişilerdeki bu değişikliğin sebebi bizim tespitlerimize göre şudur;

Kâbe'nin altındaki enerji merkezinden, oldukça yüksek frekanslı bir dalga yayılmaktadır… “Celâl nurları” diye isimlenen bu nurlar, hem insanlarda şiddet ve celâl hâli oluşturmakta; hem de insanlardaki o ana kadar açığa çıkmamış özelliklerin beyinden dışa vurmasına yol açmaktadır!.

Oraya gitmeden önce, normal kendi hâlinde yaşayan bir kısım insanların, oradan döndükten sonra, hiç de o güzelliklere uymayan bir yaşam biçimi içine girmesi; hatta Dinî değerleri bir yana bırakarak beşeriyetin doğal gereklerine ve sonuçlarına göre yaşam sürdürmeye başlaması işte beyni etkileyen bu yüksek radyasyon dolayısıyladır. Bu yüksek frekanslı dalgalar, onun ikincil kişiliğini oluşturan merkezleri güçlendirerek günlük yaşamının bu doğrultuda açığa çıkmasına sebep olur!.

Nasıl ki, bir balon sönükken üzerindeki defolar belli olmaz, fakat şişirilince ortaya çıkarsa… Aynı şekilde, oradaki yüksek frekanslı dalgaların beyin faaliyetini arttırması dolayısıyla da herkesin ikincil özellikleri orada ortaya çıkmaktadır!. Ve böylece çok iyi tanıdığınızı sandığınız yakınınızın orada içyüzünü görmeye başlarsınız!. Bu çok yüksek enerji dolayısıyladır ki, Mekke'de insanlar çok “celâl”li saatler yaşarlar ve olaylarla karşılaşırlar!..

Oraya gidenlerin de bildiği üzere, Mekke halkı genelde sert, hırçın ve celâlli insanlardır!. Bunun sebebi bizim tespitlerimize göre Kâbe altındaki çok yüksek frekanslı dalgalardan, yani radyasyondan, ya da mecazî anlatımla “celâl nurlarının” tesirlerinden ileri gelir!.

Misâl vermek gerekirse, Anadolu'nun herhangi bir yerine göre, Kâbe'de yayılan dalgalar 100.000 defa daha yüksek frekanslı yani kuvvetli dalgalardır!.. İşte bu yüzden “Kâ'be'de kılınan namaz başka yerlerde kılınan namazdan 100.000 defa daha sevaplıdır”; ve de “Kâ'be'de düşündüklerinizden mesûl olursunuz”!.

İşte bu yüksek frekanslı ışınım, yani “celâl nurları”, o dalgalarla haşır-neşir olarak büyüyen insanların bahsi geçen özelliklere sahip olması sonucunu getirir!.. Yine bizim müşahedemize göre… Hazreti Rasûlullah Aleyhisselâm'ın, nübüvvet görevinin başlamasından hicretine kadar geçen yaklaşık 13 yıllık evresinde, Mekke'de kendisine inananların sayısının 40-50'ye ulaşabilmesinin nedenlerinden önde gelen bir sebep de bu husustur.

Mekke'deki bu yüksek frekanslı dalgalar, genel istidat ve kâbiliyet ile programlanmış insanlarda, konuya karşı bir direnç oluşturmuş, bu yüzden de O'nun getirdiklerini inkâr etmişlerdir.. Medine'de ise Kâbe'dekine göre bir hayli düşük frekanslı dalgalar yani “cemâl nurları” mevcut olduğu için; orada insanlar genellikle “cemâlî” bir yaşam geçirirler, “Lâtif” ilişkiler içinde olurlar… Medine'deki faaliyet sonucu müminlerin sayısı on sene sonunda yüz binlere ulaşmıştır!..

Medine ziyaretinin, Mekke'den sonraya bırakılması, kişilerin dönecekleri ortama uyum sağlamaları açısından da bir kolaylık sağlar!. Mekke'den döndükten sonra 20 gün ile bir ay arasında bulunulan yere uyum sağlanabilmesinin sebebi de gene bu yüksek radyasyonun beyinde tesirinin azalmasıyla söz konusu olur… Yine Kâbe-i şerîf altındaki bu radyasyonun beyinlere yüklediği güç dolayısı ile, tavaf sırasında, kabiliyetli beyin sahiplerinde çeşitli olağanüstü yaşamlar gerçekleşmektedir.

umut55
31-10-2010, 09:22
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)


İşte Kâbe'nin içi - Foto
Suudi Arabistan Kralı El Suud'un konuk Müslüman devlet adamlarına ‘jest olarak' Kabe'nin içini gösterdiği biliniyor.

İşte Pakistan Devlet Başkanı Müşerref'e Kabe'nin içi gezdirildiği anda çekilen resim...
Kabe'yi ilk inşa ettirenin Hz.İbrahim olduğu bilinmektedir. Yapı olarak 145 metrekarelik bir alana sahiptir. Yüksekliği 16 metredir. 630 yılında yüksekliğinin bundan daha az olduğunu Mekke'nin fetih günü Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (SAV), damadı Hz. Ali'yi omuzlarına çıkarıp onun da Kâbe'nin üzerindeki putları aşağı indirip kırdığına dair rivayet edilen hadisten anlıyoruz.

İslamiyet'ten önce de Araplar tarafından kutsal sayılan Kabe'de putlar bulunmaktaydı. Mekke'nin fethinden sonra (630) putlar atılmıştır. Yezid ve İbn-i Zübeyr savaşında Kâbe mancınık atışından isabet alarak yıkılmış ve yanmıştı. İbn-i Zübeyr Kâbe'yi yıkıp yeniden inşa etti. Mervan döneminde ise Kâbe eski haline döndürüldü.

Kanuni tarafından onarılan Kabe, 5. onarımını I. Ahmed döneminde görmüş, IV. Murad döneminde yine sel baskını sonucu yıkılmış ve hemen onarılmıştır. Kabe'nin içinde 9 adet oyma, 1 adet altın kabartma Ayet, işlemeli tahta bir sandık, oymalı ve içinde tütsü yakılan tarihi bir ocak, metal zemzem testileri ve kandiller bulunuyor.

umut55
31-10-2010, 09:26
Kabe'ye Bomba Düşerse, Ebabil Kuşları Ne Yapar?

Sait Çamlıca (Eğitimci)
Amerika'nın, “Özgürlük getireceğiz ve dünyayı nükleer bir tehditten kurtaracağız” bahanesiyle Irak'a saldırdığı günlerdi. Evde, bir dostumla haberleri izliyorduk. Bağdat'ın üstüne yağan bombaları, havai fişek gösterisi gibi izleyen binlerce insan gibi… Bombalanan şehir, Bağdat'tı… Nükleer fabrikaları bombalamıyordu ABD. Bağdat'ın merkezine yağıyordu bombalar. Bağdat deyip geçmeyin…İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin yattığı şehir bombalanıyor. Kimsenin sesi çıkmadı... Hz. Ali'nin türbesi bombalanırken de kimsenin sesi çıkmadı. Arkadaşıma döndüm ve dedim ki; “Acaba Mescid-i Nebevi'ye bomba yağıyor olsaydı İslam dünyasından tepki gelir miydi? Yada Mekke semalarından, Kabe'nin üzerine bombalar yağsa nasıl bir tepki gelirdi İslam coğrafyasından?” Merak ettiğim şey, tepkinin gelip gelmeyeceği değildi. Tepki gelmeyeceğini düşündüğüm için sorguluyordum suskunluğumuzu… İslam şehirleri denilince akla gelecek üç-beş isimden bir tanesi değil miydi “Bağdat”? Bağdat'a bomba düşerken seslerini bile çıkartmayanlar, Mekke'ye bomba yağmaya başlayınca nasıl bir tepki verirler çok merak ediyorum? Şimdi nerden çıktı bunlar diyorsanız, hemen söyleyeyim. Aşağıdaki haberi okuyunca aklıma “Bağdat” düştü. Bağdat'a düşen bombalar gibi…

Amerikalı Cumhuriyetçi başkan adayı Tom Tancredo, başkanlığı kazanması halinde terörist saldırıları engellemenin en iyi yolu olarak başta Mekke ve Medine olmak üzere Müslümanların kutsal mekanlarını tehdit etme politikası izleyeceğini açıkladı. Amerika'nın Iowa eyaletinde belediye binasında taraftarlarına seslenen Tancredo, ABD'ye nükleer terörist saldırı ihtimalinin yakın bir ihtimal olduğunu ve Washington'un bunu önlemek için derhal harekete geçmesi gerektiğini söyledi. Tancredo daha sonra konuşmasını şu şekilde sürdürdü: “Yönetim benim elimde olsaydı, ülkemize yönelik böyle bir saldırı olması durumunda Mekke ve Medine'ye saldıracağımızı açıkça ilan ederdim.” Cumhuriyetçi başkan adayı, ancak böyle bir tehdidin Amerika'ya karşı terörist saldırı düzenleme niyetindeki kişi veya kişileri durdurabileceğini öne sürdü.

“Bağdat bize ne kadar IRAK?” başlığı ile afişler asıldı o günlerde İstanbul sokaklarına. Ne kadar anlamlı, ne kadar güzel cümle… Bu cümleyi okur okumaz hem ajandama hem zihnime kazıdım. Bağdat size ne kadar IRAK?... İmam-ı Azam'ın üstüne bomba yağarken, Hz. Ali'nin türbesi yerle bir edilirken bir buçuk milyarlık İslam aleminden ses çıkmadı. Bu suskunluk niye? Nasıl bu kadar tepkisiz hale getirdiler İslam ümmetini? Tepkisizlik, kölelik değil midir? Kölelik başka nasıl tarif edilir ki? Her şeye susan, hiçbir şeye tepki vermeyen, her şeye razı olan… Çökertilen, köleleştirilen sadece bir toplum değil. Bir Medeniyeti yok etmeye çalışıyorlar. Bağdat bombalanırken dünya haritasına baktım. ABD dünyanın bir ucunda, Irak diğer ucunda... ABD'nin bahanelerinden birisi de Irak'ı kendisine tehdit olarak görmesiydi. Küre şeklinde ki Dünya haritasına baktığınız zaman daha net fark ediyorsunuz bu gerçek yalanı! Daha acı olan ise Bağdat'ın dört bir yanını çevirmiş olan İslam ülkelerinin hiçbirinden ses çıkmamış olmasıydı. Hani birkaçı tepki verse, birkaçı sussa yine bir şey demeyeceğim. Ama hepsi sustu. Kimsenin sesi çıkmadı. “Kınama mesajları” dışında ciddi hiçbir tepki gelmedi.

Özgürlükte, kölelikte sokakta değil evinizde başlar. Kimseye sokağa dökülün, ABD elçiliğine yumurta atın (!) diyecek değilim. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar üzerine bomba yağdıranların elçiliklerine yumurta atmak ne anlama geliyorsa… ABD, Mekke yada Medine'yi bombalar mı bilmiyorum? Bildiğim ve gördüğüm en korkunç gerçek suskunluğumuz. Bombalar evlerimize atılmış. Sokaklarımız yağmalanmış. Değerlerimiz parçalanmış. Bir toplumun değerleri çökertildikten sonra, tepkisizleştirip uyuşturduktan sonra şehirleri çökertmek, yerle bir etmek çok zor olmasa gerek. “Bir toplum nasıl çökertilir?” sorusunun cevabını CIA raporlarında dört maddeyle özetleniyor.

1) Şayet bir toplumu çökertmek istiyorsanız, önce onların “kendi paralarına olan güvenlerini” sarsacaksınız.

2) O toplumun “kendi değerlerini” yıkacaksınız. Tarihinden, medeniyetinden ve kültüründen beslenmesine engel olacaksınız.

3) Toplumu “tüketim toplumu” haline getireceksiniz.

4) Toplumu bilgisizleştireceksiniz. Bilgi toplumu olmaktan uzaklaştıracaksınız.

Bu dört maddeden hangisini gerçekleştiremediler ki? Onlar bizleri bilgisizleştirmek istiyorsa biz daha çok bilgilenmek için çalışmak zorundayız. Daha çok okumalıyız. Daha çok düşünmeliyiz. Medya, insanlığı köleleştirmek, bilgisizleştirmek, kendi değerlerinden uzaklaştırmak ve bizleri tüketim toplumu haline getirmek için çabalıyor. Asıl bombalar evlerimize atılmış anlayacağınız…Evlerimiz kan revan içinde… Dizi, maç ve magazinden başka hiçbir gerçeği olmayan ailelerin evleri çoktan yerle bir edilmiş….

Biliyorum bazılarınızın aklına hemen “Ebabil kuşları” geliyor. “Allah yine ebabil kuşlarını gönderir, Mekke'yi korur.” diyorsunuz içinizden. Allah elbette Ebabil kuşlarını göndermeye de, Mekke'yi korumaya da kadirdir. Ama beni düşündüren mesele bu değil. Benim derdim tepkisizliğimiz. “Ebabil kuşları Kabe'yi yıkmaya gelenler üzerine siccim taşlarını atmadan önce, Kabe'nin bombalanışını seyreden bizlerin üzerine o taşları yağdırır mı acaba?” diye bir soru takılıyor aklıma. İki sorunun cevabını gerçekten merak ediyorum:

BİR: Mekke yada Medine bombalansa biz nasıl bir tepki veririz?

İKİ: Ebabil kuşları önce nereye yağdırmalı siccim taşlarını? Evinizi medeniyetin bombalarından kurtarın! Biz hata yaparız.Ebabil kuşları asla hata yapmaz.

CIA raporlarına bakacak olursak, şehirler bombalanmadan çok önce, evlerimiz bombalanmış zaten. Evlerimize düşen bombalardan kendimizi korumaya başlayarak ilk adımı atmalıyız diye düşünüyorum.

umut55
31-10-2010, 09:28
Kutsal Topraklardan İzlenimler
Medine
Ayşegül (Hiçdüşünce)
Kutsal Topraklar'a gitmeden önceki son bir yıl içerisinde, sanki bunu işaret eden birtakım olaylar yaşıyordum. Örneğin; gül kokusu.. Giderek yoğunlaşan, yaklaşan hârika bir koku... İlk zamanlar, yalnızca benim hissedip hissetmediğimi anlamak için o anda yanımda olan yakınlarıma sordum:

- Kokuyu alıyor musunuz?
- Ne? Ne kokusu?
- Şu gül kokusunu siz hissetmiyor musunuz?

Son bir yıldır sürekli böyle bir koku alıyorum. Bir garip; kafamın içi, bu kokuyla doluyor âdetâ ve sık sık oluyor. Anlaşılan o ki, benden başka kimse, hissetmiyordu bu güzelliği...

Ve rüyâlar... Hemen hemen her gece gördüğüm rüyâlar... Sürekli kutsal topraklara gidiyorum... Kâh uçakla, kâh deve sırtında.... Bu rüyaların bana anlatmak istediği çok daha derin bir sır olmalı... Gün geçtikçe kokuyu, o "gül" kokusunu daha da yakından ve daha sık hisseder hâle geldim. Yüreğim, bana cevâbı söyledi: "Kutsal topraklara çağırılıyorsun..." Ama nasıl, nasıl giderim? Ne öyle bir imkân var ne de ortam...

Birgün, bir vesile ile değerli bir hocamıza bu kokuyu ve rüyâlarımı danıştım. Dedi ki:

«Muhterem bir zât varmış (çok üzgünüm, adını hatırlayamıyorum), kendini dine adamış. Bu yüzden her gece rüyâsında görmesine rağmen senelerce gitmek nasip olmamış. Tam kırk yıl sonra nasip olmuş, gitmiş. Ravzâ'ya vardığında ilk söylediği ise 'Yâ resûlullah! Kırk yıl boyunca seni rûhum ziyaret etti. Şimdi ise bedenim geldi.' demiş. Seninki de böyle bir şey olabilir.»

Dedi. Ben mi? Şu günâhkâr hâlimle ben mi bu şekilde böyle bir nimete kavuşacağım? Öylesi baş döndürücü bir hızla kendimi Medine havaalanında buldum ki anlatmak sayfalar alır... Hani derler ya, "İnsan, Kutsal Topraklar'a gitmeden farklı özler; gittikten sonra daha farklı..." Biz de o farkı anlayacak yolculuğa ilâhî kudret sayesinde çıkmış bulunduk. Mavi renkte, son derece mütevâzı bir hava alanıydı.

Otelimize yerleştiğimizde; saat, gece yarısına yaklaşmıştı. Sevgiliye bir pencere uzaklıktaydım artık. Heyecânımı anlatacak kelimeleri bulmak mümkün değil... Sabah namazı saatinde bizi uyandıracaklarını söyledi sevgili hocalarımız, ama uyumak???

İlk ezân ile beraber hazırlanmaya başladık. Çok,çok heyecanlıydım. İlk buluşma için aldığım kıyafetimi giydim. Yaklaşık 1 dakikalık mesâfede olan Mescid-i Nebevî'ye yürümeye başladık. Gördüğüm güzellik, gözlerimi kamaştırdı... Derken, ikinci ezân okundu. Sabahları, iki ezan okunuyordu. Ayrıca bizdeki gibi koşa koşa şimdi namazı kaçırırım tehlikesi yoktu. Ezan gerçek amacına uygun; yani insanları mescide toplamak amaçlı olduğu için yaklaşık 45dakika kadar bekleniyor. Bu arada biz de namaz başlayana kadar Kurân okuyoruz, tesbih çekiyoruz.

Neyse... Kapıda ki bayan güvenlik görevlilerinin kontrolü sonrasında mescide adım attık.Allah'ım, o kadar güzel ki "Eğer Cennet'teki köşkler, buraya benzemiyorsa; istemiyorum... Burası, Cennet'ten bir köşe değilse nedir?" dedim. Yüzlerce dev sütunlar, tavanda hareketli kubbeler (raylı bir sistemle yanlara kayarak açılıyorlar)... Her bir sütunda klima var. Dışarısının sıcaklığını içerde hissetmiyorsunuz.ve tertemiz... Kesinlikle tertemiz... Aşırıya kaçan hiç bir süs yok.

Hemen her namaz sonrası, halıların büyük bir kısmı toplanıyor. Sıralar hâlinde zemzem bidonları var. Plastik bardaklar, sürekli yenileniyor. Tabii içeride fotoğraf çekmek yasak...

İlkin, sabah namazını bitirdik ve Ravzâ'ya giden kapıların açılmasını bekledik. Tabii ki erkekler, başka kapıdan; kadınlar, başka kapıdan giriyor. Erkekler, direkt "Selâm" kapısından gidebiliyor; ama kadınlar için çizilen hat, "kulağı başın arkasından tutmak" gibi bir mantık; ama olsun...

Derken, kapılar açıldı ve o tanıdık kokuyu duydum; o yoğun gül kokusunu... Her milletten, her ırktan, ama "tek dinden" binlerce insan, aynı zamanda koşmaya başladık. Şemsiyeli avluya gelince (burası, Güneş ışıkları ile otomatik olarak açılan kapanan dev şemsiyelerin olduğu bir avlu gibi) size yemin ediyorum ki koşmuyordum; sanki uçuyordum...

Ayaklarımı kesinlikle hissetmedim. Daha ben düşünmeden, ayaklarım hareket ediyordu. Her bir hücremi büyük bir hızla çeken mânevî bir mıknatıs, aklımı da çekmişti. Hislerim, uyuşmuştu...

İlk hayâl kırıklığım, paravanlar oldu. Böyle bir şey bekliyordum; ama ne bileyim işte... Sonunda; Ravzâ... Yeşil halı ile belirlenmiş bir bölge burası..Burada namaz kılmak, binlerce namaz sevabı ile ölçülüyor. Ayrıca yeryüzünde gerçekten Cennet'ten bir parça olduğu şeklinde rivâyetler vardır. Elbette ki bulabildiğimiz her boşlukta namaz kıldık. Bazen kafamıza falan basıldığı oluyor; ama bu, çok doğal. Herkes, efendimizin ayak ucunda namaz kılmak için çok heyecanlı...

Minberinin olduğu yerde de namaz kıldık.Burasının da bir hikâyesi var; Sevgili Peygamber Efendimiz, ilk önceleri bir kütüğün üstünde verirmiş hutbelerini. Sonrasında minber yapmaya karar verilmiş. Bir zaman sonra yer yer ağlama sesleri duyulmaya başlanmış. Anlamışlar ki ses, Peygamber Efendimiz'in ayaklarından yoksun kalan hurma ağacı kütüğünden geliyor.Onu minberin altına gömmüşler ve Peygamberimiz, ona ahirette buradan bir ağaç olarak çıkacağını söylemiş.

Bir kütük kadar olamayışımın sızısı kapladı içimi. Burada bize bu küçük anekdotları anlatan sevgili kafile başkanımız (Aksaray müftüsü), grup rehberlerimiz, Bilal hocamız ve unutulmaz bir simâ olan İlyas hocamızı zikretmeden geçemeyeceğim. Çok zor da olsa, yavaş yavaş ilk kavuşmadan sonra ayrılma vakti geldi. O kadar fazla bekleyen var ki yeşil halılarda namaz kılmak isteyen... Hakkaniyet açısından, başkalarına yer açmak adına biraz çabuk hareket etmek durumundasın. Nasılsa artık kavuştum. Bu mutluluğu, aynı aşkı yaşayanların da tatması için bencillik yapmamak gerekiyor.

Tabii orada bizimkileri ayırt etmek zor değil... Nerde bir parça kumaş ile sütunları, duvarları ovalayan varsa, bizimkiler... Halbuki o kadar da uyarılıyorlar. Bir de aynı rahatlık, orada da var. İnsanlar, yer için birbirini ezerken; taş gibi yerlerinde sabit çoğu...Mimari olarak bizim ecdadımızın yaptırdığı orijinal sütunlara benzer şekilde genişletilmiş. Hemen tanıdık gelen bir şeyler var zaten. Yine Ravz'âda bizde kalan süslemelere rastlamak mümkün. Ve koku... O kokunun bir sütundan geldiği, yüzlerce yıldır da bu kokunun devam ettiği söyleniyor.

Gündüz gözü ile Medine, beni hiç hayâl kırıklığına uğratmıyor. Aynen rüyalarımda gördüğüm gibi. Düz bir arazi üstüne kurulmuş. Mescid-i Nebevî'nin etrafı, otellerle çevrili; ama kesinlikle alanı boğmamış. Alış-veriş edilecek dükkânlar, belirli bir planla bir araya toplanmış. Oradaki alışveriş tekkem, "Bindavutlar" adında bir yerdi. Türk esnaflar da var. Oldukça hoş bir duygu...

Kadınların araba kullanması yasak. Ön koltukta oturması da... Ama namaz saatlerinde mescidin önünü lüks arabalar dolduruyor hanımları getirip götüren. Üstelik, her namaz vakti... Kıyafetleri, genel olarak siyah; ama çarşaf tarzında çok az. Daha çok dış elbisesi gibi...

Aynı anda binlerce kişi çıkıyor. Kadın-erkek, birbirine karışıyor; ama bir rahatsızlık duymuyorsun. Kız çocuklarını kucağında, omzunda, sırtında taşıyan babalar, gülümsetiyor.

Her namaz vakti, kesinlikle tüm dükkanlar kapanıyor. Türk ziyaretçi çok fazla olduğu için esnaftan çat-pat bilenler var dilimizi... Ehh, ben de kendimi idâre edecek kadar İngilizcemle buluyoruz anlaşma yolunu... Dükkanlarda Türk markalarından bulmak, çok kolay. Hani ya, orda yiyecek sıkıntısı çekenler için. Bunların başında annem, babam ve halam geliyor tabii... Kız kardeşim benim kadar olmasa da, az biraz cesaret ediyor farklı tatları tanımaya. Zaten Türk damak tadına yakın yiyecekler yapılmaya çalışılıyor. Başlarında da Türk aşçılar bulunuyor. Ama şimdi tutmuş, binlerce kilometre yol gitmişsin. Başka bir ül***e, başka bir kültüre... Ne yerler, ne içerler; insan, merak etmez mi? Ben, özellikle orada özel yiyecekleri tercih ettim. Hoşuma da gitti.

Kutsâl iklimde ziyaret turlarımız da başladı. Mescid-i Kıbleteyn... Burası, bilindiği üzere "Çift Kıbleli Mescid" olarak anılır. Sevgili Peygamberimiz, öncelen kıble olarak Mescîd-i Aksâ'ya dönerdi; ama bir namaz vakti, artık kıblenin Kâ'be olduğu kendisine bildirilince namazı hiç bozmadan yönünü Kabe'ye çevirmiş. Tabii ki cemaat de ona uymuş.

Küba Mescidi... Yapımında bizzat Hz. Ali ve Sevgili Peygamberimizin de çalıştığı rivâyet edilir bu mescidde. Yedi mescitler diye anılan; ama aslında Hendek Muhârebesi'nin de olduğu alanda; Peygamber Efendimiz, hendek kazdıkları için çok yorulan sahabeye yiyecek bir şey getirmek isteyen bir kız çocuğunun elindeki bir avuç hurmayı görünce, "Bunu evdekilere götür de yiyecek bir şey yapsınlar." demiş. Kız, Efendimiz'in bu dileğini ev halkına bildirmiş. Bir avuç hurmadan hazırlanan yemek, oradaki herkesi doyurmuş.

Hz. Bilâl Camisi var bir de. Bu caminin özelliği ise; imamının Türk olması. Yaklaşık 25 yıldır burada görevde olduğu söylendi.

Sevgili ecdâdımızın izlerini görmek; ama bu izlerin sistemli bir şekilde kapatıldığını anlamak, ayrıca yüreğimi burktu. Dört halifenin hatırasına ayrı ayrı yapılmış mescitler, maalesef kullanımda değil. Üstlerindeki tuğralar, bilinçli olarak sökülmüş. Çok da bakımsız... Osmanlı'ya olan tahammülsüzlüklerini görmek mümkün yani...

Hiç şüphesiz en ünlü eserimiz, meşhur Hicâz trenyolu hattının varıştaki durağı: Tren Garı Binası. Zaten mimarisi, alnında ismini yazar gibi tamamen bizden ve hemen yanında başka bir kullanıma kapatılmış, kapısına kilit vurulmuş başka bir mescid. Ama dürüst olma gerekirse, bu iki yer de kesinlikle bakımlı ve güzeldi. Tren Garı, hani Peygamber Efendimiz'i rahatsız etmemek için yapım aşamasında çekiçlerine keçe bağlanarak ses çıkarılmadan inşa edilen bina... Kendimizi yargıladım; böylesi bir ecdâddan nasıl böyle insanlar hale geldik diye.

Ve İslam tarihinde belki de en destansı, bir o kadar da hüzün kokan Uhud... Hemen her yerde seyyar satıcıların olduğu gibi burada da mevcut; ama belli bir alanda ve belli bir düzende. Yavaş yavaş, okçular (Ayneyn) tepesine çıktık -ki zaten küçük bir tepecik aslında- dümdüz arazi, gözünün önüne seriliyor. Arazinin tam ortasında Hz. Hamza ve yetmiş şehidin olduğu alan, yüksek tellerle çevrilmiş olarak hemen fark ediliyor. Gözlerimi kapattım. Başka bir zamanda, başka bir şekilde bir savaş canlandı gözlerimin önünde ve bir anlık gafletle yaşanan acı bir manzara... Tepecikten bakınca, sık hurma ağaçlıklarını da görüyorsunuz. Unutmadan yazayım, hurma ağacının gövdelerinden sokak lambaları da yapmışlar. Bu, hoşuma gitti. Ayrıca sokaklar da şehir de tertemizdi. Çok temiz hem de...

Okçular tepesinde müftümüzü dinlerken hiçbirimiz, göz yaşlarımızı tutamadık Zaten kendisi de ağlayarak anlatıyordu bu savaşta olup bitenleri. Bazen gezdiğimiz yerlerde bize kendi yazdıklarından da okurdu. Hayretler içerisinde kalırdım; bu, nasıl bir yürek diye... Tanıdığım, gerçek manada derinden yaşayan ve hisseden nâdir insanlardandı. Her sabah namazından sonra mescidin avlusunda sohbetlerimiz oluyordu. Her gittiğimiz yerle ilgili anlattıkları, adeta yaşanmışlık hissi veriyordu. Görevlerini dört dörtlük yapan, saygıya değer insanlardı.

Bize kalan boş vakitlerimizde elbette ki alış-veriş yapıyorduk. Kâh mescidin avlusunda ve gittiğimiz yerlerde bulunan seyyar satıcılardan alıyorduk, kâh dükkânlardan... Peygamber Efendimiz, alışverişin çoğunluğunun Medine'den yapılmasını, burada alışverişin sünnet olduğunu buyurmuş. Ben de buna uymakla ne kadar akıllılık ettiğimi sonradan anladım. Alışveriş -bol bol ibadet- adını duyduğumuz yerleri bizzat ziyaret edip (Allah herkese nasip etsin. Harika, harika bir duygu...) bol bol namaz kıldık. Kutsal iklimde olmanın fırsatını kaçırmamak için her bir günahtan pişman olup tövbe edip buna da Sevgili Efendimiz'i şâhit ettik.

Ne uyku, ne yemek düşünüyordum. Gecelerim, pencereden yeşil kubbeyi seyretmekle geçiyordu. O, bu kadar yakınımdayken; ben, nasıl, nasıl uyurdum?! Bu gözler, uyku ister miydi ki! Bu havayı teneffüs etmek... Yâ Rabbî! Nasıl bir şey bu...

İtiraf edeyim, ilk defa hayatımda cuma namazını da orda kıldım -şimdilerde cuma günleri, soluğu sık sık Kocatepe'de alıyorum- Namazlar, çok çok uzun sürüyor. Hareketlerde acele yok; çünkü amaç, tamamen ibadet... Ama bazen, "Hani ya acaba imam, namazı unuttu mu acaba?" dedirtecek ya da secdede olduğunu unutturacak kadar yavaş sürüyordu namazlar. Eh, burda ateşten kaçar gibi namaz kılmaya alışınca orda tuhaf oluyor tabii...

Kadınların kabirlere girmesi de yasak. Bu yüzden Cennetü'l-Bâkî'ye giremedik. Ama etrafı tel duvarlardan oluştuğu için görmek mümkün. Mescid-i Nebevî ile yan yana.

Buraya çok yakın bir mesafede "Bulut Mescidi" adında bir mescid var. Buranın hikayesini de paylaşmak istiyorum... Bilindiği gibi çocukluğundan itibâren Peygamber Efendimiz'e gölge yapma görevi üstlenmiş bir bulut vardır. Bu bulut, her yerde Peygamber Efendimiz'i takip edermiş. Ama Hz. Aişe'nin evine yaklaşıldığı vakit, mescidin bulunduğu yerde; Peygamber Efendimiz, oradan çıkana kadar beklermiş ve sonra yine görevine devam edermiş. Sevgili Peygamber Efendimiz, vefât edince; tabii olarak o da ortadan kaybolmuş. O'nun hatırasına nispeten yapılmış ve adı da Bulut Mescidi olmuş.

Evet, Cennetü'l-Bâkî'den devam ediyoruz... Medine'de son iki gündeyiz artık. Ayrılığın acısı, başka hiçbir şeye benzemiyor. Yemek-içmek, haram sanki... Kabristanın etrafından dolanmaya başladık. Sadece taşlarla belirlenmiş kabirler ve kum... Orada kimler yok ki... Osmanlar, Fâtımalar, Ayşeler...

Hz. Aişe hakkında bir küçük anekdot: Bilindiği üzere Peygamber Efendimiz'in kabrinin bulunduğu yer, Hz. Aişe'nin odasıdır ve bir yanında Hz. Ebûbekir, diğer yanında Hz. Ömer (yani bir yanında adalet, diğer yanında sadakat) bulunmaktadır. Aslında Hz. Aişe, kendisi de burada bulunmak istemiş. Ama bir şekilde ona kısmet olmamış. Bunu Peygamberimiz'in vefâtından sonra yaptıklarını hoş görmediği şeklinde yorumlayıp "Bana kırgınsın." diye çok ağladığı da söylenir Hz. Aişenin...

Neden bilmiyorum, Cennetü'l-Bâkî'yi görmek, orada yatanları düşünmek ve onlara bir toprak kadar yakın olmak, beni çok etkilemişti ve umre ziyaretinin geri kalanını da bu hissiyat içerisinde geçirmeme sebep oldu. Nasıl olduğunu anlamadan birdenbire hıçkırarak ağlamaya başladım. Son iki gün boyunca sadece ağladım. Her namazda Ravzâ'da Sevgili'nin ayakucunda O'nu ve bizi yaratan Sâhibimiz'e her secde edişimde ağladım, ağladım... Öyle ki bu çok şiddetli bir hastalığa dönüştü. Son yatsı namazında, secdede bayılmışım...

Artık vedâ etme vakti gelmişti. Günler, dolu dolu geçmişti; ama bitmişti işte... Elvedâ demedim; çünkü bana her zaman seslenen içimdeki o kuvvetli ses, bu sefer haykırıyordu. Öyle bir mekân ki ne sözlerle anlatılır; ne de görmekle doyulur... Dünya üzerindeki hiçbir yeri buraya tercih etmem...

Medine; bağrında taşıdığı kutsal emanetten haberdâr, adı gibi yumuşak, nâif ve asaletli bir şehir... Attığım her adımda O'nu düşündüm. Bir zamanlar buralarda yürüyordu; toprak yollarda gündüzün sıcağı, gecenin soğuğu demeden insanlığa doğruluğu, hak yolu anlatabilmek ve kurtuluşlarına rehber olabilmek için.. Medine, senin gibi şanslı topraklar var mı ki; bağrında kâinâtın güzelini saklasın... Sen, zaten koşulsuz O'na kucak açarken de böyleydin: Alçakgönüllü, ağırbaşlı, vefâkâr.....

Otobüslere bindik. Yaklaşık altı saat sürecek olan Mekke yolculuğu başlamak üzereydi. Hareket edip de yeşil kubbe, mescidin minareleri ve tüm şehir arkamızda kalana kadar başımı yola çevirmedim. Hep geriye baktım. Arayı soğutmadan geri gelebilmek umudu ile....

Ayşegül,

umut55
31-10-2010, 09:43
mekke

Mekke, (Arapça: مكة), Arap Yarımadası'nda Hicâz eyaletinin başkenti ve Suudi Arabistan'ın en büyük şehridir. İslam dini, bu şehri kutsal kabul etmektedir ve "Şehirlerin Anası" diye nitelemektedir.

Müslümanlar, (Mekke'nin) Hz. İbrahim'in milattan önce 2000'lerde yerleştirdiği hanımı Hacer ve oğlu Hz. İsmail'in etrafında inşa edildiğine inanmaktadırlar.

20 Nisan 571 tarihinde, İslam dininin son peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.), burada dünyaya gelmiştir. Müslümanlara göre Kurân-ı Kerîm, 610'da Alak Sûresi ile (ilk) bu kentte vahyolunmaya başlamıştır. 630'da kent, Müslümanların denetimine geçmiştir. 630'da ünlü Veda Hutbesi, bu kentte îrâd edilmiştir. 1517-1917 arasında Mekke, Osmanlı yönetiminde kalmıştır.

Mekke, her yıl hicri-kameri Zilhicce ayında milyonlarca hacıya ev sahipliği yapmaktadır.

Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)


Cennet-ül Mualla
Mekke'nin en eski mezarlığıdır. Hac esnasında ölenler de buraya gömülmektedir

Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Nur Dağı
Müslümanlar tarafından; "Oku!" diye başlayan ayetlerle ilk vahyin geldiğine ve Hz. Muhammed'in Cebrail'le ilk karşılaştığına inanılan Hira mağarası'nın bulunduğu dağ.


Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Hz. Muhammed'in Doğduğu Ev
Kabe'nin yanındaki Mevlid sokağında bulunan ev. Orijinali yıkılmış yerine 1957 yılında, Mekke ve Hac ile ilgili kaynakların bulunduğu bir kütüphane yapılmıştır
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Mescid-i Haram
Hürmetli mescit anlamına gelmektedir. Kâbe’nin de içinde bulunduğu alanı çevreleyen büyük mescittir.

Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Kâbe
Mescid-i Haram'ın tam ortasında bulunmaktadır
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Mina
Şeytan taşlama bölgesi ve Hz. Muhammed'in Müzdelife vakfesinden sonra konakladığı bölge

Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Müzdelife
Şeytan taşlamak için taşların toplandığı yer. Arafat vakfesinden sonra yani akşam ve yatsı namazının birlikte kılındığı (cemi Tehir) ve Müzdelife vakfesinin yapıldığı bölge.

Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Arafat
Mekke'den 21 km uzaklıkta olan bir coğrafi bölgedir. Hz. Muhammed vefatından önce son vaazını Arafat Dağında vermiştir
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Sevr Dağı
Hz. Muhammed ve Hz. Ebû Bekir'in Medine'ye hicretleri sırasında gizlenip sığındıkları mağaranın bulunduğu dağ.

umut55
31-10-2010, 09:46
Zemzem Suyunun Esrarı

1-) Avrupa'da laboratuarlarda yapılan araştırmaya göre Zemzem suyu diğer sulara göre çok daha az kükürt taşımaktadır.

2-) Yine ayni araştırmaya göre diğer sulara göre çok daha besleyicidir ve çok daha fazla mineral barındırmaktadır.

3-) Kaynağı henüz bulunamamıştır. Nereden geldiği su anki teknolojiye göre bile bilinemiyor. Yakınlarında hiçbir kuyu yok ve denize de 80 km uzaklıkta. Bu şartlarda suyunu denizden veya başka bir kuyudan alması imkansız. Nasıl oluyor da yıllardır suyu bitmiyor, bunu kimse bilmiyor.

4-) Açlığını gidermek için içen kişinin açlığını, susuzluğunu gidermek için içenin susuzluğunu giderir.

5-) Sadece 1,5 metre derinliğindeki ufacık bir kuyudan çıkan su, hac mevsimi boyunca milyonlarca hacının tüm su ihtiyacını karşılamaktadır ve hiçbir zaman ne azalma ne de kuruma göstermemektedir.

6-) Dünya Sağlık Örgütü (WHO)'nun raporlarına göre Dünya'daki en içilebilir ve sağlıklı sulardan biri.

7-) Amerika'da yapılan test sonuçlarına göre Dünya'da içinde mikroorganizma ve bakteri bulundurmayan TEK su, zemzem suyu

hilalyıldız
31-10-2010, 11:11
:praying:S.A.Yüce ALLAH hayırlısıyle ve gerçek manada hacılık sıfatını tutması dileğiyle herkese nasip etsin İNŞAALLAH.Bizdende selamlar ve ALLAH'ın Peyganber efendimize ve ahalisine ve kıblemiz kabemize.Muhterem kardeşim yazılalı dört sene oldu bu beşinci sene dua ette bizlere oraları görmek nasip olur inşaallah.Verdiğin bilgiler için çok sağolasın.Oralarda ALLAH yar ve yardımcın olsun.AEO.:praying::praying::praying:

umut55
31-10-2010, 11:19
amin cümlemize inşallah sizin de kuranız seneye cıkar çok heyecanlıyım ALLAH herkese nasip etsin

BLADE01
31-10-2010, 11:25
Allah razı olsun güzel ve değerli bilgiler tşk.

idiye
31-10-2010, 12:29
Benimde bir ilgimi ceken nokta var.Altin oran = 1,618 buda 1+6+1+8=16 eder yani 1+6=7 yani ne derler 7 kat gök yüzü.

umut55
31-10-2010, 19:45
demekki herbirşeyin bir hikmeti var