KADININ NAMAZDAKI FARKLI DURUMU
	
	
		KADININ NAMAZDAKI FARKLI  DURUMU  Aslında ibadetlerde mükellef olma bakımından kadınla erkek arasında fark  yoktur. Her ikisi de bulüğa erdikten ölünceye dek aynı ibadetleri yapmaktan  sorumludurlar. Mabud'un aynı oluşu, ibadetlerin de aynı olmasını gerektirir.  Zaten ibadet, ibadet edenle (abid), ibadet edilen (ma'bud) arasında ve daha çok  öbür âleme bakan bir ilişki olunca; onun yerini, zamanını, şartlarını,  rükünlarını ve sebeplerini belirlemek de sadece Ma'bud'un hakkı olmuş olur.  Diğer bir ifade ile, yaratılanların, ibadetlerin bu yönlerin müdahale hakları  yoktur. Yani; bu noktalarda içtihat yapılamaz. Çünkü içtihad, akıl yürütme  (nazar) yoluyla sebepler ve sonuçlar bulma ameliyesidir. Oysa ibadetlerin  ***fiyet ve kemiyetleri akılla kavranamaz. Ancak şartlar ve sebepler dışındaki  konularda, yani bizzat ibadetin değil de onu en mükemmel şekilde  gerçekleştirilen dış teferruatında daha doğrusu Şar'i tarafından belirlenen  sebep, şart ve rükünların uygulama biçiminde yani, Şar'i'in bu konudaki  naslarını anlamada içtihat yapılabilir, yapılmalıdır. Fıkıhçıların, "Kıyasla  taabbüd (ibadeti kıyasla belirleme) caizdir" (Ebul-Vefa Ali b. Akil,  Kitabul-cedel,13.) sözlerinin manası da bu olsa gerektir. Bu teferruatta  Resululah Efendimizin (s.a) zaman zaman farklı davrandığı da hesaba katılırsa  bir uygulama farkı da bu farklı sünnetin müctehitlere ulaşmasından kaynaklanmış  olacağı anlaşılacaktır.
 Ayrıca cinsiyet farklılığınin yükledigi rol oranında değişikliklerin olması  da tabiidir. Mesela kadın adetli iken namaz kılmayacak ve oruç tutmayacaktır.  Işte biz bu cinsiyet rollerinden kaynaklanan durumların sadece namaza ait  olanlarını tekrar yazmayı deneyecegiz.
 Tarih sırasına göre alacak olursak, Hanefi kaynaklarından "Tebyin" de,  kadının, namaz konusunda erkekten on yerde farklı davrandığı söylenir ve şunlar  zikredilir: "Tekbirde ellerini omuz hizasına kadar kaldırır, sağ elini  memelerinin altında (doğrusu üstünde olacak) solunun üzerine koyar (kavrayıp  tutmaz), secdede karnını uyluklarına değdirir, ayırmaz. Rükûda ellerini, parmak  uçları dizine ulaşacak şekilde uylugu üzerine koyar (dizini tutmaz) el  parmaklarının arasını açmaz, secdede dirseklerini kaldırmaz, tahiyyatta teverrük  yaparak oturur (sol kalçası üzerine oturarak ayaklarını sağına doğru yan  yatırır), erkeklere imam olamaz, kendi aralarında cemaat yapmaları da mekruhtur,  yaparlarsa imamları önde değil ortada bulunur." (Zeyla'i, Tebyin I/l18. )
 Ibn Nüceym (970/1562), kadının erkekten farklı olduğu hususları genel olarak  sayarken namaz konusuna da değinir ve bunlara ilave olarak beş tane daha fark  zikreder ki, şunlardır: "... Ezanı ve kameti mekruhtur, cehri namazlarda sesli  okumaz, rükuda ve secdede kendini toplu tutan, imamı uyarması gerekirse tesbihle  değil, el çırpma ile ikaz eder, evde namaz kılması daha iyidir." (Ibn Nüceym,  el-Esbah, 384.)
 Haskafi'nin onbeş fark zikrettiğini söylerken Ibn Abidin (1252/1836) onun  şerhine yaptığı hasiyede bunları yirmi beşe çıkarır ama bunların bir kısmını  namazdan saymamız zordur. Dolayısıyla oradaki farklı maddeler sadece şunlardır:  "...ellerini yenlerinden çıkarmaz, rükûda az eğilir, dizlerini (rükûda)  kırar..." (Ibn Abidin, I/504. ) "el-Bahr"dan yaptığı bir nakille de kadının  secdede ayak parmaklarını dikmeyeceğini söyler. (agk. ) Buna göre kadın secdede  ya ayaklarını parmakları üzerine dikmeyip, ayaklarının üstleri yere gelecek  şekilde yatırır ya da "teverrük"e hazırlık olmak üzere ayaklarını parmak  uçlarını sağa çevirerek yakalarını yana yatırır. Bu konuda bir açıklık  göremedik. Ancak alışıla gelen birinci uygulamadır. Keza kadının rukûda  ayaklarını dört parmak açmayıp bitiştireceğine dair de bir ifadeye rastlamadık.  Ancak Ibn Nüceym'in "rukûda ve secdede kendini toplu tutar "büzülür" ve Ibn  Abidin'in de buna yakın ifadesi bir toplama ve büzülmenin ayakları da bir araya  getirmeyi gerektirecegi şeklinde anlaşılmış olabilir. Bu durumda kadın  ayaklarını rükû'da bir arada tutar, secdede dikmeyip üstleri üzerine ya da sağa  doğru yan yatirir.
 Bütün bu farklılıkların dayanığına gelince: Doğrusu bunun, Kur'an-ı Kerim'de  zikredilmediği gibi, sahih hadis kitablarında rastlanılması da zordur. Buna  Hindiyye'de açıkça temas edilir: "Namazın ne farzları ne vacipleri ne sünnetleri  ne de edepleri konularında kadınla erkek arasında bir fark yoktur. Dolayısı ile  bu zikredilen farklar kadını daha tesettürlü kılar gerekçesi ile fıkıhçıların  güzel bulduğu farklardır." (Hindiyye, I/73 )
 Şimdi bütün bu yazılarlardan şunları çıkarabiliriz:
   1. Namaz, diğer ibadetler gibi kadına da erkeğe de aynı şekilde farzdır.  Namazın şartlarında, rükünlerinde, farzlarında, vaciplerinde, sünnetlerinde,  hatta edeplerinde kadınla erkek aynıdır.
 2. Cinsiyet farklılığından doğan bazı ayrılıklar ise vardır. Mesela kadın,  adet günlerinde namaz kılmaz, namazda sesli okumaz, erkeklerin arkasında saf  tutar, sesli namazlarda da içinden okur. Namazda kapatacağı yerleri farklıdır..  Ancak bu farklar bizzat namaz ölçü alındığında fark olmaktan çıkar. Şöyle ki;  Cünüpken erkek de namaz kılamaz kadın da. Ne var ki, kadının hayız hali de cünüp  hükmünde olduğu için, onun bu sebeple namaz kılamadığı zamanlar daha çok olur.  Namazda erkek de avretini örter kadın da. Ne var ki, avret yerleri farklı  olduğundan, örtecekleri yerler de farklı olacaktır.
 Görüldüğü üzere, meseleye bu açıdan bakarsak, bu konuda da aralarında fark  olmadığını söyleyebiliriz.
 3. Sünnet, hatta edep derecesinde bile olmayan ve fıkıhçıların güzel bulması  anlamında "müstehap" görülen bazı teferruatta kadınlar erkeklerden biraz farklı  davranırlar ki, bu detay farklılıklarını üzerinde, sağ solun üzerine konacak  şekilde bağlarlar, tutmazlar, Rükû'da dümdüz olacak kadar eğilmezler ve  elleriyle dizlerini kavramayıp, parmak uçları diz kapaklarına varacak biçimde  uylukları üzerine koyarlar. Rükû'da ayaklarını birarada tutarlar. Hem rükû'da  hem secdede vücutlarını olabildiğince toplu ve birarada tuturlar. Secdede  karınlarını uyluklarına yaklaştırirlar ve kollarını yere koyarak taplu  vazıyetlerini muhafaza ederler. Yine secdede ayaklarını parmakları üzerine  dikmeyip üstleri üzere, ya da uçları sağa gelecek şekilde yanları üzere  yatirirlar. Oturuşta "teverrük" yaparlar, yani sol kalçaları üzerine oturarak  ayak uçlarını sağdan dışarı çıkarırlar.
 4. Bu farklılıkların esas sebebi (illeti) kadınların tesettür şartını tam  olarak yerine getirmeleridir. Çünkü namazda tesettür farzdır. Ve sözü edilen  farklılıkların yapılmaması durumlarında bu farzın zedelendiğine şahid  olunmuştur. Ancak bu, kadın elbise biçimiyle de çok alakalıdır. Özellikle de bu  farklılıkları söz konusu eden fukaha zamanlarında bu dunim daha belirgin idi.  Meselâ: Kadın ellerini fazla kaldırırsa cilbabindan kolları açılabiliyordu.  Rükûda fazla egilirse bacakları açılabiliyordu, secdede ayaklarını dikerse yine  bacakları görülebiliyordu vb.. Onun için fukaha sünnetlerle farzlar arasındaki  çatısmalarda farzların ikmâlinden yana tavır almışlar gibi gözüküyor. Yani  elleri kulak hizasina kadar kaldırmak (Hanefilere göre) sünnet, ama avret  bölgelerinin kapanması farzdır. Eğer bir sünnet islenirken farza bir halel  geliyorsa sanki onun icabina bakmak için sünnetten tamamen vazgeçmeyip ama onu  biraz farklı uygulamışlardır.
 5. Bu izahlardan şöyle bir mana da çıkar: Madem ki, bu farklar sünnet, hatta  müstehap derecesinde değildirler ve oluşmalarının illeti (sebebi) tesettürü daha  iyi sağlamalarıdır, öyleyse bunun, meselâ elbise biçimini değiştirmekle  sağlanması ve bu farklar olmadan dahi tam olarak uygulanabilmesi halinde bu  farkların da olmaması gerekir. Çünkü hükümlerin illetleri bulunmadığında  hükümler de bulunmazlar. Böyle söylemekte bir mahzur olmasa gerektir. Zaten Imam  Ebu Hanife'den bir nakle göre "Kadın da tekbirde ellerini kulak hizasına kadar  kaldırır, çünkü elleri avret değildir." (Kaşani, Bedayı' I/199; Merginanı,  Hidaye (Fethu'l-Kadir) I/283. ) Hatta bu rivayet kadının namazda mutlak olarak  erkek gibi olduğu şeklinde de nakledilmiştir. (Hamevi, Serhu'l-Esbah, N/171.)  Görüldüğü gibi mesele, sadece tesettüre bina edilmiştir.
 6. Ancak bu farkların bir kısmının en azından "mevkuf hadis"lere  dayandırıldığı düşünülürse adı geçen farklara kadınların her zaman riayet  etmeleri yine de fukahanın müstehsen görmesi anlamında müstehaptır demek daha  uygun olur. (Vallahü a'lem)