-
Günün Şiiri
Arkadaşlar Günün Şiiri" Olmasını istediğiniz şiirleri bu başlık altında paylaşalım..
YA SİYAH YA BEYAZ
Bir çizgi çekeceksiniz
Nefesiniz kesilecek..!
Cayır cayır yanacak ciğeriniz
Hiç bir şey
ya da hiç kimse,
bu yangını söndüremeyecek!
Kırık gönlünüze
çekmeden önce ayrı
çektikten sonra ayrı bir sızı
yerleşecek
Bir daha eskisi gibi
olmayacağınızı düşünecek
Hatta kendinize belki de tutamayacağınız
sözler bile verecek
Ve artık kimseye güvenmeyeceğinize
dair ant içeceksiniz...
Bir çizgi çekeceksiniz
Nefesiniz kesilecek..!
Öyle derin ve öyle kalın
çizeceksiniz ki
geriye dönülmeyecek
Bir yanında siz olacaksınız
Diğer yanında acıtanlar
İkiye bölüneceksiniz
Herkes haddini
Herkes yerini
ve herkes kendini
Öğrenecek!
Sonra kendi ülkenizin sınırlarında
Yine griye itibar etmeyecek
Sonsuza dek
Ya siyah
ya da beyaz deyip
Yaşamaya devam edeceksiniz...!
-
Yol İşareti
Sevdinse...
Aşkında yitip yok oldun,
Karıştıracaksın günü, ayları.
Sevgi yollarında ne kaide, kanun
Kendin aşmalısın bu dolayları.
Eriyip kendini yok sanacaksın
Bu derdin olmayıp özge çaresi
Sen hız hız "kazaya" uğrayacaksın
Yoktur bu yollarda yol işareti.
Bahtiyar Vahapzade
-
Bilmem siz de özlüyor musunuz,
insanların o eski samimiyetlerini...
Tadı damaklarınızda kalan o bahçe sohbetlerini...
Menfaatler daha henüz geçmemişken paylaşımdaki bereketin önüne ve mütevazilik iyi insan olmanın mayasıyken henüz...
Şimdilerde insanlar, huzur dışında her şeye sahip, çok şeyleri var. Ama içlerinde bir fırtına, bakışlarda güvensizlik ve yürekleri dört duvar...
-Uğur Gökbulut-
-
Gül Muştusu XIII
Sen beni gönderdin
Gülün muştusunu vermek için
İsanın doğumunu yaz gibi
Yahyanın sesini kış gibi
Zekeriyanın ürpertisini
İnsanlara
Bir bahar aşısı gibi
Taşımak için
Gülün muştusunu vermek için
Sen beni gönderdin
Kur’an meş’alesini
Dikmek için karanlık dağlara
Işık saçmak için dört yana
Zeytine yağ
İncire bal vermek için
Gülün muştusunu vermek için
Dağlara taşlara
Kuşlara balıklara mercana
İnsana
Beni sen gönderdin
O ki gecesi
Arkamda sönen
Anne baba feneri
At arabasında
Balyaların üstüne
O çocuğu sen çıkardın
Büyük yolculuk için
Gülün muştusunu vermek için
Okullara
Kitaplara
Laboratuvarlara
Zindanlara
Yeraltına
Dikitlere ve sarkıtlara
Hey altın hey altın
Yerin insana yılan bakışı
Firavun büyüsü
Samirinin bir bağ örümceği gibi
Gönül yemişlerini paslandıran salgısı
Hey kokudan mahrum
Candan mahrum altın
Tanrım altına karşı
Altının ufukları tutmuş
görünmez yüzlü kanatlarına karşı
Bir gülü kılıç gibi kullanarak
Kalp yararak
Ruh sarsarak
Akıl kırarak
Büyük savaşı vermeğe sen gönderdin
Sen gönderdin Rabbim sen gönderdin
İnsanı meleği şeytanı
Gül tanesindeki zamanı
Zeytindeki zekeriya ışığını
İsadaki acımanın zafer takını
İnsanı insandaki düşüş makamını
Ve kitapların var
Yaprakları melek kanatları
Ve iskit roma
Kudüste yıkılan tapınak
Omuzlarda taşınan cüzzam çarmıhı
Ve romada gerilen köle kası
Ben
Milattan önceki ben
Milat yıllarının beni
Hicret yıllarının
En muştulu kölesi
Ben
Evet Tanrım
Sen gönderdin
Tüm sen gönderdin
Kendi ışığında tutarak
Kendi gölgenden sayarak saymayarak
Sen gönderdin
Dağlara buyurucu kıldın
Demiri yumuşattın avuçlarımda
Deveyi önüme çökerttin
Samanyolunu bir nar ağacı gibi donattın bize
Bütün bu muştuyu sen verdin bize Tanrım
Suda kendimi gördüm Tanrım
Bu muştuyu sen verdin bize sen verdin Tanrım
Geceleri bütün yıldızlarını saydım
En çok gece yarılarından sonra
Ülker yıldızında konakladım
Sabah yıldızını bekledim
İçime doğacak bir ilham gibi
Dağuçlarından çıkan güneşinde döndüm
Döndüm Tanrım döndüm
Sonra geceleri
Meşe ağaçları arasından
Bir su şırıltısı
bir keçi melemesi mi
Hiç biri değil bu hışırtı
Doğan aydır bu
Bu ayı sen gönderdin Tanrım
İşaret saydın senden onu yıllarca
Aramızda ne gizli sözleşme bu
Ne arzu ne ateş bu
Her şeyiyle dünya
Gece ay ışığında
Senin tükenmez sözünden bir sağlık
Bir yoğurma bu
Ayın muştusunu vermek için
Beni sen gönderdin Rabbim
Ayağıma sen taktın
Aya doğru akan hız türküsünü
Hey Odisseus nerdesin
Ksenofon
İbn-i batuta
Evliya çelebi
Yazın yeniden insanın macerasını
İnsan kasının çılgın kahkahasını
Duy yeraltındaki yerin ta kendisi olan adam
Sezai Karakoç
-
-
Yalnız sanıyorlar beni;
Değilim,
Kimsenin kalabalığı olmadım
ve kimseyi de kalabalık edemem ..
Bundan sonra dünyamda,
Bu da benim tercihim.
Güvensiz sanıyorlar beni;
Değilim,
Sadece kendi içimde
kendime göre bir dengem var,
ve bir daha kırılırsam
toparlanamama endişesi taşıyor yüreğim.
Bu yüzden şimdilik sadece
kendime güveniyorum.
Anlamakta zorlandığım bir dünyada,
anlaşılmayı zaten beklemiyorum ..
Ben böyle iyiyim ...
Uğur GÖKBULUT
-
Bak şimdi bana "hayat" !
Yıllar geçti aramızdan,
Belki ben seni üzdüm,
Belki sen beni kahrettin.
Gel bir anlaşma yapalım seninle !
Ben senin yaptıklarına göz yumayım,
Sende geriye kalan ömrüme dokunma.
Karışma olup bitene
Gelme üstüme
Çek bir tabure otur ve sadece izle.
Söz sana ilişmeyeceğim,
Kapatacağım gözlerimi
Yürüyeceğim sonsuz karanlığa
Yürüdükçe biliyorum ki üşüyeceğim
Ve
Üşüdükçe seziyorum ki öleceğim.
Sana söz veriyorum aklına bile gelmeyeceğim…
Bülent Gürakar
-
Adsız Bir Çiçek
Rengini dünyaya ilk defa sunan
Adsız bir çiçek gibi parlıyorsa gözlerim
Sevgilim
Bana "sen bir şairsin" dediğin zaman.
Yalnız sana yazıyorum bu şiiri
İstersen bir şiir gibi okuma
Çünkü her yıl yeniden yazacağım onu
Soğuklar başlayınca havalanıp
Millerce yol katettikten sonra
Güneyi tadan bir kuşun sevinciyle.
Ve yazmış olacağım bir de
Her dönemde her çağda
Sevdanın kendine özgü diliyle.
Edip Cansever
-
Sen kokar..
Bir tek yaprak düşmüyor yeşil gibi
Ve tek bir gül dönmüyor kırmızıya
Ne eskisi gibi gülüyorum sana
Ne de şimdiki kadar seviyorum
Sabırdı geleceği yazan geçmişe
Ortada kalan düşleri için bir sığınak aradı hep
Bir de gerçekleri kovmak için
Bir korkuluk öylesine
Yoldan geçenler heyecan vermiyor
Sardunya kokusu sarmıyor artık balkonları
Yağmur ıslatamıyor
Kendini bile…
Sende kalmaktan kaçtım ya yıllarca
Şimdi de “nerde kaldın?” diye çıktım pencerelere
Meğer sen mağrur
Çaresiz
Ve sebepsizce
Bekliyormuşsun yolun köşesinde
Seneler önce “kal” diyemediğim gibi
“gel” de diyemem şimdi sana
Ama sen gelirsen eğer…
Saçlarının her köşesine diktiğim hasretimi koparır
Balkondaki sardunya saksılarına dikerim
İşte o zaman balkonlar
Hep “sen sen” kokar…
-
Yürüyelim Seninle İstanbul'da
Kırmızıyı sevdiğini bilseydim
hayallerim kıpkırmızı olurdu
İstanbul hala güneşin ardında
ufuklarında birkaç kara leke
birkaç kan pıhtısı dudaklarında
İstanbul hala sevimli mi sevimli
ve hala bir tomurcuk tadında
yürüyelim seninle İstanbul'da
korkusuz bir rüyadır
bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da
birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü
yenilgisiz bir muamma gibidir
arar buluşmayan ellerimizi
deli rüzgâr yine sarhoş, hovarda
tam orada, Çamlıca yokuşunda
birkaç bulut çekelim gökyüzünden
damarlarımızdan geçirelim ve birden
bırakalım suların üzerine
sen bir defa konuş, sen bir defa gül
kumlu ebrular yapalım seninle
serpmeli ebrular, bülbülyuvası
hercaimenekşe, gonca ve sümbül
yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında
yürüyelim seninle İstanbul'da
boğaziçi mağrur türkülerini
gözlerine baka baka söyleyin
martılar üşüyünce
denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi
anlayabilir misin
neden çıban gibi büyür bağrımda
büyürde kelebek olur bu sızı
kırmızıyı sevdiğini söyledin
bu yüzden mi günlerdir
İstanbul'da gül kokusu yayılan
tepeler kırmızı, sular kırmızı
İstanbul bilmeli ki, sahillerine
mehtabı taşıyan senin bakışlarındır
İstanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler
önce senin yüreğine açılır
uzaklarda bir yerde
toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın
parmaklarında hüzün
sana doğru akan nehrin
ağlayan suretidir
bir elimizde umut
bir elimizde sevda
yürüyelim seninle İstanbul'da
musiki kesilsin, tükensin yazı
çaresiz kalınca mızrap ve şiir
ozan bir kenara bıraksın sazı
ressam fırçasına neden mi kızgın
tuvalde çizgiler, renkler kırmızı
kırmızıyı sevdiğini bilince
çekilir mi artık güllerin nazı
Anadolukavağı'nda her akşam
burcu burcu bir rüyadır hayalin
karanlık, hüznünü düşürür dağa
kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar
endamın her sabah iner toprağa
hasret, yanlızlığı çoğaltan deniz
ayrılık acıyla süzülür kandan
nefesin fermandır Topkapı Sarayı'nda
dönüşünü bekliyor rıhtımda şehzadeler
öylesine yorgun, mahzun ve candan
İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda
uykusundan uyanınca fırtına
dalgalar türkümüze aşina olur
yüzümüze bakınca deniz fenerleri
sahibini arayan gemilerin
çığlığıyla vurulur
tarih heyelandır hainlerin ardında
İstanbul tarihin soylu anası
biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız
sevdayı kız kulesi'nden
yalıların burukluğu altında
geçiyoruz sokaklardan delice
anlayabilir misin
beyoğlu'nda gezinen
hayal kırıklığının benden türediğini
anlayabilir misin
kırmızı neden böyle
doldurur aynalara inleyen yüreğimi
sana giden yolların kavşağında
bir adam direniyor izini bulmak için
siliyor tanyerine akan alın terini
ufkunda sapsarı umudun rengi
mavi yitik, beyaz kızgın ve siyah
arıyor sessizce kaybolan günlerini
Gülhane'de simit satan çocuklar
nasıl anlasınlar ellerimizin
neden böyle çekingen olduğunu
Ayasofya önünde tramvay bekleyenler
gökyüzüne dokunurken bu acı
kimdir diye sorsunlar içlerinden
birlikte yürüyen iki yabancı
biz gitsek de, İstanbul'da yine de
yıllar yılı gezinmeli bu sızı
benden bir yaralı şiir kalmalı
senden bir tebessüm, bir de kırmızı
Nurullah Genç