-
Seçim Sonuçlarını Okumak
SEÇİM SONUÇLARINI DOĞRU BİÇİMDE ANALİZ ETMEK !!!!!!!!
22 Temmuz 2007 Genel Seçimini sükûnetle ve hayırlısıyla atlattık. Seçimin hemen akabinde bir süre kendime vakit ayırıp tatil yapmayı planlarken, sandık sonuçlarının enteresanlığı üzerine bir analiz yapmak şart oldu.
Türk siyasî hayatında dönüm noktası teşkil eden bir seçim olduğu kanaatindeyim. Sonuçlar çoğumuzu şaşırtmakla beraber, o çok eleştirilen anketleri de haklı çıkarmıştır.
Ancak sandıktan çıkan sonuç, doğurduğu çelişkiler itibariyle dikkate değerdir.
Yapılan son araştırma ve anketler, Türk halkının ABD’ye % 77 oranında tehdit algılamasıyla baktığını ve % 86 oranında da husumet beslediğini ortaya koyuyor.
Buna rağmen, ABD destekli ve yönlendirmeli bir parti olduğu herkesçe bilinen AKP’nin oylarını kendi içinde % 35 dolayında artırarak % 46,7 oyla tekrar tek başına iktidara gelmesi çelişkili ve düşündürücü bir sonuçtur.
Demek ki ülkemizdeki milliyetçilik algısının yanı sıra Allah katındaki tek din olan “hak ve adalet dini” İslâm’ın algılanışında da ciddi bir sapma meydana gelmiştir. İslâmî elit, tüm gelişmelere rağmen güdümlü iktidarı ve “geçmişle hesaplaşması” uğruna Hıristiyan-Yahudi medeniyetinin tahakkümünü külliyen kabullenmiştir.
Bu İslâmcı elitin palazlanması ve zaferi uzun bir sürecin sonucu olmakla beraber, seçimdeki başarı için tek başına yeterli bir veri değildir.
Hakeza Türkiye ve dünya gerçeklerinden bîhaber olan merkezdeki sıradan vatandaş hassasiyetlerinin tahrik edilmesinin fevkinde, ekonomik endişelerle “kerhen de olsa” AKP’ye oy vermiştir.
Açıklayalım:
Ambargo ve kuyrukların ardından en büyük askerî darbeyi yaşayan ve de 20 yılı aşkın süre yüksek enflasyondan mustarip olan Türk seçmeni, tek haneli enflasyonun sağladığı fiyat istikrarına şükrederek siyasî istikrarı tercih etmiştir.
Bu yüzden tarım sektöründeki facialara rağmen, esnafın tüm sıkıntılarına karşın, işsizlik sorununu da bile bile AKP iktidarına meyledilmiştir.
Zira diğer büyük partiler de halka gerçekçi ve umut vaat eden çözümler sunmadığı için ve AKP politikalarına eleştiri getirirken muğlaklıktan kurtulup netliğe cesaret edemediklerinden dolayı, seçmen bu partileri alternatif olarak görmemiştir.
Baraj altında kalan partilere değinmeye gerek duymuyorum, zira liderleri ve programları itibariyle bu sonuca zaten mahkûmdular. Fakat CHP ve MHP eksinindeki politik muhalefetin halk tarafından yeterince ilgi görmemesi, bu partilerin eksiklerine ve hatalarına rağmen tamamen haksız ve başarısız oldukları sonucunu da doğurmaz.
Çünkü Bush’un şahsında Cumhuriyetçi Parti’nin ikinci seçim başarısıyla Erdoğan’ın şahsında AKP’nin ikinci seçim zaferi belirgin bir benzerlik arz etmektedir.
Hatırlarsınız; Bush da tüm iç, dış, askerî ve ekonomik sıkıntılara ve keskin muhalefete rağmen seçimi tekrar kazanmayı başarmıştı.
Amerikan halkına sorulduğunda da Bush’a oy verme sebebi olarak, bizim değerlerimizi temsil edip savunuyor, gerekçesini dile getirmeleri manidardı. Öyle görünüyor ki bu sosyolojik realite Türkiye özelinde de geçerliliğini artırmıştır.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçim zaferinde birebir propaganda yöntemiyle birlikte seçim bahşişlerinin ve belediyelerin dağıttığı sadakaların önemini inkâr edemeyiz ancak Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin rüzgârını da göz ardı etmemek gerekiyor.
Özellikle Anadolu kentlerinde, kırsalda ve varoşlarda yürütülen seçim çalışmalarında mağduriyet vurgusu yapmak suretiyle halkı tahrik eden iktidar partisi, meydanlardaki görevlileriyle de vatandaşı galeyana getirip Cumhurbaşkanını yuhalatmaktan çekinmemiş, böylece kitleleri manipüle ederek bir aidiyet, sahiplenme duygusu yaratmıştır.
Meseleyi sol muhalefet ve devlet kurumlarının tavrı açısından değerlendirdiğimizde, Erdoğan yine döve döve büyütülmüştür, de diyebiliriz.
Ayrıca iç ve dış politikada onca skandalla boğuşan ve tutunacak dalı kalmayan Erdoğan ve partisinin Cumhurbaşkanlığı sürecini özellikle gerdirdiğini düşünüyorum. Mağduriyet havası yaratarak halka gitmeyi tek çare olarak gören iktidar, bunda başarılı da olmuştur.
Ancak bu durum bana, İran-ABD arasındaki nükleer krizde İran’ın uyguladığı “gerilimi tırmandırma stratejisi”ni de hatırlatmaktadır. O krizden bilhassa kısa vadede İran kârlı çıkmıştı, ülkemizde AKP-CHP arasında cereyan eden Cumhurbaşkanlığı krizinden de yine kısa vadede AKP kazançlı çıkmıştır.
İş dünyasının ve göreceli istikrarı kendi menfaatleri için her şeyden önemli gören tüm kesimlerin desteği de AKP’nin bu zaferinde önemli rol oynamıştır.
Cemaatler ve tarikatlar da -özellikle Fethullah Cemaati- doğal olarak AKP için çalışmış ve oylarını birleştirmiştir.
Velhasılıkelâm, ABD’li stratejlerin ve iletişim uzmanlarının tecrübe izleri görülen AKP seçim kampanyasına çok uluslu sermaye, küresel aktörler; yerli iş çevreleri ve İslâmî kesim de destek verince Adalet ve Kalkınma Partisi şartları lehine çevirmeyi başarmıştır.
Yolsuzlukların ve usûlsüzlüklerin, satışların ve peşkeşlerin, % 8 oranındaki işsizliğin ve ikiye katlanan (440 Milyar $) borcun, bitirimliğin ve hakaretlerin, terörün ve acıların, Atatürk ilke ve inkılâplarının, Cumhuriyet değerlerinin ve tam bağımsız büyük Türkiye iddiasının toplumun büyük kesimince pek fazla önemsenmediği sonucunu da kabul etmek zorundayız.
Netice itibariyle, Küreselleşme Türkiye’de büyük bir zafer kazanmıştır. Toplumsal ve politik muhalefetin “bütün bu şartlar altında” birbirine düşmesine ve halka küsmesine hiç gerek yoktur.
Bu hem kendilerine hem de temsil ettikleri kitlelere haksızlık olur.
Ancak yine de birileri akıl edip bu tablodan ders çıkarma ihtiyacı hissederse gayet isabetli olacak ve bu çıkarımlar Türk politik yaşamının geleceğini şekillendirecektir.