-
Esma-i İlahiye
Esma-i İlahiye
Kainatın yaratılışının en önemli nedenlerinden biri de, Rabbimizin rahmet ve keremidir. Rabbimizin sınırsız hazineleri ve nimetleri olduğundan, kendisi de sonsuz cömertlik ve kerem sahibi olduğundan, sonsuza kadar türlü ikramlarda bulunabileceği bir varlık yaratmak istemiş ve insanı yaratmıştır.
Fakat Rabbimizin tabi ki bir de Hakim ismi olduğundan ve Hakim ismi de, hikmetsiz ve sebepsiz bir iş yapmaktan münezzeh olan manasında olduğundan, insanın sonsuz bir ikram yerini hak edebilmesi için de bir imtihandan geçmesini gerektirmiştir.
İşte Cenab-ı Hakk da bu sebepten dolayı bir imtihan yeri olan dünya isimli gezegeni yaratmış ve bu gezegeni isim ve sıfatlarının tecellisi olan sayısız sanat eserleriyle donatıp insanı, keşif ve değer biçmeye davet etmiştir.
Bu, insanoğlunun ilk ve son sınavıdır. İnsan hiç vakit kaybetmeden bir an evvel her biri birer ayet hükmünde olan varlık ve eşyayı Kuran ve Sünnet perspektifinde okumak suretiyle Rabbini tanıyıp müminlik belgesini almalı, daha sonra da iman ettiği Rabbinin emir ve yasaklarına teslim olarak Müslüman olmaya ve Müslüman olarak ölmeye çalışmalıdır.
Evet, ALLAH Teala insana kendisini 4 yolla tanıtmaktadır. (1) Kainat Kitabı, (2) Peygamberler, (3) Kuran-ı Kerim, (4) İnsan yolu ile…
Biz bu bölümde, Rabbimizi bize tanıtan 4 referans kaynaktan kainat kitabını ve kainat kitabı içinden hayvanlar alemini ve hayvanlar aleminden de, hayvanların yaratılışındaki mükemmel tasarımı inceleyecek…tasarımcı
Asrımızın büyük mütefekkiri Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin ifadesiyle “masnuattaki her eser, Sani-i Zülcelalin isimlerini okutturan çok manalı bir lafz-ı mücessemdir.” Yani her sanatlı varlık üzerinde ALLAH’ın isimlerinin yazılı olduğu canlı bir kitap hükmündedir.
İşte Kur’an-ı Kerim’de ALLAH Teala’yı tanıtan her işaret ve delil için “ayet” ifadesi kullanılmıştır. Zira “ayet” Arapça’da bir şeyin tanınmasına sebep olan emare manasındadır. Ve Kuran'da Allah Teala insanları, doğayı incelemeye ve burada yaratmış olduğu "ayetleri" görmeye çağırır. Çünkü evrendeki canlı-cansız tüm varlıklar, "yaratılmış" olduklarını gösteren işaretlerle doludur ve kendilerini Yaratanın güç, bilgi ve sanatını göstermek için vardırlar. İnsan, aklını kullanarak bu işaretleri görmek ve Allah'ı tanımakla sorumludur.
Ve Cenab-ı Hakk’ı bize tanıtıcı en önemli ayetlerden biri de hayvanlardır. Ve hayvanları tanıma yoluyla ALLAH’ı tanımak istiyorsak, öncelikle işe Kur’an-ı Kerim’de dikkat çekilen hayvanları tahlil etmekle başlamak gerekmektedir.
Cenab-ı Hakk Kuran-ı Kerim’de de hayvanlardaki mükemmel tasarıma dikkatlerimizi çekmektedir. Mesela Ğaşiye Suresinde Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: “Bakmıyorlar mı deveye, nasıl yaratıldı?”
Çöl Gemisi: Deve
Biz bu ayeti bir emir kabul edip tefekkür yolculuğuna bu mübarek hayvan ile başlayalım.
Deveye, çöl şartlarına mükemmel uygunluğu sebebiyle çöl gemisi denmiştir. Günümüzde pek çok aracın bile takılıp kaldığı çöl yolculuklarında yine bu mükemmel tasarıma sahip hayvanlar devreye girer.
Bu mucizevi hayvanın özelliklerini şöyle sıralayabiliriz.
Birincisi, çölde su ve yiyecek bulmak çok zor olduğundan deve, bir avuç yem, beş-on tane hurma ile, günlerce o ağır çöl şartları altında yoluna devam edebilir.
Dudakları kalın ve sert, üst dudağı da yarık olduğundan çöl bitkileri olan dikenler ve çalıları rahatlıkla yiyebilir. Hatta çok acıkıp da yemek bulamadığı zaman plastik eşyaları, bakır telleri bile yediği olur.
50 derece sıcaklıkta 8 gün boyunca açlığa, 56 gün boyunca da susuzluğa dayanabilir. Su ihtiyacını, yediği yemden de çıkarabilir. Yemdeki nemden elde ettiği su ile 10 ay hiç su içmeden idare edebilir.
Suyu da, yemi de bulamazsa, önce hörgücündeki yağın suya ve gıdaya dönüşmesi suretiyle yine aylarca idare eder. Sonra da dokularındaki sudan istediği kadar istifade edebilir. Kalın kılları ve derisi yakıcı güneş ışınlarını geri yansıttığından az terler.
At ve merkep gibi binek hayvanlarının ayakları çölde kuma batarken, devenin ayakları şişkin ve yaygın olduğundan, çölde, asfaltta yürür gibi rahatlıkla ve hiç zorlanmadan yürürler.
Deve, çöl yolculuklarının en büyük problemi olan kum fırtınaları çıktığında rahatlıkla yoluna devam edebilir. Çünkü devenin, gözlerini yumduğunda bile çevresini rahatça görebilmesini ve kum fırtınalarından etkilenmemesini sağlayan şeffaf göz kapakları ve uzun kirpikleri bulunmaktadır.
Devenin burnu ve kulağı da, hem çekik, hem de kaslarla çevrili olduğundan, deve kum fırtınalarına karşı burnunu ve kulağını kapatabilir.
Yere oturduğunda vücudunun kuma isabet eden bölgelerine sert kabuklar bulunan deve, kumun yakıcılığından bunlar sayesinde korunabilir. İşin mucizevi yönü ise, yakıcı çöl toprağına oturduğunda kendisini koruyan bu nasırlar zamanla oluşmamıştır; deve nasırlı bir şekilde doğmaktadır.
Ve develer öylesine kuvvetli bir hafızaya sahiptirler ki, yolların ve izlerin kum fırtınalarıyla kaybolduğu o dümdüz çöllerde bile, 6 ay önce geçmiş oldukları bir yoldan, şaşırmadan, yanılmadan, pusulasız bir şekilde rahatlıkla bulabilir.
Balarısı
Kur’an’da Cenab-ı Hakk’ın özellikle üzerinde durduğu bir diğer hayvan da balarısıdır. Balarısı ile alakalı ayet ise şöyledir: “Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır.” (Nahl Suresi, 68-69)
Arıların ürettiği bal dediğimiz maddenin insan vücudu için ne denli önemli bir besin maddesi olduğunu artık hemen herkes bilmektedir. Fakat bu değerli besin maddesini üreten arının olağanüstü özellikleri çok az kişi tarafından bilinir.
Arıların besin kaynağı bilindiği gibi çiçek özleridir. Ancak kış aylarında çiçek özü bulmaları mümkün değildir. Bu sebeple, topladıkları çiçek özlerini vücutlarındaki özel salgılarla birleştirerek, yeni bir besin maddesini yani balı üretir ve bunu kış için depolarlar.
Burada dikkat çeken nokta, arıların, ihtiyaçlarının çok üzerinde bal depolamalarıdır. Tabii akla gelen ilk soru, arı için gereksiz zaman ve enerji kaybı gibi gözüken bu "aşırı üretim"den niçin vazgeçilmediğidir. Sorunun cevabı ise Allah'ın Kuran'da bildirdiği "vahiy"de gizlidir.
Ayette de belirtildiği gibi arılar yaratılışları gereği sadece kendilerine değil insanlara da bal yapmaktadırlar. Yani arılar da yeryüzündeki birçok canlı gibi insanların hizmetine sunulmuşlardır. Tıpkı her gün kendisine pek faydası olmamasına rağmen en az bir yumurta veren tavuk veya yavrusunun ihtiyacının çok üstünde süt üreten inek gibi...
Kovan, her bir yüzünde yüzlerce küçük hücre bulunan balmumu duvarlı peteklerden oluşur. Bütün petek hücreleri tamı tamına aynı büyüklüktedir. Bu mühendislik harikası, binlerce arının birlikte çalışmasıyla yapılır. Arılar, bu hücreleri, besin depolamak ve genç arıların bakımı için kullanırlar.
Bal arıları, petek hücrelerini milyonlarca yıldır (100 milyon yıl öncesine ait arı fosili bulunmuştur) altıgen şeklinde inşa ederler. Acaba neden sekizgen, veya beşgen gibi geometrik şekiller değil de özellikle altıgen seçilmiştir? Bu sorunun cevabını matematikçiler veriyor: "Birim alanın maksimum kullanımı için en uygun geometrik şekil altıgendir." Petekler altıgen yerine başka bir biçimde inşa edilseydi kullanılmayan bölgeler ortaya çıkacak, böylece daha az bal depolanabilecek ve kovandan daha az sayıda arı yararlanabilecekti.
Derinlikleri aynı olduğu sürece üçgen ve dörtgen hücrelerde de altıgen hücrelerdeki kadar bal depo edilebilirdi. Ancak bu şekillerden çevresi en kısa olan altıgendir. Aynı hacime sahip olmasına rağmen, altıgen hücreler için kullanılan malzeme üçgen veya dörtgen için kullanılandan daha azdır.
Bu durumda şu sonuca varılır: Altıgen hücre, en çok miktarda bal depolarken, inşası için en az balmumu gerektiren şekildir. Karmaşık geometri işlemleri ile ortaya çıkan bu sonuç, elbette arılar tarafından hesaplanmış değildir. Bu küçük hayvanlar, altıgeni, yaratılışlarının bir gereği olarak, yalnızca kendilerine öğretildiği, bir başka deyişle "vahyedildiği" için kullanmaktadırlar.
Arıların altı köşeli hücreleri her yönden kullanışlı bir tasarımdır. Hücreler birbirine uygun ve duvarları ortaktır. Bu, yine en az balmumuyla en fazla depolamayı sağlar. Hücre duvarları oldukça ince olmalarına rağmen kendi ağırlıklıklarının birkaç katını taşıyabilecek güçtedirler.
Sivrisinek
Kur’an’da Cenab-ı Hakk ayrıca sivrisineğe de dikkatleri çekmiştir. Ayet şöyledir: “Şüphesiz Allah, bir (dişi) sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise, 'Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?' derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz.” (Bakara Suresi, 26)
Değersiz ve sıradan bir canlı gibi görülen sivrisinek bile aslında Allah'ın ayetlerini taşıması bakımından dikkat edilmesi, incelenmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir hayvandır. İşte bu nedenle de Allah "sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez."
Sivrisineklerle ilgili olarak genelde bilinen, onların kan emici yaratıklar oldukları ve kanla beslendikleridir. Oysa bu tam olarak doğru bir bilgi değildir. Çünkü sivrisineklerin tamamı değil sadece dişileri kan emer. Ayrıca dişilerin kan emme sebepleri beslenme ihtiyaçları değildir. Hem dişilerin hem de erkeklerin besinleri çiçek özleridir. Dişilerin, erkeklerden farklı olarak kan emmelerinin tek nedeni, taşıdıkları yumurtaların olgunlaşmak için kanda bulunan proteinlere ihtiyaç duymalarıdır. Başka bir deyişle dişi sivrisinek sadece türünün devamını sağlamak için kan emer.
Sivrisineğin "kan emme" tekniği ise akıllara durgunluk verecek kadar detaylı yapıların birlikte işlemesiyle oluşan kompleks bir sisteme bağlıdır.
Hedef üzerine konan sivrisinek, hortumundaki dudakçıklar aracılığıyla önce bir nokta seçer. Sivrisineğin bir şırıngaya benzeyen iğnesi özel bir kılıfla korunmuştur. Kan emme işlemi sırasında işte bu kılıf iğneden sıyrılır.
Deri, sanıldığı gibi iğnenin basınçla deriye batırılması yöntemiyle delinmez. Buradaki asıl görev, bıçak keskinliğindeki üst çene ve üzerinde geriye doğru eğimli dişlerin bulunduğu alt çeneye düşmektedir. Alt çene testere gibi ileri-geri hareket eder ve deri üst çenenin yardımıyla adeta kesilir. Açılan yarıktan içeri sokulan iğne kan damarına ulaşınca delme işlemine son verilir. Sivrisinek artık kan emmeye başlayacaktır.
Ancak bilindiği gibi insan vücudu, damarlardaki en ufak bir zedelenme karşısında kanı anında pıhtılaştırarak, o bölgedeki kan akışını durduran bir enzime sahiptir. Aslında bu enzimin sivrisinek için büyük bir problem oluşturması gerekmektedir. Çünkü sineğin açtığı deliğe de vücut anında tepki gösterecek, o noktadaki kan hemen pıhtılaşmaya başlayacak ve yara onarılacaktır. Tabii ki bu da sivrisineğin hiç kan emememesi demektir.
Fakat bunu "bilen" (!) sivrisinek, kesici bıçaklarından birisinin içinden yaraya, pıhtılaşmayı engelleyen bir salgı enjekte eder! Bu salgı "anti coagulant" (pıhtılaşma engelleyici) bir enzim içerir. Böylece kandaki enzim etkisiz hale getirilir ve pıhtılaşma durur.
Dahası bu salgı sayesinde sivrisinek kurbanına lokal anestezi yapar. Kestiği bölgeyi uyuşturur. Bu sayede kurban, derisinin kesildiğinin ve kanının emildiğinin farkına varmaz. Deride alerjik reaksiyona, dolayısıyla da kaşınmaya neden olan şey de işte bu salgıdır.
Bu, kuşkusuz olağanüstü bir işlemdir ve karşımıza şu soruları çıkarır:
1) Sivrisinek, insan vücudunda bu tür bir pıhtılaştırıcı enzim olduğunu nereden bilmektedir?
2) Bu enzime karşı kendi vücudunda bir salgı geliştirmesi için, enzimin içeriğini (kimyasını) bilmek zorundadır. Bu nasıl olabilir?
3) Böyle bir bilgiye ulaşsa (!) bile, nasıl olup da kendi vücudunda böyle bir salgı üretip, bunu iğnesine aktaracak "teknik donanım"ı oluşturabilir?
Aslında bütün bu soruların cevabı basittir: Sivrisinek bunların hiçbirini başaramaz. Ne bunun için gerekli akla, ne kimya bilgisine, ne de salgıyı üretecek "laboratuvar" donanımına sahiptir. Bahsettiğimiz varlık, bir kaç milimetre büyüklüğünde akılsız ve bilinçsiz bir sinektir, o kadar!...
Onu böyle inanılmaz, olağanüstü ve hayranlık verici bir sisteme sahip kılan ise, insanı da sivrisineği de yaratan, "göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbi olan" Allah'tır.
Karasinek
Cenab-ı Hakk ayrıca Kur’an’da “Ey insanlar, (size) bir örnek verildi, şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar... Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir.” (Hac Suresi, 73-74) diyerek karasineğe de dikkatlerimizi çekmektedir.
Karasineğin ilerleyen teknoloji sayesinde iyice incelenmesi sonucu bir tasarım mucizesi olduğu ortaya çıkmıştır. Mesela karasineğin ortalama 5000 mercekli bir göze sahip olduğunu ve bu gözlerin her birini oynatabilecek şekilde yaratıldığını biliyor muydunuz?
Saniyede en az 100 görüntüyü algılayabilen bu göz yapısının 5000 merceğinin beyinle olan bağlantıları düşünüldüğünde ortaya akıl almaz bir kudret eseri çıkmaktadır. Sinek aynı zamanda, kanadını 500 defa çırpabilecek mükemmel bir tasarıma da sahiptir. Bunlar ise karasineğin özelliklerinden sadece bir kaçıdır. Bunun gibi, yeryüzünde yaşayan bütün canlılarda bu muhteşem ilim ve kudretin izlerine rastlamak mümkündür.
Konumuza Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin karasinekler hakkındaki latif bir hatırası ve çarpıcı bir tespitiyle devam edelim.
Güz mevsiminde, sineklerin terhisat zamanına yakın bir vakitte, hodgâm insanlar, cüz'î tâcizleri için sinekleri itlâf etmek üzere hapishanedeki odamızda bir ilâç istimâl ettiler. Benim fazla rikkatime dokunmuştu. Odamda çamaşır ipi vardı. Bilâhare, o insanların inadına, sinekler daha ziyade çoğaldılar. Akşam vaktinde, o küçücük kuşlar, o ip üstünde gayet muntazam diziliyorlardı. Çamaşırları sermek için Rüştü'ye dedim: "Bu küçücük kuşlara ilişme; başka yere ser." O da, kemâl-i ciddiyetle, dedi ki: "Bu ip bize lâzımdır; sinekler başka yerde kendilerine yer bulsun."
Her ne ise... Bu lâtife münâsebetiyle, seher vaktinde, sinek ve karınca gibi kesretli küçük hayvanlardan bahis açıldı. Ona dedim ki:
“Böyle nüshaları çoğalan nevilerin ehemmiyetli vazifeleri ve kıymetleri vardır. Evet, bir kitap, kıymeti nisbetinde nüshaları teksir edilir. Demek, sinek cinsi de ehemmiyetli vazifesi ve büyük kıymeti var ki, Fâtır-ı Hakîm, o küçücük kaderî mektupları ve kudret kelimelerinin nüshalarını çok teksir etmiş. Evet, Kur'ân-ı Hakîmin “Ey insanlar, (size) bir örnek verildi, şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar... Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir.” (Hac Suresi, 73-74) yani, "Cenâb-ı Haktan başka, bütün esbab ve ulûhiyetleri ehl-i dalâlet tarafından dâvâ edilen âliheler içtimâ etse, bir sineği halk edemezler. Yani, sineğin hilkati öyle bir mûcize-i Rabbâniyedir ve bir âyet-i tekvîniyedir ki, bütün esbab toplansa, onun mislini yapamazlar, o âyet-i Rabbâniyeye muâraza edemezler, taklidini yapamazlar" meâlindeki âyetine ehemmiyetli bir mevzu teşkil eden ve Nemrud'u mağlûp eden; ve Hazret-i Mûsâ (a.s.) onların tâcizlerine karşı müştekiyâne, "Yâ Rab, bu muacciz mahlûkları ne için bu kadar çoğaltmışsın?" deyince, ilhâmen cevap gelmiş ki: "Sen bir defa sineklere itiraz ettin. Bu sinekler çok defa sual ediyorlar ki: 'Yâ Rab, bu koca kafalı beşer Seni yalnız bir lisân ile zikrediyor. Bazı da gaflet ediyor. Eğer yalnız kafasından bizleri halk etseydin, binler lisân ile Sana zikredecek bizim gibi mahlûklar olurlardı"' diye, Hazret-i Mûsâ'nın (a.s.) şekvâsına bin itiraz kuvvetinde hikmet-i hilkatini müdafaa eden sineğin; hem gayet nezâfetperver, her vakit abdest alır gibi yüzünü, gözünü, kanatlarını temizleyen bu tâife, elbette mühim bir vazifesi vardır. Hikmet-i beşeriyenin nazarı kàsırdır; daha o vazifeyi ihâta edememiş.”