-
Efendimiz(s.a.v)
PEYGAMBER EFENDİMİZ
FAHR-I KAİNAT, EŞREF-İ MAHLUKAT, MEFHAR-İ MEVCUDAT, SEBEB-İ HİLKAT, SAHİB-İ ŞERİAT, VESİLE-İ NECAT, RESUL’ÜS-SEMAVAT, SEYYİD’ÜL-AHYA-İ VEL-EMVAT, SENED-İ BERAAT, VELİYY’ÜŞ-ŞEFAAT, MAZHAR-I MUCİZAT, RAFİU’D-DERECAT, MEDAR-I BEREKAT, FAİL’ÜL-HASENAT, CAMİU’L-KEMALAT, MADEN-İ ŞECAAT, DAFİU’Z-ZULÜMAT, ŞEMS-İ HAKİKAT, HAMELE-İ LİVA-İ HAMD
AHMED-İ MAHMUD-U MUHAMMED MUSTAFA (Aleyhissalatü Vesselam)
Evet, O hak peygamberdir. ALLAH Teala tarafından insanlığın kurtuluşu için gönderilmiştir. Evvela O’nun peygamberliğinin en büyük delili Kur’an-ı Kerim’dir. Zira kendisi okuma-yazma bilmediği halde öyle bir kitapla gelmiştir ki, o dönemde şiir, edebiyat ve belagat son derece ileride olduğu halde dönemin şair ve edebiyatçıları Kur’an karşısında tek tek dize gelmişler ve kimileri de, “Kur’an okuduktan sonra şiir yazmaktan utanır oldum.” demişlerdir. ALLAH Teala’nın Kur’an’da, “EĞER KULUMUZA İNDİRDİĞİMİZDEN ŞÜPHEDEYSENİZ, HAYDİ ONUN BENZERİ BİR SURE GETİRİN.”(Bakara-23) şeklindeki meydan okumasına 1400 senedir hiçbir şekilde karşılık verememişlerdir. Kur’an-ı Kerim, o dönemde hiçbir insan tarafından bilinemeyecek bilimsel konular hakkında çeşitli bilgiler vermiştir. Mesela, evrenin genişlemekte olduğu, atmosferin katmanları ve özellikleri, gökcisimlerinin belirli bir yörüngede yüzdükleri, rüzgarların aşılayıcı özelliği, dünyanın yuvarlaklığı gibi, bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle 20. yüzyılda yeni keşfedilen bilimsel meseleler, insanların bilimsel konular hakkında çeşitli hurafelere inandıkları o cehalet asrında (yani 1400 yıl önce) indirilmiş olan Kur’an-ı Kerim’de tek tek anlatılmıştır. Kur’an-ı Kerim metematiksel mucizeleriyle de insan sözü olamayacağını kanıtlamıştır. Ayrıca Kur’an gelecekten birçok haber vermiş ve zamanı gelince bu olaylar aynen Kur’an’da belirtildiği gibi yaşanmıştır. Yine Kur’an geçmiş toplumların özelliklerinden bahsetmiş ve yapılan arkeolojik kazılar ve tarihi araştırmalar sayesinde Kur’an’ın verdiği bilgilerin doğruluğu ortaya çıkmıştır. Zaten Kur’an içtimai, siyasi, hukuki, askeri ve ekonomik meselelere getirdiği çözümlerle, okuma-yazma bilmeyen bir insanın eseri olamayacağını ortaya koymuştur. Bu durum Kur’an’ın ALLAH sözü olduğunu ve dolayısıyla Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ALLAH Teala tarafından görevlendirilmiş bir peygamber olduğunu apaçık ispat etmektedir.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) insanlığın kurtarıcısı ve ALLAH Teala tarafından görevlendirilmiş bir elçi olarak gönderileceği Tevrat, İncil ve Zebur gibi mukaddes kitaplarda da haber verilmiştir. Birçok kereler değiştirilmeye maruz kalan İncil’de dahi Efendimiz’in (s.a.v.) peygamber olarak gönderileceğine dair 114 işaret vardır. Ayrıca Hz. İsa (a.s.) Peygamber Efendimiz’den “Ahmet” diye bahsetmiş ve O’nun da kendisi gibi bir peygamber olduğunu söylemiştir.
Efendimiz (s.a.v.) dünyaya teşrif ettiği sırada meydana gelen olağanüstü hadiseler, çocukluğunda dahi şaka yollu olsun yalan söylememesi, içki, fuhuş vb. gibi hiçbir ahlaksızlığa bulaşmaması, kendisine mallarını ve namuslarını emanet ettirtecek ve yine kendisine baş düşmanlarının dahi “el-Emin” demesine sebebiyet verecek derecede dürüst olması ve daha burada sayamayacağımız sayısız faktör, O’nun hak peygamber olduğunu ispat etmektedir. Zaten O’na hiç kimse yalancı diyemiyordu. Devrin en büyük Yahudi alimi Abdullah b. Selam, Peygamberimizi (s.a.v.) gördüğünde, “Vallahi bu yüzde yalan yoktur.” deyip iman etmiştir. Efendimiz (s.a.v.), çeşitli başarılar, zaferler, büyük mali imkanlar ve makamlar elde ettikten sonra bile peygamberlik gelmeden önce nasılsa, vefatına kadar ne yaşantısında nede insanlara karşı tavırlarında bir değişiklik görülmemiştir. Ayrıca bir insanın kavurucu çölde, binbir çile ve ızdırabın içinde, hayatında meyvelerini göremeyeceği (haşa) bir yalan uğruna ortaya atılıp onca eziyet ve işkencelere katlanması, hurma dallarından yapılma yatakta yatıp karnına taş bağlayacak derecede aç kalması ve hayatının büyük bir bölümünü savaş meydanlarında geçirmesi neyle açıklanabilir ki? Bu insan peygamber değildir de ya nedir?
ALLAH Teala’nın Efendimiz’e (s.a.v.) bahşettiği; Ay’ın yarılması, mübarek ellerinden su fışkırması, yemeklerin bereketlenmesi, dağların, taşların, ağaçların, hayvanların ve bebeklerin dile gelerek kendisine şehadet etmeleri, mübarek eliyle meshetmesinden sonra hastaların iyileşmesi ve daha burada sayılamayacak kadar çok doğaüstü mucize de O’nun peygamberliğinin delilidir. Ve bu olayları, bir tek yalanları dahi duyulmamış yüzlerce insan ittifakla haber vermektedirler. Ayrıca o dönemde hiç kimse tarafından bilinmeyen tarihi bilgiler Efendimiz (s.a.v.) tarafından bildirilmiştir. Yine Efendimiz (s.a.v.) gelecekte ortaya çıkacak bir çok olaydan tafsilatlı bir şekilde bahsetmiş ve zamanı gelince bu olayların her biri belirtildiği gibi aynen ortaya çıkmıştır. Efendimiz’in (s.a.v.) hak peygamber olduğunun bir başka delili de, 20. yüzyılda yeni keşfedilen bazı bilimsel konular hakkındaki sözleridir. Efendimiz (s.a.v.) bir kimyager gibi penisilinin formülünü tarif etmiş, mikropların varlığına işaret etmiş, çeşitli hastalıklara teşhisler koymuş, sağlık ve hijyen konularında ölümsüz prensipler vazetmiş ve daha birçok bilimsel konuda, o dönemde hiç kimse tarafından bilinemeyecek bilgiler vermiştir. Bütün bunlar, O’nun bu bilgileri ALLAH Teala’dan aldığını ve dolayısıyla da O’nun ALLAH Teala’nın elçisi olduğunu apaçık ispat etmektedir.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ALLAH’ın Resulü olduğunun en önemli delillerinden biride, O’nun eşsiz ahlakı ve benzersiz yaşantısıdır. Zira O, yetim ve öksüzdü. Hiç kimse O’nu terbiye etmemişti. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, kadınların birer şehvet oyuncağı haline getirildiği ve her türlü ahlaksızlığın alabildiğine yaygınlaştığı o dönemde, hiç kimse tarafından terbiye edilmeyen bir insanın, bu derece mükemmel bir ahlaka sahip olması, (Kendisininde ifade buyurduğu gibi) O’nun ALLAH Teala tarafından terbiye edildiğini ortaya koymaktadır. Şimdi, Efendimiz’in (s.a.v.) hayatından birkaç kesitle ve ashabının anlattıkları şekliyle, O’nun eşsiz ahlakını, mükemmel karakterini ve faziletlerle bezenmiş kişiliğini incelemeye çalışalım.
DAHİLERİN, İSLAMİYET VE HZ. MUHAMMED
HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
ALLAH’a (c.c.) iman, insanda fıtri bir ihtiyaçtır. Bilim de insanı iman etmeye sevk eder.
Bu yüzden tarih boyunca Platon, Çiçero, Augustine, Schopenhauer, Kant, Kepler, Descartes, Ge-
othe, Leibniz, Charly, Fransis Bacon, Galile, Max Planck, Norman Malcolm, Bergson, Newton,
Alexis Carrel, Bergson, Jemes Jeans, Edison, Hubble ve Einstein gibi dindar ve inançlı bilim a-
damları ve düşünürlerin çoğu, ALLAH’a (c.c.) iman etmenin ilmi ve felsefi bir zorunluluk oldu-
ğunu vurgulamışlardır. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’i, İslamiyeti ve Hz. Muhammed’in (s.a.v) hayatını
araştırmış olan birçok batılı dahinin dikkate şayan itirafları vardır. Mesela 1927 Hukuk Konseyi
Başkanı Shebol, şöyle bir itirafta bulunmuştur; “Hz. Muhammed’in (s.a.v) insan olması itibarı ile
muhakkak bütün insanlık iftihar eder. Çünkü O zat, okuma-yazma bilmemesine rağmen 13 asır
evvel öyle kanunlar ve esaslar getirmiştir ki, biz Avrupalılar 2000 sene sonra onun kıymetine ve
hakikatine yetişsek en mes’ud, en saadetli nesiller oluruz.” Fransız tarihçisi Lamartine’de şöyle
demiştir; “İnsan büyüklüğünün ölçüldüğü bütün ölçülerde, hangi insan Hz. Muhammed’den (a.s)
daha büyük olmuştur.” Ünlü Alman politikacısı Prens Bismark’ın şu sözleri ise hakikaten etkile-
yicidir: “Sana muasır bir vücut olamadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammed (s.a.v). Mual-
limi ve naşiri bulunduğun bu kitap senin değildir. O İlahidir. Bu kitabın ALLAH’tan olduğunu in-
kar etmek, müspet ilimlerin batıl olduğunu ileri sürmek kadar gülünçtür.”
Avrupa’nın en büyük dahisi olarak kabul edilen Geothe’de, Hz. Muhammed’e (s.a.v) olan
hayranlığını şöyle dile getirir; “Hiç kimse Hz. Muhammed’in (s.a.v ) prensiplerinden daha ileri
bir adım atamaz. Avrupa’ya nasip olan bütün başarılara rağmen bizim kurulmuş olan bütün ka-
nunlarımız İslam kültürüne nispetle eksiktir. Biz Avrupa milletleri medeni makamlarımıza rağmen
Hz. Muhammed’in (s.a.v) son basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız.
Şüphe yok ki hiç kimse bu yarışmada Onu geçemeyecektir.”
Prof. Micheal H. Hart’ın kendisi bir Hristiyan olduğu ve bu hareketinden sonra Hristiyan dün-
yasının göstereceği tepkinin şiddetini bildiği halde, “İnsanlık tarihinin en etkili 100 kişisi” adlı ki-
tabında, kendi Peygamberi olan Hz. İsa’dan(a.s) önce birinci sıraya Hz. Muhammed’i (s.a.v) koy-
muştu. Komünizm’in kurucusu Karl Marks dahi İslamiyetin adalet sistemine ve Hz. Ömer’e olan
hayranlığını dile getirmiştir. Fransız Komünist Partisi genel sekreteri Roger Garaudy, müslüman
olduktan sonra Kur’an-ı Kerim hakkında şöyle demiştir; “Mukaddes kitaplar çağlara göre tahrif
edildi. Kur’an ise indirildiği günden itibaren hep zamana hükmetti. O, zamanı değil, zaman Onu
takip etti. Zaman yaşlandıkça Kur’an gençleşti.” Müslümanlarla yıldızları bir türlü barışmayan
Fransızların dünya çapındaki Le Point dergisi dahi, Hz. Muhammed’i (s.a.v) “1979 yılının insanı”
olarak seçmiştir. 29 aralık 1979 tarihli Fransız gazeteleri bu haberi verirken, seçimin sebebini şu
şekilde açıklıyorlardı; Çünkü O Zat (s.a.v) 571-632 yılları arasında yaşamış olmasına rağmen
dünyadaki tesiri çığ gibi büyümekte ve yüz milyonlarca insan, Onun gösterdiği yoldan yürü-
mektedir. Büyük mütefekkir Carlyle’da şöyle demiştir; “Başında taç bulunan hiçbir imparator,
kendi eliyle yamanmış bir hırka giyen Hz. Muhammed (s.a.v) kadar saygı görmemiştir.”
Kendisine; “Gerçi maddeten aramızdan ayrılabilirsiniz, ama yaptığınız unutulmaz hizmeti-
nizle yaşayacaksınız.” diyen Salih Gökkaya’ya, Yugoslav Devlet Başkanı Mareşal Tito, ölüm dö-
şeyindeyken ağlamaklı ifadelerle şu cevabı veriyordu; “Yoldaş! Ben ölüyorum artık... Ölümün
ne derece korkunç bir şey olduğunu size anlatamam... Anlatsam bile sıhhatli ve genç olan sizler,
bu yaşta bunu anlayamazsınız. Düşünün, ölmek, yok olmak... Toprağa karışmak ve dönmemek
üzere gidiş... İşte bu çıldırtıyor beni... Dostlarınızdan, sevdiklerinizden, ünvan ve makamlardan
ayrılmak... Dünyanın güzelliklerini bir daha görememek... Ne korkunç bir şey anlıyor musunuz?
Ölmeden önce her dakika, her saniye ölüyorum. Ölüm öylesine dehşetli bir hayalet ki, zehir saç-
maya devam ediyor. Yoldaşlarım, sizlere açık bir kalple itirafta bulunmak istiyorum: Ben öldük-
ten sonra, toprak olacaksam, diriliş, ceza veya mükafat yoksa, benim yaptığım mücadelenin değe-
ri nedir? Söyleyin bana? Vay, yoldaşlarımın kalbine gömülecekmişim veya unutulmayacakmışım
veya alkışlanacakmışım neye yarar? Ben mahvolduktan sonra, beni alkışlayanların takdir sesleri,
kabirde vücudumu parçalayan yılan ve çıyanları insafa getirir mi? Söyleyin, bu gidiş nereye? Bu-
nun izahını Marks, Engels, Lenin yapamıyor.
İtiraf etmek zorundayım; Ben ALLAH’a, Peygambere ve ahirete inanıyorum artık. Dinsizlik bir çare değil. Düşünün, şu kainatın bir Yaratıcısı, şu muhteşem sistemin bir kanun koyucusu ol-
malıdır... Bence ölümde son olmamalıdır... Mazlumca gidenlerle, zalimce ölenlerin bir hesaplaş-
ma yeri olmalıdır. Hakkını almadan, cezasını görmeden gidiyorlar. Böyle keşmekeş olamaz. Ben
bunu vicdanen hissediyorum. Öyle ki, milyonlarca suçsuz insanlara yaptığımız eza ve zulümler,
şu anda boğazıma düğümlenmiş bir vaziyette... Onların ahlarına kulak verecek bir merci olmalı...
Yoksa insan teselliyi nereden bulacak? Bunların bir açıklaması olmalı... Marks bu mevzuda halt
etmiş. Uyuşturmuş beynimizi... Nedense ölüm kapıya dayanmadan bunu idrak edemiyoruz. Belki
de göz kamaştırıcı makamlar buna engel oluyor. Ben bu inançtayım yoldaşlarım, sizler ne derse-
niz deyin.”