-
Resulullahın çok evlenmesi
Sual: Peygamberimiz niye çok evlenmiştir?
CEVAP
Resulullah efendimiz, önce 25 yaşında iken, 40 yaşında dul bir kadın olan Hz. Hatice ile evlendi. 25 yıl onunla yaşadı. Peygamber efendimiz, ilk zevcesi Hz. Hatice hayatta iken başkası ile evlenmedi.
Hz. Hatice validemizin vefatından uzun bir müddet sonra, 55 yaşında iken, Allahü teâlânın emri ile Hz. Âişe’yi nikahladı. Mekke, Medine gibi Ekvatora yakın yerlerde kızlar erken yaşta mesela dokuz yaşında büluğa eriyorlar. Rusya, Hollanda gibi soğuk ülkelerde ise, büluğa erme yaşı uzuyor. Bu bakımdan ekvatorla kutuplar mukayese edilmez. Hz. Âişe validemiz 9 yaşında iken nikahlandı, daha sonra evlendi.
Hz. Âişe, kendisinin, ezvac-ı tahiratın hepsinden daha üstün olduğunu söyler, Allahü teâlânın nimetlerini sayar, (Resulullah benimle evlenmeden önce, Cebrail aleyhisselam, benim resmimi Resulullaha gösterip “Bu senin zevcendir” demişti) derdi. O zaman canlı resmi yapmak haram olmamıştı ve resmi, insan da yapmamıştı. Resulullah efendimiz, Âişe validemize buyurdu ki:
(Seni üç gece rüyada gördüm. Melek, beyaz ipek üzerindeki resmini bana gösterdi. Bu senin zevcendir, dedi. Rüyada, meleğin gösterdiği resmini unutmadım.) [Buhari ve Müslim]
Resulullah efendimize, Hz. Âişe’den başka, hiçbir zevcesinin yatağında (vahiy) gelmedi. Bu da, Hz. Âişe’nin Allahü teâlâ indinde kıymetinin pek çok olduğunu göstermektedir. Ümmi Seleme validemiz Hz. Âişe için bir şey söyleyince, Resulullah efendimiz, (Âişe için beni incitme. Bana vahiy, yalnız Âişe’nin yatağında iken gelmektedir) buyurdu ve Ümmi Seleme validemiz de, tevbe etti.
Diğerlerini dini sebeplerle veya ihsan ederek nikah etti. Bunların hepsi dul ve çoğu da yaşlı idi.
Birkaç örnek:
Eshab-ı kiramın bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişti. Habeş padişahı Necaşi, İsevi idi. Müslümanlara sorular sorup, aldığı cevaplara hayran kalarak imana geldi. Ubeydullah bin Cahş, papazlara aldanıp, hıristiyan olmuştu. Karısı Ümmi Habibe’yi de dinden çıkarıp zengin olmaya zorladıysa da, o, fakirlik ve ölüme razı olacağını, ama dinden çıkmayacağını söyleyince, sefalet içinde sürünmesi için bunu boşadı. Hz.Ümmi Habibe, Mekke müşriklerinin baş kumandanı Ebu Süfyan’ın kızı idi. Resulullah, o zamanlarda, onlarla, çok çetin savaşlar yapıyordu.
Resulullah efendimiz, Hz.Ümmi Habibe’nin dininin kuvvetini ve başına gelenleri işitince, Necaşi’ye mektup yazıp, (Ümmi Habibe ile nikahımı yapıp buraya gönder) buyurdu. Necaşi daha önce Müslüman olduğu için mektuba çok hürmet edip, oradaki müslümanları sarayına davet ederek, ziyafet verdi. Nikah yapılıp, hediye ve ihsanlarda bulundu. Bu suretle, Hz.Ümmi Habibe, imanının mükafatına kavuştu. Onun sayesinde, oradaki müslümanlar da rahat etti. Bu nikah, Ebu Süfyan’ın ileride müslüman olmasını hazırlayan sebeplerden birisi oldu.
Hz. Ömer, dul kalan kızı Hz. Hafsa’yı alması için Hz. Ebu Bekir ve Hz. Osman’a teklif etti ise de olumlu cevap alamadı. Durumu öğrenen Resulullah efendimiz, çok sevdiği üç arkadaşının üzüntülerini giderip onları sevindirmek için, (Ya Ömer, kızını, bu ikisinden daha iyisi ile evlendireyim) buyurdu Hz. Ömer şaşırdı. Zira onlardan daha iyisinin olmadığını biliyordu. (Ya Ömer kızınla ben evleneyim) buyurdu.
Beni Mustalak kabilesinden alınan yüzlerce esir arasında, Cüveyriyye, kabilenin reisi Haris’in kızı idi. Bunu satın alıp azat ederek, kendilerine nikah edince, Eshab-ı kiramın hepsi, (Resulullahın ailesinin, annemizin akrabasını hizmetçi olarak kullanmaktan haya ederiz) dedi. Hepsi, esirlerini azat etti. Bu nikah, yüzlerce esirin azat olmasına sebep oldu.
İnsafı olana da, bu üç misal, elbette yetişir. İkinci bir husus, her bakımdan, insanların en üstünü olduğu halde, sadece birkaç yıl dokuz ailesi ile yaşamıştı. O zamanlar, zaten hep savaşlarla uğraşıyor, evinde az kalıyordu. Genç kızlarla evlenme imkanı olduğu halde evlenmemişti. Savaşlarda, Ona canlarını feda eden o aslanlar, kızlarını Ona vermezler mi idi? Ama O, istemedi.
Resulullah efendimiz, halasının kızı Zeyneb’i, evlatlığı Zeyd ile evlendirdi. Epey sonra, Hz. Zeyd, boşayacağını söyledi. (Boşama) buyurdu ise de, Allahü teâlâ, Resulünün buna mani olmamasını istedi. Hz. Zeyd boşayınca, Allahü teâlâ, Resulüne onu nikah eyledi. (Mevahib)
Çok evlenmesinin önemli bir sebebi de, dini bildirmek içindi. Hicab âyeti gelip, kadınların yabancı erkeklerle oturmaları, konuşmaları yasak edilince, yabancı kadınları kabul etmedi. Hz. Âişe’den sormalarını emretti. Soranların çokluğundan, Hz.Âişe, hepsine cevap vermeye zaman bulamıyordu. Bu hizmeti kolaylaştırmak ve Hz. Âişe’nin yükünü hafifletmek için, gerektiği kadar hanımı nikah etti. Kadınlara ait yüzlerle ince bilgileri, kadınlara, mübarek hanımları yolu ile bildirdi. Hanımı bir tek olsaydı, bütün kadınların ondan sorması güç ve hatta imkansız olurdu.
Bir âyet-i kerime meali:
(Resulullahın zevceleri müminlerin anneleridir.) [Ahzab 6]
-
Sakal-ı şerifin kıymeti
Sual: Peygamber efendimizin sakal-ı şerifi, hırkası veya başka bir eşyası ile bereketlenmeye putçuluk diyenler var. Onu methetmeye, Onu vesile ederek yardım istemeye şirk diyenler var.
Bu konuyu açıklar mısınız?
CEVAP
Allahü teâlânın âlemlere rahmet olarak gönderdiği, (Habibim) buyurduğu O sevgili Peygamberi övmek, (Her istediğini vereceğim) müjdesi ile şereflenmiş olan o en yüksek Peygamberi vesile etmek, hiç şirk olur mu? Sakal-ı şerife hürmet hiç putçuluk olur mu?
Resulullahı, Allahü teâlâ övmüştür. Kendisi de, kendisini överek, Allahü teâlânın kendisine ihsan etmiş olduğu nimetleri saymıştır. Bunları hakikati bildirmek için söylediğini, yoksa peygamberlik vazifesini yapmamış olacağını defalarca bildirmiştir.
Resulullah efendimizi övmek ibadettir. Eshab-ı kiramın hepsi övmüştür. Bunlardan Hassan bin Sabit ve Kab bin Züheyrin uzun methiyeleri meşhurdur. Kab, kasidesinde çok övmüştü. Resulullah efendimiz, bunu beğenip, Kab’ın kusurunu af buyurup, mübarek hırkasını ona hediye etmişti. Bu hırka-i saadet, şimdi Topkapı sarayındadır.
Uzun zaman Resulullah efendimize hizmetle şereflenen Enes bin Malik, kendisi ile beraber bir sakal-ı şerifin defnolunmasını vasiyet etti. Allahü teâlânın huzuruna sakal-ı şerif ile birlikte çıkmak istedi. (Buhari)
Peygamber efendimizin, sakal-ı şerifinin mübarek kıllarını, bereketlenmeleri için insanlara verdiği, Kütüb-i sittede yazılıdır. Kadı İyad, diyor ki: Resulullah efendimizin faziletlerinden birisi de şudur ki, Halid bin Velid, başında, sarığı arasında bir sakal-ı şerif taşırdı. Bunu taşıdığı her savaşta zafer kazanırdı. Hâlid, mübarek bir kılı sebebi ile muradına kavuşuyor da, Resulullah efendimizin mübarek zat-ı şerifini vesile ederek Allahü teâlâdan dilekte bulunanlar kavuşmaz olur mu? (Şif’a)
Çok kıymetli bir itikad kitabı olan Nur-ül-İslam’da aynen şöyle buyuruluyor:
Peygamber efendimizin eşyaları ile bereketlenmek, Onun mübarek gözleri önünde yapılmış, sabit bir iştir. Resulullah efendimiz de, bu işi beğenip kabul buyurmuştur. Onun vefatından sonra da bu iş devam etmiştir. Çünkü Allahü teâlâ, Onun kendi eşyalarına, dokunduğu şeylere ve mübarek tenine dokunan şeylere birçok meziyetler vermiştir ki, bunlarla bereketlenilir ve faydalanılır.
Hz.Ebu Bekir’in kızı Hz.Esma, Peygamber efendimiz hayatta iken giydiği bir cübbe çıkarıp, (Şifa bulmaları için, biz bunu yıkayıp hastalara veriyoruz) dedi.
Abdülkasım bin Me’mun hazretlerinin yanında, Peygamber efendimizin bir çanağı vardı. Bundan su verdiği hastalar şifa bulurlardı. Peygamber efendimiz abdest aldığı zaman, Eshab-ı kiram, Onun abdest suyuna dokunmak ve düşen bir kılını almak için yarışırlar ve bununla bereketlenirlerdi. O da bu hareketlerini kabul buyururdu. Hatta, mübarek başını tıraş ettiği zaman, bereketlenmek için, mübarek saçını, Eshabı arasında paylaştırmasını Ebu Talha hazretlerine emrederdi. (Buhari)
Hz.Ebu Cuhayfa diyor ki:
(Resulullah efendimiz, öğle sıcağında çıkıp abdest aldı. Oradakiler kalkıp, Onun ellerini tutup, yüzlerine sürdüler. Bir de ben, onun mübarek ellerini tutup yüzümün üstüne koydum. O sıcakta mübarek elleri, kardan daha soğuktu ve miskten daha güzel kokuyordu.) [Buhari]
(Ellerini tutup yüzlerine sürdüler) ifadesi, faziletli ve salih kimselere dokunarak bereketlenmenin meşru olduğunu gösteriyor.
Hz.Âişe validemiz buyuruyor ki:
(Resulullah bir yarası olan kimseyi tedavi ederken, işaret parmağını yere koyar ve kaldırıp, “Bismillahi türbetü erdina biriki ba’dina liyüşfa bihi sekimüna biizni Rabbina” derdi.) [Müslim]
İmam-ı Nevevi buyuruyor ki:
(Hadis-i şerifin manası şöyledir: İşaret parmağını mübarek ağız suyu ile ıslatıp, sonra toprağın yapışması için yere koyar, sonra illetli ve yara olan yere sürer ve bu elini sürerken, Allahü teâlânın ism-i şerifiyle bereketlenmek için bu duayı okurdu.)
Hadis-i şerif kitaplarında, Eshab-ı kiramın Peygamber efendimizin eşya ve eserleriyle; teri, gözyaşı ve ağız suyu ile bereketlendiklerine dair misaller çoktur.
Resulullah efendimizin sakal-ı şerifinin bazı telleri, halifeler, müslüman hükümdarlar tarafından korunmuş ve günümüze kadar gelmiştir. Bir kısmı Osmanlı Sultanlarının hazinelerindedir. Allahü teâlâ, onlara rahmet eylesin.
Bu mübarek tellerden birkaçı, Kuzey Irak’ta Süleymaniye’ye bağlı Halepçe kazasının Beyare nahiyesindedir. Benim gözlerim önünde bunlar vesile edilerek kıtlığın bitmesi ve yağmurun yağması için dua edildi ve hemen bol bol yağmur yağdı.
Düşmanların hücumu esnasında bunlar vesile edilerek dua edilmiş ve müslümanlar, düşmanın şerrinden korunmuşlardır. Bu anlattıklarımız, buralarda yaşayan müslümanlarca malumdur. Bunlarda şüphe etmenin yeri yoktur. Bunlarda şüphe edenler, Yusuf suresinin 93-96. âyet-i kerimelerine baksınlar: ([Yusuf aleyhisselam,] şu gömleğimi götürün de, babamın yüzüne koyun, [gözleri] görecek duruma gelir ve bütün ailenizi bana getirin, dedi. Kafile ayrılınca, babaları: “Eğer bana bunamış demezseniz, inanın ben Yusuf’un kokusunu alıyorum” dedi. Çevresindekiler: “Allah’a yemin ederiz ki, sen, hâlâ eski şaşkınlığındasın” dediler. Müjdeci gelip, gömleği Yakub’un yüzüne sürünce, hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Yakub, “Ben size, Allah katından sizin bilmediğinizi biliyorum dememiş miydim?” dedi.) [Nur-ül-İslam s.122-125]
Nur-ül-İslam’dan aldığımız bu yazıdan da anlaşılacağı gibi, mübarek eşyalarla bereketlenmek çok güzel bir iştir, putçulukla hiçbir ilgisi yoktur.
Bir misal daha verelim:
Resulullah efendimiz aleyhisselam çarşıya çıkıp, bir entari satın aldı. Giderken gördü ki, bir a’ma oturmuş, (Allah rızası için ve Cennet elbiselerine kavuşmak için, bana kim bir gömlek verir) diyordu. Almış olduğu entariyi buna verdi. A’ma, entariyi eline alınca, misk gibi güzel koku duydu. Bunun, Resulullah efendimizin mübarek elinden geldiğini anladı. Çünkü, Resulullahın bir kere giydiği her şey, eskiyip dağılsa bile, parçaları da misk gibi güzel kokardı. A’ma dua ederek, (Ya Rabbi, bu gömlek hürmetine, benim gözlerimi aç) dedi. İki gözü hemen açıldı. (Zad-ül Mukvin)
-
Resulullah sevgisinin önemi
Sual: Bir misyoner, “Siz, peygamberinizi, tanrıdan çok seviyorsunuz. Tanrının ismi anılınca hiç umursamıyorsunuz da, peygamberinizin ismi geçince hemen salevat okuyorsunuz. Bir de Allah ismi ile peygamberin ismini ayırmaz, yan yana söylersiniz. Allah aşkına şunu yap dense, yapmıyorsunuz da, peygamber aşkına dense hemen yapıyorsunuz” diyor.
Buna ne demeliydim?
CEVAP
Misyonere, “Biz Peygamberimizi çok sevdik de ne yaptık, sizin gibi tanrı mı dedik, tanrının oğlu mu dedik? Putunu yapıp boynumuzda mı taşıdık? Putunun önünde günah mı çıkarttık? Kendi gözünüzdeki merteği görmüyor, bizim gözümüzde saman çöpü arıyorsunuz” demeliydiniz.
Müslüman, Resulullahı, Allah’ın emri olduğu için sever. Biz, Allahü teâlâyı sevdiğimiz için, Resulünü seviyoruz. Müslüman, niye haramlardan kaçar? Niye namaz kılar, niye oruç tutar? Peygamberi sevdiği için mi, yoksa Allah’ı sevdiği için mi? Elbette Allah’ı sevdiği için. Allahü teâlâ, Resulü için habibim diyor, Onu çok seviyor, bizim de sevmemizi ve Ona uymamızı istiyor. Bir âyet meali şöyledir:
(Resulüm de ki; Allah’ı seviyorsanız, bana uyun. Bana uyanları Allah sever!) [Âl-i İmran 31]
Allah’ın sevgisi ile Peygamberin sevgisi farklı olmadığı gibi, Allah’ın emri ile, Peygamberin emri de ayrı değildir. Bunu ayrı gösterenler kâfirdir. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah’ın emirleri ile, peygamberlerinin emirlerini birbirinden ayırmak isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150-151]
Salevat getirmemizi de emreden Allahü teâlâdır. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah ve melekleri, Resule salevat getiriyor, iman edenler, siz de salevat getirin.) [Ahzab 56]
Müslüman, sadece Allah’ın resulünü değil, diğer Müslümanları da sevmesi gerekir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müminleri Allah için seven ve kâfirleri Allah için düşman bilen, ancak o zaman Allahü teâlânın sevgisine kavuşur.) [Mektubat-ı Masum Faruki 3/58]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Cenab-ı Hak, Kur'an-ı kerimde Resulüne itaat etmenin kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. O halde, Resulüne itaat edilmedikçe, Ona itaat edilmiş olmaz. Bunun pek kesin ve çok kuvvetli olduğunu bildirmek için de (Muhakkak böyledir) buyurdu. Bazı doğru düşünmeyenlerin bu iki itaati birbirinden ayrı göstermelerine meydan vermedi. (1/152)
Sultan Mahmud-i Gaznevi, birkaç adamını, Şeyh Ebül-Hasen-i Harkani hazretlerine gönderip onu yanına çağırmıştı. “Eğer gelmek istemezse, (Allah’a, Resulüne ve sizden [Müslümanlardan] olan âmirlere itaat edin) mealindeki âyeti okuyun” demişti. Şeyh hazretleri de gelmek istemeyince, kendisine bu âyeti okudular. O ise, (Allah’ın itaatine o kadar çok dalmış bulunuyorum ki, Resule itaat etmekten haya ediyorum. Âmire itaate vakit nerede?) dedi. Şeyh hazretlerinin [sekr halindeki] bu sözü, Allahü teâlânın itaatini, Resulünün itaatinden ayrı bildiğini göstermektedir. Şeriatın, tarikatın ve hakikatin bütün basamaklarında, Resulullaha itaat, Allahü teâlâya itaattir. Resulullaha itaat ile olmayan Allah’a itaat, dalalettir, sapıklıktır. Mehene şehrinin şeyhi, üstad Ebu Saîd-i Ebül Hayr ile otururken, Horasan’daki seyyidlerin büyüklerinden Seyyid Ecel de yanlarında idi. Bir meczup içeri girdi. Şeyh hazretleri, onu, Seyyidin üst yanına oturttu. Sonra seyyide dönerek, (Size olan saygımız, Resulullahı sevdiğimiz içindir. Bu meczubu ise, Allahü teâlâyı sevdiğimiz için yüksek tutuyoruz) dedi. Allahü teâlânın sevgisi ile, Resulullahın sevgisini ayıran böyle sözleri doğru yolun büyükleri uygun görmez. Allah sevgisinin, Resulullaha olan sevgiden çok olmasının, tarikat sarhoşluğundan ileri geldiğini bilirler. Böyle sözlere izin vermezler. (1/153)
(Allah ismi ile peygamberin ismini ayırmaz, yan yana söylersiniz) demesi de yanlıştır. Çünkü Habibinin ismini kendi isminin yanından ayırmayan Allahü teâlâdır. İmanda da, itaatte de kendi isminin yanında bildirmiştir. Bu husustaki bazı âyet-i kerime mealleri şöyledir:
(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin ve uyun ki doğru yolu bulun.) [Araf 158]
(Allah ve Resulüne itaat edin.) [Enfal 1, 20, 46, Ahzab 33, Maide 92, Tegabün 12, Mücadele 13, Nur 54]
(Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.) [Muhammed 33]
(Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71]
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(De ki, “Allah’a ve Peygambere itaat edin! Eğer [uymayıp] yüz çevirirlerse, [kâfir olurlar] Elbette Allah kâfirleri sevmez.) [Al-i İmran 32]
(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]
(Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13]
(Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih, seçme hakkı kalmaz.) [Ahzab 36]
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, bilsin ki, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.) [Enfal 13]
(Allah’a ve Resulüne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.) [Al-i İmran 132]
(Allah’a ve resulüne itaat ederseniz, işlediklerinizden bir şey eksilmez.) [Hucurat 14]
(Allah’a ve Resulüne itaat edenler, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu nebiler, sıddıklar, şehidler ve salihlerle beraberdir.) [Nisa 69]
Ayrıca, Allah ve Resulüne itaat etmenin müslümanlık, karşı gelmenin sapıklık, kâfirlik olduğu, iman ve itaat edenlere Cennet nimetlerinin olduğu, inkâr ve karşı gelenlere Cehennem azaplarının olduğu, bunların Cehennemde (keşke Allah’a ve Resulüne itaat etseydik) diyecekleri başka âyetlerde de bildirilmiştir. [Ahzab 31, 36, 66, Nur 51,52, Feth 17, Tevbe 71]
Sadece Habibine uymayı da bildiriyor:
(Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Araf 158, Nur 54]
(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]
(O, kendiliğinden konuşmaz. Onun [din ile ilgili] her sözü vahiy iledir.) [Necm 3-4]
(İhtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklaman için ve iman eden bir kavme de hidayet ve rahmet olsun diye bu kitabı sana indirdik.) [Nahl 64]
(Namaz kılın, zekat verin, Resule itaat edin ki size merhamet edilsin.) [Nur 56]
(Kimi, ona [Resulüme] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55-56]
Habibini övüyor:
(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
(Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.) [Sebe 28]
(Rabbinin sana verdiği nimetlerle mecnun değilsin. Senin için bitmez, tükenmez, sonsuz mükafat vardır. Elbette sen en büyük ahlak üzeresin.) [Kalem 2-4]
(Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21]
(Sen razı oldum diyene kadar Rabbin sana [çok nimet] verecek!) [Duha 5]
(Allah ve melekleri, Resule salevat getiriyor, iman edenler, siz de salevat getirin.) [Ahzab 56]
(Senin şânını, şöhretini yücelttik.) [İnşirah 4] Bu âyetin tefsirinde deniyor ki:
Ezan, ikamet, teşehhüd, hutbe gibi bir çok yerde benimle beraber adını andırmak suretiyle şanını yücelttik. (Celâleyn)
Senin ismini doğuda, batıda, yeryüzünün her yerinde yükselttim. (Savi tefsiri) [Batıya doğru, bir tul derecesi gidilince, namaz vakitleri 4 dakika gecikiyor. Her 28 km gidişte, aynı vaktin ezanı birer dakika sonra tekrar okunuyor. Böylece, yer yüzünün her yerinde, her an ezan okunmakta, Muhammed aleyhisselamın ismi, Allahü teâlânın ismi ile beraber her an, her yerde işitilmektedir.]
Öyle bir yükseltme, yüceltme ki kendi ismini Habibinin ismi ile birlikte andırdı, Ona itaati kendisine itaat olarak gösterdi, melekler Ona salât etti, müminlere de Ona salevât getirmeyi emretti, Onu ismiyle değil, hep Resulüm, Habibim gibi güzel sıfatlarla andı. (Beydavi)
Cenab-ı Hak Resulünün nâmını dünya ve ahirette de yükseltti. Hiçbir şehadet getiren, hiçbir namaz kılan yoktur ki şehadet kelimesini ve Resulullahın mübarek adını zikretmiş olmasın. (Katâde)
(Allahü tealâ buyurdu ki: “Ben anıldıkça habibim sen de benimle birlikte anılmak suretiyle şânını yükselttim.) [Ebu Ya'la, İbni Hibban]
-
Resulullah efendimizi anmak ibadettir
Sual: Mevlid ne demektir, mevlid okumaya bazıları bid’at diyor doğru mu?
CEVAP
Mevlid, doğum zamanı demektir. Mevlid gecesi, Rebiul-evvel ayının 11. ve 12. günleri arasındaki gecedir. Peygamber efendimizin doğum günü, bütün Müslümanların bayramıdır.
Resulullah efendimiz dünyaya gelince, amcası Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe, (Kardeşin Abdullah’ın oğlu oldu) diyerek kendisine müjde getirince, sevinmişti. (Ona süt vermek şartı ile, seni azat ettim) demişti. Bunun için, Ebu Leheb’in, her mevlid gecesinde, azabı biraz hafiflemektedir. Mevlid gecesi sevinen, o geceye kıymet veren müminlerin pek çok sevap kazanacağı buradan da anlaşılmaktadır. Hafız Muhammed ibni Cezeri Şafii diyor ki: (Ebu Leheb rüyada görülüp, ne halde olduğu sorulduğunda, çok azap çekiyorum. Ancak, her yıl, Rebiul-evvel ayının 12. geceleri, azabım hafifliyor. Resulullah dünyaya gelince, müjde veren cariyemi sevincimden azat etmiştim. Bunun için, bu gecelerde azabım hafifliyor) dedi. Ebu Leheb gibi azgın bir kâfirin azabı hafifleyince, O yüce Peygamberin ümmetinden olan bir mümin, Onun doğduğu gece sevinir, malını uygun yerlere dağıtır, ziyafet verir, böylece, Peygamberine olan sevgisini gösterirse, Allahü teâlâ onu Cennetine sokar.) [M. Nasihat]
Resulullah efendimiz, mevlid gecelerinde eshab-ı kirama ziyafet verir, dünyayı teşrifindeki ve çocukluk zamanındaki şeyleri anlatırdı. Hz. Ebu Bekir de, halife iken, eshab-ı kiramı toplar, Resulullah efendimizin dünyayı teşrifindeki olağanüstü hâlleri konuşurlardı. Bu gece, Resulullahın doğum zamanında görülen hâlleri, mucizeleri okumak, dinlemek, öğrenmek çok sevaptır. Bugün veya ertesi gün oruç tutmakta mahzur yoktur. Tutulması iyi olur, sevap olur.
İslam âlimleri mevlid gecesine çok önem vermişlerdir. Hz. Mevlana, (Mevlid okunan yerden belalar gider) buyurmuştur.
Mevlid gecesi, Kadir gecesinden sonra en kıymetli gecedir. Hatta, Mevlid gecesinin Kadir gecesinden de kıymetli olduğunu bildiren âlimler de vardır.
(Allahü teâlâ bir kimseye söz ve yazı sanatı ihsan ederse, Resulullahı övsün, düşmanlarını kötülesin) hadis-i şerifine uyularak, asırlardır mevlid kitapları yazılmış ve okunmuştur. Resulullah efendimizi öven çeşitli mevlid kasideleri vardır. Meşhur olan ve Türkiye’de her zaman okunan Mevlid kasidesini Süleyman Çelebi, 15. asırda yazmıştır. Bu kasidenin asr-ı saadetten sonra yazılması, bid’at olmasını gerektirmez. Çünkü Resulullah efendimizi övmek ibadettir. Her zaman Onu övücü kasideler, yazılar yazılabilir. Onları da okumak bid’at değil, sevap olur. Mevlid-i şerif okumak, Resulullah efendimizin dünyaya gelişini, miracını ve hayatını anlatmak, Onu hatırlamak, Onu övmek demektir. Her müminin Resulullah efendimizi çok sevmesi gerekir. Bu da zaten imanın gereğidir. Çok sevmek kâmil mümin olmanın da alametidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Beni ana-baba, evlat ve herkesten daha çok sevmeyen, mümin olamaz.) [Buhari]
(Peygamberleri anmak, hatırlamak ibadettir.) [Deylemi] (Bu ibadeti, şiir olarak söylemek daha tesirli olur. Resulullah efendimizin şairleri, camide, Resulullahı öven ve kâfirleri kahreden şiirler okurlardı.)
(Bir şeyi çok seven, elbette onu çok anar.) [Deylemi] (Resulullahı seven de Onu çok anar.)
Vehhabiler, mezhepsizler, Resulullah efendimizi öven ve Ondan şefaat isteyen müslümanlara müşrik, yani puta tapan kâfir damgasını basıyorlar. Ülkemizde bunu açıkça söyleyemedikleri için, mevlide bid’at diyorlar. Resulullahı övmek bid'at olmaz. Bu övgüden ancak Allahü teâlâyı sevmeyen rahatsız olur. Çünkü Allahü teâlâ Onu övmektedir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
(Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.) [Sebe, 28]
(Senin için bitmeyen, sonsuz mükafat vardır. Elbette sen en büyük ahlak üzeresin) [Kalem 3-4]
(Rabbin sana [çok nimet] verecek, sen de razı olacaksın!) [Duha 5]
(Allah ve melekleri, Resule salevat getiriyor, iman edenler, siz de salevat getirin.) [Ahzab 56]
Mevlidi, erkek kadın karışık olmadan, çalgı ve başka haram karıştırmadan, Allah rızası için okumak, salevat-ı şerife getirmek, tatlı şeyler yedirip içirmek, hayrat ve hasenat yapmak, böylece, o gecenin şükrünü yerine getirmek müstehaptır. (Ni'met-ül kübrâ, Hadika, M.Nasihat)
Resulullah efendimizi çok övmek, mahlukların en üstünde olduğunu söylemek, Allahü teâlânın, sevgili Peygamberine verdiği üstünlükleri saymak ve Ondan şefaat istemek, büyük ibadettir. Buna karşı koymak, koyu bir cahillik, pek çirkin bir inattır. Resulullahı övmek, anmak lazım geldiğine delil olarak, Ahzab suresinin (Allah ve melekleri, Resule salevat getiriyor, iman edenler, siz de salevat getirin) mealindeki 56.âyet-i kerimesi yetmez mi?
Vehhabi mantığına bakın!
Vehhabi Feth-ul-mecid kitabının önsözünde, (Süud torunu Abdülaziz tevhidi yeniledi. Arabistan yarım adasına sulh ve emniyet getirdi. Oğlu Süud da, geçmişlerinin yoluna hayat verdi. Hulefa-i raşidinin yolunu açtı) diyor. Süud oğullarının kılıçlarının keskin olmasına dua ediyor. Yunanistan’da, Atina’nın en lüks otellerinde, yüzlerce gayri meşru cariye ile, Yunan kızları arasında, yıllarca sefalet, içki ve fuhuş âlemleri sürerek 1384 [m. 1964] de zevk, safa, işret içinde ölen Süudü ve dedelerini övmek için (hayat verdi, yol açtı) gibi methiyeler söylemesi, ondan yardım dilemesi şirk, suç olmuyor da, ehl-i sünnetin, Allahü teâlânın sevgili Peygamberini övmesi, o yüce Peygamberin, mahlukların en yüksek derecesinde olduğunu bildirmesi, (Her istediğini vereceğim) müjdesi ile şereflenmiş olan o en yüksek Peygamberden yardım ve şefaat istemesi, suç ve şirk oluyormuş.
Utanmadan bu yazıları, din kitabı diyerek müslümanların önüne sürmektedir. Gençleri aldatmak, mezhepsiz yapmak için, İslam âlimlerine, müslümanların gözbebeklerine, müşrik, sapık demekten haya duymamaktadır. Hadis-i şeriflerde, Resulullahın kendi yüksek makamını anlatmasına, acaba ne diyecektir. Peygamberlerin seyyidi, gelmiş gelecek, bütün insanların en üstünü olduğunu bildirdiği için, o şerefli Peygambere de, (hâşâ) kirli kalemini bulaştırmak küstahlığını mı yapacak?
Peygamber efendimiz hem habib hem halildir
“Bazı kimseler, Peygamberimize Habib denmesi uygun değildir. Habib sevgili demektir. Allah’ın sevgilisi olur mu!“ diyorlar.
Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselama "Habibim" buyuruyor. Habib, sevgili demektir. Sevgi ise çeşitlidir. Ormanı, çiçeği, suyu sevmek başkadır, yemekleri, meyveleri sevmek başkadır. Ana babayı, evladı sevmek başka, hanımı sevmek başka, Allahü teâlâyı sevmek daha başkadır. Bütün sevgileri yalnız hanımı sevmek gibi kabul etmek çok yanlıştır.
Şimdi imam-ı Gazali, imam-ı Kastalani hazretleri gibi İslam âlimlerinden naklen Allahü teâlânın sevip sevmediği kimseleri bildirelim!
Kur'an-ı kerimde mealen (Allah, onları [Eshab-ı kiramı, salihleri] sever, onlar da Allah’ı sever) buyuruluyor. (Maide 54)
Allahü teâlâ şunları sever:
(Sabredenleri sever.) [A.İmran 146]
(Tevekkül edenleri sever.) [A.İmran 159]
(İyilik edenleri sever.) [Bekara 195]
(Adalet edenleri sever.) [Maide 42]
(Tevbe edenleri sever.) [Bekara 222]
Allahü teâlâ şunları sevmez:
(Aşırı gidenleri sevmez.) [Bekara 190]
(Fesadı sevmez.) [Bekara 205]
(Zalimleri sevmez.) [A. İmran 57]
(Kibredenleri sevmez.) [Nahl 23]
(Hainleri sevmez.) [Enfal 58]
Allahü teâlâ, Peygamber efendimize, (De ki, eğer, Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin, günahlarınızı affetsin!) buyuruyor. (A.İmran 31)
Peygamber efendimiz de, (Allah ve Resulü bir kimseye, herkesten daha sevgili olmadıkça, iman etmiş olmaz) buyuruyor. (Buhari)
Selman-ı Farisi hazretlerinin bildirdiği hadis-i kudside buyuruluyor ki:
(Ey Resulüm, İbrahim’i halil [dost] edindiysem de, seni de habib [sevgili] edindim. Senden daha sevgili hiçbir şey yaratmadım. Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.) [Mevahib-i Ledünniyye]
Yine aynı kitaptaki hadis-i şerifte, (Allah, İbrahim’i halil edindiği gibi beni de halil edindi) buyuruluyor. Şu halde Peygamber efendimiz hem habibdir, hem halildir.
Sevginin kuvvetli olmasına aşk denir. Mevlidde de (Habibim sana aşık olmuşam) ifadesi geçer. Bazı kimseler, nefsin şehvani arzularına aşk dedikleri için Allahü teâlânın, Habibini çok sevmesini, yani aşk ile sevmesini kabul edemiyorlar. (Mevlidin burası yanlış) diyorlar. Allahü teâlâ, en çok Habibini sever.
Dinde, fazla sevgiye aşk denir. Mevlidde geçen ifade de yanlış değildir. İlahi tenzihe aykırı yeri yoktur. (Allah Habibini çok sevmez) demek yanlıştır.
Sual: Mevlid münasebetiyle Peygamber aşırı övüldü. “O da bir beşer [insan] idi, Kur’anı getirmekle görevi bitti. Aşırı övmek şirk değil mi?
CEVAP
O, ilah değildi, elbette beşer idi, ama “Seyyid-ül-beşer” idi, bütün insanların efendisi idi. Hiç kimse Onu Allahü teâlânın övdüğü kadar övemez. Bu övgüden de ancak başka dinde olan rahatsız olur.