ez-Zuhruf, üç şekilde tefsir edilir: 1. ez-Zuhruf, zeheb i altın anlamında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
...ve (sınırsız) zuhruf (yani, zeheb I altın}... (Zuhruf/35)
Yahut zuhruftaıı (yani, zehebten I altından} bir evin olsun... (İsrâ/93) 2. Zuhruf, güzellik manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi: \
Nihayet arz zuhrufunu ahzettiği {yani, (nebat ile) gü*zelleştiği I güzelliğine eriştiği} vakit... (Yûnus/24) 3. Zuhruf, süslemek I tezyin etmek manasında kul*lanılır; şu âyette olduğu gibi:
Aldatmak için sözün zuhrufunu {yani, onunla aldat*mak için, sözün süslenmiş I tezyin edilmiş I allanıp pullanmış olanını}... (En'âm/112) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
111. Yasuddune
Yasuddûne, dört şekilde tefsir edilir: 1. Yasuddûne; mani olmak, engellemek, alıkoymak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlar ki, küfretmekte ve Allah yolundan tasaddi et*mektedirler {yani, insanları Allah'ın dîni islâm'dan, ona girmekten alıkoy arlar}. (Muhammed/1)
Şüphe yok ki o küfredenler ve Allah yolundan tasad*di edenler {yani, insanları İslâm dîninden alıkoyan*lar}... (Hacc/25) 2. Yasuddûne, yüz(ü) çevirmek manasında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Münafıkların senden tasaddi ettikçe ettiklerini (yani, senden yüzlerini çevirdikçe çevirip başkasına yönel*diklerini} görürsün. (Nisâ/61)
Başlarını döndürürler ve onları görürsün ki: büyük-lenerek tasaddi ederler {yani, yüzçevirirler ve onlar büyüklenirler}. (Münâfikûn/5)
Onlardan kimi de ondan tasaddi etti (yani, ondan yüzçevirdi: imândan}. (Nisâ/55) 3. Tasaddâ, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
yönelmek manasında kullanılır; şu
âyette böyledir:
Amma, istiğna eden kimseye gelince, sen ona tasaddi ediyorsun {yani, ona yöne Uy or sun/yüzünü ona doğru çeviriyorsun}. (Abese/5-6) 4. Yasuddûne, gülmek manasında kullanılmıştır; şu âyette böyledir:
Meryem oğlu bir mesel olarak darbedilince, hemen kavmin bundan dolayı tasaddi ettiler (yani, gürültülü bir şekilde güldüler, istihza !alay ettiler}. (Zuhruf/57) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:07
kral41
112. Kane
Kâne, beş şekilde tefsir edilir: 1. Kâne, yenbağî [uygun düşer /yakışır] manasına kullanılır, (lâ ile birlikte: lâ yenbağî olduğunda ise, uy*gun düşmez /yakışmaz anlamındadır); şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Hiçbir beşer için olamaz/olacak şey değildir [mâ kâ-ne=olamaz / olacak şey değildir, {yani, lâ yenbağî=ya-kışmazIuygun düşmez}]: Allah kendisine kitap, hükm ve nübüvvet versin de sonra o insanlara, "Alla*h'ı bırakın bana kul olun!" desin. (Âl-i İmrân/79)
Bir mü'miniçin olamaz/olacak şey değildir [mâ kâ-ne=olamaz i olacak şey değildir, (yani, lâ yenbağî=ya-kısmaz! uygun düşmez}] bir nıü'mini Öldürmek; hata ile olması müstesna! (Nisâ/92)
Bunu söylemek, bizim için olamaz/olacak şey değildir ([mâ yekûnu=(bizim için) olamaz i olacak şey değildir] (ya*ni, lâ yenbaği=(bize) yakışmaz /uygun düşmezi). (Nûr/16)
Benzeri buyruklar çoktur. 2. Kâne, kelamda sıla [anlamı olmayan bir ulama sözü] olarak kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ve Allah her şeye/her şey üzerine kadirdir. (Ahzâb/27)
Burada kâne, kelamda/söz arasında bir sıladır. Bu*na göre Ve kânellâhu 'alâ külli şey'in kadir buyru*ğu, Vallâhu 'alâ külli şey'in kadir demektir.
Ve Allah alîmdir, hakimdir. (Nisâ/111; Feth/4)
Burada kâne, kelamda/söz arasında bir sıladır. Bu*na göre Ve kânellâhu 'alîman hakîman buyruğu, Vallâhu 'âlîmun hakîmun demektir.
Ve Allah semidir, basîrdir. (Nisâ/134) 320
Burada kâne, söz arasında bir sıladır. Buna göre, Ve kânellâhu semî'ân basîran buyruğu, Vallâhu se-mVun basîrun demektir.
Ve Allah gafurdur, rahimdir. (Nisâ/100)
Burada da kâne, kelamda/söz arasında bir sıladır. Buna göre, Ve kânellâhu ğafûran rahîman buyru*ğu, Vallâhu gafurun, rahîmun demektir. 3. Kâne, huvejo manasında kullanılır; şu âyette ol*duğu gibi:
Nasıl konuşuruz men kâne (yani, men huve: o kimse ki}, beşikte bir sabi?! (Meryem/29) 4. Kâne lafzı, böyledir, böyle idi diye tefsir edilir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Doğrusu o (yani, Ismâîl} va'dine sâdık idi [kâne]; bir rasûl, bir nebi idi [kâne (yani, hakeza kâne}]. (Mer*yem/54)
Kâne burada, hakeza kâne: böyle idi demektir. Ehline namaz ve zekat ile emreder idi. (Meryem/55)
Önlerinde/ötelerinde her sağlam gemiye eikoyan bir me]îk var idi [kâne]. (KehJ779)
Bu buyrukta da daha önce olup bitmiş, geçip git*miş bir şeyden haber vermektedir. 5. Kâne, sâr I olmak manasında kullanılır; Yüce Al*lah'ın, Adem'e secde etmeyi emrettiği vakit, İblis'in tu*tumunu anlatan şu âyette ve aşağıdaki diğer âyetlerde olduğu gibi:
İblis dayattı, büyüklendi ve kâfirlerden oldu [kânej. (Bakara/34)
Yani, İblis, Allah'ın ilminde Adem'e -Rabbine şu sözleri söyleyerek- secdeyi terketmekle kâfir oldu: Ben bir beşer için Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
secde eden olmayacağım (Hicr/33); yani, ben ondan hayırlıyım; dolayısıyla, benim gibi birisinin, onun gibi birisi için secde etmesi yakışık almaz/uygun olmaz.
Sema açılıp kapı kapı olacak [fe-kânet ebvâben (yani, fe-sâret ebvâbmj], dağlar da yürütülüp serab olacak [fe-kânet serâben {yani, fe-sâret kel-serâben}]. (Ne-be/19-20)
Dağlar olacak [fe-kâneti'l-cibâlü {yani, fe-sâreti'l-ci-bâlüj], akıp dağılan kum gibi {yani, karıştırıldığı ve harekete geçirildiğinde ardarda gelen kum yığını gi*bi}]. (Müzzemmiiyi4) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Saçılmış/uçuşan toz olduğunda {yani, dağlar, güneş ışığının evin penceresinden girdiği vakit görülen toz zerrecikleri gibi olduğu zaman!. (Vakıa/6)
O gün, sema erimiş maden gibi olacak {yani, tasîru's-semcıüj, dağlar da atılmış/didik didik edilmiş yün gibi olacak {yani, kel-savfı'l-menfûşj. (Me'âric/8-9) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
113. Ke'en
1. Ke'en, sanki ... gibi [lî-ke'ennemâ] Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sanki onunla sizin aranızda bir meveddet/sevgi ol*mamış gibi diyecektir ki: "Keşke ben..." (Nisâ/73)
Âyetteki ke'enlem tekun ibaresi, li-ke'ennemâ lem-tekun [sanki... olmamış gibi] demektir.
Sanki yüzleri, geceden parçalarla kaplanmış gibidir: kapkaranlık. (Yûnus/27)
Ayetteki li-ke'ennemâ uğşiyet vucûhuhum ibaresi, li-ke'ennemâ uğşiyet vechûhuhum [yüzleri... sanki kaplanmış gibidir] demektir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:09
kral41
114. El-Ahz
el-Ahz, beş şekilde tefsir edilir: 1. el-Ahz, kabul manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ve bu şart üzere ısrıraı {yani, ağır ahdimi} ahz {yani, kabul! ettiniz mi? (Al-i îmrân/81)
Eğer size bu verilirse onu ahz {yani, kabul} edin... (Mâide/41)
Bilmediler mi: muhakkak ki Allah, kullarından tev-beyi kabul eden O'dur ve sadakaları ahz {yani, ka*bul} eden... (Tevbe/104)
Ondan fidye ahz {yani, kabul} edilmez. (Bakara/48)
Her türlü fidyeyi verse de ondan ahz {yani, kabul} edilmez. (En'âm/70)
Sen afv yolunu ahzet {yani, sadaka olarak malların*dan sana verdikleri Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
şeyleri kabul et}! (A'râfl99) 2. el-Ahz, habs [tutmak j alıkoymak] manasında kullanılır; şu â}'etlerde olduğu gibi:
Onun için o'nun yerine bizden birini ahzet {yani, alı*koy i tut}. (Yûş;uf/78)
(Yûsuf) dedi; "Eşyamızı yanında bulduğumuz kimse*den başkasını ahzetmekten {yani, alıkoymaktan I tut*maktan} Allah'a sığınırım." (Yûsuf779)
Melikin dîninde kardeşini ahzedecek {yani, alıkoya*cak! tutacak} değildi. (Yûsuf/76) 3. el-Ahz, azâb manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ben de onları ahzettim {yani, azâblandırdım /azaba uğrattım}; o vakit nasıl oldu 'ıkâbim. (Mü'min/5)
Rabbin, zulmeden kurayı ahzettiğinde {yani, azâblandırdığında I azaba uğrattığında} işte böyle ahze-der {yani, azâb eder}. Şüphesiz O'nun ahzı (yani, aza*bı} elimdir, şedîdtir. (Hûd/102)
Derken Biz her birini günahı ile ahzettik {yani, azâb-landırdık I azaba uğrattık}. (Ankebût/40) 4. el-Ahz, kati I öldürmek manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Her ümmet rasûlünü ahzetmek {yani, öldürmek I kat*letmek} kasdmda bulundu. (Mü'min/5) 5. el-Ahz, esir almak manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün ve on*ları ahzedin {yani, esir alın}! (Tevbe/5)
Eğer yüz çevirirlerse, onları ahzedin {yani, esir alın}! (Nisâ/89) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
115. Bi-İznillâh
Bi-iznillâh, iki şekilde tefsir edilir: 1. Bi-iznillâh [Allah'ın izni ile] tabiri, bazan Al*lah'ın izni ile olmayan i Allah'ın izin vermediği bir şey hakkında da kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah'ın izni ile olmadıkça {yani, o kimseye zarar ver*mek hususunda Allah'ın izni olmadıkça} onunla hiçbir kimseye zarar verebilecek değillerdi. (Bakara/102)
Allah'ın izni ile olması hariç {yani, o kimsenin ölümü hususunda Allah'ın izni olmadan} bir kişi ölemez. (Âl-i İmrân/145)
Allah'ın izni ile olması hariç, bir kişi {yani, o kimse*nin îmân etmesi hususunda Allah'ın izni olmadan} îmân edemez. (Yûnus/100) 2. el-İzn, emr manasında kullanılır; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Biz her rasûlü, başka değil; Allah'ın izni (yani, Al*lah'ın emri} ile itaat edilsin için gönderdik. (Nisâ/64)
Allah'ın izni {yani, Allah'ın emri} ile olması hariç, hiçbir rasûl bir âyet [mucize] getiremez. (Ra'd/38)
Rabb'lerinin izni (yani, Rabb'lerinin emri} ile insan*ları zulumâttan nura çıkarman için... (İbrâhîm/1)
Onun Rabbinin izni (yani, onun Rabbinin emri} ile yemişlerini her vakit verir. (İbrâhîm/25)
Allah'ın izni {yani, Allah'ın emri} ile olması hariç, bizim size sultân getirmemize İmkân yoktur. (Ibrâhîm/İl)
Rabb'lerinin izni {yani, Allah'ın emri} ile orada kala*caklardır. (İbrâhîm/23) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:10
kral41
116. Es-Sultân
es-Sultân, iki şekilde tefsir edilir: 1. es-Sultân, hüccet [kesin delil] manasında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Andolsun ki Musa'yı âyetlerimizle ve apaçık bir sul*tân {yani, apaçık hüccet} ile gönderdik. (Hûd/96)
Mûsâ ile ilgili olarak kullanılan sultân kelimeleri*nin tümü, hüccet [kesin delil] manasmdadır.
Hakkında size bir sultân (yani, Allah'ın kitabında bir hüccet I kesin delil} indirmediği varlıkları... (En'âm/81)
Yoksa Biz onlara bir sultân {yani, hüccet I kesin bir delil} indirmişiz de... (Rûm/35)
Ya da bana apaçık bir sultân {yani, kendisini mazur görebileceğim açık bir hüccet i kesin bir delil} getirir, (NemV21)
Benzeri âyetler çoktur. 2. es-Sultân, kahredici kral Ikahren mecbur edici hükümranlık manasında kullanılır; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
Benim, sizin üzerinizde bir sultânım {yani, sizin üze*rinizde, sizi şirk koşmaya kahren mecbur edecek bir hükümranlığım} yoktu. (İbrahîm/22)
Bizim, sizin üzerinizde bir sultânımız {yani, sizin üzerinizde, sizi şirk koşmaya kahren mecbur edecek bir hükümranlığımız} yoktu. Bilakis siz taşkınlık eden bir kavimdiniz. (Sâffât/30) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
117. Er-Raqîb
er-Ragîb, iki şekilde tefsir edilir: 1. er-Raqîb, hafız [rnuhafız, gözcü /'gözetleyici] ma*nasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Şüphesiz Allah üzerinizde raqîbtir {yani, amelleriniz için hafızdır [gözcüdür /gözetleyidir]}. (Nisâ/1) ... meğer ki sağ elinin mâlik olduğu ola. Ve Allah her-şey üzerine raqîbdir {yani, amelleriniz için hafi,zdir [gözcüdürIgözetleyiçidir]}. (Ahzâb/52)
Hiçbir söz söylemez ki, yanında hazır bir raqîb {yani, onun üzerinde bir hafız [gözcü Igözetleyicij bulunma*sın. (Kaf/18)
Onlar üzerinde raqîb (yani, hafız [gözcü /gözetleyici]} Sen oldun. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Mâide/117) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:11
kral41
118. İlâ
İlâ, üç şekilde tefsir edilir: 1. İlâ edatı, ma'a [birlikte Iberaber] anlamında kul*lanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onların mallarını yemeyin, kendi mallarınızla [ilâ ejnvâlikum]; {yani, ma'a emvâlikum: mallarınızla birlikte} yemeyin! (Nisâ/2)
Onun için Harun'u {yani, benimle birlikte Harun'u da} gönder! (Şu'arâ/13)
{îsâ dedi ki}: "Kim benim Allah'a {yani, Allah ile bir*likte} yardımcılarım?" (Âl-i İmrân/52)
Bunun bir benzeri de Saff sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 2. İlâ, bunun başındaki elif, kelâmda bir sıla [ayrı*ca anlamı olmayan bir ulama] olarak da kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sizi Kıyamet Günü'ne {yani, Kıyamet Günü için} cem edecektir [toplayacak/bir araya getirecektir]. (En'âm/12)
İlâ yevmi'l-gıyâme [Kıyamet Günü'ne] ibaresi, li-
yevmi'l-qıyâme [Kıyamet Günü için] demek olup, burada elif sıladır.
Sizi Kıyamet Günü'ne {yani, Kıyamet Günü içinj cem edecektir [toplayacak/bir araya getirecektir]. (Nisâ/87)
İlâ yevmi'l-gıyâmeti [Kıyamet Günü'ne] ibaresi, li-yevmi'l-gıyâmeti [Kıyamet Günü için] demek olup, burada elif sıladır.
Sonra, sizi Kıyamet Günü'ne {yani, Kıyamet Günü içinj cem edecektir [toplayacak/bir araya getirecek*tir]. (Câsiye/26)
İlâ yevmi'l-gıyâmeti [Kıyamet Günü'ne] ibaresi, li-yevmi'l-gıyâmeti [Kıyamet Günü için] demek olup, burada elif sıladır. 3. İlâ, qarâbet I yakınlık ile tefsir edilir; Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
şu âyet*lerde böyledir:
Andolsun ki Nuh'u kavmine gönderdik. (Mü'minûn/23)
"Onu onlara gönderdik" demektir.
Ve 'Âd'a da kardeşleri Hûd'u (gönderdik). (Hûd/50) Ve Semud'a da kardeşleri Salih'i (gönderdik). (Hûd/61)
Benzeri buyruklar çoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
119. 'Azız '
Azız, altı şekilde tefsir edilir: 1. Azız; korunmuş, muafiyet sahibi, kendisine za*rar verilemeyen, kuvvetli, dayanıklı anlamında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah 'azizdir {yani, Allah'a asla zarar verilemez}, ha*kimdir. (Nisa/158, 165; Feth/17, 19)
(Ebû Cehl'e denilecek ki): "Tat bakalım, şüphesiz sen 'azîz (yani, korunmuş I kendisine asla zarar verileme*yen} ve kerimsin!" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Duhân/49)
'Azîz {yani, kuvvetli} olan zelîl olanı oradan çıkara*caktır. (Münâfıkûn/8)
İzzeti {yani, korunmayı, zarar görmemeyi} onların yanında mı arıyorlar?! (Nisa/139)
Kim izzet {yani, korunmayı I zarar verilemeyecek ko*numda olmayı} irade ediyorsa... (Fâtır/10)
Benzeri âyetler çoktur. 2. 'Azîz, 'azîm [pek büyük, pek azametli, değerli] ma*nasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Senin izzetine {yani, azametine / büyüklüğüne} ande-derim ki onların hepsini iğva edeceğim. (Sâd/82)
{Şuayb'a dediler ki}: "Hem sen, bize göre 'azîz {yani, büyük, değerli} bir kimse de değilsin." (Hûd/91)
Fir'avn'm izzeti (yani, azameti, büyüklüğü} hakkı için... (Şu£arâ/41)
Ora ahalisinin 'azîz {yani, büyük şeref sahibi} olanla*rını zelîl kılarlar. (Neml/34)
Ey 'azîz {yani, egemenlikte büyük I azametli kimse}... (Yûsıu778, 88)
Azizin {yani, egemenlikte büyük kimsenin} karısı... (Yûsuf/30,51) 3. el-'Izzet, hamiyyet [kibir, gurur] manasında kul*lanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İzzeti {yani, hamiyyeti [kibri I gururu]} onu günaha sü*rükler. (Bakara/206)
İzzet ve şikak {yani, hamiyyet [kibir I gurur] ve ihtilaf} içindedirler. (Sâd/2) 4. el-'Izzet, ğalîz [sert, katı] anlamında kullanılmış*tır; şu âyette olduğu gibi:
Kâfirlere karşı izzetli {yani, onlara karşı sert ve katı}... (Mâide/54) 5. Azîz; şiddetli, ağır, zor manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sizin sıkıntıya uğramanız o'na 'azîz {yani, -size duydu*ğu sevgiden ötürü-şiddetli, ağır/zor} gelir. (Tevbe/128)
Şu, Allah'a göre 'azîz {yani, şiddetli, ağır I zor} değildir. (îbrâhîm/20)
Benzeri bir buyruk da Fâtır sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 6. Azîz, kuvveti I kuvvette şiddetli anlamına gelir; şu âyette olduğu gibi:
Bunun üzerine Biz de, (gönderdiğimiz iki kişiyi) üçüncü bir kişi ile 'azîz kılmıştık (yani, o iki kişiyi güçlendirmiştik}. (Yâ-Sîn/14)
Zuheyr b. Abbad, Yüce Allah'ın, O sıra Biz onlara iki kişi göndermiştik (.....) Bunun üzerine Biz de, (gönderdiğimiz o iki kişiyi) üçüncü bir kişi ile güç*lendirmiştik (Yâ-Sîn/14) buyruğu hakkında şöyle demiştir: Sözü edilen "iki kişi" ile, Yahya ve Yûnus; "üçüncü kişi" ile de, havarilerin reisi Şem'un kas-
dedi mistir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:12
kral41
120. Heleke
Heleke, dört şekilde tefsir edilir: 1. Heleke, ölmek demektir; şu âyetlerde olduğu gi*bi:
Eğer bir erkek helak olur da {yani, Ölür de}... (Nisâ/176)
Yahut helak olanlardan (yani, meyyitlerden I ölmüş*lerden} olacaksın. (Yûsuf/85) Hiçbir karye yoktur ki Biz onu {yani, onun ahalisini! helak edecek {yani, Kıyamet Gününden önce öldüre-cekl olmayalım. (Isrâ/58)
O'nun vecbi müstesna {yani, Allah hariç -şüphesiz O ölmez-} herşey helak olacaktır {yani, bütün canlı var*lıklar ölecektir}. (Kasas/88) 2. el-Helâk, azâb manasında kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
İşte o kumlar, Biz onları helak ettik {yani, senden ev*velki ümmetlerin yaşadığı memleketlerdeki o kâfir top*lumlara azâb ettik}, zulmettiklerinde {yani, şirk koş*tuklarında}. Ve onların helakleri {yani, o kâfir toplum*ların azâbları} için bir mev'ıd {yani, vakit} tayin et*miştik. (Kehf/59)
Biz hiçbir karyeyi (yani, geçmiş ümmetlerin yaşadık*ları karyelerdeki kâfir toplumları} malum bir kitabı olmaksızın helak etmedik {yani, azaba uğratmadık}. (Hicr/4)
Rabbin kurâ'ları helak edecek {yani, memleketlerin ahalisini azaba uğratacak} değil; ana noktasında bir rasûl çıkarmadıkça. (Kasas/59)
Kendilerinden {yani, Mekke kâfirlerinden} evvel karn'dan nicesini helak ettik {yani, nice nesillere azâb ettik}. (En'âm/6) 3. Heleke, dall I kaybolmak manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Benim sultânım da {yani, hüccetim I delilim de} helak oldu {yani, kayboldu -gösterebileceğim bir delil yok-}. (Hâkka/29) 4. el-Helâk, fesâd manasında kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
Harsı ve nesli helak {yani, ifsad} eder. (Bakara/205)
Ben yığın yığın mal helak ettim {yani, çok mal ifsad ettim}tükettim}.,. (Beled/6) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
121. Quwet
Quvvet, beş şekilde Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
tefsir edilir: 1. Quvvet, 'adedisayı manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Kuvvetinizi kuvvetle ziyadeleştirsin {yani, doğumla sayınızı artırsın /sayınıza sayı katsın}. (Hûd/52)
Siz bana kuvvetle (yani, adam sayısıyla! yardım edin! (Kehf/95)
Biz kuvvet sahibiyiz (yani, sayıca çoğuz}. (Neml/33) 2. el-Quvvet, çalışkanlık ve gayret /ciddiyet ile de*vam etmek manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Bir vakit de mîsâkınızı almıştık (.....) Size verdiğimizi
kuvvetle tutun {yani, Tevrat'ta bulunanları tam bir gayret, ciddiyet ve kararlılıkla alın, bağlanın}! (Baka*ra/63)
Bunun bir benzeri de A'râf sûresinde dir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Ey Yahya! Kitabı kuvvetle {yani, gayret, ciddiyet ve kararlılıkla} al! (Meryem/12) 3. Quvvet; şiddetle yakalamak, yakalaması şiddet*li/çetin demektir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Dediler ki: "Kim bizden kuvvetlidir" {yani, kimin yakalaması bizden daha şiddetlidir I çetindir}?! Kendi*lerini halkeden o Allah'ın onlardan daha kuvvetli {yani, yakalamasının daha şiddetli I çetin} olduğunu görmüyorlar mı? (Fussilet/15)
Senin karyenden {yani, Mekke'den I Mekke halkından} kuvvetçe daha şiddetli {yani, halkının yakalayışı daha şiddetli I çetin} nice karye vardı... (Muhammed/13)
Keşke size karşı bir kuvvetim olsaydı {yani, sizi şid*detle yakalayabilseydirnj. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Hûd/80) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:12
kral41
122. El-Be's
el-Be's, üç şekilde tefsir edilir: 1. el-Be's, azâb manasında kullanılır; şu âyetlerde böyledir: Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Be'simizi {yani, dünyadaki azabımızı} gördüklerinde, "Allah'a îmân ettik; O'nun vahdetine [bir ve tek ilah olduğuna]" dediler. (Mü'min/84)
Be'simizi hissettiklerinde {yani, azabımızı gördükle*rinde} hemen oradan kaçışıyorlardı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Enbiyâ/12)
Eğer Allah'ın be'si {yani, Allah'ın azabı} gelirse, bize kim yardım eder?! (Mü'min/29) 2. el-Be's, fakirlik manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Be's'te (yani, fakirlik ve şiddette I zorlukta} sabreden*ler... (Bakara/177)
Andolsun ki senden önceki ümmetlere (de elçiler) gönderdik; tazarru etsinler diye onları be's'e (yani, fakirliğe} ve darrâ {yani, şiddete i zorluğa} uğrattık. (En'âm/42) 3. el-Be's, qıtal I savaş manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğügibi:
Allah o küfredenlerin be'sini (yani, küffann savaşı*nı/savaşmasını} önlemeye muktedirdir. (Nisâ/84) Biz kuvvet sahibi ve şiddetli be's sahibiyiz {yani, sa*vaş ehliyiz}, (Neml/33)
Be's zamanında {yani, savaş esnasında!... (Bakara/177) Aralarında be's'leri şiddetlidir (yani, münafıklarla Ya*hudiler arasında savaş olursa şiddetli olur}. (Haşr/14) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
123. Et-Tafsîl
et-Tafsîl, iki şekilde tefsir edilir: 1. et-Tafsîl, beyân t genişçe açıklamak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O uydurulan bir söz değildir (.....) Her şeyin tafsilidir
(yani, her şeyin beyânıdır I genişçe açıklamasıdır}, (Yû-suClll)
Her şeyden yazdık; nasihat ve tafsil (yani, beyân I ge*nişçe açıklamak} için her şeyi. (A'râf/145)
Andolsun ki onlara bir kitap getirmiş, onu ilm üzere tafsîl/fasl etmiştik (onu beyân etmiştik I genişçe açık*lamıştık}. (A'râtf52)
Âyetleri sağlamlaştırılmış; sonra, tafsîl/fasl edilmiş (yani, helâl ve haramı beyân edilmiş I genişçe açıklan*mış} bir kitap. (Hüd/1)
Ayetleri tafsîl/fasl edilmiş {yani, âyetleri beyan edil*miş I genişçe açıklanmış} bir kitap, Arabî bir qur'ân Ihitabe/okuma]. (Fussilet/3)
Onun her şeyinin tafsilini fasl ettik/Onu her şeyiyle tafsîlen faslettik {yani, onun beyânını beyân ettik jonun açıklamasını genişçe-gereğince yaptık}. (İsrâ/12)
O ki, size kitabı mufassal (yani, beyân edilmiş /geniş*çe açıklanmış} olarak indirmiş... (En'âm/114) 2. et-Tafsîl, beynûnet fayrı ayrı olmak, ayrılık, ayrıl*mak] manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Mufassal [ayrı ayrı] âyetler (yani, her iki azâb ara*sında bir ay bulunmak Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve biri diğerinden ayrı mu*cizeler} olmak üzere... (A'râf/133)
Kafile fasledince (yani, yol arkadaşları Mısır'dan çı*kınca/ayrılınca}... (Yûsuf/94)
Fasl Gününe {yani, Beyân [ayrım/ayrılık]Günü'ne -ki O Gün, insanlar arasında hüküm verilecek: bir fırka cennete, bir fırka da saîr'e [alevli ateşe] gidecek-}... (Mürselât/13)
Şüphe yok ki, o Fasl {(yani, hüküm ve ayrım,)} Günü, bir mîkât olacaktır. (Nebe/17)
Şüphe yok ki, o Fasl Günü {yani, insanlar arasında ayırıcı hükmün verileceği gün} onların hepsinin mî-kâtıdır. (Duhân/40) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:13
kral41
124. Ehâd
Ehad, üç şekilde tefsir edilir: 1. Ehad ile, ÂUah vasfedilmiştir; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
O, hiç kimsenin [ehad] {yani, Allah'ın! kendisine gtiç yetiremeyeceğini mi sanıyor?! "Ben yığm yığın mal tükettim" diyor. Hiç kimsenin [ehad] {yani, Allah'ın] kendisini görmediğini mi sanıyor?! (Beled/5-7) 2. Ehad lafzı ile, Nebi (s.a) kasdedilmiştir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Sizin aleyhinize hiçbir kimseye [ehad] ebediyyen ita*at etmeyiz {yani, münafıklar, "Sizin [Yahudiler] aley*hinize Muhammed'e asla itaat etmeyiz" dediler}. (Haşr/11)
Hiç kimseye [ehad] {yani, Nebi'yeJ dönüp bakmadan uzaklaşıyordunuz. (Âl-i İmrân/153) 3. Ehad lafzı ile, mevlâ [azadlı köle] olduğu esnada Bilal kasdedilmiştir; Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
şu âyette olduğu gibi:
Onun yanında hiçbir kimsenin [ehad] karşılığı veril*mesi gereken bir nimeti yoktur (yani, Ebû Bekr'in yanında, Bilal'ın bir nimeti yok ki, Ebû Bekr onu, o nimete karşılık olarak azad etmiş olsun. (Aksine Ebû Bekr, Bilal'i, Allah'ın rızasını kazanmak için azad etmiştir}}. (Ley 1/19) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
125. El-Halq
el-Halg, yedi şekilde tefsir edilir: 1. Halq, din manasında kullanılmıştır; şu âyetler*de olduğu gibi:
{İblis dedi ki}: "Onlara Allah'ın halqını (yani, Al*lah'ın dînini} tağyir etmelerini emredeceğim/söyleye*ceğim." (Nisâ/119)
Allah'ın halqı {yani Allah'ın dîni} için tebdil yoktur. (Rûm/30) 2. Halq kelimesi, mahlûk [icat etmek I uydurmak] ve yalan söylemek manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bu başka değil, evvelkilerin halqıdır (yani, öncekilerin uydurup I icat edip söyledikleri bir yalandır}. (Şu'-ara/137)
Ifk hakq ediyorsunuz (yani, yalan söylüyorsunuz [if*tira uyduruyorusunuz]}. (Ankebût/17)
Bu başka değil, bir ihtılâq'tır {yani, o uydurma*dır j yalandır: o yalanı Muhammed kendiliğinden uy*durmuştur}. (Sâd/7) 3. Halq, tasvirler/suretler manasında kullanümış-tır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Hani Benim iznimle tinden bir kuş biçimi halq edi*yordun {yani, çamurdan kuş benzeri bir tasvir/suret yapıyordun!. (Mâide/110)
Bunun bir benzeri de Al-i İmrân sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Allah'ı bırakıp da çağırdıklarınız hiçbir şey halq ede*mezler; zira onların kendileri halq olunurlar (yani, kendilerine suret veriliri. (Nahl/20) Bunun bir benzeri de Furkân sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 4. Halq, konuşmak I konuşturmak manasında kul*lanılmıştır; Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
şu âyette olduğu gibi:
Her şeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu ve sizi ilk defa O halq etmişti {yani, dünyada sizi O konuş*turmuştu}. (Fussilet/21) 5. Halq kelimesi, ca'l [kılmak, yapmak, yaratmak] manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Rabbinizin sizin için halq ettiği ezvâcınızı [eşlerinizi] {yani, Rabbinizin sizin için yaptığı i küdığı-yarattığı [ce'ale] kadınlarınıza ferden yaklaşmayı} terkedip/bı-rakıp... (Şu'arâ/166) 6. Halq kelimesi, ba's [ölümden sonra diriliş] ma*nasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Halq itibariyle (yani, ölümden sonra âhirette dirilt-jnek bakımından}, kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa... (Sâffât/11)
Sizi halq etmek (ölümden so?ıra âhirette diriltmek} mi daha zor, yoksa... (Nâziât/27)
Onlar gibisini halq etmeye (yani, âhirette tekrar di*riltmeye} kadir değil midir?! (Yâ-Sîn/81) 7. Halq kelimesi, dünyada halketmek [yaratmak] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O ki, gökleri ve yeri halq etti (yani, daha önce yok iken onları halketti i yarattı} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(En'âm/1)
Andolsun ki, Biz insanı tinden bir sülaleden halq et*tik (yani, o Rabb dünyada onları böylece yarattı}. (Mü'minûn/12) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:13
kral41
126. Ezan
Ezan, iki şekilde tefsir edilir: 1. Ezan; duyurmak I işittirmek, işitmek, dinlemek, ilan etmek manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ve Rabbini dinleyip [ezinet] (yani, Rabbinin buyruğu*nu dinleyip IRahbine boyun eğip} haklandığı {yani, kendisine yakışanı yapıp Rabbine itaat ettiği! vakit... (İnşikak/2)
Sana ezan veririz iyani, Sana duyururuz} ki: Bizden şâhid yok. (Fussilet/47) 2. Ezan kelimesi; nida' [yüksek sesle seslenmek, ba*ğırmak] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gi*bi:
Bunun üzerine aralarında bir müezzin (yani, cennet ile ateş arasında bir münâdij, "Allah'ın laneti zalim*ler üzerine olsun" diye ezan verir {yani, nida' eder [bağırır I seslenir]}. (A'râf/44)
Sonra bir müezzin iyani, bir münâdij, "Ey kafile! Siz muhakkak hırsızsınız" diye ezan verdi {yani, nida et*ti [bağırdı i seslendi}}. (Yûsuf/70)
İnsanlar içinde ezan ver {yani, nida' et [bağır I ses*len]}! (Hacc/27) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
127. Ne'â
Ne'â, iki şekilde tefsir edilir: 1. Ne'â, tebaıd [uzaklaştı j uzak durdu] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Yan çizer [ne'â] {yani, uzaklaşır}. (İsrâ/83)
Onlar hem (başkalarını) ondan nehyederler, hem de ondan uzak dururlar Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
[ne'â]. (En'âm/26) 2. La teniyâ; zaaf/gevşeklik, güçsüzlük zayıflık an*lamına gelir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Zikrimde gevşeklik/zaaf göstermeyin [lâ teniyâ]. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Tâ-Hâ/42)
Kuvvet sahibi bir usbe'ye dahi ağır gelirdi [le tenûu] {yani, (kuvvet sahibi bir topluluk bile) Karun'un mal*larının bulunduğu evlerin kapılarının anahtarlarını taşımaktan zaafa düşüp aciz kalırdı}. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Kasas/76) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:14
kral41
128. Er-Recm
er-Recm, dört şekilde tefsir edilir: 1. er-Recm, katletmek I öldürmek manasında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sizi recmederiz {yani, öldürürüz}. (Yâ-Sîn/18)
Doğrusu ben, beni recmetmenizden {yani, beni öldür*menizden} Rabbim ve Rabbinize sığındım. (Duhân/20)
Eğer raht'm [aşiretin] olmasaydı seni recmederdik {ya*ni, seni öldürürdük}. (Hûd/91) 2. er-Recm, şetm [sövmek, ağır söz söylemek] mana*sında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
(Babası, İbrahim'e dedi ki}: "Eğer vazgeçmezsen seni recmederim iyani, sana ağır sözler söylerim, söver-sa-yarımj. (Meryem/46) 3. er-Recm, atmak manasına kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
Onları {yani, yıldızları} şeytanlara rucûm (yani, on*ları atmalar i atışlar [tahmin ve iddialarına vesile]} yaptık. (Mülk/5)
Gayba recmdir (yani, zanna dayanarak iddialar or*taya atmaktır}. (Kehf/22) 4. er-Recm, mel'ûn I lanetlenmiş manasında kulla*nılır; şu âyette olduğu gibi:
O recmedilmiş {yani, mel1 ün I lanetlenmiş} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
şeytan*dan Allah'a sığın! (Nahl/98) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
129. Es-Salâh
es-Salâh, yedi şekilde tefsir edilir: 1. es-Salâh, îmân manasında kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
...adn cennetleri. Onlara dahil olacaklar; ataların*dan, eşlerinden ve zürriy eti erinden salahlı olanlar da {yani, atalarından, eşlerinden ve zürriy etlerinden îmân edenler de}. (Ra'd/23)
Kolelerinizden-câriyelerinizden sâlihleri (yani, mü*minleri} de evlendirin! (Nûr/32)
Beni sâlihlere (yani, mil'min atalarıma} ilhak et! (Yûsuf/101)
(Süleyman dedi kî}: "Rahmetinle beni sâlih (yani, mü'min} kullarının içine dahil et!" (Neml/19) 2. es-Salâh; konumun iyiliği, üstünlüğü manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bunun ardından sâlih bir kavın olursunuz (yani, ba*banızın nezdindeki konumunuz iyi I üstün olur}. (Yû*suf/9)
Ve muhakkak ki o (yani, ibrahim}, âhirette de sâlih-lerdendir {yani, Allah indindeki konumu itibariyle iyilerden i üstünlerdendir}. (Bakara/130)
Bunun bir benzeri de Nahl sûre sindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 3. es-Salâh, rıftz jyumuşaklık manasında kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İnşâallah beni sarihlerden (yani, beni sana karşı rıfk ile muamele edenlerden [yumuşak ve iyi davranan*lardan]} bulacaksın. (Kasas/27)
(Mûsâ, Harun'a dedi ki}: "Kavmim içinde bana halef ol ve ıslah et (yani, onlara rıfk ile muamele et [yumu*şak ve iyi davran]}! (A'râf/142) 4. es-Salâh, halqediliş I yaratılış itibariyle düzgünlük [eksiksizlik, kusursuzluk] manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Eğer bize bir sâlih bahşedersen (yani, Adem ile Havua Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
şöyle dediler: "Eğer bize hilkati iyaratılışı düz*gün [eli-ayağı yerinde I sağlam ve sağlıklı] bir çocuk verirsen!... (A'râf/189) 5. es-Salâh, ihsan [iyilik j'güzellik, iyi!güzel iş yap*mak, güzel davranmak] manasında kullanılır; şu âyet*te böyledir: ;.
(Şu'ayb deçLi kij: "Ben başka değil, gücümün yettiğin*ce ıslah {yani, ihsan [iyilik ve güzellik]} irade ediyo*rum." (Hûd/88) 6. es-Salâh, itaat manasında kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
Biz sadece muslihleriz/ıslah edicileriz (yani, yeryüzün*de Allah'a muti' olanlarız /itaatkârlarız!. (Bakara/11)
Islahının ardından (yani, orada itaat edilmesinin ar*dından}.., (A'râf/56)
îmân eden ve sâlih ameller işleyenlere (yani, emir ve nehiylerine riâyetle Allah'a itaat edenlere} gelince... Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 7. es-Salâh kelimesi, emanet ile ilgili hususlarda kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
O ikisinin babası sâlih bir kimse idi (yani, emaneti eda etme hususunda}. (Kehf/82) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:14
kral41
130. El-İzhâr
el-İzhâr, sekiz şekilde tefsir edilir: 1. Zahara kelimesi, bedâ [zuhur etti, ortaya çıktı, gö*ründü] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Zahir olanı [zahara] (yani, yüz ve eller} müstesna, zî-netlerini gösterin esinler. (Nûr/31)
Berr'de [karada] ve bıahr'da [denizde] fesad zuhur etti [zahara] (yani, kara ve denizde fesat ortaya çıktı!baş gösterdi}. (Rûm/41)
Ben onun dîninizi tebdil etmesinden/değiştirmesin*den veya yeryüzünde fesad izhâr etmesinden (yani, yeryüzünde ortaya fesad çıkarmasından} korkuyo*rum. (Mü'min/26)
Bu hayattan bir zahiri (yani, onların nimetlerinden ve işlerinden [yapıp ettiklerinden] görüneni /ortaya çıkanı} bilirler. (Rûm/7) 2. Azhara [izhâr etmek], ıtlâ' [muttali kılmak, ha*berdar etmek] manasında kullanılır; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
Allah da bunu o'na izhâr etti (yani, Allah da o'nujRa-sûlü'nü, o sırra muttali kıldı!haberdar etti}... {Tah-rîm/3)
Ayette sözkonusu edilen kimse, Nebi'nin eşi Haf-sa'dır; o, Nebi'nin (s.a) cariyesi Mariye ile halvet sırrını ifşa etmiş: Âişe'ye haber vermiş; Allah da Rasûlü'nü bu duruma muttali kılmıştır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
O gayba âlimdir. Gaybmı hiçbir kimseye izhâr etmez (yani, hiçbir kimseyi gaybına muttali kılmaz}. CCib/26)
Doğrusu onlar size zahir olurlar {yani, size muttali olurlar/sizden haberdar olurlar) ise... (Kehf/20) 3. Yazharân; bir şeyin üstüne çıkmak, yükselmek manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
...onun üzerine çıkacakları [yazharûn] {yani, evleri*nin üstüne çıkmalarını sağlayacak} merdivenler... (Zuhruf/33)
Artık onu aşmaya [yazharuhu] {yani, onun üstüne çıkmaya, ona yükselmeye} güçleri yetmedi. (Kehf/97) 4. et-Tezâhur, te'âvun [yardımlaşma I yardım et*me I destek olma] manasında kullanılır; şu âyetlerde bu anlamdadır:
Şayet o'na karşı tezahür ederseniz {yani, eğer o'na karşı bir birinizle yardımlaşırsanız}... (Tahrîm/4)
Benzeri bir ifade de Kasas sûresinde yer almakta*dır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Bunun ardından melekler de (o'na) zahirdir {yani, Nebi'ye yardımcıdır I destekçidir}. (Tahrîm/4)
Birbirlerine zahîr {yani, yardımcı I destekçi} olsalar dahi... (İsrâ/88)
Kâfir, Rabbine karşı (şeytana) zahîr {yani, yardımcı-jdestekçi} oluyor. (Furkân/55)
O'nun onlardan bir zahîri {yani, yardımcısı I destekçi*si} de yoktur. (Sebe'/22)
...indirdi, onlara muzâharet {yani, onlara yardım} edenleri. (Ahzâb/26) 5. izhâr; kahrda yücelik, yenik düşürmek jkahret*mek ile birlikte üstünlük sağlamak manasında kullanı*lmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O ki, Rasûlü'nü hidâyet ve hak dîn ile gönderdi; onu her dîne izhâr etmek {yani, bütün dinleri yenik düşü-rüpI'kahredip islâm'ı üstün kılmak} için. (Tevbe/33)
Ey kavmim! Arzda [bu yerde] zahirler [üstünlük sağ*layanlar] olarak bugün mülk sizindir {yani, onları kahretmek suretiyle ehl-i Mısr üzerine üstün olanlar sizsiniz). (Mü'min/29)
Biz de o îmân edenleri düşmanlarına karşı destekle*dik de böylece zahirler oldular (yani, yenik düşürmek suretiyle onlara karşı üstünlük sağladılar}. (Saft714) 6. bi-Zâhir, bâtıl manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Yoksa siz zahir (yani, bâtıl -ki bundan kasıt da, Yüce Allah'a şirk sözleridir-} bir söz mü söylüyorsunuz? (Ra'd/33)
Kadınlarına zıhâr yapıp Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
{(yani, bâtıl bir söz söyle*yip)}... (Mücâdele/3) 7. İzhâr kelimesi ile, Allah'ın mesel darbetmesi kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
O'nu, sırtınızın ardına [verâkum zıhrıyyâ] atılmış-/atılacak bir şey edindiniz (yani, O'na tazim etmeye*rek, O'ndan başkasına tazim ederek Allah'ı adeta sır*tınızın ardına atılacak önemsiz bir şey gibi gördü*nüz}. (Hûd/Ş2)
Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına [verâe zuhûri-him] attılar {yani, onlar Allah'ın kitabını, adeta sırt*larının arkasına atılmış gibi yaptılar: onunla amel etmeyip sihirle amel ettiler}. (Bakara/101) 8. Ve hîne tuzhirûn ibaresi, gündüzün ortası/öğle vakti manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İkindide ve öğle vaktinde [hîne tuzhirûn] {yani, gün*düzün yarılanmasının akabindeki ilk namazda}. (Rûm/18)
... ve öğle vaktinde [ve hîne zahîra] {yani, gündüzün ortasında} elbisesiz/elbisenizi çıkarmış olabileceğiniz esnada... (Nûr/58) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
131. Hattâ
Hattâ, üç şekilde tefsir edilir: 1. Hattâ ilâ [...e, ...a kadar] manasında kullanılır; şu âyetlerde Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
olduğu gibi:
Hani onlara {yani, Salih'in kavmine}, "Bir vakte kadar [hattâ hîn] {yani, ecellerinizin sona ereceği âna/zama*na, kadar} faydalanın!" denilmişti. (Zâriyât/43)
Şimdi sen onları bir vakte kadar [hattâ hîn] {yani, ecellerine kadar] gafletleri içinde bırak. (Mü'minûn/54)
Fecrin doğuşuna kadar [hattâ] {yani, tan yerinin a-ğarmasına kadar [ilâ]. (Kadr/5) 2. Hattâ, felemmâ [ne zaman ki /nihayet] manasın*da kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Hattâ {yani, nihâyet/ne zaman ki} o rasûller ümitleri*ni kestiler {yani, kavimlerinin îmân etmelerinden ümitlerini keşlileri... (Yûsuf/110)
Kendisini helak ettiğimiz bir karyeye haramdır: on*lar rücu edemezler. Hattâ {(yani, nihayet/ne zaman ki)} Ye'cûc ve Me'cûc açılıp... (Enbiyâ/95-96)
Hattâ ({nihâyet/ne zaman ki)} emrimiz gelip de tan*dır kaynadığında... (Hûd/40) 3. Hattâ kelimesi, olacak bir şey için belli bir vakit demek olup ikrar Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
1 [nihaî nokta ve kabul] ifade eder; şu âyette olduğu gibi:
Allah'a ve Son Gün'e îmân etmeyenler... cizye verin*ceye kadar [hattâ] {yani, cizye vermeyi ikrar ve kabul
edecekleri vakte kadar onlarla kıtal edin I savaşın}! (Tevbe/29)
O bağî olanla Allah'ın emrine dönünceye kadar [hat*tâ] kıtal edin. (Hucurât/9)
Fitne kalmayıncaya kadar [hattâ] (yani, şirk yok oluncaya I ortadan kalkıncaya kadar}. (Enfâl/39)
Bunun bir benzeri de Bakara sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Ve öyle sarsıldılar ki, hattâ ({yani, nihayetine zaman kij) rasûl ve maiyyetindeki îmân edenler, 'Allah'ın yardımı ne vakit?" dediler. (Bakara/214) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:15
kral41
132. El-Enfus
el-Enfus, altı şekilde tefsir edilir: 1. el-Enfus, kalbler manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Başka değil, zanna ve enfusun/nefslerin (yani, kalblerin} nevasına tâbi oluyorlar. (Necm/23)
Bununla beraber, ben nefsimi {yani, kalbimi} tebrie etmiyorum. Doğrusu nefs, {bedene} daima kötülüğü emreder. (Yûsuf/53)
Nefsinin {yani, kalbinin} ona ne vesvese verdiğini iyi biliyoruz. (Kaf/16)
Rabbiniz, nefslerinizdekini {yani, kalblerinizdekini} en iyi bilendir. (İsrâ/25)
Benzeri buyruklar çoktur. 2. en-Nefs, insan I insanın kendisi manasında kul*lanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Nefse nefs {yani, insana insan/cana can}... (Mâide/45)
Kim bir nefsi {yani, insanı}, bir başka nefse {yani, in*sana} karşılık olmaksızın öldürürse... (Mâide/32) 3. Enfusekum [nefsleriniz] kelimesi, dîninize men-sııb olanlar demektir; şu âyette olduğu gibi:
Nefslerinizi {yani, birbirinizi: dîninize mensub olan*ları} katletmeyin! (Nisâ/29) 4. Enfusekum; sizden I kendinizden, (kendi cinsiniz*den) manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Andolsun ki size, nefsinizden {yani, sizden I kendiniz*den, kendi cinsinizden} öyle bir Rasûl geldi ki... (Tev-be/128) 5. el-Enfus, insan ruhu: ruhunun kabzedildiği sıra*daki hayatı manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
O zalimleri, ölüm dalgaları içerisinde boğulurken ve meleklerin de ellerim uzatarak, "Nefslerinizi {yani, ruhlarınızı i canlarınızı} çıkarın!" derken bir görsen. (En'âm/93)
Burada ruhlarının kabzedileceği vakit, "Ruhlarını*zı/canlarınızı, çıkarın!" denileceği kasdedilmekte-dir.
Allah ölümleri vaktinde nefsleri vefat ettirir (yani, ruhunu, kabzettiğinde insanın hayatını I canını alır}. (Zümer/42) 6. Taqtulûne enfusekum [nefslerinizi katlediyorsu*nuz] ibaresi, birbirinizi öldürüyorsunuz demektir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sonra, nefslerinizi katlediyorsunuz (yani, birbirinizi öldürüyorsunuz}. (Bakara/85)
Nefslerinizi katledin {yani, birbirinizi öldürün}! Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Bakara/54) 7. Agtulû enfusekum [nefslerinizi katledin I öldü*rün] ibaresinin, okunduğunda anlaşılan manaya göre (yani, kişinin kendisini öldürmesi şeklinde) tefsir edil*mesidir; şu âyette olduğu gibi:
Şayet onlara, "Nefslerinizi katledin {yani, kendinizi öldürün} veya yurtlarınızdan çıkın!" diye yazsaydık, pek azı müstesna bunu yapmazlardı. (Nisâ/66) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
133. Âl
Al, üç şekilde tefsir edilir: 1. Al, kavm manasında kullanılır; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Andolsun ki, Âl-i Fir'avn'a {yani, Fir'avn'a ve onun
kavmi Kıptîlerej uyarıcılar gelmişti. (Kamer/41)
Âl-i Fir'avn'ı {yani, Fir'avn'ı ve onun milletine [dîni*ne] mensub olan kavmi Kıptîlerij azabın en şiddetlisi*ne sokun! (Mü'min/46)
Âl-i Fir'avn'dan {yani, Fir'avn'ın kavminden} mü'min bir adam dedi ki: ... (Mü'min/28) 2. Âl, kişinin ehl-i beyti manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Âl-i Lût {yani, Lût ve o'nun iki kızı} müstesna. Onları seher vaktinde kurtardık. (Kamer/34)
Ne zaman ki irsal edilenler Âl-i Lût'a {yani, ehl-i Lût'a} geldiler... (Hicr/61)
Doğrusu biz mücrim bir kavme gönderildik. Ancak Âl-i Lût {yani, Lût ve o'nun ehli} müstesna, Biz onla*rın hepsini mutlaka kurtaracağız. (Hicr/58-59)
Sonra, ehlinden istisnada bulunularak buyurulu-yor ki:
Yalnız karısı müstesna {yani, onu kurtarmayacağız}; onun mutlaka geride kalanlardan olmasını takdir et*tik. (Hicr/60) 3. Âl, kişinin ne kadar aşağı inilirse milsin zürriye-ti manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Gerçekten Allah Âdem'i, Nuh'u, Âl-i İbrahim'i {yani ismail'i, İshâk'ı, Ya'kûb ve esbatı} ve Âl-i Imrân'ı {ya*ni, Mûsâ ve Harun'u risalet için} seçip âlemin üzeri*ne {yani, kendi zamanlarındaki âlem üzerine I insan*lar üzerine} istifa etti; bir zürriyet olarak birbirinden. (Âl-i İmrân/33-34) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:15
kral41
134. En-Necm
en-Necm, üç şekilde tefsir edilir: 1. en-Necm, keukeb /yıldız demektir; şu âyetlerde olduğu gibi:
O delici bir necm'dir {yani, (parlak) ışıklı bir yıldızdır!, (Târık/3)
Ve alâmetler (yarattı). Onlar necm {(yani, yıldızlar)} ile de yollarını bulurlar. (Nahl/16)
Derken nücûm'a {yani, yıldızlara} bir bakış baktı. (Sâffât/88) 2. en-Necm; Kur'ân'ın nücûmu/kısım kısım inen bölümleri mamasında kullanılır.
Çünkü Kur'ân Nebiye (Allah'ın salâtı, selâmı, rah*met ve bereketi üzerine olsun) parça parça: bir âyet, iki âyet, bir sûre, iki sûre şeklinde inmiştir.
Bu anlamdaki [yani, necm kelimesinin, "Kur'ân'ın parça parça inen kısımları" manasında kullanıldı*ğı] âyetler çoktur. Örnek olarak şu âyetleri zikre*debiliriz:
indiği dem o necme {yani, Kur'ân'ın nücumlarına: parça parça inen her bir kısmına} andolsun. (Necm/1)
Maksat, Cebrail'in (a.s) Kur'ân'ı Nebiye (s.a) kısım kısım: bir âyet, iki âyet yahut bir sûre, iki sûre ve daha fazlası ile indirmesidir.
Hayır (öyle değil); o nücûmun {yani, Cebrail'in Nebi'-ye indirdiği Kur'ân'ın nücumlarının: parça parça inen kısımlarının} mevkilerine kasem ederim ki...
(Vâkıa/75)
Ebu'l-'Aliye şöyle demiştir:
"Kur'ân'ı beşer âyet, beşer âyet öğrenin. Çünkü Ne*bi (s.a) onu Cebrail'den beşer âyet, beşer âyet aldı."
Vekî de İsmâîl b. Hâlid'ten şöyle dediğini naklet*mektedir:
"Ebû Abdu'r-Rahmân es-Sülemî bize Kur'ân'ı beşer âyet, beşer âyet öğretiyordu." 3. en-Necm kelimesi, sapı I gövdesi olmayan bitki manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Necm {yani, sapı I gövdesi olmayan bitkiler} ve şecer {yani, sapı/gövdesi olan bitkiler/ağaçlar} (Allah'a) secde/inkıyad ederler. (Rahmân/6) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
135. En-Nüşûz
en-Nüşûz, dört şekilde tefsir edilir: 1. en-Nüşûz, kadının kocasına isyan I itaatsizlik et*mesi manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Nüşûzlarından korktuğunuz {yani, kocalarına is*yan j itaatsizlik ettiklerini bildiğiniz} kadınlara nasi*hat edin, (isyandan/itaatsizlikten vazgeçmezlerse) onları yataklarında yalnız bırakın, (yine vazgeçmez*lerse) onları dövün. Size itaat ettikleri takdirde artık aleyhlerine bir yol aramayın! Şüphe yok ki Allah çok yücedir, çok büyüktür. (NisâV34) 2. en-Nüşûz kelimesi, kocanın eşlerinden birini di*ğerine Idiğerlerine tercih etmesi manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Şayet bir karı, kocasının nüşûzundan yahut yüz çevirmesinden korkarsa {yani, diğer kadınlarını kendi*sine tercih ettiğini bilirse}, sulh yolu (yani, mail ile sulh yaparak aralarını düzeltmelerinde kendileri için
bir günah yoktur. (Nisâ/128) 3. en-Nüşûz, ayağa kalkmak için doğrulmak mana*sında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Size, "Ünşuzû" (yani, doğrulun, oturduğunuz yerden kalkın} denildiğinde, fenşuzû {yani, hemen oturduğu*nuz yerden doğrulup kalkın}... (Mücâdele/11) 4. en-Nüşûz, hayat vermek I canlandırmak manası*na kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Kemiklere bak: onları nasıl nüşûz ediyoruz {yani, on-lara nasıl hayat veriyoruz}. (Bakara/259) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:16
kral41
136. El-Bâtıl
el-Bâtıl, dört şekilde tefsir edilir: 1. el-Bâtıl, kizb/tekzib [yalan, yalanlama] mana*sında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İşte mubtiller/bâtılcılar {yani, öldükten sonra dirilişi yalanlayanlar} burada hüsrana uğradı. (Mü'min/78)
O zaman mubtiller/bâtılcılar {yani, yalanlayıcılar -ki onlar Allah'ın laneti üzerlerine olasıca Yahudiler-dir-} şüphe ederlerdi. (Ankebût/48)
Ona, ne önünden, ne arkasından bâtıl yaklaşamaz {yani, Kur'ân, kendinden önceki Kitaplar tarafından yalanlanmadığı gibi; kendinden sonra onu yalanla*yacak bir Kitap da gelmeyecektir}. (Fussilet/42) 2. el-İbtâl [bâtıl kılmak] kelimesi, ihbât [boşa çıkar*mak] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet etmek ile ibtâl etmeyin {yani, onları boşa çıkarmayın}! (Bakara/264)
Ey îmân edenler! Allah'a itaat edin, Rasûl'e itaat edin; amellerinizi ibtâl etmeyin (yani, amellerinizi boşa çıkarmayın)7 (Muhammed/33) 3. el-Bâtıl kelimesi, şirk —ki onun sabit bir esası yoktur- manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu
gibi:
De ki: "Hak geldi, bâtıl gitti {yani, şirk: şeytanlara ibâ*det gitti}. Doğrusu bâtıl {yani, şirk} gidicidir." (İsrâ/81)
Çünkü şirkin ne yeryüzünde bir aslı/kökü, ne de semada da bir feri/dalı vardır. İşte bundan dolayı o yok olmaya mahkûmdur.
Bâtıla {yani şeytana ibâdet: şirke} îmân edip, Allah'a küfredenler... İşte onlar, haşirlerdir/zarar edenlerdir. (Aııkebût/52)
Şimdi bâtıla îmân ediyorlar {yani, şeytana ibâdet edi*yorlar: şirki tasdik ediyorlar} da... (Nahl/72) 4. el-Bâtıl kelimesi, zulm manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Aranızda mallarınızı bâtıl {yani, zulm} ile yemeyin ve onları hakimlere sarkıtmayın! (Bakara/188)
Bunun bir benzeri de Nisa sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
137. Et-Teveffî
et-Teveffî, üç şekilde tefsir edilir: 1. et-Teveffî kelimesi, insan zihni [şuur ve idrak merkezi] -ki o, eşyayı akleden ve kendisi ile rüyanın gö*rüldüğü şeydir- manasında kullanılır; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
O ki, geceleyin sizi vefat ettirir (yani, geceleyin sizi uyutur. Bunun sonucunda, eşyayı akleden zihin ne*fislerden eksilir. Oraya ruhu ve hayatı bırakır. Böyle*likle o, kendisinde bulunan ruh ile sağa-sola döner*ken, kendisinden alınan zihin ile de rüya görür/. (En'âm/60)
Allah, ölümleri vaktinde {nefisler kabzedildiği sıra*da) nefsleri vefat ettirir... (Zümer/42)
Şöyle ki, insanın bir hayatı ve bir ruhu vardır. İn*san uyudumu, kendisiyle eşyayı aklettiği nefsi on*dan çıkıp ayrılır. Bu nefsin bedene doğru olan ışığı, tıpkı güneşin yere doğru olan ışığına benzer. O kendisinden çıkmış olan nefsi ile başka bir yerde imiş gibi rüya görür. Hayat ve rûh ise bedeninde kalmaya devam eder. Böylelikle sağa-sola döner ve nefes alır. Nefsin ona geri dönmesi de, göz açıp ka*pamadan daha hızlı olur. Allah, uyurken onun ca*nını almak istemişse, ondan çıkmış olan o nefsi alı-koyar ve ruhunu kabzeder. Böylelikle o kişi uyku*dayken ölür. 2. et-Teveffî; Allah'ın, semaya kabzetmesi/alması manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
(îsâ dedi ki: "Rabbim!) Ne zaman ki beni vefat ettir*din (yani, beni semaya kabzettin I aldın}, üzerlerine gözetleyici Sen oldun." (Mâide/117)
(Allah buyurdu ki: "Ey îsâ!) Muhakkak Ben seni vefat ettireceğim {yani, İsrâîloğulları arasından kabzede-ceğim Ialacağım} ve Bana (yani, semaya} yükseltece*ğim." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Âl-i İmrân/55)
Bu husus, Mukâtil'den değil, el-Hasen'den nakle*dilmiştir. 3. et-Teveffî kelimesi, ruhların I canların kabzedil-mesi: ölüm manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Eğer onlara va'dettiğimizin bazısını sana göstersek
de veya seni vefat ettirsek {yani, öldürürsek} de, on*lar Bize döndürüleceklerdir. (Mü'min/77)
De ki: "Ölüm meleği sizi vefat ettirir" {yani, ruhları*nızı kabzeder /alır}. (Secde/11)
Onlar ki, arınmış olarak melekler {yani, ölüm meleği} onları vefat ettirir {yani, onların ruhlarını kabze-der/ahr}... (NahV32)
Onlar ki, nefslerine zulmedenler olarak melekler on*ları vefat ettirir {yani, ruhlarını kâfirler olarak kab*zeder/alır}... (Nahl/28) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:16
kral41
138. El-Lâmu'l-Meksüre
el-Lâmu'l-meksûre [kesreli lâm: li], üç şekilde tefsir edilir: 1. el-Lâmu'l-meksûre [kesreli lâm: li], li-keyjiçin manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Senden önce kendilerine nezîr gelmemiş bir kavmi inzâr etmen için [li-tunzire gavmen] (yani, li-*** tun-zire qavmen: bir kavmi uyarman için)... (Secde/3)
Ataları ihzar edilmemiş bir kavmi inzâr etmen için Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
[li-tunsire qavmen] (yani, li-*** tunzire gavmen: bir kavmi uyarm.an için}. (Yâ-Sîn/6, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Kasas/46)
...îmân edenlere (.....) karşılık vermek için [li-yecziye]
(yani li-*** yecziye}. (Yûnus/4) 2. el-Lâmu'l-meksûre [kesreli lâm: li]; mastar anlamı veren en [me, ma] ile tefsir edilir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah sîzi gayba muttali kılacak değil [li-yutli'akum 'ale'l-ğaybi] (yani, en-yutli'akum 'ale'l-ğaybi: sizi ****ba muttali kılmayacak}. (Al-i İmrân/179)
Allah onlara azâb edecek değil [ve mâ kâne'llâhu li-yu'azzibehum] (yani, mâ kâne'llâhu en-yu'azzibehum: onlara azâb etmeyecek}; sen içlerinde iken. (Enfâl/33)
...isterse onların mekri dağları yerinden oynatacak olsun [ve in-kâne mekruhum li-tezûle minhu'l-cibâli] (yani, en~te-zûle minhu: ondan dolayı yerinden oynasın!. (Ibrâhîm/46) 3. el-Lâmu'l-meksûre [kesreli lâm: li]; ...masınlar, ...meşinler [yapmasınlar, etmesinler, etmemeleri gere*kir] şeklinde tefsir edilir; şu âyette olduğu gibi:
...kendilerine verdiklerimize nankörlük etmek için [li-yek-furû bi-mâ âteynâhum Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(yani, li-ellâ yekfurû: nankörlük etmesinler, nankörlük etmemeleri gerekir}. (Nahl/55)
Bunun bir benzeri de Ankebût Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve Rûm Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sûrele*rinde bulunmaktadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
139. El-Hâtıin
el-Hâtıîn, üç şekilde tefsir edilir: 1. Hâtûn kelimesiyle, şekk Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
[şüphe] olmak sızın/şekkten gayri zenbIgünah işleyenler ka s de di İmiş-tir; şu âyetlerde olduğu gibi: Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Dediler ki: "Tallahi, Allah seni bize üstün kılmıştır/ter*cih etmiştir. Doğrusu biz hatakârlar [hâtûn] ((yani, günahkârlar I zenb işleyenler)} olmuştuk." (Yûsuf/91)
Dediler ki: "Ey babamız! Günahlarımız için istiğfar et! Biz gerçekten hatakârlar [hâtûn] (yani, şekk olmakzı-sın günahkârlar I zenb işleyenler} olduk." (Yûsuf/97) 2. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Hâtûn ile, şirk içinde günah işleyenler kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onu hatakârlar (yani, şirk içinde günah işleyenler} dışında kimse yemez. (Hâkka/37)
Muhakkak Fir'avn, Hâmân ve o ikisinin orduları ha*takârlar (yani, şirk halinde günah işleyenler) idi. (Ka-sas/8) 3. Hata ile, kasdı olmayan hata kas de dilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Unutur yahut hata edersek (yani, kasıt olmaksızın bir günah işlersek} bizi muahaze etme! (Bakara/286)
Bir mü'min için olamaz/olacak şey değildir [mâ kâne] (yani, lâ yenbağî=yakışmaz i uygun düşmez}] öldürmek bir mü'mini; hata ile olması müstesna {yani, bir mü'min bir mü'mini kasden Öldüremezj! (Nisâ/92) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:17
kral41
140. Mesvâ
Mesvâ, üç şekilde tefsir edilir: 1. Mesvâ, me'vâ [sığınak, barınak] manasında kul*lanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah dönüp dolaştığınız yeri ve mesvânızı (yani, me'vânızı: sığındığınız, barındığınız yeri} bilir. (Mu-hammed/19)
Onların {yani, kâfirlerin} mesvâları (yani, me'uâları: barınakları} ise o ateştir. (Muhammed/12)
Mütekebbirlerin mesvâ'sı (yani, me'vâsı: barınağı} ne kötüdür! (Zümer/72)
Artık sabredebilirlerse, ateş onlar için bir mesvâdır (yani, me'vâdır: barınakır}. (Fussilet/24) 2. Mesvâ, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
menzil [mevki ve konum] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onun mesvâsını yüksek/şerefli tut {yani, o'nun mev*kiini I konumunu güzel tut}! (Yûsui721)
Doğrusu o benim efendimdir. Bana güzel bir mesvâ (ya*ni, güzel bir mevki, iyi bir konum} vermiştir. (Yûsuf/23) 3. es-Sevâ, bir mekânda Iyerde ikâmet etmek mana*sında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Sen (yani, ey Muhammedi ehl-i Medyen içinde sevâ [sâviyen] etmedin {yani, Medyen de ikâmet eden biri*si değildin ki onların hallerini bilesin de Mekkelilere durumlarını bildiresin. (Kasas/45) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
141. El-Kelâm
el-Kelâm, beş şekilde tefsir edilir: 1. el-Kelâm; Allah'ın, kullarıyla vahy dışındaki ko*nuşması! söz söylemesi manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Ve Allah'ın Musa ya kelâm etmesi/söz söylemesi (ya*ni, vahy dışındaki konuşması) gibi. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
" (Nisâ/164)
Halbuki onlardan (yani, İsrâîloğulları'ndanj bir fırka lyani, Mftsaran seçtiği yetmiş kişi! vardı ki, Allah'ın kelâmını işitirler, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sonra, onu anlamalarının ardın*dan bile bile onu tahrif ederlerdi, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Bakara/75) 2. Kelâmullâh [Allah'ın kelâmı], vahy: Kur'ân ma*nasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, ona eman ver; ki kelâmullâhı/Allah'ın kelâmını lyani, ey Muhammed, Allah'ın sana vahyettiği Kur'ân'ıj dinle*sin. (Tevbe/6)
Kelâmullâhı/Allah'm kelâmım (yani, Allah'ın, Nebi*si'ne söylediği, De ki: "Asla peşimizden gelmeyeceksi*niz" sözünü} tebdil etmeyi irade ederler. (Feth/15) 3. Kelimâtullâh [Allah'ın kelimeleri] ibaresi, Al*lah'ın ilmi ve acâiblikleri I hayret verici işleri manasın*da kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Rabbimin kelimeleri {yani, Rabbimin ilmi ve hayret verici işleri} için denizler mürekkep olsaydı, Rabbimin kelimeleri {yani, ilmi ve hayret verici işleri} tükenmeden önce denizler tükenirdi." (Kehf/109)
Eğer yerdeki ağaçlar hep kalem, denizler de mürek-keb olsa, ardından yedi deniz daha ilave edilse, yine de Allah'ın kelimeleri {yani, ilmi ve hayret verici işle*ri} tükenmezdi. (Lokmân/27) 4. Kelâm ile, ölüm esnasında yaratılmışların söyle*dikleri, fakat Âdemoğulları'nın duymadıkları sözler kasdedümiştir: Mü'minûn süresindeki şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Onların her birine ölüm geldiğinde, "Rabbim beni döndür!" der. Ölüm gelip çatınca kâfir, iyiliklerinin az, kötülüklerinin çok olduğunu görür ve dünya*dan çıkmadan önce ölüm meleğine bakar; geri dön-dürülmeyi ve yalanladığı şeyleri tasdik etmeyi te*menni eder:
Nihayet onların {yani, kâfirlerini birine ölüm geldiğin*de, "Rabbim! Beni döndür de bıraktiğımda/terketti-ğimde sâlih amel işleyeyim" der. (Mü'minün/99-100)
Sonra Yüce Allah yeni bir hitabla, onun dediğini reddetmek üzere buyurmaktadır ki:
Hayır, hayır! Doğrusu o, onun söylemiş olduğu bir sözden ibarettir. (Mü'minûn/100)
Ancak onun bu sözlerini Âdemoğullari duymaz. Tıpkı, boğulacağı vakit, Ölüm meleğinin indiğini gördüğünde Fir'avn'm, Ben îmân ettim. Hakikaten Isrâîloğulları'nın îmân ettikleri dışında ilah yok ve ben teslim olanlardanım (Yûnus/90) demesinde ol*duğu gibi. Ölüm meleğinin geldiği boğulma esna*sındaki imanının ona bir faydası olmadı. Şayet bo*ğulmaya başlamadan önce îmân etmiş olsaydı, îmânının kendisine faydası olacaktı. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Ehl-i Kitap'tan hiç kimse yoktur ki, ölümünden {ya*ni, onlardan hiç biri ölmeden) evvel o'na {yani, isa'ya} îmân etmeyecek olsun. (Nisâ/159)
Ehl-i Kitap'tan hiç kimse, isa'ya îmân etmedikçe ölmez; fakat ölüm meleğini gördükten ve ölüm on*lara geldikten sonra bu îmânlarının bir faydası ol*maz. Çünkü dünyadakilerin telaffuz ettikleri gibi îmânı telaffuz etmeye güçleri yetmez. İşte şu buy*ruk bunu anlatmaktadır:
Yoksa, kötülükleri yapıp yapıp (yani, şirk koşup} da nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında (yani, birisi Ölüm haline düşüp iyiliklerini ve kötülüklerini görmeye başladığında}, "Ben -{yaratılmışların onun sözünü işitemeyecekleri bir zamanda}- şimdi tevbe ettim" diyenlere ve kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur {yani ölüm sırasında tevbe etmeyecek hiçbir kâfir yok*tur, fakat bu tevbenin ona bir faydası olmaz. Kâfir olarak ölenlerin de günahı bağışlanmaz}. İşte onlar için acıklı bir azâb hazırladık. (Nisâ/18) 5. Kelâm lafzı ile, dünyada azabı gördükleri sırada kâfirlerin imân ettiklerine dair söyledikleri sözler ve agçmişte azaba uğratılmış ümmetlerin sözleri kasdedil-nıiştir; şu âyette olduğu gibi:
Be'simizi {yani, dünyada azabımızı} gördüklerinde, "Al*lah'a îmân ettik; O'nun birliğine" dediler. (Mü'min/84)
Allah ise (onların bu îmânları ile ilgili olarak) şöyle buyurmaktadır:
Ama (başlarına azabın inmesi esnasındaki} îmânları*nın onlara bir faydası olmadı; (tıpkı, boğulurken îmân etmesinin Fir'avn'a bir faydasının olmadığı gibi}. (Mü'min/85)
Be'simizi hissettiklerinde hemen oradan kaçışıyor*lardı. (Enbiyâ/12)
Onlar, "Veyl bize! Biz gerçekten zâlimlerdik" dediler. (Enbiyâ/14)
Böylelikle kendilerine zulmettiklerini ve rasûllerin getirdiklerine îmân ettiklerim ikrar ettiler, dünya*ya geri döndürülmeyi ve güzel amel işlemek için kendilerine süre tanınmasını istediler. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Elim azabı görünceye kadar ona îmân etmezler. Onlara ansızın gelecek ve onlar şuurunda olmayacaklar. "Aca*ba bize mühlet verilir mi?" diyecekler. (Şu'arâ/201-203)
Vuku bulduğu zaman mı ona îmân edeceksiniz? Şim*di mi {iman ediyorsunuz}? Hani siz onun çabucak gelmesini isteyip duruyordunuz ya! (Yûnus/51) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:17
kral41
142. İllâ
İllâ, dört şekilde tefsir edilir:
7/Zd'nm bir türü istisnadır; diğer bir türü ise istis*naya benzemekle birlikte yeni bir söz başlangıcıdır, 1. İllâ, istisna manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O gün dostlar birbirlerine düşman olacaktır. (Zuh-ruf/67) ;
Sonra dostlar'dan istisna yapılarak buyuruluyor ki:
Muttakiler istisnâ/müstesnâ {yani, muttakiler birbir*lerine düşman olmayacaklar}. (Zuhruf767)
Onlar ki, Allah ile birlikte diğer bir ilaha çağırmaz*lar; Allah'ın haram kıldığı nefsi —hakk ile olması dı*şında— öldürmezler ve zİnâ etmezler. Kim bunları iş*lerse ceza ile karşılaşır. (Furkân/68)
Daha sonra istisnada bulunularak şöyle buyurul-maktadır:
Tevbe eden, îmân eden ve sâlih amel işleyenler istis*nâ/müstesnâ {böyle bir kimse, ne günah [ceza] ile kar*şılaşır, ne de ateşte kalır}. (Furkân/70)
Benzeri âyetler çoktur. 2. illâ, istisnaya, benzemekle birlikte istisna olma*yıp yeni bir kelam I ifade başlangıcına işaret eder; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki {ey Nebij: "Ben kendim için ne bir faydaya mâli*kim, ne de bir zarara" {bunu asla yapamam!. (A'râfi'l88)
Burada ifade tamam olmakta, sonra yeni bir cüm*leye başlanarak buyuruhnaktadır ki:
"Allah'ın dilediği müstesna" {muhakkak o [Allah'ın dilediği], gelip beni bulur}. (A'râf/188)
De ki: "Ben kendim için ne bir zarara mâlikim, ne de bir faydaya" {Bunu asla yapamam}. (Yûnus/49)
İfade burada tamamlanmakta olup sonra yeni bir cümleye başlanarak buyurulmaktadır ki:
"Allah'ın dilediği müstesna {işte o [Allah'ın dilediği], muhakkak gelip beni bulur}. Her ümmetin {azaba dair} bir eceli vardır." (Yûnus/49)
{İbrahim dedi ki}: "Ben, O'na şirk koştuklarınızdan korkmam." (En'âm/80)
Daha sonra yeni bir cümleye başlanarak buyurulu*yor ki:
"Rabbimin dilediği müstesna" {Rabbimin dilediği ge*lip beni bulur}, (En'âm/80)
Ona {yani, millet-i şirke} dönmemiz bizim için olacak şey değildir. (A'râf/89)
Sonra yeni bir cümleye başlanarak buyuruluyor ki:
Rabbimiz Allah'ın dilemesi müstesna {o takdirde bizi ona dâhil eder I döndürür}. (A'râf/89)
Onlar orada {asla} ölümü tatmazlar. (Duhân/56) Sonra yeni bir cümleye başlanarak buyuruîuyor ki: {Dünyada tattıkları} ilk ölüm müstesna. (Duhân/56) Onun yanında hiçbir kimsenin karşihğı ödenmesi gereken bir nimeti yoktur (yani, Ebû Bekr'in yanın*da/üzerinde, Bilal'e karşılığını vermesi gereken Bilal'in bir nimeti yok ki, Ebû Bekr onu, o nimete karşılık olarak azad etmiş olsun. (Aksine Ebû Bekr, Bilal'i, Allah'ın rı*zasını kazanmak için azad etmiştir)!. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Leyl/19)
Daha sonra yeni bir cümleye başlanarak Duyurul*maktadır ki:
Ancak [illâ] Yüce Rabbinin vechini/nzasım aramak için. (Leyl/2,0) Sen sadece hatırlatıcısm. Üzerlerine musallat kılın*mış bir zorba değilsin. (Gâşiye/21-22)
İfade burada tamamlanmakta olup sonra yeni bir cümleye başlanarak buyurulmaktadır ki:
Ancak [İllâ] kim yüz çevirip küfr ederse, Allah onu en büyük azâb ile azâblandırır. (Ğâşiye/23-24)
Andolsun biz insanı ahsen-i takvimde halkettik. Son*ra onu aşağıların aşağısına döndürdük. (Tîn/4-5)
İfade burada tamamlandıktan sonra yeni bir cüm*leye başlanarak buyurulmaktadır ki:
îmân edip sâlih ameller işleyenler müstesna [illâ]; onlar için sonu gelmeyen bir ecir vardır. (Tîn/6)
O gaybı {yani, azabın ne zaman geleceğine dair ***-bıj bilendir. Fakat gaybını (yani, azabın vaktini} hiç*bir kimseye izhar etmez. (Cinn/26)
Sonra yeni bir cümleye başlanarak buyurulmakta*dır ki:
Razı olduğu bir rasûl müstesna [illâ]. Elbette ki onun [rasûlün] önünden ve ardından gözetleyiciler dizer. (Cinn/27)
Sizi yanımıza yaklaştıracak olan mallarınız ve evlat*larınız değildir. (Sebe'/37)
Sonra yeni bir cümleye başlanarak buyurulmakta-dır ki:
îmân edip sâlih ameller işleyenler müstesna [illâ], (işte bu, onları Allah'a yakınlaştırırj. İşte onların amellerine karşılık mükâfaatları kat kat olacaktır. (Sebe'/37) 3. illâ, herhangi bir şeye dair haber vermek anla*mında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Hiçbir şey yoktur ki, (Hicr/21) Sonra, ona dair şu haber verilmektedir:
Hazineleri yanımızda olmasın; [illâ].
Biz onları indirmeyiz ki, (Hicr/21) Sonra, ona dair şu haber verilmektedir:
Belli bir ölçüyle olmasın [illâ]. (Hicr/21)
Siz (başka) değilsiniz, (İbrâhîm/10)
Sonra, onların durumuna dair haber vererek bu*yurmaktadır ki:
Ancak [illâ] bizim gibi bir beşersiniz. (Ibrâhîm/10)
Rasûlleri onlara dedi ki: "Biz (başka) değiliz," (İbrâ-hîm/11)
Sonra, durumlarını haber vererek dediler ki:
"Ancak [illâ] sizin gibi bir beşeriz." (İbrâhîm/11)
Siz (başka) değilsiniz, (Yâ-Sîn/47) Sonra haber vererek buyurmaktadır ki:
Ancak [illâ] apaçık bir dalâlet içindesiniz. (Yâ-Sîn/47) Benzeri buyruklar çoktur. 4. İllâ, gayr / başka manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Eğer o ikisinde Allah'ın gayrı/Allah'tan başka [illâ] ilahlar olsaydı, ikisi de fesada uğrardı. Arşm rabbi Al*lah onların nitelemelerinden münezzehtir. (Enbiyâ/22)
Eğer hak nevalarına uysaydı, gökler, yer ve içlerin-dekiler fesada uğrardı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Mü'minûn/71)
Lâ ilahe illallah sözü de, bihi ğayrullâh [Allah'tan başka/Allah dışında ilah yoktur] demektir. Aynı şe*kilde Kur'ân'da geçen bütün lâ ilahe illallah ibareleri, lâ ilahe gayrullah [Allah'tan başka/Allah dı*şında ilah yoktur] anlamındadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
143. Vâzire
Vâzire, üç şekilde tefsir edilir: 1. Vâzire kelimesi, taşıyıcı jyüklenici anlamına ge*lir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Hiçbir vâzire {yani, taşıyıcı i yüklenici} diğerinin viz-rîni (yani, diğer bir kişinin zenbini jgünahını} yük*lenmez/taşımaz. (Zünıer/7)
Bunun bir benzeri de Necin Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve Fâtır Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sûrele*rinde yer almaktadır.
Dikkat edin, vizrleri {yani, yüklendikleri I taşıdıkları yük} ne kötüdür! (En'âm/31)
Benzeri bir âyet de Nahl sûresinde yer almakta*dır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 2. Vâzir, 'avn Iyardım(cı) manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Derken onu kuvvetlendirmiş [fe-âzerehu] {yani, ona yardım etmiş I yardımcı olmuş}. (Feth/29)
Bana ehlimden bir vezir {yani, yardımcı} yap/tayin et! (Tâ-Hâ/29)
Onunla sırtımı pekiştir/kuvvetlendir {üşdüd bihî ez-rî; yani, üşdüd bihî 'avnî: o'nun yardımıyla gücümü artır}. (Tâ-Hâ/31) 3. Vizr, ismi günah manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Kıyamet Günü kendilerinin evzârım/vizrlerini (yani, ismlerini!günahlarını} tamamen yüklendikten baş*ka, bir ilme dayanmaksızın idlâl ettikleri kimselerin evzârının/vizrlerinin {yani, ismterinin fgünahlarınım
bir kısmını da yükleneceklerdir. (Nahl/25) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:20
kral41
144. Mu'cizîn
Mu'cizîn, iki şekilde tefsir edilir: 1. Mu'cizîn, sâbiqîn [ileri gidenler, öne geçenler, kur*tulanlar] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Siz mu'cizîn [aciz bırakacaklar] değilsiniz (yani, ha*bis amellerinizle Allah'tan kurtularak ceza görmek*ten kaçamazsınız}. (Şûrâ/31)
Doğrusu onlar âciz bırakamazlar [lâ yu'cizûn] (yani, kaçarak Allah'tan kurtulamazlar}. (Enfâl/59)
Bilin ki siz asla Allah'ı aciz bırakacak [mu'ciz] değil*siniz (yani, amellerinizle Allah'ın önüne geçemezsiniz (O'ndan kurtulamazsınız)}. (Tevbe/2)
Yerde ve gökte mu'cizîn [âciz bırakacaklar] değilsiniz (yani, habis amellerinizle Allah'ı geride bırakarak kaçıp O'ndan kurtulamazsınız}. (Ankebût/22) 2. Mu'cizîn, musbitîn [mani olanlar, geri bırakanlan alıkoyanlar, engelleyenler] manasında kullanılmış*tır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ayetlerimiz hakkında mu'accizlik için [mu'âcizîn] ça*balayanlar (yani, Kur'ân âyetleri hakkında insanları îmân etmekten alıkoymak için çalışanlar} var ya, işte onlar azgın alevli ateşin arkadaşlarıdırlar. (Hacc/51)
Ayetlerimiz hakkında mu'accizlik için çabalayanlar [mu'âcizîn] (yani Kur'ân âyetleri hakkında insanları îmân etmekten alıkoymak için çalışanlar} var ya, işte onlar için ricsten [pislikten] acı bir azâb vardır. (Se-be'/5)
Bunun bir benzeri yine aynı sûrede yer almaktadm. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
145. Ed-Du'â'
Du'â', altı şekilde tefsir edilir: 1. Dua', qavllsöz manasında kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
Be'simiz (yani, azabımız} onlara geldiğinde, onların du'âlan (yani, sözleri}, "Biz gerçekten zalimler idik" demelerinden başka bir şey olmadı. (A'râf/5)
Artık bütün du'âlan (yani, sözleri} işte bu oldu. (En*biyâ/15)
Bununla da, Veyl bize, biz gerçekten zalimler idik (Enbiyâ/14) şeklindeki sözlerine işaret edilmektedir. İşte onlar hep bu şekilde, Veyl bize [yazıklar ol*sun bize], biz gerçekten zalimler idik deyip durdu*lar.
Nihayet onları biçilmiş bir ekin (yahut alevi sönmüş bir kül) haline getirdik. (Enbiyâ/15)
Onların {canları yemeli istediğinde Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
oradaki (yani, cennetteki} du'âları (yani, sözleri/, "Allahım! Seni ten*zih ederiz"dir. (Yûnus/10) 2. Du'â', ibadet manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Allah'ı bırakıp bize fayda ve zarar veremeye*cek şeylere mi du'â {yani, ibâdet} edelim?" (En'âm/71)
Allah'ı bırakıp sana faydası ve zararı olmayan şeyle*re du'â {yani, ibâdet} etme! (Yûnus/106)
O halde Allah ile birlikte diğer bir ilaha â\ı'âj(yani, ibâdet)} etme! (Şu'arâ/213)
Siz ancak Allah'ı bırakıp evsana [putlara] ibâdet Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ediyorsunuz. (Ankebût/17)
Allah ile birlikte diğer bir ilaha du'â (yani, O'nunla birlikte başka bir ilaha ibâdet} etme! (Kasas/88)
Onlar ki, Allah ile birlikte diğer bir ilaha du'â {yani, ibâdet} etmezler. (Furkân/68)
De ki: "Eğer du'ânız {yani, ibâdetiniz) olmasaydı, Rab-bimin yanında ne kıymetiniz olurdu." (Furkân/77) 3. Du'â' kelimesi, nida [seslenmek, yüksek sesle ça*ğırmak, davet etmek] manasında kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
Nihayet o da Rabbine, "Ben gerçekten mağlub ol*dum. Hemen nusretini ver/bana yardım et!" diye du'â etti {yani, nida etti I seslendi}. (Kamer/10)
Münâdinin bilinmedik bir şeye du'â edeceği {yani, ni*da edeceği I yüksek sesle çağıracağı / davet edeceği} o gün... (Kamer/6)
Size du'â edeceği {yani, size nida edeceği jseslenip sizi çağıracağı -ki çağıracak olan israfil'dir-l! Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
gün, O'nun hamdine icabet edeceksiniz. (İsrâ/52)
Du'âyı {yani, nidayı} çağrıyı I daveti} sağırlara işitti-remezsin. (Rûm/52)
Onlara du'â etseniz du'ânızı {yani, onlara nida etse*niz I yüksek sesle seslenseniz jçağırsanız, nidanı*zı /seslenmenizi!çağırmanızı] işitmezler. (Fâtır/14) 4. ed-Duâ', istiğâse /yardıma çağırmak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah'tan başka şâhidlerinize du'â edin {yani, şâhid-lerinizi yardıma çağırın}. (Bakara/23)
Allah'tan başka gücünüzün yettiklerine du'â edin {yani, onları yardıma çağırın}. (Yûnus/38)
Benzeri bir âyet de Hûd sûresinde bulunmakta*dır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
O da Rabbine du'â etsin (yani, Rabbini yardıma ça*ğırsın). (Mü'min/26) 5. ed-Du'â', suâl: istifham I sormak manasında kul*lanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
(Ey Mûsâj! Bizim için Rabbine du'â et de (yani, sor da} onun mahiyetini bize bildirsin. (Bakara/68)
(Ey Mûsâl! Bizim için Rabbine du'â et de (yani, sor da} onun rengini bize bildirsin. (Bakara/69)
O gün, "Zu'm ettiğiniz şeriklerime du'â edin (yani, so*run} bakalım" diyecek. Onlar da onlara du'â edecek*ler {yani, ilah olup olmadıklarını soracaklar}. Fakat onlara, (ilah olduklarını söyleyerek} icabet etmeye*ceklerdir. (Kehf/52) 6. Du'â kelimesi, istemek, istekte italebte bulunmak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ey Mûsâ! Bizim için du'â et {yani, bizim için iste/is*tekte bulun} Rabbine; şayet bu riczi [azabı] bizden kaldırırsan... (A'râf/134)
"Ey sihirbaz, bizim için Rabbine du'â et" {yani, Rab-binden iste/istekte bulun} dediler. (Zuhruf/49)
Bana du'â edin (yani, Benden isteyin}, size icabet ede*yim {yani, size vereyim}. (Mü'min/60)
Ateştekiler, cehennemin bekçilerine "Rabbinize du'â edin (yani, Rabbinizden isteyin} de, bir gün olsun biz*den azabı hafifletsin" (yani, Rabbinizden, bir gün ol*sun azabı üzerimizden hafifletmesini isteyin} diyecek*ler. (Mü'min/49) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:21
kral41
146. U'budû
U'budû ve 'ibâdet üç şekilde tefsir edilir: 1. U'budû [ibâdet edin], tevhid edin / birleyin anla*mına gelir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah'a ibâdet edin [a'budû] {(yani, Allah'ı birleyin)};' sizin için O'nun gayrı bir ilah yoktur. (A'râf/59)
Salih de kavmine aynı şeyleri söylemiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Allah'a ibâdet edin [a'bûdû] (yani, Allah'ı tevhid edin-/birleyin}, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın! (Nisâ/36)
Allah'a ibâdet edin [a'budû] (yani, O'nu tevhid edin-jbirleyin}, O'na ittika edin! (Nûh/3) 2. Ya'budûne [ibâdet ederler] ibaresi, itaat ederler manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O gün onların hepsini haşredecek/bir araya getire*cek, sonra da meleklere diyecek ki: "Bunlar size mi ibâdet (yani, şirk hususunda size mi itaat} ediyorlar*dı." Diyecekler ki: "Seni tenzih ederiz, onlara karşı bizim velîmiz Sensin. Aksine onlar cinlere ibâdet (ya*ni, bizlere ibâdet etmekle şeytanlara itaat} ediyorlardı." (Sebe'/40-41)
Biz Sana teberri ediyoruz. Onlar bize ibâdet (yani, şirk hususunda bize itaati etmiyorlardı. (Kasas/63)
Size ahd vermedim ini: "Ey Ad em oğulları! Şeytana ibâdet {yani, şirk hususunda itaat! etmeyin!" diye?! (Yâ-Sîn/60) 3. el-'Ibâd, mülk altındakiler [kullar, köleler] ma*nasına gelir; şu âyetlerde olduğu gibi:
(Tarafımdan tebliğ edip) de ki: "Ey nefisleri aleyhine haddi aşan 'ıbâdım" {yani, mülkiyetim, altındakiler [kölelerim I kullarım]}... (Zümer/53)
O'na 'ıbâdmdan {yani, mülkiyeti altındakilerden [kö*lelerinden I kullarından]} bir cüz yaptılar. (Zuhruf/15)
'Ibâdınızdan {yani, tnülkiyetiniz altındakilerden [kö*lelerinizden]} de sâlihleri... (Nûr/32) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
147. Es-Sırât
[ es-Sırât, iki şekilde tefsir edilir: 1. es-Sırât, tarîq [yol] manasına gelir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Öyle tehdit ederek her sıratın {yani, her tarîqm Iy<M lunj başına oturup da... (A'râf/86)
Onları cahîmin sıratına {yani, tarîgına /yoluna} hidâ*yet edin! (Sâffât/23) 2. esSırât ile, dîn kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Bizi dosdoğru sırata {(yani, dîne)} hidâyet et! (Fâti-ha/6)
Şüphesiz ki bu Benim dosdoğru sırâtımdır {yani, di-nimdirj, (En'âm/153)
Bu, Rabbinin dosdoğru sıratıdır {yani, dînidir}. (En'-âm/126) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:22
kral41
149. El-Cihâd
el-Cihâd, üç şekilde tefsir edilir: 1. el-Cihâd, söz ile cihâd manasında kullanılır; şu
âyetlerde olduğu gibi:
Bununla {yani, Kur'ân'laj onlara karşı cihâd et; bü*yük cihâd! (Furkân/52)
Ey Nebi! Kâfirlere ve münafıklara karşı {söz ile} cin hâd et! (Tevbe/73)
Bunun bir benzeri de Tahrîm sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 2. el-Cihâd, silah ile savaşmak manasında kullanı*lır; şu âyette olduğu gibi:
Mü'minlerden mazeret sahibi olmaksızın oturanlar*la, Allah yolunda cihâd edenler {yani, silahla sava*şanlar} bir olmaz. Allah cihâd edenleri {yani, Allah yolunda, silahla savaşanları} oturanlardan pek bü*yük bir ecirle üstün kılmıştır. (Nisâ/95) 3. Cihâd, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
'amel manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Kim cihâd ederse {yani, hayırlı 'amel işlerse}, ancak nefsi için cihâd eder {yani, sadece kendisi için 'amel eder, faydası onadır}. (Ankebût/6)
Bizim uğrumuzda cihâd edenleri {yani, Bizim için
'amel işleyenleri}... (Ankebût/69)
Allah uğrunda hak cihâdıyla cihâd edin {yani, Alla*h'a hak 'ameliyle 'amel edin/! (Hacc/78) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
150. El-Mustaz'afûn
el-Mustaz'afûn, üç şekilde tefsir edilir 1. el-Mustaz'afûn [mustaz''aflar], kahredilmişler [zayıf düşürülmüş olanlar] demektir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Biz arzda {yani, Mekke'de} mustaz'aflar {yani, kahre*dilmişler, zayıf düşürülmüşler} idik. (Nisâ/97)
Size ne oluyor ki Allah yolunda ve mustaz'af {yani, kahredilmiş, zayıf düşürülmüş} erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? (Nisâ/75)
Doğrusu Fir'avn arzda [Mısır'da] tagallübe kalkıştı ve onun ehlini fırka fırka edip onlardan bir taifeyi {yani, İsrâîloğulları'nı} mustaz'af yaptı {yani, (kah*retti I zayıf düşürdü) köleleştirdi}. (Kasas/4)
Biz ise irade ediyorduk ki: o arzda mustaz'aflara {ya*ni, Mekke arzında Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
zayıf düşürülmüş kimselere} iyilikte bulunalım... (Kasas/5) 2. el-Mustaz'afin [mustaz'aflar] kelimesi, küfürde Önderlere I küfürde önderlik edenlere tâbi olan zayıflar demektir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Mustaz'aflar {yani, (küfürde önderlik edenlere) tâbi olanlar) müstekbirlere ({yani, küfürde tâbi oldukları önderlere)}, "Şayet siz olmasaydınız biz mü'minler olurduk" derler. Müstekbirler {yani, mustaz'afların kendilerine tâbi oldukları (küfürde) önderler} mus-taz'aflara {yani, kendilerine tâbi olanlara} derler ki: "Size gelmesinin ardından sizi hidâyetten biz mi alı*koyduk?! Hayır siz zaten mücrimler idiniz." Mustaz'afîar {yani, (küfür önderlerine) tâbi olanlar} müs-tekbirlere (yani, (kendilerine tâbi oldukları) önderle-rej derler ki... (SebeV31-33) 3. el-Mustaz'afîn [mustaz'aflar] ibaresi, kuvveti ol*mayan acizler manasında kullanılır; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
Erkeklerden, kadın ve çocuklardan mustaz'aflar (ya*ni, kuvveti olmayan acizler) müstesna... (Nisâ/98)
Zu'afaya' [zayıflara] (yani, kuvveti olmayan acizlere), hastalara ve sarfedecek/harcayacak bir şey bulama*yanlara (savaştan geri kalmakta) bir sorumluluk yoktur. (Tevbe/91) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:22
kral41
151. Evvel
Evvel, dört şekilde tefsir edilir: 1. Evvel kelimesi ile, Nebi döneminde, Yahudiler*den Nebi'yi [Hz. Muhammed'i] inkâr edenlerin evveli-lilki kasdedilmiştir; -Medine Yahudilerine hitab eden- şu âyette olduğu gibi:
Ona kâfir olanların evveli (yani, Yahudilerden Ne*bi'yi Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
inkâr edenlerin evveli/ilki} olmayın (.....) ve
yalnız Bana ittiqa edin! (Bakara/41) 2. Evvel ile, Mekke ahalisinden Allah'a îmân eden kimselerin evveli/ilki kasdedilmiştir; Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Rahmân'm çocuğu olsaydı, ben ibâdet edenle*rin evveli olurdum" {yani, Mekke ahatisindeh muvah-hidlerin evveli/ilki olurdum}. (Zuhruf/81)
De ki: "Doğrusu ben {Mekke ahalisiden) teslim olan*ların evveli Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
((yani, ilki)} olmakla emrolundum." (En'âm/14) 3. Evvel ile, Allah'ın dünyada görülemeyeceğine îmân edenlerin evveli I ilki kasdedilmiştir; şu âyette ol*duğu gibi:
Dedi ki: "Rabbim bana göster de Sana bakayım." Bu*yurdu ki: "Beni asla göremezsin, fakat şu dağa bak: eğer o yerinde durabilirse, sen de Beni görebilirsin." Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti ve Mûsâ da baygın düştü. Ayılmca dedi ki: "Seni tenzih ederim, Sana döndüm ve ben mü'minlerin {yani, dünyada Senin asla görülemeyeceğini tasdik edenle*rin) evveliyim ((yani, ilkiyim)}." (A'râf/143) 4. Evvel kelimesi ile, İsrâîloğulları arasından Mûsâ ve Harun'a imân eden kimselerin ilki kasdedilmiş-tir; şu âyette böyledir:
{Musa'ya îmân ettikleri için, Fir'avn tarafından kat*ledilmekle tehdit edildikleri vakit sihirbazlar dediler ki}: "Biz gerçekten mü'minlerin evveli {yani, Mu*sa'nın getirdiklerini, İsrâîloğulları arasından Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
tas*dik edenlerin ilki} olduğumuz için Rabbimizin hata*larımızı bağışlayacağını ümit ederiz." (Şu'arâ/51) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
152. Qalîl
Qalîl, altı şekilde tefsir edilir: 1. Qalîl, yesîr/az manasında kullanılır; şu âyetler*de böyledir:
Onun karşılığında, qalîl bir semen fyani, dünyadan yesîr/az bir mal} almak için... (Bakara/79)
Allah'ın âyetlerini qalîl {yani, yesîr/az} bir semen {(yani, mal)} karşılığında sattılar. (Tevbe/9) 2. Qalîl kelimesi, riya ve başkalarının duyması için manasında kullanılmıştır; şu âyette böyledir:
Qalîl {yani, riyakârlık ve başkaları duysun için} ol-ı ması dışında, Allah'ı zikretmezler. (Nisâ/142) 3. el-Qalîl, hiçbir şey/bir şeyin yokluğu manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Siz qalîl şükrediyorsunuz {yani, hiç şükretmiyorsu*nuz}, (A'râfflO)
O ki (sizi inşâ etti), sizin için işitme, basiretler ve gö*nüller yaptı; fakat siz qalîl şükrediyorsunuz (yani, hiç şükretmiyorsunuz}. (Mülk/23)
Benzeri bir âyet de Nahl sûresinde bulunmakta*dır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
O bir şâir sözü değildir, siz qalîl îmân ediyorsunuz {yani, îmân etmiyorsunuz}; bir kâhin sözü de değil*dir, siz qalîl tezekkür ediyorsunuz {yani, tezekkür et*miyorsunuz}. (Hâkka/41-42) 4. Qalîl, çoğa nisbetle az manasında kullanılır; şu âyetlerde böyledir:
{Fir'avn dedi ki}: "Gerçekten bunlar fyani, Mûsâ ve o'nun beraberindekiler}, qalîl (yani, bizim sayımızın çokluğu karşısında az} bir şirzimedir/topluluktur." (Şu'arâ/54)
Fir'avn, "İsrâîloğulları, (kendileri gibi) çok kimsele*re göre azdır" demek istemiştir. Nitekim Musa'nın ashabı, kadın ve çocuklar da dahil 600.000 kişi iken, Fir'avn ve onun ashabı 1.000.000 savaşçıdan oluşmakta idi. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Şayet üzerlerine, "Kendinizi öldürün yahut diyarınız*dan çıkın!" diye yazsaydık, içlerinden qalîl müstesna {yani, diğerlerine nisbetle az olan kısmı hariç} bunu yapmazlardı. (Nisâ/66) 5. Qalîl kelimesiyle, 313 kişi kasdedilmiştir; şu âyette böyledir:
' İçlerinden qalîl {yani, Nebi'nin ashabının, Bedir Gü-lü'ndeki sayısı kadar kimse: 313 kişi} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
hariç ondan içtiler.. (Bakara/249) 6. Qalîİ kelimesiyle, -Nuh'un gemisinin ashabı hakkındaki şu âyette- 80 kişi kasdedilmiştir:
Zaten o'nun beraberinde qalîl {yani, 4O'ı erkek, 4O'ı kadın, toplam 80 kişi} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
dışında kimse îmân etme*mişti. (Hûd/40) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:23
kral41
153. Qada
Qada on şekilde tefsir edilir: 1. Qadâ, tavsiye manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Rabbin qadâ {yani, tavsiye} etti: Başkasına değil, sa*dece O'na ibâdet edin... (İsrâ/23)
Musa'ya o emri {yani, Musa'yı görevlendirip Fir'avn ve onun kavmine elçilik vazifesini ifa etmesini} qadâ {yani, tavsiye} ettiğimizde, sen batı tarafında değildin. (Ka-sas/44) 2. Qadâ, haber vermek manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Biz kitapta {yani, Tevrat'ta} İsrâîioğullan'na qadâ et*tik {yani, haber verdik}: Siz yeryüzünde iki defa fesad çıkaracaksınız... (İsrâ/4)
Ona şu emri qadâ ettik {yani, Lût'a şu ahdimizi jka*rarımızı haber verdik}: Sabaha çıkarken arkaları mutlaka kesilecektir. (Hicr/66) 3. Qadâ, ferağ [boşalmak, boş kalmak, bitirmek, ta*mamlamak] demektir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Menâsikinizi {yani, hacc ibâdetlerinizi} qadâ ettiğiniz {yani, bitirip I tamamlayıp da boşaldığınız} zaman... (Bakara/200)
Artık namazı qadâ ettiğiniz {yani, bitirip / tamamla*yıp da boşaldığınız} zaman... (Nisâ/103)
Namaz qadâ edildimi {yani, farz olan Cuma namazı bitip!tamamlanıp da boşaldınızmı}... (Cuma/10)
(Okunması) qadâ edilince {yani, okunması tamamla*nınca: Nebi, Kur'ân okumayı bitirip de boşaldıkların*da} kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler. (Ahkâf/29) 4. Qadâ, fiil [yapmak /işlemek] manasında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Artık ne qadâ edeceksen et {yani, bize ne yapacaksan yap}. Sen ancak bu dünya hayata qadâ edersin {yani, sen sadece bu dünya [yakın /geçici] hayatta bir şey yapabilirsin}. (Tâ-Hâ/72)
Fakat Allah fiile çıkması gereken bir emri qadâ et*mek {yani, Allah, ilminde yapacağına dair hükmetti*ği bir işi yapmak} için... (Enfâl/42)
Bir emri qadâ ettiği vakit {yani, ilminde yapacağına dair hükmetmiş olduğu bir işi yapacak olduğunda} ona yalnızca "01!" der, oluverir. (Al-i İmrân/47)
Bunun bir benzeri de Meryem sûresinde bulun*maktadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Allah ve-O'nun Rasûlü bir emri qadâ ettiği vakit (ya*ni, Allfih ve O'nun Rasûlü, Zeyneb'in evliliği husu*sunda bir iş yapacak olduklarında} onlar için, o işle*rinden tercih olamaz. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Ahzâb/36) 5. Qadâ, nüzul I inmek manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ey Mâlik! Rabbin, üzerimize qadâ etsin {(yani,) ölü*mü indirsin I bizi Öldürsün}! (Zuhruf777)
Onların üzerine qadâ edilmez (yani, onlara ölüm in*mez} ki ölsünler. (Fâtır/36)
Ne zaman ki o'nun üzerine ölümü qadâ ettik (yani, o'na ölümü indirdik}... (Sebe'/14)
Mûsâ ona bir yumruk vurdu, onun üzerine qadâ etti (yani, ona Ölümün inmesine sebep oldu}. (Kasas/15) 6. Qadâ; vâcib /gerekli olmak, icab etmek manasın*da kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Emr qadâ edildi {yani, azâb gerekli oldu; Nuh kavmi üzerine vuku buldu}. Ve (iş bitti, gemi) Cûdî [engince bir dağ] üzerine istiva etti. (Hûd/44)
Emrin qadâ edileceği (yani, azabın ateş ehline gerekli olup vuku bulacağı} o Hasret Günü ile onları inzâr et! (Meryem/39)
Emr qadâ edilince (yani, azâb, ateş ehline gerekli olup vuku bulunca} şeytan da der ki:... (İbrâhîm/22)
İstifta ettiğiniz o emr qadâ edilmiştir (yani, o emr ge*rekli olmuştur I meselenin bu şekilde gerçekleşmesi icab etmiştir}. (Yûsuf/41) 7. Qadâ, yazmak manasında kullanılır; isa'nın du*rumu hakkındaki şu âyette olduğu gibi:
O, qadâ edilmiş bir emrdir (yani, Isâ(nın babasız do*ğacağı), Allah tarafından qadâ edilmiş bir iştir: o'nun var olacağı Levh-i Mahfuz'da yazılmıştır}. (Meryem/21) 8. Qadâ, tamamlamak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Mûsâ süreyi qadâ edince (yani, Mûsâ şartını tamam*layınca}... (Kasas/29)
Bu iki süreden hangisini qadâ edersem {yani, ta*mamla/sam}... (Kasas/28)
Gündüz ne kazandığınızı bilir. Sonra sizi, belirli süre qadâ edilsin (yani, tamamlasın} diye onda uyandırır. (En'âm/60)
Sana onun vahyi qadâ edilmeden (yani, Cibril sana vahy işini tamamlamadan] Önce Kur'ân'ı acele etme. (Tâ-Hâ/114)
Onlardan kimisi adağını qadâ etti {yani, yerine getir*di/tamamladı}. (Abzâb/23) 9. Qadâf;fasl [ayırma Iayırılma] manasında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Aralarında hak ile qadâ edilecek (yani, araları hak ile ayırılacak}... (Zümer/69)
Emr qadâ edilmiş olur (yani, azâb ile benim ve sizin aranız ayırılırj, sonra kendilerine göz açtırılmazdfl
(En'âm/8)
Rasûlleri geldiğinde, aralarında qıst ile qadâ edilir {yani, araları ayırılırj. (Yûnus/47)
Muhakkak ki Rabbin Kıyamet Günü aralarında qadâ edecektir {yani, aralarını ayıracaktır}. (Yûnus/93) 10. Qadâ, halketmek /yaratmak manasında kulla*nılır; şu âyette olduğu gibi:
Böylece onları yedi gök olarak qadâ etti {yani, halket-tilyarattı}. (Fussilet/12) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
154. Yesîr
Yesîr, üç şekilde tefsir edilir: 1. Yesîr, kolay anlamına gelir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bilmez misin ki, Allah gökte ve yerde olanı bilir. Şüphesiz bütün bunlar bir kitaptadır. Gerçekten bu Allah'a göre yesîr'dir {yani, başa gelecek musibetler Levh-i Mahfuz'da yazılmıştır; (dolayısıyla bunları bilmek Allah'a, kolaydır)}. (Hacc/70)
Bir yaşatılana uzun Ömür verilmesi de, ömründen eksiltilmesi de mutlaka bir kitaptadır. Şüphesiz şu, Allah'a göre yesîr'dir {yani, hîn [kolaydır]. Ve O'na zor değildir}. (Fâtır/11) 2. Yesîr, serî I hızlı manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Şu yesîr bir ölçektir {yani, kendisinde bir engel bu*lunmayan serî/hızlı bir ölçmedir!. (Yûsuf/65) 3. Yesîr, hafi jgizli manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Sonra, onu yesîrce {yani, gizlice} Kendimize qabzedi-yoruz {(yani, çekip alıyoruz)}. (Furkân/46) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:23
kral41
155. Dalal
Dalâl, sekiz şekilde tefsir edilir: 1. Dalâl ile, küfr kasdedilmiştir; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
{iblis dedi ki}: "Onları dalâlete düşüreceğim" {yani, hidayetten saptıracağım da küfredecekler}. (Nisâ/119)
Andolsun ki o {yani, iblis} içinizden birçok cibületleri dalâlete düşürdü (yani, içinizden birçok halkı saptı*rıp küfretmelerine sebep oldu}. (Yâ-Sîn/62)
Andolsun ki onlardan önce, evvelkilerin ekserisi da*lâlette idi (yani, küfretmişti}. (Sâffât/71)
Benzeri buyruklar çoktur. 2. Dalâl, bir şeyden -küfr olmaksızın- uzaklaştır*mak, ayırmak manasında kullanılır; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
(Ey Nebi!/ Onlardan bir taife, seni dalâlete düşürme*yi (yani, seni haktan ayırmayı, uzaklaştırmayı! kur*muşlardı. (Nisâ/113)
(Ey Dâuûd!} Hevâya tâbi olma! O takdirde seni Al*lah'ın yolundan dalâlete düşürür (yani, hevâ seni -küfür sözkonusu olmaksızın- hükümde Allah'ın ta-atinden ayırır I uzaklaştırır}, (Sâd/26) 3. Dalâl, hasar I ziyan manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kâfirlerin keydi, başka değil, dalâl ((yani, ziyan)} içindedir. (Mü'min/25)
Şüphesiz ben o vakit apaçık bir dalâl (yani, hüsran-!ziyan} içindeyimdir. (Yâ-Sîn/24)
(Ya'kûb'un oğulları dediler ki}: "Doğrusu babamız apaçık bir dalâl (yani, Yûsuf a beslediği sevgiden do*layı hüsran jziyan} içindedir." (Yûsuf/8)
Tallahi, sen cidden eski dalâlinde (yani, Yûsuf a bes*lediğin sevgiden dolayı hüsranda!ziyanda] berde*vamsın. (Yûsuf/95)
(Şehirdeki kadınlar, 'Azizin karısı için dediler ki}: "Şüphesiz biz onu, apaçık bir dalâl (yani, Yûsuf'a duyduğu sevgiden dolayı apaçık hüsran I ziyan} için*de görüyoruz." (Yûsuf/30) 4. Dalâl, şeqâ'I bedbahtlık manasında kullanılmış*tır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Siz başka değil, büyük bir dalâl (yani, sürüp giden bir bedbahtlık/ içindesiniz. (Mülk/9)
Bir dalâl (yani, bedbahtlık} ve çılgınlık içinde... (Ka*mer/24)
Muhakkak ki mücrimler bir dalâl (yani, bedbahtlık ve meşakkat} ve çılgınlık içindedirler. (Kamer/47)
Hayır, âhirete îmân etmeyenler azâb ve uzak bir dalâl (yani, sürüp giden bir bedbahtlık} içindedirler. (Sebe'/8) 5. Dalâl, ibtâl manasında kullanılmıştır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Küfreden ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar var ya, (Allah) onların amellerini dall eder (yani, Allah onla*rın amellerini ibtal eder}. (Muhammed/1)
Allah yolunda katledilenler var ya, (Allah) onların amellerini dall etmez Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(yani, onların amellerini ih*lal etmez}. (Muhammed/4)
Onlar ki, dünya hayatta sa'yları dall olmuştur (yani, bu hayattaki amelleri ibtal olmuştur}. (Kehf/104) 6. Dalâl ile, hata [yanlışlık, isabetsizlik] kasdedü-miştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlar başka değil, hayvanlar gibi, hattâ sebilce [yol*ca] daha dalâlettedirler {yani, tarîk/yol bakımından daha hatalıdırlar}. (Furkân/44)
Benzeri bir buyruk da A'râf sûresinde yer almakta*dır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
İlerde, azabı gördükleri vakit, sebîlce/yolca kimin da*lâlette fyani, tarîk I yol bakımından kimin hatalı} ol*duğun^'bileceklerdir. (Furkân/42)
Kim Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne isyan ederse, apaçık bir dalâlet ile dalâlete {yani, tavîl [alabildiğine bü*yük] bir hata ile hataya} düşmüş olur. (Ahzâb/36)
Dalâlete (yani, vârislere mirası paylaştırma husu*sunda hataya} düşmeyesiniz diye Allah size bildiri*yor. (Nisâ/176) 7. Dalâl ile, cehalet kasdedilmiştir; Musa'nın ağ*zından nakledilen şu sözde olduğu gibi:
{Mûsâ} dedi ki: "O vakit onu işledim ve ben dâllînden {yani, onu işledim ve ben o vakit câhillerden} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
idim." (Şu'arâ/20) 8. Dalâl, nisyân I unutmak manasında kullanılmış*tır; şu âyette olduğu gibi:
O ikisinden biri dalâlete düşerse {yani, o iki kadın*dan biri şehadet edeceği hususu unutursa}, diğeri ha*tırlatsın. (Bakara/282) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
156. Âyet
Âyet, iki şekilde tefsir edilir: 1. Âyet, ibret manasında kullanılır; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Biz Meryem'in oğlunu ve o'nun anasını bir âyet {ya*ni, ibret} kıldık. (Mü'minün/50)
Neticede o'nu ve gemi arkadaşlarını necata çıkardık ve onu âlemler için bir âyet {yani, İbret] kıldık. (Anke-bût/15)
Bunun bir benzeri de Kamer sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Şüphe yok ki şunda, îmân eden/edecek bir kavm için âyetler {yani, ibretler} vardır. (Nahl/79) 2. Ayet, 'alâmet manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlar için bir âyet {yani, ıalâm,et} de, zürriyetlerini o dolu gemide taşimamızdır. (Yâ-Sîn/41)
Sizi topraktan yaratması, sonra da beşer olup yayıl*manız O'nun âyetlerin dendir {yani, Rabbin bir ve tek olduğunun alâmetlerin dendir}. (Rûm/20)
Göğün ve yerin O'nun emri {yani, işi i fiili} ile durması da O'nun âyetlerindendir (yani, Rabbin bir ve tek olduğunun alâmetlerindendir. -Öyleyse, fiillerin*den I sanatından hareketle O'nun vahdaniyyetini ta*nıyıp bilin-}. (Rûm/25)
Sizin için nefislerinizden eşler halketmesi de O'nun âyeti erin dendir {yani, Rabbin bir ve tek olduğunun alâmetlerindendir. -Öyleyse sanatından I fiillerinden hareketle O'nun vahdaniyyetini tanıyıp bilin-}, (Rûm/21)
Benzeri âyetler çoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:24
kral41
157. Yevm
Yevm, dört şekilde tefsir edilir: 1. Yevm, azız ve celîl Allah'ın dünyayı halkettiği al*tı günden her biri manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Siz yeri iki günde halkedene mi küfrediyorsu*nuz?" (Fussilet/9)
Ve onda gıdalarını dört günde takdir etti. (Fussilet/10)
Bu suretle onları yedi sema olarak iki günde qadâ et*ti. (Fussilet/12)
İşte böylece altı gün tamamlanmış olmaktadır.
O Allah ki semavâtı, arzı ve ikisi arasmdakileri altı günde {bu günler, Allah indinde dünya günleri gibi*dir} halketti. (Secde/4)
Gerçek şu ki, Rabbinin indinde bir gün, sizin saydığı*nız bin yıl gibidir. (Hacc/47) 2. Yevm, dünya günleri manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Semâdan arza emri tedbir eder. Sonra, miktarı {yani, Cebrail'in nüzul I iniş miktarı} sizin saymanıza göre bin yıl olan bir günde {dünya günlerinden bir günde} O'na çıkar. (Secde/5) 3. Yevm; Kıyamet Günü, (âhiret) manasında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O Gün {yani, âhiret'te, (Kıyamet Gününde)} hiç kim*seye zerrece zulmedilmez. (Yâ-Sîn/54)
Cidden O Gün {yani, âhiret'te, (Kıyamet Gününde)} ashâb-ı cennet... (Yâ-Sîn/55)
O Gün {yani, âhiret'te, (Kıyamet Gününde)} herkese kazandığının karşılığı verilir. (Mü'min/17)
Benzeri buyruklar çoktur.
O Gün {(yani, âhiret'te)} ağızlarını mühürleriz... (Yâ-Sîn/65) 4. Yevm, hin [vakit I zaman] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Doğduğu gün ({yani, vakit)}, öleceği gün ({yani vakit)} ve diri olarak çıkarılacağı gün {yani, hin j vakit} o'na selâm olsun. (Meryem/15)
{Isa dedi ki}: "Doğduğum gün ({yani, vakit}), öleceğim gün {yani, hin I vakit} ve diri olarak çıkarılacağım gün {yani, hînlvakit} selâm üzerimedir." (Meryem/33)
Göçtüğünüz günde {yani, vakitte} ve ikamet ettiğiniz günde {yani, vakitte},., (Nahl/80)
Onun hasadı günü (yani, ürünlerinizi hasad ettiğiniz [derdiğiniz, topladığınız] vakit} de hakkını verin! (En'âm/141) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
158. El-Âhiret
el-Âhiret, beş şekilde tefsir edilir: 1. el-Âhiret, kıyamet / kalkış manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Muhakkak ki âhirete (yani, Kıyamet (Günü'n)de ölümden sonra dirilişe} îmân etmeyenler, caddeden sapmaktadırlar. (Mü'minûn/74)
Âhiret ve evvel (yani, dünya ve âhiret [başlangıç ve son]} elbet Bizimdir. (Leyl/13)
Benzeri buyruklar çoktur. 2. el-Âhiret ile, hasseten cennet kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Andolsun ki onlar onu satın alan kimsenin âhirette bir payı (yani, cennetten bir nasibi} olmadığını bili*yorlardı. (Bakara/102)
Aynı sûrede bunun bir benzeri daha yer almakta*dır: Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Rabbinin indinde âhiret muttakiler içindir. (Zuh-ruf/35)
İşte o âhiret yurdu (yani, cennet} var ya, Biz onu yer*yüzünde ululuk/yücelik irade etmeyenlere ayırdık. (Kasas/83)
Âhirette (yani, cennette} onun nasibi yoktur. (Şû-râ/20) 3. el-Âhiret ile, hasseten cehennem kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Ahiretten (yani, cehennem azabından} çekinen ve Rabbinin rahmetini uman... (Zümer/9) 4. el-Âhiret ile, kabir kasdedilmiştir; şu âyette ol*duğu gibi:
Allah îmân edenlere dünya hayatta ve âhirette (yani, kabirde Münker-Nekir'in sorgulayacağı vakitte} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sabit söz üzere sebat verir. (İbrâhîm/27) 5. el-Âhiret, ahır [son jsonuncu] anlamına gelir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Biz bunu âhiret millette (yani, son millette [dînde]: isa'nın milletinde —ki o, Nebi'den (a.s) önceki ümmet*lere gelen milletlerin sonuncusu idi-} işitmedik. (Sâd/7)
Derken âhiret va'di (yani, sonuncusunun vakti: ken*dilerine va'd ettiği iki azâbtan sonuncusunun vakti} geldiğinde... (ısrâ/7) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:24
kral41
159. En-Nür
en-Nâr, on şekilde tefsir edilir: 1. Nûr ile, islâm dîni kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah'ın nurunu (yani, Allah'ın dinini} ağızlarıyla söndürmeyi irade ediyorlar. Allah ise nurunu {yani, dînini} tamamlamaktan (yani, muzaffer I üstün kıl*maktan} .başkasını istemez. (Tevbe/32)
Allah dilediği kimseyi nuruna (yani, dînine} hidâyet eder. (Nûr/35)
Bunun bir benzeri de Saff sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 2. en-Nûr ile, îmân kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Kendisine, insanlar içinde onunla yürüyecek bir nûr (yani, kendisiyle hidâyet bulacağı bir îmân} kıldığı*mız/yaptığımız kimse... (En'âm/122)
Sizin için kendisiyle yürüyeceğiniz bir nûr (yani, ken*disiyle hidâyet bulacağınız îmân} kılsın/yapsın... (Hadîd/28)
Onları zulumâttan nura (yani, küfürden îmâna} çıka*rır. (Bakara/257) 3. Nûr kelimesiyle, hudâ I hidâyet kasdedilmiştir;
şu âyette olduğu gibi:
Allah semaların ve arzın nurudur (yani, hadisi [yol göstericisi I rehberidir]}. Nurunun (yani, hidâyetinin [yolgöstermesinin jrehberliğinin]} meseli... (Nûr/35) 4. Nûr ile, Nebi kasdedilmiştir; şu âyette böyledir:
Nûr üstüne nurdur (yani, nebi neslinden gelen nebi*dir Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nûr/35) 5. Nûr ile, gündüzün ışığı f aydınlığı kasdedilmiş*tir; şu âyette olduğu gibi:
Zulumâtı/karanlıkları ve nuru (yani, gündüzün ışığı*nı/aydınlığını} yapmıştır. (En'âm/1) 6. Nûr ile, ayın ışığı /aydınlığı kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
İçlerinde qameri bir nûr (yani, ayı, semadakiler ve yerdekilerin kendisi ile aydınlandığı bir ışık} kılmış*tır/yapmıştır. (Nûh/16)
Münîr bir qamer (yani, yeryüzündekiler için aydın*lık! ışık saçan bir ay}... (Furkân/61) 7. Nûr ile, Allah'ın Kıyamet Günü Sırat üzerinde mü'minlere vereceği ışık kasdedilmiştir; Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
şu âyetler*de olduğu gibi:
Sa'y edecek önlerinde onların nurları (yani, Allah'ın mü'minlere Sırat üzerinde vereceği ışık}... (Hadîd/12)
{Münafıklar Sırat üzerinde onlara diyecek ki}: "Bize bakın da nurunuzdan iktibas edelim" [yani, ışığını*zın aydınlığında yürüyelim}. (Hadîd/13)
Onların nurları {yani, Allah'ın Sırat Üzerinde mü'min-lere vereceği hidâyet} sa'y edecek önlerinde... (Tahrîm/8) 8. en-Nûr ile, Tevrat'taki helâl, haram, hükümler ve mev'ızeler kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Şüphesiz Tevrat'ı Biz indirdik; onda bir hidâyet ve bir nûr {yani,, helâlin, haramın, emr ve nehyin beyanı ~ki bu,
karanlıktaki ışık mesabesindedir-} vardır. (Mâide/44) ç
De ki: "Musa'nın (insanlar için bir nûr ve hidâyet ol*mak üzere) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
getirdiği {yani, karanlıkta ışık mesabe*sinde olan, helâl ve haramı, emr ve nehyi beyan eden} o kitabı {yani, Tevrat'ı} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
kim indirdi?" (En'âm/91)
Andolsun ki Biz Mûsâ ve Harun'a vermiştik bir fur-kân, bir ziya Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
[ışık]... (Enbiyâ/48) 9. en-Nûr ile, Furkân I Kur'ândaki helâl ve hara*mın beyanı kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
O halde Allah'a, O'nun Rasûlü'ne ve indirdiğimiz nu*ra {yani, karanlıkta ışık mesabesinde olan; helâlin, haramın, emr ve nehyin beyan edildiği Kur'ân'aj îmân edin! (Teğâbün/8)
Ve o'nun beraberinde indirilen nura {yani, Nebi'nin (s.a) beraberindekine: onda bulunan ve karanlıktaki ışık mesabesinde olan beyana} tâbi olanlar... (A'râf/157) 10. en-Nûr ile, mübarek ve yüce Rabbimizin nuru kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Arz Rabbinin nuruyla aydınlanacak. (Zümer/69) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
160. Es-Selâm
es-Selâm, beş şekilde tefsir edilir: 1. es-Selâm, Allah'ı vasfetmek için kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
{Allah} selâmdır, mü'mindir. (Haşr/23)
Selâm sebilleri {yani, Allah'ın dîni İslâm}... (Mâide/16)
Allah ise dâm's-selâm'a {yani, cennetine} çağırır. (Yû*nus/25)
Dâru's-selâm {yani, Allah'ın cenneti} onlar içindir. (En'âm/127) 2. es-Selâm ile, hayr kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Artık onlardan geç ve "Selâm" de {yani, hayırlı şeyler söyle}! (Zuhruf/89)
Cahiller onlara hitap ettiğinde, "Selâm" derler {yani, hayırlı sözlerle karşılık verirler}. (Furkârı/63)
(Lağv işittiklerinde), "Selâm size" (derler) {yani, ha*yırlı sözlerle karşılık verirle?-}, "bizim cahillerle işimiz yok." (Kasas/55)
(("Putları kötülemekten ve tevhide imandan vazgeç*mezsen seni recmederim" diyen) babasına ibrâhîm}: "Selâm sana" (dedi) {yani, hayırlı sözlerle karşılık verdi}... (Meryem/47)
Hani o'nun üzerine girip "Selâm" demişlerdi {yani, hayırlı sözler söylemişlerdi} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Hicr/52) 3. Selâm ile, güzel sena I övgü kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Âlemler içinde Nuh'a selâm {yani, güzel senalar I öv*güler, -ardından Nûh için güzel ve övücü sözler söyle*nir-}. (Sâffât/79) '
Mûsâ ve Harun'a selâm {yani, güzel senalar /övgüler, -arkalarından onlar için güzel senalar /övgüler söyle*nir-}. (Sâffât/120)
İbrahim'e selâm {yani, güzel senalar I övgüler}. (Sâf-fât/109)
Muhsinlere böyle karşılık veririz. (Sâffât/110)
Gönderilenlere selâm {yani, güzel senalar I övgüler}. (Sâffât/181) 4. es-Selâm ile, serden selâmette / esenlikte olmak kasdedilmiştir; şu âyetlerde böyledir:
(Allah buyurdu ki): "Ey Nûh! Bizden bir selâm {yani, suda boğulmaktan ve benzeri serlerden bir selâmet-Iesenlik} ile in!" (Hûd/48)
Ey ateş! İbrahim'e serin ve selâm {yani, ateşin sıca*ğından ve soğuğundan yana selâmet!esenlik} ol! (En*biyâ/69)
Artık Ashâbu'l-Yemîn'den sana selâm {onların gü*nahlarını bağışlayıp iyiliklerini mükâfaatlandıracağı vakit Allah'ın selâmı onlara}. (Vâkıa/91)
Onlara selâm ile emin bir şekilde girin {Allah işlerin*de onlar için selâmet I esenlik verecek}. (Hicr/46)
Ona selâm {(yani, selâmet I esenlik)} ile girin. İşte bu hulûd günüdür. (Kaf/34) 5. es-Selâm kelimesi ile, müslümanların birbirleri*ne verdikleri selâm ile cennetliklerin selamlaşması kas*dedilmiştir; şu âyetlerde bu anlamdadır:
Ne zaman (bu) evlere girerseniz, Allah tarafından mübarek ve güzel bir selâm olmak üzere birbirinize selâm verin. (Nûr/61)
Melekler her kapıdan onların üzerine girip, "Sabret*menize karşılık selâm size" (derler). (Ra'd/23-24) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:29
kral41
161. El-Ah
el-İhâ', altı şekilde tefsir edilir: 1. el-Ah ile, ana-baba-bir, ya da ana-bir, yahut ba-ba-bir kardeş kasdedilir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Nefsi onu {yani, Adem'in oğlunu}, kardeşini {yani, ana-baba-bir kardeşini} katletmeye şevketti. (Mâide/30)
...kardeşimin (yani, ana-baba-bir kardeşimin} cesedi*ni gömemedim. (Mâide/31)
Erkek yahut kızkardeşi varsa... (Nisâ/12) Ve benzeri buyruklar. 2. el-Ah ile, ana-baba-bir, baba-bir, ana-bir kardeş*lik ya da dînde kardeşlik değil, nesebte kardeşlik [neseb birliği, kavimdaşlık] kasdedilrr; şu âyetlerde olduğu gi*bi:
Ad'a da-, kardeşleri {yani, soydaşları /kavimdaşlarıj Hûd'u gönderdik. (Hûd/50)
Hûd onların, ne dînde kardeşi, ne de ana-baba-bir, baba-bir, ana-bir kardeşleri idi; fakat neseb/soy iti*bariyle onlarla kardeşti: kavimdaştı.
Medyen'e de kardeşleri (yani, soydaşları Ikavimdaş-larıj Şu'ayb'ı gönderdik. (A'râf/85; Hûd/84; Anke-bût/36)
Şu'ayb, onlarla ne dînde kardeş, ne de ana-baba-bir, baba-bir, ana-bir kardeş idi; fakat neseb/soy iti*bariyle onlarla kardeşti.
Bunun bir benzeri de Şu'arâ sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 3. el-Ah ile, dînde kardeşlik ve şirkte velilik anlamı*na kardeşlik kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kardeşleri (yani, dînde ve şirkte velayet hususunda kâfirlerden şeytanların kardeşleri} ise onları ğayy'da bırakırlar. (A'râf/202)
Çünkü saçıp savuranlar, (dîn ve velayet hususunda} şeytanların kardeşleridir. (İsrâ/27) 4. el-Ah ile, islâm dîninde ve velayet hususunda kardeşlik kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Ancak mü'minler kardeştir (yani, İslâm dîninde ve velayet hususunda sadece mü'tninler kardeştir}. (Hu-curât/10) 5. el-Ah ile, arkadaş kasdedilmiştir; şu âyetlerde oiduğu gibi:
Bu benim kardeşimdir (yani, arkadaşımdır}. Onun doksan dokuz koyunu var. (Sâd/23)
Sizden biriniz ölmüş kardeşinin (yani, arkadaşının} etini yemeyi sever mi? (Hucurât/12) 6. el-Ah kelimesi ile, sevgi ve muhabbette kardeşlik kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Kardeşler {yani, birbirlerine besledikleri sevgi ve mu*habbet itibariyle kardeşler} olarak sedirler üzerinde karşılıklı otururlar. (Hicr/47) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
162. El-Meveddet
el-Meveddet, dört şekilde tefsir edilir: 1. el-Meveddet, muhabbet i sevgi manasında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Muhakkak ki îmân edip sâlih ameller işleyenler var ya, Rahman onlar için bir vüdd yapacak (yani, Rabb'leri onları sevecek ve dostalarına da sevdirecek*tir}. (Meryem/96)
Şüphesiz Rabbin rahimdir, vedûdtur (yani, dostlarını sevendir}. (Hûd/90)
O gafurdur, vedûdtur {yani, dostlarını sevendir}. (Bu-ruc/15)
Aranızda bir meveddet {yani, sevgi} yapmıştır. (Rûm/2p 2. el-Meveddet, nasihat [birinin iyiliğini istemek] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ey îmân edenler! Benim de düşmanım, sizin de düş*manınız olanları velîler edinmeyin; onlara meveddet ilka ediyorsunuz {yani, nasihat ilkâ ediyorsunuz [iyi*liklerini istiyorsunuz]}... (Mümtehine/1)
Onlara gizli bir meveddet beslemeyin {yani, nasihat ver*meyin [içten içe iyiliklerini istemeyin]}! (Mümtehine/1)
Olur ki Allah onlardan düşmanlık ettiklerinizle sizin aranızda bir meveddet {yani, nasihat [iyiliklerini is*teyecek bir durum}} meydana getirir. (Mümtehine/7) 3. el-Meveddet kelimesi, sıla [akrabalık bağını gö*zetmek] manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gi*bi:
De ki: "Buna karşılık sizden -akrabalıkta meveddet {yani, akrabalık bağını gözeterek bana eziyet etmeme*niz ve Rabbimin risaletini tebliğ edebilmem için beni korumanız} hariç- ücret istemiyorum." (Şürâ/23) 4. el-Meveddet ile, dinde (meveddet I sevgi) kasde-dilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Olur ki Allah onlardan düşmanlık ettiklerinizle sizin aranızda {(dîn ve velayet hususunda)} bir meveddet {bir dostluk I sevgi} meydana getirir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Mümtehine/7) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Kendisiyle sizin aranızda, {dîn ve velayet hususunda} bir meveddet {(yani, dostluk, bağlılık, sevgi)} olma*mış gibi... (Nisâ/73) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:29
kral41
163. El-Cîdâl
el-Cidâl, iki şekilde tefsir edilir: 1. el-Cidâl, husûmet /mücâdele manasında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlar Allah hakkında cidal ediyorlar '{yani, onlar Al*lah hakkında Nebi'ye karşı hasımlık I mücâdele ediyor*lar}. Oysa O'nun muhavvilesi şiddetlidir. (Ra'd/13)
{İbrahim}, Lût kavmi hakkında Bize karşı cidale ko*yuldu {yani, Bize karşı hasını oldu i mücâdeleye giriş*ti}. (Hûd/74)
Hakkı bâtıl ile gidermek için cidal ettiler {yani, ha-sımlaştılar[mücâdele ettiler}. (Mü'min/5)
insanlardan bazısı herhangi bir ilme dayanmaksızın Allah hakkında cidal eder (yani, hasımlaşır! mücâde*le eder}. (Hacc/3) 2. el-Cidâl, tartışmak / münakaşa etmek manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Haccta cidal (yani, tartışmak i münakaşa etmek} yok. (Bakara/197)
"Ey Nûh! Bizimle gerçekten cidal ettin {yani, tartış*tın [münâkaşa ettin}, (tartışmayı I münâkaşayı da} ço*ğalttık/dediler. (Hûd/32)
Allah'ın âyetleri hakkında kâfirlerden başkası cidal etmez (yani, tartışmaz I münakaşa etmez}. (Mü'min/4) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
164. El-Birr
el-Birr, üç şekilde tefsir edilir: 1. el-Birr ile, sıla I akrabalık bağını gözetmek kas-dedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah'ı yeminleriniz için mani yapmayın, birr {yani, akrabalık bağını gözetmek} hususunda... (Baka*ra/224)
Allah sizi nehyetmez: dîn hususunda sizinle savaş*mamış, sizi diyarınızdan çıkarmamış olanlara birr yapmaktan ((yani, böylelerine karşı akrabalık bağını gözetmekten)}... (Mümtehine/8) 2. el-Birr, itaat manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Birr Ima'siyeti terk [itaat]} ve taqvâ üzere yardım" şın! (Mâide/2)
Aynı sûrede benzeri bir buyruk daha vardır Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
{Yahya}, ana-babasma berr {yani, ma'siyeti terkeden [itaatkâr]} idi. (Meryem/14)
Aynı sûrede bunun bir benzeri daha vardır, yani, ana-babasma itaatkârdır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Beni anama berr {yani, beni anam Meryem'e itaat*kâr} kıldı. (Meryem/32)
Birr (yani, itaatkârlıkj ve taqvâ hususunda konuşun! (Mücâdele/9)
Şüphe yok ki ebrar'm [birr'in çoğulu] {yani, itaatkâr*ların} kitabı illiyyîndedir. (Mutaffîfîn/18)
3. el-Birr, taquâ manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Siz sevdiğiniz şeylerden infak edinceye karar birre {yani, sadaka [zekat] hususunda sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe takvanın tamamına} erişemezsiniz. (Âl-i İmrân/92)
Yüzlerinizi doğu ve batıya döndürmeniz birr {yani, taqvâ} değildir. {Benzeri başka işler yapmanız da birr/taqvâ değildir}. Fakat birr {yani, taqvâ} o kimse*nin yaptığıdır ki: Allah'a îmân etmiş... (Bakara/177)
insanlara birr'i {yani, nebi Muhammed'e tâbi olmak suretiyle Allah'a itaati} emredip, kendinizi unutur musunuz? (Bakara/44) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:30
kral41
165. El-İsm
el'İsnı, beş şekilde tefsir edilir: 1. el-îsm kelimesiyle, şirk kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Rabbaniler ve ahbâr onları ism-sözden {yani, şirk sözü söylemekten} nehyetmeli değil miydüer?! (Mâide/63) 2. el-İsm kelimesi, ma'siyet [itaatsizlik/isyan] ma*nasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kim fie aşın açlık (veya, hayatî bir zorunluluk) duru*munda (Allah'ın haram kıldığı ölmüş hayvanın etini ve haram olan başka yiyecekleri yemeye} mecbur kalır da ism'e meyi etmeksizin (yani, ma'siyet kasdı taşı*maksızın!... (Mâide/3)
Rabbim sadece fevâhişi (.....) ve ism'i {yani, ma'siyeti}
haram kıldı. (A'râf/33)
İsm {yani, ma'siyet} ve düşmanlık üzere yardimlaş-maym! (Mâide/2)
Onlara karşı ism {yani, ma'siyet} ve düşmanlık ile birleşip yardımlaşıyorsunuz. (Bakara/85)
îsm {yani, ma'siyet I günah} ve düşmanlık (yani, zulm} hususunda konuşmayın! (Mücâdele/9) 3. el-İsm kelimesi, zenblgünah manasında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kim iki günde (dönmek için) acele ederse, ona ism {yani, zenb I günah} yoktur. (Bakara/203) Onu bir bühtan ve apaçık bir ism {yani, zenb i günahı ile alır mısınız?! (Nisâ/20) 4. el-İsm kelimesiyle, zina kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
İsm'in {yani, zinanın} zahirini {yani, alenisini} de, bâtınını {yani, gizlisini} da bırakın! (En'âm/120) 5. el-İsm kelimesiyle, hatâ kasdedilmiştir; şu âyet*te olduğu gibi:
Kim vasiyet edenin meylinden yahut ism'inden kor-karsa {yani, kasden veya hatâen (haksızlık ettiğini bi*lirse)}... (Bakara/182) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
166. Müsteqarr Ve Müstevda'
Müstaqarr ve müstevda', üç şekilde tefsir edilir: 1. Müsteqarr, nutfenin kadınların rahmlerinde ka*rar bulması; müstevda' da, nutfenin erkeklerin sulble-rinde bulunması halidir; şu âyette olduğu gibi:
Sizi tek nefsten inşâ eden O'dur. Demek bir müste-qarr {yani, nutfenin kadınların rahimlerinde karar bulma yeri} bir de müstevda' {yani, erkeklerin sulble-rinde bulunup henüz yaratmadığı ve yaratacağı var*lıklar} vardır. (En'âm/98) 2. Müsteqarr, canlıların geceleyin karar kıldıkları yer; müstevda' da ölümleri vakti manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Yeryüzünde, rızkı Allah'a ait olmayan hiçbir canlı yoktur. Onların müsteqarrım {yani, geceleyin karar kıldıkları yeri} ve müstevda'smı {yani, öldüklerinde bırakıldıkları yeri} bilir. (Hûd/6) 3. el-Müsteqarr, müntehi [sonunda varılacak /karar kılınacak yer] anlamına gelir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Güneş de, kendisine mahsus bir müsteqarr {yani, ka*rar kılacağı j sonunda varıp duracağı yer} için cere*yan ediyor. (Yâ-Sm/38)
Her haberin bir musteqarrı {yani, her hadîsin [sözün] bir nihayeti /varacağı son bir noktası} vardır. (En'âm/67)
Her emrin bir müsteqarrı vardır. (Kamer/3) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:30
kral41
167. Maqâm
Maqâm, dört şekilde tefsir edilir: 1. Maqâm, mesken manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Böylece onları bostanlardan, pınarlardan, hazineler*den ve kerîm maqâmlardan (yani, güzel meskenler*den! çıkardık. İşte böyle. Ve İsrâîloğulları'm onlara vâris kıldık. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Şu'arâ/57-59)
Doğrusu muttakiler, {ölümden yana} enim bir ma-qâmdadırlar {(yani, meskendedirler)}. (Duhân/51) 2. Maqâm kelimesi, ikâmet etmek, durmak /kal*mak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ey kavmim! Eğer benim nıaqâmım {yani, içinizde durmam I kalmam} size ağır geliyorsa... (Yûnus/71)
Ey Yesrib ahalisi! Sizin için muqâm yok/değildir {ya*ni, sizin için Ahzâb ile birlikte durmak yoktur, onlar için ikâmet etmeyin}. (Ahzâb/13) 3. Maqâm ile, Kıyamet Günü Allah'ın önünde kı*yamda/ayakta durmak kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Rabbinin maqâmmdan korkana iki cennet vardır
{yani, Kıyamet Günü O'nun rahmeti önündeki haram arzu ve isteklerini dünyada terkeden kimseler için iki cennet vardır}. (Rahmân/46)
İşte bu, maqâmrmdan {yani, huzurumda durmaktan! korkanlar ve tehdidimden korkanlar içindir. (İbrâ-hîm/14) 4. Maqâm, mekân manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Bizden hiç kimse yoktur ki, onun için malum bir ma-
qâm {yani, biz meleklerden hiç kimse yoktur ki, Al*lah'a ibâdet için bir mekanı} olmasın. (Sâffât/164)
Ben onu sana, sen maqâmmdan {yani, şu anda otur*makta olduğun mekândan} kalkmadan önce getiri*rim. (Neml/39) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
168. Burhan
Burhan, iki şekilde tefsir edilir: 1. Burhan, hüccet/delil manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Yine de O'nu bırakıp başka ilahlar edindiler. "Burhâmmzı {yani O'nunla birlikte ilahlar bulunduğuna dair hüccetinizi I delilinizi} getirin" de! (Enbiyâ/24)
(Onların putları mı hayırlı), yoksa ilkin yaratan, son*ra onu tekrar edecek olan, size gökten ve yerden rı-zık veren mi?! Allah ile birlikte başka bir ilah mı var?! De ki: "Öyleyse haydi burhanınızı (yani, Allah ile birlikte başka ilahlar bulunduğuna dair hücceti*nizi I delilinizi} getirin!" (Neml/64) 2. Burhan kelimesi, âyet [belge, işaret, alâmet] ma*nasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İşte bunlar Rabbinden sana iki burhandır {yani, Rabbinden sana iki âyettir [işarettir f alâmettir/bel*gedir}. (Kasas/32)
Eğer Rabbinin burhanını {yani, Rabbinin âyetini-lişâretini} görmeseydi... (Yûsuf/24) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:31
kral41
169. Es-Seyyîat
es-Seyyiât, beş şekilde tefsir edilir: 1. es-Seyyiât ile, şirk kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Seyyiât kazanmış {yani, şirk amelleri işlemiş} olanla*ra gelince, bir seyyienin karşılığı onun misliyledir.
(Yûnus/27)
Seyyiât {yani şirk amelleri} yapıp yapıp da, nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında, "Ben şimdi gerçekten döndüm/tevbe ettim" diyene dönüş/tevbe yok. (Nisâ/18) 2. Seyyiât ile, azâb kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Sonunda kazandıklarının seyyiâtı {yani, amellerinin azabı} onlara isabet etti. Onlar da âciz bırakacak de*ğillerdir. (Zümer/51)
Amellerinin seyyiâtı {yani, işledikleri şirk amelleri*nin azabı} onlara isabet edince, kendisiyle alay edip durdukları şey onları kuşattı. (Nahl/34) 3. Seyyiât kelimesi; darlık, sıkıntı manasında kul*lanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kendisine dokunan bir darrâ'nın [darlığın, sıkıntı*nın] ardından ona bir nimet [bolluk/rahatlık] tattırır-sak, "Seyyiât {yani, darlıklar, sıkıntılar} benden git*ti" der. (Hûd/10)
Onları hasenat ve seyyiât ({yani, darlık, sıkıntı)} ile denedik. (A'râf/168) 4. es-Seyyiât kelimesi, şerr/kötülük manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Onun için Allah onu, onların mekrlerinin seyyiâtm-dan {yani, Allah Al-i Fir'avn'dan îmân eden kimseyi, (Fir'avn ve yandaşlarının) yapmak istediklerinin şer*rinden} korudu. (Mü'min/45) 5. Seyyiât kelimesi ile, erkeğin erkekle dübürden ilişkiye girme hayasızlığı [homoseksüellik] kasdedil*miştir; şu âyette olduğu gibi:
Onlar daha önce de seyyiât {yani, erkeklerle dübür*den ilişkiye girme hayasızlığını [homoseksüellik]} ya*pıyorlardı. (Hûd/78) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
170. El-BağyBu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
el-Bağy, dört şekilde tefsir edilir: 1. el-Bağy ile, zulm kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
İsm'i [zenbi/günahı] ve bağy'i {yani, zulmü}... (A'râ^33)
Fahşadan, münkerden ve bağy'den (yani, zulrndenj nehyeder. (Nahl/90)
Ve onlar-ki kendilerine bir bağy {yani, zulm} isabet ettiğinde... (Şûrâ/39) 2. el-Bağy, ma'siyet [isyan itaatsizlik] manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Fakat onları necata çıkarınca, yeryüzünde haksız ye*re bağyederler {yani, ma'siyet işlerler isyan ederler}. Ey insanlar! Bağyiniz {yani, ma'siyetiniz isyanınız} sadece kendi aleyhinizedir {yani, onun zararı size*dir}. (Bu yalnızca), dünya hayatın metaldir. (Yû*nus/23) 3. el-Bağy, hased I kıskançlık manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kendilerini sattıkları o şey ne kötüdür ki: bağy {yani, hased} ederek Allah'ın indirdiklerine küfrettiler. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Bakara/90)
Onlar ancak kendilerine ilm gelmesinin ardından aralarındaki bağy {yani, aralarındaki hased I kıs*kançlık} sebebiyle ayrılığa düştüler. (Şûrâ/14) 4. el-Bağy ile, zina kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Anan da bağy {yani, zinâkâr Izâniyej değildi. (Mer*yem/28)
İffetli olmak istedikleri halde cariyelerinizi bağye [biğâ] {yani, zinaya} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
zorlamayın! (Nûr/33) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:31
kral41
171. Zeru
Zerû, iki şekilde tefsir edilir: 1. Zernî lafzı, beni (onunla başbaşa) bırak/onu ba*na bırak Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bana bırak [zernî], tek olarak halkettiğimi/Beni bı*rak [zernî], tek olarak haîkettiğimle... (Müddessir/11)
Allah Teâlâ, "Beni (onunla başbaşa) bırak!" sözünü, birilerinin Kendisini engelleyeceğinden korktuğu için değil, onu tek başına helak edeceğini beyan sa*dedinde söylemiştir.
{Fir'avn dedi ki}: "Bırakın beni [zerûnî] (yani, beni o'-nunla başbaşa bırakın}, Musa'yı öldüreyim." (Mü'min/26)
Fir'avn, birilerinin kendisini engelleyeceğinden korkmaksızm, "Beni onunla başbaşa bırakın!" de*miştir. 2. Zerû kelimesi, herhangi bir şey için bırakın, iliş*meyin manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
{Salih dedi kij: "Bu Allah'ın dişi devesi, sizin için bir âyettir [işarettir/alâmettir]; onu bırakın/ona ilişme*yin [zerûkâ] Allah'ın arzında otlasın, ona kötülükle dokunmadın!" (A'râtf73)
Faizden arta kalanı bırakın [zerû] (yani, faiz yeme*yin}. (Bakara/278)
Günahın zahirini ve bâtınını bırakın [zerû] (yani, (açık ve gizli) günah işlemeyin}! (En'âm/20) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
172. Efleha
Efleha, iki şekilde tefsir edilir: 1. Efleha; mutlu, bahtiyar manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Mü'minler felah buldu (yani, mutlu I bahtiyar oldu}. (Mü'minûn/1)
Tezekki eden felah buldu (yani, mutlu I bahtiyar ol*du}. (Alâ/14) 2. el-Felâh, fevz [umduğunu ele geçirmek I umduğu*na nail olmak, kurtuluşa ermek] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Hakikat şu ki, mücrimler Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
felah bulmaz/iflah ol*maz (yani, âhirette kurtuluşa ermez, umduğuna nail olmazlar}. (Yûnus/17)
Hakikat şu ki, zâlimler felah bulmaz/iflah olmaz (ya*ni, kurtuluşa ermez, umduğuna nail olmazlar}. (Yû*suf/23) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:32
kral41
173. Et-Tasrîf
et-Tasrîf, beş şekilde tefsir edilir: 1. et-Tasrîf; kaldırmak I yükseltmek, çevirmek ma*nasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Rabbimiz! Bizden cehennem azabını sarfet [asrıf] (yani, bizden cehennem azabını kaldır}. (Furkân/65)
Ondan sû'ı ve fahşâyı tasrîf/sarf etmek (yani, kaldır*mak, gidermek, bertaraf etmek} için böyle yaptık. (Yû*suf/24)
Ayetlerimden sarf ettireceğim (yani, onları âyetle*rimden başka tarafa çevirecek ve âyetlerim hakkında başkalarını küfre sürüklemelerini engelleyeceğim}. (Arâf/146) 2. et-Tasrîf; çeşitlendirmek, kelâmda çeşitli üslup*lar kullanmak manasında kullanılır; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
Andolsun Biz bu Kur'ân'da insanlar için her türlü meselden tasrif [sarrafnâ] (yani, çeşitli üsluplarda türlü türlü açıklamalar} yaptık. (İsrâ/89)
Rüzgarları tasrif etmesinde {yani rahmet ve azâb ara*sında rüzgârları çeşitlendirmesinde}... (Bakara/164)
Bunun bir benzeri de Câsiye sûresindedir.151 3. Ve leqad sarrafnâhu, onu kısımlara ayırdık de*mektir; şu âyette olduğu gibi:
Andolsun ki onu [yani, yağmuru} onların {yani, dün*yadaki yaratılmışların} arasında sarfettik {yani, çe*şitlendi f dik: hazan bu beldeye, hazan da diğer belde*ye yağar}. (Furkân/50) 4. Sarafnâ, yöneltmek I yönlendirmek manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Hatırla ki cinlerden bir grubu sana tasrif etmiştik {yani, yöneltmiştik I yönlendirmiştik}. (Ahkâf/29) 5. et-Tasrîf, 'udül [bir şeyden yüz çevirmek, başka tarafa yönelmek, meyletmek, sapmak] manasında kul*lanılır; şu âyette olduğu gibi:
Allah'ın âyetleri hakkında cidal edenleri görmez mi*sin: nasıl tasrif ediyorlar {yani, îmândan sapıyorlar}! (Mü'min/69) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
174. Et-Teskîn
et-Teskîn, dört şekilde tefsir edilir:
ye rüzgârları tasrifinde [evirip çevirmesinde] de akleden bir kavm için âyetler vardır (Câsiye/5) âyetine işaret et*mektedir. 1. et-Teskîn, karar kılma /bulma demektir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Geceyi de bir seken {yani, onda karar bulmanız / kıl*manız için} kıldı. (En'âm/96)
Allah odur ki, onda sükûn {yani, içinde, yorgunluk*tan dinlenip karar} bulaşınız diye sizin için geceyi yaptı. (Mü'min/61)
Bunun bir benzeri de Yûnus sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 2. et-Teskîn, nüzul [inmek Ikonmak, konaklamak I yer*leşmek] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onların ardından sizi o arza iskan edeceğiz {yani, ora*da konaklatacağız I oraya yerleştireceğiz}. (İbrahim/14)
Siz de, o kendilerine zulmedenlerin meskenlerinde sakin oldunuz {yani, o zâlimlerin yerleştikleri yerler*de, siz de yerleştiniz}. (Ibrâhîm/45)
Dedik ki: "Ey Âdem! Eşinle birlikte o cennete sakin ol" {yani, sen ve eşin ona yerleşin}! (Bakara/35) 3. et-Teskîn; ünsiyet bulmak, teselli bulmak mana*sında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O ki, sizi tek nefsten halketti ve onun eşini {yani, Havva'yı} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
de ondan yaptı; onunla sükûn bulması {yani, onunla, ünsiyet I teselli bulması} için. (A'râf/189)
Sizi tek nefsten halketti; sonra, onun eşini de ondan yaptı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Zümer/6) 4. et-Teskîn lafzı, itmi'nân / mutmain [huzur, sükû*net] anlamına gelir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Şüphe yok ki, senin salâtın onlar için bir seken'dir {yani, onların kalblerine itmi'nândır}. (Tevbe/103)
Onların üzerine sekineti indirdi {yani, onların kalb-lerinde itmi'nân meydana getirdi}. (Feth/18) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:32
kral41
175. El-Hamîm
el-Hamîm, iki şekilde tefsir edilir: 1. el-Hamîm, yakın rahim sahihleri /yakın akraba*lar manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ve bir hamîm, bir hanıîm'e {yani, hiçbir yakın akra*ba, kâfir olan hiçbir yakın akrabasını} sormayacak.
(Me'âric/10)
Hamim {yani, yakın! bir sadîk [dost] yok. {Şu'arâ/101)
Hamîm {yani, yakın akrabalığı bulunan} bir velî [dost/koruyucu] gibi olur. (Fussilet/34) 2. el-Hamîm, sıcak/kaynar manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Hamîm {yani, sıcak /kaynar} bir sudan sulanıp da bağır*saklarını paramparça eden kimselere... (Muhammed/15)
Başlarının üstünden hamîm {yani, sıcak /kaynar su} dökülür. (Hacc/19)
Bunun bir benzeri de Duhân sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Sonra onun üzerine, onlar için hamîm'den (yani, sı*caktan} bir katkı/haşlama vardır. (Sâffât/67)
Onun [cehennem] ile hamîm {yani, sıcak /kaynar su} arasında dönüp dolaşacaklar. (Rahmân/44) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
176. Et-Telaqqî
et~Telaqqî, iki şekilde tefsir edilir: 1. Ve mâ yelgâhâ [onunla karşılaştırılmaz buluştu*rulmaz, ona kavuşturulmaz / erdir ilmez], ifadesi, şu âyetlerde, o ona verilmez manasında kullanılmıştır:
Ona ise sabırlılardan başkası telaqqî ettirilmez {(ya*ni, o da sabırlılardan başkasına verilmez/bahşedil*mez)}. (Kasas/80)
Bunun bir benzeri de Fussilet sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Muhakkak ki sen o Kur'ân'a, hakîm-alîmin ledün-nünden telaqqî ettirilmektesin {(yani, bu Kur'ân sa*na, hakîm-alîm Allah yanından / tarafından veril*mektedir/bahsedilmektedir)}. (Neml/6) 2. et-Telaqql, nüzul/inmek manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Aramızdan zikr o'na mı ilqâ edildi {(yani, indirildi)}?! (Kamer/25)
Emrinden ruhu ilqâ eder {yani, emri ile ruhu indi*rir}. (Mü'min/15) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:33
kral41
177. El-Yed
el-Yed, üç şekilde tefsir edilir: 1. el-Yed; bizatihi yed: el manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
{Allah,. İblis'e sordu!: "Kendi ellerimle [bi-yedeyye] yarattığıma secdeden seni ne menetti?" (Sâd/75)
Buradaki yed'ten maksat, mübarek ve yüce olan Rahmân'm elleridir. O Âdem'i Kendi eliyle yarattı ve buyurdu ki: "Muhakkak Allah Âdem'i, semavâtı ve arzı kendisiyle tuttuğu eliyle halketti." Burda yeti'den maksat, bizzat e/'dir.
Hayır, O'nun iki yed'i (yani, iki eli} de açıktır. (Mâide/64)
İMûsâ} yed'ini (yani, elini} çıkardı. O, bakanlar için bembeyazdı. (Arâf/108) 2. Yed, nafaka [infak ve harcama] hususunda el için yapılan bir darb-ı meseldir; Allah'ın Nebi'ye (s.a) hitab ettiği şu sözünde görüldüğü gibi:
Yed'ini boynuna bağlanmış kılma (yani, sen, eli boy*nuna bağlı olduğu için onu açına imkânı bulunma*yan kişi gibi infakdan elini tutma /cimrilik etme}. (Is-râ/29)
Yahudiler, "Allah'ın yed'i bağlıdır" {yani, Allah bize infak etmekten yana elini tuttu I cimrilik etti; dolayı*sıyla Behî-İsrâîl zamanında yaptığı gibi artık rızkımızı geniş tutmuyor} dediler. Asıl kendi yed'leri [elle*ri] bağlandı. (Mâide/64)
Bu, mübarek ve yüce Allah'ın darbettiği bir mesel*dir. 3. Yed, fiil I yapmak manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Görmezler mi ki, Biz onlar için ellerimizin yaptıkla*rından en'âm halkettik. (Yâ-Sîn/71)
Allah'ın yed'i, onların yed'lerinin fevkindedir (yani, Allah'ın onlara yaptığı hayırlar, onların Hudeybiye Günü bey'atta yaptıklarından daha efdaldirj. (Feth/10)
Halbuki onu kendi yed'leri [elleri] yapmamıştır {ya*ni, bu onların fiillerinden !yaptıklarından olmamış*tır}. (Yâ-Sîn/35)
İşte bu, senin ellerinin önden gönderdiği {yani, senin fiillerin i yaptıkların} sebebiyledir. (Hacc/10) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
178. Asbahû
Asbahû lafzı, iki şekilde tefsir edilir: 1. fe-Asbahû, gecenin gitmesinin ardından sabaha ulaşmak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gi*bi:
Sabah olunca [musbihîn] {yani, ertesi günü sabahı et*tiklerinde}... (Kalem/17)
{Ertesi günü} sabaha kadar [fe-asbahat] sarime dön*müştü. (Kalem/20)
Ellerini oğuşturarak sabahı etti [fe-asbaha] {yani, er*tesi günü sabahı ettiğinde, bahçesine harcadıkların*dan ötürü ellerini oğuşturmaya kayuldu}. (Kehf/42)
(Hûd kavmi} sabaha ulaştıklarında [fe-asbahû] mes*kenlerinden başka bir şey görünmez oldu. (Ahkâf/25)
{Salih'in kavmi} sabahı ettiklerinde [fe-asbahû] {dör*düncü günü sabahında} diyarlarında çökekaldılar. (Hûd/67) 2. fe-Asbaha, fesâr/olmak manasında kullanılır; şu âyetlerde oldıiğu gibi:
{Kardeşini öldüren Âdem'in oğlu} artık nadimlerden olmuştu [fe-asbaha]. (Mâide/31)
Yahut onun suyu çekilir de/çekilmiş olur da [yusbi-ha]... (Kehf/41)
O'nun nimetiyle kardeşler olmuştunuz [fe-asbahtum, yani, fesârtum: olmuştunuz]. (Al-i İmrân/103)
(Derileri kâfirlere diyecek ki}: "Haşirlerden oldunuz" [fe-asbahtum, yani, fesârtum: oldunuz]. (Fussilet/23) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:34
kral41
179. El-İttibâ
el-İttibâc, iki şekilde tefsir edilir: 1. el-îttiba kelimesi, dîni üzere arkadaşına ittiba eden/tâbi olan kimse(nin durumunu anlatmak için kullanılmıştır); şu âyetlerde olduğu gibi:
O zaman, (onların dînleri üzere} kendilerine ittiba edilenler, (dînleri üzere kendilerine} ittiba' edenler*den teberri edecekler. (Bakara/166)
{Binleri üzere olup da onlara} ittiba' edenler ise, "Bi*zim için bir dönüş olsaydı da onların bizden teberri ettikleri gibi biz de onlardan teberri etseydik" diye*cekler. (Bakara/167)
Zayıflar müs tekbirler e, "Biz size ittiba' etmiştik" [tebe'an] (yani, sizin dîniniz üzere size tâbi olmuştuk} diyecekler. (İbrâhîm/21)
Bunun bir benzeri de Mü'min sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Eğer Şu'ayb'a (dîni üzere} ittiba' ederseniz, o takdir*de muhakkak hüsrana uğrarsınız. (A'râf/90)
(Kavmi), "{Ey Nuh!} Sana reziller ittiba' etmişken sa*na îmân mı edelim?" dediler. (Şu'arâ/111) 2. el-îttiba, arkadaşının arkasına düşüp onun izin*de I arkasında yol alıp gitmek manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
{Fir'avn ve onun kavmi}, güneş doğarken onlara ittibâ' ettiler (yani, Mûsâ ve o'nun kavminin izleri I arkaları üzere yola koyulup peşlerine düştüler}. (Şu'arâ/60)
Fir'avn askerleriyle onlara ittibâ'a etti (yani, Mûsâ ve Isrâîloğulları'nın arkalarında yola koyuldu}, ken*dilerini denizden kaplayan kapladı. (Tâ-Hâ/78) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
180. İstekberû
İstekberû, iki türlü tefsir edilir: 1. el-Istikbâr kelimesi, kendisine verilen emre karşı tekebbür etmek [büyüklenmek, büyüklük taslamak] ma*nasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O {yani, îblis) dayattı ve istİkbâr etti {yani, Allah'ın Adem'e secde emrine karşı tekebbür etti I büyüktendi}. (Bakara/34)
Sen istikbâr mı ettin {yani, tekebbür mü ettin I büyük-lendin mi}, yoksa yücelerden mi oldun? (Sâd/75)
Şayet istikbâr ederlerse {yani, Allah'ın secde emrine karşı tekebbür ederlerse I büyüklenirlersej... (Fussi-let/38)
Hem onlar istikbâr etmezler {yani, tekebbür etmez*ler I büyüklenmezler}. (Secde/15) 2. el-Istikbâr, küfürde büyük ve Önder olanlar için kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Zayıflar istikbâr edenlere {yani, küfürde ileri ve ön*der olanlara} diyecekler ki... (İbrâhîm/21)
Zayıflar, istikbâr edenlere {yani, küfürde önder olan*lara} diyecekler ki... (Mü'min/47)
Mustaz'aflar, istikbâr edenlere {yani, küfürde ileri ve önder olanlara}, "Eğer siz olmasaydınız biz elbette mü'mmler olurduk" diyecekler. İstikbâr edenler {ya*ni, küfürde ileri ve önder olanlar} ise nrustaz'aflara {yani, kendilerine ittibâ' eden zayıflara}, "Size gelme*sinin ardından sizi bidayetten biz mi alıkoyduk?! Ha*yır, siz zaten mücrimlerdiniz" diye cevap verecekler. Mustaz'aflar {yani, dünyada mustaz'af olanlar} da is*tikbâr edenlere {yani, küfürde ileri ve önder olanla*ra}, "Hayır, gece-gündüz hilekârlıklarınız bizi bu hale koydu). Çünkü siz bize Allah'a küfretmemizi emre*diyordunuz" diye karşılık verirler. (Sebe'/31-33) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:35
kral41
181.El-Batşl
el-Batş, iki şekilde tefsir edilir: 1. el-Batş, 'uqûbet I ceza(landırma) anlamında kul*lanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Andolsun ki onları batşımızla {yani, 'uqûbetimiz-
le I cezamızla} inzâr etmişti. (Kamer/36)
O en şiddetli batş ile batşedeceğimiz {yani, o en şid*detli ceza ile cezalandıracağımız} gün... (Duhân/16)
Şüphe yok ki Rabbinin batşı {yani, 'ıqâbı I cezası, ce*zalandırması} pek şiddetlidir. (Buruc/12) 2. el-Batş, kuvvet manasında kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
Biz bunlardan önce kamdan nicelerini helak ettik; onlar bunlardan batş {yani, kuvvet} itibariyle daha
şiddetliydiler. (Kaf/36)
Biz bunlardan, batş {yani, kuvvet} itibariyle daha şid*detli olanları helak ettik. (Zuhruf/8) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
182. Hevâ
Hevâ, beş şekilde tefsir edilir: 1. Hevâ, nezele I inmek manasında kullanılır; ş âyetlerde olduğu gibi:
İndiği [hevâ] dem o necm'e {yani, Cebrail'in Nebi'ye indirdiği Kur'ân'a [Kuranın parça parça inen necm-lerine /kısımlarına)} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
andolsunki... (Necm/1) Mu'tefikeyi de hâviyeye attı [ehvâ] {yani, semaya ya*kın bir yere kadar yükseltmesinin arkasından Cebrail onu eliyle arza indirdi}. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Necm/53) 2. Heuâ, helak olmak manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Gazabım her kime gelip çatarsa hevâ {yani, helak} olur. (TârHâ/81) 3. Hevâ kelimesi, canların çektiği, arzu ettiği şeyler manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Nefsini hevâdan nehyedene {yani arzu ettiği istekler*den, şehvetlerden alıkoyana} gelince... (Nâziât/40) Nefislerin nevasına {yani, arzularına}... (Necm/23) Hevâsma {yani, arzu ve hevesine} tâbi olan {yani, her ne arzu ederse onu yapan} kimse... (Tâ-Hâ/16)
Bunun bir benzeri de Furkân Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ile Âhkâf sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 4. Hevâ kelimesi, bir şeyin, herhangi bir şeye da*yanmaksızın iki şey arasında durması [havada olması] demektir; şu âyette olduğu gibi:
Bakışları kendilerine dönmez ve gönülleri hevâdır {yani, kâfirlerin kalbleri, göğüsleri ile gırtlakları ara*sında bulunacaktır. Gırtlaklarından dışarıya çıkma*yacağı gibi, göğüslerine de dönmeyecektir -bununla, çekecekleri sıkıntının büyüklüğü ifade edilmektedir-}. (İbrâhîm/43) 5. Tehvî bihi'r-rlh [rıh onu hevâ eder], rüzgâr onu alıp gider [sürükler, savurur] demektir; şu âyette oldu*ğu gibi:
Yahut rüzgârın kendisini ücra bir yere savurduğu kimse gibi olur. (Hacc/31) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:35
kral41
183. El-Hars
el-Hars, dört şekilde tefsir edilir: Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 1. el-Hars, bizatihi hars [ekin /ekinlik] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ve hars {yani, insanların ektiği tahıl ve benzeri ekin*ler} sulamamıştır. (Bakara/71)
Harsı {yani, insanların ve diğer canlıların yedikleri tahıl ve benzeri ekinleri} helak eder. (Bakara/205) 2. Hars kelimesi, sevâb manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Kim âhiret harsını {yani, ebrârdan olup sâlih ameliy*le âhiret sevabını [mükâfaatını]} irâde ederse, onun harsım {yani, sevabını} arttırırız. Kim de dünya harsim (yani, facirlerden olup sâlih ameliyle dünya seva*bını [mükâfaatım]} irâde ederse, ona da ondan bir şeyler veririz ve onun âhirette hiçbir nasibi olmaz. (Şûrâ/20)
3. el-Hars ile, kadınların fercleri/çocuğun doğduğu yer kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Kadınlarınız sizin için bir hars'tır {yani, kadınların
fercleri, çocuk için bir tarladır I tarla mesabesindedir}. O halde harsınıza {yani, kadınların ferclerinej diledi*ğiniz gibi varın (yani, -Allah'ın emrettiği gibi, çocuğun doğduğu yerden /fercten olmak şartıyla- ne zaman ve nasıl isterseniz onlara Öyle yaklaşabilirsiniz: ister yüz-yüze, ister arkasını dönmüş vaziyette, ister ayakta, is*ter diz çökmüş olarak onlarla cinsî münâsebet kurabi*lirsiniz}. (Bakara/223) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
184. Ez-Zann
ez-Zann, üç şekilde tefsir edilir: 1. ez-Zann, yaqîn [kesin bilgi] manasında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Dâvûd, onu kendisine sırf bir fitne yaptığımızı zan*netti (yani, Dâvûd, onu kesinlikle I kesin olarak ken*disine bir imtihan vesilesi yaptığımızı anladı jsezdi}. (Sâd/24)
Doğrusu ben hesabıma mutlaka kavuşacağımı zan*nediyordum {yani, kesinlikle biliyordum I inanıyor*dum}. (Hâkka/20) Allah'ın hududunu ayakta tutacaklarını zannederlerse (yani, kesin olarak bilirlerse I inanırlarsa}... (Baka*ra/230) 2. ez-Zann, şekk/şüphe manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Demiştiniz ki: "Sâ'at nedir bilmiyoruz; (onun) zann-dan (yani, şekkten I şüpheden} başka birşey olmadığı*nı zannediyoruz (yani, ondan şekk I şüphe ediyoruz} ve biz yaqîn edinmiş değiliz." (Câsiye/32) 3. ez-Zann, töhmet manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
O ğayb üzerine danîn Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(yani, ğayb hususunda it*ham I töhmet altında} değildir (Tekvîr/24)
Allah'a zann üstüne zannda bulunuyordunuz, {yani, Al*lah'ın sizi muzaffer kılacağına dair verdiği haber husu*sunda Nebi'yi (s.a) itham ediyordunuz}. (Ahzâb/10) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:36
kral41
185. El-Harb
[ el-Harb, iki şekilde tefsir edilir: 1. el-Harb ile, küfr kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Ey îmân edenler! Allah'a ittiqa edin ve faizden arta kalanı bırakın; eğer gerçekten mü'minler iseniz. Yok eğer yapmazsanız Allah ve O'nun Rasûlü'nden bir harb olunacağını iyi bilin. (Bakara/278>279)
Burada harb ile, küfr kasdedilmiştir.
Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne karşı harb/muhârebe edenlerin {yani, Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne küfre*denlerin! karşılığı ancak... (Mâide/34) 2. el-Harb kelimesi, kıtal /savaş manasında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi;
Eğer onlşrla harb'te (yani, kıtalde /savaşta} karşı karşıya gelirsen, onlara öyle bir ders ver ki, halefleri*ni de yıldırıp dağıtsın. (Enfâl/57)
Her ne zaman harb {(yani kıtal I savaş)} için bir ateş tutuşturdularsa, Allah onu söndürdü. (Mâide/64) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
186. El-Fısq
el~Fısq, altı şekilde tefsir edilir: 1. Fısq kelimesi, Nebi'ye (s.a) ve o'nun getirdikleri*ne küfr [inkâr] etmek anlamıyla ma'siyet [itaatsiz*lik/isyan] manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
Şüphesiz münafıklar, (evet işte) fâsıqlar {yani, Ne*bi'ye ve o'nun getirdiklerine küfretmek suretiyle Al*lah'a isyan edenler} onlardır. (Tevbe/67)
İşte bu, Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne küfre etmeleri se*bebiyledir. Allah fâsıqlar kavmini (yani, münafıklar*dan Nebi'ye ve o'nun-getirdiklerine küfretmek suretiyle Allah'a isyan edenleri! hidâyete erdirmez. (Tevbe/80)
Münafıklar ve Yahudiler ile ilgili Bakara, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Mâ-ide, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Tevbe Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve Münâfıkûn Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sûrelerindeki bü*tün buyruklar da böyledir. 2. el-Fısq, şirk demek olan tevhidi terk hususunda Allah'a isyan manasında kullanılmıştır; şu âyette ol*duğu gibi:
Mü'min kimse, fâsıq {yani, tevhidi terk hususunda Allah'a isyan eden} kimse gibi midir?! (Secde/18)
Ayet o günlerde müşrik olan el-Velîd b. Uqbe b. Ebî Muayt hakkında inmiştir.
Sonra Allah, Allah'ın tevhidini inkâr eden kâfirleri
sözkonusu ederek şöyle buyurmaktadır:
Ama fâsıqhk etmiş olanların barınakları {yani, tevhi*di terk hususunda Allah'a isyan edenlerin -ki, bu hâl üzere ölenler kasdedilmektedir- varacağı yer} ateştir. (Secde/20)
İşte Rabbinin kelimesi, fâsıqlık edenler {yani, tevhidi terk hususunda Allah'a isyan eden kimseler} üzerine şöylece hak oldu: onlar îmân etmezler/etmeyecekler. (Yûnus/33)
Benzeri buyruklar çoktur. 3. el-Fısq ile, şirk ve küfr olmaksızın!şirk ve küfr-den gayri dînde ma'siyet kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
{Mûsâ dedi ki}: "Rabbim! Doğrusu ben kendim ve kar*deşimden başkasına mâlik değilim. Artık bizimle, o fâsıqlar kavminin (yani, Şam'daki Eriha'ya girmeyi terklred huşunda asi olanların -ki Mûsâ onlara oraya girmelerini .emrettiği halde, kaçınmışlardı-} arasını ayır! (Mâifi/25)
Artık o fâsıqlar kavmi {yani, -küfür olmaksızın- asi olanlar} için tasalanma! (Mâide/26) Çünkü onlar Musa'ya Şam topraklarında bulunan Eriha'ya girmeyi terketmekle asi olmuşlardı. Nite*kim kendilerine şöyle diyen Talut'a da asi olmuş*lardı:
Şüphesiz Allah sizi bir nehirle imtihan edecek; kim ondan içerse benden değildir, kim onu tatmazsa o mutlaka bendendir (.....) Fakat içlerinden pek azı ha*riç ondan içtiler. (Bakara/249)
Böylelikle onlardan suyu içenler, Talut'a karşı .is*yankâr oldular. Fakat hepsi de mü'min idiler. 4. el-Fısq kelimesi, küfr sözkonusu olmaksızın ya*lan manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi: Muhsanâta atıp, sonra dört şâhid getiremeyenlere gelin*ce, onlara celde vurun; seksener celde ve onların şâhid-liklerini ebediyyen kabul etmeyin. İşte onlar fâsıqlardır (yani, onlar, söyledikleri yalanla -küfr olmaksızın I küfre girmeksizin- Allah'a isyan eden kimselerdir}. (Nûr/4)
Ey îmân edenler! Eğer fâsıq biri size bir nebe' ile ge*lirse {yani, bir kimse gelip de size hadîste !sözde ya*lan söyleyerek asi olursa}... (Hucurât/6)
Âyet, o sırada müslüman olmuş bulunan el-Velid b. Uqbe hakkında nazil olmuştur. Onun ma'siy eti/fıs -qı, yalan söylemesi idî. Çünkü Nebi'ye (s.a) gele*rek, kendileriyle karşılaşmadığı halde "Benî-Mus-talıq bana zekatlarını vermedi" diye yalan söyle*mişti. Fakat bu davranışıyla küfre de düşmemişti. 5. el-Fısq ile, küfr içinde olmaksızın ismi günah işlemek kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Yazana ve şahide zarar verilmesin. Eğer yaparsanız, mutlaka o, size bir fisq olur (yani, sizin için -küfr ol*mamakla birlikte-günah olur}. (Bakara/282) 6. Fısq, seyyi'ât Ikötülükler manasında kullanılmış*tır; şu âyette olduğu gibi:
Haccda refes ve fısq (yani, seyyiât I kötülük işlemek} yoktur. (Bakara/197)
Yüce Allah'a hamd ve O'nun ihsan et*tiği güzel başarı ile el-Vücûh ve'n-Ne-zâir tamamlandı. Allah, nebisi Mu-hammed'e ve o'nun âline salât eylesin. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.