Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, iyot eksikliğine bağlı oluşan guatr hastalığından korunmanın en önemli yolunun iyotlu tuz kullanımına dikkat etmek olduğunu söyledi.
Aynı zamanda Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji Uzmanı olan Prof. Dr. Keleştemur, "İyotlu tuz paketinin koyu renkli olmasına, güneş almamasına ve imal tarihinden itibaren 6 ay süre geçmemesine dikkat edin" dedi. İyodun tiroit bezinin fonksiyon görmesi için temel maddelerden birisi olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, şöyle konuştu:
"Tiroit bezi kandan tiroit hormonlarını alır. Tiroit bezi vücudun enerjisini ve metobilizmasını sağlar. Yani tiroit hormonları olmadan hayatın devam etmesi mümkün değil. İyot eksikliğinin yol açtığı tiroit en yaygın hastalıklardan birisidir. Bu hastalıktan korunmak için iyotlu tuz kullanımına dikkat etmek gerekiyor."
GÜNEŞE MARUZ KALMAMAMLI
İyotlu tuz alırken bazı konulara dikkat edilmesi gerektiğini belirten Keleştemur, şöyle devam etti: "Bakkal ve marketlerden iyotlu tuz alırken, tuz paketinin güneşe maruz kalmadığına dikkat edin. Çünkü güneşe bakan dükkanlar var, güneş, tuzdaki iyotun uçmasına neden oluyor. İkincisi poşetin koyu renkli olması lazım. Tuz bozulmaz, ama içerisindeki iyot uçar. O bakımdan iyotlu tuz alırken üretim tarihinden itibaren 6 ay geçmemesine dikkat edin. Eğer mümkünse tuz koyu torbada olsun. Çünkü guatr önemli, hayat boyunca devam eden bir sağlık problemi."
15-12-2008, 20:56
sarıkanarya_41
İngiltere’de, gebelikte Down sendromunu saptamak için yapılan testlerin yaygınlaşmasına rağmen, Down’lu çocukların sayısının arttığı belirtildi.
İngiltere’de bu alandaki testlerin uygulanmaya başladığı 1989’da 717 Down sendromlu bebek dünyaya gelirken, bu sayı 2006’da 749’a çıktı. Down Sendromu Derneği, test sonuçlarının pozitif çıkmasına rağmen ailelerin bu bebekleri neden dünyaya getirdiklerini anlamak için 1000 aile arasında araştırma yaptı.
Araştırmaya katılanların beşte biri, Down sendromlu bir tanıdıkları olduğunu belirtirken, üçte biri dini ve kürtaj karşıtı inançlarını öne sürdü, yüzde 30’u da son yıllardaki gelişmelerle Down’lu çocukların hayatlarının artık daha kolaylaştırıldığını söyledi. Hemen her beş kişiden biri de testlerin sonuçlarına inanmadığını belirtti.
Down sendromlu bebekleri tespit etmek için testlerin yaygın olarak uygulanmaya başladığı 1989’da Down’lu bebeklerin sayısı 717’den, 1990’ların başında 594’e düşmüştü. Ancak son on yılda Down sendromlu çocukların sayısı arttı.
Milli Down Sendromu Sitogenetik Kayıtları’nın verilerine göre, 2000 yılından bu yana Down’lu bebeklerin oranı yüzde 15 yükseldi.
15-12-2008, 20:57
sarıkanarya_41
Batı Avrupa ülkelerinde gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, erkeklerin sperm hücrelerindeki azalmaya ek olarak, testis kanseri oranı da hızla artıyor.
Günlük yaşamda herkesin bilerek ya da bilmeyerek kullandığı kimyasal maddeler,erkeklerde sperm hücrelerinin azalmasına sebep oluyor. Sperm hücrelerinin azalması da testis kanseri olasılığını artırıyor.
15-12-2008, 20:57
sarıkanarya_41
Korkmadan gülmek, özgüven, başarı, mutluluk,takım oyununda birliktelik ve verimliliğin artışını sağlar. İşte korkmadan gülümseyebilmeniz için bazı ipuçları...
Güzellik kavramı görecelidir. Yüz güzelliği de göreceli olmakla birlikte gülmek tüm kişilerin günlük hayatlarında asla vazgeçemeyecekleri bir olgudur. Mutluluk, eğlence, arkadaşlık ortamları esprili ortamlar insanları neşelendirir ve gülümseme yüzümüzden eksik olmaz hatta kahkahalara boğulduğumuz anlarımız bile olur.
Bireysel ve sosyal ilişkiler de güler yüzlü insanların ne kadar sevgi ve saygı gördüğü ve çalışma ortamlarına karşısındaki bireylere pozitif enerji yaydıklarına hepimiz tanık olur ve bu kişileri hep takdir ederiz. Ayrıca güler yüzlü ortamlarda çalışan insanlar ve kurumların başarılı olması üst düzeydedir. Peki, Niçin Gülmekten Korkmaktayız?
1-Bireylerin sosyal,ailesel ya da işsel sorunlarından kaynaklanan etkenler.
2-Bireyin başarısız olması, başarılı olamama korkuları
3-Aile, eğitim hayatı ve çalışma hayatındaki edinilmiş ve yerleşmiş karakterler
4-Yüz güzelliği
5-Ağız ve Dişleri ile ilgili problemler v.s Korkmadan gülümsemek yüz ve ağız bütünselliğinde düşünüldüğü zaman;
1-Diş
2-Diş etleri
3-Dudaklar
4-Çenelerin karşılıklı ilişkileri
5-Çeneler ve dişlerin yüz boyutları ile ilişkileri çok ön plana çıkmaktadır.
Korkmadan gülen bireylerde yüz güzelliğinde ve gülme anında en çok fark edilen dişler ve dudaklardır. Bu anlamda güzel görünmenin anahtarı olarak diş-dudak ilişkilerinden bahsetmek daha doğru olacaktır.
Diş güzelliği
1-Düzgün sağlıklı dişler.
2-Sağlıklı dişetleri.
3-Dişler ile üst ve alt dudakların ilişkileri oranları çok önemlidir.
Çürüksüz açık renkli ve çapraşık olmayan ön bölge alt ve üst dişlerde tebessüm anında dişlerin 1\5 kesici kenarları gülme anında ise en fazla diş eti sınırına kadar olan bütünü görülmektedir. Bu esnada olarak ve öne fırlamış diş eti görünümü varsa bireyin gülmesi çirkinleşir. Bununla birlikte diş ya da diş etlerinde konum olmamakla birlikte ince dudak yapılarında gülmeyi çirkinleştirir.
Korkmadan gülebilmenin en önemli etkeni olarak belirlediğimiz yüz güzelliği bütünselliğinde diş-diş eti-dudak ilişkilerindeki tüm sorunlar ideal sıralara getirdiği zaman insanlar korkmadan gülebilirler. Bu çalışma bir ekip işidir.
1-Dişlerin çapraşıklığı-ortodontistler
2-Diş tedavileri-diş hekimleri
3-Diş eti hastalıkları-periodontologlar
4-Estetik diş düzenlemeleri-Estetik protez uzmanları
5-Damakların ve diş etlerinin fazla görünmesi-çene cerrahisi
6-Diş-Dudak ilişkilerinde dudak ilişki bozuklukları plastik cerrahi tarafından birlikte değerlendirilerek bireye en güzel gülme düzenlemesi planlanır ve çok başarılı uygulamalar yapılabilir. Bu ilişkide hekimlerden bir tanesinin bile takım içinde olmaması ideal gülüşün başarısını doğrudan etkilemektedir.
Anlatıldığı gibi planlanan tedavide kusursuz hatlar ve çizgiler ile bireyler korkmadan gülebilirler.
Korkmadan gülmek, özgüven, başarı, mutluluk,takım oyununda birliktelik ve verimliliğin artışını sağlar. Ayrıca kişinin özgüveni ve mutluluğu ise yakın çevresine ve ailelerine tarifsiz bir katkı sağlar.
15-12-2008, 20:58
sarıkanarya_41
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün(KSGM), "25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü"dolayısıyla gerçekleştireceği etkinlikler kapsamında, tren bileti alana kadına karşı şiddeti önleme konusunda bilgilerin yer aldığı broşürler verilecek.
Kadına karşı şiddetin önlenmesi konusunda toplumda farkındalık yaratmayı amaçlayan KSGM, bu yıl TCDD ile işbirliği yapacak. Bu kapsamda, Türkiyegenelindeki garlara "kadına karşı şiddet suçtur, göz yumma sessiz kalma"sloganı bulanan afişleri asılacak. Kadına yönelik aile içi şiddetle mücadelede erkek katılımını ve katkısını sağlanmayı amaçlayan KSGM, toplumsal duyarlılığı artırmak amacıyla billboard, afiş ve broşürler hazırladı. Sağlıkocakları, okullar, toplum merkezleri ve halk eğitim merkezleri gibi kamuoyunun dikkatini çekebilecek mekanlara 17-30 Kasım tarihleri arasında asılacak vedağıtılacak afiş ve broşürler 81 ile gönderildi.
Kadına yönelik aile içi şiddetin suç olduğu, göz yumulmaması, sessiz kalınmaması mesajının toplumun tüm kesimlerine ulaştırılması amacıyla 3 spot film çekildi. Filmler ulusal ve yerel kanallarda gösterilecek. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları yapılan işbirliği kapsamında dahazırlanan 7 banner bölge müdürlüklerine asılacak, 2 bin afiş gar veistasyonlarla, trenlerde sergilenecek, 50 bin bilgilendirici broşür ise gişelerde biletlerle birlikte yolculara dağıtılacak. Ankara, İstanbul, İzmir, Gaziantep, Trabzon ve Şanlıurfa belediyelerinegönderilen afişler de 19-25 Kasım tarihleri arasında bilboardlarda yer alacak.
NEDEN 25 KASIM 25 Kasım'ın "Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçinUluslararası Mücadele Günü" olarak benimsenmesinin temelinde trajik bir öykü yeralıyor.1960 yılının 25 Kasımı'nda Dominik Cumhuriyeti'nde diktatörlüğe karşımücadele eden 3 kız kardeşin (Mirabel Kardeşler) tecavüz edilerek öldürülmesi üzerine 1981'de, Latin Amerikalı ve Karayipler'den Kadın Grupları 25 Kasımı "Kadına Yönelik Şiddete Hayır Günü" ilan ederek, uluslararası kadındayanışmasına katkıda bulundu. Bütün dünyada yankı bulan bu gelişmeler karşısında Birleşmiş Milletler 17Aralık 1999'da 54. Genel Kurul Oturumunda, 25 Kasım'ın "Kadına Yönelik ŞiddetinOrtadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü" olarak benimsenmesine karar verildi.
15-12-2008, 20:58
sarıkanarya_41
Uzmanlar, düşüncesiz patronların iş ortamını daha stresli hale getirmekle kalmayıp, çalışanların kalp hastası olma riskini artırabileceğini de öne sürdüler. İsveçli uzmanlar, kötü yönetici ile ciddi kalp hastalıkları riski arasında güçlü bağlantı buldu. Bu risk, kişi aynı işte ne kadar uzun süre kalırsa
o kadar artıyor.
Mesleki ve Çevresel Tıp dergisinde yayımlanan araştırmayı yapan uzmanlar, iş yerinde hafifsenmenin ve destek görmemenin strese neden olabileceğini ve bunun da çalışanı sigara içmek gibi sağlıksız davranışlara itebileceğini belirttiler. Karolinska Enstitüsü ve Stockholm Üniversitesi'nden uzmanlar bu son araştırma için, Stockholm bölgesinde çalışan 19 ile 70 yaş arasındaki erkeklerin kalp sağlıklarını yaklaşık 10 yıl boyuncu inceledi. Araştırma süresinde ölümle sonuçlanan ya da sonuçlanmayan 74 kalp hastalığı vakası meydana geldi.
Araştırmada ayrıca, katılımcılardan yöneticilerinin iletişim kurmada ne kadar iyi oldukları ya da personel için hedefleri ne kadar net belirleyebildikleri gibi yönetim tarzlarını değerlendirmeleri istendi. Bu değerlendirmenin sonucunda da, yöneticilerini ehil bulmayan çalışanların kalp krizi geçirme riski yüzde 25 olarak saptandı. Aynı işte uzun süre çalışanlar içinse bu risk yüzde 64 çıktı.
15-12-2008, 21:09
sarıkanarya_41
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Belçika'nın Gand Üniversitesi uzmanları, yüksek tansiyon sorunu olan hastaların böcek yemelerinin yararlı olacağını, bu yönde araştırmaların derinleştirildiğini açıkladı.
Yüksek tansiyonu olan insanların kalp rahatsızlıklarına daha açık olduklarını, tansiyon düşürmek ve denge sağlamak için ihtiyaç duyulan bazı
proteinlerin böceklerde bulunduğunu belirten Belçikalı biyoloji ve tıp uzmanları, yaptıkları deneylerin bunu kanıtladığını belirttiler.
Günümüzde kullanılan tansiyon ilaçlarında bazı sentetik katmanlar bulunduğunu ve bunların çeşitli yan etkilerinin görüldüğünü anlatan uzmanlar,
araştırmaların, söz konusu yan etkilerin, böcek tüketimiyle engellenebileceğini gösterdiğini ifade ettiler.
Uzmanlardan Lieselot Vercruysse, araştırmalarda, böceklerdeki proteinin tansiyon istikrarında etkisini sabit gördüklerini, bu keşfin yeni araştırmalara
temel oluşturduğunu kaydetti.
Gand Üniversitesi yetkilileri, Batı kültürlerinde böceklerin gıda sektöründe tüketimine sıcak bakılmadığının bilincinde olduklarını, ancak söz
konusu böceklerin insan organizmasının ihtiyacı olan protein, enerji, maden ve vitamin kaynağı oluşturduğunu söylediler.
15-12-2008, 21:09
sarıkanarya_41
İspanyol bilim adamları, vücutta doğal olarak oluşan bir enzimin miktarını arttırmanın, hücrelerin ölümüne engel olacağına, daha uzun, sağlıklı ve yaşam dolu bir hayata imkan sağlayacağına inanıyorlar.
Vücuttaki telomeraz proteini, kromozomların sonunda bir ayakkabı bağı gibi davranan ve onları çözülmekten kurtaran koruyucu başlığın muhafaza edilmesine yardımcı oluyor.
İnsan yaşlandıkça hücreler bölünüyor, bu koruyucu başlıklar yıpranırken kısalıyor ve hücrelerin ölümüyle büyük hasar görüyor. İspanyol bilim adamları, vücudun doğal telomeraz düzeyini arttırmanın onu gençleştireceğine inanıyorlar.
Madrid’deki Ulusal Kanser Araştırma Merkezi’nden bir ekip, bu teoriyi laboratuvar fareleri üzerinde denedi ve genetik mühendisliğiyle telomeraz düzeyleri 10 kat arttırılmış olanların, normallerinden yüzde 50 daha uzun yaşadıklarını gördü.
Araştırmanın başında yer alan Maria Blasco, New Scientist dergisine yaptığı açıklamada, bu enzimin “normal, ölümlü bir hücreyi, ölümsüz bir hücreye” çevirebileceğini belirterek, aynı yaklaşımın özenli ve dikkatli bir biçimde gösterilmesi durumunda, insan yaşamının da uzatılabileceği konusunda iyimser olduğunu kaydetti.
Maria Blasco, “Farenin yaşlanmasını erteleyebilir ve yaşam süresini arttırabilirsiniz. Ancak insanlar üzerinde bunu yapmak çok daha zor” dedi.
Telomerazın arttırılmasıyla ortaya çıkan sorunlardan birisi de kanser riskinin çoğalması.
Kanser ilaçları sayesinde bunun üstesinden gelinebileceğini ifade eden Dr Blasco, enzimleri arttırılan farelerde, derialtı yağlanmasının azalması ve daha fazla glikoz toleransı gibi başka olumlu sağlık etkilerinin de görüldüğüne işaret etti.
15-12-2008, 21:09
sarıkanarya_41
13 bebeğin ölümüyle ilgili İzmir Adli Tıp Kurumu araştırmasını tamamladı. 11 bebek mamadaki bakteriden, 2'si doğal nedenlerden ölmüş
Ege Bölgesi'nin en büyük hastanelerinden olan Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hastalıkları Kliniği'nde bir gecede 13 bebeğin hayatını kaybetmesiyle ilgili İzmir Adli Tıp Kurumu araştırmasını tamamladı. 11 bebeğin mamadan bulaşan 'entero bakteriyel kloseye'den, 2'sinin ise doğal nedenle öldüğünü belirlendi.
İzmir'deki Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hastalıkları Hastanesi Yeni Doğan Ünitesi'nde 20-21 Eylül gecesi 11 saat içinde tamamına yakını premetüre 13 bebeğin yaşamını yitirmesi, kamuoyunda tartışma yaratmıştı. Kamuoyunda büyük tedirginlik yaratan olayın patlak vermesi üzerine bebeklerin öldüğü Yeni Doğan Ünitesi karantinaya alınmıştı. İzmir Sağlık Müdürlüğü yetkilileri, bebek ölümlerinin nedenini saptamak için Yeni Doğan Ünitesi ve hastaneden örnekler alınarak laboratuvarda inceleme başlatırken, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı da olayı soruşturdu.
Ölümlerle ilgili İzmir Adli Tıp Kurumu'ndan rapor hazırlaması istendi ve ayrıca Sağlık Bakanlığı'ndan gelen bilimsel heyet ve müfettişler de ayrı bir inceleme inceleme başlattı. İzmir Adli Tıp Kurumu Başkanlığı, bebekler üzerinde yaptığı otopsi ve bakteriyel incelemeyi sonuçlandırdı. Yazımı tamamlanan rapora göre, 11 bebeğin ölüm nedeni bağırsaklarında rastlanılan bakterinin neden olduğu kesinleşti. 'Entero bakteriyel klose' ölen 11 bebekte tespit edilirken, 2 bebek için ise 'normal ölüm' raporu düzenlendi.
'HASTANE KUSURLU'
Uzmanlar, hazırladıkları raporu İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı ve Sağlık Bakanlığı'nın Bilimsel İnceleme Kurulu'na gönderdi. Raporda, yetişkin bir insanda olabildiği gibi bebeklerde de bağırsaklara yerleşen bu bakterinin, bebeklerin hayatlarını kaybetmesine neden olduğu belirtildi. Adli Tıp Uzmanları, bağırsaklara yerleşen bakterinin, bu serviste çocukların beslenmesi için kullanılan mamadan girmiş olabileceğini belirtti. Uzmanlar, fabrikasında tamamen steril ortamda 1 litre olarak hazırlanan bu mamaların hastanede, bebeklere günlük verilecek 200 gramlık hale getirilmesi sırasında veya bölünmüş mamanın konulduğu şişeden bakterinin bulaşmasının neden olduğunu söylediler. Yazımı tamamlanan raporda, bebek ölümleriyle ilgili olarak hastanenin kusurlu olduğu belirtildi.
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı ve Sağlık Bakanlığı Kurulu, rapora göre soruşturmayı şekillendirip, tamamlayacak.
15-12-2008, 21:10
sarıkanarya_41
Yüz, alın ve göz çevresi çizgilerinin belirginleştiği, kaş, yanak, çene altı ve boynun sarktığı, göz kapaklarının yağ torbacıklarının belirginleştiği bir hal alır ve sonuç olarak daha yaşlı, yorgun ve çökmüş bir görünüm kazanır. Türk Böbrek Vakfı Hizmet Hastanesi Dr. G. Sevin Özgül, yeni çıkan yüz gençleştirme operasyonlarıyla artık gençleşmenin hayal olmadığını söylerek hanımlara müjde veriyor. Göz Kapağı Estetiği Yaş ilerledikçe üst göz kapağı derisinde bollaşma, kaş ile birlikte, bollaşan bu deride aşağı doğru sarkma oluşuyor. Alt göz kapaklarında ise deride bollaşma, kırışıklık ve göz altı torbalarının belirginleşmesi dikkat çekiyor. Göz kapağı estetiği ameliyatları alt ve üst göz kapağındaki fazla deri ve yağın alınması işlemine dayanıyor. Dermabrazyon Dermabrazyon, deri yüzeyindeki pürüzlü görünümü azaltmaya yönelik olarak uygulanan deriyi zımparalama işlemidir. En sık olarak, iyileşen sivilcelerin bıraktığı izlerin ya da deriden kabarık yara izlerinin azaltılması için uygulanıyor. Dermabrazyon işlemiyle derinin en yüzeysel tabakası soyuluyor. Böylece yeniden oluşan deri tabakası daha pürüzsüz ve gergin oluyor. Kimyasal Peeling Kimyasal peeling işlemiyle cildin yıpranmamış, sağlıklı olan tabakasını örten yıpranmış tabaka, özel peeling solüsyonları ile soyularak ortaya çıkarılıyor. Sonuç ise daha canlı, taze ve gergin bir cilt oluyor. Yüzeysel tabakadaki hücrelerin dökülmesi, yeni deri hücrelerinin yapımını hızlandırdığından, cilt yüzeyi daha taze hücreler ile kaplanmış oluyor. Botox
Botox mimik kaslarının hareketi ile ortaya çıkan yüzdeki kırışıklıkları azaltmak amacıyla en çok uygulanan yöntemlerden biri. Mimik kaslarının hareketleri sonucu alında, göz çevresinde, kaşlar arasında ve ağız çevresindeki kaslar Botox ile felç edilerek kırışıklıklar yok ediliyor. (Milliyet)
15-12-2008, 21:10
sarıkanarya_41
ABD'de yapılan çalışmalarda, yaygın olarak kullanılan kanser ilacı Avastin'in kemoterapiye eklendiğinde damarlarda pıhtı oluşma riskini arttırdığı belirlendi ancak bu sonucun, hastaları ilacı almaktan vazgeçirmemesi gerektiği açıklandı.
Çalışmayla ilgili bir makale, ''Journal of the American Medical Association'' adlı bilimsel yayında yayımlandı. Çalışma, 15 klinikte, 8.000 hasta ile yapıldı.
Çalışmaya katılan bilim adamlarından olan, New York'taki Stony Brook Üniversitesi Kanser Merkezi'nden Dr. Shenhong Wu, ''çalışma, hastaların kemoterapi almaları sırasında Avastin'in ciddi bir risk yarattığını ortaya koydu'' dedi. Wu, bir çok kanser hastasında zaten pıhtı riskinin olduğunu, bu sorunun, ''toplardamar tromboembolizmi'' olarak bilindiğini belirtti. Wu, ''kemoterapi alan 100 hastadan yaklaşık 10'unda pıhtı oluşuyor. Kemoterapiye Avastin de eklendiğinde, pıhtı olan hasta sayısı 13'e çıkıyor'' dedi.
Wu, bu ilacın, zaten var olan bu sorunu arttırma riski olduğunu belirlediklerini kaydederek, hastaların buna rağmen ilacı kullanmaktan vazgeçmemeleri gerektiğini, bunun yerine doktorların ve hastaların pıhtılaşma sorununu iyi bir biçimde izlemelerinin yeterli olacağını belirtti. A.A
15-12-2008, 21:11
sarıkanarya_41
Antalya Eczacı Odası Başkanı Cihan Dinç, ****** ve Sildegra gibi cinsel performansı artırıcı ilaçların Türkiye genelindeki satışının yüzde 20'sini, Antalya'nın turistik bölgelerindeki 150 eczanenin yapıldığını söyledi.
Eczacı Odası Başkanı Cihan Dinç, medikal alanında istatistikler hazırlayan uluslararası kuruluş IMS'nin verilerine göre Türkiye genelinde bu ilaçlardan yılbaşından bugüne kadar 355 bin adet satıldığını bildirdi. Oda Başkanı Dinç, sadece Antalya'da bu ilaçlardan 68 bin adet satıldığını, Antalya'yı Muğla ve İzmir'in izlediğini söyledi.
Yurt dışında bu tür ilaçların reçete ile satıldığını belirten Dinç, o ülkelerde kişinin bu ilaçları alabilmesi için doktor kontrolünden geçmesi gerektiğini söyledi. Bu ilaçları kullanacak kimselerin ayrıca doktor parası vermek zorunda kaldığını kaydeden Dinç, bu ilaçların Türkiye'de daha ucuz olduğunu savundu. Türkiye'de bu ilaçlarda alım sınırlaması olmadığını belirten Eczacı Odası Başkanı Cihan Dinç, bu nedenlerden dolayı turistin cinsel performansı artırıcı bu ilaçları Türkiye tatili esnasında yoğun olarak talep ettiğini söyledi.
Dinç, bu tarz ilaçları vitaminlerin izlediğini vurguladı.Adının açık yazılmasını istemeyen eczacı H.K., bu tür ilaçlardan yılda 20 bin adet sattığını belirtti. Bu ilaçların tanesini 16- 20 YTL arasındaki fiyatlarla sattıklarını kaydeden H.K., "Turistler kutu kutu alıyor. Bu ilaçlar olmasa hiç abartmıyorum ki hastane uzağında olan eczaneler olarak batardık. Bizi bunlar kurtarıyor" dedi.
15-12-2008, 21:11
sarıkanarya_41
Trabzon Doğum ve Çocuk Bakımevi Başhekimi Uzman Dr. İsmail Topal, hamilelikte düzenli egzersizin sezaryenle doğum riskini azalttığını, doğum sonrası lohusalık süresini kısalttığını ve annenin daha kolay kilo vermesini sağladığını söyledi. İsmail Topal, yaptığı açıklamada, gebelikte belli kurallar çerçevesinde uygulanacak egzersizin pek çok yarar sağladığını belirtti.
Hamilelerin yapacağı egzersizin solunum ve dolaşım sistemlerinin daha iyi çalışmasına katkıda bulunduğunu ifade eden Topal, "Bu durum, gebenin kendisinidaha iyi hissetmesini, sağlıklı kilo almasını, pozitif duygulara yönelmesini vekendine güveninin artmasını sağlar. Egzersiz, anne adayında gebeliğe bağlıuykusuzluk, bel ağrısı, bacaklarda kasılma, varis, basur gibi şikayetlerinazalmasını sağlar" dedi.Topal, düzenli egzersizin sezaryenle doğum riskini azaltacağına dikkatiçekerek, "Egzersiz, doğum sonrası lohusalık sürecini kısaltır ve annenin dahakolay kilo vermesini sağlar. Sağlıklı yaşamın önemli bir parçası olan egzersiz,hamileler için de vazgeçilmez bir uygulamadır. Bu durum dikkate alınarak, anneadayları, düzenli egzersizleri doktorlarıyla iletişim halinde olarak aksatmadanyapmalıdır" diye konuştu.
'EGZERSİZ, ANNE ADAYININ FİZİKSEL GÜCÜNÜ ARTIRIR'
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Beden Eğitimi Bölümü BaşkanYardımcısı Yılmaz Çakmak ise hamileliği normal seyreden her sağlıklı anne adayı için egzersizin güvenli ve yararlı olduğunu söyledi. Yılmaz Çakmak, hamilelik döneminde sakatlık riski olabilecek spor aktiviteleri ve 5 dakikadan fazla sırt üstü yatılan egzersizler yapılmaması gerektiğini ifade ederek, "Egzersiz sırasında düzgün ayakkabı ve göğüs destekleyici elbiseler giyilmelidir. Hamilelikte yapılan egzersizlerin birinci tehlikesi, vücut ısısının yükselmesi ve bebeğe kan akışının azalmasıdır. Kalp atışı dakikada 140'ı geçmemelidir. Hamileliğin dördüncü ayından başlanarak düzenli yapılan egzersiz, anne adayının fiziksel gücünü artıracaktır" dedi.
Anne adayının ağrı, kasılma gibi durumlarda egzersize son verilmesi gerektiğine dikkati çeken Çakmak, "Anne adayları, hafif ve orta yoğunlukta egzersizi haftada en az üç defa yapabilir. Egzersiz programının günlük olarak 45dakika tüm vücut hareketleri, 5 dakika nefes eğitimi, 10 dakika gevşemehareketleri olmak üzere toplam bir saate yayılması gerekir" diye konuştu.
15-12-2008, 21:11
sarıkanarya_41
Gaziantep Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi Psikiyatri Servisi'nde tedavi gören 42 yaşındaki Derviş Seçer, doktorunun verdiği ilacı beğenmeyince, bir şişe dolusu benzini servise dökerek çakmakla yaktı. Alevler büyümeden söndürülürken, Seçer gözaltına alındı.
15 yıldır tedavi gören Derviş Seçer, Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi'ne giderek doktorundan daha önce yazdırdığı ilaçların faydasını görmediğini söyleyerek başka ilaç yazmasını istedi. Ancak, doktoru Seçer'e, "Tedavin için bu ilaçlar gerekli" diyerek daha önce yazdığı ilaçların aynısını yazdı. Sinirlenen Derviş Seçer, yanında getirdiği bir şişe dolusu benzini, içinde bulunduğu Psikiyatri Servisi'ne dökerek çakmakla yaktı. Seçer, yaktığı ateşin içine kendisini de atmak isterken diğer hastalar ve hastane görevlileri müdahale ederek onu engelledi. Hastane polisi ve hastane güvenlik görevlilerinin güçlükle gözaltına aldığı Seçer, hastanedeki polis noktasına götürüldü, alevler de büyümeden söndürüldü.
Seçer'in polise verdiği ifadeye göre hastaneye planlı geldiği ve "Doktor yine aynı ilaçları yazarsa ya kendimi ya da hastaneyi yakacağım" dediği öğrenildi.
15-12-2008, 21:12
sarıkanarya_41
Adana Hasta ve Hasta Yakını Hakları Dernek Başkanı Avukat Bülent Maraklı, Yargıtay'ın, hastaya eksik bilgi veren hekime 125 bin YTL ceza verilmesi kararını onamasının, hasta- hekim ilişkisinde yeni bir dönem başlattığını söyledi. Ameliyat sonrası ses kısıklığının oluşması nedeniyle 2003'de açılan ve 2008'de 'hekim ne kadar kusurlu değilse de, ameliyat yönünde rıza alınmasına rağmen, hastanın ameliyatın yapılması esnasında ve sonrasında meydana gelecek komplikasyonlara ilişkin bilgilendirilmediği, buna ilişkin aydınlatılmış bilgi rızası (onamı) bulunmadığı' gerekçesiyle Yargıtay 13'üncü Daire tarafından, doktorun faiziyle birlikte 125 bin YTL tazminat ödemeye mahkum edilmesi kararını onaması tarihi karar olarak nitelendirildi. Adana Hasta ve Hasta Yakını Hakları Dernek Başkanı Avukat Bülent Maraklı, bu kararla aydınlatma yapılarak rıza alınmadan, tedavi ve cerrahi müdahale sonucu, beklenilmeyen ve istenilmeyen sonuç doğar ise, meydana gelecek maddi ve manevi zararlardan, tedaviyi ve cerrahi müdahaleyi gerçekleştiren hekimin sorumlu olduğunun ortaya çıktığını söyledi. Avukat Maraklı, "Olay özel hastanede gerçekleşir ise, özel hastane ile hekim birlikte sorumludur. Devlet ve üniversite hastanelerinde, hekimin kişisel kusuru söz konusu değilse, zarardan kurum sorumludur. Kurumun da rücu hakkı söz konusudur" dedi.' 'GELECEKTE DAHA DA ÖNEM KAZANACAK'
Genelde hasta haklarının, özelde ise 'aydınlatılmış onam' işleminin önümüzdeki yıllarda dünyada ve ülkemizdeki insan haklarının gelişimi sürecinde daha da önem kazanacağı ve yasal yaptırımlarının daha titizlikle uygulanacağını belirten Avukat Maraklı, "Bu konuda hekimlerin ve hastaların bilgilendirilmesi, hekimlerimizin aydınlatma işlemini davranış modeli haline getirmelerinin sağlanması için eğitim çalışmaları ve denetimin arttırılması gerekmektedir" diye konuştu. Avukat Maraklı, aydınlatma ve rızanın alınmasında hasta ve doktorun dikkat etmesi gereken konuları da şöyle sıraladı: "Aydınlatılmış onam alma ve bilgilendirmeler primer hekim tarafından yapılmalıdır. Hasta dosyasının oluşturulması esnasında, hemşire veya görevli tarafından verilen onam formları imza edilmemeli. Hekim tarafından açıklaması yapılmayan bu bilgilerin kabul edilerek imza edilmesi, aydınlatmanın hekim tarafından yapıldığı sonucunu doğurabilir. Yani bu belge delil teşkil edebilir. Aydınlatılmış onam, hastanın sosyal- kültürel yapısına uygun ve anlayacağı dilden hazırlanmalı ve bu konuda hastadan tarih, saat ve anladığına dair bir not içeren yazı ve imza alınmalıdır. Hasta ve yakını verdiği onamı geri alma hakkına sahip olmalıdır. (Acil durumlarda hekimin itiraz hakkı mevcuttur) Hastanın özgür iradesi ile karar verebileceği ortam sağlanmalıdır. Fiziksel ve psikolojik açıdan hastaya bu olanak ve zaman tanınmalıdır."
15-12-2008, 21:12
sarıkanarya_41
Akdeniz Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Buket Cinemre, şizofreni hastalarının "etiketlenmekten" korktuklarını, ilaç kullanarak ve terapilere katılarak iyileşen hastalarının bile geçmişte şizofreni yaşadığını gizlemeyi tercih ettiğini bildirdi. Yrd. Doç.Dr. Cinemre, şizofreninin toplumda daha çok kişilik bölünmesi, çoklu kişilik gibi algılandığını, halbuki bu rahatsızlığın bir beyin hastalığı olduğunu söyledi. Çocuklukta kötü muamele görmenin de bu hastalık üzerinde etkisinin bulunmadığına dikkati çeken Yrd. Doç.Dr. Cinemre, hastalığın hipertansiyon veya diyabette olduğu gibi moleküler düzeydeki bozukluklardan kaynaklandığına işaret etti. Yrd. Doç.Dr.Cinemre, hastalığın ortaya çıktıktan sonra yaşam boyu görüldüğünü, şizofrenlerin önemli bir kısmının ömür boyu ilaç kullanmak zorunda kaldıklarını vurguladı. Bu hastaların aktif dönemde olmayan sesler duyma ve hayaller görme gibi gerçek dışı düşüncelerinin olduğunu anlatan Yrd. Doç.Dr.Cinemre, şöyle konuştu: "Hastalarımız arasında zarar göreceğini, birilerinin kendini takip ettiğini, beynine çip yerleştirildiğini düşünenler var. Bunları ilaçlarla düzeltebiliyoruz. Bu dönem geçtikten sonra ise içe kapanıklık, karar verme yetisini kısmen kaybetme, karar verse de hayata geçirememe, işi başlatıp sonlandıramama gibi sorunlar ortaya çıkıyor. Zaten esas sorun da burada. Çünkü hastalık bu süreçte ciddi işlev kaybına neden oluyor. Kişinin benlik saygısı azalıyor, hiç çalışamaz duruma geliyor." Hastalığın bu dönemini "kırık bir kolun alçıdan çıktıktan sonraki ilk günlerine" benzeten Yrd. Doç. Dr. Buket Cinemre, "Kırılmış bir kol alçıdan çıktıktan sonra anatomik olarak iyileşmiştir ama kol eski kol değildir. Kaslar zayıflamıştır, eklemlerde zayıflık başlamıştır. Şizofrenide de böyle bir durum sözkonusu. Hastada akut dönem geçtikten sonra içe kapanıklık, işe yaramama duygusu gelişebiliyor" dedi. HER 100 KİŞİDEN BİRİ ŞİZOFREN Yrd. Doç.Dr.Cinemre, şizofreninin daha çok ergenlik ve genç erişkinlik döneminde ortaya çıktığını ve toplumda görülme sıklığının yüzde 1 oranındaolduğunu bildirdi. Bu dönemin, kişilerin en üretken oldukları, hayatlarıyla ilgili önemli kararları aldıkları dönem olduğuna işaret eden Cinemre, hastalığın bu dönemde ortaya çıkmasıyla hastaların büyük kayıplar yaşadıklarını, en başta geleceklerini kaybettiklerini söyledi. Şizofren kişilerin hastalıklarını farketmediklerine de işaret eden Yrd.Doç. Dr. Cinemre, burada hastanın yakın çevresine büyük görev düştüğünü vurguladı. Hastaların bu dönemde yaşadıkları kurguyu gerçek sandıklarını belirten Yrd. Doç.Dr.Cinemre, şunları kaydetti: "Bu kurguyu gerçek sandıkları için de tedaviyi reddediyorlar. Hastalığıdaha çok şizofreni olan kişinin yakın çevresi farkediyor. Örneğin kişinin saçma konuşmalar yapması, kendi kendine konuşup gülmesi buna örnek. Ama şizofreninin sinsi şekilde ortaya çıktığı durumlar var. Hastalık bu şekilde gelişiyorsa içekapanıklık veya depresyon sanılabiliyor. Kişide özbakımda azalma, öğrenciyse ders başarısında düşme oluyor. Buna da ancak uzman kontrolünde karar verilebiliyor." ETİKETLENME KORKUSU
Yrd. Doç. Dr. Buket Cinemre, hastalığın ortaya çıkmasında gen-çevre ilişkisi bulunduğunu, kalıtsal etkinin yanı sıra çevresel koşulların hastalığı hızlandırabildiğini veya engelleyebildiğini bildirdi. Hastalığın toplumda da yeterince tanınmadığını, hastaların, kişilerin kendilerine ön yargıyla yaklaşmasından korktuğunu anlatan Yrd. Doç.Dr.Cinemre, şunları söyledi: "Hastalar etiketlenme korkusuyla, iyileştikten sonra bile kendilerini gizlemek istiyorlar çünkü ön yargılardan korkuyorlar. Bu ön yargılar nedeniyle toplumla hastalar arasındaki mesafe de artıyor. Bu hastalık kimsenin kendi tercihi olamaz. Bana göre şizofreni, hipertansiyondan daha farklı bir hastalık değil. Eğer doğru zamanda ve doğru şekilde müdahale edilirse, şizofrenlerin normale yakın ya da tamamen normal bir yaşam sürdürmeleri mümkün."
15-12-2008, 21:13
sarıkanarya_41
Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye'de de her geçen gün organ nakli için sıraya giren hasta sayısı artıyor. Türkiye'nin handikapı ise bilgi eksikliği nedeniyle organ bağışı yapan kişi sayısının çok düşük olması.
Türkiye'de organ bekleyen yaklaşık 45 bine yakın hastanın olduğunu belirten Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi Koordinasyon Birim Sorumlusu Nilgün Bilal Keçecioğlu, bu sene bağış yapan kişi sayısının ise sadece 600'de kaldığını açıkladı.
Organ bağışının artmasını engelleyen en önemli unsurun yanlış algılamalar olduğunu belirten uzmanlar, ölen bir yakınının organlarını bağışlamayı düşünen bir ailenin kişinin bedensel bütünlüğünün tamamen bozulacağı endişesini taşıdığını söylüyor.
Organ nakli yapılan kişinin kadavrasının "poşet içinde" aileye teslim edildiği gibi gerçekdışı inanışlar da organ bağışı kampanyalarının yeteri kadar destek görmesine engel oluşturuyor. Uzmanlar ise bu inanışın çok yanlış olduğunu ve ölen kişinin vücut bütünlüğüne büyük saygı gösterildiğini belirtiyor. TÜM TÜRKİYE'Yİ İLGİLENDİREN SOSYAL BİR SORUN
Beyazıt Öztürk ve Meral Okay'ın hazırlayıp sunduğu "Nası Yani" adlı programa konuk olan Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi Koordinasyon Birim sorumlusu Nilgün Bilal Keçecioğlu, "Kişinin yakınını kaybettiği an en acılı andır insanların en acılı oduğu zaman en bencil oldukları andır. O sırada o insanların canı yanıyor. Başkasını düşünme fırsatları pek yok, çok zorlanıyoruz." sözleriyle yaptıkları işin zorluğuna dikkat çekiyor.
Keçecioğlu ayrıca organ bekleyen hastaların hem çok kalitesiz bir yaşam sürdürdüklerini hem de devletin bu hastalara sosyal güvenlik sitemi vasıtasıyla büyük paralar hartcadığına dikkat çekiyor. "Bir böbrek hastasının bir yıllık maliyeti devlete 23 bin dolar. Organ nakli olsa birinci yıl rakam 20 bin dolara ve sonraki 5 yılda 5 -6 bin dolara kadar iniyor. Devlet bu yaşam standardı sıkıntılı olan hastalara çok ciddi paralar harcıyor" sözleriyle organ bağışının önemine vurgu yapıyor.
Nilgün Keçecioğlu, birgün hepimizin, "organ vericisi" olmaktan çok "organ alıcısı" olma ihtimali olduğunun altını çizerek "O listede bekleyenlerden biri de olabiliriz" diye konuştu.
YOĞUN BAKIM DOKTORLARINA ÇOK BÜYÜK GÖREV DÜŞÜYOR
Memorial Hastanesi'nin Organ Nakli Koordinatörü Mümin Uzunalan organ bağışı konusunda yaşanan algı yanlışlılarını KANALDHABER.COM.TR'ye anlattı. * Bağış yapmak için iki şahit getirilmesi gerekiyor. Türkiye gibi bürokratik işlemlerde sorunlar yaşanan bir ülkede bu pek çok bağışçı için büyük bir sorun gibi görünüyor. Bu süreç daha basitleştirilemez mi? Kişi sağlığında organ bağışı yapmak istediğinde herhangi bir sağlık kurumuna başvurarak organlarını bağışlayabilir ve organ bağış kartı alabilir. Bu prosedürle uğraşmak istemeyenler ise ailelerine organ bağışında bulunmak istediklerine dair bilgi verebilirler. Sonuçta hayatını kaybeden birinin organları ailesinin onayı alınmadan bağışlanamayacağı için, kişi sağlığında bağış yapsa da yapmasa da geride kalan yakınlarının onayı şarttır. Dolayısıyla sağlığında aile bireylerine vereceği bilgi bir anlamda kişinin bu konudaki vasiyetidir. * Ünlü bir kişi var mı topluma örnek olacak organlarını bağışlayan? Bu tip, halkın sevdiği kişiler ile görüşme yapılsa kamuoyuna bağışçı oldukları duyurulsa daha sonraki süreç takip edilse, bağış sayesinde hayata dönen insanlar lanse edilse bağışların artmasına etkili olur mu sizce? Çolpan İlhan, Kerem Alışık, İlhan Mansız, Kenan İmirzalıoğlu gibi birçok isim sayılabilir. Aslında birinin ismini vermek ismini vermeyi unuttuğumuz diğer ünlülere haksızlık olacağından hepsinin total desteğinden söz etmek daha doğru olur. Ancak sağlıklı iken yapılan bağışlarla hayatını kaybettikten sonra yapılacak bağışları birbirinden ayırmak gerek. Diğer taraftan sadece ünlülerin hayatını kaybetmesini beklemeye gerek yok. Bir çok organ bağışı oluyor ve bu organlarla bir çok hasta hayata dönüyor. Bunları kamuoyunun gündemine taşımakta da medyanın biraz çaba harcaması gerekiyor. Ayrıca geçmişte ünlülerin organları da bağışlandı ve bu organlarla hayata dönenler haber yapıldı. Sorun bu haberlerin bir stratejinin parçası olmadan bir tek haber bazında ele alınması. Oysa ki uzun soluklu projelerle halka sürekli ve doğru bilgi akışını sağlamak gerekiyor. * Bizde "gönüllülük yöntemi" uygulanıyor şu an ve istatistiklere göre bağışçı sayısı da çok yetersiz. Şu anda genç olan nüfusumuzun önümüzdeki yıllarda yaşlanmasıyla beraber organ nakline daha çok ihtiyaç olacak. Peki bu projeksiyonu şimdiden oluşturup batılı ülkelerin "İtiraz yöntemi" uygulamasına geçebilir miyiz? Bizim toplumsal yapımıza uygun mudur bu sistem? Dünyada uygulanan bir çok model var. İtiraz yöntemi de bunlardan biri. Ülkemiz şartlarında uygulanabilirliği konusunda ciddi endişelerim var. Ancak bu konular kanun, yönetmelik ve yönergelerle belirlenmiştir. Dolayısıyla ancak kanun koyucuların iradesiyle değiştirilebilir. Toplumda böyle bir beklenti oluşursa dikkate alınır diye düşünüyorum. Hangi sistem uygulanırsa uygulansın bir noktayı göz ardı etmemek gerek. Organ bağışı kültürü oluşmadan sistemler başarılı olamazlar. Doğru mesajlar, doğru bilgiler ve sonuçların insanlara anlatılmasıyla zamanla bir organ bağışı kültürünün oluşacağını düşünüyorum. Bizim çaba harcamamız gereken husus budur. Bazen hepimizin yöneldiği sorunları kolay yoldan çözme girişimleri organ bağışı konusunda asla işe yaramayacaktır. Dolayısıyla hepimiz üzerimize düşeni yapmalı ve organ bağışını arttırmak için insanlara bilgi vermeliyiz. * Bu rakamların artırılabilmesi için ne yapılabilir? Bu sorunun cevabı aslında çok çok uzun. Yeniden keşifler yapmaya gerek yok. Organ bağışında başarı sağlamış ülkeleri örnek alabiliriz. Halkın bilinçlenmesi şart elbette. Ülkemizde insanların en önemli dostu hiç şüphesiz televizyonlardır. Buradan yola çıkarak televizyonların organ bağışı kampanyalarında aktif rol alması gerektiğini düşünüyorum. Bazen dizilerde son derece yanlış ve çok basit bir telefonla bile alınabilecek bilgilerden yoksun senaryolarla karşılaşıyoruz. En azından doğru mesajların işlenmesi sağlanarak bu olumsuzluklardan sıyrılabiliriz. Rayting kaygısını anlıyorum ama yanlış bilgi vermeden de organ bağışının içerisinde yeterince rayting unsuru olduğunu düşünüyorum. Elbette devlet televizyonları daha güçlü el atmalılar organ bağışına. Bilgilendirici klipler hazırlanarak bunların belirli aralıklarla gösterimleri çok zor değildir diye düşünüyorum. Ayrıca hekimlerin ve sağlık çalışanlarının da çeşitli metotlarla eğitimleri gerekli.
HANGİ ÜLKE, HANGİ SİSTEMİ UYGULUYOR?
* Arnavutluk, Hırvatistan - Yasal bir düzenleme yok
* İrlanda, Litvanya, Malta / Yasal bir düzenleme yok - Geliştirilmiş gönüllülük yöntemi uygulanıyor
* Danimarka, Almanya, Yunanistan, İngiltere, Yugoslavya, Hollanda, Romanya, İsviçre, Türkiye, Beyaz Rusya / Geliştirilmiş gönüllülük yöntemi
* Lüksemburg, Avusturya, Polonya, Portekiz, Slovakya, Slovenya, İspanya, Çekoslovakya, Macaristan / İtiraz yöntemi
* Belçika, Finlandiya, Fransa, İtalya, Ukrayna, Letonya, Liechtenstein, Norveç, Rusya, İsveç, Kıbrıs / Geliştirilmiş itiraz yöntemi
* Bulgaristan / Sadece olağanüstü durumlarda izin veriliyor
* Estonya / Komisyon karar veriyor
ORGANLARINI DOĞAR DOĞMAZ BAĞIŞLIYORLAR!
Temelde organ bağışı ile ilgili dört yöntem vardır. Bu yöntemler, bağış yapan kendi isteği ile organ bağışı yapmaya hazır olmadığı zamanlarda devreye girer. Bu düzenlemeler şimdilik her yerde aynı şekilde kullanılmıyor. Her ülke kendi kararlarını kendisi veriyor. * İtiraz Yöntemi * Genişletilmiş İtiraz Yöntemi * Gönüllülük Yöntemi * Genişletilmiş Gönüllülük Yöntemi
Bunların içerisinde İtiraz Yöntemi en geniş kapsamlı yöntemdir. Bu yöntemde sağlığında kesin itirazı olmayan herkesin organı bağış olarak kabul edilir.
Genişletilmiş İtiraz Yöntemi ayrıca şöyle bir hakkı da içerir: Bağışçının ölümünden sonra, potansiyel bağışçının akrabaları organ bağışını, ölen kişinin, yaşarken yaptığı vasiyet olarak kabul ederler.
Gönüllülük Yöntemi ise bağışçının yaşarken organlarını bağışlayacağını kabul etmiş olması zorunluluğunu getirir. Kesin bir organ bağışı yapmayı kabul etme prosedürü gerektirir. Bu nedenle çok dar kapsamlıdır.
Genişletilmiş Gönüllülük Yöntemi'nde bağışçının ölümünden sonra, ailesi de bağış için onay verebilir. Bu uygulama Gönüllülük Yöntemi'ni genişletmektedir.
Bu dört yöntemin yanı sıra iki istisna yöntem daha vardır: Bilgilendirme Yöntemi ve Acil Durum Yöntemi
Bilgilendirme Yöntemi'nde bağışçının izni şarttır. Eğer potansiyel bağışçının yanında, organ bağışı yapmak istemesi ile ilgili herhangi bir yazılı belge yoksa, bağışçı olmak istemiyordur. Bu durumda ailesine bilgi verilmesi gerekir. Ailenin itiraz etme hakkı vardır.
Acil Durum Yöntemi'nde, bağışçının kendisinden veya ailesinden bir itiraz olsa bile, her durumda organ alınır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
15-12-2008, 21:14
sarıkanarya_41
Hava kirliliğinin, kronik akciğer rahatsızlıklarında, sigara kadar etkili olduğu vurgulandı.
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Özer, her kış olduğu gibi bu kış da hava kirliliği ve soğuğun etkisiyle göğüs hastalığı vakalarında artış yaşandığını söyledi.
Kış mevsiminde genel olarak kronik akciğer hastalarında artış olduğunu belirten Prof. Dr. Özer, bunun sebepleri arasında en başta sigara içilmesi, sigara içilen ortamlarda sigara dumanı solunması ve hava kirliliğinin geldiğini ifade etti.
Prof. Dr. Özer, kronik akciğer rahatsızlıkların ortaya çıkması ya da nüksetmesinde kışın artan gribal enfeksiyonların da önemli rol oynadığını vurguladı.
Kronik akciğer rahatsızlıklarında sigara kadar hava kirliliğinin de etkili olduğunu ifade eden Prof. Dr. Özer, şunları kaydetti:
“Yani bir anlamda hava kirliliğinin yoğun olduğu zamanlarda dışarı çıkan kişiler, zarar verici miktarda sigara içmiş gibi etki altında kalıyor. Bu nedenle hava kirliliğinin arttığı kış aylarında bronşit, astım gibi kronik akciğer rahatsızlığı olanların daha dikkatli olması gerekiyor. Bu hastalıkları taşıyan kişilerin her yıl grip aşısı olması gerekiyor. Kronik akciğer rahatsızlığı olanlar hava kirliliğinin yoğun olduğu saatlerde dışarı çıkmamalıdır. Bu konuda en fazla duyarlı olması gerekenler ise yaşlılar ve çocuklardır.”
15-12-2008, 21:14
sarıkanarya_41
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp DamarCerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şah Topçuoğlu, stresin kalpritmini bozduğunu söyledi. Topçuoğlu, dünyada ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer alan kalp damar hasatlıklarına artık ileri yaşlarda değil, çocuk ve gençlik çağlarında da sıkça rastlandığını, bunun doğumsal anomaliler, ailesel geçiş, çevresel faktörler ve değişen beslenme alışkanlıkları olmak üzere çeşitli nedenlerin yanı sıra stresten de kaynaklandığını belirtti.
Günümüzde stressiz bir yaşamın düşünülemeyeceğini belirten Topçuoğlu,"ancak, kalbini seven çağın vebası denilen bu durumu mümkün olduğunca frenlemeli. Tempolu yürüme, koşma ya da spor sırasında daha çabuk hissedilen bu durum, kalbin idare merkezinde yapısal bir sorun ya da ileti yolları olan yani kalbi besleyen damarlarda problem olduğunu gösteriyor. Çoğu kişi tarafından hissedilemeyen ya da hafife alınan bu durumun ani ölümlere yol açtığı görülüyor" dedi.
Topçuoğlu, gelişen tıp imkanları sayesinde ritm bozukluklarının nedeninin kolayca belirlenerek ilaçlı ve cerrahi operasyonla tedavisinin mümkün olduğunu, normal elektrografide görülmese bile 24 saatlik holter EKG denilen yöntemle tespit edilebildiğini belirterek, şöyle devam etti: "Burada bir bozukluğa rastlanırsa elektro fizyolojik çalışmalar yapıyoruz. Bu tespit bize tedaviyi ilaçlı mı yoksa cerrahi operasyonla mı gerçekleştireceğimiz yönünde bilgi verir. Sürekli ilaç kullanımını her zaman onaylamıyoruz. Çünkü, her ilaçta mutlaka bir yan etki görülür."
Topçuoğlu, kalp rahatsızlıklarının erken teşhisinde ailelere önemli görev düştüğünü belirterek, "çabuk yorulan, efor sırasında çarpıntı yaşayan çocuk ya da gençlerin mutlaka kalp hastalıkları uzmanına başvurması sağlanmalı" diye konuştu.
KALP DIŞI NEDENLER
Adana Kardiyoloi Merkezi uzmanlarından Dr. Farşit Farşidfar ise kalpteki ritm bozukluklarının, kalp dışı nedenlerden de kaynaklanabileceğini, bunlar arasında guatr hastalığı, kansızlık, fazla çay, kahve ve sigara kullanımının sayılabileceğini bildirdi. Aşırı heyecan, öğrencilerdeki sınav kaygısı ve stresin de kalpte ritm boukluğuna neden olduğuna dikkati çeken Farşidfar, özellikle risk faktörleri taşıyan kişilerin yanı sıra hiçbir rahatsızlık hissetmeyenlerin de yılda bir kezde olsa rutin kontrolden geçmesinin olası bir rahatsızlığın erken teşhisi açısından büyük önem taşıdığını kaydetti.
15-12-2008, 21:14
sarıkanarya_41
Aktif bir cinsel yaşama sahipsiniz. Peki ama cinsellikle bulaşabilecek hastalıklardan haberdar mısınız? Sağlıklı bir cinsel yaşamın sırrı bu hastalıklar hakkında bilgi sahibi olmak ve tedbiri asla elden bırakmamaktan geçiyor. 1. HPV Kansere dönüşebiliyor
Human papiloma (HPV), genital hastalıklar ve serviks kanserine yol açabilen virüsün adı. Genellikle, bulaşma sıklığı, 20'li yaşların başında daha fazla. Çoğu zaman semptomları belirti vermiyor ve enfeksiyon herhangi bir tedavi olmadan kendiliğinden geçiyor. "Eğer aktif bir **** hayatınız varsa bu virüsün bir türünü taşıma riskiniz artar" diyen konunun uzmanları 30 çeşit HPV virüsü çeşidi olduğunu vurguluyor. Cinsel temasla kolaylıkla geçen ve kimi zaman tehlikeli olabilen bu virüsten korunmak için prezarvatif kullanmak kolay ve basit bir çözüm. Düzenli olarak smear testi yaptırarak da virüs taşıyıcısı olup olmadığınızı veya virüsün kansere dönüşüp dönüşmediğini öğrenebilirsiniz. 2. Herpers ömür boyu sürüyor
İstatistikler gösteriyor ki herpes virüsü gittikçe yaygınlaşıyor. "Herpes simpleks" adlı virüsün neden olduğu herpesin tedavisi yok ve bir kez bulaşınça ömür boyu taşınıyor. Özelikle genital herpese yakalananların sayısı İngiltere'de, son yıllarda yüzde 9 artmış. Yaşam kalitesini bozan bir sağlık sorunu olan herpesle savaşta cinsel ilişki sırasında korunmaktan ve tedbiri asla elden bırakmamaktan geçiyor.
15-12-2008, 21:15
sarıkanarya_41
Serin havalar geldi ve bacaklarınız, uzun kollu giysilerin altına hapsoldu ve siz istenmeyen tüylerinizin varlığını unutmaya karar verdiniz; Oysa birazcık uğraşmayı göze alsanız, önümüzdeki yazı pürüzsüz bir bedenle karşılamanız mümkün.
Biz kadınlar güzelliğimize ne kadar düşkün olsak da, zaman zaman bazı işleri erteleyebiliyor ve yumurta kapıya dayanınca panik halinde çözüm aramaya başlıyoruz. Ortak yanlışımız; bütün yıl boyunca yediğimize, içtiğimize dikkat etmeyip bahar aylarında başladığımız şok rejimler ve kışın nereye koyduğumuzu bile hatırlamadığımız selülit kremlerini havaların güzelleşmesiyle yana yakıla aramamız... Ve işte bunlara güzel bir örnek daha; lazer epilasyonun sadece yaz başında yapılan bir işlem olduğunu düşünmek! Oysa uzmanlara göre, sonbahar bu işin tam zamanı. Bunun başlıca iki nedeni var. Ilki, bu ayların bize yaza kadar tüm seansları tamamla imkanı vermesi. İkincisi ise seanslardan sonra bir süre cildin güneş görmesi sakıncalı olduğu için, havanın kapalı olduğu bu mevsimde kapalı giysiler giymenin ve güneşe çıkmamanın daha kolay olması.
Önümüzdeki yazı, 'tüy' diye bir şeyin varlığını unutmuş olarak karşılamak istiyorsanız, önerimiz iyi bir merkez bulmanız ve lazer epilasyonu seanslarına bir an önce başlamanız. Tabii, Dermatoloji Uzmanı Dr. Canan Aydemir'den aldığımız bilgiler doğrultusunda, avantajlarından dezavantajlarına derlediğimiz bu haberi okuduktan sonra... Lazerle ilgili bilmeniz gerekenler
Lazer tek dalga boyunda yoğunlaştırılmış ışık demek. Lazer epilasyonun prensibi ise, bu yoğun ışıkla kıl kökünde bulunan melanin adlı renk maddesinin ısıya dönüşmesini sağlamak ve kıl folikülünü tahrip etmek. Ve sonuç olarak da tahrip olan kıl kökünün bir daha kıl üretmesini engellemek. Prensip aynı olsa da, işlem teknik açıdan farklılık gösterebiliyor. Son yıllarda, geliştirilen bilgisayar sistemi sayesinde, cilt ve tüy rengine bakılarak kişiye özel ayarlamalar yapılması da mümkün.
Dermatoloji Uzmanı Dr. Canan Aydemir, lazer epilasyonun her yaşta yapılabildiğini ancak kıl kökü yenilenmesi 18 yaş altında çok hızlı olduğu için, bu yaşın üzerindeki kişilere yapılmasının daha uygun olduğunu anlatıyor. Kaç seansta bitiyor?
Bu konuda bilgi aldığımız, Hair Planet'ten estetisyen Kader Kaya, vücut bölgelerinde ortalama 5 - 6 seans; yüzde ise en az 7 - 8 seans uygulamak gerektiğini söylüyor. Seans aralarında ise , yüzde 1 - 1,5 ay, vücutta ise 2 - 2,5 ay beklemek gerekiyor. Yani bir seanstan sonra tüylerinizin tekrar çıkması uzun zaman alıyor.