-
ORDULARIMIZIN ÜSTSUBAY VE SUBAYLARI HAKKINDA BİLİNEN BİR GERÇEK
Yıllarca vatanın çeşitli savaş alanlarında komuta ettiğim ordularımızın üstsubay ve subayları ile ilgili gizli, zaten bildiğim bir gerçeği yüz sekseninci defa da olsa işitmiş olmaktan elbette pek memnun olmuştum.
Efendiler, savaş alanında verilecek emri bekleyen Doğu Ordumuz,28 Ekim l920 günü Kars üzerine harekete başladı. Düşman, direnmeksizin Kars'ı terketti. Kars 30 Ekimde tarafımızdan işgal edildi. 7 Kasımtarihinde birliklerimiz, Arpaçay'ına kadar olan bölgeyi ve Gümrü'yü elegeçirdi.
Ermeniler, 6 Kasımda ateşkes ve barış için müracaat etmişlerdir.Biz de ateşkes anlaşmasının maddelerini, Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla ,8 Kasımda Ermeni ordusuna bildirdik. 26 Kasımda başlayan barış görüşmeleri 2 Ocakta son buldu ve 2/3 Ocak gecesi Gümrü Antlaşması imzalandı.
-
MİLLİ HÜKÜMETİN YAPTIĞI İLK ANTLAŞMA:GÜMRÜ ANTLAŞMASI
Efendiler, Gümrü Antlaşması, Millî Hükûmet'in yaptığı ilk antlasmadır. Bu antlaşma ile, düşmanlarımızın hayallerinde ta Harşit vadisine kadar uzanan Türk ülkelerini kendisine bağışlamış oldukları Ermenistan, Osmanlı Devleti'nin l877 seferiyle kaybetmiş oldu ve bu yerleri,bize, Millî Hükumet'e terkederek aradan çıkarılmıştır. Dünyadaki durumlarda önemli değişiklikler olması yüzünden, bu antlaşma yerine, dahasonra yapılan 16 Mart 1921 tarihli Moskova ve 13 Kasım 1921 tarihliKars Antlaşmaları geçerli olmuştur.
Efendiler, o bölgenin genel durumu ve sınırlarımız bakımından temas halinde bulunduğumuz Gürcistan ile olan ilişkilerimiz ve aramızdageçen olaylar hakkında da kısaca bilgi vereyim :
l920 yılının Temmuzunda, Batum, İngilizler tarafından boşaltılınca,Gürcüler hemen işgal ettiler. Bu durum Brest - Litowsk ve Trabzon Antlaşmalarına aykırı olduğundan, 25 Temmuz 1920'de tarafımızdan protesto edilmişti.
8 Şubat 1921'de Ankara'da itimatnamesini sunmuş olan Gürcü elçisiyle de, Türkiye - Gürcistan antlaşması için görüşmeler başlamıştı. Nihayet 23 Şubat 1921'de verdiğimiz kesin bir ültimatom üzerine ArdahanArtvin ve Batum'un bize bırakılmasına razı olundu. Batum'un işgali butarihten on beş gün sonra gerçekleşmiştir. Bu yerlere, Türkiye'ye katılmayı sabırsızlıkla bekleyen halkın alkışları içinde girildi.
Daha sonra, Moskova Antlaşması gereğince Batum boşaltıldı; fakat işgal etmiş olduğumuz öteki yerlerin anavatan sınırları içinde kalması pekiştirildi.
-
TRAKYA'DAKİ DURUM
Efendiler, içinde bulunduğumuz tarihlerde Trakya'nın durumuna da hep birlikte göz gezdirelim :
Doğu Trakya'da, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ninTrakya - Paşaeli Merkez Hey'eti bir kongre yaptı. Bu kongre, Trakya'nınidaresini, Trakya - Paşaeli Merkez Hey'eti'ne verdi. Trakya'da KolorduKomutanı olarak bulunan C a f e r T a y y a r (C a f e r T a y y a r P a ş a), bu Merkez Hey'etinde olmakla birlikte, Edirne milletvekili olarak da Meclis'imize üye seçilmiştir. Trakya Merkez Hey'eti'ne ve Kolordu Komutanı'na verdiğimiz talimat, Trakya'nın kaderinin bütün memleketinkaderiyle birlikte çözülebileceği esasına dayanıyordu. Askerî harekâtbakımından da verdiğimiz direktif şuydu :
Üstün kuvvetlerin taarruzuna uğranılırsa sonuna kadar direnilecekve Trakya tamamiyle zapt ve işgal edilmiş olsa bile, teklif edilecek herhangi bir çözüm şekli tek başına kabul edilmeyecektir. Zaten Trakya'daki komutanın da kararının böyle olduğu ifade edilmekteydi. Fakat sonzamanlarda, Komutan C a f e r T a y y a r B e y, yabancıların verdiğiteminat üzerine yapılan davete uyarılsa İstanbul'a gitmiş, bize durumuancak dönüşünden sonra bildirmişti. Anlaşıldığına göre, Doğu Trakya'nınyalnız başına varlığını koruyamayacağı ancak Batı Trakya ile birleşerekbir yabancı devletin idaresi sayesinde yaşayabileceği yolunda fikirler telkin edilmiş. . . Her halde manevî gücü kıracak birtakım propagandalar yapılmış. . .
Cafer Tayyar Bey İstanbul'da iken Tümen komutanlarından Muhittin Bey, İstanbul'dan Kolordu Komutanlığına atanmışCafer Tayyar Bey'in Trakya'ya dönmesine izin verilmiş. Cafer Tayyar Bey,İstanbul çevreleriyle görüştükten sonra, Muhittin Bey'in teklifine rağmen, artık kolordunun komutanlığını üzerinealmamış, Muhittin Bey'in üzerinde bırakmış. Böylece Trakya'nınkaderi, İstanbul siyasî çevrelerinin etkisine terk edilmiş.. .
Efendiler, Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman, Trakya'da, 1' inciKolordu'nun savaş düzeni Şöyleydi :
Kolordu karargâhı Edirne'de
60' ıncı Tümen : Keşan, Edirne, Uzunköprü dolaylarında;
55' inci Tümen : Tekirdağ bölgesinde;
49' uncu Tümen : Kırklareli bölgesinde.
Yunan ordusu, Anadolu'da, Batı Cephesinde yaptığı genel taaarruzda başarı sağladıktan sonra, 20 Temmuz 1920'de Tekirdağ'a bir tümençıkardı. Tekirdağ bölgesinde pek dağınık bir durumda bulunan 55' inciTümen, toplanmaya vakit bulamadan, Yunan tümeni, Edirne'ye doğruyürümeye başladı.
Batı Trakya'dan Meriç'i geçerek taarruz etmek isteyen Yunan kuvvetleri, o bölgedcki 60' ıncı Tümen'e komuta eden C e m i l B e y' in ( İçişleri Bakanı C e m i l B e y'dir) ve 15 Haziranda kuvvetleriyle Edirne'yegelmiş bulunan ve Edirne - Karaağaç istasyonu arasında ciddî savaşlarvermiş olan Şükrü Naili Bey'in (Şükrü Naili Paşa) dikkat ve direnmeleri sayesinde durduruldu ve ilerlemeleri önlendi.
-
TRAKYA'DAKİ KOLORDUMUZUN ASKERLİĞİN GEREKLERİNİ VE VATANSEVERLİK NAMUSUNU YERİNE GETİREMEMESİNİN TEK SORUMLUSU CAFER TAYYAR PAŞA'DIR
Edirne'ye doğru serbestçe ilerlemekte olan düşman trenine karşı, bütün 1' inci Kolordu kuvvetlerini toplayıp tedbir alacak komutanın, Kolordu Komutanı M u h i t t i n B e y in ne yaptıgını bilmiyorum. Yalnız elde ettiğim bilgilere göre, C a f e r T a y y a r B e y, kendi kuvvetleri ile temas kuramadan, Havza yakınlarında atla dolaşırken düşman tarafından esir edilmiştir. Ondan sonra sevk ve idareden mahrum kalan 1' inci Kolordu'muz tamamiyle dağıldı. Birliklerininbir kısmı esir oldu, bir kısmı da Bulgaristan'a sığındı. Sonuç olarak,Trakya'nın tamamı Yunanlıların eline geçti. Ne yazık ki, 1' inci KolorduKomutanı'nca, milletin istediği ve beklediği ileri görüşlülüğün, uyanıklıkve fedakârlığın gösterildiğine şahit olamadık.
Efendiler, Trakya'nın özel ve güç durum ve şartlar içinde bulunduğuna şüphe yoktu. Fakat bu özellik ve güçlük, hiçbir zaman Trakya'dakikolordunun askerliğin gereklerini yerine getirmesine ve vatanperverliknamusunu göstermesine engel olamazdı. Eğer, bu yapılamamış ise, millet ve tarih karşısında bulunan tek sorumlusu C a f e r T a y y a r P a ş a 'dır. Tarihte bütün bir vatanı, çok üstün düşman kuvvetleri karşısında, son bir avuç toprağına kadar karış karış kahramanca ve namuslucasavunmuş ve yine varlığını koruyabilmiş ordular görülmüştür. Türk ordusu o cevherde bir ordudur. Yeter ki ona komuta edenler, komuta edebilme vasıflarına sahip olabilsinler!
Efendiler, komutanlar, askerliğin görev ve gereklerini düşünür veuygularken, beyinlerini siyasî görüşlerin etkisi altında bulundurmaktankaçınmalıdırlar. Siyasetin gereklerini düşünen başka görevliler bulunduğunu unutmamalıdırlar.
Komutanların, emirleri altına verilen millet evlâdını, memleket vasıtalarını, düşmana ve ölüme doğru sürerken, düşündükleri tek nokta,milletin kendilerinden beklediği vatan görevini ateşle, süngüyle ve ölümle yerine getirerek sonuç almaktır. Askerî görev, ancak bu anlayış veinançla yerine getirilebilir. Lâfla, politika ile, düşmanın aldatıcı vaadlerine kulak vermekle askerlik görevi yapılamaz. Omuzlarında ve özellikle kafalarında askerlik sorumluluğunu yüklenecek kadar kuvvet bulunmayanların feci sonuçlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.
Efendiler, bir komutanın esir olması da mazur görülebilir. O zaman ki, askerliğin görev ve gereklerini yerine getirip uygulamakta, elindeki kuvveti sonununa kadar, son süngü ve son nefese kadar kullandıktan sonra, kanını akıtmak fırsatını bulamaksızın düşman eline düşerse. . .
Efendiler, bütün ordusu, üstün düşman karşısında yenilip de kendiliğinden geri çekilirken, kılıcını çekip tek başına atını, düşman başkomutanının çadırına doğru sürerek ölüm arayan Türk komutanları görülmüştür.
Bir Türk komutanının, ordusunu kullanmaksızın, herhangi bir kötütesadüf ve kötü şans eseri bile olsa, düşmana esir düşmesini biz mazurgörsek de, tarih, bunu asla affetmez ve affetmemelidir. Türk inkılâp tarihinin gelecek nesillere hitap ve uyarısı işte budur.
-
İKİNCİ KONYA İSYANI
Saygıdeğer Efendiler, Anadolu ortasında çıkarılaniç isyanların, Yunan ordusu karşısında bulunan kuvvetlerimiz ve yaptığımız düzenlemeler üzerindeki kötü etkileri, düşmanlarca umulan sonuçları vermedi. Savunma kuvvetlerimiz üzerinde doğrudan doğruya tesirini göstererek, cephemizi yıkma hedefine yönelmiş bulunan herakâtla birlikte, cepheye yakın bölgelerde de halkı ayaklandırmak, düşmanların önem verdikleri bir mesele idi. İstanbul, bu konudaöteden beri çalışmaktaydı. Zeynelâbidin Partisi'nin Konya ve dolaylarında çıkmasına vasıta olduğu isyan hareketleri, nihayet 1920 yılı Ekimininbaşında patlak verdi.
D e l i b a ş adında bir eşkıya, beş yüz kadar asker kaçağını topladı.2/3 Ekim 1920 gecesi Çumra'yı bastı. 3 Ekim sabahı da Konya'ya girdive idareyi ele geçirdi. Konya valisi bulunan H a y d a r B e y ve Komutan A v n i B e y (Milletvekili A v n i P a ş a 'dır) Konya'da bulunan az sayıdaki asker ve jandarma ile, Alâettin tepesinde, âsîlere karşıanılmaya değer bir kahramanlıkla savunmada bulundular. Fakat âsîlerin çokluğu ve her taraftan saldırmaları karşısında âsîlere esir düştüler.
Aynı günlerde Beyşehir ve Akşehir ilçelerinde de görevli olarak dolaşan askerî hey'etlerimiz, oralardaki âsîler tarafından görev yapmaktanalıkondular. Ilgın ilçesinin Çekil köyü yakınlarında toplanan üç yüz kadar âsî de, nasihat için giden hey'ete ateş etti. Konya'nın güneyinde bulunan Karaman yöresinde de âsîler toplanmaya başladı. Sultaniye âsîlerin eline düştü.
Efendiler, bu ayaklanmalara karşı, Afyonkarahisar'dan ve Kütahya'dan sevkettiğimiz D e r v i ş B e y (Kolordu Komutanı D e r v i şP a ş a) komutasındaki kuvvetler, Konya'nın kuzeyindeki Meydan istasyonu yakınlarında âsîlerle karşılaştı. Ankara'dan da bir süvari alayı ve birdağ topu ile, o zaman İçişleri Bakanı olan R e f e t B e y komutasındasevkedilen kuvvet, Meydan istasyonundan ilerleyen D e r v i ş B e ykuvvetiyle birleşti. Adana Cephesinden de bir kuvvet Karaman'a doğruyola çıkarıldı.
Konya üzerine hareket eden kuvvetler, âsîlerle yaptıkları bir kaççatışmadan sonra, 6 Ekim 1920'de Konya'yı âsîlerden kurtardı. Oradankaçan âsîler Koçhisar, Akseki, Bozkır ve Manavgat'a doğru gittiler. Diğer bir kısım âsîler de Afyonkarahisar'la Konya arasındaki Kadınhan ve Ilgın'ı işgal ettiler. Bu bölgeye de Batı Cephesi'nden Yarbay O s m a n B e y komutasında bir kuvvet gönderildi. O s m a n B e y müfrezesi Ilgın, Kadınhan, Çekil ve Yalvaç'taki isyanları bastırdı. Güneyden gelen kuvvetimiz Karaman'ı kurtardı.
İsyan bölgesinde âsîleri tepelemeyi başaran kuvvetlerimiz Bozkır,Seydişehir ve Beyşehir'i de isyancılardan temizledi. Her tarafta, âsîlerindöküntülerinden bir kısmı bize katıldılar. Bir kısmı da Antalya ve Mersinyönlerine doğru kaçtılar. D e l i b a ş, Mersin bölgesinde Fransızlarasığındı.
Saygıdeğer efendiler, Yeşilordu teşkilâtından sözederken açıklamıştım ki, düşmana karşı oluşturulacak kuvvetler konusunda iki zıt görüşçarpışmaya başlamıştı. Bizim benimsediğimiz düzenli ordu kurma görüşüne karşı çıkılarak milis diyebileceğimiz bir çeşit teşkilât kurma gürüşüne ağırlık kazandırılmak isteniyordu. R e ş i t, E t h e m ve T e v f i kkardeşler, Kütahya yakınlarında, Kuva-yı seyyare adı altında ve elleri altında bulunan kuvvete dayanarak bu görüşün başını çekiyorlar veateşli bir şekilde çalışıyorlardı.
-
"ORDUDAN FAYDA YOKTUR" SÖZLERİ VE BATI CEPHESİ KOMUTANI'NIN TAARRUZ TEKLİFİ
Batı Cephesi'nde, orduda ve halk arasında bu yaygın görüş etrafında yapılan propaganda o kadar güçlü ve etkili bir duruma geldi ki, ordudan fayda yokturdağılsın! Hepimiz Kuva-yı Milliye olalım... sözleri her tarafta kulakları doldurmaya başladı.
Batı Cephesi birlikleri arasında, Kuva-yı Milliye halinde, bir bölgeve bir cepheye sahip bulunan E t h e m B e y müfrezesinin adamları,âdeta müstesna, ordu erlerinden daha üstün, imtiyazlı ve gıpta edilecekdurumda sayılmaya başladı. E t h e m B e y ve kardeşleri de, herkesüzerinde bir çeşit otorite ve üstünlük kurmaya başladılar...
İşte bu sıralarda idi ki, Batı Cephesi Komutanı, Genel KurmayBaşkanlığı'na, E t h e m ve T e v f i k kardeşlerin etkisiyle olduğu sanılan bir teklifte bulundu: "Yunan ordusunun Gediz yakınında bulunanmüstakil bir tümenine taarruz etmek!. . "
Batı Cephesi Komutanı, düşman kuvvetlerinin uzun bir cephe üzerinde dağılmış olarak bulunduğu, Gediz yakınındaki kuvvetinin zayıf vetek başına bırakıldığını ileri sürerken, düşman moralinin bozuk olduğunu da kabul ediyordu.
O tarihlerde, Yunan ordusu üç tümenle Bursa bölgesinde; bir tümenle Aydın dolaylarında; bir tümenle Uşak'ta ve bir tümenle Gediz'debulunuyordu.
-
GEDİZ TAARRUZU
Batı Cephesi Komutanı, iki piyade tümenini ve Ethem Bey'in Kuva-yı Seyyâresi'ni Gediz'deki Yunan tümeni üzerine harekete geçirebilecekti. Bu hareketten parlak bir sonuç almayı umuyordu.
Genelkurmay Başkanlığı, Batı Cephesi Komutanlığı'nın bu teklifini kabul etmedi. Çünkü düşman ordusu genel durumu itibariyle bizim ordumuzdan daha kuvvetli idi. Biz, daha ordumuzu kurmuş ve düzene sokabilmiş değildik. Cephanemiz miktarı da ağırdan almamızı gerektiriyordu. Bütün cephe kuvvetlerimize müracaat ederek ve azçok üstün bir kuvvet toplayarak, Gediz'de düşmana karşı sür'atle bir başarı kazanmak belki mümkün olabilirdi. Fakat kuvvetlerimiz ve hazırlığımız, böyle bir başarıyı genel ve sonuç aldırıcı bir başarıya götürmeye elverişli değildi. O halde, bütün işe yarayan kuvvetlerimizi, sınırlı ve geçici bir başarı elde etmek için kullanmış ve yıpratmış olacaktık. Bu takdirde, düşman bütün kuvvetleri ile bir karşı taarruza geçerse, her tarafta yenilgi kaçınılmaz olurdu. Bundan dolayı da cephenin ve Hükûmet'in şimdilik ordu teşkilâtını genişletmek ve mevcudunu artırarak cepheyi kuvvetlendirmeye çalışmak gerekiyordu. Memleketin ölüm kalım meselesi demek olan Batı Cephesi'nde özel ve sınırlı düşüncelere kapılmak doğru bulunmuyordu.
Genelkurmay Başkanı bu Gediz taarruzunun yapılmamasında ısrar etti. Batı Cephesi Komutanlığı ile, haberleşme yoluyla anlaşamadı. Bizzat Ankara'dan Eskişehir'deki Batı Cephesi Karargâhı'na gitti. Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa ile Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa' nın bu görüşmeleri sonunda, Ali Fuat Paşa durumu yerinde bir daha inceledikten sonra karar vermek üzere, hareketi ertelemiştir. Fakat, birkaç gün sonra, Cephe Komutanlığı'nca gönderilen rapordan taarruza karar verildiği anlaşılmıştır.
Efendiler, o günlerde bu taarruz lehinde, her tarafta ve Meclis'te müthiş bir propaganda yapılıyordu.
"Düşman Gediz'de tek başınadır. Biz onu orada yok ederiz. Parlak bir durum ortaya çıkar. Zaten Yunan ordusu kaçmaya hazırdır" sözleriyle, Gediz taarruzunun gerekli olduğu, neredeyse genel bir kanaat haline getirilmek isteniyordu.
Sonunda, Batı Cephesi Komutanı, 61' inci ve 11' inci Tümenler ve Kuvve-i Seyyareler'le 24 Ekim 1920'de Gediz'deki düşmana taarruz etti.
Efendiler, dalgalı, disiplinsiz, emir ve komutasız bazı hareketlerden sonra, bildiğiniz üzere, Gediz'de yenildik.
Yunan ordusu bu harekete cevap oimak üzere, 25 Ekim 1920 günü Bursa Cephesinden taarruza geçti. Yenişehir'i ve İnegöl'ü işgal etti. Uşak'tan, Dumlupınar sırtları ilerisinde bulunan birliklerimize saldırdı. Birliklerimiz, Dumlupınar sırtlarına kadar çekildi.
Böylece Efendiler, cephenin her tarafında yeniden genel bir yenilgiye uğradık.
Batı Cephesi Komutanı'nın, taarruza geçmesinden dört gün sonra Bakanlar Kurulu'nda şu telgrafı okundu :
Genel Kurmay Başkanlığı'na, Çandarhisar 27/28.10.1920
1- Birliklerin savaş kayıplarını sür'atle telâfi ihtiyacındayız. Gediz savaşı, üç yüz savaşçıdan kurulu birliğin, bir taburun savaş görevini yapmasına yeterli olmadığını gösterdiğinden, tabur mevcutlarını dörder yi.iz savaşçıya çıkarmak mecburiyetindeyiz. Bu savaşlar dolayısıyla, bütün depo birlikleri bile cepheye sürüldüğünden yetişmiş, silâhlı ve teçhizatlı bin ikmal erinin, özellikle Ankara'daki birliklerinden, bu mümkün değilse en yakın bir yerden acele olarak gönderilmesini,
2 - Askerî manevralar ve savaşlar giydirilebilen erlerin bile elbiselerini, ayakkabılarını parçalamış, dünden beri kar yağan dağlarda asker çıplak ve yalınayak ayak kalmıştır. "Cephe Komutanlığı Vekilliği" emrinde hiçbir şey olmadığından, özellikle kaput, ayapkabı, pamuklu, elbise, yelek, kuşak; kısacası, hava şartlarından korunmak için ne verilmek gerekiyorsa, on beş bin hesabıyla acele olarak gönderilmesini arz ve rica ederim.
3 - Millî Savunma Bakanlığı'na, Genelkurmay Başkanlığı'na ve bilgi edinilmesi için Cephe Komutanlığı Vekilliği'ne yazılmıştır. ( Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat)
Efendiler, Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa'nın, daha Gediz savaşının yapılmakta olduğu bir sırada okuduğumuz bu telgrafında yazılmış olanlarla, bunlarda sezilen anlam ve zihniyetin pek dikkate değer görülmesi tabiîdir, sanırım. Askerin durumu, kuvvetimizin miktarı, hazırlığımızın derecesi, bütün memlekette her bakımdan muhtaç olduğumuz muz kaynakların kudret ve kabiliyeti, elbette bu telgraf tarihinden üç gün önce Batı Cephesi Komutanlığı'nca biliniyordu. Her şey tamam olup da, bunlar Gediz Muharebesi'nin yapıldığı üç beş gün içinde mi mahvolmuştu? Bilinmekte olan bütün gerçeklere rağmen, Batı Cephesi, Genelkurmay kurmay Başkanlığı tarafından mı taarruza zorlanmıştı?
Söz konusu telgraf, Bakanlar Kurulu'nda okunduktan sonra altına şu not yazılmıştı :
Bakanlar Kurulu'nca okundu. İleri sürülen sebepler ve olaylar akla yatkın bulunmadı. Gerekli yardımın yapılacağı tabiidir. 3' ncü Alay'dan beklenen kuvvet gönderilecektir.(İsmet).
-
ÇERKEZ ETHEM VE KARDEŞLERİNİN ÇIKARDIĞI DEDİKODULAR
Efendiler, her başarısızlığın sonunda birtakım dedikoduların ortaya çıkması beklenmelidir. Gediz Muharebesi'den sonra da genel durum feci bir görünüş arz edince, her tarafta dedikodular, haklı vehaksız tenkitler başladı.
Bazıları ve hele Kuva-yı Seyyare'ciler, Ethem ve kardeşleri, bütüntün suçu cephe komutanına ve düzen:i ordu tümenlerine atarak, kendileriningüç durumda bırakılmış oldukları yolunda propaganda yaptırıyorlarve "ordu komutanı kendi hatâlarını kapatmak için kusuru bize yükletiyor"diyorlardı.
Ordu da Kuva-yı Seyyare'nin hiçbir iş yapmadığını, yapma gücündeolmadığını, savaşta verilen emirlere uymadığını, daima tehlikeden uzakbulunduğunu iddia ve ispat ediyordu.
Efendiler, açıklamalara tekrar bıraktığım noktadan devam etmeküzere, burada küçük bir olayı dile getirmeme müsaadenizi rica edeceğim.Bilindiği üzere, Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşu sırasında ortaya konanesaslara göre, "İcra Hey'eti" adı verilen Hükûmet'in üyeleri, doğrudandoğruya ve ayrı ayrı Meclis tarafından seçiliyordu. Bu usul 4 Kasım1920 tarihine kadar uygulandı. Bununla ilgili kanun, ancak 4 Kasım1920'de : "Bakanlar, Büyük Millet Meclisi Başkanı'nın Meclis üiyelerindengöstereceği adaylar arasından salt çoğunlukla seçilir" şeklinde değiştirildi.
-
MECLİSTE GÖRÜLEN AYKIRI EĞİLİMLER VE NAZIM BEY'İN İÇİŞLERİ BAKANLIĞINA SEÇİLMESİ KARŞISINDA BENİMSEDİĞİM TUTUM
İşte arz etmek istediğim husus, bakanların seçimi ile ilgili kanunun değiştirilmesini gerektiren sebepleden biridir.
Efendiler, 4 Eylül 1920 tarihinde, Tokat Milletvekili bulunan Nazım Bey, 89 oya karşı 98 oyla, Meclis'çe İçişleri Bakanlığı'na seçildi. Nazım Bey, dakika kaybetmeksizin büyük bir aceleyle Bakanlık makamına gidip daha sonra Bakanlar Kurulu Başkanı da olmam dolayısıyla beni ziyarete geldi.
Ben, Nazım Bey'i kabul etmedim. Yüce Meclis'in güvenini kazanarak seçilmiş olan bir bakanı kabul etmemekle yaptığım muamelenin mahiyet ve nezaketini elbette takdir ediyordum. Fakat memleketin büyük yararı, beni bu yolda harekete mecbur tutuyordu. Elbette, bu hareketimin sebebini açıklayıp ispat edeceğimden ve açıklayacağım noktanın yüce Meclis'çe de önemli görüleceğinden emindim.
Efendiler, Meclis üyeleri arasından, aykırı birtakım prensiplere eğilim gösterenler ortaya çıkmaya başlamıştı. Bunlardan biri olmak üzere Nazım Bey ve arkadaşları en çok dikkatimi çekmişti. Nazım Bey'in, kendisinden daha Sıvas Kongresi sıralarında aldığım safsatalarla dolu bazı mektuplarından, ne zihniyet ve karakterde bir kimse olabileceğini anlamıştım. Nazım Bey, milletvekili olarak Ankara'ya geldikten sonra, her gün yeni yeni siyasî faaliyetler gösteriyordu. Oluşmaya başlayan her siyasî grupla temas fırsatını kaçırmıyordu.
Nazım Bey, bizzat veya dolaylı olarak yabancı çevrelerden bazıları ile temas yolunu bulmuş; onlardan teşvik görmüş ve yardım imkânları da sağlamıştı.
Bu zatın Halk İştirakıyyun Fırkası diye gayri ciddî ve sırf kendisine disine çıkar sağlamak üzere bir parti kurma teşebbüsüne geçerek, milliyetçiliğe aykırı faaliyet sevdasında bulunduğunu mutlaka duymuşsunuzdur. dur.
Bu zatın yabancı çevrelere casusluk ettiğine de asla şüphe etmiyordum. Nitekim, daha sonra İstiklâl Mahkemesi birçok gerçeği ortaya koymuştu.
İşte Efendiler, bu Nazım Bey, kendisinin ve arkadaşlarının yaptığı sürekli propaganda sayesinde ve bize muhalefete hazırlananların milletin yüksek yararlarını unutarak yaptıkları yardımlarla İçişleri Bakanlığı'na geçirilmişti. Böylece Nazım Bey, Hükûmet'in bütün iç idare makinesinin başında, memleket ve millete değil, fakat, paralı uşağı olduğu kimselerin isteklerinin gerçekleşmesine en büyük hizmeti yapabilecek duruma gelebilmişti.
Elbette Efendiler, buna asla razı olamazdım. Onun için İçişleri Bakanı Nazım Bey'i kabul etmedim ve istifaya mecbur ettim. Lüzum görüldüğü zaman da, Meclis'teki gizli oturumda, hakkındaki bilgi ve görüşlerimi açıkça söyledim.
-
MİLLETVEKİLLERİNİ SEÇERKEN ÇOK DİKKATLİ VE TİTİZ OLMALIDIR
Saygıdeğer Efendiler, pek iyi bilirsiniz ki, sultanlarla, halifelerle idare edilmiş ve edilmekte olan memleketlerde, vatan için en büyük tehlike, sultanların ların ve halifelerin düşmanlar tarafından satın alınmalarıdır.Bu, çok defa kolaylıkla sağlanabilmiştir. Meclislerle idare edilenmemleketlerde ise, en tehlikeli durum, bazı milletvekillerinin yabancılaradına çalınmış ve satın alınmış olmalarıdır. Millet Meclislerine kadargirme yolunu bulabilen vatansızlara her zaman rastlanabileceğine, tarihinbu konudaki örnekleriyle hükmetmek zarurîdir. Bunun için millet,kendi vekillerini seçerken, çok dikkatli ve titiz olmalıdır. Milletin hatâyapmaktan korunması için tek çıkar yol, düşünce ve faaliyetleriyle milletingüvenini kazanmış olan siyasî bir partinin seçimde millete kılavuzluketmesidir. Genellikle bütün vatandaşların, adaylıklarını ortaya atanher şahıs hakkında karar vermeye yardımcı olacak doğru bilgilere ve isabetli oya sahip bulunacağını kabul etmek, nazarı olarak var sayılsa, bile,bunun tam bir gerçek olmadığı, tecrübelerin tecrübeleriyle ve inkâr edilemezbir açıklıkla ortaya çıkmıştır.
Efendiler, bıraktığımız noktaya, yani Batı Cephesi'ne dönüyorum.Gediz Muharebesi'nden, onun maddî ve manevî can sıkıcı sonuçlarındansonra, Fuat Paşa'nın cephe üzerindeki komutanlık etki ve otoritesisarsılmış gibi görünüyordu. Kendisini komutadan çekmeyi zarurî saymayabaşladım. Tam bu sırada idi ki, Fuat Paşa Ankara'ya gelip görüşmeküzere 5 Kasım 1920 tarihli bir şifre ile izin istedi. Cevap olarak 6 KasımdaAnkara'ya gelmesinin uygun olacağını bildirdim. Fuat Paşaaleyhindeki dedikodu ve Kuva-yı Seyyare'nin varlığının ordudaki disiplinsizliğeyol açan kötü etkileri o kadar hissedilmeye başlamıştı ki, 7 Kasımtarihinde Ali Fuat Paşa'ya hemen Ankara'ya gelmesini emretmeyigerekli buldum.