eş-Şükr, iki manada tefsir edilir: 1. eş-Şükr, tevhîd"muvahhid manasında kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Biz şâkirlerin {yani, muvahhidlerin} karşılığım vere*ceğiz. (Al-i İmrân/145)
Allah şâkirleri (yani, muvahhidleri} en iyi bilen değil mi? (En'âm/53)
Andolsun ki, şükrederseniz {yani, muvahhid olursa*nız} elbette artırırım. (İbrâhîm/7)
Benzeri âyetler çoktur. 2. eş-Şükr, nimete şükr/îiimete teşekkür etmek ma*nasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Bana {yani, Benim nimetlerime} şükredin ve nankör*lük etmeyin! (Bakara/152)
{Süleyman dedi ki}: "Bu, Rabbimin fazlından; şükür {yani, nimetine şükür} mü edeceğim, yoksa nankör*lük mü?" (Neml/40)
(Lokmân'a hikmet bahşettik ki), Allah'a şükret diye. Kim şükrederse {yani, nimete şükrederse}, ancak ken*disi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, muhakkak Allah muhtaç değildir, hamde layık olan*dır. (Lokmân/12) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
32. El-Îmân
el'Imân, dört manada tefsir edilir: 1. el-îmân, tasdik sözkonusu olmaksızın lisân ile îmân ikrarı anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde böyledir:
O şundan: onlar îmân etmişler {yani, onlar aleniyette lisânları ile ikrar etmişler}, sonra küfretmişlerdir {ya*ni, gizlide küfretmişlerdir; Nebi'yi (Allah'ın salâtı ve bereketi o'nun üzerine olsun) ve o'nun getirdiklerini tasdik etmemişlerdir} de bu yüzden kalblerine mühür vurulmuştur. Artık onlar anlamazlar. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Münâfîkûn/3)
Ey îmân edenler {yani, (kalblerinin) tasdiki olmaksı*zın lisânlarıyla ikrarda bulunanla?'}! Mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah'ın zikrinden alıkoymasın. (Mü-nâfikûn/9)
îmân edenlerin {yani, kalblerinin tasdiki olmaksızın lisânlarıyla ikrarda bulunanların} kalblerinin Allah'm zikrine huşu duymalarının zamanı gelmedi mi?! (Hadîd/16)
Ey îmân edenler {yani (kalblerinin tasdiki olmaksı*zın lisânlarıyla) ikrarda bulunanlar}! Allah'ın kendi*lerine gazâb ettiği bir kavmi velî edinmeyin! (Müm-tehine/13) 2. el-îmân lafzı, gizlide ve aleniyette I açıkta tasdik manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
îmân edenler (yani, açıkta ve gizlide tasdik edenler) ve sâlih amel işleyenler var ya, işte bunlar halkm en hayırlılarıdır. (Beyyine/7)
Mü'min ve mü'mineleri {yani, açıkta ve gizlide tasdik eden mü'min erkekleri ve mümin kadınları} altların*dan ırmaklar akan cennetlere sokmak... (Feth/5)
Benzeri buyruklar çoktur. 3. el-îmân, tevhîd manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kim îmâna {yani, tevhide} küfr ederse ameli boşa gi*der. (Mâide/5)
îmâna {yani, tevhide} çağırılıyordunuz da küfrediyor*dunuz. (Mü'min/10)
Kalbi îmân {yani, tevhîd} ile mutmain olduğu halde zorlananlar müstesna... (Nahl/106) 4. el-îmân ile, şirk içinde I şirk ile bir imân kasde-dilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Onların {yani, Arab müşriklerinin} çoğu, şirk koş-maksızm Allah'a îmân etmezler. (Yûsuf7106)
Bu âyette, Arab müşrikleri ve onların îmân edişleri sözkonusu edilmektedir.
Andolsun ki, onlara, "Kendilerini kim yarattı" diye sorsan, "Allah" derler. (Zuhmf/87)
Andolsun ki, onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, "Allah" derler. (Lokmân/25 ve Zümer/38)
işte onların îmânı böyledir; fakat onlar bu halleriy*le Allah'a şirk koşmaktadırlar. Ehl-i Kitap da ra-sûllerin ve kitapların bazısına îmân ederler, bazısı*nı da inkâr ederler. Allah boyleleri için, İşte onlar, kâfirlerin ta kendileridir (Nisa/151) buyurmakta*dır. Bu sebeble onların, rasûllerin ve kitapların ba*zılarına îmân etmelerinin kendilerine bir faydası olmaz. Çünkü hepsine îmân etmemişlerdir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:04
kral41
33. İqâmu's-Salât
gâmu's-salât, iki manada tefsir edilir: 1. Eqâme's-salât ibaresi, tasdikten yoksun ikrar manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Artık o müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün... Eğer dönüp {yani, şirkten dönüp) salâtı iqâme eder ve ze*kâtı verirlerse {yani, salâtı içâme ve zekâtı ita etmeyi ikrar ederlerse} yollarını tahliye edin! (Tevbe/5)
Bir mü'min hakkında zimmet gözetmezler. İşte onlar haddi aşanlardır. Eğer döner, salâtı iqâme, zekâtı ita ederlerse {yani, salâtı ikâme, zekâtı ita etmeyi ikrar ederlerse!, artık dînde kardeş]erinizdir. (Tevbe/10-11)
Bunun bir benzeri de Secde sûre sindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 2. îgânıu's-salât ibaresi, onun I namazın tam-eksik-siz kılınması manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Salâtı iqâme Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
{yani, namazı tam ve eksiksiz kılmayı} ve zekâtı ita etmeyi {yani, farz olan zekâtı vermeyi},.. (Enbiyâ/73)
Bunun bir benzeri de Müzzemmil sûresinde Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
yer
almaktadır.
Onlar ki gayba ({Kur'ân'a, onun Allah'tan Muhammed'e indirildiğine}) îmân eder, salâtı iqâme eder {ya*ni, namazı tam ve eksiksiz kılar} ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden infak ederler {yani, zekâtı ve*rirler}. (Bakara/3) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
34. El-Fadl
el-Fadl, yedi manada tefsir edilir: 1. el-Fadl ile, İslâm kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
De ki: "Şüphesiz fadl {yani, islâm} Allah'ın elindedir; onu dilediği kimseye verir." (Âl-i İmrân/73)
İşte bu, Allah'ın fadlıdır (yani, islâm}, onu dilediği kimseye verir. (Cuma/4)
De ki: "Allah'ın fadlı ve rahmetiyle,işte bununla se*vinsinler." (Yûnus/58) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Ve bunun birçok benzeri. 2. el-Fadl ile, nübüvvet kasdedilmiştir; şu âyetler*de olduğu gibi:
Allah'ın senin üzerindeki fadlı {yani, Allah'tan sana nübüvvet ve Kitap bahsedilmesi} azimdir. (Nisâ/113)
Rabbinden bir rahmet olması hariç. Hakikaten O'nun senin üzerindeki fadlı {yani, Allah'tan sana nübüvvet ve Kitap bahsedilmesi} kebîrdir/pek büyük*tür. (İsrâ/87) 3. el-Fadl ile, cennette rızk kasdedilmiştir; şu âyet*te olduğu gibi:
Allah'tan bir nimet, bir fadl {yani, cennette rızk}... müjdelerler. (Âl-i İmrân/171) 4. el-Fadl ile, rızk kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
O namaz tamamalandığmda, yeryüzüne yayılabilir ve Allah'tan bir fadl {yani, ticaret yoluyla rızk} araya*bilirsiniz. (Cuma/10)
Diğer bir kısmının da Allah'ın fadlından {yani, ticaret yoluyla rızk} aramak için yeryüzünde yol tepecekleri*ni bilir. (Müzzemmil/20)
Şayet size Allah'tan bir fadl {yani, ganimetten bir rızk} isabet ederse... (Nisâ/73)
Benzeri buyruklar çoktur. 5. el-Fadl lafzı ile, (elden çıkanın) yerini tutan şey®9 kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Allah ise size Kendinden bir mağfiret ve {sadakanıza karşılık} bir fadl {yani, sadakanızın yerini tutacak bir mal} va'dediyor. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Bakara/268) 6. el-Fadl ile, minnet I lütfü hatırlatmak kasdedil*miştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Üzerinizde Allah'ın fadlı ve rahmeti {yani, üzerinizde Allah'ın lütuf ve nimeti} olmasaydı, pek azınız müs*tesna, {baştan hepiniz} şeytana tâbi olmuştunuz. (Nisâ/83)
Üzerinizde Allah'ın fadl u rahmeti {yani, üzerinizde Allah'ın lütfü nimeti} olmasaydı... (Nûr/10, 14, 20, 21)
Benzeri buyruklar çoktur. 7. el-Fadl ile, cennet kasdedilmiştir; şu âyette oldu*ğu gibi:
Mü'minlere müjdele: onlar için, Allah'tan büyük bir fadl (yani, cennet} vardır. (Ahzâb/47) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:05
kral41
35. Sırr
Sırr, dört manada tefsir edilir: 1. Sırr kelimesi, soğuk / şiddetli soğuk manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bir rüzgar ki, onda bir sırr (yani, soğuk, şiddetli bir soğuk} var; kendilerine zulmeden bir kavmin ekinine isabet etmiş... (Âl-i İmrân/117)
Onların üzerine sarsar (yani, soğuğu şiddetli} bir rüzgâr {-bu da, ed-debur'dur-} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
gönderdik. (Fussi-let/16)
Bunun bir benzeri de Hakka Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve Kamer Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sûre*sin dedir. 2. Sırr lafzı, zenbfgünah üzerinde ısrar, yani onu sürdürüp devam ettirmek anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlar ki, bir fahişe işledikleri yahut nefislerine zul*mettikleri vakit... hem onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler {yani, onlar -kasıt, ehl-i tevhîd'tir-yap*tıkları ma'siyeti sürdürüp gitmezler!. (Al-i İmrân/135)
O azîm hıns üzerinde ısrar ederlerdi {yani, o zenb I gü*nah -kasıt, şirktir- üzere devam ederlerdi} (Vâkıa/46)
Israr ettiler {yani, şirk Üzere devam ettiler} ve büyük-lendiler {yani, büyüklendikçe büyüktendiler}. (Nûh/7) 3. Sarre kelimesi, sayha [bağırtı, çığlık] manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Bunun üzerine karısı, bir sarre içinde {yani, bir say*ha ile/bir çığlık atarak} ilerledi de yüzüne çarpa*rak... (Zârîyât/29) 4. Sırr kelimesi, koparına, parçalama, kesme anla*mında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Onları kendine sırr eyle {yani, onları parçala}! Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Ba*kara/260) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
36. Ed-Durr
ed-Durr, beş manada tefsir edilir: 1. ed-Durr kelimesi, bela ve şiddet anlamında kul*lanılır; şu âyette olduğu gibi:
Be'sâ'da (yani, fakirlik zamanlarında} ve darrâ'da {yani, şiddet ve bela zamanlarında} sabredenler... (Bakara/177)
Onlara be'sâ ve darrâ {yani, bela ve şiddet} dokun*du... (Bakara/214)
Bunun bir benzeri de Zümer sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 2. ed-Durr lafzıyla, yağmurun yağmaması, yağmur kıtlığı kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Andolsun ki, senden önceki ümmetlei'e de gönderdik. Onları, yalvarsmlar diye be'sâ {yani, fakirlik I yoksul*luk} ve darrâ {yani, yağmur kıtlığı I kuraklık} ile sı*kıştırdık. (En'âm/42)
Biz hangi karyeye bir nebi gönderdikse, onun halkını be'sâ ve darrâ {yani, yağmur kıtlığı i kuraklık} ile sı*kıştırdık. (A'râf/94)
Kendilerine dokunan bir darrânm {yani, yağmur kıt*lığının I kuraklığın} ardından insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman... (Yûnus/21)
Bunun bir benzeri de Rûm sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 3. ed-Durr lafzı ile, denizdeki (dehşetli) haller kas*dedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Bahr'de size bir durr {yani, denizde size dehşetli bir hal} dokunduğu zaman, du'â ettikleriniz kaybolur, yalnız O hariç. (îsrâ/67) 4. ed-Durr ile, bedendeki hastalık ve belalar kasde*dilmiştir; şu âyetlerde böyledir:
insana bir durr {yani, insanın bedenine bir hastalık ve bela} dokunduğu zaman, gerek yanı üzereyken, gerek otururken, gerek dikilirken Bize du'â eder. (Bu âyet, Ebî Huzeyfe b. el-Muğîre hakkında inmiştir). Fakat Biz ondan durrunu {yani, hastalığını} açtığımız/gider*diğimiz zaman, sanki kendisine dokunan durr için Bi*ze du'â etmemiş gibi geçer gider. (Yûnus/12)
Bunun bir benzeri de Zümer sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Eyyûb'u da... Hani Rabbine, "Bana durr {yani, bela ve şiddet/ dokundu; Sen ise merhametliler merha-metlisisin" diye nida etmişti. (Enbiyâ/83) 5. ed-Durr kelimesi, eksiklik/noksanlık Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
manasın*da kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Sana hiçbir durr ((yani, eksiklik/ noksanlık)) vere*mezler. (Nisâ/113) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:06
kral41
37. El-Vekîl
el-Vekîl, dört anlamda kullanılır: 1. el-Vekîl, koruyucu jkoruyan manasında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
...Ya Kıyamet Günü Allah'a karşı onlardan yana kim mücadele edecek veya onlara kim vekîl olacak {yani, onları kim koruyacak, onlara gelecek teklikleri kim önleyecek}1? (Nisâ/109)
Doğrusu Benim kullarım {yani, muvahhid kullarım! var ya, senin onlar üzerinde sultânın yoktur; vekîl {yani, muvahhid kullarını gelecek tehlikelerden koru*yucu, onlara gelecek tehlikeleri Önleyici} olarak Rab-bin yeter. (İsrâ/65) 2. Vekîl, rabb manasında kullanılmıştır; şu âyetler*de olduğu gibi:
O halde O'nu vekîl {yani, rabb} edin! (Müzzemmil/9)
...Beni bırakıp başkasını vekîl {yani, rabb} edinmeyin dij'e. (îsrâ/2)
...O halde O'na ibâdet edin, O.her şey üzerine vekil*dir {yani, O her şeyin rabbidirl." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(En'âm/102)
Bunun bir benzeri de Zümer sûresinde bulunmak*tadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 3. Vekil kelimesi, zorba bir egemen manasında kul*lanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Biz seni onların üzerine vekîl {yani, zorba bir ege*men} kılmadık. (En'âm/107)
O hak iken, kavmin onu yalanladı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
De ki: "Ben si*zin üzerinize vekîl {yani, zorba bir egemeni deği*lim." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(En'âm/66)
Onun üzerine sen mi vekîl {yani, zorba bir egemen} olacaksın. (Furkân/43)
Vekîl kelimesi, Kur'ân-ı Kerîm'de yer alan, Sen onların üzerine vekil değilsin Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ibarelerinin tümünde bu manadadır. 4. Vekil, şahidi tanık anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde bu manadadır:
Göklerdeki ve yerdekiler Allah'ındır {yani, O'nun kul*larıdır ve O'nun mülkündedirlerj; vekîl {yani, onların, kulları olduklarına şahidi tanık} olarak da Allah kâfi*dir. (Nisâ/132)
O, çocuğu olrnaktan münezzehtir. Göklerdeki ve yer*dekiler O'nı^ndur (yani, O'nun kullarıdır ve O'nun mülkündedirlerj; vekîl {yani, o ikisinde bulunanların, O'nun kulları olduklarına şâhid I tanık} olarak Allah kâfidir. (Nisâ/171)
Sen ancak bir uyarıcısın, Allah ise her şey üzerine ve*kildir {yani, senin Rasûlü olduğuna şâhidtir I tanıktır}. (Hûd/12)
Allah söylediklerimize vekildir {yani, şâhidtir I'tanıktır}. (Yûsuf/66)
{Mâsâ dedi ki}: "Allah da bu söylediklerimiz üzerine vekildir" {yani, şâhidtir /tanıktır}. (Kasas/28) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
38. El-Muhsanât
el-Muhsanât, üç şekilde tefsir edilir: 1. el-Muhsanât, hürler anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Savaş esiri olarak ellerinizin sahip oldukları müstes*na, kadınlardan muhsanât {yani, hürler} da (size ha*ram kılındı). Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nisa/24)
Sizden kim de, mü'min kadınlardan muhsanâtı {yani, hürleri} nikâhlamaya güç yetiremiyorsa... (Nisâ/25)
Eğer onlar bir fahişe [zina] işlerlerse, muhsanâta {yani, hürlere} verilen azabın yarısı lazım gelir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nisâ/25) 2. el-Muhsanât, iffetliler manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Muhsanât lyani, fevâhişten kaçınan iffetli kadınlar}; gayri müsâfîhât {yani, alenî zinadan kaçman kadın*lar} ve gizli dost edinmeyen kadınlar oldukları halde... (Nisâ/25)
Muhsinîn {yani, farelerinizi fevâhişten koruyarak I if*fetlerinizi muhafaza ederek}; gayri müsâfîhîn {yani, alenî zina etmeksizin... (Mâide/5)
Muhsanâta {yani, fevâhişten uzak iffetli kadınlara} iftira edenlere... Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nûr/23)
İmrân bt. Meryem'i ki, ahsanât ferceha (yani, fevâ-hişlen uzak iffetli}. (Tahrîm/12) 3. Muhsanât, müslüman kadınlar anlamında kul*lanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İhsan eden kadınlar {yani, teslim olan kadınlar -ki bunlardan kasıt cariyelerdir-} oldukları halde... Eğer onlar, bir fahişe [zina] işlerlerse... (Nisâ/25)
Muhsanâta {yani, hür-müslüman kadınlara} atan*lar.. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nûr/4) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:07
kral41
39. El-Eşhâd
el-Eşhâd, altı şekilde tefsir edilir: 1. el-Eşhâd, tebliğe -ki tebliğde bulunanlardan ka*sıt, nebilerdir- şâhidlik eden manasında kullanılmış*tır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Her ümmetten birer şâhid {yani, risaleti tebliğ ettik*lerine dair onlara karşı şâhidlik edecek nebilerini} getirdiğimiz, seni de {ey Muhammed}, onların üzeri*ne şâhid {yani, risaleti tebliğ ettiğine dair şâhid} ge*tirdiğimiz zaman halleri nasıl olacak?! (Nisâ/41)
O gün her ümmetten birer şâhid çıkaracağız {yani, ne*bilerini üzerlerine şâhid olarak getireceğiz}. (Nahl/84)
İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerinde şâ*hid idim. (Mâide/117)
Şâhidler {yani, nebiler} de, "İşte şunlar {yani, kavim*lerinin kâfirleri}, Rabb'leri üzerine yalan söyleyenler*dir" {yani, Allah'ın ortağı olduğunu iddia edenlerdir}. (Hüd/18) 2. eş-Şehıd kelimesi, Ademoğlu 'nun amelini yazan hıfzedici melek manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Her kişi beraberinde bir sürücü ve bir şehîd {yani, amellerini yazan melek} bulunduğu halde gelecektir. (Kaf/21)
Bu âyetteki şehîd lafzıyla, "dünyadaki amellerini yazan hıfzedici melek" kasdedilmektedir ki âhiret-te de ameli hususunda ona karşı şâhidlik edecek*tir.
Nebiler ve şühedâ {yani, amelleri hususunda onlara karşı şâhidlik edecek hafaza melekleri} getirilmiş... (Zümer/69)
Muhakkak Biz rasûllerimize ve mü'minlere dünya hayatta ve şâhidlerin {yani, hıfzedici meleklerin jha-faza meleklerinin} dikileceği gün yardım ederiz. (Mü'min/51) 3. Şühedâ ile, nebilerin tebliğde bulunduklarına şâhidlik edecek olmaları hasebiyle Ümmet-i Muham*med kasdedilmektedir; şu âyetlerde böyledir:
Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki, insanlar üze*rine şühedâ {yani, rasûllerin, risaleti onlara tebliğ et*tiklerine şâhidler} olasınız... (Bakara/143)
Bundan önce ve bunda... ta ki Rasûl sizin üzerinize şehîd olsun, siz de insanlar üzerine şühedâ {yani, ra-sûllerin kavimlerine risaleti tebliğ ettiklerine şâhid-lerj olasınız. (Hacc/78)
Bizi şâhidler {yani, ümmet-i Muhammedi ile beraber yaz. (Mâide/83) 4. eş-Şehîd kelimesiyle, Allah yolunda şehâdet eden kimse kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
İşte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği nebiler, sıddîklar, şühedâ {yani, Allah yolunda şehâdet eden*ler] ve salimler ile beraberdir. (Nisâ/69)
Rabb'lerinin indinde şühedâdır {yani, onlar Allah yo*lunda şehâdet edenlerdir; onlar için ecir ve nurları vardır}. (Hadîd/19) 5. eş-Şehîd kelimesi ile, bir kişinin hakkına veya Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
insanların haklarına dair şâhidlik etmek /şehâdette bulunmak kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Erkeklerinizden iki şehidi şâhid tutun {yani, haklara dair olan bu işleme}; eğer iki erkek olamıyorsa, razı . olacağınız şühedâdan bir erkek ile iki kadın... (Baka*ra/282)
Bunun benzeri çoktur.
Sizden adi sahibi iki şâhid {yani, boşama ve müraca*at hallerinde iki şâhid} tutun; şehâdeti de Allah için dosdoğru yapın! (Talâk/2) 6. Şehîd,.hâzır bulunmak, hâzır bulunan manasın*da kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Size bir musibet isabet ederse, "Allah bana lütfetti de onlarla beraber şehîd {yani, hâzır} bulunmadım" der.
(Nisâ/72)
Biz Musa'ya o emr'i kaza ettiğimizde sen batı tara*fında değildin; şâhidlerden {yani, orada hâzır bulu*nan kimselerden} de değildin. (Kasas/44)
Şuhûden {yani, Mekke'de hâzır bulunan} oğullar... (Müddessir/13)
Onlar ki, zûr'a şâhidlik etmezler {yani, orada I ona hâzır bulunmazlar}. (Furkân/72)
Yoksa siz Ya'kûb'a ölüm geldiği zaman şühedâ mıy*dınız {yani, orada hâzır mı bulunuyordunuz}1? (Baka*ra/133)
O ikisinin azâblarma şâhid olsunlar {yani, onlar ce*zalandırılırken hâzır bulunsunlar}. (Nûr/2) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
40. Es-Sâdıqîn
es-Sâdıqîn, üç şekilde tefsir edilir: 1. es-Sâdıqln, ile, nebiler kasdedilmiştir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Sâdıqîne {yani, nebilere} sadâkatlerinden soracağı {yani, onların Allah'tan aldıkları risaleti kavimlerine ulaştır*dıklarını I tebliğ ettiklerini soracağı} için. (Ahzâb/8)
Bugün, sâdıqînin {yani, nebilerin} sadâkatlerinin fay*da vereceği gündür. (Mâide/119) 2. es-Sâdıkîn lafzı ile, hasseten muhacirler vasfe-dümiştir; şu âyette olduğu gibi:
(Allah'ın, Rasûlü'ne verdiği fey), o fakir muhacirler için ki: yurtlarından ve mallarından çıkarıldılar, Al*lah'tan bir fazl ve rıdvan ararlar, Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne yardım ederler. İşte onlar, sâdıqûndur. (Haşr/8) 3. es-Sâdıkîn lafzı ile, mü'minler vasfedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Çünkü Allah sâdıqîne (yani, mü'minlere} sadâkatleri*nin karşılığını verecek... (Ahzâb/24) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:07
kral41
41. Harec
Harec, üç şekilde tefsir edilir: 1. Harec, şekki'şüphe manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Yok, yok! Rabbine kasem olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp sonra verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir harec {yani, şekk I şüp*he} duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadık*ça îmân etmiş olmazlar. (Nisâ/65)
Sakın ondan dolayı göğsünde bir harec {yani, Kur'ân'ın Allah'tan geldiği hususunda bir şekkjşüphej olma*sın. (A'râf/2)
Kimi de dalâlete düşürmeyi irade ederse, onun göğ*sünü dıyq-harec yapar (yani, (onun göğsüne) şekk-lşüphe (koyar)}. (En'âm/125) 2. Harec, dıyq [darlık I sıkıntı I zorluk] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah'ın muradı sizi harece {yani, dininizle ilgili her-hangi bir hususta sıkıntıya} sokmak değil. (Mâide/6)
Dînde size bir harec {yani, bir darlık} vermedi. (Hacc/78) 3. Harec, ismi günah manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Zayıflara, hastalara ve infak edecek bir şey bulama*yanlara bir harec {yani, bunların gazveye katılmama*larında bir günah} yoktur. (Tevbe/61)
Bunun bir benzeri de Feth sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
A'mâya harec yok, topala harec yok, hastaya harec yok {yani, onlarla beraber yemek yemekte bir günah yok}. (Nûr/61) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
42. Hel
Hel, dört manada kullanılmıştır: 1. Hel, (olumsuzluk edatı olan) mâ anlamında kul*lanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlar, kendilerine meleklerin gelmesinden başkasını mı [hel] bekliyorlar {yani, başkasını beklemiyorlar}. (En'âm/158)
Bunun bir benzeri de Nahl sûresindedir (33. âyet).
Onlar, buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin kendilerine gelivermesinden başkasını mı [kel] bekli*yorlar {yani, başkasını beklemiyorlar}. (Bakara/210)
Onlar, farkında değillerken Saat'in ansızın kendileri*ne gelmesinden başkasını mı [kel] bekliyorlar {yani, başkasını beklemiyorlar}. (Zuhruf/66)
Artık onlar Saat'in kendilerine ansızın gelmesinden başkasını mı [Kel] bekliyorlar {yani, başkasını bekle*miyorlar}. (Muhammed/18)
Rasûller üzerine apaçık tebliğden başkası mı [hel] düşer" (yani, rasûller üzerinde apaçık tebliğden baş*kası düşmezi. (Nahl/35) 2. Hel [mi-mı.....dır-dir, tır-tir, dı-di, tı-ti anla*mında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İnsan üzerinden geçti mi {yani, geçti i geçmiştir)... (İnsan/1)
Sana ğâşiyenin hadisi geldi mi {yani, geldi i gelmiş*tir}. (Ğâşiye/1)
Sana Musa'nın hadîsi geldi mi {yani, geldi Igelmiş*tir}. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Tâ-Hâ/9)
Sana İbrahim'in konuklarının hadîsi geldi mi {yani,
geldi I gelmiştir). (Zâriyât/24) 3. Hel [mi, mı], olumsuz soru edatı anlamında kul*lanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Seni delâlet edeyim {yani, delâlet etmeyeyim} mi, huld ağacına? (Tâ-Hâ/120)
Size "....." diye haber veren bir adama delâlet edelim
{yani, delâlet etmeyelim} mi? (Sebe.77)
Amelleri açısından en çok ziyana uğrayanları size ha*ber vereyim {yani, haber vermeyeyim} mi? (Kehf/103)
Size şeytanların kimin üzerine indiğini haber vere*yim {yani, haber vermeyeyim} mi? (Şu'arâ/221) 4. Hel, istifhamdı inkârı /inkâr tarzında soru ola*rak kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Size rızık olarak verdiklerimizde, sağ ellerinizin sa-hib oldukları kölelerinizden ortaklarınız olmasını... kabul eder misiniz {yani, etmezsiniz}. (Rûm/28)
O Allah ki sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürür, sonra sizi diriltir. Sizin şeriklerinizden bunlardann birini olsun yapabilecek var mıdır?! {ya*ni, yoktur}. (Rûm/40)
Ortak koştuklarınızdan ilkin yaratıp sonra onu iade edecek kimse var mıdır {yani, yoktur}. (Yûnus/34)
Ortak koştuklarınızdan hakkı gösterecek bir kimse var mıdır {yani, yoktur}. De ki: "Hakkı gösterecek Al*lah'tır. Acaba hakka ileten mi uyulmaya daha layık*tır, yoksa...?!" (Yûnus/35)
Acaba şimdi bizim için şefaat edecek şefaatçiler bulu*nur mu {yani, bulunmaz}. (A'râf/53)
Keza, Şûra ile Mü'min sûresinde de böyledir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:08
kral41
43. Şiya’an
Şiyaan, beş şekilde tefsir edilir: 1. Şiya'an kelimesi, ayırmak, grup grup yapmak, fırka fırka yapmak anlamında kullanılmıştır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Dînlerini terikaya düşürüp/ayırıp şiy'a şiy'a olanlar
{yani, Yahudi, Hristiyan, Sabii, Mecusi gibi fırka ve hizibler oluşturanlar) var ya... (En'âm/159)
Ve müşriklerden olmayın. Onlar ki dînlerini tefrika*ya düşürmüş/ayırmış ve şiy'a şiy'a olmuşlardır (yani, hizib ve fırkalar oluşturmuşlardır}. (Rûm/31-32)
Şüphe yok ki Fir'avn o arzda üstünlük sağlamaya kalkıştı ve onun ahalisini şiy'a şiy'a yaptı (yani, biri Kiptiler, diğeri İsrâîloğullan olmak üzere fırkalara ayırdı}, (Kasas/4)
Andolsun ki senden önce, evvelkilerin şiy'aları {yani, evvelkilerin fırkaları: Nûh kavmi, Hûd kavmi ve diğer ümmetler} içinde de (rasûller) gönderdik. (Hicr/10) 2. eş-Şiya' lafzı, ceyş [taraftar, yandaş, kavimdaş] manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
{Mûsâ} orada dövüşen iki adam (yani, iki kâfir Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
bul*du. Bu kendi Şia'sından (yani, isrâîloğullan'ndan\, bu ise düşmanından (yani, diğeri ise o'nun düşma*nından bir Kıptî} idi. Kendi şî'asmdan (yani, kendi ceyşinden [kavminden I taraftarından]; Musa'nın cey-şinden [kavminden I taraftarından]} olan kişi, düşma*nından olan kimseye (yani, o Kıpiîye] karşı kendisin*den istiğâse taleb etti. (Kasas/15) 3. eş-Şiya' ile, ehl-i Mekke kasdedilmiştir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Andolsun ki siyalarınızı [eşyâ'a] helak ettik (ey ehl-i Mekke}. (Kamer/51)
Bundan önce siyalarına (yani, ehl-i Mekkefnin siya1-larına)} yapıldığı gibi... (Sebe'/54)
Sonra her şiya'dan (yani, ehl-i Mekke(nin her şiya'-sın)dan)j... (Meryem/69)
Şüphesiz İbrâhîm de o'nun şiya'smdan {yani, o'nun milletinin ehlinden; İbrahim de Nuh'un milletinden} idi. (Sâffât/83) 4. Teşî'u lafzı, şuyû' bulma, intişar etme, yayılma manasında kullanılır, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ki şu âyette böyledir:
Şüphesiz ki, o fahişenin {yani, iğrenç I çirkin şeylerin: (zina iftirasının)} îmân edenler içinde teşyi' olmasını (yani, yayılmasını I intişar etmesini I şüyu' bulmasını} sevenler... (Nûr/19) 5. Şiya'an lafzı, muhtelif hevalar(ın peşinden git*mek) manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Yahut sizi şiya'lar (yani, muhtelif hevalardn, yanlış görüşlerin, fırkaların peşinden gidenler)} halinde bir*birinize katıp... (En'âm/65) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
44- Meta'
Meta', dört şekilde tefsir edilir: 1. Meta kelimesi, ulaşılacak j varılacak son nokta manasında kullanılmıştır; bu anlamıyla Yüce Allah'ın Adem, Havva ve İblis'e hitaben söylediği şu sözde geç*mektedir:
(Allah, Âdem, Havva ve İblis'e şöyle buyurdu/: "Sizin için yeryüzünde bir hîne kadar bir müstekarr ve bir meta' (yani,, ecellerinizin nihayetine ulaşacağınız-Iecellerinizi sona ereceği vakte kadar} vardır." (Ba*kara/36)
Bunun bir benzeri de A'râf süresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nebileri, Arab müşriklerine şöyle dedi}: "Belki de o sizin için bir fitne ve bir vakte kadar bir metâ'dır"
(yani, ecellerinizin nihayetine ulaşıncaya kadar (bir imtihan vesilesidir)}. (Enbiyâ/111) 2. Meta', menfaatler jfaydalar anlamına kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Deniz avı ve onu yemek sizin için helâl kılındı ki: hem sizin, hem de seyyarlar için bir meta' (yani, hem sizin, hem yolcular için birtakım fayda} olsun. (Mâ-ide/96)
Meskun olmayıp da içlerinde sizin için meta' (yani, sıcak ve soğuğa karşı menfaatler} bulunan evlere (yani, hanlara /konaklama yerlerine) girmenizde bir gü*nah yoktur. (Nûr/29)
Gördünüz mü yakmakta olduğunuz ateşi: onun ağa*cını siz mi inşâ ettiniz, yoksa Biz mi inşâ ettik?! Biz onu (dünya ateşinden} bir hatırlatma ve bir meta' (yani, birtakım faydalara vesile} kıldık; mukvîn (ya*ni, çıplak arazilerde kalanlar} için. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Vâkia/71-73)
Sizin ve en'âmmız için bir meta' (yani, fayda/fayda*lanma} olmak üzere... (Nâziât/33) 3. Meta', boşanan kadına verilen mut'a I kendisi ile yararlanılacak herhangi bir mal anlamında kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Boşanan kadınların, ma'rûf üzere bir meta' hakları vardır (yani, eşi ona imkânına göre mehrin dışında faydalanacak bir şey [mut'a] vermekle yükümlüdür}. Bu, muttakiler üzerine bir borçtur. (Bakara/241)
Güzel bir şekilde metâ'landırın (yani, erkek, boşadığı kadına imkânları ölçüşünce bir mut'a [kendisiyle ya*rarlanacağı bir mal] vermelidir}. Bu, muhsinler üze*rine bir borçtur. (Bakara/236) 4. Meta lafzıyla, demir, kurşun, kırmızı ve sarı ba*kır kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Veya bir meta' (yani, demir, kurşun ve sarı bakır} el*de etmek için... onun gibi bir köpük çıkar. (Ra'd/17) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:09
kral41
45. Ed-Duhâ
ed-Duhâ, üç şekilde tefsir edilir: 1. ed-Duhâ, gündüz anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Yahut o kurâ'nın ehli duhâ vakti (yani, gündüz: top*landıkları gündüzün herhangi bir vakti} eğlenirler*ken be'simizin kendilerine gelmeyeceğinden emin mi oldular? (A£râf/98)
İnsanların toplanacağı duhâ vakti (yani, gündüz: toplandıkları gündüzün herhangi bir vakti}.., (Tâ-Hâ/59) 2. Duhâ, gündüzün ilk saatleri demektir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Andolsun duhâ'ya (yani, güneşin yükselmeye başladı*ğı gündüzün ilk vakitlerine} ve dinginleştiğinde gece*ye... Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Duhâ/1-2)
Onlar onu görecekleri gün, günün bir akşamından veya duhâsmdan (yani, güneşin yükselmeye başladığı gündüzün ilk vakitlerinden} başka durmamış gibi olacaklar. (Nâziât/46) 3. ed-Duhâ, güneşin sıcağı anlamındadır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Andolsun güneşe ve onun duhâ'sına (yani, sıcağı*na}... (Şems/l)
Ve sen orada susamaz ve lâ tadhâ (yani, güneşin ra*hatsız edici ışınlarını ve sıcağını hissetmezsin I güne*şin sıcağına maruz kalmazsın}. (Tâ-Hâ/119) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
46. El-Husrân
el-Husrân, beş şekilde tefsir edilir: 1. Hâsir, aciz kimseler manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Biz bir usbe iken o'nu kurt yerse, doğrusu biz hâsirû-nuz (yani, aciz kimseleriz} demektir. (Yûsuf/14)
Eğer sizin gibi bir beşere tâbi olursanız, elbette hâsi-rûnsunuz (yani, aciz kimselersiniz} demektir. (Mü'mi-nûn/34)
Şu'ayb'a tâbi olursanız, andolsun ki o takdirde siz hâsi-rûnsunuz (yani, aciz kimselersiniz} demektir. (A'râf/90) 2. el-Hâsirûn; aldatanlar, aldananlar, aldatılanlar manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Asıl hâsirîn, Kıyamet Günü Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
nefslerine ve ehllerine hasar edenlerdir (yani, hem kendilerini al*datarak ateşe gidenler; hem de ehl 'leri: eşleri Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve hizmetçileri cennete Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
gittikleri için aldananlardırj. Ha*beriniz olsun ki, işte apaçık hüsran odur." (Zümer/15)
Asıl hâsirîn, Kıyamet Günü Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
nefslerine ve ellilerine hasar edenlerdir (yani, ateşe gitmek /maruz bırak*mak suretiyle kendilerini, eşlerini ve hizmetçilerini aldatanlardır} Haberiniz olsun ki, şüphesiz zâlimler muqîm bir azâb içindedirler. (Şûrâ/45)
Benzeri âyetler çoktur. 3. el-Hüsrân,dalâlet manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu?gibi:
Açık bir hasarla hüsrandadır {yani, dalâlettedir}, (Nisâ/119)
Şüphesiz insan husrân içindedir {yani, dalâlet için*dedir}. (Asr/2) 4. el-Hüsrân; eksiklik-eksiltmek, noksanlık-noksanlaştırmak manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
Ölçeği tam yapın ve muhsirlerden {yani, ölçeği eksil-tenlerden} olmayın! (Şu'arâ/181)
Mîzânı ihsar etmeyin {yani, teraziyi eksik tutmayın}. (Rahmân/9)
Ama onlara ölçüp tarttıklarında ihsar ederler {yani, eksiltirler}. (Mutaffıfîn/3) 5. el-Hüsrân, ukubet manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
{Nuh dedi ki}: "Eğer bana mağfiret ve merhamet et*mezsen, haşirinden {yani, ukubete / cezaya uğrayan*lardan! olurum." (Hûd/47)
Eğer bize mağfiret ve merhamet etmezsen, hâsirûı-den {yani, ukubete I cezaya uğrayanlardan} oluruz. (A'râf/23) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:10
kral41
47. El-İstitâ'at
el-İstitaat, iki şekilde açıklanır: 1. el-İstitâ'at, mâlî imkânlmâlı açıdan güç yetir*mek manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde bu anlam*dadır:
"İstitâ'atımız {yani, mâlî imkânımız! olsaydı, elbette sizinle beraber çıkardık" {yani, Tebuk gazvesine çı*kardık! diye Allah'a yemin edecekler... Allah onların kesinlikle yalancı {yani, sefere çıkacak mâlî imkâna sahibi olduklarını biliyor. (Tevbe/42)
Onun yoluna istitâ'ı olanların (yani, kendisini Ka*be'ye ulaştıracak mâlî imkâna sahib olanların} O Ev'i [Kabe'yi] haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde*ki bir hakkıdır. (Âl-i îmrân/97)
İçinizden hür-mü'min kadınları nikâhlamaya istitâ'ı olmayanlar {yani, bunun için gerekli malî imkâna sa*hib olmayanlar}... (Nisâ/25)
Ancak istitâ'ı olmayan {yani, Mekke'den çıkıp Medi*ne'ye hicret etmek için gerekli mâli imkâna sahib ol*mayan} ve ! bulamayan... (Nisâ/98) 2. el-İstitâ'at; takat anlamında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Kadınlar arasında {sevgide} adaletli olmaya istitâ' edemezsiniz {yani, takat getiremezsiniz}. (Nisâ/129)
işitmeye istitâ' edemiyorlar {yani, îmânı işitmeye ta*kat getiremiyorlar, ona kadir olamıyorlardı}.
(Hûd/20)
Kıyama da istitâ' edemediler (yani, azaba karşı dura*cak takati bulamadılar}. (Zâriyât/45)
O halde istitâ'nızca {yani takatiniz yettiği kadar} Al*lah'a ittiqa edin. (Teğâbün/16)
İşte söylediklerinizde sizi yalanladılar. Artık ne sav*maya, ne de bir yardıma istitâ'mz vardır {yani, taka*tiniz yoktur ve onun üzerine kadir değilsiniz}. (Fur-kân/19) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
48. Tevellâ
Tevellâ, dört şekilde tefsir edilir: 1. Tevellâ; çekildi, gitti, ayrıldı anlamında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sonra fMûsâ} bir gölgeye tevelli etti {yani, ayrılıp bir gölgeye çekildi}... (Kasas/24)
Bu mektubumla git ve onu onlara bırak. Sonra onlar*dan tevelli et {yani, ayrılıp bir kenara çekil}, ne şekil*de karşılık vereceklerine bak. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Neml/28)
"Sizi üzerine bindirecek binek bulamıyorum" dedi*ğinde... gözleri yaş akıtarak tevelli eden {yani, yanın*dan ayrılıp giden} kimselere de... (Tevbe/92) 2. Tevellâ; yüz çevirdi, reddetti, kabul etmedi anla*mında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
(Ey Nebî)! Allah'ın sana indirdiğinin bazısından seni fitneye düşürmelerinden sakın. Şayet tevelli ederler*se {yani, senin hükmüne rıza göstermekten yüzçevire-cek olurlarsa}... (Mâide/49
RasûTe itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. Kim de tevelli ederse {yani, o ikisine [Allah'a ve O'nun Rasû-lü'ne] itaatten yüz çevirirse}, zaten Biz seni onların üzerine hafız [muhafız] göndermedik. (Nisâ/80)
(Kavmine dedi ki Nûh): "Eğer tevelli ederseniz {yani, îmândan yüz çevirecek olursanız}, zaten ben sizden bir ücret istemedim." (Yûnus/72)
Onlardan tevelli et {yani, onlardan yüz çevir}, artık sen kınanacak değilsin. (Zâriyât/54) 3.Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 4. Tevellâ, hezimet anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde böyledir:
Ey îmân edenler! Toplu halde küfredenlerle karşılaş*tığınızda onlara tevelli etmeyin {yani, arkanızı dö*nüp hezimete uğramayın I kaçmayın}! Kim böyle bir günde (yani, Bedir Günü'nde} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
onlara tevelli ederse (yani, hezimete uğrayıp kaçarsa}... (Enfâl/15-16)
Halbuki bundan önce, arkalarını tevelli etm ey eki erine (yani, oi'kaldrını dönüp hezimete uğrayarak kaçmaya*caklarına} dair Allah'a söz vermişlerdi. (Ahzâb/15)
Yeryüzü bütün genişliğine rağmen başınıza dar gel*mişti. Nihayet teveîli ederek {yani, hezimete uğrayıp kaçarak} arkanızı dönmüştünüz. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Tevbe/25) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:11
kral41
49. Er-Rüh
er-Rûh, beş şekilde tefsir edilir: 1. er-Rûh kelimesi, rahmet manasında kullanılmış*tır; şu âyette olduğu gibi:
Onlara, Kendinden bir rûh ile imdat etmiştir {yani, onları Kendinden bir rahmet ile korumuştur}. (Mücâ*dele/22) 2. er-Rûh lafzı ile, yedinci semada bulunan ve yüzü insan, bedeni melek suretinde olan bir melek Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
kasde-dilmiştir; şu âyette bu manadadır:
O gün ki, kryama duracak rûh {yani, yedinci semada bulunan yüzü insan, bedeni melek suretinde olan o melek} ve melekler saff saff. (Nebe/38)
Melekler, arş hariç mahlukâtın tümünden daha büyüktürler. Sözkonusu bu melek de diğer melek*ler üzerinde bir bekçi ve gözetleyicidir. Arşın sağın*da kendisi tek bir saff, diğer bütün melekler de ay*rı bir saff olarak duracaklardır. İsrâ süresindeki şu âyette geçen rûh'tan maksat da işte o melektir:
Bir de sana rûhtarı/rûhu {yani, o meleği: yedinci se*mada bulunan yüzü insan, bedeni melek suretinde oları meleği} soruyorlar. De ki: "Rûh {yani, o melek} Rabbimin emrindendir." (İsrâ/85) 3. er-Rûh ile, Cebrail kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Onu, Rûhu'l-Kudüs {yani, Cebrail} indirdi;" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nahl/102)
Onu, Rûhu'l-Emın/Emm Rûh {yani, Cebrail} indirdi. (Şu'arâ/193)
Onu, Rûhu'l-Kudüs {yani, Cebrail} ile destekledik {yani, güçlendirdik}. (Bakara/87 ve 253)
Derken Biz ona Ruhumuzu {yani, Cebrail'i} gönder*dik. (Meryem/17)
O gece melekler ve Rûh {yani, Cebrail} iner de iner. (Kadr/4) 4. Rûh, vahy manasında kullanılır; şu âyetlerde ol*duğu gibi: Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Kullarından dilediğine {yani, nebilere} emrinden rûh {yani, vahy} ile melekleri indiriyor. (Nahl/2)
Kullarından dilediğine {yani, nebilere} emrinden rûh {yani, vahy} ilka ediyor {yani, indiriyor). (Mü'min/15)
İşte sana da böylece emrimizden rûh vahyettik {yani, emrimizden vahy vahyettik}. (Şûrâ/52) 5. Rûh kelimesiyle, İsa. kasdedilmiştir; şu âyette ol*duğu gibi:
(îsâ Allah'ın) Meryem'e ilka ettiği kelimesidir {yani, "Ol!" demesi üzerine olmasıdır} ve O'ndan bir ruhtur {yani, babasız doğmuştur}. (Nisâ/171)
Âdem hakkında da şöyle buyurulmaktadır:
Sonra onu {yani, Âdem'i} tesviye edip, o'na ruhundan üfürdü. (Secde/9) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
50. RavhBu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Ravh, iki şekilde tefsir edilir: 1. Ravh, rahat manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Artık ravh {yani, cennet rızkında bir rahatlık} ve rey*han... (Vâkıa/89) 2. Ravh, rahmet manasında kullanılmıştır; şu âyet*te olduğu gibi:
Allah'ın ravhından {yani, rahmetinden} ümit kesme*yin. Doğrusu kâfirler kavminden başkası Allah'ın rav*hından {yani, rahmetinden} ümit kesmez. (Yûsuf/87) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.