-
Miskinlikte Buldular
Miskinlikte buldular
Kimde erlik var ise
Merdivenden ittiler
Yüksekten bakar ise
Ak sakallu pir hoca
Bilinmez hâli nice
Emek yimesün hacca
Bir gönül yıkar ise
Sağır işitmez sözü
Gece sanır gündüzü
Kördür münkirin gözü
Âlem münevver ise
Gönül Çalab'ın tahtı
Gönüle Çalab baktı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise
Sen sana ne sanırsan
Ayruğa da onu san
Dört kitabın mânâsı
Budur eğer var ise
Bildik gelenler geçmiş
Konanlar geri göçmüş
Aşk şarabından içmiş
Kim mânâ duyar ise
Yunus Emre
-
Niçin Ağlarsın Bülbül Hey
Sen burda garip mi geldin
Niçin ağlarsın bülbül hey
Yorulup iz mi yanıldın
Niçin ağlarsın bülbül hey
Karlı dağlardan mı aştın
Derin irmekler mı geçtin
Yarinden ayrı mı düştün
Niçin ağlarsın bülbül hey
Hey, ne yavuz inilersin
Benim derdim yenilersin
Dostu görmek mi dilersin
Niçin ağlarsın bülbül hey
Kal'ali şehir mi yıkıldı
Ya nam-u arin mi kaldı
Gurbette yarin mi kaldı
Niçin ağlarsın bülbül hey
Gülistanlarda yaylarsın
Taze gülleri yiylarsın
Yavlak zarilik eylersin
Niçin ağlarsın bülbül hey
Uykudan gözüm uyandı
Uyandı kana boyandı
Yandı sol yüreğim yandı
Niçin ağlarsın bülbül hey
Ne oldu şu Yunus'a noldu
Askın deryasına daldı
Yine baharistan oldu
Niçin ağlarsın bülbül hey
Yunus Emre
-
İŞ HİZMETTE
Yûnus Emre, mânevî, bir işâret alarak,
Vardı Tapduk Emre'nin hizmetine koşarak.
Otuz yıl hizmet edip, zannetti ki, kendinde,
İlerleme olmadı, mânevî âleminde.
Üzüntüden kendini, atıverdi dağlara,
Baş açık, yalın ayak, dolaşırken bir ara,
Bir gün iki kişiye, rastladı birden bire,
Onları çok severek, dost oldu onlar ile.
Yemek vakti gelince, duâ etti birisi,
O anda indi gökten, yemek dolu bir tepsi.
Üçü de yiyip içip, şükrettiler Allah'a,
Akşam vakti öbürü, duâ etti bir daha.
Yine aynı şekilde, bir tepsi indi gökten,
Öyle ki bu yemekler, nefisti ötekinden.
Üçüncüde Yûnus'a dönerek o müminler;
"Sıra sende, şimdi de, sen duâ et." dediler.
O zaman Yûnus Emre, kaldırdı ellerini,
Dedi ki: "Yâ İlâhî, mahcup eyleme beni.
Onlar kimin ismiyle, duâ ettiler ise,
O zâtın hürmetine, bir sofra gönder bize."
Duâsı biter bitmez, baktılar biraz sonra,
İndi gökten bu sefer, daha büyük bir sofra.
Dediler: "Ey arkadaş, nasıl oldu bu öyle,
Sen kimin hürmetine, duâ ettin ki böyle?"
Dedi ki: "Siz söyleyin, siz nasıl ederdiniz?
Siz kimin yüzü suyu, hürmetine derdiniz?"
Dediler: "Taptuk Emre, yanında hizmet yapan,
Yûnus'un hürmetine, istiyorduk her zaman."
Yûnus bunu duyunca, dergâha döndü yine,
Yattı Taptuk Emre'nin, kapısının önüne.
O zaman hocasının, görmüyordu gözleri,
Evde, el yordamıyla, yürüyordu ekseri.
Çıkıyorken, ayağı, takılınca bir şeye,
Dedi: "Bizim Yûnus mu, gelip yatmış eşiğe."
Ve elinden tutarak, kaldırdı onu yerden,
Yûnus, Yûnusluğunu, kazanmıştı o günden.
Dağdan odun taşırdı, yıllarca o dergâha,
O mânevî kapıdan, ayrılmadı bir daha.
Yûnus unutulmadı, yüzyıllar geçse bile,
Zîrâ hizmet etmişti, üstâdına zevk ile.