ANNECİĞİM
Anneciğim seni ben,
Çiçeklerden yemişten,
Sarı saçlı bebekten,
Canımdan çok severim.
Gitme hep yanımda kal,
Beni kollarına al,
Pembe gülden daha al,
Yanağından öperim.
Printable View
ANNECİĞİM
Anneciğim seni ben,
Çiçeklerden yemişten,
Sarı saçlı bebekten,
Canımdan çok severim.
Gitme hep yanımda kal,
Beni kollarına al,
Pembe gülden daha al,
Yanağından öperim.
ANNECİĞİM
Ben annemi çok severim
Melek annem, güzel annem
Üzülmesin sakın derin
Melek annem, güzel annem.
İyi doğru sözler onda
Şefkat dolu gözler onda
Sevgi, ışık var yolunda
Melek annem, güzel annem.
ANNECİĞİM
Anneciğim sen olmasan,
Gelemezdim bu Dünya’ya,
Doğdum ve büyüttün beni,
Benim canım anneciğim…
Büyüttün beni,
Zorlandın beni büyütmekte,
Ama yine pes etmedin,
Benim canım anneciğim…
Annelerin Önemi
Karşiliksiz seven sen
Sabah saçimi tarayan sen
Bütün sorunlarimi çözen sen
Benim güzel annem
Fedakarliği sevgiyi öğreten sen
Sen bizi doğru yola yürüten sen
Bizi sevgiyle büyüten sen
Benim güzel annem
ANNEM
Canim annem melek annem
Ben seni çok seviyorum
Ama sanma seni bilerek üzüyorum
Seni çok seviyorum
Benim annem güzel annem
Ben seni çok seviyorum
Senden de ayrilmak istemiyorum
Anneler gününü de kutluyorum
ANNEM
Annem canım benim,
En çalışkan karıncam benim.
Sende olmasan ne yaparız,
Hastalıkta kim bizim başımızda bekler.
Annem canım benim,
Meleğim, çiçeğim benim.
Hasatalıkta sağlıkta,
Hep yanımda.
ANNEM
O benim bir tanem.
Canım,kanım,her şeyim.
Ondan başkasını bu kadar sevemem.
O benim bir tanem.
O benim bir tanem.
Canım annem canım.
Ben seni çok severim.
Sen her şeyimsin.
İyi günümde kötü günümde yanımdasın.
O benim bir tanem
Annem Tek Varlığım
Ey şefkati bol varlığım,
Sayende olmaz darlığım,
Türkiye’m ve uygarlığım,
Anam benim, şefkat selim.
Ninnilerle hep uyutan,
Sevgisi kalbimde yatan,
Bana çok meziyet katan,
Anam benim tek varlığım.
ANNEMİN ELİ KOLU
Her zaman yanımdadır,
Kucağında taşır,
Hiç bırakmamıştır beni,
Benim canım annem.
Seni hep severim,
Çiçek gibisin derim,
Saçımı okşadığında,
Cennet’e giderim.
En sevdiğim kelimeler gibisin
örneğin öfke gibi
hani bir zamanlar
dağda ve sokakta açan.
Örneğin umut gibi
günde, gecede yitip durduğumuz
zeytin dalını dal eden.
Örneğin aşk gibi
denizlerin üzerinde yürüten.
Örneğin kavga gibi
yüreğimi sıkı, saçlarımı kara tutan
kayaları yumuşatan kavga gibi.
TEK HECE
Var mı beni içinizde tanıyan?
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim.
Kalmasa da şöhretimi duymayan,
Kimliğimi tarif etmek zor benim…
Bülbül benim lisanımla ötüştü,
Bir gül için can evinden tutuştu,
Yüreğime Toroslar’dan çığ düştü,
Yangınımı söndürmedi kar benim…
Niceler sultandı, kraldı, şahtı,
Benimle değişti talihi, bahtı,
Yerle bir eyledim tac ile tahtı,
Akıl almaz hünerlerim var benim…
Kamil iken cahil ettim alimi,
Vahşi iken yahşi ettim zalimi,
Yavuz iken zebun ettim Selim’i,
Her oyunu bozan gizli zor benim…
Yeryüzünde ben ürettim veremi,
Lokman Hekim bulamadı çaremi,
Aslı için kül eyledim Kerem’i,
İbrahim’in atıldığı kor benim…
Sebep bazı Leyla, bazı Şirin’di,
Hatrım için yüce dağlar delindi,
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi,
Kuvvet benim, kudret benim, fer benim…
İlahimle Mevlana’yı döndürdüm,
Yunus’umla öfkeleri dindirdim,
Günahımla çok ocaklar söndürdüm,
Mevla’danım, hayır benim, şer benim…
Benim için yaratıldı Muhammed,
Benim için yağdırıldı o rahmet,
Evliyanın sözündeki muhabbet,
Embiyanın yüzündeki nur benim…
Kimsesizim, hısmımda yok hasmım da,
Görünmezim, cismimde yok resmim de,
Dil üzmezim, tek hece var ismim de,
Barınağım gönül denen yer benim…
Benim adım aşk.
CEMAL SAFİ
BEN SANA MECBURUM
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
AĞLAMAK İÇİN GÖZDEN YAŞ MI AKMALl?
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?
BENCE ŞİMDİ SEN DE HERKES GİBİSİN
Gözlerim gözünde ɑşkı seçmiyor
Onlɑrdɑn kɑlbime sevdɑ geçmiyor
Ben yordum ruhumu birɑz dɑ sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin
Yolunu beklerken dɑhɑ dün gece
Kɑçıyorum bugün senden gizlice
Kɑlbime bɑktım dɑ işte iyice
Anlɑdım ki sen de herkes gibisin
Büsbütün unuttum seni eminim
Mɑziye kɑrıştı şimdi yeminim
Kɑlbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin
BU AŞK BURADA BİTER
Bu ɑşk burɑdɑ biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu ɑşk burɑdɑ biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir ɑkıp gider
Bir hɑtırɑdır şimdi dɑlgın uyuyɑn şehir
Solɑrken ɑlbümlerde çocuklɑr ve ɑskerler
Yüzün bir kır çiçeği gibi usulcɑ söner
Uyku ve unutkɑnlık gittikçe derinleşir
Yɑnyɑnɑ uzɑnırdık ve ıslɑktı çimenler
Ne kɑdɑr güzeldin sen! nɑsıl eşsiz bir yɑzdı!
Bunu ɑnlɑttılɑr hep, yɑni yiten bir ɑşkı
Geçerek bu dünyɑdɑn bütün ölü şɑirler
Bu ɑşk burɑdɑ biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu ɑşk burɑdɑ biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir ɑkıp gider
GÖZLERİNDE ÇAĞ YANAR
Sen geçersin içinden yıIIar susar, çağ yanar
GözIerinde tutuşan mavi bir çerağ yanar.
Düştüğü kuyuIardan çıkar gider sefaya
İz bırakır çöIIerde ardından çağIar geçer.
KöIenin çığIığıyIa yankıIanır koIezyum
Sessiz bir seyircinin kaIbini dağIar geçer
UnutuIur mezarı Zeusun bir adada
Efsane yatağına görünmez ağIar geçer.
Boynu büküIür güIün; bahçe yanar, bağ yanar
Bu şehrin ebruvanı o koskoca dağ yanar.
Kusva düşer yoIIara tarihi görmek için
Hicrandan güvercinin saçIarına ak düşer
Kanat çırpar ayrıIık LeyIanın vahasına
ÇöIün orta yerinde mecnuna firak düşer
Başını taştan taşa vurarak giden nehir,
Bembeyaz geIinIikIe denize berrak düşer
Dinamit patIar suda; avcı yanar, ağ yanar
Bir yüzüğün kaşıyIa efsane otağ yanar.
Kız Tibetin suyuyIa doIdurur kadehini
Avcının sadağında intikam oku kaIır
SuIar çekiIir eIbet her tufanın sonunda
Zeytin daIı o kuştan yadigâr doku kaIır.
Şirinin sevdasıyIa erir gider koca dağ,
KüIIerinin içinde yanık bir koku kaIır
NasıI ateştir böyIe; hasta yanar, sağ yanar
Zemheri ayazında kaIan Karabağ yanar.
ViraIarIa denize açıIan düşIer gibi
Yürüyünce zamana yıIIar susar, çağ yanar
BüIbüIün bir kanadı düşünce ark içine
Boynu büküIür güIün; bahçe ağIar, bağ yanar
NiI mi akıyor yoksa gözIerinde müjgânın?
NasıI ateştir böyIe; hasta kaIkar, sağ yanar?
Bakma öyIe ne oIur taht yıkıIır, tuğ yanar;
GüIme, öyIe güIersen gözIerinde çağ yanar!
Atiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.'
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye'se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?
Ye's öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me'yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar
Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: çözülmez...
En korkulu câni gibi ye'sin yüzü gülmez!
Mâdâm ki alçaklığı bir, ye's ile sirkin;
Mâdâm ki ondan daha mel'un daha çirkin
Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman,
Nevmid olarak rahmet-i mev'ûd-u Hudâ'dan,
Hüsrâna rıza verme... Çalış... Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!
Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş...
Sesler de: 'Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş! '
Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da demiyor bir tarafından!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar...
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
Feryâd ile kurtulması me'mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
'İş bitti... Sebâtın sonu yoktur! ' deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye'se kapılma.
14 Mart 1913
Mehmet Akif Ersoy
Ayrılık Hissi Nasıl Girdi Sizin Beyninize?
Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam,
Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlıyamam,
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr-i kavmıyyeti şeytan mı sokan zihninize?
Birbirinden muteferrik bu kadar akvamı,
Aynı milliyetin altında tutan islam'ı,
Temelinden yıkacak zelzele, kavmiyettir.
Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir...
Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez..
Son siyasetse bu! Hiç böyle siyaset yürümez!
Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan;
Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan.
Siz bu davada iken yoksa, iyazen-billah,
Ecnebiler olacak sahibi mülkün nagah.
Diye dursun atalar: 'Kal'a içinden alınır.'
Yok ki hiç bir kişiden... Millet-i merhume sağır!
Bir değil mahvedilen devlet-i islamiyye...
Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye.
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukca yürekler, onu top sindiremez.
Bırakın eski hükümetleri meydandakiler
Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer.
işte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti!
işte Irak'ı da taksim ediyorlar şimdi.
30 Muharrem 1331
27 Kanunuevvel 1328
1913
Mehmet Akif Ersoy
Bir Gece
On dört asır evvel yine bir böyle geceydi
Kumdan ayınon dördü bir öksüz çıkıverdi
Lakin o ne hüsrandı ki hissetmedi gözler
Halbuki kaç bin senedir bekleşmedelerdi
Nerden görecekler göremezlerdi tabi
Bir kere zuhur ettiği çöl en sapa yerdi
Bir kere de ma'mure-i dünya ozamanlar
Buhranlar içindeydi bugünden de beterdi
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta
Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi
Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin
Salgındı bugün Şark'ı yıkan tefrika derdi
Derken büyüyüp kırkına gelmişti ki öksüz
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi
Bir nefhada kurtardı insanlığı o masum
Bir hamlede kayserleri kisraları serdi
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi
Zulmün ki, zeval akılına gelmezdi, geberdi
Alemlere rahmetti evet şerr-i mübini
Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi
Dünya neye sahipse onun vergisidir hep
Medyun ona cemiyeti medyun ona ferdi
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyyet
Ya Rab! Bizi mahşerde bu ikrar ile haşret
Mehmet Akif Ersoy
Birlik
Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz.
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz;
Düşer mi tek taşı sandın harim-i namusun,
Meğer ki harbe giden son nefer şehid olsun.
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa,
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,
Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar
Taşıp da kaplasa âfakı bir kızıl sarsar,
Değil mi cephemizin sinesinde iman bir;
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;
Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz,
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz!
Mehmet Akif Ersoy
birlik bağı
Müslümanlık nerde bizden geçmiş insanlık bile
Alem aldatmaksa maksat aldanan yok nafile
Kaç hakiki müslüman gördümse hep makberdedir
Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir
Varsa şayet söyleyin bir parçık insafınız
Böyle kansızmıydı haşa kahraman eslafınız
Böyle düşmüşmüydü herkes ayrılık sevdasına
Benzeyip şirasesiz bir mushafın eczasına
Hiç görülmüşmüydü olsun kayd ı vahdet tarumar
Böyle olmuşmuydu millet can evinden rahnedar
Böyle açlıktan bogazlarmıydı kardeş kardeşi
Böyle adetmiydi bi perva yemek insan leşi
Irzımızdır çiğnenen evladımızdır doğranan
Hey sıkılmaz ağlamassan bari gülmekten utan
Kurt uzaklardan bakar dalgın görürmüş merkebi
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi
Lakin aşk olsunki aldırmazda otllarmış eşşek
Sanki tavşanmış gelen yahud kılıksız köstebek
Kar sayarmış bir tutam fazla olsun yutmayı
Hasmı derken çullanırmış yutmadsan son lokmayı
Bir hakikattır bu bildiğin usluba sok
Halimiz merkeple kurdun aynı asla farkı yok
Burnumuzdan tuttu düşman biz boğaz kaynındayız
Bir bakın halamı hala ihriras ardındayız
Saygısızlık elverir bir parça olsun arlanın
Vakti çoktan geldi hem geçmektedir arlanmanın
Davranın haykırmadan nakus-u izmihlaliniz
Öyle bir buhrana sapmıştırki zira haliniz
Zevke dalmak şöyle dursun vaktiniz yok mateme
Davranın zira gülünç olduk aleme
Bekleşirken gökte yüzbinlerce ervah intikam
Yerde kalmış naşa benzer kavm için durmak haram
Kahraman ecdadınızdan sizde bir kan yokmudur
Yoksa istikbalinizden korkulur pek korkulur
Mehmet Akif Ersoy
Bülbül
Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;
Nihâyet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zâten kararmıştı;
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.
Muhitin hâli 'insâniyyet'in timsâlidir, sandım;
Dönüp mâziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,
O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu:
Ki vâdiden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nâğmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi:
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, güyâ Sur-ı Mahşerdi!
-Eşin var, âşiyânın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?
O zümrüd tahta kondun, bir semâvi saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun.
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânumânın şen, için şen, kâinâtın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şâyed ruh-ı ser-bâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkum-ı pervâzın,
Değil bir kayda, sığmazsın -kanatlandın mı- eb'ada;
Hayâtın en muhayyel gâyedir ahrâra dünyâdâ.
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perişandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman huruşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil...Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Teselliden nasibim yok, hazân ağlar bahârımda:
Bugün bir hânumansız serseriyim öz diyârımda!
Ne hüsrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garb'a çiğnettim de çıktım hak-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi; fikrim hercümerc oldu,
Selâhaddin-i Eyyubi'lerin, Fâtih'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: Nâkuus inlesin beyninde Osmân'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzi serâb olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, turâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden Yıldırım Hân'ın;
Şenâ'atlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan'ın;
Ne haybettir ki: Vahdet-gâhı dinin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânumanlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüzbinlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!
Mehmet Akif Ersoy
canan yurdu
Eyvah! sevgilininyurdu ıssız kalmış
Ayak bastığı heryer kırgın bir mezar olmuş
İçindeki ahenk uçmuş da
Ses seda kalmamış yuvada
Yer yer gömülü durur emeller
Sanki kıyamet gününü beklerler...
Ya rab! niye böyle bir yığın toprak
Olmuş yatıyor o temiz saha?
Ya rab! niçin o parıltı ortada yok?
Ya rab! niçin uzayıp gitmekte bu gölge?
Ya rab! sevgilinin yuvası üzerine
Gerilmiş bu kat kat aydınlık perdesinin anlamı ne?
Mehmet Akif Ersoy
Cenk marşı
ey sürüden arkaya kalmış yiğit
arkadaşın gitti haydi sen de git
bak ne diyor ceddi şehidin işit
haydi git evladım uğurlar ola
haydi git evladım açıktır yolun
zalimlere karşı bükülmez kolun
bayrağı çek ön safa geçmiş bulun
uğurun açık olsun uğurlar ola.
eşele bir yerleri örten karı
ot değil onlar dedenin saçları
dinle şehit sesleridir rüzgarı
haydi git evladım uğurlar ola
haydi git evladım açıktır yolun
zalimlere karşı bükülmez kolun
bayrağı çek on safa geçmiş bulun
uğurun açık olsun uğurlar ola
haydi levent asker uğurlar ola
yerleri yırtan sel olup taşmalı
dağ demeyip taş demeyip aşmalı
sende ki coşkunluğa er şaşmalı
kahraman askerim uğurlar ola
haydi git evladım açıktır yolun
zalimlere karşı bükülmez kolun
bayrağı çek ön safa geçmiş bulun
haydi levent asker uğurlar ola
haydi git evladım uğurlar ola.
Mehmet Akif Ersoy
Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşına da,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
Durmayalım
Sa'di diyor ki: 'Bir gece biz kervan ile
Ağır ağır gitmekte iken yolumuz düştü bir çöle.
Hızla geçmek için o korkutucu ıssız çölü,
Bütün yolcular istirahati feda ederek,
Gitmektelerdi.Bir aralık bende yürümeye güç
Hiç kalmamış ki düşmüşüm artık uykuya yenik.
Avare bir yolcuyu bekler mi kafile?
Çaresiz yola devam edecek varıncaya dek konak yerine.
Bir de uyandım ki başucuma dikilmiş bir deveci şunları
söylemekte:
'Kalk ey zavallı yolcu, uzaklaştı kervan!
Uykum benim de yok değil ama bu çöl,
İstirahat yeri olurmu ki bin türlü korku var?
Varmak istediği yere varıp durmayıp giden;
Yoktur kurtuluş ümidi bu çöller geçilmeden.
Yazık ki yolda böyle düşen uyku derdine,
Hep yolcular gider de kalır kendi kendine! '
Gerçi olayın kendisi önemsizdir, bunda haklısın, ancak düşün:
İnsaflı ol, bundan başka hikmet dolu bir prensip varmı bugün?
Varmak istersen -diyor Sa'di eğer maksada,
Tuttuğun yollar hiç bitmeyecek gibi olsada;
Yola devam et, durmayıp git, yolda kalmaktan sakın!
Azim sahibi insan için neymiş uzak, neymiş yakın?
Hangi güçlüktür ki gayrete gelince kolaylaşmasın?
Hangi korkunç şey varki insandan korkmasın?
Mehmet Akif Ersoy
Edirne
Edirne kal'asıdır gördüğün hisar-ı mehib
Şu zirvesinde biten simsiyah ağaç da salib
Murad-ı evveli koynunda gezdiren tepeler
Nasıl rüku ediyor Ferdinand'a bak bu sefer
Bizim midir sanıyorsun şu yükselen bayrak?
Çeken Savof, Lala Şahin değil kuzum, iyi bak
Edirne! İşte o islamın ahenin suru
Edirne! İşte o şarkın cebin-i mağruru
İkinci aşr-ı tealisi Al-i Osman'ın
Birinci mevki-i feyyazı belki dünyanın
Edirne! İşte o şarkın demir kilidi
Sefil ayakları altında Bulgar'ın şimdi
Muzaffer ordusu hakkıyla(!) intikam alıyor
Kadın, kız, çoluk, çocuk, erkek ne bulsa parçalıyor
Bu katliama da razıyım ihtiram olsa
Harim-i dini de geçtik harim-i namusa
Şu dört minareli cami ki yoktu hiçbir eşi
Ki parlıyordu hilalinde sanatın güneşi
Salibi sineye çekmiş de bekliyor.Nevmid
Mehmet Akif Ersoy
fatih Camii
Eğildi sonra o dağlar huzurunda ALLAH'ın
Kapandı secdeye sonra korkusuyla ALLAH'ın
İnayetiyle ALLAH kaldırınca herbirini
Semaya doğru o dağlar da açtı ellerini
O anda yüreklerden öyle dehşetli bir feryat koptu
Ki ruhum sonsuza dek hatırlayacak bunu!
Kesildi bir aralık inleyen hüzünlü sesler...
Ne oldu Arş'a kadar yükselen o yanıp yakılmalar,
O coşku içindeki iman?
Evet! çağlayarak işte rahmeti ALLAH'ın...
Bütün yüreklere serpildi kubbeden bir ruh
güvenmenin, huzurun ruhu...
Mehmet Akif Ersoy
Gitme Ey Yolcu
Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım
Elemim bir yüreğin karı değil, paylaşalım
Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim, bilmem ki?
Öyle dehşetli muhitimde dönen matemki!
Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan yatıyor şimdi
Nasıl yerlere geçmez insan
Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu
Mehmet Akif Ersoy
KAN YARGISI
Akşamı karşıma aldım
Cemile karşımdaydı
Cemal'i karşıma aldım
Seniha karşımdaydı
Güzel otlar yaktım onlara
Zeytin çıkardım
Sürahiyle içki çıkardım
Seniha'nın gözlerinde pek çoktur
Kan yargısı çıkardım
Bugün akşama 'kadar
Her şey bana iyi oldu
Çünkü durgun günler bana çoktur
Dışarı çıktım, dolaştım
Gün gündür kendimle söyleştim biraz
Bir lavtaya girdim, boşaldım
Eve döndüm, o ne ki bana çoktur
Sütten kesilmiş çocuk mudur ki canım
Canımı yatıştırdım, susturdum.
GÖZ SUYUMDA
Yüreğimi genişlettiğim zaman
Cemile bana sığsın
Ben onun göklerinden biraz fazlayım
O bana sığsın
Yalnızlık ondan gitsin, kötü mü dedim
Gitmezse ne yapsın, kötü mü dedim
Ben neyin nesiyim ki ve herkes neyin nesi
Alışamıyorsak birbirimize
Sevemiyorsak birbirimizi
Demem ki bir ben mi kaldım
Kurtuluş'ta üç kış ne demek
Birinde portakallar dondu
Birinde ipler dondu pencereden pencereye
Birinde yaşam dondu ve soldu
Seniha'yı koydular ol solgunluğa
O istedi ve oldu
Her otelden bir mektup
Dünyada sanki çok şemsiye bozuldu
Gittim ki yetişemedim
Döndüm ki yetişemedim
Her otel bir oteli bir gül gibi doğurdu
Canım ağrıdı gün gün
Küçüldü küçüldü küçüldü
Göz suyumda bütün oteller.
AKMAYI DUYDUM
Ben ben idim, onlar oydular
Karanlık indi bize sığındı
Yılları çok çağlar gibiyiz
Günleri çok yıllar gibiyiz
Uzun sessiz bir ağlamak gibiyiz
Geyik akar suları özleyince
Akmamız yok, çekilmiş nehirler gibiyiz
Yelin sürdüğü yaprağı mı iteceğim
Kötülük nedir, var mıydı bilenimiz
İyilik nedir, var mıydı bilenimiz
Ana karnında sütten
Bembeyaz örülmüşüz de
Derim ki —demek istemem— vahşetin imleriyiz
Ben ben idim, onlar oydular
Geçip de geri dönmeyen bir yeliz
İnsan akar insanı özleyince
Yılları çok bir gün gibiyiz
Akmadık.
O BiLE
Benim sözüme göre
Gözün bildiğini el bilmez
Elin bildiğini ağız bilmez
Sözüme göre utanınm
Yüreğim utanmak bilmez
Hey şimdi ne oldular. Seniha
Çelişkili yaşamına kovuldu
Herkes ki biraz kovuldu
Büyüdükçe yaşlanıyorsa çocukluk
Cemal ne oldu
Bildiğimiz tek şey yalnızlık
O bile şimdi ne oldu
Hey şimdi ne oldular. Cemile
Anısız dünyasında anılarla boğuldu
Kaldıysa bir o kaldı
İçimizde bir vahşeti uyandırma .korkusu.
DÜŞÜŞ
Cüce bir icadınla kambur bir kadın
Günü söylendiler bir park kanepesinde
Ve artık gitmediler, çürikü hiç gitmediler
Ayaklarının altına düşüp
Orada gizlendiler
Seniha'yla Cemile
Dünyalarının altına düştüler
Günlerinin kışları
Karlarıyla örttü onları
Sen bunu söyledin ya
Kendin için bilme.
DURUŞ
Ki bazı sözlerin anlamı
O sözlerin söylenişindedir
Yılların sayısına girmediyse Seniha
Nereden zaman almıştır
Ki bazı durumlara söz yoktur
Hem neden olsun
Her durumun dili daha başka durumlardır
Ben bu derinliği bu kadar
Nerden bulayım
Ki herkes nerden bulsun
Bulmanın dili aramaktır.
DOĞUŞ
İnsan ki yok ise yoktur
Kimdir bu Hilmi Bey ki, yoktur
Bu böyle değilse benim sözüm hiçe insin
İleri gidiyor Cemile, o orada yok
Arkaya gidiyor, onu sezemiyor
Sola yönleniyor, onu seçemiyor
Sağda gizleniyorsa, onu göremiyor
Öyleyse yığınla mektup
Ne durur bir çekmecede
O ki bir gün bunu bana söyledi:
Olana değil de olmayana yazmak
Çünkü beni süsledi
Ey benim ıslak yalnızlığım
Umudum senden doğsun.
UMUŞ
Bütün iyi kitapların sonunda
Bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda
Meltemi senden esen
Soluğu sende olan
Yeni bir başlangıç vardır
Parmağını sürsen elmaya, rengini anlarsın
Gözünle görsen elmayı, sesini duyarsın
Onu işitsen, yuvarlağı sende kalır
Her başlangıçta yeni bir anlam vardır.
Nedensiz bir çocuk ağlaması bile
Çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır.
İKİLEMLER
Bu gözyaşları benim mi
Camdaki yağmur taneleri mi yoksa?
Acıyla sevinç de
Birbiriyle içiçe mi
Terketmeden biri ötekini?
Mutsuzluk mutluluğu örerken
Masmavi bir boyun atkısı gibi?
Bunları ben mi söyledim
Ester mi, o mu söyledi?
Sesi yok kendisi var
Gözleri yok kendisi var
Cemal'siz Cemile'siz
Seniha bir otelde
Ya ölü ya kimsesiz.
ÖZLEYİŞ
Gülüşümü ıslattım —kar yağdı bütün gün—
Daha yağsın
Kar yağsın bütün otellerin üstüne
Üstüne üstüne bütün otellerin
Kar yağsın
Lacivert gözlerine Seniha'nın
Hiç bitmesin, yağsın
Karla dolsun göğsünün katedrali
Avluya düşen org uyansın
Özlemim sanadır, varsın
Kar yağsın, daha yağsın
Seni andırıncaya kadar.
SAPLANTI
Sözlerim kendim üstüne
Gölgem beni istedi
O ki istedi
Suyum beni istedi
O ki istedi
Cemile beni istedi
Ne oldu? hiç! alışamadım
Kartalın bir kayaya çarpışı idi
Soyundum, giyindim, tekrar soyundum
Arada olacağın düşünü kurdum
Zevk duydum bundan
Cemile anlamadı, Cemal hiç anlamadı
Seniha görmedi ki
Ve göstermedim
Sözlerim kendim üstüne
Bir uzak yerlere gitmek üstüne
Sanki günler tek bir güne birikti
Bense çıkmazda kaldım, usandım
Çıkmazlarda üstüste
Birikmiş ufuklar kadar derindim
Ve dedim: elbette deneyeceğim.
Sen anla!
Kimseler anlamasın beni!
Züleyha'nın zindanında "Yusuf" anlasın,
Leyla'nın çöllerinde "Mecnun" anlasın,
Şirin'in dağlarında "Ferhat" anlasın,
Aslı'nın yüreğinde "Kerem" anlasın,
Sen anla…
Beni kimseler anlamasın!
Gözyaşlarını yüreğinde biriktiren "hüzün" anlasın,
Yaprakları sararmış "hazan" anlasın,
Karanlıkları örten "güneş" anlasın,
Güneşe örtü olan "gece" anlasın,
Sen anla…
Beni kimseler anlamasın!
Bembeyaz düşlerine karalar düşen "Kudüslü çocuklar" anlasın,
Sessizliğin içinde saklı "sesler" anlasın,
Acılarla ağırlaşan "hayat" anlasın,
Yenilgilere alışmış "kalbim" anlasın,
Sen anla…
Beni kimseler anlamasın!.
Martılara hasret "deniz" anlasın,
Baharına hasret "çiçek" anlasın,
Ölümüne hasret "hayat" anlasın,
Sen anla.
Ey Rabbim,
Sen anla!
Beni kimseler anlamasın!.
Martılara hasret "deniz" anlasın,
Baharına hasret "çiçek" anlasın,
Ölümüne hasret "hayat" anlasın,
Sen anla.
Ey Rabbim,
Sen anla!
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.
Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?
Ahmed Arif
Üçüncü Şahsın Şiiri
Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu, ağlardım
Beni sevmiyordun, bilirdim
Bir sevdiğin vardı, duyardım
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu, ağlardım
Ne vakit Maçka'dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kuş gibi gülerdi
Bir rüzgâr aklımı alırdı
Sessizce bir cigara yakardın
Parmaklarımın ucunu yakardın
Kirpiklerini eğerdin, bakardın
Üşürdüm, içim ürperirdi
Felaketim olurdu, ağlardım
Akşamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu, ağlardım
ATTİLA İLHAN
'Yaklaşmadan anlatmadan anlaşılmadan....
Ben seni beklentisiz seviyorum.
Hiçbir şey ummadan talepte bulunmadan hayal bile kurmadan.
Kendi içimde taşıdığım sessiz sedasız bir sır bu.
Ben belki de senden çok bu sırrı seviyorum.'
'Seni uzaktan seviyorum....' diye geçirdi kadın içinden
ve başını çevirdi.
Bakmadı bile ondan yana. Bakması gerekmedi.
Uzaktan sevmek daha güzeldir bazen.
Ne incitir ne acıtır. Ne yaralar ne kanatır.
Gözlerinle görmediğin ama sesini duyduğun
Varlığıyla huzur bulduğun bir denizin
Yakınında yürümek gibidir böyle sevmek...
Uzaktan sevmek en güzelidir bazen."
ELİF ŞAFAK
Ayak Sesleri
Hep bu ayak sesleri, hep bu ayak sesleri,
Dolaşıyor dışarıda, gün batışından beri,
Bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime,
Bir eski çıban gibi işliyor içerime,
Ey şimdi kara haber gibi bana yaklaşan,
Sonra saadet olup yanımdan uzaklaşan,
Sesler, ayak sesleri kesilmez çıtırdılar!
Bana gelen müjdeyi galiba caydırdılar,
Böyle adım atarlar, ayrılanlar eşinden,
Böyle yürür, gidenler, bir tabutun peşinden,
Kimsesiz gecelerim, bu kesik sesle doldu,
Artık, atan kalbimde bir ayak sesi oldu
Bir gün, sönük göğsüme düştüğü vakit başım
Benden ayrılıyormuş gibi bir can yoldaşım,
Gittikçe uzaklaşan bu sesi duya duya,
Yavaşça dalacağım, o kalkılmaz uykuya
Necip Fazıl Kısakürek
Demedim Mi?
Oraya gitme demedim mi sana?
Seni yalnız ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi benim?
Bir gün kızsan bana
alsan başını yüzbin yıllık yere gitsen
Dönüp kavuşacağın yer benim demedim mi?
Demedim mi şu görünene razı olma
Demedim mi sana yaraşır otağ kuran benim asıl.
Onu süsleyen bezeyen benim demedim mi?
Ben bir denizim demedim mi sana.
Sen bir balıksın demedim mi
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın.
Senin duru denizin benim demedim mi?
Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan benim
Senin kolun kanadın benim
demedim mi?
Demedim mi yolunu vururlar senin
Demedim mi tövbeni bozarlar senin.
Oysa senin ateşin benim
sıcaklığın benim demedim mi?
Onu süsleyen bezeyen benim demedim mi?
Ben bir denizim demedim mi sana.
Sen bir balıksın demedim mi
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın.
Senin duru denizin benim demedim mi?
Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan benim
Denin kolun kanadın benim
demedim mi?
Demedim mi yolunu vururlar senin
Demedim mi tövbeni bozarlar senin.
Oysa senin ateşin benim
sıcaklığın benim demedim mi?
Vur da Öyle Git
İdam mahkumunun söz hakkı vardır
Bari son arzumu sor da öyle git
Arının çiçekte göz hakkı vardır
Bir buse için dur da öyle git
Madem gidiyorsun bura son durak
Ne adres, ne mektup, ne resim bırak
Kendinden bir parça bir cisim bırak
Saçından birkaç tel ver de öyle git
Ardımdan bir damla yaş dökeceksen
Adımı andıkça ah ah çekeceksen
Kabrime bir gonca gül dikeceksen
Ne olur yaşatma vur da öyle git
Hem yıllarca oyna gönül sahnemde
Hem perdeyi kapat en mutlu demde
Sitem oklarına hedef sinemde
Açtığın yarayı sar da öyle git
Pişmanlık duyarda dönersen geri
Gel de gör aşkından kalan eseri
Seyret ateşinin düştüğü yeri
Hasretin zulmünü gör de öyle git
CEMAL SAFI
ETME
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme
Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme
Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme
Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme
İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme
SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN
Her şey sende gizli
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif
kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakini gördüğüdür rengin
Yaşadıklarını kar sayma
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme, bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi;
Sevdiğin kadar sevileceksin
Ay ışındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü his ettiğin kadar güçlü
Kendini güzel hissettiğin kadar güzel
İşte budur hayat, işte budur yaşamak
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün;
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin
Bunu da öğren;
SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN
Can YÜCEL
Gitmek (CAN YÜCEL )
Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey…
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız “kalk gidelim”,
öbür yanımız “otur” diyor.
“Otur” diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler…
Bir çocuk daha doğurmalar…
Borçlara girmeler…
İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben…
Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
“Sırtında yumurta küfesi olmak” diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek…
Bütçe, zaman, keyif… Denk olsa.
Gün içinde mesela… Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren? Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun… İstemek de güzel.
ARKADAŞIM BADEM AĞACI
Sen ağaçların aptalı
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış..
Acarsın çiçeklerini ..
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
Bir güler yüz bir tatlı söz..
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni karasevda
Hem de bilerek kandırıldığımızı
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
Koş desinler bize şaşkın
Sonu gelmese de hiç bir aşkın
Açalım yine de çiçeklerimizi
Senden yanayım arkadaşım
Havanı bulunca aç çiçeklerini
Nasıl açıyorsam yüreğimi
Belki bu kez kış olmaz
Bakarsın sevdan düş olmaz
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
Vur kendini sen de bu güzel havaya
AZİZ NESİN
AN GELİR
an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür
şarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölür
an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür
son umut kırılmıştır
kaf dağı'nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatlı bir bombadır patlar
an gelir
attilâ ilhan ölür
Yazar : ATTİLA İLHAN
Güçlü Olacaksın Çocuk
Ne kadar olumsuzluk yaşarsan yaşa;
insanlara en az yansıtmalısın…
Hatta elinden geliyorsa, hiç bilmemeliler…
Sen öyle mutlu görünmelisin ki,
Tahmin bile edemesinler..
Güçlü olmalısın çocuk..
Bir damla gözyaşına şahit olmamalı kimse..
Ağlama demiyorum, ağla..
Ama sen bile bilme ağladığını..
Eğer gülemiyorsan, tepkisizliği takın..
Güçlü olmalısın çocuk..
Haksızlığa da uğrasan,
En sevdiğini de yitirsen..
Hatta kimsesiz kalsan..
Cebinde beş kuruş paran da olmasa…
Sakat da olsan..
Ne koşulda olursan ol, güçlü olmalısın..
Sabit kalabilmelisin fırtınalarında dünyanın..
Sen, kazanmak için varsın..
Vazgeçmeyi düşünmek gibi bir lüksün de yok zaten…
Beğenmiyorsan kuralları,
Çekip gidemezsin evin kapısından çıkar gibi..
İstemediklerini de gönderemezsin üstüne üstlük..
Kabullenmen lazım..
Herkesten farklı olduğunu düşünsen de sen…
Herkesten biri olduğunu unutmayacaksın..
Kimsenin seni anlamadığını düşünüyorsan eğer,
Anlatmaya çalışmayacaksın…
Bir de gururun üstün gelmeli..
Gururunu kişiliğin belleyeceksin…
Ne ayaklar altına alacaksın duygusal zayıflığına yenilip,
Ne de inciltilmesine müsaade edeceksin.
Güçlü olmalısın çocuk!
Herkesten, her şeyden daha güçlü…
Ölümüne seveceksin yurdunu mesela…
Yahut bir kızın kızıl saçlarını..
Ama ölümü sen seçmeyeceksin…
Cesaretin ağır basacak…
Korkmayacaksın kimseden!
Hiçbir olgu korkutmaya yetmeyecek seni!
En önemlisi de ne biliyor musun çocuk?
Çok acılara şahit olacaksın…
Çok acılar tadacaksın..
İsyan sözcükleri günışığına çıkmak için
Dilinin ucunda bekliyor olacaklar..
Ama sen daima sabırlı olacaksın… olmalısın…
Çünkü güçlüsün sen…
Öyle olacaksın…
Kimse bilmeyecek, çözemeyecek seni..
Sen anlaşılmaz olacaksın bir monalisa gibi…
Belki natürmort yanında halt etmiş kalacak…
Çözülemeyeceksin..
Birileri seni çok az da olsa anladığında,
Kaybettiğin süsü verdiğin savaşını kazanmış olacaksın…
Güçlü olacaksın çocuk,
Yorulmayacaksın..
Anlatmayacaksın…
Her vurgunda daha da dik duracaksın…
Güçlü olacaksın…
Tüm kaybettiğim aşklarıma,
Sen sahip çıkacaksın.
Sessiz köşelerin arkadaşı ayrılık
Karanlık gecelerin sırdaşı ayrılık
Umutsuz kişilerin yoldaşı ayrılık
Ayrılmaz ayrılık, sadıktır sevdiğine
Anlamsız cümlelerin öznesi ayrılık
Zamansız bitişlerin gözdesi ayrılık
Oransız sevmelerin yüzdesi ayrılık
Ayrılmaz ayrılık, sadıktır sevdiğine
Zamansız ölüm kadar yakındır ayrılık
Hücum sözüyle kalbe akındır ayrılık
Kaşındıkça kanayan acındır ayrılık
Ayrılmaz ayrılık, sadıktır sevdiğine
Doğduğun gün yazılan kaderdir ayrılık
Nöbetini bekleyen askerdir ayrılık
En beterinden bile beterdir ayrılık
Ayrılmaz ayrılık, sadıktır sevdiğine
Muhterem Aslan
Ölüm Zevki
Ölüm zevkin diriyken al
Canı sana verene sal
Madde isen manaya dal
Allah Allah Allah ile
Ölüm melamiye zevktir
Sevmek acı değil şevktir
Kabir korku değil meşktir
Allah Allah Allah ile
Ölüm gurbetten sılaya
Vaslolan gelmez dünyaya
Allah sığmaz bir saraya
Allah Allah Allah ile
Ölüm tevhidin sefası
Adem olmanın vefası
İnsan Haktır hem de hası
Allah Allah Allah ile
Ölüm varışdır gönüle
Kaptırma kendini sele
Hak sığarmı söze dile
Allah Allah Allah ile
Ölüm sınama tahtası
Dünya Mevlanın sahası
Teslim olmanın sırası
Allah Allah Allah ile
Gönüllü yürüyor hakka
Ölen madde mana başka
Ladan girer elbet aşka
Allah Allah Allah
Anlattıkça kış vuruyor satırlarıma
Anlattıkça üşüyor, anlattıkça ısınıyor yüreğim.
Bugün sardunyalarım da açmadı
Belki de küskün renklere
Ellerimde günah gibi yaşayamadıklarım
Sensiz soluyorum anlayacağın
Mavi mavi ölüyorum
Duyuyor musun, orada mısın,
Var mısın, yok musun?
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Yanarak, yıkılarak
Aklıma her geldiğinde ağlayarak..
Aşka Dair
Aşk bir muamma gibidir çözebilene aşk olsun
Aşk bulutunun üstünde gezebilene aşk olsun
Aşk gönülün hitabıdır divanenin hesabıdır
Aşk şiirin kitabıdır yazabilene aşk olsun
Aşk incelik aşk azamet aşk özveri aşk nezaket
Aşk imandır aşk ibadet hazzı bilene aşk olsun
Aşk ilahların sathıdır aşk benliğin ruhsatıdır
Aşk kayalardan katıdır ezebilene aşk olsun
Aşk Ali'ye Kamber gibi aşk mis gibi amber gibi
Aşk sihirli çember gibi bozabilene aşk olsun
Aşk deli aşk akil eder aşk uzağı yakın eder
Aşk ateştir aşk kül eder tozabilene aşk olsun
Aşk irfan alimin huyu aşk Kevser Zemzemin suyu
Aşk bir sonsuz derin kuyu kazabilene aşk olsun
Aşk ilimdir aşk keramet aşk asalet aşk nedamet
Aşk güvendir aşk saadet erebilene aşk olsun
Aşk mekanı arı yerdir ziyareti gönüllerdir
Aşk benlikten ileridir özge bilene aşk olsun
Aşk uğraştır aşk emektir aşk sevmektir sevilmektir
Aşk demek Şahin demektir sezebilene aşk olsun
Yalnızlığı Denemek
gecenin ortasında ne işin var
yıldızlara dokunma yanarsın
bak birazdan ay da batacak
karanlık bulaşmasın ellerine
tersine döner yolunu bulamazsın
içi dışı uzay tozu yansımalar
sahi mi yalan mı anlayamazsın
bir rüya gemisi iskele sancak
dokunup geçiyor hayallerine
ağlayasın gelir ağlayamazsın
sevmek insanın yüreği kadar
küçükse büyüğünü taşıyamazsın
yalnızlığı da dene oldu olacak
nasıl yankılanır derinden derine
iyi midir kötü mü çıkaramazsın
insan insanı kendisi tamamlar
içinde başka dışında başkasın
eksikliğin fazlana elbet bulaşacak
öbürü sığacak bunun derisine
yoksa sabaha sağ çıkamazsın
Atilla İlhan
Anlatılamazsın
Sen bir sihir olmalısın
Anlatılamazsın
Dokunmaya korkuyor ürkek ellerim
Bu sihir bu büyü bozulur diye
Sendeki sıcaklığı bir türlü çözümleyemedim
Nedensizce hiç sorgulamaksızın
Tüm içtenliğiyle bağlandı sana
Sevgilerin en büyüğüyle bu yürek
Gizemin beni daha da çok sürüklüyor peşinden
Çırpındıkça daha da çok batıyorum senli hayallere
Yine çekildim sessizce bir köşeye
Durmadan hiç yorulmaksızın
Seni düşünüyorum
Her anım dolu seninle
Güzelliğin esti hain bir rüzgar gibi yüreğime
Ürperdi tenim özledi seni içim
Sonu yok bunun ilerisi karanlık
Pusuda bekliyor acılar
Tuzak bana bu aşk
Mutluluğun sonu acıların başlangıcı bunu biliyorum
O büyülü endamın yinede çekiyor beni
İlerliyorum belirsiz bir yol üzerinde
Sana doğru yürüyorum
Karşı koymak imkansız kaçınılmazsın
En ufak hareketin bile beni etkiliyor nazlı güzelim
Sitemin bile hoş geliyor
Her halini seviyorum
İşte gözlerimin önünde salınarak yürüyüşün
Kulaklarımda bütün dertlerimi unutturan tatlı gülümseyişin
Aklımı başımdan alıyor
Gülerken yanağında beliren gamzelerin
Gülmek sanki senin için yaratılmış
İçimde bir sevinçsin
Ama ürkek tedirgin
Gözlerimde eşsizsin
Yaşamak anlamsız sensiz
Sessiz dünyam seninle birlikte bozuluyor
Yüreğimden bir ses yükseliyor dalga dalga
Sözler mısralaşıyor
Seninle anlam kazanıyor
Ve sonunda sen dudaklarımdan
Hiç düşmeyen o hüzünlü sitemkar şiir
‘‘ Ellerimi uzatsam tutar mısın narin ellerinle
Karanlıkta kalmış ruhumu çıkartır mısın aydınlık yerlere
Yüreğimi versem sever misin benim gibi sende delice
Vazgeçilmezsin bebeğim ayrılık olmasın kaderimizde ’’
BÜLBÜL
Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;
Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı,
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl
Muhîtin hâli "insâniyyet"in timsâlidir, sandım;
Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,
0 müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu
Ki vâdiden bütün, yer yer, enînler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi;
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi!
-Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin ?
0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb'âda;
Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ'lerin, FATİH'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!
[Safahât, Yedinci Kitap]