-
Bir Damla Gözyaşına Ölürüm
Sen ağlarsan
Gök kubbe ağlıyor.
İnci gibi gözyaşlarınla
Yüreğime kan damlıyor.
Bülbül feryat edip
Hüzün şakıyor.
Güller sana üzülüp
Boynunu büküyor..
Sen ağlama canım
Ben senin yerine ağlarım.
Kederinle yüreğimi dağlarım.
Varsın kararmış ruhum
Biraz daha kararsın.
Yeter ki o güzel yüzünde
Gonca güller açsın..
Sen sevda perimsin.
Gülüşünle güzelsin.
Hassas ruhunla
Bende özelsin.
Semadan yere inen
Tanrının lûtfu
İyilik meleğimsin..
Sen ağlama
Hüzün gözlüm.
Hep gül şiir sözlüm.
Yüreğim dayanmaz
Bir damla gözyaşına
Ölürüm!
-
Gözyaşı
'' Gözyaşı gibi kan ağlıyordu gözlerim
Sensizlikten midir bilemem bus kesti bedenim
Ölsemde farketmez canımsın sen benim..
Dudaklarım titriyordu
Ölüm şarkıları söyleniyor
Kalbimden damarlar sökülüyordu.
Kaldım bu diyarda bir başıma
Yok oldum tükendim genç yaşımda
Yapayalnız bıraktın beni gittin
Sensiz yaşayamam ben birtanem sen gidince bittim..
Sonu yok bu gidişinin biliyorum
Artık gelsende ben yokum istemiyorum..! ''
19:28...28 ekim 2009
Lütfü Türker
-
Asırlık Şiir
Bir şiir daha başlıyor.
Ama bu, asırlık bir şiirdir.
On dört asırlık bir şiir.
Peygamber sohbetinin
Şiirleşmiş ifadesidir.
Şimdi o güne gidiyoruz.
Yine bir yolculuğa çıkıyoruz.
Yeni bir yolculuğa…
Zaman ötesi zamanda
Ulvi bir vakitteyiz
Ve sanki biz, şimdi Asr-ı Saadetteyiz.
İzhir ve celil otlarının o hoş kokusu yayılır.
Mecenne sularının sesi gelir uzaktan
Şame ve tufeyl dağları ninni söyler sahraya.
Herşey uysaldır.
Herşeyde nazlı bir gül edası.
O’nun edası…
Ve O’nun sohbeti.
Dinleyenler sahabe topluluğu.
Sanki başlarında bir kuş var,
Ve sanki o uçmasın diye pür dikkât
O’nu dinliyorlar.
Aileden, maldan ve amelden bahsediyor.
Sohbet bitince Abdullah b. Kürz izin istiyor;
“Ya Rasulallah!
Anlattıklarınızı şiir halinde söyleyeyim mi?
İzin verir misiniz?”
Hz. Peygamber;
“Olur.” Buyuruyor.
Ve Abdullah b. Kürz şiirine başlıyor.
Ailem, yaptıklarım ve ben sanki üç kardeşiz.
Ölüm yaklaştığında onları çağırıp konuşan biri gibiyiz.
Adam kardeşlerine der ki;
“Ölüm kapımı çaldı! Bana yardım edin.
Geri dönülmez bir yolculuk başlıyor.
Uzun ve güvenilmez.
Bu hal karşısında bana nasıl yardım edebilirsiniz?”
Malı der ki;
“Benden ayrılmadığın sürece
Her isteğini yerine getiririm
Ama ayrılık olursa aramızdaki dostluk biter.
İstediğini benden şimdi al.
Çünkü yakında ben, savrulan kumlar arasına katılacağım.
Başka insanların olacağım.
Beni sonraya bırakma, harca.
Hızla yaklaşan ölüm gelmeden,
Elini çabuk tut, hayır yap.”
Ailesi de şöyle der;
“Ben seni cidden sever,
Seni herkesten üstün tutarım.
Gücümü kuvvetimi senin için harcar, iyiliğini isterim.
Ama iş ciddileştiğinde senin için ölemem!
Ardından göz yaşı dökerim,
Yüksek sesle ağlarım,
Seni hayırla yâdederim.
Cenazende bulunur,
Gireceğin kabre kadar,
O son durağına kadar,
Hasretle tabutunu taşır,
Sonra geri dönerim.
Sanki aramızda hiç bir şey yokmuş gibi,
Hiç birbirimizi sevmemiş gibi,
Hiç birbirimizden sevgi görmemiş gibi…”
İşte insanın ailesi!
İşte desteği.
Ve işte gerçek yüzü.
Sonra ameli konuşur insana;
“Ben, senin kardeşinim” der
“Sarsıntıların dehşetli anında
benim gibi bir kardeş bulamazsın.
Benimle mezarda karşılaşacaksın.
Orda seni savunacağım.
Hesap günü, ağır gelmesi için gayret gösterdiğin kefeye oturacağım.
Beni unutma, değerimi bil!
Ben üzerine titreyen merhametli bir öğütçüyüm.
Seni hiç bir zaman yalnız bırakmam.
İşte senin amelin!
Vuslat günü kavuşacağın güzel amellerin!”
Abdullah bu şiiri okuyunca,
Rasulullah ve arkadaşları ağladılar.
İşte o günden sonra,
Hz. Abdullah,
Ne zaman ki bir topluluğun yanından geçse
Kendisini çağırır, şiirini okumasını rica ederlerdi.
O da okurdu.
Ve yine göz yaşı.
Yine çağlayan sahabe yürekleri!
Bu şiir asırlık bir şiirdi.
On dört asırdır okunan bir şiirdi.
Peygamber sohbetinin,
Şiirleşmiş ifadesiydi
Dursun Ali Erzincanlı
-
Anlamlı Bir Şiir
Yağmur Damlası
Bu kaçış, bu işkence, bu ayrılık niye?
Bak, sensiz gülebiliyor muyum? Dinle:
Keder doluyum, mutlu olamam ki;
Yaşlı gözlerimde buğulu bir hatırasın.
Hasretim ben sana, vurgunum vurgun! ..
Hasretim kara gözlerine, tutkunum tutkun! ..
Senin için bir hiç miyim? Ah bilebilsem!
Kalbine fısıldayıp 'sevgilim' diyebilsem...
İçimde fırtınalar kopuyor gök gürültülü,
Aşkım gönlüme sığmıyor üstü örtülü.
Bu sessiz feryada can mı dayanır? ..
Bazen bir hıçkırık derinden ah ile gelir.
Bazen bir ferahlık, göz yaşı sel olur.
Kalbin inleyişi durmuş; sanki gök susmuştur...
Bazen sular süzülür kırık camın ardından,
İçeriye bir damla süzülür kırığın aralığından.
Seni o damlada bulurum masum ve çekingen.
Biliyorum, biraz sonra, gücün yetmeyecek,
Hayal olup gideceksin gönül diyarından.
Belki bir iki damla yaş kalbime inecek;
Fakat bilirim, içimdeki alevi söndürmeyecek.
Kalbim parça parça olsa da sevginden,
Ben buğulu gözlerle seni bekleyeceğim.
Yıkılıp toprağa yar olsam da derdinden,
Ruhum senindir, o hep seni isteyecek
Yazar : Ferhat Tok
-
Bir Avuç Göz Yaşı Kaldı...
İçimdeki Hisler Artık Kötümser Kaldı
Hayatımı Anlatan Mısralar Dizeler Kaldı
Yoruldum Artık Bedenim Ruhsuz Kaldı
Uslanmaz Yüreğim Bir Avuç Göz Yaşı Kaldı…
Mısralardaki Heceler Anlamsız Kaldı
Tebessümler Haykırışlar Geride Kaldı
Ömürde Gün Bitti Bana Yokuş Kaldı
Uslanmaz Yüreğim Bir Avuç Göz Yaşı Kaldı…
Gün Geldi Zaman Bitti Nefes Kaldı
Unutamadığım Yarin Çehresi Kaldı
Ömürden Sel Gitti Geride Kum Kaldı
Uslanmaz Yüreğim Bir Avuç Göz Yaşı Kaldı….
Yüzüne Sığmayan O Gözlerin Kaldı
Giderken Son Lafın Hüzünlerde Kaldı
Unutmak Değil Yaresi Bende Kaldı
Uslanmaz Yüreğim Bir Avuç Göz Yaşı Kaldı…
-
Babamın öldüğü gün birine aşık olmuştum.
Bazen öyle olur; her şey üst üste gelir.
Polis olmasaydım, katil olurdum.
Çünkü sahici bir sarsıntı sahte bir dengeden iyidir.
Binlerce ceset, binlerce katil ve bir evlilik gördüm.
Seni, intihar etttiğin gün tanıdım kızım.
Seninle o gün barıştım.
Şimdi sadece geceleri yapayalnız ve yalınayak anlayabildiğim şeyler var.
Şimdi benim de yalanlara inanmaya ihtiyacım var, bütün çaresiz insanlar gibi, dağılan bir okul gibi.
Acılarımız da birbirine benziyor artık kızım.
Birbirine benzeyen parmaklar gibi; ama her birinin eşsiz bir izi var.
Bazen gözlerim doluyor karanlıkta ama fısır fısır konuşmaya başlıyorsun kulağımın dibinde hiç susmuyorsun.
Ağlamama asla müsade etmiyorsun.
Her şey affedildi babacık diyorsun.
Hiç ayrılmayacağız diyorsun.
Keşke hep yanımda olsaydın diyorum öyle konuştuğunu duyunca.
Bu kış çok kar yağar belki beraber kayboluruz diyorsun sen bana.
Ama kar taneleri birbirine benzemez ki kızım.
Cesetler de benzemez.
Ama bir cinayet başka bir cinayeti hatırlatır her zaman.
Koşan atlar, düşen atları hatırlatır.
Yağmur yağar, durur, tekrar başlar, yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir.
Beşikten mezara kadar.
Karanlıkta herkesle çarpışabilir insan.
Yalan mı söylüyorum sana?
Affet beni kızım, affet.
Bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz kısalmadı ki kızım.
-
Zamanı gelmeden bülbül mü öter?
Gülün kıymetini bilene sorun.
Kader mahkumundan, aşktan çekene
Sel olur gözyaşı, silene sorun.
Yarsız geçiyorsa sürgün misali,
Damlalar içinde vurgun misali,
Çıkamaz yokuşu, yorgun misali,
Hele bir de onu, çekene sorun.
Seni seviyorum dese de sözler,
Dili ikrar edip, gülse de gözleri,
Yapmacık, rivaya dönerse nazlar,
Kavlini bozana delene sorun.
Nazlı yardan ayrılana vay derim,
Hayıflanır bu acıya oy derim,
Katlayıp ta bohça bohça koy derim,
Çevirin yolunu, gelene sorun.
Vuslat ile bozulmuşsa arası,
Kanıyorsa sol böğründe yarası,
Dağılmışsa ala gözden sürmesi,
Nasıl bir dert imiş geline sorun.
Esra Nur Doğan
-
Ey sevgililerin sevgilisi
Gönüllerin tacı,
Kalplerin ilacı...
Sana sevgim o kadar büyük ki,
Neyle tasavvur etsem az,
Ne yazsam eksik bir yanı...
SENİ ÇOK SEVİYORUM
Sevgiler sonsuzluğunda
Anlatılmaz duygularla,
Tüm varlığımla...
Canım kurban milyonlarca kez yoluna
Can kurtarıcım...
Rehberim...
Sevgili peygamber efendim.
Ey sevgililerin sevgilisi
Dünya senle nurlandı...
Alemler yüzüsuyu hürmetine yaratılan
Yüce peygamber efendim.
Seni anlamayan kör,
Seni sevmeyen kalp mühürlüdür...
Huzur senin sevginde,
Mutluluk senin yolunda...
Ömrümce geleyim yolundan
Rabbim ayırmasın yolundan...
SENİ ÇOK SEVİYORUM
Kendimi buluyorum sevginde...
Sevgili peygamber efendim,
Kurtuluşu buldum sevginde...
-
Kayıp Sevda
Bir yandan türkü söyler
Bir yandan yürür ağlıyarak
Sevdası rüzgâr gibi iter
Dere boyunca yalnayak.
Nilüferler gibi solgun Ophelia!
Yanaklarına yapışır saçları.
Açılır etekleri suyun yüzünde
Seyrederdi söğüt ağaçları.
İnsan kalbi o zamanlar da vardı
Daha küçüktü daha kırmızıydı ama şimdikinden
Kopardılar kalbini Ophelia'nın
Nilüferler gibi sarardı.
Şimdi de kızlar sokaklarda
Minnacık eller ayaklar saçlar.
Ama nerde onlar nerde Ophelia
Nerde evvel zaman içindeki aşklar.
Sevdamız kayboldu zamanlarda.
Dişi ceylânla erkek ceylân
Ayrı yönlere koşar gider.
Bir sevişmek kaldı romanlarda.
-
BİR 7.65 ‘LİĞİM BİLE YOK
yaşasın konfederasyon!
yaşasın kamçılar ve köleler!
çünkü siyahları sevsem de,
lincoln’un bir yalancı olduğunu biliyorum.
dengeler adına vuruldu kim vurulduysa
çiftçiler, marilyn monroe, bağdat
dengeler adına bırakıldım kendimle başbaşa
burada şehremini’de
ve bir hallaç pamuğuna dönüşmüş olarak.
kimim ben
nerden gelip nereye gidiyorum
bunun ne önemi var
mossad besliyor kafka’yı
zen’i amerika finanse ediyor
çünkü hepimizi uyuşturup,
ortadoğu’yu ateşe vermek istiyorlar.
ikilem
üçlem ve dörtlemler
alternatif çöplüğüne döndü üçüncü dünyanın beyinleri
“hiç akletmez misiniz”
hayır etmeyiz!
felsefenin soysuz çarkına teslim ederiz ayetleri
öyle büyüttük öyle büyüttük ki felsefeyi
eylemi de aldı içine
eylemi aldı bizden
ve ateşler içre bağdat’ın orta yerinde,
çırılçıplak kalakaldık işte
dengeler adına silahsız
dengeler adına şahsiyetsiz
miskin, geveze, entelektüel…
dengeler adına vuramadı kim vurmadıysa
dengeler adına şair yaptılar bizi.
Hakan Albayrak
-
VİSÂL
Beni zaman kuşatmış, mekan kelepçelemiş;
Ne sanattır ki, her şey, her şeyi peçelemiş...
Perde perde veralar, ışık başka, nur başka;
Bir anlık visal başka, kesiksiz huzur başka.
Renk, koku, ses ve şekil, ötelerden haberci;
Hayat mı bu sürdüğün, kabuğundan, ezberci?
Yoksa göz, görüyorum sanmanın öksesi mi?
Fezada dipsiz sükut, duyulmazın sesi mi?
Rabbim, Rabbim, Yüce Rab, âlemlerin Rabbi, sen!
Sana yönelsin diye icad eden kalbi, sen!
Senden uzaklık ateş, sana yakınlık ateş!
Azap var mı alemde fikir çilesine eş?
Yaşamak zor, ölmek zor, erişmekse zor mu zor?
Çilesiz suratlara tüküresim geliyor!
Evet, ben, bir kapalı hududu aşıyorum;
Ölen ölüyor, bense ölümü yaşıyorum!
Sonsuzu nasıl bulsun, pösteki sayan deli?
Kendini kaybetmek mi, visalin son bedeli?
Mahrem çizgilerine baktıkça örtünen sır;
Belki de benliğinden kaçabilene hazır.
Hatıra küpü, devril, sen de ey hayal, gömül!
Sonu gelmez visalin gayrından vazgeç, gönül!
O visal, can sendeyken canını etmek feda;
Elveda toprak, güneş, anne ve yâr elveda!
Necip Fazıl Kısakürek
-
NE İÇİNDEYİM ZAMANIN
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.
Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.
Ahmet Hamdi TANPINAR
-
Ah ulan Rıza
Neden halâ gelmedi, yoksa
Saati mi şaşırdı hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.
Cebimde bir lira desen yok,
Madara olduk meyhaneye!
Ah eşşek kafam benim,
Nasıl da güvendim bu hergeleye!
Gelse, balığa çıkacaktık,
Ne çekersek kızartıp birayla yutacaktık.
Kafamız tam olunca, şarkılar döktürüp
Enteresan hayâllere dalacaktık.
Bu sandalı geçen hafta denk getirip
Çalıntıdan düşürdük.
Arkadaşlar ısrar etti,
Biz de, iyi olur, bize uyar diye düşündük.
Saat sekizde gelecekti,
Bana birkaç milyon borç verecekti.
Yoksa o nemrut karısı kaçtı da
Onun peşinden mi gitti?
Eğer öyleyse yandık,
Gudubet gene yaptı yapacağını!
Geçen sene de merdivenden itip
Kırmıştı Rıza'nın bacağını.
Abi, kadında boy şu kadar;
Kalça fırıldak, göz patlak, kafa çatlak!
Korkuyorum, bir gün ya kendini asacak,
Ya horlarken Rıza'yı boğacak!
Bak, şimdi acıdım, aşkolsun adama,
Ben olsam, vallahi baş edemem!..
Hele beş tane velet var ki boy-boy,
Allah'tan düşmanıma dilemem!
Aslında iyi çocuktur Rıza, efendi huyludur,
Herkesin suyuna gider.
Yoksa, kalıba vursan hani,
Tek başına on tane adam eder!
Bir keresinde, hiç unutmam
Üç-beş zibidi haraca dadandı;
Rıza, sandalyeyi kaptığı gibi
Herifleri hastaneye kadar kovaladı!
Aynı mahallede büyüdük, aynı kızları sevdik,
Aynı kafadaydık.
Orta ikiden bıraktık, matematik ağır geliyordu,
Biz, başka havadaydık.
Aynı gömleği giyer, aynı sigaraya takılır,
Aynı takımı tutardık.
Fener'in her maçına iddialaşıp
Millete az mı yemek ısmarladık!..
Bir tek askerde ayrıldık,
Bana Bornova düştü, ona Gelibolu.
Döner dönmez evlendirdiler,
En büyük salaklığı da bu oldu!..
Bense hiç düşünmedim, zaten param yoktu.
Hep tek tabanca gezdim.
Benim beğendiğimi anam istemedi,
Onun gösterdiğini ben sevmedim.
Neyse, bunlar derin mevzu...
Anlaşıldı, bu herif artık gelmeyecek.
Ufaktan yol alayım
Anam evde yalnız, şimdi merağından ölecek!..
Gittim, vurup kafayı yattım;
Rüyamda gördüm, gülümseyerek geldiğini.
Ne bilirdim, yolda kamyon çarpıp
Hastaneye kavuşmadan can verdiğini!..
Vay be Rıza!..
Sonunda sen de düşüp gittin Azrail'in peşine!
Dün, boşuna günahını almışım,
Ne olur, kızma bu kardeşine!
Öğlen kahvede söylediler, Rıza öldü, dediler
Ne kolay söylediler!
Sanki dev bir taş ocağını
Kökünden dinamitleyip üstüme devirdiler!
Ah dostum... o kocaman gövdene
O beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler?
O zalim tabutun tahtalarını
Senin üstüne nasıl böyle çivilediler?
Yani sen şimdi gittin, yani yoksun,
Yani bir daha olmayacak mısın?
Yani bir daha borç vermeyecek,
Bir daha bira ısmarlamayacak mısın?
Peki, beni kim kızdıracak,
Kim zar tutacak, kim ağzını şapırdatacak?
Peki, beni bu köhne dünyada
Senin anladığın kadar kim anlayacak?
Ulan Rıza... ne hayâllerimiz vardı oysa,
Ne acayip şeyler yapacaktık...
Totoyu bulunca dükkân açacak,
Adını Dostlar Meyhanesi koyacaktık.
Talih yüzümüze gülecekti be!..
Karıyı boşayıp sıfır mersedes alacaktık.
Hafta sonu iki yavru kapıp
Boğaz yolunda o biçim fiyaka atacaktık!
Ah ulan Rıza... bu mahallenin,
Nesini beğenmedin de öte yere taşındın?
Ara sıra gıcıklaşırdın ama inan ki,
Benim en kıral arkadaşımdın!..
Ah ulan Rıza... ben şimdi,
Bu koca deryada tek başıma ne halt ederim?
Senden ayrılacağımı sanma,
Bir kaç güne kalmaz, ben de gelirim!..
Yusuf Hayaloglu
-
Gülce
Uçurumun kenarındayım Hızır
Ulu dilber kalesinin burcunda
Muhteşem belaya nazır
Topuklarım boşluğun avcunda
Derin yar adımı çağırır
Dikildim parmaklarımın ucunda
Bir gamzelik rüzgâr yetecek
Ha itti beni, ha itecek
Uçurumun kenarındayım Hızır
Civan hazır
Divan hazır
Ferman hazır
Kurban hazır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Başım döner, beynim bulanır
El etmez
Gel etmez
Gülce'm uzaktan dolanır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Gülce bir davet
Mecaz değil
Maraz değil
Gülce bir afet
Peri değil
Huri değil
Gülce beyaz sihir
Gülce ölümcül naz
Buram buram zehir
Yar yüzünde infaz
Bir gamzelik rüzgâr yetecek
Ha itti beni, ha itecek
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Ben fakir
En hakir
Bin taksir
Ateşten
Kalleşten
Mızrakla gürzden
Dabbetülarz'dan
Deccal’dan, yedi düvelden
Korku nedir bilmeyen ben
Tir tir titriyorum Gülce’den
Ödüm patlıyor Gülce’ye bakmaktan
Nutkum tutuluyor, ürperiyorum
Saniyeler gözlerimde birer can
Her saniyede bir can veriyorum
Ömer Lütfi Mete
-
Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile
girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına
çıkmamış olanlar
Pablo Neruda
-
Bilmem siz de özlüyor musunuz,
insanların o eski samimiyetlerini...
Tadı damaklarınızda kalan o bahçe sohbetlerini...
Menfaatler daha henüz geçmemişken paylaşımdaki bereketin önüne ve mütevazilik iyi insan olmanın mayasıyken henüz...
Şimdilerde insanlar, huzur dışında her şeye sahip, çok şeyleri var. Ama içlerinde bir fırtına, bakışlarda güvensizlik ve yürekleri dört duvar...
-Uğur Gökbulut-
-
Benden Sonra Mutluluk
Bunca yıl yaşadım
Elime ne geçtiyse yitirdim
Biraz daha yaşayacağım
Yalnız bir şey biriktirdim
Bir bakış, bir görüş, bir duyu, bir düşünce
Belki aç kalacağım
Suçlanacağım ölünce
Biraz yazdım, artık hep yazacağım
Hüzünden baş alamadım
Görünce
Özdemir Asaf
-
Anne ben geldim, üstüm başım
Uzak yolların tozlarıyla perişan
Çoktan paralandı ördüğün kazak
Üzerinde yeşil nakışlar olan
Anne ben geldim, yoruldum artık
Her yolağzında kendime rastlamaktan
Hep acılı, sarhoş ve sarsak
Şiirler çırpıştıran bi adam
Kurumuş kuyunun suyu, incirin
sütü çoktan çekilmiş
Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi
Ayrık otları, dikenler bürümüş
Kapıdaki çıngırak kararmış nemden
Atnalı ve sarmısak duruyor ama
Oğlum, mektup yaz diyen
Sesin hala kulaklarımda
Anne ben geldim, ağdaki balık
Bardaktaki su kadar umarsızım
Dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın..
Ahmet Erhan
-
Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim
akar suyun
meyve çağında ağacın
serip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
- çürüyen diş dökülen et-
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler
Ve elbette ki sevgilim elbet
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet.
Bursa da havlucu Recebe
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman
fakir köylü Hatçe kadına
ırgat Süleymana düşman
sana düşman bana düşman
düşünen insana düşman
vatan ki bu insanların evidir
sevgilim onlar vatana düşman…
Nazım Hikmet RAN
-
Şurdan bir tren geçiyor ki
bende o trene bakıyorum ki
trenin üzerinde bir yazı yazıyor ki
odada expressmiş ki
trenin içinde bir güzel var ki
ama ben güzeli tanımıyorum ki
bende mahsus trene biniyorum ki
ondan sonra Haydar paş. Istanbul-Haydarpaşada iniyoruz ki
Bende mahsus kendimi bir köşeye giriyorum ki
Maksat tanışmak için ki
Ondan sonra oda trenden iniyor bende iniyorum ki
kendimi mahsus değdiriyorum diyor önüne baksana diyor.
-
TAHİR İLE ZÜHRE MESELESİ
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Nazım Hikmet
-
GÜNEŞİN ÇOCUKLARI
Güneşin emzirdiği çocuklardık biz .
Geceleri gökten toplayıp yıldız,
Koyup cebimize misket misali ,
Oynardık gün boyu deliler gibi .
Kapımız açıktı sonuna kadar .
Dostluğa ,sevgiye ve kardeşliğe .
Yüz vermezdik yalana kalleşliğe ,
Boy atardık dimdik serviler gibi …
Yatağımız şilte, yastık sertse de
Vicdanımız temiz pamuk gibiydi.
Uyurduk deliksiz gece inince,
Karnı tok, sırtı pek bebek misali …
Bugün kimi kırdık üzdük demeden ,
Kimseden bir çıkar, pay beklemeden ,
Zemzem suyu içip haram yemeden ,
Yaşardık hayatı pür neşe ile …
Aynalara dosttuk kırana düşman ,
Gülünce yüzünde güller açışan,
Öyle bir nesildik mutluluk saçan ,
Barışıktık sazla kemençe ile …
Kim çaldı yaşama sevincimizi ,
Kim çevirdi gamlı baykuşa bizi ,
Sol yanımızdaki o cevahiri ,
Alıp yerden yere vuranlar kim di ?
Dikilsin heykeli tüm şehirlere .
İhanetin, kötülüğün kavganın .
Tükürsün yüzüne gelip geçen de ,
Tüneğine dönsün uçan kuşların …
MELAHAT ÇETİNKAYA .
-
Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla,
Yaşlanmak hoş değil, duvarlara baka baka.
Bir dost göz arayışıyla,
Saat tıkırtısıyla...
Korkmam geçinip gideriz biz mutlulukla,
Ama;
''Günün aydın, akşamın iyi olsun'' diyen biri olmalı.
Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.
Yoksa zor değil, hiç zor değil,
Demli çayı bardakta karıştırıp,
Bir başına yudumlamak doyasıya.
Ama ''Çaya kaç şeker alırsın?''
Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra...
CAN YÜCEL
-
Mavi Gök Orda mı
Bakıyorsun kuşlar
Hazır
Sokak lambaları yanık unutulmuş
Bir Kadıköy vapuru hınca hınç insan
Çok geçmeyecek
Martılar beyhude turlar atacak
Kıyılar lağım konserve kutuları
Mısır koçanları
Sevgi aranabilir yine
Korkusuzca say koskoca kederlerini
Bir kuyu bulunabilir
Aklımdan çıkmıyorsun
Sen hâlâ dizüstü
Bunca anıyı besleyerek
Sokaklarda avaz avaz konuşarak kendi kendinle
Mektupları öpebilirsin kırmızı dudaklarınla
Görür gibi olarak açıp baktığımı
Bense şöyle diyorum:
Buradan bir acı kanamış boyuna
Kuşlar hazır
Öncü havalanmak üzre
Şehri gelen bir mevsime bırakıyorlar
O vapur hâlâ hınca hınç
Kimbilir her biri hangi dünyaya sağır
Çok geçmez aradan
Kadınlar kapı önlerinde
Ellerinde meşalelerle
Aydınlatırlar gelip geçen erkek suratları
Yorgun bir sarıyla ben de
Geçeceğim önlerinden
Aklımdan çıkmıyorsun dedim
Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya
Telefonlar yan hücrede çalışıyor
Bense kurşunî bir dere
Ağaçlar hayvanlar bile kaygılı
Onu bir mersedesten indirdi kalçasına kadar açılarak
Yapyaşlı bir rum kadın
Her şeyde yanıp sönen bir kıyamet algısı
Haydi koşayım diyorum belki dağılır
Koşuyorum
Sancağımda kendi rüzgârımla ölgün kıpırtılar
Hayır daha sevgili daha sevimli değil
Ne başka bir gün ne başka bir zaman
Çok geçmeyecek aradan
Şöyle diyeceğim:
Bulutlar açmadı
Mavi gök orda mı
Cahit Zarifoğlu
-
Bana bir şarkı söyle
İçinde sesin olsun
Ve çiçek izleri olsun
Seni de severim çiçekleri de
Bana bir şarkı söyle
Bizi konuşan o şarkıyı söyle
Akşam şarkılara yatkın bir andır
Aklın tembel yanını, etin tembel yanını
Bildiğin türlü tembelliği
Alıp getiren akşam
Bizi her gün bulan akşam
Bize hiç danışmadan
Uykuyu hazırlıyan
Başlangıcı olan bir şarkıdır dünya
Söyle
De ki
Bir yeri olmalı insanın
Bir anahtarı
Yüzünü yıkıyacağı su
Erince açık yalnızlığında
Düşünebileceği bu dünyayı
Hiçbir sözünden caymamış
Kendini sokağa bırakmıya hazır
İlişkilerini sevip okşıyarak
Kendi olabileceği o yer
Şarkı pencerelerden duyulduğunda
Dünyaya bir yanıt verebileceği o yer
Henüz sonuna gelmiyen bu dünyada
Adımları yarıda kesilen onun
İnsanın şarkısını de
Veysel ÖNGÖREN – DÜNYAMIZ
-
Zaman
Susarak anlattım bütün gizliyi
Sakladım duygumu ben konuşarak
Bir acı tarlası sessiz yüzünde
Aşkı yürürlüğe koyma savaşı
İçimde bir düzen kaynaşmaktadır
Büyük ve çekingen bakışlarından
En iyi anlatış artık susmaktır
Anladım bunu ben seni bilince
Gel denize yaslan yalnız denize
Sırrını denizler taşır insanın
Zaman bir hızdir ve yıldızdır akan
Esneyen günler ve gece üstünden
Bir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni
Gözlerin ne kadar İstanbul öyle
Sebiller uçuşur parmaklarında
Ortak günlerimiz tarih şöleni
Saçlarında sayfa sayfa güneşi
İçimde bir sergi var portrelerin
Hayalim heryerde kavrar gölgeni
Aşka ve tabiata ulaştır bizi
Gel kurtar bu şehrin gürültüsünden
Terketme n'olursun bir eşya gibi
Ölümsüz bir hasret yaşarken bende
Vurulmuş bir geyiktir sensiz zamanlar
İçimin ormanı bir yangın yeri
Bir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni
Istırap varoluş şartımız oldu
Esef etme yasım karaymış diye
Bir yanım vahşidir ürkütür seni
Aykırı düşerim sulhçulüğüne
Bir gün deli gibi sarsarak seni
Göklerin yolunu sorabilirim
Başımı taşlara vurabilirim
Aklımdan çıkarsa anılarımız
Paramparçayım sen onar beni
Topla aynalardan eski gölgemi
Göçebe ömrümü bağla zamana
Dağılsın içimin karıncaları
Bir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni
Mehmet Akif İnan
-
Bayrağım
Şehit kanlarıyla, vermişim rengini,
Gökten Ay'la-Yıldızı koparmışım;
Yüreğimi koymuşum sana, yüreğimi;
Birde vatan sevgimi....
Dalgalan ey şanlı Bayrağım;
Sen dalgalan, ben coşayım,
Uğruna destanlar yazayım!...
Delikanlımın damarındaki kansın,
Sen, cansın, canansın.
Yansın, bu yürekler sana yansın;
Vatan aşkıyla yansın
Dalgalan ey şanlı Bayrağım;
Sen dalgalan, ben coşayım,
Uğruna destanlar yazayım!...
Sevgisin, Mutluluksun, Umutsun;
Aşksın, Destansın, bulutsun;
Sen bensin, Benliğimsin...
Sana, canım feda olsun!....
Dalgalan ey şanlı Bayrağım;
Sen dalgalan, ben coşayım,
Uğruna destanlar yazayım!...
Yılmaz Çelik
-
Çanakkale Şehidlerine
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.
sım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
-
Çanakkale
Savaşmak için değil koşmaları
Şehit olmaya koşuyor her biri
Boşuna değil coşmaları
Onları coşturan aziz milleti
Askerler neredeyse kucaklaşacak
Siperler o kadar yakın ki kendilerine
Mermiler geçecek delik bulacak
Çarpmamak için birbirine
Atam çelik gibi bakıyor düşmana
Sıkıysa gelin alın toprağımızı
Arkası sağlam, bakmıyor arkasına
Dalgalatarak geliyor yiğitler bayrağımızı
Haykırışlar, feryatlar, nidalara karışmış
Kurşun yarası bile hissetmezler
Kader, Mehmed’ime ölmek yazılmış
Bu koca yürekler asla pesetmezler
Saçılmış tohum gibi ölü bedenler
Birbiri üstüne yatıyor mehmetler
Sulanmış kanlarla topraklar, tepeler
Çıkacak, yeşerecek ağaçlar, verecek meyveler
Muhterem Aslan
-
Çanakkale Geçilmez
Yedi düvel birleşip sebep olmuş eleme
İstiklâl marşımızı hemen aldı kaleme
Şehit olurken bile haykırmştı âleme
Çanakkale geçilmez dedi şanlı Mehmedim
Türk’e kefen biçilmez dedi şanlı Mehmedim
Sabırla metanetle, cesaretle taşarak
Vatan, millet aşkıyla, kükreyerek coşarak
Düğüne gider gibi şehadede koşarak
Çanakkale geçilmez dedi şanlı Mehmedim
Türk’e kefen biçilmez dedi şanlı Mehmedim
Etten duvar olmuştu kurşuna göğüs gerip
En cömret bir şekilde aziz canını verip
Bu uğurda savaşıp yüce şerefe erip
Çanakkale geçilmez dedi şanlı Mehmedim
Türk’e kefen biçilmez dedi şanlı Mehmedim
Birleşmişti düşmanlar bekliyorken zaferi
Tahmin etmemişlerdi cehenneme seferi
Türk mağlüp olur mu hiç ölmeden son neferi?
Çanakkale geçilmez dedi şanlı Mehmedim
Türk’e kefen biçilmez dedi şanlı Mehmedim
Dünya gördü mü acep destanın böylesini?
Ters çevirdi Mehmedim düşmanın hilesini
Tarih boyu devirdik yedi silsilesini
Çanakkale geçilmez dedi şanlı Mehmedim
Türk’e kefen biçilmez dedi şanlı Mehmedim
Bütün dünya bilir ki kahraman Türk adımız
Tarihe mühür oldu o şanlı tokatımız
Rahmetle anıyoruz şadolsun ecdadımız
Çanakkale geçilmez dedi şanlı Mehmedim
Türk’e kefen biçilmez dedi şanlı Mehmedim
Mikdat Bal
-
YALNIZLIK YASAK
Yüklenmiş kanadına uzak kırların
ve gecelerin kar ürpertilerini
taşıyıp gelmiş buraya dek
hâlâ uğulduyor ürkek göğsünde
dağ başlarının çelik fırtınaları
Çocuksu bakışlarında yorgunluk değil
bir hasretin direnci var daha çok
ama üşüyor yanlızlıktan üşüyor
tek düşmüşlüğün acımsı utancından
boynu eğik bekliyor şafağı şimdi
Bir yanlızlık mıdır bunca çoğaltan
acıyı ve biberli yanılgıyı
ve bir yanlızlığı kabullenmek midir
inceden ve usuldan başlatan
yürekte burgaçlanan sancıyı
Sessizce çekilmiş dostların arasından
bir yanlışı sürdürmenin ortasından kendince
Ayrımına bile varılmamış o yangın günlerinde
Ama üşüyor şimdi kar fırtınasına tutulmuş
gibi üşüyor yalnız kuş
Şimdi biliyor artık yalnız kuş
biliyor ki artık gecikmiştir
yolcular varmıştır varacağı yere
Anlıyor ki şimdi yalnız kuş
yalnızlık yanlışlığın ilk adımıdır.
Ahmet Telli
-
YALNIZLIK ŞİİRİ
Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır
Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
Bu gece dağ başları kadar yalnızım
Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından
Dudaklarımda eski bir mektep türküsü
Karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim
Gözlerim gözlerini arıyor durmadan
Nerdesin?
Attila İlhan
-
YALNIZLIĞI DENEMEK
gecenin ortasında ne işin var
yıldızlara dokunma yanarsın
bak birazdan ay da batacak
karanlık bulaşmasın ellerine
tersine döner yolunu bulamazsın
içi dışı uzay tozu yansımalar
sahi mi yalan mı anlayamazsın
bir rüya gemisi iskele sancak
dokunup geçiyor hayallerine
ağlayasın gelir ağlayamazsın
sevmek insanın yüreği kadar
küçükse büyüğünü taşıyamazsın
yalnızlığı da dene oldu olacak
nasıl yankılanır derinden derine
iyi midir kötü mü çıkaramazsın
insan insanı kendisi tamamlar
içinde başka dışında başkasın
eksikliğin fazlana elbet bulaşacak
öbürü sığacak bunun derisine
yoksa sabaha sağ çıkamazsın
-
YALNIZLIK MACERASI
Öyle yalnız kaldım ki hayatımda
Kimi gün öldüm kimi gün ilah oldum
Çok zaman annemin dizlerine hasret
Koydum başımı kendi dizlerime
Doya doya ağladım
Paylaşırsa dost paylaşırmış
İnsanın derdini sevincini
Dost umidiyle ortalığa düşmeye gör
Hangi kapıyı çalsan kimseler yok
Hangi omuza dokunsam yabancı çıkar
Aşık mı olmadım taparcasına
Bir Mecnun geçti o çöllerden bir de ben
Diz mi çektirmedim alemde Kerem gibi
Ferhat gibi gürz mu sallamadım dağlara
Ne Leyla yar oldu bana ne Aslı ne Şirin
O gün bugün sırtımı kendim sıvazlıyorum
Sabahları sokağa çıkmadan evvel
Cesaret şairim cesaret
Kendi saçlarımı okşuyorum geceleri
Sevgilimin saçları niyetine.
Cahit Sıtkı Tarancı
-
YALNIZLIK BİR TARİHTİR
Yalnızlık bir tarihtir ikimiz
Dururuz odalarda bir giysi gibi
En kalın soluklarla çekiyor ipi
Kim bilir kimlere kalmışlığımız
Yalnızlık bir tarihtir sen misin
Bir geçmişi şurup giden ak turna?
Ya benden önceydi ya da çok sonra
Bir halk türküsüne gül olan sesin
Yalnızlık bir tarihtir onlarla
Gök dediğin iki kuşun arası
Ey ilkyazlı gülüşlerin sonrası
Ansızın donuyor gül, bakışlarda
Hilmi Yavuz
-
DÖRT AŞK ŞARKISI
1.
Senden ayrıldığımda
O güzel günün sonunda
Açılınca gözlerim
Ne çok sevinçli insan varmış dedim.
İşte o akşamdan sonra
Sen bilirsin ya
Daha güzel dudaklarım
Çekirge gibi çevik bacaklarım
Ben böyle olalı beri
Daha yeşil ağaç, fidan ve tarla
Daha bir güzel suyun serinliği
Başımdan aşağı boşaltınca
2.
Beni sevindirdiğinde
Bazen düşünürüm:
Şimdi ölüversem
Mutlu kalırım
Sonsuza kadar.
Sonra yaşlanıp
Beni düşündüğünde
Tıpkı bugünkü gibi görünürüm sana
Bir sevdiceğin olur
Henüz gencecik.
3.
Küçücük dalda yedi gül
Altısını rüzgar alır
Ama biri kalır
Bulayım diye onu
Yedi kez çağıracağım seni
Altısında gelme
Ama söz ve yedincisine
Tek sözümle gel.
4.
Bir dal verdi bana sevgili
Üzerinde sarı yapraklarda
Yıl dediğin geçer gider
Aşk ise hep yeni başlar.
Bertolt Brech
-
ÖLÜM BİLE [Ahmet Erhan]
Ölüm bile geç kaldıktan sonra
Bütün ilkleri sona bırakmanın belki de tam zamanı
Ben her şey bir ırmaktır sanırdım
Bunun için günlükler tutmaya kalktım
Ve tarihleri karıştırdım nasıl da
Aldım şapkamı gidiyorum şimdi
İniyorum kentin çekirdeğine
kendime yeni dalgınlıklar buldum son günlerde
Dev yapılar ufuk çizgisinin önünde birer parmaklık gibi
Kırmaya kalksam çocuklar uyanacak
Ben odama döneyim en iyisi
Öyleyse nice yağmur
Niye bir kız saçı gibi sokaklarda
Aynaya baksam kalbim görünür
Aklımda gitgide büyüyen yara
Bir ağacın en uzak dalı gibi sessizce çürür
Ölüm, evet ölüm bile geç kaldıktan sonra
-
ÖLÜME EĞİLMEK [Aziz Nesin]
Uyumaya değil
Rüyalarıma gidiyorum
Orada yaşayacağım isteğimce
Uyanıkken hiç yaşayamadığım
Hepsi de gençti güzeldi
Sevdim sevildim diye aldanarak
Son gördüğüm onlar olacak
Bunca yıldır sevgiye dayanamadığım
Ölüme değil
Sonsuzluğa gidiyorum
Orda dinleneceğim gönlümce
Yaşarken hiç mi hiç dinlenemediğim
Kalemim yine elimde
Kağıtlarım da önümde
Son uykusunda düşecek başım
Sağlığımda hiç eğmediğim
-
ÖLÜMLÜ İNSANLAR İÇİN [Cahit Külebi]
Hepiniz öleceksiniz!
Tanrı katına çıkacaksınız utanmadan!
Ruhlarınız koyup kaçacak sizi!
Topraklara gömüleceksiniz.
Kurtlar, böcekler, solucanlar
Sevinçle saldıracak üstünüze.
Elleriniz bomboş kalacak,
Kimse bakmayacak resminize.
Sevilmiş kadınların hayali
Dumanlar gibi dağılacak;
Faydaydı, şöhretti, merhametti
Semtinize uğramayacak.
Gözleriniz yok artık!
Dünyamızı göremeyeceksiniz!
Okşamak, gülmek, konuşmak
Yok olmuş bir selde yüzeceksiniz,
Yavaş yavaş çürüyeceksiniz.
-
ÖLÜM NEDİR? [Bayram Tunca]
Her şeyin bir ömrü, bir de ölümü vardır.
Aslında ölüm her yerde her zaman vardır.
Bedenimizdeki hücrelerde her an ölüm var.
Duygu ve düşüncemizde her gün ölüm var.
Tabiattaki canlılarda her zaman ölüm var.
Küreyi-arzdaki gece ve gündüzde ölüm var.
Hatta Kainattaki yıldızlarda bile ölüm var.
Hayat olan her yerde her zaman ölüm var.
Ölüm, hayatın son noktası, son durağıdır.
Ölenin yatağı toprak, yorganı ot-yapraktır.
Eğer lâyıksa, ondan sonraki bineği buraktır.
Yoksa, gideceği yer cehennem, işi haraptır.
Aslında, ölüm her an göz kırpıp duruyor.
Genç ihtiyar tanımıyor, her an gelebiliyor.
Her şeyin faniliğini en güzel ölüm anlatıyor.
Ey nefsim, hisse almadınsa şair ne anlatıyor.
Şu dünyada İnsanlar farklı farklıdır.
İnsanların Ölümleri de farklı farklıdır.
Alimin ölümü, zalimin ölümü farklıdır.
Şehidin ölümü, teröristin ölümü farklıdır.
Bazı hayatlar vardır, ölümden de beter.
Eğer aradığını bulduysan o sana yeter.
Eğer aradığını bulmadıysan sonun beter.
Ey nefis, bu kadar nasihat da sana yeter.
Her gece kefensiz yatıp kefensiz kalkıyoruz.
Görüp duyduğumuz ölüme hayretle bakıyoruz.
Farkında değiliz hayatımızı boşuna geçiriyoruz.
Dünyalık her şeyi, kabir kapısında bırakıyoruz.
Madem kabir kapası açık, ölüme çare yoktur.
O zaman ömrümüzü baki bir ömre çevirmeliyiz.
Madem ömür kısa, hayatta lüzumlu işler çoktur.
Ömrümüzü her an lüzumlu işlerde harcamalıyız.
Kimbilir Azrail, ne zaman ne şekilde kapıyı çalacak.
Bilemiyoruz, canımızı neyi vesile edip, nasıl alacak.
Sizi bilmem ama, bana hayatta birkaç kez ikaz yaptı.
Dünya fani, ölüm hak, sakın unutma bak ikazını yaptı.
Ey Ademoğlu, inanmazsan ölüm idam-ı ebedidir.
Eğer inanırsan, ölüm senin için terhis teskeresidir.
İnanmazsan kabir senin için bir zindan-ı ebedidir.
Eğer inanırsan, cennet bahçesine açılan bir kapıdır.
-
ÖLÜME YAKIN [Orhan Veli]
Akşamüstüne doğru, kış vakti;
Bir hasta odasının penceresinde;
Yanlız bende değil yalnızlık hali;
Deniz de karanlık, gökyüzü de;
Bir acaip, kuşların hali.
Bakma fakirmişim, kimsesizmişim;
-Akşamüstüne doğru, kış vakti-
Benim de sevdalar geçti başımdan.
Söhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;
Zamanla anlıyor insan dünyayı.
Ölürüz diye üzülüyoruz?
Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada
Kötülükten gayrı?
Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.
-
SESSİZ GEMİ [Yahya Kemal Beyatlı]
Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahetten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.
-
Yalnızlık?
Tohumlar ekemeyecek kadar yorgunum hayata
Kısır bir yaşam sun avuçlarınla ?bana-
Dilini körelen aklıma dola
Sol yanımda dağ yükü çaresizliğimi göm toprağın ağzına
Görmüyorsun?
Tanrı bile alaycı,
Aşkı yasak kılmış bana.
Etimi soyup,
Çıplak ruhumla düştüm huzuruna.
Seninim artık,
Karanlığının kapılarını aralayıp, al rahminin arasına
Her günahsız çocuk şehit düştüğü vakit,
Atma yine dikenli dünyanın kollarına
Üşüyorum o vakit insan sandıklarımın arasın da -anla-
-
ŞAŞKIN
kutup yıldızı terkeder yerini
terkeder yerini okçularım
tutmadan bırakırlar elimi
nehirleri silinmiş haritalarım
kapıları düşer minarelerin
izlerimi çalar çöl hırsızları
poyraz güneyden eser
kıbleyi ateşte ararım
yeşille maviyi ayırdedemem
ressamların öfkesi düşer üstüne
yanlış tarif ederler
hep adres sorduklarım
kancalar yırtar ağzımı
plastik leğenlerde can çekişirim
katiller sokaklarda dolaşır
suçu üstüme alırım
kulelerden gözetlenir beklenen
köprüler indirilir ya kalelerden
kalelerin benim olmadığını
köprüler çekilince anlarım
-
seni de vururlar bir gün ey acı
uçuşup durduğun kanatlarından
sazın, sözün, türkülerin tükenir
ellerin koynunda kalakalırsın
şakaklarına kar yağıyor bilesin ey acı
gül açan yüzlerimizde
göğeriyor rengin senin de
biz seni
tâ eskiden tanırız
hani göğüslerimize taş olur inerdin
avuçlarımızda hira dağıydın
al atların tan yerine ayarlanmış yelelerinde
akdeniz rüzgarlarına karışan sendin
biliyorum
hiçbir tarih yazmayacak ve bir
sır gibi kalacak yakılan kitaplarda
göbek bağı anasından henüz çözülmemiş bebelerimize
mitralyözlerin washingtondan ayarlandığını
seni de yakarlar bir gün ey acı
bir taptuk kul gözlerinden vurursa
parmakların eğri ağaç tutmaz
çığlıkların çağlar aşar duymazsın
ve ben biliyorum
örümceği, mağarayı, güvercini, asâyı
ve ibrahim'in baltasını
biliyorum
nereden başladı bu kesik dans
ve bu dansa karşı afyonlanmış hecin yüzlü
insanlar kim?
kim kimin yanında
kim kimin karşısında
meclis kürsüsünden konuşan bu adam kim
üsküdür kız lisesinde okuyan genç kız
çantasında kimin fotoğrafını taşıyor
kadıköy vapurunda sigara tüttüren delikanlılar
neden gülüyorlar ki
seni de vururlar bir gün ey acı
filistin'de sapan taşlı çocuklar
dalın, kolun, fidelerin budanır
kuru bir kütükle kalakalırsın
öyle bakmayın balkonlarınızdan
fırat nehri ayrılık çıbanına tutuldu,
damarlarımızı yırtıyor
tuna nehri, onulmaz boşnak sızıları
pompalıyor yüreğimize
pilevne türküleri ağıtlara dönüşürken,
çeçenya'da yiğitler
inancın emeğin / ve aşk'ın
kılcal damarlarına ulanıp sustular...
ve ne bağdat'tan
ne şam'dan
ne mekke'den
ne diyarıbekir'den
ne istanbul'dan
ne buhara'dan
bunca telefon direğine rağmen kimse kimseyi
duymuyor
seni de vururlar bir gün ey acı
halepçe'de soldurulmuş gül gibi
bu sevdaya düşsen, sen de yanarsın
suskun, sıcak, uzun yaz geceleri
ve siz
ey analar,
hani siz, gecelerinizi böler, çocuklarınıza ninniler
söylerdiniz
hani siz, fatihler doğururdunuz...
gelin kızların giysileri kirletildi
çocuklar hep yetim kaldı
'elem yecidke yetimen feava'
ve ben biliyorum
ben biliyorum
istanbul'un
bağdat'ın
diyarıbekir'in
mekke'nin
buhara'nın
birbirine nasıl bağlandığını, nasıl çözüldüğünü; sonra
ey insan
ey insanlık
ayağa kalk
kolları ve bacakları budanmış delikanlıları
boyunları gövdelerinden ayrılmış insanları
gözleri uyur gibi kapanmış, kan pıhtıları içindeki bu
çocukları
gelişmiş laboratuarlarınızda dikkatle inceleyin
ve bir gün
bu dünya
gül bahçesine dönecek
bunu böyle bilin; ve
unutmayın..
Ferman Karaçam
-
ey gül sen hastasın:
uluyan fırtınada,
geceleyin uçan
gözle görülmez kurt,
senin kızıl sevinç yatağını buldu;
ve onun karanlık gizli aşkı
senin yaşamını yok ediyor.
william blake
-
Bütün yollar sende kesişiyor,
Özlemlerim sana sitemim sana,
Aşkta gurur yok deme bana,
Gurur aşkın keskin kılıcı,
Kestiği yerde ne gül biter ne acı,
Özlemlerim sana sitemim sana...
Rüzgarların savurduğu,
Umutların bittiği yerde,
Fırtınalar esiyor deli gönlüde,
Aşkta gurur yok deme bana,
Gurur aşkın keskin kılıcı,
Kestiği yerde ne gül biter ne acı,
Özlemlerim sana sitemim sana...
Anlamsız geliyor günler bana,
Oyun değil ki dönenelim bir daha,
Doğmayacak o güneş,
Her günüm zindan,
Her günüm karanlık.
Bütün yollar sende kesişiyor,
Özlemlerim sana sitemim sana..
Ne gündüzüm aydınlık,
Ne de gecem.
Yıkılmış kalelerim,bitmiş savaşım,
Ok yaydan çıkmış,
Dönülmez artık.
Aşkta gurur yok deme bana,
Gurur aşkın keskin kılıcı,
Kestiği yerde ne gül biter ne acı,
Özlemlerim sana sitemim sana...
-
ACI
Acı gelirse. Çünkü acı sevinçtir gelir
Yaralarımı serinletir ertelenmiş sesin
Bir dost, yüzümü mektubuyla kirletir
Ve hayat ekmeye gider köylüler
Bayat bir ekmeğe gider gibi tedirgin
Belimde heybe. Çünkü kalem umuttur.
Her yüz mürekkep kokar sevişirken
Ayin güneşi çiçeğe döner sırtını
Sair, elini düşürür ilk isinde
Açlık kavgadır. Çünkü aşk açlıktır
Acıtkandır. Kapıda kalmak ödüllendirir belki.
Yasama noktasında kırılırken gül.
-
ACI ÇEKİYORUM.
Hiç ihtimal vemedim bir gün ayrılacağımıza.
ve aslında hiç düşünmedim.
ya düşünmekten korktum ,
yada sensizlikten korktuğum için düşünmek istemedim
ihtimalini bile aklıma getirmezken şimdi sensizim…
sensiz yaşamayı hiç düşünmemiştim
sensizlik şimdi hayatın durması gibi
sensiz yasamaksa yaşamanın anlamını yitiemesi gibi
ama işte sensizim, hayatımda değilsin artık, yoksun…
sensiz gecem gündüz oldu
düşünemez oldum sustum,sustum ,sustum….
nedenlerle doldu hayatım .
neden böyle oldu neden ben neden, neden, neden…
olmuyor işte sensiz yapamıyorum
zamansız gelen hıçkırıklara boğuyor beni
bir zamanlar mutluluklar yaşadığım sarıldığım sevdiğim
yok yok artık,
biz birbirimizin her şeyi idik.
biz bir bütündük ve şimdi yarım kaldık…
seninle yaşadığım mutluluklar geçmişimi süsleyen bir anı
sadece şimdi.
hayaller bile avutmuyor artık,
çünkü hayallerimde sen vardın
ben sensizliğe hala alışamadım.
sensiz ben yaşayamıyorum.
bedenimi terk etti ruhum
bende bıraktığın kalıntılarla avunur bedenim.
ve şimdi yaşayan bir ölü gibiyim..
-
Ayırma gözlerini gözlerimden bu akşam,
Böyle saatlerce bak, böyle asırlarca bak.
Gözlerine yavaşça, yavaşça doldu akşam...
Göklerin ateşini kalbime boşaltarak
Benim içimde sanki yaktı gurubu akşam.
Senin kirpiklerinde bir damla oldu akşam.
Gündüzden, gürültüden ve kâinattan ırak,
Akşamı seyredeyim bakışlarında bırak,
Ayırma gözlerini gözlerimden bu akşam,
Böyle saatlerce bak, böyle asırlarca bak.
Eriyor fırtınanın hızı pencerelerde,
Soba ılık bir hava dağıtıyor içerde,
Ateşin karşısında yüzün kızıllaşıyor.
Yanan ince dalların hafif çıtırtıları
Bize unutturuyor dışarıda yağan karı,
Saadet içimizden bir sel gibi taşıyor.
Ah bu kış geceleri, bu en güzel geceler!
Bir yığın sözden fazla tesir eden heceler:
Canım, kızım, yavrucum, benim bir tane yavrum,
Seni bilsen ne kadar, ne kadar seviyorum.
İnanmak, ah, bir çocuk saffetiyle inanmak...
Gözlerin, sevgilinin, dalınca gözlerine
Bütün muhabbetine ve sözlerine
Nihayetsiz bir huzur hasretiyle inanmak.
Şüpheyi içerinde kırıp da bir dal gibi,
İnanmak deli gibi, inanmak aptal gibi,
Her yalana kananın illetiyle inanmak...
İnanmak fazilete, şeytana ve ahrete,
Ve mesut olmak için inanmak saadete,
İnanmak, ah, bir çocuk saffetiyle inanmak...
-
Beklerken
Sevdiğimin kulaklarımda sesi
Bembeyaz bir gül demeti
Kim bilir kaç yüzyılın gülşeninden
Duvar gibi kalınlaşırken bekleyişler
Birden bütün katılığın dağılması
Ve sesini duyuşum bir yerlerden
Kim bilir kaç yüzyılın gülşeninden
Ağır bir duyguyla birarada
Onsuz da olunur gibi gelirken bana
Gittikçe basan sis artan duman
Ve kilitlenmesi zaman zaman
İçimde bir ağırlığın aşk adına
Nasılsın nereden çıktın
Gerçekten bana mı geldin
Sen miydin o olmasa da olur gibi görünen
Şimdi yosun gözlerin gözlerimde
Binbir türlü rüzgarla rüzgarlanır
Kim bilir kaç dünyanın denizinden.
Afşar Timuçin
-
Şarkımız
Kırılırda bir gün bütün dişliler
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim
Gökten bir el yaşlı gözleri siler
Şenlenir evimiz barkımız bizim
Yokuşlar kaybolur çıkarız düze
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze
Sapan taşlarının yanında füze
Başka alemlerle farkımız bizim
Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman
Görürler nasılmış, neymiş kahraman
Yer ve gök su vermem dediği zaman
Her tarlayı sular arkımız bizim
Gideriz nur yolu izde gideriz
Taş bağırda, sular dizde gideriz
Bir gün akşam olur bizde gideriz
Kalır dudaklarda şarkımız bizim
Necip Fazıl Kısakürek
-
Kırılır da bir gün bütün dişliler
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim
Gökten bir el yaşlı gözleri siler
Şenlenir evimiz barkımız bizim
Yokuşlar kaybolur çıkarız düze
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze
Sapan taşlarının yanında füze
Başka alemlerle farkımız bizim
Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman
Görürler nasılmış, neymiş kahraman
Yer ve gök su vermem dediği zaman
Her tarlayı sular arkımız bizim
Gideriz nur yolu izde gideriz
Taş bağırda, sular dizde gideriz
Bir gün akşam olur bizde gideriz
Kalır dudaklarda şarkımız bizim
Necip Fazıl Kısakürek
-
Türkiyem
Gaziler şehitler yurdu burası
Türkiye’m vatanım cennet diyarım
Dünyanın en gözde güzel karası
Türkiye’m vatanım cennet diyarım
Rüzgar gibi eser dağlar aşarım
Bayrağımla özgür uygar yaşarım
Uğruna ölüme durmaz koşarım
Türkiye’m vatanım cennet diyarım
-
Türkiye’m vatanım cennet diyarım
Gökteki yıldızlar şahittir sana
Atamdan yadigar edildin bana
Ana gibi yârsın binlerce cana
Türkiye’m vatanım cennet diyarım
Dilimden düşmüyor toprağın taşın
Koca çınar gibi uludur yaşın
Canım sağ oldukça eğilmez başın
Türkiye’m vatanım cennet diyarım
Birlik tohumları ekili sende
Sevgin eksilmiyor yücedir bende
Bayrağımın rengi saklı bedende
Türkiye’m vatanım cennet diyarım
Anadan babadan yeminim vardır
Yüreklere sığmaz en güzel yârdır
Engini yeşildir yücesi kardır
Türkiye’m vatanım cennet diyarım
Yaratan övmüştür hoştur yapısı
Buradan açılır cennet kapısı
Camiler köprüler yurdun tapusu
Türkiye’m vatanım cennet diyarım
Milletim uğruna kuyu kazılmaz
Toprağım üstüne ayrım yazılmaz
Birliğim dirliğim asla bozulmaz
Türkiye’m vatanım cennet diyarım
Çiğnetmem bin yıllık edep arını
Düşünürüm daim dünü yarını
Kahraman Türk’lerin biziz torunu
Türkiye’m vatanım cennet diyarım
Derindir kökümüz asil soyumuz
Eğilmez başımız Türk’tür boyumuz
Tarihten bellidir adil huyumuz
Türkiye’m vatanım cennet diyarım
Bayrağım toprağım dinim uludur
Zeki Tombul Hakkın mutlu kuludur
Fatihler doğuran ana doludur
Türkiye’m vatanım cennet diyarım
-
Güzel Türkiye
Uzunca yürüdüm yollarında
Deresinden köprüsünden geçtim
Dağlarından akan pınarlarında
Buz gibi akan sularını içtim
Türkiye Zümrütten yeşil
Göllerinden,ırmaklarından geçtim
Dağlar,ovalar,ormanlar yemyeşil
Türkiye`mi yıldızlara bakarak seçtim
Türkiye denizlerin ne güzel
Denizlerinin üzerinden geçtim
Türkiye şehirlerin ne güzel
Türkiye körfezlerinde güzelliği seçtim
Türkiye tarihi eserlerine hayran kaldım
Öyle güzelsinki güzel Türkiye
Tarihi eserlerinden, rüyalara daldım
Dünya`yı dolaştım,seni seçtim,Türkiye
Mustafa Cemil Dirier
-
Can Türkiyem
Dağlarında soğuk suyun
Çanakkale’dir can ruhun
Dumlupınar, İstanbul’un
Öz mekanım can Türkiye’m.
Can Türkiye’m, can Türkiye’m
Toprağın kutsal Türkiye’m
Al bayrağım göklerinde
Dalgalansın can Türkiye’m.
Gökten bayrak inmeyecek
Ezanlar hiç dinmeyecek
Bu meş'ale sönmeyecek
Canım cananım Türkiye’m.
Değişmem seni dünyaya
Selamlar olsun ataya
Hacı Bektaş, Mevlana’ya
Dergah olan can Türkiye’m.
Celal Sevencan
-
Bir Türkiye istiyorum
Geçmişiyle övünen
Geleceğine güvenen
Milletiyle sevilen
Bir Türkiye istiyorum
Ezanı her gün okunan
Bayrağı da dalgalanan
İnsanları kardeş olan
Bir Türkiye istiyorum
Karalarda denizlerde
Yeryüzünde gökyüzünde
Barış için uğraş veren
Bir Türkiye istiyorum
Dinine sahip çıkan
Kuranına sarılan
Toprağında barınan
Bir Türkiye istiyorum
Kavgaları gülünç gören
Adaletli hüküm veren
Kardeş kavgasına son diyen
Bir Türkiye istiyorum
Kılıcı kınına koyan
Sınırına razı olan
Komşusuna güven veren
Bir Türkiye istiyorum
İlyas Şener
-
Canım Türkiye
Hakkari'mden gir bak,Edirne'm kadar
Sen benimsin benim,kanım Türkiye
Kutsal aşkı ruhum,her yerim tadar
Sen benimsin benim,canım Türkiye
Sende gözü olan,bilirim çoktur
Boş sözlere bizim, karnımız toktur
Verilecek karış,toprağın yoktur
Sen benimsin benim,canım Türkiye
Yetmiş milyon yürek,güçlü atışı
Dünyayı titretir,Türk`ün bakışı
Huzurdan yanadır,hep de akışı
Sen benimsin benim,canım Türkiye
Bayraktır zirveye,dikilir durur
Mahkûmdur düşman da,ezilir kurur
Çanakkale`nle tam,haklı bir gurur
Sen benimsin benim,canım Türkiye
Şehidim cennettir,böylece yerin
Sana saygımız ki,öylece derin
Ezândır okunan,Senin eserin
Sen benimsin benim,canım Türkiye
Nankördür zalimdir,bizleri yıkan
Hâindir kurşunu,kahpedir sıkan
Atatürk`ten bize,hatıra vatan
Sen benimsin benim,canım Türkiye
Şahin Cahit Yanık
-
Hayranım Türkiyem
Türkiye'm
Dağının rengine
Irmağının sesine
Toprağının kokusuna
Hayranım Türkiye'm
Türkiye'm
Kuzuların melemesine
Kuşlarının cıvıltısına
Güneşinin doğuşuna
Hayranım Türkiye'm
Türkiye'm
Dalgalanan bayrağına
Yurdu için ölen şehitlerine
Oğullarını seve seve
Askere gönderen annelerine
Hayranım Türkiye'm
Türkiye'm
Sevgi dolu insanlarına
Hoşgörülü kalplerine
Gözleri yaşama sevinci ile dolan çocuklarına
Türkiye sevdalısı gençlerine
Hayranım Türkiye'm
İrem Genç