-
GÜNAYDIN ANNE(ANNELERİNİ KAYBETMİŞ TÜM İNSANLARA İTHAFIMDIR)
Günaydın anne,
Tertemiz bir bahar sabahında,
En çocuk
En ücra halimle
Sana geldim bak.
Elimde karanfiller
Tarif edilemez sancılar içinde.
Kanayan dizimle geldim anne
Belki öpersin de geçer diye.
Günaydın anne,
Sabah uykusunun şirinliğine aldırmadan
Sana geldim erkenden.
Bilirsin,
Hep mızmızdan uyanırken
Hala öyleyim
Değişemedim anne..
Sakın seni unuttum sanma.
Ne zaman Aklıma düşsen
Şimşekler çakıyor yüreğimde
Özlemin damlıyor gözlerimden.
Şiirler dinliyorum.
Seni en iyi anlatan.
Geçenlerde
Bir şiire denk geldim anne.
Ayla aydemir yazmış,
Nede güzel yazmış
Bir dinlesen.
Annesini kaybeden
Bir çocuğu dillendirmiş
Onun sol yanı acıyormuş anne
Onun sol yanı acıyormuş
Benimse her yanım acıyor anne.
Dün,
Bütün gün
Bas bas bağırıyorlardı televizyonda.
Bu gün anneler günüymüş anne..
Herkes köşe bucak
Hediye arıyor annesine.
Kristaller, elmaslar, zümrütler
Beni affet anne
Çünkü
Ben sana gözyaşlarımla
Büyüttüğüm karanfilleri getirdim sadece.
Tuncay Kutlu
-
Aşka Bahar Yetmez
kırlarda uçtuğumuz o ilk mevsim
dalgalanan yeşil otlar, ekinler
rüzgâr kaçırıyor seni
ardından koşan kelebeğim
kaç gün ki şu küçük ömrüm
anlıyorum
aşka bahar yetmez
leylaklar öyle usul öyle deli mor
kuytu bahçelerimde yine
bir şarkı fışkırıyor pencerelerden
bir perde benim için aralanıyor
içimdeki küheylan kişnese de adımlarım ürkek
yürüdüğüm yolları dal basmış
oysa biliyorum
aşka bahar yetmez
bülbüller çağırıyor çiyli şafağı
usulca öpüyor gökyüzünü
toprağın nemli dudağı
tomurcuk açımı gülümsüyoruz
bütün güller yediveren olsa da
usulca solduklarını görüyorum
aşka bahar yetmez
ben bir delice şahanım
uçsam, kanatlarım pervane
dönerim bulutların arasında
güneşin kamaştığı yerde
keskindir, aldanmaz gözlerim
uzaktan seçerim yalnızları
yüreğin çoraksa boşuna bekleme
yeşilime koş, karış bana
aşka bahar yetmez
o ırmak kiminle konuşur
eski sevdaların yatağında
uyurken büyük uykusunu
kim dağıtır bulutlarını
kim siler gözlerinin pusunu
can usuldan akan o sudur
bulur bir gün okyanusunu
aşka bahar yetmez
gecikmiş yolcular adına
yana yana geliyorum
tut elimden çek beni
içimin kuytularında açan o çiçek
o çiçek, öldürecek beni
son bir yağmur yağsa da
baharımız uzasa da
güz yelleri kavurur tomurcukları
aşka bahar yetmez.
Hüseyin Yurttaş
-
GÜN GELİR, GÜN AÇAR
/bil ki her sabah uyandığında,
dudak izlerimi bulacaksın dudaklarında,
niçin bu gözyaşları.., sakın ağlama/
gün gelir derin darbeler vurur, sağ yanımızdan....
biz yakılması muhtemel kitaplar oluruz, biraz zincir ve işkence,
öldürülecek yaşa gelirken çocuklarımız, darağaçları gölgesinde,
ölümdür adı “bir varmış”ın, o karanlık günlerde...
.,
sen sakın ağlama sevdiğim, bundan sonrası artık ‘sensizlik’ diye.
dudak izlerimiz kaldıkça hücre duvarlarında, penceredeki saksıda
kör güneş ve sağır yıldızlarda
bir gün yaşamaktan vazgeçeriz belki ama sevmekten asla...
...,
/hiç korku düşmesin yüreğine,
senin renklerin asla solmayacak ki bende,
asma güzel yüzünü.., hadi gülümse/
gün gelir ihtilal dumanları tüter, sol yanımızdan....
uçurtmalarımızın kuyruklarında rengarenk umut oluruz, gökkuşağı
alın terlerimiz ekin biçer ekimlerden ve bereketi, tarladaki başağı
gün ışığıdır bu, “bir yokmuş”un hayallerinde saklı...
.,
yani bugün olmasa da yarın, mutlaka ve mutlaka göreceğiz aydınlığı.
renklerimiz, nisan yağmurlarında sel olup akarken sonsuz denizlere
zaman prizmalarında kırılsalar bile
her bahar yeniden kanat açıp konarlar, duvağındaki kelebeklere...
.......,
(gün gelir, gün açar, açan gün karanfil kokar, gül kokar)
/ah benim sevdiğim, ah canımın içi,
daya yüreğini, yüreğimin tam üstüne şimdi,
sessizce dinle.., dinle sana seslenişimi/
gün gelir sevdiğim gün açar, tam da gün batarken....
bir de rüzgar esip denizden, karışmaya başlarsa sakalıma saçların
inan bu da en doyulmaz tadı olur, kendimize yazdığımız masalların
cennete kapısı da böyle açılır, kainatımızın...
.,
giderek tükenmeye başlar, sakladığı bütün kötü ihtimaller zamanın.
bir kelebek gelir kozasına girer gibi, girer yüreklerimize sevda gibi,
o an taşar içimizden dünyanın bütün denizleri
her damlasından bin çocuk doğar, hepsi de bizim çocuğumuz sanki,
dalga-dalgadır saçları, güneş gibi...
Cevat Çeştepe
-
Özledim Seni...
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin...
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum
Yokluğun,
Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
Sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
oynaşmalarımızı,
yürüyüşlerimizi,
sevimli haşarılığını,
çocuksu küskünlüğünü...
Nasılda serttin başkalarına karşı
beni savunurken;
ve ne kadar yumuşak
bir çift kısık gözle kendini
ellerimin okşayışına bırakırken
Gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
'git artık' demek
'beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa'
demek sana nede zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karsılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek...
Can Yücel
-
Mecnun, Mum ve Pervane
Bir gece Mecnun'un yaktığı
Bir mumun etrafında
Dönüyordu
Zavallı incecik bir pervane
Mumsa devrilmek istiyordu
Pervane yerine
Mecnun'un üstüne üstüne
Sevgili mum
Dedi Mecnun
Sevdim seni
Acıdığın için pervaneye
Bende önerirdim
Kader izin verseydi
Beni yakmanı
Onun yerine
Ama acele etme vakit var
Sayılıdır saatler dakikalar
Azrail bile senden sabırlıdır
Burada sencileyin benim de işim var
Ben herkes için
Değişik ve ayrı dozda
Soyut bir otobiyografyayım
Herkesin yaşadığı bir iç tarih
Hekesin yüreğinden geçen bir coğrafya
Gidip gidip varacakları
Fakat ulaşamayacakları
Bir panorama
Kaderin zaman zaman
Kabaran kanlara uyguladığı
Nirengi noktaları batmış
Beyaz bir karanlığa batmış
Mutsuzca mutlu bir topoğrafya
Sonra gece bitti mum söndü
Bu söyleşilerle tan atarken
Pervane Mecnun'a
Mecnun pervaneye döndü
Sezai Karakoç
-
Memed'e son mektubumdur
Bir yandan cellatlar girdi araya,
Bir yandan, oyun etti bana
bu mendebur yürek,
Nasip olmayacak Memed’im yavrum,
seni bir daha görmek.
Biliyorum,
buğday başağı gibi delikanlı olacaksın,
ben de öyleydim gençliğimde,
kumral, ince, uzun;
gözlerin ananınkiler gibi kocaman,
bazen de bir parça bir tuhaf mahzun;
alnın alabildiğine aydınlık;
herhalde sesin de olacak
- berbattı benimkisi -
türküler döktüreceksin yanık mi yanık...
Konuşmasını mı bileceksin
- ben de becerirdim o işi
sinirlenmediğim zamanlar -
bal damlayacak dilinden.
Vay, Memet, kızların çekeceği var
senin elinden.
Müşküldür
babasız büyütmek erkek evladı.
Anneni üzme oğlum,
ben güldürmedim yüzünü,
sen güldür.
Anan,
ipek gibi kuvvetli, ipek gibi yumuşak;
anan,
nineliğinde bile güzel olacak
onu ilk gördüğüm günkü gibi,
Boğaziçi’nde,
on yedisinde
ay ışığı, gün ışığı, can eriği,
dünya güzeli.
Anan,
ayrıldık bir sabah,
buluşmak üzre,
buluşamadık.
Anan,
anaların en iyisi en akıllısı,
yüz yıl yaşar inşallah...
Ölmekten, oğlum korkmuyorum,
ama ne de olsa
iş arasında bazen
irkilip ansızın,
yahut yalnızlığında uyku öncesinin
günleri saymak biraz zor.
Dünyada doymak olmuyor, Medet,
doymak olmuyor...
Dünyada kiracı gibi değil,
yazlığa gelmiş gibi de değil,
yaşa dünyada babanın eviymiş gibi...
Tohuma, toprağa, denize inan.
İnsana hepsinden önce.
Bulutu, makineyi, kitabi sev,
insani hepsinden önce.
Kuruyan dalın
sönen yıldızın
sakat hayvanın
duy kederini,
hepsinden önce de insanın.
Sevindirsin seni cümlesi nimetlerin
sevindirsin seni karanlık ve aydınlık,
sevindirsin seni dört mevsim.
ama hepsinden önce insan sevindirsin seni.
Memet,
memleketler içinde bir şirin memlekettir
Türkiye,
bizim memleket,
insanı da,
su katılmamışı,
çalışkandır, ağırbaşlı, yiğittir,
ama dehşetli fakir.
Memet,
ben dilimden, türkülerimden,
tuzumdan, ekmeğimden uzakta,
anana hasret, sana hasret,
yoldaşlarıma, halkıma hasret öleceğim,
ama sürgünde değil,
gurbet ellerde değil,
öleceğim rüyalarımın memleketinde,
beyaz şehrinde en güzel günlerimin…
Bir Nazım Hikmet Şiiridir.
-
Gün Gelecek Pişman Olacaksın
Gün gelecek pişman olacaksın
Açılacak yüreğinin gözleri yavaş yavaş
O zaman farkına varacaksın
Farkına vardığın kaybettiklerin olacak
Yakıp yok edecek pişmanlık ateşlerin elinde olanları da
İşte o zaman iş işten geçmiş olacak çoktan
Keşke…
Keşke diyerek yolumu gözlerken pencereden ayrılamayacaksın
Gün gelecek çok pişman olacaksın çok…
Açmıştım gönül hanemin kapılarını sonuna kadar
Korktun girmeye cesaret edemedin
Gerçek sevgiyi görmezden geldin
Saf ve tertemiz sevgim aklına geldikçe
Keşkelerin de çare olmayacak
Fayda etmeyecek teselliler
Anılar avutmayacak seni
Gülen yüzlerin sahte olduğunu göreceksin
Zehir olup
Burnundan gelecek alıp verdiğin her nefes
İşte o zaman çok pişman olacaksın…
Dikleşmedim hiç kimseyle
Barışık olmasam da kendimle hayatta hep dik durdum
Kaldım ayaklarımın üstünde.
Sen başaramayacaksın!
Bensizlik sonun olacak, yıkılacaksın…
Sonunu hazırlayacak alıp verdiğim her nefesim
Attığım her adımda ezim ezim ezileceksin
Her kahkaham gözyaşı olup akacak yüreğine
Gıpta ile bakacaksın mutluluklarıma
İşte o zaman beni umursamadığına çok pişman olacaksın…
Çaresiz, kimsesiz kalıp sende anlayacaksın
Derinden bir ah çekecek,
İçinde yankılanacak yalnızlığın ve pişmanlığın sesi
Hayalim gözyaşın olup akarken yüreğine
Boğazın düğümlenecek
Boğulacaksın
Nefes alamayacaksın
Kurtaramayacak seni saran eller, son pişmanlıklar
Battıkça batacak çamurun içinde kaybolacaksın.
Çaresizliği en iyi ben bilirdim
Çaresiz kalıp anlayacaksın işte o zaman
Çok sevmenin ne demek olduğunu
Ve çok pişman olacaksın…
Sen benden nefret etsen de, arkanı dönüp gitsen de
Ne kinim ne de garezim var sana
Sadece içimi döktüm…
Biraz da serzeniş!
Günü gelip ayna ile hesaplaşırken
Gönül gözün aralandığında
“Kendim ettim kendim buldum” diyeceksin.
Alıp verdiğin her nefeste kendine kinin artacak
Yüreğine kor ateşler hakim olacak
Yanacaksın bana yaptıklarına, yaşattıklarına
Pişmanlıkların da çare olmayacak yangınları söndürmeye.
Kaybettiklerine eyvah diyerek
Gün gelecek çok pişman olacaksın…
//Son pişmanlık fayda etmiyor, “Sana git diyemem ama kal demek/te gelmiyor içimden.” Ve sen beni kaybettiğine çok pişman olacaksın… //
Mustafa KARAAHMETOĞLU
-
TAKVİMDEKİ DENİZ
Hasreti denizlerin,
Denizler kadar derin.
Ve o kadar bucaksız.
Ta karşımda yapraksız
Kullanılmış bir takvim.
Üzerinde bir resim;
Azgın, sonsuz birdeniz.
Kaygısız, düşüncesiz,
Çalkanıyor boşlukta
Resimdeyse bir nokta;
Yana yatmış bir gemi,
Kaybettiği alemi
Arıyor deryalarda.
Bu resim rüyalarda
Gibi aklımı çeldi,
Bana sahici geldi.
Geçtim kendi kendimden,
Yüzüme o resimden,
Köpükler vurdu sandım.
Duymuş gibi tıkandım,
Ciğerimde bir yosun.
Artık beni kim tutsun.
Denizler oldu tasam,
Yakar onu bulmazsam
Beni bu hasret dedim
Varırım elbet dedim.
Bir ömür geze geze
Takvimdeki denize.
Ne var bana ne oldu
Odama nasıl doldu
Birden bire bu meltem
Ve dalgalandı perdem
Havalandı kağıtlar.
Odamda kıyamet var.
Ah yolculuk yolculuk
Ne kadar baygın soluk
O gün bizde betbeniz
Ve ne titrek kalbimiz.
Ve eşyamız ne küskün.
Yola çıktığımız gün
Bir sıraya dizilmiş
Gözyaşlarını silmiş,
Bakarlar sinsi sinsi
Niçin o anda hepsi
Bir kuş gibi hafifler
Arkandan geleyim der
Niçin o güne kadar
Dilsiz duran ne kadar
Eşya varsa dirilir
Yolumuza serpilir
Ufak böcükler gibi
Gezer onların kalbi
Üstünde döşemenin
Gizli bir didişmenin
Saati çalar o an
Birden bakar ki insan
Herşey karmakarışık.
Ayırmak olmaz artık
Bir kalbi bir taraktan
Ve kalb ağlayaraktan
Çekilir geri geri
Terkeder bu mahşeri.
Bu mahşerin içinden
O gün ben de geçtim ben,
Nem varsa evim, anam,
Çocukluğum, hatııram,
Ve ne sevdalar serde
Bıraktım gerilerde
Kaçar gibi yangından.
Rüzgarların ardından
Baktım da süzgün süzgün
Kurşun yükünü gönlün
Tüy gibi hafiflettim.
Denize hicret ettim.
NECİP FAZIL
-
Hayat bu kadar basit bir şeydi işte.
Yaptıklarımız,
Yapmak istediklerimiz,
Özlediklerimiz,
Pişman olduklarımız,…
Onardıklarımız,
Onaramadıklarımız…
Hepsi basit, minicik şeylerdi ama ulaşamadıkça,
Çözemedikçe,
Yenemedikçe bize kocaman geliyordu.
Kitlelerin sevgisi, para,ün, güç…
Hiçbiri, hiçbiri bedel olamıyordu,
Özlemini çektiğimiz o şey her ne idiyse…
Sevildiğini bilmek,
Bir vicdan rahatlığı,
Bir tabak pilav,
Bir sağlıklı nefes…
Hayat bu işte; basit, küçük bir hadise…”
-İclal Aydın-
-
YENİ BİR SAYFADA SANA BAKMAK
Her şey yapılabilir bir beyaz kağıtla
Uçak örneğin uçurtma mesela
Altınakonabilir bir ayağı ötekilerden kısa olduğu için
Sallanan bir masa
Veya şiir yazılabilir süresi ötekilerden kısa
Bir ömür üzerine
Bir beyaz kağıda herşey yazılabilir
Senin dışında
Güzelliğine benzetme bulmak zor
Sen iyisi mi sana benzemeye çalışan herşeyden
Bir gülden, bir ilk bir sonbahardan sor
Belki tabiattadır çaresi senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
Ve benim bilinci nasırlı bahçıvan çaresizliğim
Anlarım bitkiden filan ama anlatamam
Toprağın güneşle kavuşmasını
Sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla
Sen bana ışık ver yeter bende filiz çok
Köklerin içimde gizlidir,
Gelen, giden arayan, soran dere budak yok
Bir şiir istersin içinde benzetmeler olan
Kusura bakma sevgilim
Heybemde sana benzeyecek kadar güzel birşey yok...yok!
Uzun bir yoldan gelen, tedariksiz katıksız bir yolcuyum
Yaralı yarasız sevdalardan geçtim
Koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
Herşeyi anlattım olan olmayan, acıtan sancıtan
Bilsem kisana varmak içindi bütün mola sancıları,
Daha hızlı koşardım, severadım gelirdim gözlerinin mercan maviliğine
Sana bakmak suya bakmaktı
Sana bakmak, bir mucizeyi anlamaktı
Sana sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
Aşk sorgusunda şahanem, yalnız kelepçeler sanıktır
Ne yazsam olmuyor çünkü bilenler hatırlar
Hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar baçıvanlar değil tüccarlar
Sen öyle gçz, sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
Sen içimde cennet kayganlığı iken,
Sana şiir yazmak ahmaklıktı...
Bir tek söz kalır dişlerimin arasında
Ben sana gülüm derim gülün ömrü uzamaya başlar
Verdiğim bütün sözler sende kalsın isterim
Ben sana gülüm derim gül sana benzediği için ölümsüz,
Yazdığım bütün şiirler sanabaşlayan bir kitap için önsöz
Sana bakmak bir beyaz kağıda bakmaktır
Herşey olmaya hazır
Sana bakmak, suya bakmaktır
Gördüğün suretten utanmak
Sana bakmak,
Bütün rastlantıları reddedip bir mucizeyi anlamaktır
Sana bakmak,
Allaha inanmaktır
Yılmaz Erdoğan