el-Hudâ, on yedi şekilde tefsir edilir: 1. el-Hudâ, beyân manasında kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
İşte şunlar, Rabb'lerinden bir hudâ (yani, beyan} üze-' rindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Bakara/5)
İşte şunlar, Rabb'lerinden bir hudâ {yani, beyan} üze*rindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Lokmân/5)
Bunun doğrulayıcı ifadesi de Fussilet süresindeki şu âyettir:
Semûd (kavmin)e gelince, Biz onlara hudâ/hidâyet ettik {yani, beyan ettik I bildirdik}. (Fussilet/17)
Gerçekten Biz onu yola hudâ/hidâyet ettik {yani, ona beyan ettik I bildirdik}. (İnsan/3)
Şu, onlar için bir hudâ/hidâyet sebebi olmadı mı {ya*ni, onlara beyan etmedi I bildirmedi mil: Kendilerin*den evvel kaç kurun helak ettik, onların meskenle*rinde gezip dolaşıyorlar? Şüphe yok ki şunda, üstün akıl sahiplerine işaretler/deliller vardır. (Tâ-Hâ/128)
Şu, onlar için bir hudâ/hidâyet sebebi olmadı mı {yani, onlara beyan etmedi I bildirmedi mi}: Kendilerinden evvel kaç kurun helak ettik, onların meskenlerinde gezip dolaşıyorIar?*Şüphe yok ki şunda, işaretler/delli-ler vardır, kulak vermeyecekler mi? (Secde/26)
Buna benzer âyetler çoktur. 2. el-Hudâ ile, İslâm dîni kasdedilmiştir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir hudâ {yani, dosdoğru bir dîn: îslâmj üzerindesin. (Hacc/67)
De ki: "Şüphesiz hudâ, Allah'ın hudâsıdır" {yani, dîn, İslâm dînidir}. (Bakara/120)
Şüphesiz hudâ, Allah'ın hudâsıdır" {yani, dîn, islâm dînidir}. (En'âm/71)
Buna benzer âyetler çoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 3. Hudâ ile, imân kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Allah hudâya erenlerin hudâsmı arttırır {yani, onla*rın îmânını arttırır}. (Meryem/76)
Biz de onların hudâlarını {yani, îmânlarını) arttır*mıştık. (Kehf/13)
Size geldikten sonra sizi hudâdan {yani, îmândan} biz mi alıkoyduk?! (Sebe'/32)
Senin yanındaki ahdi gereği bizim için Rabbine du'â et. Gerçekten biz hudâya geleceğiz {yani, îmân edece*ğiz} mü'minler olacağız}. (Zuhruf/49)
Bunun benzerleri çoktur. 4. Hudâ, dâî/davetçi manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
{Ey Nebi}! Sen sadece bir uyarıcısın. Esasen her kavm için bir hadi vardır {yani, onları davet eden bir davetçi olmuştur}. (Ra'd/7)
Muhakkak ki sen, sırât-ı müstakîm'e hudâ/hidâyet {yani, davet! ediyorsun. (Şûrâ/52)
Musa'nın kavminden de hakka hudâ/hidâyet (yani, davet! eden bir ümmet vardır. (A'râf/159)
Onlardan, emrimizle hudâ/hidâyet (yani, davet! eden önderler kıldık. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Secde/24)
Gerçekten bu Kur'ân doğruya hudâ/hidâyet iyani, davet} eder. (îsrâ/9)
Biz Musa'dan sonra indirilmiş olup önündekini doğ*rulayarak hakka hudâ/hidâyet {yani, davet} eden bir Kitap dinledik. (Ahkâf/30)
Rüşde buda/hidâyet {yani, davet} ediyor. (Cin/2)
Onları cahîmin yoluna hudâ/hidâyet {yani, davet! edin! (Sâffât/23)
Bunun benzeri âyetler çoktur. 5. Hudâ [hidâyet], marifet [bilmek, tanımak, öğ*renmek] manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde böyle*dir:
Ve alâmetler (yarattı). Onlar yıldızla da hudâ/hidâ*yet bulurlar {yani, yollarını tanırlar bilip öğrenir*ler!. (NahV16)
Onda [yeryüzünde], hudâ/hidâyet bulabilsinler {yani, gidecekleri yolları tanısınlar! bilsinler} diye yollar yaptık. (Enbiyâ/31)
Muhakkak ki Ben; yönelen, îmân eden ve sâlih amel işleyen, sonra, hudâya/hidâyete eren {yani, hidâyeti tanıyarak bilerek onu zikreden} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
kimse için gaffarım [çok bağışlayıcıyım], (Tâ-Hâ/82)
Bakalım hudâ/hidâyete erecek {yani, sırrı tanıya*cak/bilecek} mi, yoksa hidâyete ermeyenlerden {yani, sırrı tanımayanlardan } bilmeyenlerden} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
mi olacak? (Neml/41)
Bu gibi âyetler çoktur. 6. Huda, kitaplar ve rasûller manasında kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Şayet Benden size bir hudâ {yani, rasûller ve kitap*lar! gelir de... (Bakara/38)
Şayet Benden size bir hudâ {yani, rasûller ve kitap-lar} gelir de... (Tâ-Hâ/123) 7. Hudâ; doğruluk, doğru yolu bulmak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
"Umarım Rabbim beni sevâe's-sebîle hudâ/hidâyet eyler"{yani, doğruya iletir, doğruyu gösterir} dedi. (Kasas/22)
Ve ben ateşin başında bir hudâ (yani, bana yolu gös*terecek bir kimse} bulurum. (Tâ-Hâ/10)
Bizi sevâi's-sirâta hudâ/hidâyet eyle (yani, bize doğru yolu göster}! (Sâd/22)
Buna benzer âyetler çoktur. 8. Hudâ, Muhammed'in durumu anlamında kulla*nılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Doğrusu, inzal ettiğimiz beyyinâtı ve hudâyı {yani, Muhammed'in durumunu, o'nun nebi-rasûl olduğu*nu} gizleyenler... (Bakara/159)
Doğrusu, hudânm {yani, Muhammed'in durumunun, o'nun nebi-rasûl olduğunun} kendilerine beyan edil*mesinin ardından arkalarını dönenler... (Muhammed/25)
Huda'nın {yani, Muhammed'in durumunun, o'nun nebi-rasûl olduğunun} kendilerine beyan edilmesinin ardından o Rasûl'e karşı gelenler... (Muhammed/32) 9. el-Hudâ ile, Kur'ân kasdedilmiştir; şu âyetlerde böyledir:
Andolsun ki Rabb'lerinden onlara hudâ {yani, Kur'*ân} gelmiştir. (Necm/23)
Onlara hudâ {yani, her şeyin açıklamasını ihtiva eden Kur'ân} geldiğinde, insanları îmân etmekten alıkoyan şey, "Allah, rasûl olarak bir beşeri mi
bahsetti" demeleridir. (İsrâ/94)
Onlara hudâ {yani, her şeyin açıklamasını ihtiva eden Kur'ân} geldiğinde, insanları îmân etmekten ve Rabb'lerine istiğfar etmekten alıkoyan şey, ancak ev*velkilerin sünnetinin kendilerine de gelmesini bekle*meleridir. (Kehf/55) 10. el-Hudâ ile, Tevrat kasdedilmiştir; şu âyetlerde
böyledir:
Andolsun ki Musa'ya hudâ {yani, Tevrat'ı} vermiştik. (Mü'min/53)
Andolsun ki Musa'ya Kitap vermiş, —onun likasından şüphe etme- ve onu İsrâîloğulları için hudâ {yani, Tevrat'ı rehberlik} kılmıştık/yapmıştık. (Secde/23)
Bunun bir benzeri de İsrâ sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 11. Hudâ, istircâda bulunmaya [innâ lillâh... de*meye] iletilmek manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İşte Rabb'lerinden salavât ve rahmet onlara ve işte hudâya/hidâyete erenler {yani, istircâda bulunmaya iletilenler} de onlardır. (Bakara/157)
Kim Allah'a {yani, kendisine isabet eden musibetin Allah'tan olduğuna Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
îmân ederse, onun kalbini hu*dâya/hidâyete erdirir {yani, kalbini istircâda bulun*maya iletir}, (Teğâbün/11) 12. Lâ yehdî [hidâyet etmez I hidâyete iletmez], hüccet/delil ortaya koy amama i delil ikâme edememe, da*lâletten dînine iletmeme manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Allah kendisine mülk verdi diye Rabbi hakkında Ib-râhîm iîe çekişeni bilmiyor musun? Hani İbrahim, "Benim Rabbim dirilten ve öldürendir" deyince o, "Ben de diriltir ve öldürürüm" demişti. îbrâhîm, "Muhakkak ki Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir" deyince, o kâfir apışıp kalmış*tı. Allah zâlknler kavmini hudâya (yani, hüccet I delil ikâme etmeye, delil ortaya koymaya, dalâletten dîni*ne} iletmez. (Bakara/258)
Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'm imare*tini... Allah zâlimler kavmini hudâya {yani, hüc*cet! delil ikâme etmeye, delil ortaya koymaya, dalâlet*ten dinine} iletmez. (Tevbe/19)
Allah zâlimler kavmini hudâya {yani, dalâletten dîni*ne} iletmez. (Cuma/5)
Benzeri âyetler çoktur. 13. el-Hudâ, tevhîd manasında kullanılır; şu âyet*lerde böyledir:
Seninle birlikte hudâya {yani, tevhide ve hak dine} tâbi olursak, yerimizden koparılıp atılırız. (Kasas/57)
O ki Rasûlü'nü hudâ {yani, tevhîd} ve hak dîn ile gön*derdi. (Saff/9)
Bunun bir benzeri de Feth sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 14. Hudâ, sünnet anlamında kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
Biz atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk; biz de onların âsârı üzerinde giderek hudâya/hidâyete ere*riz [muhtedûn] (yani, küfür hususunda onların sün*netlerini takİb ederek doğruyu buluruz}. (Zuhruf/22)
İşte bunlar (yani, nebiler} Allah'ın hudâ/hidâyet etti*ği kimselerdir. O halde sen de onların hidâyetlerine {yani, tevhîd hususundaki sünnetlerine} iktida et! (En'âm/90) 15. Lâ yehdî [hidâyete erdirmez/iletmez] ibaresi ile, ıslah etmez anlamı kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Şüphesiz Allah hâinlerin keydini hudâya/hidâyete erdirmez {yani, zinakârların amelini ıslah etmez}. (Yûsuf/52) 16. el-Hudâ, hayvanlara Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ilham manasında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Rabbimiz her şeye {yani, yeryüzünde hareket eden canlılara hayvanlara} hilkatini {kendisine uygun olan suretini} veren, sonra da hudâ/hidayet {yani, sonra da ona maişetini ve otlayacağı yeri nasıl bula*cağını ilham} edendir. (Tâ-Hâ/50)
O ki takdir edip {yani, erkeği ve dişiyi yaratmayı tak*dir edip} hudâ/hidâyet verendir {yani, erkeğe, dişiye nasıl yaklaşacağını, dişinin ona nasıl geleceğini [dişi*yi nasıl celbedeceğini] ilham edendir}. (A'lâ/3) 17. Hudnâ, tevbe ettik Idöndük manasında kullanı*lır; şu âyette olduğu gibi:
Şüphesiz biz Sana hudnâ ettik {yani, biz Sana dön*dük}. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(A'râf/156) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 11:40
kral41
2. El-Küfr
el-Küfr, dört manada tefsir edilir: 1. el-Küfr, Allah'ın tevhidine küfr etmek, O'nu in*kar etmek manasında kullanılır; şu âyetlerde böyledir:
Gerçekten o küfr edenleri (yani, Allah'ın tevhidini/bir ve tek ilah olduğunu inkâr edenleri) uyarsan da, uyar-masan da onlar için birdir: îmân etmezler. (Bakara/6)
Küfr edip {yani, Allah'ın tevhidini inkâr edip} Allah yolundan alıkoyanlar... (Muhammed/1)
Benzeri buyruklar çoktur. 2. el-Küfr, hüccetin I delilin inkârı manasında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O tanıdıkları kendilerine gelince, ona küfr ettiler (ya*ni, onlar onu tanıdılar, fakat onu inkâr ettiler}. (Ba*kara/89)
Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler [Yahudi ve Hristiyanîar] o'nu, oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar (yani, Nebi'yi (oğullarını tanıdıkları gibi) tanırlar; çünkü o'nun nitelikleri, beraberlerindeki Tevrat'ta bulunmaktadır}. Kendilerini zarara uğratanlardır ki, îmân etmezler. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(En'âm/20)
Kendilerine Kitap verdiklerimiz onu (yani, Kabe'nin kıble olduğunu} oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Bununla birlikte içlerinden bir grup bildikleri halde hakkı gizlerler. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Bakara/146)
Yoluna gücü yetenlerin Beyt'i [Kabe'yi] haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Artık kim küfr ederse (yani, Ehl-i Kitap'tan olsun, diğer dîn müntesiblerinden olsun kim Allah'ın Beyt-i Haram'ını haccetmeyi inkâr edip haccın farziyyetini reddederse), şüphesiz ki Allah âlemlerden (Ehl-i Kitap'tan ve onla*rın gayrısından} ganidir. (Al-i İmrân/97) 3. el-Küfr, küfrân-ı nimet/nankörlük anlamında kullanılır; şu âyetlerde böyledir:
Bana şükr edin, Bana küfr (yani, nimetime küfr-Inankörlük) etmeyin! (Bakara/152)
(Süleyman dedi ki): "Şükr mü edeceğim, yoksa küfr (yani, yoksa nimete küfr I nankörlük} mü edeceğim di*ye beni sınaması içindir." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Neml/40)
Allah'a şükret diye; ve her kim şükr ederse, kendi le*hine etmiş olur; her kim de küfr {yani, nimete küfr-l nankörlük} ederse, doğrusu Allah ganidir, hamîdtir. (Lokmân/12)
{Fir'avn, Musa'ya dedi ki}: "O yaptığın fiili yaptın, o halde sen o kâfirlerdensin {yani, nankörlerdensin -ki bununla, o'nu küçükken büyüttüğünü ve o'na iyilik yaptığını, buna karşılık Musa'nın nankörlük ettiğini kaydetmektedir-}. (Şu'arâ/19)
Benzeri âyetimi?" çoktur. 4. el-Küfr, beri I uzak olmak, uzaklaşmak manasın*da kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
{İbrahim, babasına ve kavmine dedi ki}: "Biz size küfr ettik {yani, biz sizden teberri ettik I uzaklaştık}; bizimle sizin aranızda ebedî olarak düşmanlık başla*dı." (Mümtehine/4)
Sonra, Kıyamet Günü kiminiz kiminize küfr edecek (yani, kiminiz kiminizden uzak olduğunu ilan ede*cek}. (Ankebut/25)
{İblis kendisine itaat edenlere diyecek ki}: "Ben sizin bundan evvel beni, (itaatte Allah'a) şirk koşmanıza da küfr etmiştim" {yani, uzak olduğumu bildirmiş*tim}. (İbrâhîm/22)
Benzeri buyruklar çoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 11:42
kral41
3. Eş-Şirk
eş-Şirk, üç şekilde açıklanmıştır: 1. eş-Şirk, başkasını O'na denk tutarak Allah'a eş/ortak koşmak anlamında kullanılır; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Allah'a ibâdet edin, O'na hiçbir şeyi şirk koşmayın {yani, başkasını O'na denk ve eş tutmayın}! (Nisâ/36)
Doğrusu Allah, Kendisine şirk koşulmasını {yani, Kendisine başkasının denk ve eş tutulmasını} bağış*lamaz. (Nisâ/48)
Kim Allah'a şirk koşarsa {yani, başkasını O'na denk ve eş tutarsa}, Allah ona {-bu halde öldüğü takdir*de} cenneti haram kılar. (Mâide/72)
Elbette Allah müşriklerden {yani, başkasını Kendisi*ne denk ve eş tutanlardan} bendir. (Tevbe/3)
Benzeri âyetler çoktur. 2. eş-Şirk, ibâdetten gayri taatte ortak koşmak ma*nasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
O ikisine {yani, Adem ile Havva'ya} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sâlih [hilkati düzgün bir çocuk] verince, kendilerine verdiğinde O'na, /çocuklarına koydukları isim hususunda -ibâ*det sö'zkonusu olmaksızın- itaatte İblis'i O'na Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
or*taklar kıldılar. (A'râf/190)
lîblîs kendisine itaat edenlere diyecek ki): "Ben sizin bundan evvel beni, şirk koşmanıza (yani, itaatte beni Allah'a ortak koşmanıza! da küfr etmiştim". (Ibrâ-hîm/22) 3. eş-Şirk, amellerde şirk [ortak koşmak], şirk: riya manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Kim Rabbine kavuşmayı ümit ediyorsa, amel işlesin: sâlih amel ve Rabbinin ibâdetinde bir {yani, yarattık*larından bir kimseyi} şirk koşmasın, {yani, ibadetiyle Allah'tan başkasını irade etmesin}! (Kehf/110) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 11:43
kral41
4. Seva’
Seva, altı manada tefsir edilir: 1. Sevâ', âdil/adaletli anlamında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bizimle sizin aranızda sevâ' {yani, aramızda âdil-Iadaletli} olan bir kelimeye gelin! (Al-i İmrân/64)
Sâilîn için sevâ' {yani, rızık taleb edenler için âdil-ladaletli} olarak... (Fussilet/10)
Ve bizi sevâi's-sırât'a {yani, âdil i adaletli yola} hidâ*yet et! Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Sâd/22) 2. Sevâ', vasat I orta manasmdadır; şu âyette oldu*ğu gibi:
Onu cehennemin sevâ'smda {yani, cahîmin ortasın*da} gördü. (Sâffât/55) 3. Sevâ', apaçık iş/durum manasında kullanılmış*tır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sevâ' üzere (yani, durumu açıkça /apaçık bir şekilde} kendilerine nebzet! (Enfâl/58)
De ki: "Ben size sevâ' olarak {yani, durumu açık*ça/apaçık bir şekilde) bildirdim." (Enbiyâ/109) 4. Sevâ', şer'an eşitlik I eşit olmak manasına gelir; şu âyetlerde böyledir:
Onda (yani, Mekke'de} hem mukîm, hem de misafir*leri sevâ' (yani, şer'an eşit} kıldık... (Hacc/25)
Arzu ettiler ki, kendilerinin küfrettiği gibi siz de küf-redesiniz de sevâ' (yani, siz ve kâfirler, küfürde şer'an eşit} olasınız. (Nisâ/89)
Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde, sağ ellerinizin mâlik olduklarından (yani, kölelerinizden} ortakları*nız bulunur da onda sevâ' olmalarını (yani, siz ve on*ların o rızıkta eşit olmalarını}... kabul eder misi*niz?! Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Rûm/28)
(Allah bazınızı bazınıza rızık hususunda tafdil etti; kendilerine) fazla (rızık) verilenler nzıklarını, sağ el*lerinin mâlik olduklarına (yani, kölelere} veriyorlar da hepsi onda sevâ' (yani, şer'an eşit} oluyorlar da değil. (Nahl/71) 5. Sevâ', kasd [doğru ve mutedil] manasında kulla*nılmıştır; şu âyetlerde böyledir:
{Mûsâ dedi ki}: "Umarım Rabbim beni sevâe's-sebîl'e (yani, doğru ve mutedil yola} hidâyet eder." (Kasas/22)
Sevâi'S'sebîl'den (yani, doğru ve mutedil yoldan} sap*mış... Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Mâide/77) 6. Sevâ' ile, onu okuyup okumaman Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(onlar için) (eşittir, birdir, farksızdır) anlamı kasdedilmiştir; şu âyetlerde böyledir:
Onları uyarıp uyarmaman, onlar için sevâ'dır (yani, birdir I'eşittir /'farksızdır}': îmân etmezler. (Bakara/6)
Onları (yani, Arab kâfirlerinden birtakım kimseleri} uyarıp uyarmaman onlar için sevâ'dır (yani, birdir eşittir I farksızdır}: îmân etmezler (çünkü Allah on*ların kalblerini mühürlemiştir}. (YâSîn/10) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 11:44
kral41
5- El-Maraz
el-Maraz, dört manada tefsir edilir: 1. el-Maraz, şekklşüphe anlamındadır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah da marazlarını {yani, seklerini I şüphelerini} arttırdı. (Bakara/10)
Kainlerinde maraz {yani, şek!şüphe} bulunanlara ge*lince, onların murdarlıklarına murdarlık katıp art*tırdı. (Tevbe/125)
Kalblerinde maraz {yani, şek!şüphe} bulunanların, sana baktıklarını görürsün. (Muhammed/20)
Benzeri buyruklar çoktur. 2. el-Maraz kelimesi, fücur manasında kullanılmış*tır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kalbinde maraz {yani, fücur} bulunan tama'a düşme*sin. (Ahzâb/32)
Eğer vazgeçmezlerse münafıklar ve kalblerinde ma*raz {yani, fücur} bulunanlar... (Ahzâb/60)
Maraz kelimesi, bu anlamıyla [fücur manasında], (Kur'ân-ı Kerîm'de) başka yerde kullanılmamıştır. 3. el-Maraz, yara/yaralı manasında kullanılır; şu âyetlerde böyledir:
Eğer marazlı {yani, yaralı} veya seferde iseniz... (Ni-sâ/43)
Eğer marazlı {yani, yaralı} veya seferde iseniz.., (Mâ-ide/6)
Maraz kelimesi, yara jyaralı anlamında, (Kur'ân-ı Kerîm'de) başka bir yerde kullanılmamıştır. 4. el-Maraz kelimesi, cins olarak hastalık /herhan*gi bir hastalık manasında kullanılır; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
Sizden kim marîz olursa {yani, sizden kimin herhan*gi bir hastalığı bulunursa}... (Bakara/184)
Yoktur zayıflara ve marîzlere {yani, herhangi bir hastalığı bulunanlara}... (Tevbe/91)
Köre harec yoktur... ve marîze {yani, herhangi bir hastalığı bulunana} harec yoktur. (Feth/17)
Nûr süresindeki buyruk Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
da bunun gibidir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 11:46
kral41
6. El-Fesâd
el-Fesâd, altı manada tefsir edilir: 1. el-Fesâd ile, ma'siyet [isyan /itaatsizlik] kasde-dilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlara, "Yeryüzünde fesâd çıkarmayın" {yani, onda ma'siyet işlemeyin} denildiği zaman... (Bakara/11)
Islahının ardından yeryüzünde fesâd çıkarmayın {ya*ni, onda ma'siyet işlemeyin}. (A'râf/56)
Benzeri âyetler çoktur. 2. el-Fesâd ile, helak kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Siz yeryüzünde iki defa fesâd çıkaracaksınız. (İsrâ/4)
Eğer o ikisinde Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, ikisi de fesada uğrardı (yani, helak olurdu}. (Enbiyâ/22)
Eğer hak, nevalarına tâbi olsaydı gökler, yer ve ikisi arasındakiler fesada uğrardı {yani, helak olurdu}. (Mü'minûn/71) 3. el-Fesâd lafzı ile, yağmur ve bitki I ekin kıtlığı kas d edilmiştir; şu âyette böyledir.
Berr'de {yani,, bedevilerin yaşadığı çöllerde} ve bahr'da lyani, bayındir yerlerde, köy, kasaba ve şehirlerde} fe~ sâd {yani, yağmur ve bitki/ekin kıtlığı} başgösterdi. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Kûm/41) 4. el-Fesâd ile, Öldürmek kasdedilmiştir; şu âyetler*de olduğu gibi:
Mûsâ ve o'nun kavmini yeryüzünde fesâd çıkarsınlar {yani, Mısır ahalisinin çocuklarını öldürsünler} diye (.....) mi bırakacaksın? (A'râf/127)
(Fir'avn dedi ki}: "Ben o'nun dîninizi değiştirmesinden veya arzda fesâd çıkarmasından {yani, sizin Benî-Isrâ-W in oğullarını Öldürmenize karşılık, o'nun da sizin oğullarınızı öldürmesinden} korkuyorum." (Mü'min/26)
Gerçekten Ye'cûc ve Me'cûc arzda fesâd çıkarıyorlar (yani, insanları öldürüyorlar}, (Kehf/94) 5. el-Fesâd lafzının, bizatihi fesâd Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
[yıkmak /tah-rib etmek] manasında kullanılması; ki şu âyetlerde
böyledir:
Onda fesâd çıkarmaya: harsı ve nesli helak etmeye çalışır. Oysa Allah, fesadı {yani, âyette sözü edilen iş*leri: ekinin ve neslin helak edilmesini} sevmez. (Ba*kara/205)
Şüphesiz krallar bir karyeye girdiklerinde, onu ifsâd (yani, harâb} ederler. (Neml/34) 6. el-Fesâd lafzı ile, sihir/büyü, sihirbaz/büyücü kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Elbette Allah müfsidlerin {yani, sihirbazların} ameli*ni ıslah etmez. (Yûnus/81) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 11:47
kral41
7. El-Meşy
el-Meşy, dört manada tefsir edilir: 1. el-Meşy, devam etmek, dolaşmak, gidip gelmek demektir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onları aydınlattım! onda meşî ederler {yani, onda de*vam eder giderler}. (Bakara/20)
O halde onun omuzlarında meşî edin {yani, dolaşın, gidip gelin}. (Mülk/15) 2. el-Meşy ile, hudâ/hidâyet kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
insanlar içinde, kendisiyle meşî edeceği bir nûr {ya*ni, kendisiyle hidâyete ereceği bir îmân} yaptığımız kimse... (En'am/122)
Sizin için, kendisiyle meşî edeceğiniz bir nûr {yani, kendisiyle hidayete ereceğiniz bir îmân} yapsın. (Ha-dîd/28) 3. el-Meşy, geçmek, geçip gitmek anlamında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kendilerinden {yani, Mekkelilerden} evvel kaç kuru*nu helak etmemiz, onları {yani, Mekkelileri} hidâyete iletmedi mi, ki onların {yani, helak edilenlerin} mes*kenlerinde meşî ediyorlar {yani, onların kasabaların*dan geçiyorlar}. (Secde/26)
Kendilerinden {yani, Mekkelilerden} evvel kaç kuru*nu helak etmemiz, onları {yani, Mekkelileri} hidâyete iletmedi mi, ki onların {yani, helak edilenlerin} mes*kenlerinde meşî ediyorlar {yani, onların kasabaların*dan geçiyorlar}. (Tâ-Hâ/128) 4. el-Meşy, bizatihi yürümek manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Şayet yeryüzünde mutmain meşî edenler {yani, ika*met edip yürüyenler} melâike olsaydı... (İsrâ/95)
Bu nasıl Rasûl yemek yiyor ve çarşı-pazarlarda meşî ediyor {yani, yürüyor/dolaşıyor}?! (Furkân/7)
Rahmân'ın kulları yeryüzünde tevazu ve mülâyemet-le meşî ederler {yani, yürürler}. (Furkân/63) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 11:48
kral41
8. El-Lebs
el-Lebs, dört manada tefsir edilir: 1. Yelbisûn lafzı, karıştırırlar / karıştırıyorlar de*mektir; şu âyetlerde bu manadadır:
Hakka bâtılı telbis/lebs etmeyin (yani, karıştırma*yın}! (Bakara/42)
Niçin hakka bâtılı telbis/lebs ediyorsunuz {yani, ni*çin karıştırıyorsunuz}? (Âl-i İmrân/71)
îmân edenlere ve îmânlarına zulm telbis/lebs etme*yenlere {yani, îmânlarına şirk karıştırmayanlara}... (En'âm/82) 2. el-Libâs lafzı, sükûn bulmak I sükûnete ermek de*mektir; şu âyetlerde böyledir:
Onlar {yani, kadınlarınız} sizin için bir libâstır {yani, sizin için sükûnet sebebidir}; siz de onlar için bir libâs*sınız {yani, siz de kadınlar için bir sükûnet sebebisi*niz}. (Bakara/187)
Geceyi sizin için bir libâs {yani, sükûnet zamanı} ya*pan O'dur. (Furkân/47)
Geceyi bir libâs {yani, sükûnet zamanı} yaptık. (Ne-be/10) 3. el-Libâs, giyilen elbise anlamındadır; şu âyetler*de böyledir:
Size avret yerlerinizi örtecek libâs {yani, elbise} ile rîş lütfü ihsan ettik. (A'râf/26)
Sündüs ve istebraktan lebs ederler {yani, elbise giyer-\ ler}. (Duhân/53) 4. el-Libâs ile, sâlih amel kasdedilmiştir; şu âyette böyledir:
Takva libâsına {yani, sâlih amele) gelince... (A'râf/26) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 11:49
kral41
9- Es-Sû'
es-Sû', onbir manada tefsir edilir: 1. es-Sû' ile, şiddet kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol-
duğu gibi:
Sizi sû'e'l-azâba {yani, azabın şiddetlisine} uğratıyor*lardı. (Bakara/49)
Sizi sû'e'l-azâba (yani, azabın şiddetlisine} uğratıyor*lardı (A'râf/141)
Sizi sû'e'l-azâba {yani, azabın şiddetlisine} uğratıyor*lardı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(İbrâhîm/6)
İşte sû'u'1-azâb Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
{yani, azabın şiddetlisi} onlar için*dir. (Ra'd/18)
Benzeri âyetler çoktur. 2. Sû' ile, (devenin) bacaklarının kesilmesi kasde*dilmiştir; şu âyetlerde böyledir:
İşte bu, size bir işaret/alâmet olmak üzere Allah'ın dişi devesi; onu bırakın Allah'ın arzında otlasın, ona sû' ile dokunmayın {yani, onun/o devenin bacakları*nı keserek onu öldürmeyin!! (A'râf/73)
Bunun bir benzeri de Şu'arâ sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Sâlih dedi ki): "Ey kavmim! İşte bu, size bir işâ-ret/alâmet olmak üzere Allah'ın dişi devesi; onu bıra*kın Allah'm arzında otlasın, ona sû' ile dokunmayın" {yani, onun/o devenin bacaklarını keserek onu öldür*meyin}! (Hûd/64) 3. es-Sû3 ile, zina-tecavüz kasdedilmiştir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Biz o'nun bir sû'unu {yani, zinasını i zina ettiğini} bil*miyoruz. (Yûsuf/51)
Ehline sû' {yani, karına tecâvüz!karınla zina! irade eden kimsenin cezası... (Yûsuf/25)
Senin baban sû' {yani, zâni/zina eden} bir adam de*ğildi. (Meryem/28) 4. Sû' ile, baras hastalığı kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Bir de, elini koynuna sok, herhangi bir sû' {yani, has*talık/baras hastalığı} olmaksızın çıksın bembeyaz. (Neml/12)
Bunun benzeri, Tâ-Hâ Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve Kasas Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sûrelerinde bulunmaktadır. 5. Sû' kelimesiyle, azâb kasdedilmiştir; şu âyetler*de böyledir:
Doğrusu bugün hızy ve sû' {yani, azâb} kâfirlerin üs*tünedir. (Nahl/27)
İttiqa edenleri ise Allah, umduklarına erdirmek sureti ile kurtaracak. Onlara hiçbir sû' {yani, azâb} dokunma*yacak ve onlar mahzun da olmayacaklar. (Zümer/61)
Allah bir kavmin sû'umı (yani, azabını I azaba uğra*masını} irade ettimi... (Ra'd/11)
Benzer anlamdaki kullanımlar çoktur. 6. Sû' kelimesiyle, şirk kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Biz bir sû' yapmamıştık (yani, biz şirk koşmamıştık}. (Nahl/28)
Sonra, sû' yapanların (yani, şirk koşanların} akıbeti sû' oldu. Çünkü tekzib ettiler. (Rûm/10)
Sonra, şüphesiz Rabbin cehaletle sû' yapan (yani, şirk koşan}... (Nahl/119) 7. Sû', sövmek, kötü söz söylemek anlamında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Size ellerini ve dillerini sû' {yani, sövmek, kötü söz
söylemek} ile uzatırlar. (Mümtehine/2)
Allah sözün sû'unun (yani, sövüp saymanın, sözün kötüsünün} açıkça söylenmesini sevmez. (Nisâ/148) 8. Sû', (bir şeyin) en kötü(sü) demektir; şu âyetler*de olduğu gibi:
Dâr'ın sû'u (yani, yurdun en kötüsü} onlaradır. (Ra'd/25)
O gün özür dilemeleri zâlimlere fayda vermez. Dâr'ın sû'u {yani, yurdun en kötüsü} onlaradır. (Mü'min/52) 9. Sû', mü'minin işlediği zenb/günah manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah'ın kabulünü va'd buyurduğu tevbe o kimseler için ki: cehaletle bir sû' {yani, günah} yaparlar da...
(Nisâ/17)
Buna göre, mü'min, işlediği her zenb/günah ile ca*hillik etmektedir.
Sizden {yani, mü'minlerdenl kim cehaletle bir sû' {ya*ni, zenb/günah} yapar da.. (En'âm/54) 10. Sû', zarar, darlık ve sıkıntı manasında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bana hiçbir sû' {yani, zarar, darlık ve sıkıntı} dokun*mazdı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(A(râf/188)
O sû'u (yani, zarar, darlık ve sıkıntıyı} gideren... (Neml/62) 11. Su ile, kati ve hezimet kasdedilmiştir; şu âyette bu anlamdadır:
Size bir sû' (yani, kati, hezimet ve bela} irade ederse... (Ahzâb/17) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 11:50
kral41
10. Et-Hasene Ve's-Seyyie
el-Hasene ve es-seyyîe ibaresi, beş manada tefsir edilmiştir: 1. el-Hasene ile, zafer ve ganimet; es-seyyie ile de, kati ve hezimet kasdedilmiştir; şu âyetlerde bu anlam*dadır:
Size bir hasene (yani, Bedir Günündeki gibi bir nasrl zafer ve ganimet} dokunursa, onları tasalandırır. Eğer size bir seyyie (yani, Uhud Günündeki gibi bir kati ve hezimet} isabet ederse ona sevinirler. (Âl-i İmrân/120)
Onlara bir hasene {yani, nasrl zafer ve ganimet} isabet ederse, "Bu Allah'ın indindendir" derler. Onlara bir seyyie (yani, Uhud Günündeki gibi bir kati ve hezi*met} isabet ederse, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
"Bu sendendir" derler. (Nisâ/78)
Eğer sana bir hasene [iyilik] (yani, nasrl zafer ve gani*met} isabet ederse, onları tasalandırır. Eğer sana bir seyyie [kötülük] (yani, kati ve hezimet} isabet eder*se... Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Tevbe/50) 2. el-Hasene ile, tevhîd; es-seyyie ile de şirk kasde*dilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kim hasene (yani, tevhidi ile gelirse, ona ondan daha hayırlısı vardır (yani, ondan [tevhıdten dolayı] bir hayr elde eder}. Ve onlar o gün feza'dan emin olurlar. Kim de seyyie (yani, şirk} ile gelirse, yüzleri ateşte sürtülür... (Neml/89-90)
Bunun bir benzeri de Kasas ile En'âm Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sûresinde geçmektedir. 3. el-Hasene ile, yağmur ve mahsul bolluğu; es-sey*yie ile de yağmurun, mahsul-nebat ve hayr'ın kıtlığı-I yokluğu kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Eğer onlara bir hasene {yani, yağmur, mahsul ve hayr bolluğu} gelirse, "Bu zaten bizim hakkımızdır" derler*di. Eğer onlara bir seyyie {yani, yağmursuzluk /kurak*lık ve mahsul kıtlığı} isabet ederse, Mûsâ ve o'nun be*raberindekilerin uğursuzluğuna yorarlardı. (A'râf/131)
Sonra seyyieyi {yani, yağmursuzluğu I kuraklığı, hayr ve mahsul kıtlığını! hasene (yani, yağmur ve mahsul bolluğu} ile değiştirdik, (A'râf/95)
Onları hem .hasene (yani, yağmur ve mahsul bolluğu} ile hem de'.seyyie (yani, yağmur ve mahsul kıtlığı} ile imtihan ettik. (A'râf/168)
Ellerinin önden gönderdikleri sebebiyle onlara bir seyyie {yani, yağmursuzluk I kuraklık} isabet ederse... (Rûm/36) 4. es-Seyyie ile, dünyada azâb; el-hasene ile de akı*bet kasdedilir; şu âyette olduğu gibi:
Senden, haseneden evvel {yani, akıbetten önce} seyyi*eyi {yani, dünyada (azabı)} çabuklaştırmanı isterler. (RaW6) 5. el-Hasene, afv ve güzel söz; es-seyyie, kabih I çir*kin söz ve eziyet manasında kullanılmıştır; şu âyetler*de böyledir:
Seyyieyi (yani, kötü söz ve eziyeti} hasene {yani, güzel söz ve afv} ile savarlar. (Kasas/54)
Hasene (yani, afv ve safh} ile, seyyie {yani, kötü söz ve eziyet} bir olmaz. (Fussilet/34)
Seyyieyi (yani, kötü söz ve eziyeti} ahsen [en güzel] {yani, afv ve safh} ile defet! (Mü'minûn/96)
Bunun bir benzeri de Ra'd sûresinde Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
yer almak*tadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 11:51
kral41
11. El-Husnâ
el-Husnâ, üç manada tefsir edilir: 1. el-Husnâ ile, cennet kasdedilmiştir; şu âyetlerde böyledir:
İhsan edenlere {yani, muvahhidlere} husnâ {yani, cennet} ve fazlası (yani, Allah'ın vechine bakmak} vardır. (Yûnus/26)
İhsan edenlere de husnâ (yani, cennet} ile karşılık vermesi içindir. (Necm/31)
İhsanın (yani, ehl-i tevhidin} karşılığı, ihsandan {ya*ni, cennetten} başkası olabilir mi?! (Rahmân/60) 2. el-Husnâ ile, oğullar kasdedilmiştir; şu âyette
böyledir:
Husnâ {yani, oğullar} onlarmmış. (Nahl/62) 3. el-Husnâ ile, hayr kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
(Biz o mescidi [Mescid-i Dırar'ı] yapmakla} hus-nâ'dan (yani, hayr'dan} başkasını irade etmedik. (Tevbe/107)
İhsan'dan (yani, hayrdanj ve uyum sağlamaktan başkasını irade etmedik. (Nisâ/62) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12. El-Hikmet
el-Hikmet, beş şekilde tefsir edilir: 1. el-Hikmet ile, Kur'ân'daki emir ve nehiylerden oluşan nasihatlar kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu
gibi:
Size indirdiği Kitap'tan {yani, Kur'ân'dan Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve Hik-met'ten {yani, Kur'ân'daki eınir, nehiy, helâl ve hara*ma ilişkin nasihatlar dan}... (Bakara/231)
Allah sana Kitab'ı {yani, Kur'ân'ıj ve Hikmet'i {yani, Bakara, sûresinde zikredilen helâl ve haramları} in*dirdi. (Nisâ/113)
Ona Kitabı {yani, Kur'ân'ıj ve Hikmet'i {yani, Kur'-ân'da bulunan helâl ve haram türünden nasihatla-rı}... öğretecek. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Âl-i İmrân/48)
Yine bunun bir benzeri Âl-i İmrân sûresinde geç*mektedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Biz o'na {yani, Yahya'ya} daha sabi iken hükm {yani, fehm [anlayış i kavrayış] ve Um verdik}. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Meryem/12) 2. el-Hükm ile, fehm [anlama/kavrama] ve Um kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Andolsun biz Lokmân'a hikmet {yani, fehm [anla*yış I kavrayış] ve Um} vermiştik. (Lokmân/12)
Her birine hükm {yani, fehm [anlayış I kavrayış]} ve ilm vermiştik. (Enbiyâ/79)
İşte onlar kendilerine Kitap, hükm {yani, fehm [anla-yış-kavrayış] ve ilm} ve nübüvvet verdiğimiz kimse*lerdir. (En'âm/89) 3. el-Hikmet ile, nübüvvet kasdedilmiştir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Biz Âl-i İbrahim'e Kitap ve hikmet {yani, nübüvvet} vermiştik. (Nisa/54)
Ona Hikmet {yani, nübüvvet} ve fasle'l-hitâb vermiş*tik. (Sâd/20)
Allah o'na mülk ve hikmet {yani, nübüvvet} vermişti. (Bakara/251) 4. el-Hikmet ile, Kur'ân'ın tefsiri kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Kime hikmet verilmişse, ona çok hayr verilmiş de*mektir. (Bakara/269) 5. el-Hikrnet ile, Kur'ârı kasdedilmiştir; şu âyette
olduğu gibi:
Rabbinin yoluna hikmet /yani, Kur'ânj ile çağır! (Nahl/125) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 11:52
kral41
13. El-Emr
el-Emr, iki manada tefsir edilir: 1. el-Emr bi-'i-ma'rûf ibaresi ile, tevhidi emret*mek I tevhîd ile emretmek; ve'n-nehy 'ani'l-münker iba*resi ile de, şirkten nehyetmek kasdedilmiştir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; ma'rûfu (yani, Allah'ın tevhidini /Allah'ı birlemeyi} emreder, münkerden (yani, şirkten} nehyedersiniz. (Âl-iİmrân/110)
Tevbe edenler, ibâdet edenler... ma'rûfu {yani, tevhi*di} emredenler, münkerden {yani, şirkten} nehyeden-ler... (Tevbe/112)
(Lokman oğluna şöyle tavsiye etti}: "Ey oğulcuğum! Salâtı ikâme et, ma'rûfu {yani, tevhidi} emret, mün*kerden {yani, şirkten} nehyet! (Lokmân/17) 2. el-Emr bi'l-marûf Nebi'ye -Allah'ın salât ve se*lâmı o'na ve alîne olsun- ittiba etmek ve o'nu tasdik et*mek; ve'l-münker ise tekzib etmek/yalanlamak mana*sında kullanılır; şu âyetlerde böyledir:
{Ehl-i Tevrat'ın} hepsi bir değildir. Ehl-i Kitap'tan... ma'rûfu (yani, Muhammed'e îmânı} emrederler,
münkerden (yani, Muhammed'i tekzib etmekten t ya*lanlamaktan} nehyederler... (Al-i İmrân/113-114)
Mü'min erkeklerle, mü'min kadınlar birbirlerinin ve*lîleridir; ma'rûfu {yani, Muhammed'e îmânı} emre*derler, münkerden (yani, Muhammed'i tekzib etmek*ten j yalanlamaktan} nehyederler. (Tevbe/71) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
14. El-Ma'rûf
el-Ma'rûf, dört manada tefsir edilir: 1. el-Ma'rûf'ile, farz kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
İhtiyacı olmayan iffetli davransın, fakir olan da
ma'rûf (yani, farz} üzere yesin! (Nisâ/6)
Onların necvâlarmm bir çoğunda hayır yoktur; sada*ka veya ma'rûfu (yani, farzı} emreden kimseninki ha*riç. (Nisâ/114) 2. el-Ma'rûf, güzel va'd manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kadınlara namzetliği çıtlatmanızdan dolayı size bir
günah yoktur. (.....) Fakat ma'rûf bir söz söylemeniz
{yani, güzel bir va'dte bulunmanız} müstesna, kendi*leriyle gizliye va'dleşmeyin! (Bakara/235)
(Miras) taksim olunurken (mirasçı olmayan) akraba*lar (.....) hâzır bulunurlarsa, onları ondan rıziklandı-
rın ve onlara ma'rûf söz söyleyin {yani, güzel va'dte bulunun}! (Nisâ/8) 3. el-Ma'rûf kelimesiyle, kadının iddetini tamamlamasının ardından süslenmesi kasdedilmiştir; şu âyette böyledir:
Ecellerinin sonuna geldiklerinde {yani, iddetlerini ta*mamladıklarında}, artık kendi haklarında ma'rûf ile yapacaklarından (yani, iddetini tamamlayan kadının süslenmesinden, kendisiyle evlenmek isteyen erkeklere görünmesinden ya da böyle bir arayış içerisinde olma*sından} dolayı size bir günah yoktur. (Bakara/234) 4. el-Marûf lafzı ile, insana kolay gelen şey kasde*dilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Boşanan kadınların ma'rûf (yani, adamın [boşayan kimsenin] kolayına gelecek I imkânı elverecek} bir şe*kilde istifade ettirilmeleri gerekir. Bu, muttakiler üzerine bir haktır. (Bakara/241)
Ma'rûf bir şekilde faydalandırın {yani, boşadığınız kadına, varlık ve imkânınıza göre bir şeyler verin I ko*layınıza gelecek şekilde onu istifade ettirin}... Bu, muhsinîer üzerine bir haktır. (Bakara/236)
Emzireceklerin [boşadığınız kadınların ortak çocuğu*nuzu emzirmeleri halinde] yiyecek ve giyeceklerini ma'rûf {yani, varlık ve imkânı elverecek} bir şekilde temin etmek, çocuk kendisinin olan (babay)a aittir. (Bakara/233) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 11:56
kral41
15. Et-Tâğût
et-Tâğût üç manada tefsir edilir: 1. et-Tâğût ile, şeytan kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kim tâğûta {yani, şeytana} küfredip Allah'a îmân ederse... (Bakara/256)
Küfredenler, tâğût {yani, şeytana itaat} yolunda sa*vaşırlar. (Nisâ/76)
Ve tâğûta {yani, şeytana} ibâdet edenler... (Mâide/60) 2. et-Tâğût kelimesi, Allah dışında tapınılan ev-sân I putlar manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Andolsun ki, Biz her ümmette, içlerinden, "Allah'a ibâdet edin ve tâğûttan {yani, ev sâna I putlara ibâdet etmekten} ictinab edin" diyen bir rasûl ba'settik/çıkar-dik. (NahV36)
Tâğûttan, ona ibâdet etmekten ictinab edip {yani, eu-sâna I putlara, ibadet etmekten kaçınıp Rabb'lerine yö*nelenler}... (Zümer/17) 3. et-Tâğût lafzı ile, Yahudi Ka'b b. el-Eşref kasde*dilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Küfredenlerin velîleri ise tâğûttur {yani, Ka'b b. Eş*reftir}; onları nurdan zulumâta çıkarırlar. (Baka*ra/257)
Şu, Kitap'tan kendilerine bir nasib verilenleri {yani, Yahudileri} görmüyor musun: cibt ve tâğûta {yani, Ka'b b. el~Eşrefe} îmân ediyorlar da... Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nisâ/51) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
16. Ez-Zulumât Ve'n-Nür
ez-Zulumât ve'n-nûr, iki manada tefsir edilir: 1. ez-Zulumât, şirk; ve'n-nûr da îmân manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah, îmân edenlerin velîsidir; onları zulumâttan (ya*ni, şirkten} nura (yani, îmâna} çıkarır. (Bakara/257)
Bunun bir benzeri de yine aynı âyette yer almakta*dır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
O ve O'nun melekleri, sizi zulumâttan {yani, şirkten} nura {yani, îmâna} çıkarmak için size salât ederler. (Ahzâb/43)
Benzeri âyetler çoktur. 2. ez-Zulumât, gece; ve'n-nûr, gündüz manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Hamd o Allah'a ki, gökleri ve yeri halketti, zulumâtı (yani, geceyi} ve nuru (yani, gündüzü} yaptı. (En'âm/1)
Kur'ân'da, bu buyruğun bir benzeri bulunmamakta*dır (yani, zulumât ve nurun, "gece" ve "gündüz" an*lamında kullanılması sadece bu âyete mahsustur). Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 11:57
kral41
17. Ez-Zulumât
ez~Zulumât, iki manada kullanılmıştır: 1. ez-Zulumât [karanlıklar] lafzı, çeşitli dehşetler-j dehşetli haller manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Berr ve bahr'm zulumâtmdan (yani, kara ve denizin dehşetli hallerinden} sizi kim necata çıkarır-/kurtarır?" (En'âm/63)
Yoksa berr ve bahrin zulumâtmda (yani, kara ve de*nizin dehşetli hallerinde) size yol gösteren... mi? (Neml/63) 2. ez-Zulumât, saflıalar jmerhaleler anlamındadır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sizi analarınızın karınlarında üç zulumât (yani, ka*rın, rahim ve meşime safhaları I merhaleleri} içinde bir hilkatten diğer hilkate halkediyor. (Zümer/6)
{Yûnus}, zuîumât (yani, gecenin karanlığı, suyun ka*ranlığı ve balığın karnındaki karanlık} içinde, "Senin dışında ilah yoktur, Seni tenzih ederim..." diye nida etmişti. (Enbiyâ/87)
Küfredenlerin diğer bir kısmının amelleri ise, derin bir denizdeki zulumât gibidir (.....) öyle zulumât ki,
üstüste... (Nûr/40)
Bununla, kâfirler kasdedilmektedir: yani, karanlık bir bedendeki karanlık bir göğüsteki Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
karanlık bir
kalb. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
18. Ez-Zâlimîn
ez-Zâlimîn ve tuzlemûn, yedi şekilde tefsir edilir: 1. ez-Zâlimîn, müşrikler anlamında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah'ın laneti, zâlimin (yani, Allah'ın yolundan alı*koyan müşrikler} üzerine olsun. (A'râf/44)
İyi bilin ki Allah'ın laneti, zâlimin (yani, müşrikler} üzerinedir. (Hûd/18)
Buna benzer âyetler çoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 2. ez-Zâlimîn lafzı ile, müslümanın şirk dışında iş*lediği günah jzenb sebebiyle kendisine zulmetmesi kas-dedilmiştir; şu âyetlerde böyledir:
(Âdem ve Havva'ya dedi ki}: "Bu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimîn'den (işleyeceğiniz hata sebebiyle kendi*nize zulmedenlerden} olursunuz." (Bakara/35)
(Yûnus şöyle nida etti}: "Senin dışında ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zâlimîn'den ol*dum" (yani, işlediğim zenblgünah sebebiyle kendime zulmettim}. (Enbiyâ/87)
Yûnus, şirk dışındaki zenbi/günahı sebebiyle ken*dine zulmetmişti.
Kim, Allah'ın sınırlarını aşarsa (yani, boşama husu*sundaki emrini çiğnerse, şirk dışındaki bu ma'siyeti sebebiyle} kendine zulmetmiş olur. (Talâk/l)
Bunun bir benzeri de Bakara sûresinde yer almak*tadır: Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Onlardan kimi de, {şij'k dışında büyük günah işleye*rek} kendine zulmeder. (Fâtır/32)
Bununla, tevhîd ehlinden olup da -şirk dışında— büyük günah işlemek suretiyle kendilerine zulme*den kimseler kasdedilmektedir. 3. ez-Zulm, insanlara zulmetmek anlamına kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kim mazlum olarak katledilirse (yani, maktul, katil tarafından zulmedilerek haksız yere öldürülürse}... (îsrâ/33)
...Kim düşmanlık ve zulm ile şunu yaparsa (yani, bir kimseyi katleder ve mallarını alırsa}, yakında onu ateşe yaslarız. (Nisâ/30)
Şüphe yok ki, zulm ile yetimlerin mallarını yiyen*ler... (Nisâ/10) 4. ez-Zulm, eksiklik I eksiltmek anlamında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Her iki bahçe de mahsullerini vermiş, ondan birşey zul-metmemiş (yani, ondan birşey eksiltmemiş},.. (Kehf/33)
Kıyamet Günü için kist terazileri koyarız da, kimse*ye birşey zulmedilmez (yani, kimsenin bir şeyi eksil*tilmez}. (Enbiyâ/47) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine
zulmediyorlar (yani, onlar kendilerine zarar veriyor, eksiltiyorlar}. (Al-i İmrân/117)
Onlar, (bir güne yetecek kadarından fazla menn ve selvayı toplayıp saklamakla} Bize zulmetmiyor (yani, zarar vermiyor}, fakat kendilerine zulmediyorlardı {yani, eksiltiyorlardı}. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(A'râf/160) 5. Zulm ile, şirk koşmak ve tekzib etmek suretiyle kendilerine zulmetmek kasdedilmiştir; şu âyette oldu*ğu gibi:
Biz onlara (yani, bütün ümmetlerin kâfirlerine âhi-rette zenbsiz /günahsız yere azâb etmekle Iedecek ol*makla} zulmetmedik. Fakat onlar (küfr ve tekzibleri sebebiyle} zalimdiler. (Zuhruf/76)
6. Yazlimûn, cehdl inkâr ediyorlar manasında kul*lanılır; şu âyetlerde böyledir:
Kimin de terazileri hafif gelirse, işte onlar -âyetleri*mize zulmettikleri (yani, onların Allah'tan olmadığı iddiasıyla Kur'ân'a cehudluk ettikleri I Kur'ân'ı inkâr ettikleri} için- kendilerini hasara [zarara/ziyana] uğ*ratanlardır. (A'râf/9)
Sonra, onların ardından Musa'yı âyetlerimiz (yani, el ve 'asâ (mucizeleri)} ile Fir'avn'a ve onun melesine gönderdik. Fakat onlara zulmettiler (yani, onların Allah'tan olmadığı iddiasıyla mucizelerimize cehud*luk ettiler I mucizelerimizi inkâr ettiler}. (A'râf/103)
Semûd'a uyarı olarak o dişi deveyi verdik, ona zul*mettiler (yani, onun Allah'tan olmadığı iddiasıyla ona cehudluk ettiler jonu inkâr ettiler}. (İsrâ/59) 7. ez-Zâlimîn ile, hırsızlar (ve hırsızlık) kasdedil*miştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bunun karşılığı kendisidir (yani, yükünde çalıntı mal bulunan kimse hırsızdır, hırsızın cezası da hürriyetini kaybetmesidir}. Biz zâlimlere işte böyle karşılık veririz (yani, biz hırsızları, hırsızlığının karşılığı olarak köle edinir, hırsızlığının derecesine göre istihdam ederiz}. (Yûsuf/75)
Hırsız erkek ile hırsız kadının, kazandıklarına/yap*tıklarına karşılık olarak ellerini kesin (.....) Bununla
birlikte kim zulmünün (yani, hırsızlığının} ardından tevbe eder... (Mâide/38-39) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 11:58
kral41
19. Ez-Zulm
ez-Zulm, dört şekilde tefsir edilir. 1. ez-Zulm kelimesi, şirk ile tefsir edilir; şu âyetler*de olduğu gibi:
îmân edenlere ve îmânlarına zulm {yani, şirk} karış*tırmayanlara gelince... (En'âm/82)
(Lokman oğluna şöyle dedi}: "Oğulcuğum! Allah'a şirk koşma, çünkü şirk büyük bir zulmdür." (Lok-mân/13) 2. Zulm lafzı, kulun -şirk dışında- hata işlem.ek suretiyle kendisine zulmetmesi anlamında kullanılır;
şu âyetlerde olduğu gibi:
Haklarına tecavüz etmek için onları zararlarına tut*mayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendisine, (iş*lediği hata sebebiyle} zulmetmiş olur. (Bakara/231)
(Mûsâ dedi kil: "Rabbim! Gerçekten ben (bir adam öldürmekle} kendime zulmettim. Onun için bana mağfiret eyle!" O da o'na mağfiret etti. (Kasas/16)
Buna benzer buyruklar tevhîd ehli hakkında soz-konusu edilirse maksat, (işlenen hata sebebiyle) nefse zulmetmektir. 3. ez-Zâlimîn lafzı, insanlara zulmeden kimseler hakkında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür. Kim vazgeçer ve ıslah ederse, onun mükâfaatı Allah'adır. Şüphe yok ki O, zâlimleri (yani, insanlara zulmü ilk olarak başlatan kimseleri} sevmez. (Şûrâ/40)
...Yol sadece, insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenler üzerinedir/aleyhinedir. (Şûrâ/42) 4. Yuzlemûn lafzı, şüphe olmaksızın kendilerine za*rar verenler ve (sevâblarını, haklarını) eksiltenler ma*nasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Size rızık olarak verdiğimiz tayyibâttan (yani, menn ve salvâ'dan} yeyin! (Bakara/57)
Allah bunlardan [menn ve selvâ'dan] her gün için kendilerine yetecek kadar almalarını, fazla almama*larını emretmiş idi. Onlar ise bu hususta O'na isyan ettiler. İşte Yüce Allah'ın, Onlar Bize zulmetmediler (yani, bir günlük ihtiyaçlarından fazla menn ve selva alıp saklamakla Bize zarar vermediler, Bizden birşey eksiltmediler}. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Fakat kendilerine zulmettiler (Ba*kara/57) buyruğu bunu ifade etmektedir.
Biz Kıyamet Günü'ne has adalet terazileri koruz. Hiçbir kimseye zerrece zulmedilmez (yani, hiçbir kimsenin hiçbir şeyi eksiltilmez}. (Enbiyâ/47)
Zerre kadar zulme uğratılmazlar (yani, amellerinden en ufak birşey eksiltilmez}. (Meryem/60) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
20. Tatmainn
Tatmainn, üç manada tefsir edilir: 1. Tatmainn, sükûn bulmak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Fakat kalbimin mutmain olması {yani, ona bakıp kalbimin sükun bulması} için... (Bakara/260)
Kalblerimiz mutmain olsun (yani, indireceğin sofrayı görüp kalblerimiz sükun bulsun}. (Mâide/113)
Onlar, îmân edenler ve kalbleri Allah'ın zikriyle mut*main olanlardır. İyi bilin ki kalbler ancak Allah'ın zikriyle mutrhain olur (yani, kalbler sükun bulur}. (Ra'd/28)
Allah bunu (yani, Ukud Günü meleklerin imdadım! sırf size bir müjde ve kalbleriniz onunla mutmain ol*sun (yani, kalbleriniz sükun bulsun} diye yaptı. (Âl-i İmrân/126)
Allah bunu sırf size bir müjde ve kalbleriniz onunla mutmain olsun (yani, kalbleriniz onunla sükun bul*sun} diye yaptı. (Enfâl/10) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 2. İtmaenne, rıza I hoşnutluk anlamında kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Eğer ona hayır isabet ederse, onunla mutmain (yani, ona razı, ondan hoşnud} olur. (Hacc/11)
Kalbi îmân ile mutmain (yani, hoşnut/razı}) olduğu halde ikrah edilenler müstesna... (NahI/106)
Ey mutmain {yani, Allah'ın sevabıyla hoşnut/razı} olan kimse... (Fecr/27) 3. el-İtmi'naniyye, ikamet etmek manasında kulla*nılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Nihayet itminan bulduğunuzda (yani, (sefer halin*den) hazer haline geçtiğinizde I ikamet halinde oldu*ğunuzda} salâtı iqâme edin (yani, namazı kısaltarak değil, tastamam kılın}! Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nisâ/103)
De ki: "Şayet yeryüzünde mutmain halde (yani, yer*leşik olup / ikamet halinde bulunup! yürüyenler me*lekler olsaydı..." (İsrâ/95) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 11:58
kral41
21. Es-Sat
es-Sa'y, üç manada tefsir edilir: 1. es-Sa'y, yürümek manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Sonra da onları çağır, sa'y ederek (yani, ayakları üze*rinde yürüyerek} sana gelsinler. (Bakara/260)
Ne zaman ki beraberinde sa'y etme (yani, yürüme! çağına erdi... (Sâffât/102)
Cuma günü namaz için nida edildiğinde Allah'ın zik*rine sa'y edin (yani, farz olan namaza yürüyerek gi*din}! (Cuma/9) 2. es-Sa'y; amel, çalışma, iş anlamına gelir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kim de âhireti irade eder ve onun sa'yi ile onun için sa'y eder (yani, onun ameli [ona layık amel] ile onun
İçin amel işleri ise, mü'min odur. İşte bunların sa'yla-n meşkur o]ur {yani, Allah onların amellerini teşek*kürle karşılayarak amellerinin karşılıklarını Itnükâ-faatlarını verir}, (İsrâ/19)
İşte bu sizin için bir karşılıktır. Sa'yiniz {yani, ameli*niz} meşkur oldu. (İnsan/22)
Şüphesiz sizin sa'yiniz {yani, ameliniz} dağınıktır. (Leyl/4)
Ayetlerimiz hakkında muaccizlik için sa'y edenler {yani, Kur'ân'dan ve ona îmândan insanları alıkoy*maya çalışanlar}... (Hacc/51)
Bunun bir benzen de Sebe' sûresindedir.49 3. Yes'â lafzı, (hayr veya şer'de) süratle gitmek I koş*mak anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde böyledir: Ama sana sa'y edip {yani, koşup} gelen... (Abese/8) Şehrin en uzak tarafından bir adam sa'y ederek {ya*ni, koşarak) gelip "Ey Mûsâ! Mele seni öldürmek için hakkında emri müzakere ediyorlar" dedi, (Kasas/20) Şehrin en uzak tarafından bir adam sa'y ederek (ya-ni, koşarak} gelip "Ey kavmim! Gönderilenlere tâbi olun!" dedi. (Yâ-Sîn/20) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
22. Et-Tayyibât
[ et-Tayyibât, sekiz manada tefsir edilir:
Âyetlerimiz hakkında muaccizlik için sa'y edenlere, elem ve*rici bir azâb vardır (Sebe'/5) âyetine işaret etmektedir. 1. et-Tayyibât, câhiliye ehlinin en'âm'dan [deve, sı*ğır, koyun ve keçi'den] haram kıldıkları, (fakat aslında helâl olan hayvanlar) anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ey îmân edenler! Size rızık olarak verdiğimiz tayyi-bâttan {yani, câhiliye ehlinin hars ve en'âm'dan ken*dilerine haram kıldıkları, fakat aslında helâl olan ekin ve hayvanlardan} yeyin! (Bakara/172)
Yüce Allah bunların helâl olduğunu ve bunları ha*ram kılmadığını haber vermiştir.
Yeryüzündekileri {yani, hars ve en'âm'ı} helâl ve tay-yib olarak yeyin! (Bakara/168)
De ki: "Kim haram kıldı Allah'ın zmetini ve rızktan tayyibâtı {yani, kendi kendilerine haram kıldıkları hars ve en'âm'ı}, ki onları kulları için çıkarmıştır." (A'râf/32) 2. et-Tayyibât, helâl -bununla da menn ve selva kasdedilmiştir- anlamındadır; şu âyette böyledir:
Bulutu üzerinize gölgelik olarak çektik ve rızktan tay*yibâtı {yani, helâl olan menn ve selvâ'yıj yiyesiniz diye size menn ve selva lütfü ihsan ettik. (Bakara/57)
Bunun benzeri de A'râf Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve Tâ-Hâ Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sûresinde bu*lunmaktadır.
Yûnus süresindeki şu buyruk da buna benzemek*tedir:
Hakikat şu ki: İsrâîloğulları'm cidden güzel bir yur*da yerleştirdik ve onları tayyibâttan (yani, helâlden -ki bu da menn ve selvâ'dır-} rızklandırdık. (Yû*nus/93)
Şanım hakkı için Biz vaktiyle İsrâîloğullan'na Kitap, hükm ve nübüvvet vermiş ve onları tayyibâttan (ya*ni, helâl'dan -ki bu da menn ve salvâ'dır-} rızklan-dırmıştık. (Câsiye/16) 3. et-Tayyibât, helâl -bu da yiyecek, güzel elbise ve cimaı kapsar- manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde böyledir:
Ey îmân edenler! Allah'ın size helâl kıldığı o tayyibâ-tı {yani, helâl yiyeceklerden, cima ve giyeceklerden he*lâl olanları} haram kılmayın! (Mâide/87)
Mü'minlerden bir grup bunları kendilerine haram kılmak istemişlerdi. Ali b. Ebî Tâlib de -Allah'ın salâtı ona ve âline olsun- bunlardan idi. Yüce Al*lah buyurdu ki:
Allah'ın size rızk olarak verdiğinden helâl-tayyib ola*rak yeyin! (Mâide/88)
Ey rasûller! Tayyibâttan (yani, helâl olan rızktan} yeyin! (Mü'minûn/51) 4. et-Tayyibât ile, tırnaklı hayvanların iç yağlai'i ve etleri kasdedümiştir; şu âyetlerde böyledir:
Zulmleri sebebiyle, Yahudilere, -aslında önceden on*lara helâl olan- tayyibâtı (yani, tırnaklı hayvanların iç yağları ile etlerini} haram kıldık. (Nisâ/160)
Nitekim Kur'ân-ı Kerîm Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
bunların haram kılın*dıklarını zikretmiş bulunmaktadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Halbuki bun*lar daha önce Tevrat'ta onlar için helâl kılınmıştı.
Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil'de {niteliklerini} yazılı buldukları o Rasûl'e, o ümmi Nebiye {yani, Mu-hammed'e} ittiba ederler... O onlara tayyibâtı {yani, tırnaklı her hayvanın iç yağını ve etini} helâl kılar. 5. et-Tayyibât lafzı ile, zebhedilerek I kesilerek yeni*len hayvanların etlerinin onlara [müslümanlara] tay-yib olduğu kasdedümiştir; şu âyetlerde böyledir.
Senden kendilerine neyin helâl kılındığını soruyor*lar. De ki: "Size tayyibât {yani, kesilerek yenilmesi helâl olan hayvanların etleri} helâl kılındı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Allah'ın size öğrettiklerinden öğrettiğiniz avcı hayvanların avladıklarından da... (Mâide/4)
Bugün size tayyibât {yani, kesilerek yenihnesi helâl olan hayvanların etleri} helâl kılındı. (Mâide/5) 6. et-Tayyibât lafzı ile, helâl -ki o da ganimettir-kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Düşünün ki siz (yani, muhacirler} bir zamanlar yer*yüzünde zayıf bırakılmış bir azınlıktınız. İnsanların {yani, Mekke kâfirlerinin} sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz da O sizi barındırdı ve yardımıyla destekledi, size tayyibâttan rızk lyani, helâl rızk -ki bununla, Bedir savaşında alınan ganimet kasdedil-mektedir-} Verdi. (Enfâl/26)
Elde ettiğiniz ganimetten, tayyib ({yani, helâl)} ola*rak yeyin ve Allah'a ittika edin. Şüphesiz ki Allah gafur, rahimdir. (Enfâl/69) 7. et-Tayyibât kelimesi ile, bizatihi tayyib-rızk kas*dedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Andolsun ki, Biz benî-Âdem'i {yani, Âdemoğulla-rı'nın tümünü} tekrîm ettik... Kendilerine tayyibât*tan {yani, tahıl, bal, yağ ve benzeri tayyiblcrden} rızk*lar verdik. (İsrâ/70)
Onların rızklarını hayvanların ve kuşların rızkın*dan daha tayyib yapmıştır.
Size suret verdi, suretlerinizi de güzelleştirdi ve tay*yibâttan sizi rızklandırdı {yani, Allah sizin rızkınızı, yürüyen hayvanlardan ve kuşlardan daha tayyib yaptı}. (Mü'min/64) 8. et-Tayyibât ile, güzel söz kasdedilir; şu âyette ol*duğu gibi:
Tayyibât tayyibler, tayyibler de tayyibât {yani, güzel söz tayyib erkek ve kadınlar} içindir. (Nûr/26) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 11:59
kral41
23. Et-Tayyib Ve'l-Habîs
et-Tayyib ve'l-habîs, üç manada tefsir edilir: 1. et-Tayyib, helâl; ve'l-habîs, haram manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Tayyibi habis ile lyani, helâl mallarınızı (haramla)} değişmeyin! (Nisâ/2)
De ki: "Habisin çokluğu acaibine de gitse, habis ile tayyib {yani, insanların mallarından haram olan ile helâl olan} bir olmaz." (Mâide/100)
Tayyib {yani, helâl} bir sa'îd'e kasdedin/yönelin! (Mâ-ide/6)
Sizin için tayyib {yani, helâl} olan kadınlardan ni*kahlayın! Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nisâ/3) 2. et-Tayyib ve'l-habîs ile, raü'min ve kâfir kasde*dilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah mü'minleri bulunduğunuz hal üzere bırakacak değildir. Nihayet habisi tayyibten {yani, ehl-i kâfiri ehl-i imândan} ayıracaktır. (Âl-i îmrân/179)
Allah habisi tayyibten {yani, ehl-i kâfiri ehl-i imân*dan} ayırsın... (Enfâl/37)
Tayyib beldenin {yani, verimli arazinin} nebatı Rabbinin izni ile çıkar. Habîs olanın {yani, verimsiz-ço-rak arazinin} ise çıkmaz, çıksa da bir işe yaramaz.
(A'râf/58)
Bu, mü'min ve kâfirin meselidir. Tayyib [verimli] arazi/toprak, mü'mine benzer; onu işittiği vakit îmân ile faydalanır. Habîs arazi/toprak da kâfire benzer; onu işitse bile îmân ile faydalanmaz. 3. et-Tayyib kelimesi, güzel manasına gelir; şu â-yette olduğu gibi: ;
O'na tayyib' kelime (yani, güzel kelime -o da, Allah müstesna, ilah olmadığına şehâdettir-} yükselir. Onu da sâlih amel yükseltir. (Fâtır/10)
Salih kimse de bu şekilde amelde bulunur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Allah'ın, tayyib bir kelimeyi (yani, güzel bir kelimeyi: Allah müstesna ilah olmadığına şehâdet etmeyi} na*sıl mesel darbettiğini görmez misin? (Tayyib bir keli*me), kökü sabit ve dalları semada tayyib lyani, güzel} bir ağaç gibidir. (İbrâhîm/24)
Aynı şekilde mü'min de, Allah dışında ilah olmadı*ğına şehâdet edip sâlih amel işleyecek olursa, sözü ve ameli Allah'a yükselir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
24. El-Fevâhîş
el-Fevâhiş, dört manada tefsir edilir: 1. el-Fevâhiş, şirkte/şirk içinde masiyet [isyan/ita*atsizlik] demektir; şu âyette olduğu gibi:
Bir fahişe lyani, câhiliye ehli, şirkte kendi kendilerine haram kıldıkları herhangi bir hususta bir ma'siyeti işleseler, "Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Al*lah da bize bunu emretti" derler. De ki: "Allah kesin*likle fahşâyı (yani, ma'siyeti -bu da, hars ve en'âm'ı keyiflerine göre haram kılmalarıdır-} emretmez." (A'râf/28) 2. el-Fâhişe lafzı ile, masiyet -bu da zinadır- kas-dedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kadınlarınızdan o fahişeyi (yani, o ma'siyeti -bu da, zinadır-! işleyenlere... (Nisâ/15)
De ki: "Rabbim ancak açığı ve gizlisiyle fevâhişi {ya*ni, zinayı} haram kılmıştır." (A'râf/33)
Ey Nebi'nin kadınları! Sizden kim açık bir fahişe {ya*ni, zina} işlerse... (Ahzâb/30) 3. el-Fâhişe kelimesiyle, erkeklere dübürlerinden yaklaşmak I homoseksüellik kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
(Lfıt şöyle demişti}: "Siz cidden o fahişeyi (yani, o na'siyeti -bu da erkeklere dübürlerinden yaklaşmak*tır-} işliyorsunuz ha!" (Ankebut/28) 4. el-Fâhişe; isyan -bu da, kadının nüşuzu I serkeş*liği- demektir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlar açık bir fahişe işlemedikçe (yani, serkeşlik-itaatsizlik-isyankarlık etmedikçe), kendilerine verdiğimizin bir kısmını geri almak için onları sıkıştırmayın! (Nisa/19)
Açık bir fahişe işlemedikçe (yani, serkeşlik-itaatsizlik-isyankarlık etmedikçe) onları evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar! (Tâlak/10) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:00
kral41
25- Ednâ
Ednâ, dört manada tefsir edilir: 1. Ednâ lafzı, daha uygun, daha layık, daha elve*rişli manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gi*bi:
Bu... şehâdet için daha sağlam ve şüphe hususunda ednâdır {yani, şüpheye düşmemeniz için daha uygun*dur}. (Bakara/282)
Bu, sapmamanız için ednâdır {yani, daha uygundur}. (Nisâ/3)
Bu, şâhidliği gerektiği şekilde yerine getirmeleri... hususunda ednâdır {yani, daha uygundur}. (Mâ-ide/108) 2. Ednâ lafzı, daha yakın manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Andolsun ki Biz onlara en büyük azâbtan {yani, âhi-retteki ateş azabından} önce, ednâ azâbtan {yani, da*ha yakın olan dünyadaki açlık azabından} tattıraca*ğız. (Secde/21)
Onlar açık bir fahişe işlemedikçe {yani, serkeşlik-ita-atsizlik-isyankârlık etmedikçe}, kendilerine verdiğini*zin bir kısmını geri almak için onları sıkıştırmayın! (Nisâ/19)
Açık bir fahişe işlemedikçe {yani, serkeşlik-itaatsiz-lik-isyankârhk etmedikçe} onları evlerinden çıkarma*yın, onlar da çıkmasmlar! (Talâk/10)
Qâbe qavseyni [bir yayın iki ucu/iki yay kadar] oldu, hatta ednâ {yani, daha yakın}. (Necm/9) 3. Ednâ lafzı, daha az manasında kullanılmıştır; şu âyette böyledir:
Üç kişi aralarında konuşmasınlar ki O onların dör*düncüleri olmasın. Beş kişi olmasınlar ki O onların altıncısı olmasın. İster bundan ednâ {yani, daha az}, ister daha çok olsunlar, O {yani, Allah'ın ilmi}, mut*laka onlarla beraberdir. (Mücâdele/7) 4. Ednâ lafzı, aşağı, düşük anlamına da gelir. İsrâ-îloğulları kendilerine, menn ve selva yerine, yerin bi*tirdiği bakliyat ve benzeri şeylerin verilmesini taleb et*tiklerinde, onlara yapılan hitabta bu manada kullanıl*mıştır:
Dedi ki: "Siz hayırlı olanı, ednâ {yani, daha aşa*ğı I daha düşük} olanla {yani, arzın nebatıyla} değiş*tirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise Mısr'a inin; sizin için istedikleriniz var." (Bakara/61) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
26. Te'vîl
Te'vil, beş manada tefsir edilir: 1. Te'vîlihî [onun te'vîli] ibaresi ile, Muhammed ve o'nun ümmetinin hükümranlık süresi I hükümranlıkla*rının nihayeti kasdedilmiştir; şu âyette böyledir:
Fitne aramak ve onun te'vîlini {yani, Muhammed ve o'nun ümmetinin hükümranlığının nihayetini I sonu*nu} aramak... (Âl-i İnırân/7)
Şöyle ki: Yahudiler cummel hesabıyla Muham-med'in ve o'nun ümmetinin ne kadar hükümran olacağını, bu hükümranlığın ne zaman sona erece*ğini ve hükümranlığın tekrar Yahudilere ne zaman döneceğini öğrenmek istediler. Bunun üzerine Yüce Allah buyurdu ki:
Halbuki onun te'vîlini Allah'tan başkası bilmez {yani, Muhammed ve o'nun ümmetinin hükümranlığının te'vîlini [hükümranlığının ne zaman sona ereceğini] Allah'tan başka kimse bilemez. Onların Kıyamete ka*dar hükümran olacağını ve bu hükümranlığın Yahu*dilere tekrar dönmeyeceğini Allah'tan başkası bile*mez Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Âl-i İmrân/7) 2. Te'vîlehu [onun te'vîli]; Allah'ın Kur'ân'da, hayr ve serden Kıyamet Günü gerçekleşeceğini va'dettikleri-nin akıbeti I sonu demektir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlar {yani, Mekke kâfirleri} onun te'vîlinden {yani, onun akıbetinden; Allah'ın Kur'ân'da Rasûlü vasıta*sıyla va'dettiği hayr ve serden} başkasını mı bekliyor*lar? {Yani, ancak onun akıbetini, va'dedilen hayr ve şerri bekliyorlar}. Onun te'vîlinin geleceği gün {yani, Allah'ın Kur'ân'da va'dettiği hayr ve şerrin akıbeti*nin geleceği Kıyamet Günü}... (A'râf/53)
Hayır, onlar ilmini ihata edemedikleri ve henüz ken*dilerine gelmemiş olan bir şeyin te'vîlini {yani, Allah'ın Kur'ân'da, âhirette vuku bulacağını va'dettiği tehditlerin akıbetini} yalanladılar. (Yûnus/39) 3. Te'vîl ile, rüya tabiri kasdedilmiştir; şu âyetlerde böyledir:
Rabbin seni böylece seçecek, sana ehâdisin te'vîlini (yani, rüyaların tabirini} öğretecek. (Yûsuf/6)
Ve o'na ehâdisin te'vîlini {yani, (rüyaların) tabirini} öğrettik. (Yûsuf/21)
Bana ehâdisin te'vîlinden {yani, rüyaların tabirin*den} öğrettin. (Yûsuf/101) 4. Te'uîl, tahkik [tahakkuk etme, vuku bulma, ger*çekleşme] demektir; şu âyette olduğu gibi:
Ey babacığım! İşte bu, rüyamın te'vîlidir {yani, tahki*kidir; tahakkuk etmesidir I vuku bulmasıdır}. (Yû-sutflOO) 5. Te'vîluhû [onun te'vîli] ibaresi, onun çeşidi!türü manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Size rızıklanacağınız bir yiyecek gelecek olmasın ki, muhakkak ben onun te'vîlini {yani, gelecek yemeğin türünü I çeşidini} size gelmeden evvel haber vermiş olmayayım. (Yûsuf/37) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:00
kral41
27. El-İstîğfâr
el-İstiğfâr, üç manada tefsir edilir: 1. el-îstiğfâr, günahlardan ve şirkten dolayı bağış*lanma dilemek manasında kullanılır; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Rabbinize istiğfar edin ({yani, günah ve şirkten dola*yı Rabbinizden bağışlanma dileyin}) ve sonra O'na dönün! (Hûd/90)
Ey kavmim! Rabbinize istiğfar edin {yani (günah ve) şirkten dolayı bağışlanma dileyin}; doğrusu O, gaf*fardır. (Nûh/10) 2. el-Istiğfâr, salât [namaz veya dua] manasında
kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Seherlerde istiğfar edenler ({yani, namaz kılanlar ve*ya du'â edenler})... (Âl-i îmrân/17)
'( Onlar seherlerde de istiğfar ederlerdi ({yani, namaz
kılarlardı veya du'â ederlerdi}). (Zârîyât/18) 3. el-Istiğfâr, günahlardan ötürü bağışlanma dile*mek manasında kullanılmıştır; müşrik olan Azizin, ka*rısına söylediği şu sözde olduğu gibi:
Günahın için istiğfar et {yani, günahın sebebiyle seni cezalandırmaması için eşinden bağışlanma dile}; çünkü sen gerçekten hatalılardansın. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Yûsuf/29) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
28. Ed-Dîn
ed-Dîn, beş manada tefsir edilir: 1. ed-Dîn, tevhîd manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Şüphesiz Allah indinde dîn {yani, tevhîd}, islâm'dır-/tesuiniyettir. (Âl-i İmrân/19)
O halde dîni {yani, tevhidi} O'na halis kılarak Allah'a ibâdet et! (Zümer/2)
Lokman, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Rûm Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve diğer sûrelerdeki benzeri buyruklarda da böyledir.
Gemiye bindiklerinde dîni {yani, tevhidi} O'na halis kılarak Allah'a du'â ederler. (Ankebut/65)
Benzeri â}^etler çoktur. 2. ed-Dîn, hesâb manasında kullanılmıştır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Dîn {yani, Hesâb} Günü'nün mâliki... (Fâtiha/4) Bu, Dîn {yani, Hesâb} Günü'dür. (Sâffât/20)
Onlar ki, o Dîn {yani, Hesâb} Gününü tekzib ederler. (Mutaffifîn/11)
Gerçekten biz hesaba {dîn kökünden medinûn) mı çe*kileceğiz? (Sâfmt/53)
Hesaba [dîn kökünden medinîn) çekilmeyecek ise*niz... (Vâkıa/86) 3. ed-Dîn, hükm manasında da kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Zina eden erkek ile zina eden kadına celde vurun: o ikisinden her birine yüzer ceîde. Allah'ın dîninde iyani, Allah'ın zinakâr hakkındaki hükmünü tatbik hu*susunda} o ikisine acıyacağınız tutmasın! (Nûr/2)
Melik'in dîninde (yani, kralın hükm ve yargısına gö*re) kardeşini alıkoyacak değildi. (Yûsuf/76) 4. ed-Dîn ile, kulların kendisiyle Allah'a itaat ettik*leri kurum olarak dîn kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Rasûlü'nü hidâyet ve hak dîn (yani, İslâm dîni} ile gönderen O'dur; onu her dîne üstün kılmak için {ya*ni, İslâm dfhini, Allah'a itaat olmak üzere tâbi olu*nan diğer dînlerden üstün kılmak için}; müşrikler hoşlanmasalar da. (Tevbe/33)
Bunun bir benzeri de Saff sûresinde Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
yer almak*tadır.
Rasûlü'nü hidâyet ve hak dîn {yani, İslâm dîni} ile gönderen O'dur; onu her dîne üstün kılmak için {ya*ni, İslâm dînini, Allah'a itaat olmak üzere tâbi olu*nan diğer dînlerden üstün kılmak için}. (Feth/28) 5. ed-Dîn, millet [dîn ve şeriat] manasında kullanıl*mıştır; şu âyette olduğu gibi:
Hanif olarak İbrâhîm'in milletine... Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Âl-i İmrân/95) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:01
kral41
29. El-Hıssu
el-Hıssu, dört manada tefsir edilir: 1. Ahasse [hissetti], gördü manasındadır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Ne zaman ki îsâ onlardan küfrü hissetti {yani, gör*dü}... (Âl-i İmrân/52)
Ne zaman ki be'simizi hissettiler {yani, azabımızı gördüler}... (Enbiyâ/12)
Onlardan birini hissediyor {yani, görüyor} musun? (Meryem/98) 2. el-Hass kelimesi, öldürme manasında kullanıl*mıştır; şu âyette böyledir:
Hakikat şu ki, Allah va'dini yerine getirdi: hani onla*rı —O'nun izniyle- hissediyordunuz {yani, öldürüyor*dunuz}. (Âl-i İmrân/152) 3. el-Hass kelimesi, araştırmak anlamında kulla*nılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
(Ya'kûb dedi ki): "Ey oğullarım! Gidin de Yûsuf ve o'nun kardeşinden bir tahassüste bulunun" {yani, (Yûsuf ve kardeşini) araştırın}! (Yûsuf/87) 4. el-Hıss kelimesi, savtjses manasında kullanıl*mıştır; şu âyette olduğu gibi:
Onlar onun hasisini (yani, onun/ateşin sesini} dahi işitmezler ve onlar canlarının/iştahlarının çektiği şeyler içinde muhalleddirler/sürekli kalacaklardır. (Enbiyâ/102) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
30. El-İslâm
el-îslâm, iki manada tefsir edilir: 1. el-lslâm, ihlâs manasında kullanılmıştır; şu
âyetlerde olduğu gibi:
Hani Rabbi o'na, "Teslim ol" [eslim] (yani, ihlâslı ol} dediği zaman, ''Âlemlerin Rabbine teslim oldum" [es*le mtu] {yani, âlemlerin rabbine ihlâslı oldum} demiş*ti. (Bakara/131)
Eğer seninle, tartışırlarsa de ki: "Ben vechimi Allah'a teslim ettini [eslemtu] (yani, ben dînimi Allah'a hâlis kıldım}, bana tâbi olanlar da." (AH Imrân/20)
Kendilerine Kitap verilenler ile ümmilere de ki: "Siz de teslim oldunuz mu" {yani, tevhîd ile ihlâsa erdiniz mi}'? Eğer teslim olurlarsa {yani, tevhîd ile ihlâsa ererlerse}, hidâyet bulmuş olurlar. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Aî-i Imrân/20)
Kim. vechini Allah'a teslim ederse {yani, kim dînini Allah'a hâlis kılarsa}... (Lokmân/22)
Benzeri âyetler çoktur. 2. el-lslâm lafzı, ikrar [kabul ettiğini ifade etmek] manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Halbuki O'na teslim olmuşlardır {yani, kulluklarını ikrar etmişlerdir} semadakiler {yani, melekler} ve arzdaküer {yani, mü'minler} isteyerek; ve istemeye*rek {yani, şâir dîn mensubları da istemeyerek teslim, olmuşlardır: kulluklarını ikrar etmişlerdir; -kendilerini Allah'ın yarattığını ve mıhlandırdığım bilmele*ri, onların teslimiyetleridir}kulluklarını ikrar etme*leridir-}. (Âl-i İmrân/83)
Bedeviler, "Biz imân ettik" dediler. De ki: "Siz îmân etmediniz, fakat teslim olduk" {yani, lisân ile ikrar ettik} deyin! (Hucurât/14)
îslâmlarınm/teslimiyetlerinin [yani, ikrarlarının}ka*bul etmelerinin} ardından küfrettiler {yani, ikrarda bulunmalarının ardından küfredip ihlâsı kopardı*lar}. (Tevbe/74) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:04
kral41
31- Eş-Şükr
eş-Şükr, iki manada tefsir edilir: 1. eş-Şükr, tevhîd"muvahhid manasında kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Biz şâkirlerin {yani, muvahhidlerin} karşılığım vere*ceğiz. (Al-i İmrân/145)
Allah şâkirleri (yani, muvahhidleri} en iyi bilen değil mi? (En'âm/53)
Andolsun ki, şükrederseniz {yani, muvahhid olursa*nız} elbette artırırım. (İbrâhîm/7)
Benzeri âyetler çoktur. 2. eş-Şükr, nimete şükr/îiimete teşekkür etmek ma*nasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Bana {yani, Benim nimetlerime} şükredin ve nankör*lük etmeyin! (Bakara/152)
{Süleyman dedi ki}: "Bu, Rabbimin fazlından; şükür {yani, nimetine şükür} mü edeceğim, yoksa nankör*lük mü?" (Neml/40)
(Lokmân'a hikmet bahşettik ki), Allah'a şükret diye. Kim şükrederse {yani, nimete şükrederse}, ancak ken*disi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, muhakkak Allah muhtaç değildir, hamde layık olan*dır. (Lokmân/12) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
32. El-Îmân
el'Imân, dört manada tefsir edilir: 1. el-îmân, tasdik sözkonusu olmaksızın lisân ile îmân ikrarı anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde böyledir:
O şundan: onlar îmân etmişler {yani, onlar aleniyette lisânları ile ikrar etmişler}, sonra küfretmişlerdir {ya*ni, gizlide küfretmişlerdir; Nebi'yi (Allah'ın salâtı ve bereketi o'nun üzerine olsun) ve o'nun getirdiklerini tasdik etmemişlerdir} de bu yüzden kalblerine mühür vurulmuştur. Artık onlar anlamazlar. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Münâfîkûn/3)
Ey îmân edenler {yani, (kalblerinin) tasdiki olmaksı*zın lisânlarıyla ikrarda bulunanla?'}! Mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah'ın zikrinden alıkoymasın. (Mü-nâfikûn/9)
îmân edenlerin {yani, kalblerinin tasdiki olmaksızın lisânlarıyla ikrarda bulunanların} kalblerinin Allah'm zikrine huşu duymalarının zamanı gelmedi mi?! (Hadîd/16)
Ey îmân edenler {yani (kalblerinin tasdiki olmaksı*zın lisânlarıyla) ikrarda bulunanlar}! Allah'ın kendi*lerine gazâb ettiği bir kavmi velî edinmeyin! (Müm-tehine/13) 2. el-îmân lafzı, gizlide ve aleniyette I açıkta tasdik manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
îmân edenler (yani, açıkta ve gizlide tasdik edenler) ve sâlih amel işleyenler var ya, işte bunlar halkm en hayırlılarıdır. (Beyyine/7)
Mü'min ve mü'mineleri {yani, açıkta ve gizlide tasdik eden mü'min erkekleri ve mümin kadınları} altların*dan ırmaklar akan cennetlere sokmak... (Feth/5)
Benzeri buyruklar çoktur. 3. el-îmân, tevhîd manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kim îmâna {yani, tevhide} küfr ederse ameli boşa gi*der. (Mâide/5)
îmâna {yani, tevhide} çağırılıyordunuz da küfrediyor*dunuz. (Mü'min/10)
Kalbi îmân {yani, tevhîd} ile mutmain olduğu halde zorlananlar müstesna... (Nahl/106) 4. el-îmân ile, şirk içinde I şirk ile bir imân kasde-dilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Onların {yani, Arab müşriklerinin} çoğu, şirk koş-maksızm Allah'a îmân etmezler. (Yûsuf7106)
Bu âyette, Arab müşrikleri ve onların îmân edişleri sözkonusu edilmektedir.
Andolsun ki, onlara, "Kendilerini kim yarattı" diye sorsan, "Allah" derler. (Zuhmf/87)
Andolsun ki, onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, "Allah" derler. (Lokmân/25 ve Zümer/38)
işte onların îmânı böyledir; fakat onlar bu halleriy*le Allah'a şirk koşmaktadırlar. Ehl-i Kitap da ra-sûllerin ve kitapların bazısına îmân ederler, bazısı*nı da inkâr ederler. Allah boyleleri için, İşte onlar, kâfirlerin ta kendileridir (Nisa/151) buyurmakta*dır. Bu sebeble onların, rasûllerin ve kitapların ba*zılarına îmân etmelerinin kendilerine bir faydası olmaz. Çünkü hepsine îmân etmemişlerdir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:04
kral41
33. İqâmu's-Salât
gâmu's-salât, iki manada tefsir edilir: 1. Eqâme's-salât ibaresi, tasdikten yoksun ikrar manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Artık o müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün... Eğer dönüp {yani, şirkten dönüp) salâtı iqâme eder ve ze*kâtı verirlerse {yani, salâtı içâme ve zekâtı ita etmeyi ikrar ederlerse} yollarını tahliye edin! (Tevbe/5)
Bir mü'min hakkında zimmet gözetmezler. İşte onlar haddi aşanlardır. Eğer döner, salâtı iqâme, zekâtı ita ederlerse {yani, salâtı ikâme, zekâtı ita etmeyi ikrar ederlerse!, artık dînde kardeş]erinizdir. (Tevbe/10-11)
Bunun bir benzeri de Secde sûre sindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 2. îgânıu's-salât ibaresi, onun I namazın tam-eksik-siz kılınması manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Salâtı iqâme Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
{yani, namazı tam ve eksiksiz kılmayı} ve zekâtı ita etmeyi {yani, farz olan zekâtı vermeyi},.. (Enbiyâ/73)
Bunun bir benzeri de Müzzemmil sûresinde Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
yer
almaktadır.
Onlar ki gayba ({Kur'ân'a, onun Allah'tan Muhammed'e indirildiğine}) îmân eder, salâtı iqâme eder {ya*ni, namazı tam ve eksiksiz kılar} ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden infak ederler {yani, zekâtı ve*rirler}. (Bakara/3) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
34. El-Fadl
el-Fadl, yedi manada tefsir edilir: 1. el-Fadl ile, İslâm kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
De ki: "Şüphesiz fadl {yani, islâm} Allah'ın elindedir; onu dilediği kimseye verir." (Âl-i İmrân/73)
İşte bu, Allah'ın fadlıdır (yani, islâm}, onu dilediği kimseye verir. (Cuma/4)
De ki: "Allah'ın fadlı ve rahmetiyle,işte bununla se*vinsinler." (Yûnus/58) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Ve bunun birçok benzeri. 2. el-Fadl ile, nübüvvet kasdedilmiştir; şu âyetler*de olduğu gibi:
Allah'ın senin üzerindeki fadlı {yani, Allah'tan sana nübüvvet ve Kitap bahsedilmesi} azimdir. (Nisâ/113)
Rabbinden bir rahmet olması hariç. Hakikaten O'nun senin üzerindeki fadlı {yani, Allah'tan sana nübüvvet ve Kitap bahsedilmesi} kebîrdir/pek büyük*tür. (İsrâ/87) 3. el-Fadl ile, cennette rızk kasdedilmiştir; şu âyet*te olduğu gibi:
Allah'tan bir nimet, bir fadl {yani, cennette rızk}... müjdelerler. (Âl-i İmrân/171) 4. el-Fadl ile, rızk kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
O namaz tamamalandığmda, yeryüzüne yayılabilir ve Allah'tan bir fadl {yani, ticaret yoluyla rızk} araya*bilirsiniz. (Cuma/10)
Diğer bir kısmının da Allah'ın fadlından {yani, ticaret yoluyla rızk} aramak için yeryüzünde yol tepecekleri*ni bilir. (Müzzemmil/20)
Şayet size Allah'tan bir fadl {yani, ganimetten bir rızk} isabet ederse... (Nisâ/73)
Benzeri buyruklar çoktur. 5. el-Fadl lafzı ile, (elden çıkanın) yerini tutan şey®9 kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Allah ise size Kendinden bir mağfiret ve {sadakanıza karşılık} bir fadl {yani, sadakanızın yerini tutacak bir mal} va'dediyor. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Bakara/268) 6. el-Fadl ile, minnet I lütfü hatırlatmak kasdedil*miştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Üzerinizde Allah'ın fadlı ve rahmeti {yani, üzerinizde Allah'ın lütuf ve nimeti} olmasaydı, pek azınız müs*tesna, {baştan hepiniz} şeytana tâbi olmuştunuz. (Nisâ/83)
Üzerinizde Allah'ın fadl u rahmeti {yani, üzerinizde Allah'ın lütfü nimeti} olmasaydı... (Nûr/10, 14, 20, 21)
Benzeri buyruklar çoktur. 7. el-Fadl ile, cennet kasdedilmiştir; şu âyette oldu*ğu gibi:
Mü'minlere müjdele: onlar için, Allah'tan büyük bir fadl (yani, cennet} vardır. (Ahzâb/47) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:05
kral41
35. Sırr
Sırr, dört manada tefsir edilir: 1. Sırr kelimesi, soğuk / şiddetli soğuk manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bir rüzgar ki, onda bir sırr (yani, soğuk, şiddetli bir soğuk} var; kendilerine zulmeden bir kavmin ekinine isabet etmiş... (Âl-i İmrân/117)
Onların üzerine sarsar (yani, soğuğu şiddetli} bir rüzgâr {-bu da, ed-debur'dur-} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
gönderdik. (Fussi-let/16)
Bunun bir benzeri de Hakka Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve Kamer Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sûre*sin dedir. 2. Sırr lafzı, zenbfgünah üzerinde ısrar, yani onu sürdürüp devam ettirmek anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlar ki, bir fahişe işledikleri yahut nefislerine zul*mettikleri vakit... hem onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler {yani, onlar -kasıt, ehl-i tevhîd'tir-yap*tıkları ma'siyeti sürdürüp gitmezler!. (Al-i İmrân/135)
O azîm hıns üzerinde ısrar ederlerdi {yani, o zenb I gü*nah -kasıt, şirktir- üzere devam ederlerdi} (Vâkıa/46)
Israr ettiler {yani, şirk Üzere devam ettiler} ve büyük-lendiler {yani, büyüklendikçe büyüktendiler}. (Nûh/7) 3. Sarre kelimesi, sayha [bağırtı, çığlık] manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Bunun üzerine karısı, bir sarre içinde {yani, bir say*ha ile/bir çığlık atarak} ilerledi de yüzüne çarpa*rak... (Zârîyât/29) 4. Sırr kelimesi, koparına, parçalama, kesme anla*mında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Onları kendine sırr eyle {yani, onları parçala}! Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Ba*kara/260) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
36. Ed-Durr
ed-Durr, beş manada tefsir edilir: 1. ed-Durr kelimesi, bela ve şiddet anlamında kul*lanılır; şu âyette olduğu gibi:
Be'sâ'da (yani, fakirlik zamanlarında} ve darrâ'da {yani, şiddet ve bela zamanlarında} sabredenler... (Bakara/177)
Onlara be'sâ ve darrâ {yani, bela ve şiddet} dokun*du... (Bakara/214)
Bunun bir benzeri de Zümer sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 2. ed-Durr lafzıyla, yağmurun yağmaması, yağmur kıtlığı kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Andolsun ki, senden önceki ümmetlei'e de gönderdik. Onları, yalvarsmlar diye be'sâ {yani, fakirlik I yoksul*luk} ve darrâ {yani, yağmur kıtlığı I kuraklık} ile sı*kıştırdık. (En'âm/42)
Biz hangi karyeye bir nebi gönderdikse, onun halkını be'sâ ve darrâ {yani, yağmur kıtlığı i kuraklık} ile sı*kıştırdık. (A'râf/94)
Kendilerine dokunan bir darrânm {yani, yağmur kıt*lığının I kuraklığın} ardından insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman... (Yûnus/21)
Bunun bir benzeri de Rûm sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 3. ed-Durr lafzı ile, denizdeki (dehşetli) haller kas*dedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Bahr'de size bir durr {yani, denizde size dehşetli bir hal} dokunduğu zaman, du'â ettikleriniz kaybolur, yalnız O hariç. (îsrâ/67) 4. ed-Durr ile, bedendeki hastalık ve belalar kasde*dilmiştir; şu âyetlerde böyledir:
insana bir durr {yani, insanın bedenine bir hastalık ve bela} dokunduğu zaman, gerek yanı üzereyken, gerek otururken, gerek dikilirken Bize du'â eder. (Bu âyet, Ebî Huzeyfe b. el-Muğîre hakkında inmiştir). Fakat Biz ondan durrunu {yani, hastalığını} açtığımız/gider*diğimiz zaman, sanki kendisine dokunan durr için Bi*ze du'â etmemiş gibi geçer gider. (Yûnus/12)
Bunun bir benzeri de Zümer sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Eyyûb'u da... Hani Rabbine, "Bana durr {yani, bela ve şiddet/ dokundu; Sen ise merhametliler merha-metlisisin" diye nida etmişti. (Enbiyâ/83) 5. ed-Durr kelimesi, eksiklik/noksanlık Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
manasın*da kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Sana hiçbir durr ((yani, eksiklik/ noksanlık)) vere*mezler. (Nisâ/113) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:06
kral41
37. El-Vekîl
el-Vekîl, dört anlamda kullanılır: 1. el-Vekîl, koruyucu jkoruyan manasında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
...Ya Kıyamet Günü Allah'a karşı onlardan yana kim mücadele edecek veya onlara kim vekîl olacak {yani, onları kim koruyacak, onlara gelecek teklikleri kim önleyecek}1? (Nisâ/109)
Doğrusu Benim kullarım {yani, muvahhid kullarım! var ya, senin onlar üzerinde sultânın yoktur; vekîl {yani, muvahhid kullarını gelecek tehlikelerden koru*yucu, onlara gelecek tehlikeleri Önleyici} olarak Rab-bin yeter. (İsrâ/65) 2. Vekîl, rabb manasında kullanılmıştır; şu âyetler*de olduğu gibi:
O halde O'nu vekîl {yani, rabb} edin! (Müzzemmil/9)
...Beni bırakıp başkasını vekîl {yani, rabb} edinmeyin dij'e. (îsrâ/2)
...O halde O'na ibâdet edin, O.her şey üzerine vekil*dir {yani, O her şeyin rabbidirl." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(En'âm/102)
Bunun bir benzeri de Zümer sûresinde bulunmak*tadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 3. Vekil kelimesi, zorba bir egemen manasında kul*lanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Biz seni onların üzerine vekîl {yani, zorba bir ege*men} kılmadık. (En'âm/107)
O hak iken, kavmin onu yalanladı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
De ki: "Ben si*zin üzerinize vekîl {yani, zorba bir egemeni deği*lim." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(En'âm/66)
Onun üzerine sen mi vekîl {yani, zorba bir egemen} olacaksın. (Furkân/43)
Vekîl kelimesi, Kur'ân-ı Kerîm'de yer alan, Sen onların üzerine vekil değilsin Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ibarelerinin tümünde bu manadadır. 4. Vekil, şahidi tanık anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde bu manadadır:
Göklerdeki ve yerdekiler Allah'ındır {yani, O'nun kul*larıdır ve O'nun mülkündedirlerj; vekîl {yani, onların, kulları olduklarına şahidi tanık} olarak da Allah kâfi*dir. (Nisâ/132)
O, çocuğu olrnaktan münezzehtir. Göklerdeki ve yer*dekiler O'nı^ndur (yani, O'nun kullarıdır ve O'nun mülkündedirlerj; vekîl {yani, o ikisinde bulunanların, O'nun kulları olduklarına şâhid I tanık} olarak Allah kâfidir. (Nisâ/171)
Sen ancak bir uyarıcısın, Allah ise her şey üzerine ve*kildir {yani, senin Rasûlü olduğuna şâhidtir I tanıktır}. (Hûd/12)
Allah söylediklerimize vekildir {yani, şâhidtir I'tanıktır}. (Yûsuf/66)
{Mâsâ dedi ki}: "Allah da bu söylediklerimiz üzerine vekildir" {yani, şâhidtir /tanıktır}. (Kasas/28) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
38. El-Muhsanât
el-Muhsanât, üç şekilde tefsir edilir: 1. el-Muhsanât, hürler anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Savaş esiri olarak ellerinizin sahip oldukları müstes*na, kadınlardan muhsanât {yani, hürler} da (size ha*ram kılındı). Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nisa/24)
Sizden kim de, mü'min kadınlardan muhsanâtı {yani, hürleri} nikâhlamaya güç yetiremiyorsa... (Nisâ/25)
Eğer onlar bir fahişe [zina] işlerlerse, muhsanâta {yani, hürlere} verilen azabın yarısı lazım gelir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nisâ/25) 2. el-Muhsanât, iffetliler manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Muhsanât lyani, fevâhişten kaçınan iffetli kadınlar}; gayri müsâfîhât {yani, alenî zinadan kaçman kadın*lar} ve gizli dost edinmeyen kadınlar oldukları halde... (Nisâ/25)
Muhsinîn {yani, farelerinizi fevâhişten koruyarak I if*fetlerinizi muhafaza ederek}; gayri müsâfîhîn {yani, alenî zina etmeksizin... (Mâide/5)
Muhsanâta {yani, fevâhişten uzak iffetli kadınlara} iftira edenlere... Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nûr/23)
İmrân bt. Meryem'i ki, ahsanât ferceha (yani, fevâ-hişlen uzak iffetli}. (Tahrîm/12) 3. Muhsanât, müslüman kadınlar anlamında kul*lanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İhsan eden kadınlar {yani, teslim olan kadınlar -ki bunlardan kasıt cariyelerdir-} oldukları halde... Eğer onlar, bir fahişe [zina] işlerlerse... (Nisâ/25)
Muhsanâta {yani, hür-müslüman kadınlara} atan*lar.. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nûr/4) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:07
kral41
39. El-Eşhâd
el-Eşhâd, altı şekilde tefsir edilir: 1. el-Eşhâd, tebliğe -ki tebliğde bulunanlardan ka*sıt, nebilerdir- şâhidlik eden manasında kullanılmış*tır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Her ümmetten birer şâhid {yani, risaleti tebliğ ettik*lerine dair onlara karşı şâhidlik edecek nebilerini} getirdiğimiz, seni de {ey Muhammed}, onların üzeri*ne şâhid {yani, risaleti tebliğ ettiğine dair şâhid} ge*tirdiğimiz zaman halleri nasıl olacak?! (Nisâ/41)
O gün her ümmetten birer şâhid çıkaracağız {yani, ne*bilerini üzerlerine şâhid olarak getireceğiz}. (Nahl/84)
İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerinde şâ*hid idim. (Mâide/117)
Şâhidler {yani, nebiler} de, "İşte şunlar {yani, kavim*lerinin kâfirleri}, Rabb'leri üzerine yalan söyleyenler*dir" {yani, Allah'ın ortağı olduğunu iddia edenlerdir}. (Hüd/18) 2. eş-Şehıd kelimesi, Ademoğlu 'nun amelini yazan hıfzedici melek manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Her kişi beraberinde bir sürücü ve bir şehîd {yani, amellerini yazan melek} bulunduğu halde gelecektir. (Kaf/21)
Bu âyetteki şehîd lafzıyla, "dünyadaki amellerini yazan hıfzedici melek" kasdedilmektedir ki âhiret-te de ameli hususunda ona karşı şâhidlik edecek*tir.
Nebiler ve şühedâ {yani, amelleri hususunda onlara karşı şâhidlik edecek hafaza melekleri} getirilmiş... (Zümer/69)
Muhakkak Biz rasûllerimize ve mü'minlere dünya hayatta ve şâhidlerin {yani, hıfzedici meleklerin jha-faza meleklerinin} dikileceği gün yardım ederiz. (Mü'min/51) 3. Şühedâ ile, nebilerin tebliğde bulunduklarına şâhidlik edecek olmaları hasebiyle Ümmet-i Muham*med kasdedilmektedir; şu âyetlerde böyledir:
Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki, insanlar üze*rine şühedâ {yani, rasûllerin, risaleti onlara tebliğ et*tiklerine şâhidler} olasınız... (Bakara/143)
Bundan önce ve bunda... ta ki Rasûl sizin üzerinize şehîd olsun, siz de insanlar üzerine şühedâ {yani, ra-sûllerin kavimlerine risaleti tebliğ ettiklerine şâhid-lerj olasınız. (Hacc/78)
Bizi şâhidler {yani, ümmet-i Muhammedi ile beraber yaz. (Mâide/83) 4. eş-Şehîd kelimesiyle, Allah yolunda şehâdet eden kimse kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
İşte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği nebiler, sıddîklar, şühedâ {yani, Allah yolunda şehâdet eden*ler] ve salimler ile beraberdir. (Nisâ/69)
Rabb'lerinin indinde şühedâdır {yani, onlar Allah yo*lunda şehâdet edenlerdir; onlar için ecir ve nurları vardır}. (Hadîd/19) 5. eş-Şehîd kelimesi ile, bir kişinin hakkına veya Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
insanların haklarına dair şâhidlik etmek /şehâdette bulunmak kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Erkeklerinizden iki şehidi şâhid tutun {yani, haklara dair olan bu işleme}; eğer iki erkek olamıyorsa, razı . olacağınız şühedâdan bir erkek ile iki kadın... (Baka*ra/282)
Bunun benzeri çoktur.
Sizden adi sahibi iki şâhid {yani, boşama ve müraca*at hallerinde iki şâhid} tutun; şehâdeti de Allah için dosdoğru yapın! (Talâk/2) 6. Şehîd,.hâzır bulunmak, hâzır bulunan manasın*da kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Size bir musibet isabet ederse, "Allah bana lütfetti de onlarla beraber şehîd {yani, hâzır} bulunmadım" der.
(Nisâ/72)
Biz Musa'ya o emr'i kaza ettiğimizde sen batı tara*fında değildin; şâhidlerden {yani, orada hâzır bulu*nan kimselerden} de değildin. (Kasas/44)
Şuhûden {yani, Mekke'de hâzır bulunan} oğullar... (Müddessir/13)
Onlar ki, zûr'a şâhidlik etmezler {yani, orada I ona hâzır bulunmazlar}. (Furkân/72)
Yoksa siz Ya'kûb'a ölüm geldiği zaman şühedâ mıy*dınız {yani, orada hâzır mı bulunuyordunuz}1? (Baka*ra/133)
O ikisinin azâblarma şâhid olsunlar {yani, onlar ce*zalandırılırken hâzır bulunsunlar}. (Nûr/2) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
40. Es-Sâdıqîn
es-Sâdıqîn, üç şekilde tefsir edilir: 1. es-Sâdıqln, ile, nebiler kasdedilmiştir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Sâdıqîne {yani, nebilere} sadâkatlerinden soracağı {yani, onların Allah'tan aldıkları risaleti kavimlerine ulaştır*dıklarını I tebliğ ettiklerini soracağı} için. (Ahzâb/8)
Bugün, sâdıqînin {yani, nebilerin} sadâkatlerinin fay*da vereceği gündür. (Mâide/119) 2. es-Sâdıkîn lafzı ile, hasseten muhacirler vasfe-dümiştir; şu âyette olduğu gibi:
(Allah'ın, Rasûlü'ne verdiği fey), o fakir muhacirler için ki: yurtlarından ve mallarından çıkarıldılar, Al*lah'tan bir fazl ve rıdvan ararlar, Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne yardım ederler. İşte onlar, sâdıqûndur. (Haşr/8) 3. es-Sâdıkîn lafzı ile, mü'minler vasfedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Çünkü Allah sâdıqîne (yani, mü'minlere} sadâkatleri*nin karşılığını verecek... (Ahzâb/24) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:07
kral41
41. Harec
Harec, üç şekilde tefsir edilir: 1. Harec, şekki'şüphe manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Yok, yok! Rabbine kasem olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp sonra verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir harec {yani, şekk I şüp*he} duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadık*ça îmân etmiş olmazlar. (Nisâ/65)
Sakın ondan dolayı göğsünde bir harec {yani, Kur'ân'ın Allah'tan geldiği hususunda bir şekkjşüphej olma*sın. (A'râf/2)
Kimi de dalâlete düşürmeyi irade ederse, onun göğ*sünü dıyq-harec yapar (yani, (onun göğsüne) şekk-lşüphe (koyar)}. (En'âm/125) 2. Harec, dıyq [darlık I sıkıntı I zorluk] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah'ın muradı sizi harece {yani, dininizle ilgili her-hangi bir hususta sıkıntıya} sokmak değil. (Mâide/6)
Dînde size bir harec {yani, bir darlık} vermedi. (Hacc/78) 3. Harec, ismi günah manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Zayıflara, hastalara ve infak edecek bir şey bulama*yanlara bir harec {yani, bunların gazveye katılmama*larında bir günah} yoktur. (Tevbe/61)
Bunun bir benzeri de Feth sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
A'mâya harec yok, topala harec yok, hastaya harec yok {yani, onlarla beraber yemek yemekte bir günah yok}. (Nûr/61) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
42. Hel
Hel, dört manada kullanılmıştır: 1. Hel, (olumsuzluk edatı olan) mâ anlamında kul*lanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlar, kendilerine meleklerin gelmesinden başkasını mı [hel] bekliyorlar {yani, başkasını beklemiyorlar}. (En'âm/158)
Bunun bir benzeri de Nahl sûresindedir (33. âyet).
Onlar, buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin kendilerine gelivermesinden başkasını mı [kel] bekli*yorlar {yani, başkasını beklemiyorlar}. (Bakara/210)
Onlar, farkında değillerken Saat'in ansızın kendileri*ne gelmesinden başkasını mı [kel] bekliyorlar {yani, başkasını beklemiyorlar}. (Zuhruf/66)
Artık onlar Saat'in kendilerine ansızın gelmesinden başkasını mı [Kel] bekliyorlar {yani, başkasını bekle*miyorlar}. (Muhammed/18)
Rasûller üzerine apaçık tebliğden başkası mı [hel] düşer" (yani, rasûller üzerinde apaçık tebliğden baş*kası düşmezi. (Nahl/35) 2. Hel [mi-mı.....dır-dir, tır-tir, dı-di, tı-ti anla*mında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İnsan üzerinden geçti mi {yani, geçti i geçmiştir)... (İnsan/1)
Sana ğâşiyenin hadisi geldi mi {yani, geldi i gelmiş*tir}. (Ğâşiye/1)
Sana Musa'nın hadîsi geldi mi {yani, geldi Igelmiş*tir}. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Tâ-Hâ/9)
Sana İbrahim'in konuklarının hadîsi geldi mi {yani,
geldi I gelmiştir). (Zâriyât/24) 3. Hel [mi, mı], olumsuz soru edatı anlamında kul*lanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Seni delâlet edeyim {yani, delâlet etmeyeyim} mi, huld ağacına? (Tâ-Hâ/120)
Size "....." diye haber veren bir adama delâlet edelim
{yani, delâlet etmeyelim} mi? (Sebe.77)
Amelleri açısından en çok ziyana uğrayanları size ha*ber vereyim {yani, haber vermeyeyim} mi? (Kehf/103)
Size şeytanların kimin üzerine indiğini haber vere*yim {yani, haber vermeyeyim} mi? (Şu'arâ/221) 4. Hel, istifhamdı inkârı /inkâr tarzında soru ola*rak kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Size rızık olarak verdiklerimizde, sağ ellerinizin sa-hib oldukları kölelerinizden ortaklarınız olmasını... kabul eder misiniz {yani, etmezsiniz}. (Rûm/28)
O Allah ki sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürür, sonra sizi diriltir. Sizin şeriklerinizden bunlardann birini olsun yapabilecek var mıdır?! {ya*ni, yoktur}. (Rûm/40)
Ortak koştuklarınızdan ilkin yaratıp sonra onu iade edecek kimse var mıdır {yani, yoktur}. (Yûnus/34)
Ortak koştuklarınızdan hakkı gösterecek bir kimse var mıdır {yani, yoktur}. De ki: "Hakkı gösterecek Al*lah'tır. Acaba hakka ileten mi uyulmaya daha layık*tır, yoksa...?!" (Yûnus/35)
Acaba şimdi bizim için şefaat edecek şefaatçiler bulu*nur mu {yani, bulunmaz}. (A'râf/53)
Keza, Şûra ile Mü'min sûresinde de böyledir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:08
kral41
43. Şiya’an
Şiyaan, beş şekilde tefsir edilir: 1. Şiya'an kelimesi, ayırmak, grup grup yapmak, fırka fırka yapmak anlamında kullanılmıştır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Dînlerini terikaya düşürüp/ayırıp şiy'a şiy'a olanlar
{yani, Yahudi, Hristiyan, Sabii, Mecusi gibi fırka ve hizibler oluşturanlar) var ya... (En'âm/159)
Ve müşriklerden olmayın. Onlar ki dînlerini tefrika*ya düşürmüş/ayırmış ve şiy'a şiy'a olmuşlardır (yani, hizib ve fırkalar oluşturmuşlardır}. (Rûm/31-32)
Şüphe yok ki Fir'avn o arzda üstünlük sağlamaya kalkıştı ve onun ahalisini şiy'a şiy'a yaptı (yani, biri Kiptiler, diğeri İsrâîloğullan olmak üzere fırkalara ayırdı}, (Kasas/4)
Andolsun ki senden önce, evvelkilerin şiy'aları {yani, evvelkilerin fırkaları: Nûh kavmi, Hûd kavmi ve diğer ümmetler} içinde de (rasûller) gönderdik. (Hicr/10) 2. eş-Şiya' lafzı, ceyş [taraftar, yandaş, kavimdaş] manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
{Mûsâ} orada dövüşen iki adam (yani, iki kâfir Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
bul*du. Bu kendi Şia'sından (yani, isrâîloğullan'ndan\, bu ise düşmanından (yani, diğeri ise o'nun düşma*nından bir Kıptî} idi. Kendi şî'asmdan (yani, kendi ceyşinden [kavminden I taraftarından]; Musa'nın cey-şinden [kavminden I taraftarından]} olan kişi, düşma*nından olan kimseye (yani, o Kıpiîye] karşı kendisin*den istiğâse taleb etti. (Kasas/15) 3. eş-Şiya' ile, ehl-i Mekke kasdedilmiştir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Andolsun ki siyalarınızı [eşyâ'a] helak ettik (ey ehl-i Mekke}. (Kamer/51)
Bundan önce siyalarına (yani, ehl-i Mekkefnin siya1-larına)} yapıldığı gibi... (Sebe'/54)
Sonra her şiya'dan (yani, ehl-i Mekke(nin her şiya'-sın)dan)j... (Meryem/69)
Şüphesiz İbrâhîm de o'nun şiya'smdan {yani, o'nun milletinin ehlinden; İbrahim de Nuh'un milletinden} idi. (Sâffât/83) 4. Teşî'u lafzı, şuyû' bulma, intişar etme, yayılma manasında kullanılır, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ki şu âyette böyledir:
Şüphesiz ki, o fahişenin {yani, iğrenç I çirkin şeylerin: (zina iftirasının)} îmân edenler içinde teşyi' olmasını (yani, yayılmasını I intişar etmesini I şüyu' bulmasını} sevenler... (Nûr/19) 5. Şiya'an lafzı, muhtelif hevalar(ın peşinden git*mek) manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Yahut sizi şiya'lar (yani, muhtelif hevalardn, yanlış görüşlerin, fırkaların peşinden gidenler)} halinde bir*birinize katıp... (En'âm/65) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
44- Meta'
Meta', dört şekilde tefsir edilir: 1. Meta kelimesi, ulaşılacak j varılacak son nokta manasında kullanılmıştır; bu anlamıyla Yüce Allah'ın Adem, Havva ve İblis'e hitaben söylediği şu sözde geç*mektedir:
(Allah, Âdem, Havva ve İblis'e şöyle buyurdu/: "Sizin için yeryüzünde bir hîne kadar bir müstekarr ve bir meta' (yani,, ecellerinizin nihayetine ulaşacağınız-Iecellerinizi sona ereceği vakte kadar} vardır." (Ba*kara/36)
Bunun bir benzeri de A'râf süresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nebileri, Arab müşriklerine şöyle dedi}: "Belki de o sizin için bir fitne ve bir vakte kadar bir metâ'dır"
(yani, ecellerinizin nihayetine ulaşıncaya kadar (bir imtihan vesilesidir)}. (Enbiyâ/111) 2. Meta', menfaatler jfaydalar anlamına kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Deniz avı ve onu yemek sizin için helâl kılındı ki: hem sizin, hem de seyyarlar için bir meta' (yani, hem sizin, hem yolcular için birtakım fayda} olsun. (Mâ-ide/96)
Meskun olmayıp da içlerinde sizin için meta' (yani, sıcak ve soğuğa karşı menfaatler} bulunan evlere (yani, hanlara /konaklama yerlerine) girmenizde bir gü*nah yoktur. (Nûr/29)
Gördünüz mü yakmakta olduğunuz ateşi: onun ağa*cını siz mi inşâ ettiniz, yoksa Biz mi inşâ ettik?! Biz onu (dünya ateşinden} bir hatırlatma ve bir meta' (yani, birtakım faydalara vesile} kıldık; mukvîn (ya*ni, çıplak arazilerde kalanlar} için. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Vâkia/71-73)
Sizin ve en'âmmız için bir meta' (yani, fayda/fayda*lanma} olmak üzere... (Nâziât/33) 3. Meta', boşanan kadına verilen mut'a I kendisi ile yararlanılacak herhangi bir mal anlamında kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Boşanan kadınların, ma'rûf üzere bir meta' hakları vardır (yani, eşi ona imkânına göre mehrin dışında faydalanacak bir şey [mut'a] vermekle yükümlüdür}. Bu, muttakiler üzerine bir borçtur. (Bakara/241)
Güzel bir şekilde metâ'landırın (yani, erkek, boşadığı kadına imkânları ölçüşünce bir mut'a [kendisiyle ya*rarlanacağı bir mal] vermelidir}. Bu, muhsinler üze*rine bir borçtur. (Bakara/236) 4. Meta lafzıyla, demir, kurşun, kırmızı ve sarı ba*kır kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Veya bir meta' (yani, demir, kurşun ve sarı bakır} el*de etmek için... onun gibi bir köpük çıkar. (Ra'd/17) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:09
kral41
45. Ed-Duhâ
ed-Duhâ, üç şekilde tefsir edilir: 1. ed-Duhâ, gündüz anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Yahut o kurâ'nın ehli duhâ vakti (yani, gündüz: top*landıkları gündüzün herhangi bir vakti} eğlenirler*ken be'simizin kendilerine gelmeyeceğinden emin mi oldular? (A£râf/98)
İnsanların toplanacağı duhâ vakti (yani, gündüz: toplandıkları gündüzün herhangi bir vakti}.., (Tâ-Hâ/59) 2. Duhâ, gündüzün ilk saatleri demektir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Andolsun duhâ'ya (yani, güneşin yükselmeye başladı*ğı gündüzün ilk vakitlerine} ve dinginleştiğinde gece*ye... Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Duhâ/1-2)
Onlar onu görecekleri gün, günün bir akşamından veya duhâsmdan (yani, güneşin yükselmeye başladığı gündüzün ilk vakitlerinden} başka durmamış gibi olacaklar. (Nâziât/46) 3. ed-Duhâ, güneşin sıcağı anlamındadır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Andolsun güneşe ve onun duhâ'sına (yani, sıcağı*na}... (Şems/l)
Ve sen orada susamaz ve lâ tadhâ (yani, güneşin ra*hatsız edici ışınlarını ve sıcağını hissetmezsin I güne*şin sıcağına maruz kalmazsın}. (Tâ-Hâ/119) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
46. El-Husrân
el-Husrân, beş şekilde tefsir edilir: 1. Hâsir, aciz kimseler manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Biz bir usbe iken o'nu kurt yerse, doğrusu biz hâsirû-nuz (yani, aciz kimseleriz} demektir. (Yûsuf/14)
Eğer sizin gibi bir beşere tâbi olursanız, elbette hâsi-rûnsunuz (yani, aciz kimselersiniz} demektir. (Mü'mi-nûn/34)
Şu'ayb'a tâbi olursanız, andolsun ki o takdirde siz hâsi-rûnsunuz (yani, aciz kimselersiniz} demektir. (A'râf/90) 2. el-Hâsirûn; aldatanlar, aldananlar, aldatılanlar manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Asıl hâsirîn, Kıyamet Günü Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
nefslerine ve ehllerine hasar edenlerdir (yani, hem kendilerini al*datarak ateşe gidenler; hem de ehl 'leri: eşleri Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve hizmetçileri cennete Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
gittikleri için aldananlardırj. Ha*beriniz olsun ki, işte apaçık hüsran odur." (Zümer/15)
Asıl hâsirîn, Kıyamet Günü Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
nefslerine ve ellilerine hasar edenlerdir (yani, ateşe gitmek /maruz bırak*mak suretiyle kendilerini, eşlerini ve hizmetçilerini aldatanlardır} Haberiniz olsun ki, şüphesiz zâlimler muqîm bir azâb içindedirler. (Şûrâ/45)
Benzeri âyetler çoktur. 3. el-Hüsrân,dalâlet manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu?gibi:
Açık bir hasarla hüsrandadır {yani, dalâlettedir}, (Nisâ/119)
Şüphesiz insan husrân içindedir {yani, dalâlet için*dedir}. (Asr/2) 4. el-Hüsrân; eksiklik-eksiltmek, noksanlık-noksanlaştırmak manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
Ölçeği tam yapın ve muhsirlerden {yani, ölçeği eksil-tenlerden} olmayın! (Şu'arâ/181)
Mîzânı ihsar etmeyin {yani, teraziyi eksik tutmayın}. (Rahmân/9)
Ama onlara ölçüp tarttıklarında ihsar ederler {yani, eksiltirler}. (Mutaffıfîn/3) 5. el-Hüsrân, ukubet manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
{Nuh dedi ki}: "Eğer bana mağfiret ve merhamet et*mezsen, haşirinden {yani, ukubete / cezaya uğrayan*lardan! olurum." (Hûd/47)
Eğer bize mağfiret ve merhamet etmezsen, hâsirûı-den {yani, ukubete I cezaya uğrayanlardan} oluruz. (A'râf/23) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:10
kral41
47. El-İstitâ'at
el-İstitaat, iki şekilde açıklanır: 1. el-İstitâ'at, mâlî imkânlmâlı açıdan güç yetir*mek manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde bu anlam*dadır:
"İstitâ'atımız {yani, mâlî imkânımız! olsaydı, elbette sizinle beraber çıkardık" {yani, Tebuk gazvesine çı*kardık! diye Allah'a yemin edecekler... Allah onların kesinlikle yalancı {yani, sefere çıkacak mâlî imkâna sahibi olduklarını biliyor. (Tevbe/42)
Onun yoluna istitâ'ı olanların (yani, kendisini Ka*be'ye ulaştıracak mâlî imkâna sahib olanların} O Ev'i [Kabe'yi] haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde*ki bir hakkıdır. (Âl-i îmrân/97)
İçinizden hür-mü'min kadınları nikâhlamaya istitâ'ı olmayanlar {yani, bunun için gerekli malî imkâna sa*hib olmayanlar}... (Nisâ/25)
Ancak istitâ'ı olmayan {yani, Mekke'den çıkıp Medi*ne'ye hicret etmek için gerekli mâli imkâna sahib ol*mayan} ve ! bulamayan... (Nisâ/98) 2. el-İstitâ'at; takat anlamında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Kadınlar arasında {sevgide} adaletli olmaya istitâ' edemezsiniz {yani, takat getiremezsiniz}. (Nisâ/129)
işitmeye istitâ' edemiyorlar {yani, îmânı işitmeye ta*kat getiremiyorlar, ona kadir olamıyorlardı}.
(Hûd/20)
Kıyama da istitâ' edemediler (yani, azaba karşı dura*cak takati bulamadılar}. (Zâriyât/45)
O halde istitâ'nızca {yani takatiniz yettiği kadar} Al*lah'a ittiqa edin. (Teğâbün/16)
İşte söylediklerinizde sizi yalanladılar. Artık ne sav*maya, ne de bir yardıma istitâ'mz vardır {yani, taka*tiniz yoktur ve onun üzerine kadir değilsiniz}. (Fur-kân/19) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
48. Tevellâ
Tevellâ, dört şekilde tefsir edilir: 1. Tevellâ; çekildi, gitti, ayrıldı anlamında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sonra fMûsâ} bir gölgeye tevelli etti {yani, ayrılıp bir gölgeye çekildi}... (Kasas/24)
Bu mektubumla git ve onu onlara bırak. Sonra onlar*dan tevelli et {yani, ayrılıp bir kenara çekil}, ne şekil*de karşılık vereceklerine bak. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Neml/28)
"Sizi üzerine bindirecek binek bulamıyorum" dedi*ğinde... gözleri yaş akıtarak tevelli eden {yani, yanın*dan ayrılıp giden} kimselere de... (Tevbe/92) 2. Tevellâ; yüz çevirdi, reddetti, kabul etmedi anla*mında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
(Ey Nebî)! Allah'ın sana indirdiğinin bazısından seni fitneye düşürmelerinden sakın. Şayet tevelli ederler*se {yani, senin hükmüne rıza göstermekten yüzçevire-cek olurlarsa}... (Mâide/49
RasûTe itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. Kim de tevelli ederse {yani, o ikisine [Allah'a ve O'nun Rasû-lü'ne] itaatten yüz çevirirse}, zaten Biz seni onların üzerine hafız [muhafız] göndermedik. (Nisâ/80)
(Kavmine dedi ki Nûh): "Eğer tevelli ederseniz {yani, îmândan yüz çevirecek olursanız}, zaten ben sizden bir ücret istemedim." (Yûnus/72)
Onlardan tevelli et {yani, onlardan yüz çevir}, artık sen kınanacak değilsin. (Zâriyât/54) 3.Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 4. Tevellâ, hezimet anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde böyledir:
Ey îmân edenler! Toplu halde küfredenlerle karşılaş*tığınızda onlara tevelli etmeyin {yani, arkanızı dö*nüp hezimete uğramayın I kaçmayın}! Kim böyle bir günde (yani, Bedir Günü'nde} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
onlara tevelli ederse (yani, hezimete uğrayıp kaçarsa}... (Enfâl/15-16)
Halbuki bundan önce, arkalarını tevelli etm ey eki erine (yani, oi'kaldrını dönüp hezimete uğrayarak kaçmaya*caklarına} dair Allah'a söz vermişlerdi. (Ahzâb/15)
Yeryüzü bütün genişliğine rağmen başınıza dar gel*mişti. Nihayet teveîli ederek {yani, hezimete uğrayıp kaçarak} arkanızı dönmüştünüz. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Tevbe/25) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:11
kral41
49. Er-Rüh
er-Rûh, beş şekilde tefsir edilir: 1. er-Rûh kelimesi, rahmet manasında kullanılmış*tır; şu âyette olduğu gibi:
Onlara, Kendinden bir rûh ile imdat etmiştir {yani, onları Kendinden bir rahmet ile korumuştur}. (Mücâ*dele/22) 2. er-Rûh lafzı ile, yedinci semada bulunan ve yüzü insan, bedeni melek suretinde olan bir melek Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
kasde-dilmiştir; şu âyette bu manadadır:
O gün ki, kryama duracak rûh {yani, yedinci semada bulunan yüzü insan, bedeni melek suretinde olan o melek} ve melekler saff saff. (Nebe/38)
Melekler, arş hariç mahlukâtın tümünden daha büyüktürler. Sözkonusu bu melek de diğer melek*ler üzerinde bir bekçi ve gözetleyicidir. Arşın sağın*da kendisi tek bir saff, diğer bütün melekler de ay*rı bir saff olarak duracaklardır. İsrâ süresindeki şu âyette geçen rûh'tan maksat da işte o melektir:
Bir de sana rûhtarı/rûhu {yani, o meleği: yedinci se*mada bulunan yüzü insan, bedeni melek suretinde oları meleği} soruyorlar. De ki: "Rûh {yani, o melek} Rabbimin emrindendir." (İsrâ/85) 3. er-Rûh ile, Cebrail kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Onu, Rûhu'l-Kudüs {yani, Cebrail} indirdi;" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nahl/102)
Onu, Rûhu'l-Emın/Emm Rûh {yani, Cebrail} indirdi. (Şu'arâ/193)
Onu, Rûhu'l-Kudüs {yani, Cebrail} ile destekledik {yani, güçlendirdik}. (Bakara/87 ve 253)
Derken Biz ona Ruhumuzu {yani, Cebrail'i} gönder*dik. (Meryem/17)
O gece melekler ve Rûh {yani, Cebrail} iner de iner. (Kadr/4) 4. Rûh, vahy manasında kullanılır; şu âyetlerde ol*duğu gibi: Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Kullarından dilediğine {yani, nebilere} emrinden rûh {yani, vahy} ile melekleri indiriyor. (Nahl/2)
Kullarından dilediğine {yani, nebilere} emrinden rûh {yani, vahy} ilka ediyor {yani, indiriyor). (Mü'min/15)
İşte sana da böylece emrimizden rûh vahyettik {yani, emrimizden vahy vahyettik}. (Şûrâ/52) 5. Rûh kelimesiyle, İsa. kasdedilmiştir; şu âyette ol*duğu gibi:
(îsâ Allah'ın) Meryem'e ilka ettiği kelimesidir {yani, "Ol!" demesi üzerine olmasıdır} ve O'ndan bir ruhtur {yani, babasız doğmuştur}. (Nisâ/171)
Âdem hakkında da şöyle buyurulmaktadır:
Sonra onu {yani, Âdem'i} tesviye edip, o'na ruhundan üfürdü. (Secde/9) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
50. RavhBu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Ravh, iki şekilde tefsir edilir: 1. Ravh, rahat manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Artık ravh {yani, cennet rızkında bir rahatlık} ve rey*han... (Vâkıa/89) 2. Ravh, rahmet manasında kullanılmıştır; şu âyet*te olduğu gibi:
Allah'ın ravhından {yani, rahmetinden} ümit kesme*yin. Doğrusu kâfirler kavminden başkası Allah'ın rav*hından {yani, rahmetinden} ümit kesmez. (Yûsuf/87) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:12
kral41
51. El-Ahzâb
[el-Ahzâb, dört şekilde tefsir edilir: 1. el-Ahzâb lafzı ile; Utneyye Oğulları, Muğire Oğulları ve Al-i Ebî Talha -ki hepsi de Kureyş 'tendir-kasdedilmiştir; şu âyetlerde bu anlamdadır:
Kendilerine Kitap verdiklerimiz (yani, ehl-i Tevrat'ın mü'minlerij sana indirilene sevinirler. Fakat ahzâb-tan (yani, Benî-Umeyye, Beriî-Muğîre ve Al-î Ebî Tal-ha'dan: onların kâfirlerinden} onun bazısını inkâr edenler vardır. (Ra'd/36)
İşte bunlar (yani, Ehl-i Tevrat'ın müminleri} ona îmân ederler. Ahzâbtan (yani, Benî-Umeyye, Benî-Muğlre ve M-i Ebî Talha b. Abdu'l-Uzza'dan} kim de onu inkâr ederse... (Hûd/17)
Ahzâb (yani, Benî-Umeyye, Benî-Muğîre ve Al-i Ebî Talha b. Abdu'l-Uzza} döküntüsünden bozuk bir or*du... (Sâd/11) 2. el-Ahzâb ile, Nastûrî ve Mar-Ya'kûbî Hristiyanlar kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Ahzâb kendi aralarında (dinde: Hristiyanlık'taj ihti*laf ettiler. (Meryem/37)
Bu sebeble Isâ (a.s) hakkında hiziblere ayrıldılar; Nastûrîler, "Isâ Allah'ın oğludur" derken; Mar-Ya'kûbîler, "Allah Mesih'in bizzat kendisidir" dedi*ler. Melkânîler ise, "Allah üçün üçüncüsüdür" diye*rek ilahların ilkinin Allah, ikincisinin Isâ, üçüncü*sünün de Meryem olduğunu iddia ettiler.
Bunun bir benzeri de Zuhruf sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 3. el-Ahzâb ile, Nûh, Âd ve Semud kavimlerinden, Şu'ayb ve Fir'avn kavimlerine kadar olan kâfirler kas*dedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Onlardan önce Nûh kavmi, Âd (kavmi) ve kazıklar sahibi Fir'avn ve Semud (kavmi), Lût kavmi ve ashâ-bu'1-Eyke yalanladı. İşte bunlar ahzâbtır. (Sâd/12-13)
Bunun bir benzeri de Mü'min sûresinde, Al-i Fir'avn'dan mü'min bir adam olan Hazqıyel/Haz- Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
el-Kıbtî'nin söylediği şu sözlerdir:
Doğrusu ben sizin için o Ahzâb Günü gibi bir günden (yani, o geçmiş ümmetlerin başına gelen azâb gibi bir azabın sizin başınıza da gelmesinden} korkuyorum. Nûh kavmi, Âd, Semud ve onların ardından (Şu'ayb kavmine kadar] gelen (ümmet}\er(den müteşekkil o ah-zâbjin başına gelenin benzerinden... (Mü'min/30-31) 4. el-Ahzâb ile, bazı Arab kabilelerinin başında bu*lunan Ebâ Süfyan ve Yahudiler -ki bunlar Hendek Gü*nü Nebi'ye (a.s) karşı hizib oluşturup üç mevkide sa*vaştılar- kasdedilmiştir. İşte Ahzâb sûresinde yer alan şu âyet bunu dile getirmektedir:
Hani onlar hem üstünüzden (yani, Yemen yönünden va*dinin üst tarafından -ki bununla, Yemen yönünden va*dinin üst tarafından gelen; başlarında Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Benî-Nadr'dan Mâlik b. Avfel-Nazrî ve Uyeyne b. Hısn el-Fe-zârî'nin, beraberlerinde de Gatafan'dan 1.000 kişinin, onların beraberinde Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
de Benî-Esed'den Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Talha b. Huveylid el-Ka'nesî1 Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ile Yahudilerden Beni-Kurayza ve Huyey b. Ahtab el-Yahudî'nin bulunduğu grup kas-dedümektedir-j, hem de aşağınızdan {yani, batı tara*fından, vadinin içinden I vadinin alt tarafından -bu*nunla da, Ebû Süfyan'ın başlarında bulunduğu Mekke-liler ile beraberinde, başlarında Yezid b. Huneys'in Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
bulunduğu batıdan vadinin alt tarafından gelen Kureyşliler kastedilmektedir-} gelmişlerdi. (Ahzâb/10)
î Asıl adı Amr b. Süfyan olan Ebu'1-Âver es-Sülemî
de Hendeğin karşısından Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
gelmişti. Bunlar O Gün, Nebi'ye karşı hizibleştiler.
Onlar [münafıklar], ahzâbın {yani, sözü edilen kimse*lerin: (Kureyş ile birlikte Medine'yi kuşatan müşrik Arab kabilelerinin)} gitmediğini sanıyorlardı. Eğer ahzâb tekrar gelse Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
{yani, savaşmak üzere onlara geri dönse}... (Ahzâb/20) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
52. İtteqü
îtteqû, beş şekilde tefsir edilir: 1. Ittegû [ittiqa edin], huşu duyun manasında kul*lanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ey insanlar! Rabbinize ittiqâ edin {yani, Rabbinize huşu duyun}! (Nisâ/1)
Ey insanlar! Rabbinize ittiqâ edin {yani, Rabbinize huşu duyun}; doğrusu Saat'in zelzelesi çok dehşetli bir şeydir. (Hacc/1)
Hani kardeşleri Hûd onlara, "İttiqâ etmez misiniz" {yani, Allah'a huşu duymaz mısınız}? demişti. (Şu'arâ/124)
(Nûh, kavmine şöyle demişti): "Ittiqâ etmez misiniz" {yani, Allah'a huşu duymaz mısınız}'? (Şu'arâ/106)
(Salih, kavmine şöyle demişti): "İttiqâ etmez misiniz" {yani, Allah'a huşu duymaz mısınız}? (Şu'arâ/142)
(Lût, kavmine şöyle demişti): "İttiqâ etmez inisiniz" {yani, Allah'a huşu duymaz mısınız}? (Şu'arâ/161)
(Şu'ayb, kavmine şöyle demişti): "İttiqâ etmez misi*niz" {yani, Allah'a huşu duymaz misinizi? (Şu'arâ/177)
İbrahim'i (de rasûl olarak gönderdik). Hani o kavmi*ne şöyle demişti: "Allah'a ibâdet edin ve O'na ittiqâ edin" {yani, O'na huşu duyun!. (Ankebût/16) 2. İttegû, ibâdet edin manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Uyarın ki: Benden başka ilah yoktur. O halde Bana ittiqâ {yani, ibâdet} edin! (Nahl/2)
Öyle iken Allah'ın gaynsına mı ittiqâ ediyorsunuz (yani, Allah'tan başkasına mı ibâdet ediyorsunuz I hâ*lâ Allah'a ibâdet etmeyecek misiniz}1? (Nahl/52)
Sizin O'ndan gayrı ilahınız yoktur. Öyle iken ittiqâ {yani, ibâdeti etmez misiniz? (Mü'minûn/23)
Ben sizin 'Rabbinizim; öyleyse Bana ittiqâ (yani, ibâ*det} edin! Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Mü'minûn/52)
Fir'avn kavmine (git). Hâlâ ittiqâ {yani, ibâdet} etme*yecekler mi? (Şu'arâ/11) 3. Ittequllâhe [Allah'a ittigâ edin] ibaresi, Allah'a isyan etmeyin anlamında kullanılmıştır; şu âyette ol*duğu gibi:
Evlere kapılarından gelin ve Allah'a ittiqâ edin (yani, size verdiği emirler hususunda O'na isyan etmeyin}! (Bakara/189) 4. et-Taqvâ, teuhîd anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah'a ittikâ edin {yani, Allah'ı birleyin} diye tavsiye ettik. Eğer küfrederseniz, şüphesiz göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. (Nisâ/131)
Allah onların kainlerini taqvâ {yani, teuhîd} için imti*han etmiştir. (Hucurât/3) 5. et-Taqvâ, ihlâs anlamında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Şüphesiz ki o, kalblerin taqvâsmdandır {yani, kalble-rin ihlâsındandır}. (Hacc/32) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:13
kral41
53. Es-Saff
es-Saff, iki şekilde tefsir edilir: 1. es-Saffen, topluca I hep birlikte manasında kulla*nılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Saffen {yani, topluca/hep birlikte} Rabbine arzedile-cekler. (Kehf/48)
Tâ-Hâ süresindeki âyette de böyledir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 2. Saff, bizatihi saff manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Doğrusu Allah, Kendi yolunda birbirine kenetlenmiş bina gibi {yani, binanın kerpiçlerinin birbirlerine kaynaştığı gibi kaynaşmışcasına} saff bağlayarak {ki, savaş esnasındaki müminlerin saffları kasdedilmektedir} çarpışanları sever. (Saff/4)
Rabbin geldiği ve melek saffen saffen dizildiği {yani, melekler saflar halinde; Kıyamet Günü 'nde her ehl-i se*manın ayrı bir saff olarak dizildikleri! vakit... (Fecr/22) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
54. El-Haşr
el-Haşr, iki şekilde tefsir edilir: 1. el-Haşr, toplamak I bir araya getirmek manasın*da kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlan haşr edeceği {yani, toplayacağı I bir araya geti*receği} gün, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
gündüzün bir saatinden başka durma*mış gibi (gelecek müşriklere}... (Yûnus/45)
Bunun bir benzeri de Furkân sûresinde geçmektedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Onları da/ hiç birini bırakmaksızın haşr etmiş {yani, toplamış I bir araya getirmiş} olacağız. (Kehf/47)
Vahşi hayvanlar haşr edildiği {yani, toplandığı I bir araya getirildiği} zaman... (Tekvîr/5)
Süleyman'ın cin, insan ve kuşlardan orduları huzu*runa haşr edildi {yani, toplandı). (Neml/17)
Kuşları da haşr olmuş {yani, toplu} halde (musahhar kılmıştık); her biri o'na evvab idi. (Sâd/19)
Benzeri buyruklar çoktur. 2. Haşr; sevketmek [ileri doğru sürmek, gütmek!yed*mek] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O zulmedenleri (.....) haşr edin {yani, hesaba çekilme*lerinin ardından o şirk koşanlar ile onlarla birlikte olan şeytanları sevkedinj onları cahîmin yoluna ile*tin! (SâfFât/22-23)
Biz onları Kıyamet Günü yüzleri üstü haşr edeceğiz {yani, onları Kıyamet Günü yüzleri üstü ateşe sevke-deceğiz}. (İsrâ/97)
Mücrimleri haşr edeceğiz {yani, müşrikleri sevkedece-ğiz} o gün {yani, hesabın ardından cehenneme} göm*gök olarak. (Tâ-Hâ/102) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:14
kral41
55. Er-Recâ
er-Recâ', iki şekilde tefsir edilir: 1. er-Recâ', tama'/ümit anlamında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O'nun rahmetini recâ' {yani, ümit} eder, azabından korkarlar. (İsrâ/57)
İşte onlar, Allah'ın rahmetini recâ' {yani, ümit} eder*ler. (Bakara/218)
Benzeri buyruklar çoktur. 2. er-Reca, haşyet anlamında da kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kim Rabbinin liqâsını recâ' ediyorsa {yani, kim ölüm*den sonra diriltilmekten haşyet duyuyorsa}, sâlih bir amel işlesin. (Kehf/110)
Kim Allah'ın liqâsmı recâ' ediyorsa, şüphesiz Allah'ın belirlediği ecel {yani, kim ölümden sonra diriltilmek*ten haşyet duyuyorsa, şüphesiz Kıyamet Günü} gele*cektir. (Ankebût/5)
Muhakkak ki, Bizim liqâmızı recâ' etmeyenler (yani, ölümden sonra diriltilmekten haşyet duymayanlar}... (Yûnus/7)
Çünkü onlar hiçbir hesâb recâ' etmiyorlardı {yani, hesâbtan haşyet duymuyorlardı}. (Nebe/27) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
56. El-Vahy
el-Vahy, beş şekilde tefsir edilir: 1. el-Vahy kelimesi, Cebrail'in Allah'tan nebilere indirdiği vahy manasında kullanılır; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
Biz sana vahyettik (yani, Kur'ân'ı vahyettikj; Nuh'a ve o'ndan sonraki nebilere vahyettiğimiz gibi. Ve vahyettik İbrahim'e, İsmail'e... (Nisâ/163)
Bu Kur'ân bana, onunla sizi uyarmam için vahyolundu. (En'âm/19)
Benzeri âyetler çoktur. 2. el-Vahy, ilham manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Hani havarilere vahy {yani, ilham} etmiştim: "Bana ve Benim Rasûlü'me îmân edin!" diye. (Mâide/111)
Rabbin bal arısına vahy {yani, ilham} etti: "Dağlar*dan evler edin!" diye. (NahV68) 3. el-Vahy> yazılı şey manasında da kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
{Zekeriyâ} onlara vahyetti {yani, teşbih etmelerini 216 söyleyen bir yazı yazdı}: "Sabah-akşam teşbih edin!" diye. (Meryem/İl) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 4. el-Vahy, emr anlamında da kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
Her semaya kendi işini vahyetti {yani, emretti}. (Fus-silet/12)
Onların bazısı bazısına vahyeder {yani, emreder}. (En'ânı/112)
Şeytanlar dostlarına vahyederler {yani, onlara vesve*se ile ve (çirkin işlerini) güzel göstermek suretiyle em*rederler}. (En'âm/121) 5. el-Vahy, qavl/söz manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir {yani, demiştir}. (Zelzele/5) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:15
kral41
57. El-Cebbâr
el-Cebbâr, dört şekilde tefsir edilir: 1. el-Cebbâr; kahredici güce sahip, istediğini, her*kese ve her şeye rağmen yerine getirebilen -ki bu da Al*lah Teâlâ'dır- manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde böyledir:
Azizdir, cebbardır {yani, yarattıklarını, irade ettiğini yerine getirmeye kahr u galebesiyle mecbur edendir}. (Haşr/23)
(Ey Nebi!} Sen onların üzerinde bir cebbar {yani, on*ları islâm'a girmeye mecbur edecek güç ve egemenliğe sahih} değilsin. (Kaf/45) 2. el-Cebbâr kelimesi, -yaratılmışlar için- haksız yere öldüren demektir; şu âyetlerde bu anlamda kulla*nılmıştır:
Yakaladığınız zaman da cebbarlar olarak mı yakalar*sınız {yani, zorbaların yaptığı gibi yakalayıp haksız yere mi öldürürsünüz}'? (Şu'arâ/130)
{Ey Mûsty!} Sen yeryüzünde bir cebbar {yani, haksız yere öldüren bir kimse} olmayı irade ediyorsun? (Ka-sas/19)
Allah, mütekebbir (Allah'a ibâdeti kendine yedireme-yip büyüklenen} her cebbarın (haksız yere öldüren her kimsenin} kalbini işte böyle mühürler. (Mü'min/35) 3. el-Cebbâr kelimesi, Allah'a ibâdeti kendisine ye-diremeyip büyüklenen /mütekebbir manasında kullanıl*mıştır; Yahya (a.s) hakkındaki şu âyette olduğu gibi:
{Yahya}, cebbar {yani, Allah'a ibâdeti kendine yedire-meyip büyüklenen} ve isyankâr (yani, O'na isyan eden bir kimse} değildi. (Meryem/14)
fîsâ şöyle dedi}: "Beni bir cebbar (yani, Allah'a ibâde*ti kendine yediremeyip büyüklük taslayan} şakı kıl*madı." (Meryem/32) 4. el-Cebbâr lafzı; boylu-poslu, iri-yarı ve kuvvetli anlamında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Orada cebbar (yani, boylu-poslu, iri-yarı ve kuvvetli} bir kavm var. (Mâide/22) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
58. Es-Sevâ'
es-Sevâ', üç şekilde tefsir edilir: 1. es-Sevâ'; hasta olmayan, sağlıklı /sapasağlam manasında kullanılmıştır; şu sözde olduğu gibi:
(Ey Zekeriyyâ!} Senin işaretin, sapasağlam [seviyyâ] (yani, dilin tutulmaksızın ve hastalığın da bulun*maksızın sağlıklı} olduğun halde insanlarla üç gece konuşamamandır. (Meryem/10) 2. es-Sevâ', tam beşer suretinde hilkati mükemmel anlamında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
{Cebrail} ona temessül etti; tam bir beşer [seviyyâ] (yani, yaratılışı tam ve eksiksiz bir beşer suretin*de}. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Meryem/17)
Sonra, o'nu (yani, Adem'i} tesviye etti (yani, hilkatini düzenleyip tamamladı}. (Secde/4)
Seni tesviye etti (yani, senin hilkatini düzenledi} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(İnfıtâr/7) 3. Seviyyen kelimesi; mu'tedil, dengeli, dosdoğru manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sevi yolun {yani, mu'tedil dînin} ashabı kimdir bile*ceksiniz. (Tâ-Hâ/135)
{Ibrâhîm babasına dedi ki}: "Bana tâbi ol ki, seni sevi bir yola {yani, mu'tedil dîne: İslâm'a} ileteyim." (Mer*yem/43)
Yüzüstü sürünerek giden mi, yoksa sevi bir yolda {yani, mu'tedil I dosdoğru bir yolda} dümdüz giden mi hedefe daha çabuk ulaşır? (Mülk/22) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:15
kral41
59. El-Lağv
el-Lağv, üç şekilde tefsir edilir: 1. el-Lağv; doğru olduğu kanaatiyle dünyevî husus*lara ilişkin yapılan, fakat doğru çıkmayan yemin de*mektir; şu âyette bu anlamda kullanılmıştır:
Allah sizi yeminlerinizdeki lağvden {yani, doğru ol*duğu kanaatiyle yaptığınız yeminlerdeki yanılgı*dan/doğru olduğu kanaatiyle yaptığınız yeminlerini*zin yalan çıkmasından -çünkü kişi bu yemini ile ya*lan kasdı gütmemektedir-l dolayı muahaze etmez. (Bakara/225)
Bunun bir benzeri de Mâide sûresinde yer almak*tadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 2. el-Lağv, bâtıl manasında kullanılmıştır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Onlar lağv'dan {yani, bâtıldan} yüz çevirirler. (Mü'minûn/3)
Bu Kur'ân'ı dinlemeyin ve o okunurken lağv edin {ya*ni, Kur'ân hakkında bâtıl sözler söyleyerek ve aslı-as-tarı olmayan yalan haberler yayarak konuşun}. Belki baskın çıkarsınız. (Fussilet/26) 3. el-Lağv, içki içenlerin -dünyada olduğu gibi-âhirette yemin etmeyecekleri manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Orada {yani, cennette} lağv {yani, dünyada içki içip de sarhoş olanların yaptıkları gibi yemin} işitmezler. (Meryem/62)
Orada {yani, cennette} kadehleri {yani, içki kadehleri*ni} elden ele dolaştırırlar. Onda lağv {yani, dünyada*ki gibi sarhoşluk ve sarhoşluk halindeki yeminleri} yoktur. (Tûr/23) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
60. Zalle
Zaile, iki şekilde tefsir edilir: 1. Zallû, meyletmek I meylettiler manasında kulla*nılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Üzerlerine semadan bir kapı açsak da onda yukarı çıksalardı {yani, içinden girselerdiI'meyletselerdi}... (Hicr/14)
Dilesek üzerlerine semadan bir mucize indiririz de boyunları ona karşı eğiliverirdi [fezallet]. (Şu'arâ/4) 2. Zaile; devam etmek, sürdürmek manasında kul*lanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O başını bekleyip durduğun [zalte] {yani, kendisine ibâdete, devam ettiğin I ibâdeti sürdürdüğün} ilahına bir bak. (Tâ-Hâ/97)
Onlar, "Birtakım putlara ibâdet ederiz ve onların ba*şını bekleyip dururuz" [fenezallu] (yani, onların başı*nı bekleyip durmaya: onlara ibâdete devam edip du*ruruz I ibadeti.sürdürürüz} dediler. (Şu'arâ/71)
Siz de hayret içinde kalırdınız [fezaltum] (yani, hay*rete düşer ve bu halinizi devam ettirir giderdiniz}. (Vâkıa/65)
Öfkesinden yüzü simsiyah kesilir [zaile] (yani, simsi*yah olur ve bu şekilde kalır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Nahl/58)
Bunun bir benzeri de Zuhruf sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:16
kral41
61. El-Esbâb
[ el-Esbâb, dört şekilde tefsir edilir: 1. el-Esbâb, kapılar manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O halde esbâb (yani, semaların sebepleri: semaların kapıları} içinde üstüne çıksınlar. (Sâd/10)
Belki o esbaba {yani, kapılara}, semaların esbabına {yani, kapılarına} ulaşırım. (Mü'nıin/36-37) 2. el-Esbâb, menziller manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Aralarındaki bütün esbâb da {yani, Allah'a isyan amacıyla, içinde.içtima ettikleri menziller de} kop*muş olacaktır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Bakara/166)
Derken bir sebebe (sebeb, esbâb'm tekili) {yani, arzın menzillerine ve yollarına} tâbi oldu. (Kehf/85) 3. es-Sebeb (ki esbâb'm tekilidir), Um manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ve ona {yani, Zulkarneyn'e} her şeyin sebebini {yani, bilgisini I ilmini} vermiştik. Derken bir sebebe {yani, arzın menzillerinin ve yollarının bilgisine I ilmine} tâ*bi oldu. (Kehf/84-85) 4. Sebeb, habl/ip manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Semaya bir sebeb {yani, ip} uzatsın, sonra kessin de baksın: keydi gayzmı giderecek mi? (Hacc/15) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
62. El-Haqq
el-Haqq, onbir şekilde tefsir edilir: 1. el-Haqq ile, Allah (ve Allah'ın birliği) kasdedü-nıiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Eğer haqq (yani, Allah} onların (yani, müşriklerin} hevâlarma tâbi olsaydı, gökler ve yer fesada uğrardı. (Mü'minûn/71)
Birbirine haqqı {yani, Allah'ı, O'nun birliğini} tavsi*ye edenler... (Asr/3) 2. el-Haqq ile, Kur'ân kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Tâ haqq (yani, Kur'ân} ve Rasûl-i mübîn onlara ge*linceye kadar. Ne zaman ki haqq [yani, Allah indin*den i£ur'âtt/'onlara geldi, "Bu sihirdir. Muhakkak biz ona kâfirleriz" dediler. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Zuh ruf/29-30)
Hayır, kendilerine geldiğinde haqqı {yani, Kur'ân ı} yalanladılar. O sebeple onlar karışık bir iş içindedirler. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Kaf/5)
Onlara, indimizden haqq {yani, Kur'ân} gelince, "Mû-sâ'ya verilen gibisi verilmeli değil miydi?" dediler. (Kasas/48)
Benzeri buyruklar çoktur. 3. el-Haqq ile, İslâm kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Hakk {yani, İslâm} geldi ve bâtıl {yani, şeyta*na ibâdet ve şirk} zevale erdi." (İsrâ/81)
Ta ki haqqı (yani, İslâm'ı} haqq olarak tanıtsın. Bâtı*lı {yani, şirki: şeytana ibâdeti} ibtal etsin. (Enfâl/8)
Doğrusu sen haqq {yani, İslâm} üzeresin. (Neml/79) 4. el-Haqq ile, adalet kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
O gün Allah haqq dînlerini [cezalarını] eksiksiz vere*cek {yani, adaletli bir şekilde hesaba çekecek} ve bile*cekler ki: Muhakkak Allah, apaçık haqq {yani, adil-Iadaletli} O'dur. (Nûr/25)
Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasını haqq {yani, ada*let} ile ayır! (A'râf/89)
Aramızda haqq {yani, adalet} ile hükmet! (Sâd/22) 5. el-Haqq ile, tevhîd kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Hayır, haqq {yani, tevhîd} ile gelmiş ve gönderilenleri tasdik etmiştir. (Sâffât/37)
"Onda bir cinnet var" diyorlar. Bilakis, o onlara haqq
{yani, tevhîd} ile geldi. Halbuki onların çoğu haqq'tan {yani, tevhîdten} hoşlanmıyorlar. (Mü'minûn/70)
O vakit haqqm {yani, tevhidin} muhakkak Allah'a ait olduğunu bilecekler... (Kasas/75)
Yahut haqqı {yani, tevhidi} yalanlayan... (Ankebût/68) Bunun bir benzeri de Zuhruf sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 6. el~Haqq, doğru/gerçek manasında kullanılmış*tır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah'ın va'di haqq'tır {yani, O'na I Kendisine döndü*rüleceğiniz hususundaki va'di doğrudur}. (Yûnus/4)
O'nun sözü haqq'tır (yani, doğrudur!. Egemenlik Onundur. (En'âm/73)
"O hak mıdır" (yani, o doğru mudur}? diye, haber al*mak için sana soruyorlar. (Yûnus/53) 7. el-Hakk, vâcib olmak: gerekli olmak ficab etmek manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Fakat Benden şu söz {yani, azâb kelimem(in gerçekleş*mesi)} haqq {yani, vâcib I gerekli} oldu: ... (Secde/13)
İşte bunlar,, 'üzerlerine söz {yani, azâb kelimesi(nin gerçekleşmesi)} haqq {yani, vâcib I gerekli} olmuş kim*selerdir. (Ahkâffl8)
İşte böylece, Rabbinin kelimesi haqq {yani, Rabbin-den azâb kelimesi vâcib I gerekli} oidu; o küfredenler üzerine: muhakkak ki onlar cehennem ashabıdır." (Mü'min/6)
Benzeri buyruklar çoktur. 8. el-Haqq lafzı, bâtıl olmayan, bizatihi haqq ma*nasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bu böyledir. Çünkü Allah, haqq O'dur. O'nu bırakıp çağırdıkları {yani, O'nun dışındaki ilahlar} ise bâtıl*dır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Hacc/62)
Hepsi haqq mevlâları {yani, hakkın ta kendisi I bizati*hi hakk olan O'dur, O'nun dışındaki ilahlar ise bâtıl*dır} Allah'a reddolunmuş olacak; uydurdukları onlar*dan kaybolacaktır. (Yûnus/30)
Sonra, haqq {yani, hakkın kendisi I bizatihi hakk olan} mevlâları Allah'a reddolurlar. Bilin ki hükm O'nun-dur ve O hesâb görenlerin en süratlisidir. (En'âm/62)
Biz gökleri, yeri ve ikisi arasmdakileri ancak haqq ile yarattık {yani, bâtıl olarak j boş yere: herhangi bir maksat gözetmeksizin yaratmadık}. (Ahkâf73) 9. el-Haqq, borç-borçlu manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Üzerinde haqq olan {yani, üzerinde borç bulanan* /borçlu} da imla ettirsin. (Bakara/282)
Üzerinde haqq olan {yani, üzerinde borç bulunan-Iborçlu}... (Bakara/282) 10. Ehaqq lafzı, evlâ [daha layık, daha öncelikli] manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Halbuki biz krallığa ondan ehaqqız {yani, evlâyız-Idaha layıkız, daha öncelikliyiz}. (Bakara/247)
İki fırkadan hangisi güven duymaya ehaqq'tır {yani, evlâdır i daha layıktır}?! (En'âm/81)
Acaba hakka ileten mi tâbi olmaya ehaqq {yani, evlâ-/daha layık}... (Yûnus/35)
Halbuki ehaqq {yani, evlâ / öncelikli} olan Allah'ı ve Rasûlü'nü hoşnut etmeleridir. (Tevbe/62)
Eğer mü'min iseniz huşu duymaya Allah ehaqqtır (yani, evlâdır/daha layıktır}. (Tevbe/13) 11. Haqq, pay anlamında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Onların mallarında malum bir haqq {yani, farz olan bir pay} vardır. (Me'âric/24)
Bunun bir benzeri de Zâriyât sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:19
kral41
63. Serî'
Serî', iki şekilde tefsir edilir: 1. Serî'u'l-hisâb ibaresi; hesabı serî [pek çabuk] olan manasında, sanki hesâb vakti gelmiş gibi kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Üzerine Allah'ın ismini zikredin ve Allah'a ittiqa edin. Şüphesiz ki Allah serfu'l-hisâb'tır {yani, hesabı pek çabuk görendir}. (Mâide/4)
Âyet, sanki hesâb gelmiş de onunla kendilerini korkutuyor gibidir.
İşte onların kazandıklarından bir nasibleri vardır. Allah serîu'l-hisâb'tır {yani, hesabı pek çabuk gören*dir}. (Bakara/202)
"Sanki hesâb vakti gelmiş gibi (dikkat etsinler)" demektir.
Onun yanında Allah'ı bulur. O da onun hesabını gö*rür. Allah serî'u'l-hisâb'tır (yani, hesabı pek çabuk görendir}. (Nûr/39)
"Sanki hesâb vakti gelmiş gibi (dikkat etsinler)" demektir.
Benzeri buyruklar çoktur. 2. Serî'u'l-hisâb ibaresi, halkedilmişleri I yaratılmışları hesaba çekeceği vakit hesâblarını çabucak biti*ren anlamındadır; şu âyette olduğu gibi:
O gün herkese kazandığının karşılığı verilir. O gün zulm yoktur. Şüphesiz Al] ah serî'u'l-hisâbtır (yani, hesaba çekmeye başladığında hesâbları çabucak biti*recek olandır}. (Mü'min/17)
Mukâtil b. Süleyman dedi ki: İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah yaratılmışların he-sâbını, dünya günlerinden yarını gün kadarlık bir sürede bitirecektir. Allah'ın, O gün cennet ashabı*nın kalacağı yer hayırlı ve dinleneceği yer çok gü*zeldir (Furkân/24) sözü bunu anlatmaktadır."
Cennet ashabı cennette, cehennem ashabı da sur*lar içerisinde amelde bulunurlar. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Ve O, esra'u'l-hâsibîn'dir [hesâb görenlerin en süratlisidir]. (En'âm/62) buyruğu da böyledir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
64. El-Hîsâb
el-Hisâb, iki şekilde tefsir edilir: 1. Hisâb, ceza'Ikarşılık anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Eğer şuurundaysanız, onların hesabı {yani, karşılığı} Rabbimden başkasına ait değildir. (Şu'arâ/113)
Onun hesabı {yani, karşılığı} ancak Rabbinin yanın*dadır. (Mü'minûn/117)
Sonra da, hesâbları {yani, karşılıkları} şüphesiz Bize aittir. (Ğâşiye/26)
Talâk Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve Nebe Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
süresindeki buyruklarda da bu manadadır. 2. el-Hisâb Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
lafzı ile, günlerin, ayların ve yılların sayısı ve hesabı -ki bu da, malum hesâbtır- kasdedil-miştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Yılların sayısını ve hesabı {yani, günlerin, ayların ve yılların hesabını} bilesiniz. (İsrâ/12)
Güneş ve kameri de birer hesâb kıldık Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
{yani, yılla*rın sayısını ve hesabı bilmeniz için}. (En'âm/96) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:21
kral41
65.El-Mâ'
el-Ma, üç şekilde tefsir edilir: 1. Mâ' ile, yağmur kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Biz rüzgârları aşılayıcılar olarak gönderdik. Sema*dan da bir mâ' {yani, yağmur/ indirdik. (Hicr/22)
Ve semadan [yukarıdan/bulutlardan] tertemiz bir mâ' {yani, yağmur} indirdik. (Furkân/48)
Sizi onunla tertemiz yapmak için de üstünüze sema*dan [yukarıdan/bulutlardan] bir mâ' {yani, yağmur} indiriyordu. (Enfâl/11)
Semadan bir mâ' {yani, yağmur} indirir... (Lokmân/lö) 2. el-Mâ', nutfe anlamında kullanılmıştır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Ve o mâ"dan {yani, nııtfedenj beşer halkeden. (Fur-kân/54)
Bir sülaleden, bir hakir mâ"dan {yani, nutfeden}... (Secde/8) 3. el-Mâ' ile, Kur'ân kasdedilmiştir; şu âyette oldu*ğu gibi;
Allah semadan [yukarıdan/bulutlardan] bir mâ' (ya*ni, Kur'ân} indirir. (Nahl/65) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Bu, Allah'ın verdiği bir misaldir. Su, nasıl insanlar için hayatın esası ise, Kur'ân da ona îmân edenler için bir hayattır.
Bunun bir benzeri de Bakara sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
66. Kebîr
Kebîr, sekiz şekilde tefsir edilir: 1. Kebîr, şiddetli manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sizden kim zulmederse ona kebîr (yani, şiddetli) bir azâb tattırırız. (Furkân/19)
Fakat bu onlara, kebîr (yani, şiddetli} bir tuğyan ar*tırmaktan başka netice vermiyor. (İsrâ/60)
Siz kebîr bir yükseklikle yükseleceksiniz (yani, şid*detli bir galibiyetle galib geleceksiniz}. (İsrâ/4)
Onlara karşı Kur'ân'la kebîr (yani, şiddetli! bir cihad yap! (Furkân/52) 2. el-Kebîr lafzı ile, yaşça büyüklük /yaşlılık kasde-dilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Babamız ise kebîr {yani, yaşlı} bir şeyhtir. (Kasas/23)
Kendisine kiber (yani, yaşlılık} isabet etsin... (Baka*ra/266) 3. el-Kebîr, yaş itibariyle değil, re'y Igörüş ve Um iti*bariyle büyük /ileri manasında kullanılmıştır; şu âyet*lerde böyledir:
Onların kebîri (yani, görüş ve Um itibariyle ileri olan kardeşleri -ki o onların yaşça en büyükleri değildi-} dedi ki... (Yûnus/80)
Muhakkak ki o sizin kebîrinizdir (yani, o, aranızda sihri en iyi bileninizdir, sihirde en ileri olanınızdır. -Yoksa o, yaş itibariyle onların en büyükleri değildi-}. (Tâ-Hâ/71)
Bunun bir benzeri de Şu'arâ sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 4. el-Kebîr, çok [el-kesîr] Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
anlamında kullanılmış*tır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sağîr (yani, az} veya kebîr (yani, çok) olsun, onu yaz*maya üşenmeyin! (Bakara/282)
Onlar sağîr (yani, az} veya kebîr (yani, çok} ne infak ederlerse... (Tevbe/121) 5. el-Kebîr, azîm [pek büyük j azametli] manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O kebîrdir (yani, pek azametlidir, pek büyüktür}, mü-te'âl'dir. (Ra'oV9)
Şüphe yok ki Allah 'âlîdir (yani, pek yücedir; O'ndan daha yüce hiçbir şey yoktur}, kebîrdir (yani, pek aza*metlidir/pek büyüktür; O'ndan daha büyük hiçbir şey yoktur}. (Nisâ/34)
Kur'ân'da benzeri buyruklar çoktur. 6. el-Kibriyâ', mülk I egemenlik ve sultan j saltanat anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
(Fir'avn, Musa'ya şöyle dedi}: "Yeryüzünde kibriyâ' (yani, egemenlik ve saltanat} ikinizin olsun diye mi geldiniz?!" (Yûnus/78)
Göklerde ve yerde kibriyâ' (yani, egemenlik ve salta*nat} O'nundur. (Câsiye/37) 7. el-Kebîr kelimesi, ağır anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Eğer onların yüz çevirmeleri sana kebîr [kebura] {ya*ni, ağır} geliyorsa... (En'âm/35)
Eğer aranızda kalışım ve Allah'ın âyetlerini ihtar edişim size kebîr [kebura] {yani, ağır} geliyorsa...
(Yûnus/71) 8. Kebîr kelimesi; uzun I uzayan, sürüp giden ma*nasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Siz başka/değil, kebîr (yani, uzayıp giden, sürüp gi*den} bir dalâlet içindesiniz. (Mülk/9) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:22
kral41
67. Yûza'ûn
Yuza'ûn, iki şekilde tefsir edilir: 1. Yûza'ûn kelimesi, sürülmek, yedilmek, sevkolun-nıak anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gi*bi:
Süleyman'ın huzuruna cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları haşroldu/toplandı. Onlar topluca sevkolunurlardı/sürülüp götürülürlerdi [yûza'ûn]. (Nemi/17)
Her ümmetten âyetlerimizi yalanlayan bir bölük hasredeceğimiz gün, onlar sevkolunurlar/sürülüp gö*türülürler [yûza'ûn]. (Neml/83)
Allah'ın düşmanları haşrolunacakları gün, onlar ate*şe sevkolunurlar/sürülüp götürülürler [yûza'ûn]. (Fussilet/19) 2. Euzi'nî lafzı, bana şükretmeyi ilham et anlamın*da kullanılmıştır; Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
şu âyette olduğu gibi:
{Süleyman şöyle dua etti}: "Rabbim! Evzi'nî {yani, ba*na ilham, et ki}, bana ve ana-babama ihsan ettiğin ni*metine şükredeyim." (Neml/19)
Ebû Bekr b. Kuhâfe'nin şu sözünde de bu manada*dır: Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Nihayet olgunluk çağına ulaştığı ve kırk yaşma gir*diği zaman dedi ki: "Rabbim! Evzi'nî {yani, bana il*ham et ki}, bana ve ana-babama ihsan ettiğin nimeti*ne şükredeyim." (Ahkâm15) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
68. El-Firâr
el-Firâr, dört şekilde tefsir edilir: 1. el-Firâr, kaçmak anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Eğer ölümden yahut öldürülmekten fırâr edi*yorsanız {yani, kaçıyorsanız} fırâr size bir fayda ver*mez. Verdiği takdirde de pek az dışında istifade etti*rilmezsiniz." (Ahzâb/16)
Sizden korkunca da içinizden firar ettim {yani, kaç*tım}. (Şu'arâ/21) 2. el-Firâr, hoşlanmama I kerih görme manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
De ki: "Kendisinden firar ettiğiniz {yani, hoşlanmadı*ğınız} ölüm, muhakkak gelip sizi bulacak." (Cuma/8) 3. el-Firâr kelimesi; iltifat etmemek, dönüp bakma*mak, aldırmamak manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Kişinin kardeşinden firar edeceği {yani, kardeşine il*tifat etmeyeceği, dönüp bakmayacağı, aldırmayacağı} gün... (Abese/34) 4. el-Firâr, uzaklaşmak manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Fakat benim davetim, onların firarlarından {yani, uzaklaşmalarından} başka bir şeylerini arttırmadı. (Nûh/6) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:22
kral41
69. Ce'alu
Ce'alû, iki şekilde tefsir edilir: 1. Ce'alu, Allah'ı nitelendirmek /vasfetmek / tavsif etmek anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Cinleri Allah'a ortak kıldılar [ce'alû] {yani, Allah'ın ortakları olarak nitelendirdiler}; halbuki onları O ya*rattı. (En'âm/100)
O'na kullarından bir cüz kıldılar [ce'alû] {yani, kulla*rından birtakım kimseleri Allah'ın ortağı olarak nite*lendirdiler}. (Zuhruf715)
Allah'a kızlar kılarlar [yec'alûne] {yani, Allah'ı kızla*rı olmakla nitelendirirler}. (Nahl/57)
Rahmân'm kulları olan melekleri de dişi kıldılar [ce'alû] {yani, dişi olarak nitelendirdiler}. (Zuhruf/19) 2. Ce'alû; yaptılar, işlediler anlamında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlar, yarattığı ekin ve en'âm'dan Allah için bir na-sib yaptılar [ce'alû]. (En'âm/136)
De ki: "Allah'ın size indirdiği ve sizin de bir kısmını haram, bir kısmını helâl yaptığınız [ce'altum] rızk hakkında reyiniz nedir?" (Yûnus/59) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
70. Es-Sebîl
es-Sebîl, onüç şekilde tefsir edilir: 1. Sebîlullâh, Allah'ın taatında I Allah'a itaat uğ*runda demektir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Mallarını sebîlullâh {yani, Allah'a itaat uğrunda} in-fak edenlerin meseli... (Bakara/261)
Fî-sebîlullâh {yani, Allah'a itaat uğrunda} infak edin! (Bakara/195)
îmân edenler fî-sebîlullâh {yani, Allah'a itaat uğrun*da} savaşırlar... (Nisâ/76)
Benzeri buyruklar çoktur. 2. Sebîl, ulaşabilmek /güç ve imkân bulabilmek an*lamında kullanılmıştır; Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
şu âyette olduğu gibi:
Sebiline [yoluna] gücü olanların {yani, ulaşabilecekle*rin: azık ve binek elde etmek suretiyle oraya ulaşabi*lecek ve haccedebilecek olanların} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
O Ev'i haccetme*si, Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. (Âl-i İm-rân/97) 3. Sebil, çıkış anlamında kullanılmıştır; şu âyetler*de olduğu gibi:
Bak, sana nasıl meseller darbedip dalâlete düştüler. Artık onlar' bir sebîl {yani, bir çıkış} bulmaya güç ye-tiremezler. fİsrâ/48)
Bunun bir benzeri de Furkân sûresinde yer almak*tadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Ölüm onları alıncaya veya Allah onlara bir sebîl {ya*ni, hapisten çıkış} kıhncaya kadar... (Nisâ/15) 4. es-Sebîl kelimesi, gidişat /âdet manasında kulla*nılmıştır; şu âyetlerde böyledir:
Babalarınızın nikâhı geçmiş bulunan kadınları ni*kahlamayın; -ancak geçmiş olan müstesna- şüphe yok ki o çok çirkin, pek iğrenç ve kötü bir sebîl {yani, gidişat i âdet} idi. (Nisâ/22)
Zinaya yaklaşmayın. O gerçekten bir hayasızlıktır, kötü bir sebildir {yani, kötü bir gidişattır}. (İsrâ/32) 5. Sebîl, bahane anlamında kullanılmıştır; şu âyet*te olduğu gibi:
Serkeşliklerinden endişe ettiğiniz kadınlara öğüt ve*rin... Eğer size itaat ederlerse, artık aleyhlerine bir sebîl (yani, bahane} aramayın! (Nisâ/34) 6. Sebîl, dîn anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde
olduğu gibi:
Mü'minlerin sebilinden {yani, dininden} başkasına tâbi olursa... (Nisâ/115)
Böylece arada bir sebîl {yani, dîn} tutmaya yeltenen*ler... (Nisâ/150)
Rabbinin sebiline {yani, dînine} hikmetle davet et! (Nahl/125)
Benzeri âyetler çoktur. 7. Sebîl, hudâ/hidâyet anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah her kimi {hidâyetten} dalâlete düşürürse, artık sen ona bir sebîl {yani, hudâya I hidâyete iletecek bir yol} bulamazsın. (Nisâ/88)
Her kimi de Allah {hidâyetten} dalâlete düşürürse, artık onun için bir sebîl {yani, hudâya I hidâyete ilete*cek bir yol} yoktur. (Şûrâ/46) 8. Sebîl, hüccet/delil anlamında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Allah mü'minlerin aleyhine kâfirlere bir sebîl (yani, hüccet/delili vermeyecektir. (Nisâ/141) 9. Sebîl, tarîk I yol anlamında kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
Hiçbir çareye gücü yetmeyen, sebîl bulamayan (yani, (hicret etmek için) Medine 'ye giden yolu bilmeyen} er*keklerden, kadın ve çocuklardan mustaz'af olanlar müstesna. (Nisâ/98)
Ola ki Rabbim beni sevâ'e's-sebîl'e (yani, Medyen'e götüren a"üzyola} iletir. (Kasas/22) 10. Sebîl, hidâyet yolu anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İşte bunlar, mekanları daha şerli ve sevâ'i's-sebîl'den (yani, yolun hidâyete ileteninden} daha çok sapmış kimselerdir. (Mâide/60)
Sevâ'i's-sebîl'den (yani, yolun hidâyete ileteninden} sapmış... (Mâide/77)
Benzeri âyetler çoktur. 11. Sebîl, düşmanlık anlamında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Kim de zulme uğradıktan sonra intikamını alırsa, a-r-tık onlar aleyhine sebîl (yani, düşmanlık! yoktur.... sebîl (yani, düşmanlık} sadece insanlara zulmedenler aleyhinedir. (Şûrâ/41-42) 12. Sebîl, O'na i Allah'a itaat anlamında kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ancak Rabbine bir sebîl edinen (yani, Rabbine itaat 240 yolunu seçen} kimseler (olmanızı) diliyorum. (Fur-kân/57)
Doğrusu bu bir hatırlatmadır. Artık dileyen Rabbine bir sebîl edinir (yani, O'na itaat yolunu seçer}. (Müz-zemmil/19)
İnsan sûresinde Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
de bu manada kullanılmıştır. 13. Sebil, millet [dîn ve şeriat] anlamında kullanıl*mıştır; şu âyette olduğu gibi:
De ki: "Bu benim sebîlimdir" (yani, milletimdir [dîn ve şeriatimdir]}. (Yûsuf/108) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:24
kral41
71. Et-Ta'âm
et-Ta'âm, dört şekilde tefsir edilir: 1. et-Ta'âm, insanların yedikleri I yiyecekleri anla*mındadır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O ki onları açlıktan doyurandır. (Kureyş/4) O yediriyor, ama yedirilmiyor. (En'âm/14) Yemeğinizi yedinizmi dağılın! (Ahzâb/53) Benzeri âyetler çoktur. 2. et-Ta'âm ile, zebhedilenler I kesilenler [kesilerek yenilen hayvanların etleri] kasdedilmiştir; şu âyette ol*duğu gibi:
Kendilerine Kitap verilenlerin ta'âmı (yani, kestikleri hayvanların etlerini yemek} size helâldir. Sizin ta'âmmız da (yani, kestiğiniz hayvanların etlerini ye*mek del onlara helâldir. (Mâide/5) 3. et-Ta'âm ile, iyi ve güzel balıklar kasdedümiştir; şu âyette olduğu gibi:
Deniz avı ve onun ta'âmı size helâl kılındı (yani, gü*zel balıklarda sizin için fayda vardır}. (Mâide/96) 4. Ta'ınıû ile, içmek kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
îmân edip sâîih ameller işleyenlere... ta'âmlarmdan (yani, haram kılınmasından önce içtikleri içkiden} dolayı bir cünah yoktur. (Mâide/93)
Kim ondan ta'âm etmez (yani, içmez I tatmaz} ise, şüphesiz o bendendir. (Bakara/249) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
72. Fi
Fi edatı, yedi şekilde tefsir edilir: 1. Fi, beraber birlikte manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Diyecek ki: "Sizden önce cin ve insanlardan geçmiş ümmetler içinde [fi] (yani, ümmetlerle beraber} ateşe girin!" (A'râff38)
İşte bunlar, cin ve insanlardan kendilerinden önce geçmiş ümmetler içinde [fi] (yani, ümmetlerle bera*ber} aleyhlerine söz hak olmuş kimselerdir. (Ah-
(Süleyman dedi ki}: "Kahmetinle beni sâlih kulîarının içine [fi] sok" (yani, cennette beni sâlih kullarınla beraber kıl}! (Neml/19)
Biz onları sarihlerin içine [fi] {yani, sâlihlerle beraber cennete} sokacağız. (Ankebût/9)
Haydi gir kullarımın içine [fi] (yani, kullarımla bera*ber} ve gir cennetime. (Fecr/29-30)
Dokuz mucize içinde [fi] (yani, dokuz mucizeyle bera*ber} (Nemi/12)
Onlar içinde [fi] (yani, onlarla birlikte} ay'ı bir nur kıldı. (Nûh/16) 2. FI, 'alâ [üstünde I üzerinde, üstüne /üzerine] anla*mında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ve sizi hurma dallarına/dallarında [fi] (yani, hurma dallarının üzerine} asacağım. (Tâ-Hâ/71)
Ona/onda [fihâ] (yani, onun üzerine} harcadıkların*dan dolayı ellerini oğuşturmaya başladı. (Kehf742)
Meskenlerinde [fi] (yani, kasabaları üzerinde} dolaş*tıkları... (Tâ-Hâ/128)
Meskenlerinde [fi] (yani, kasabaları üzerinde} dolaş*tıkları... (Secde/26) 3. Fi, ilâ [...e, ...a] anlamında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Allah'ın arzı geniş değil miydi? Siz de onda/orada [fi*hâ] (yani, ona/oraya: Medine'ye} hicret etseydiniz. (Nisâ/97) 4. Fi, an [...den, ...dan] anlamında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Kim bunda [fi] {yani, kim Allah'ın bu âyette zikrettik*lerinden} kör ise, o âhirette de kördür {yani o kimse Allah'ın âhirete dair zikrettiklerinden de kördür}; yol itibariyle de şaşkındır. (İsrâ/72) 5. Fi, min [...den, ...dan] anlamında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Her ümmetten {min anlamında fi) bir şâhid (ki bun*lar nebilerdir} çıkaracağız. (Nahl/84) 6. Fî, indinde; I yanında anlamına kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğji gibi:
Ömründen nice seneler bizde/bizim içimizde [finâ] (yani, yanımızda} kalmadın mı?! (Şu'arâ/18)
(Dediler ki Şu'ayb'aj: "Hem seni bizde/içimizde [finâ] (yani, yanımızda} gerçekten zayıf görüyoruz." (Hûd/91)
Ey Salih! Sen bundan evvel bizde/içimizde [finâ] {ya*ni, yanımızda} ümit beslenen bir kimseydin. (Hûd/62) 7. Finâ; bizim için, bize anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah'da/Allah uğrunda [fillâhi] hak cihadıyla cihad
edin {yani, Bizim içini Allah için gereği gibi amel edin}! (Hacc/78)
Bizde/Bizim uğrumuzda {final cihad edenleri {yani, Bizim için amel işleyenleri}, elbette yollarımıza ileti*riz. (Ankebût/69) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:24
kral41
73. Min
Min, dört şekilde tefsir edilir: 1. Min, kelâmda sıla [mana taşımayan ulama eda*tı] olur; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ta ki günahlarınızdan [min-zünûbikum] {yani, bütün günahlarınızı} mağfiret buyursun. (Nûh/4)
Dinden [mine'd-dini] (yani, dîni} sizin için şeriat yaptı. (Şûrâ/13)
Mü'min erkeklere söyle: "Bakışlarından [min-ebsâri-him] kıssınlar" {yani, gözlerini tümüyle /bakışlarının tümünü ma'siyetten sakınsınlar}. (Nûr/30)
Mü'min kadınlara söyle: "Bakışlarından [min-ebsâri-hinne] kıssınlar" (yani, gözlerini tümüyle /bakışları*nın tümünü ma'siyetten sakınsınlar}. (Nûr/31)
Rabbim! Bana mülkten [mine'I-mülki] (yani, mülk} verdin. (Yûsuf/101)
Benzeri buyruklar çoktur. 2. Min-emrihi [O'nun emrinden] ibaresi, O'nun-IKendi emri ile anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde
böyledir:
Emrinden [min-emrihi] (yani, emri ile} rûh ilka edi*yor. (Mü'min/15)
Onda melekler ve rûh, Rabb'lerinin izniyle herbir emrden [min-külli emrin] {yani, herbir emr ile} iner de iner. (Kadr/4)
Ve o sıkıştırılan bulutlardan [mine'l-mıt'sırâtt] {yani, sıkıştırılan bulutlar ile} şarıl şarıl bir su indirdik. (Nebe/14)
Önünden ve arkasından onu Allah'ın emrinden [min-emrillâhi] {yani, Allah'ın emri ile} muhafaza eden iz*leyiciler vardır. (Ra'd/11) 3. Min, fi [...de, ...da, içinde] anlamında kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O zaman Allah'ın emrettiği yerden [min-haysu eme-rekumullâhu] onlara varın (yani, Allah'ın emrettiği yer olan ferc'de onlarla ilişki kurun}! (Bakara/222)
De ki: "Allah'ı bırakıp çağırdığınız ortaklarınız hak*kında reyiniz nedir? Onlar yerden [mine'l-ardı] {ya*ni, yerde};şeyi yarattılar Bana gösterin!" (Fâtır/40)
i Bunun bir benzeri de Ahkâf sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 4. Min, 'ala [...e, ...a, ...üzerine I karşı] anlamında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Âyetlerimizi yalanlayan kavmden [mine'l-qavmi] {ya*ni, kavme karşı} o'na {yani, Nuh'a} yardım ettik. (En*biyâ/77) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
74. Emr
Emi; onüç şekilde tefsir edilir: 1. Emr, dîn manasında kullanılmıştır; şu âyetlerdp olduğu gibi:
Nihayet hak geldi ve hoşlanmamalarına rağmen Allah'm emri {yani, Allah'ın Nebisi'ne emr olarak ver*diği, fakat kendilerinin dahil olmadıkları İslâm Dî*ni} üstün oldu. (Tevbe/48)
Onlar enirlerini {yani, kendisiyle emr olundukları halde başkasını kabul ettikleri dînleri olan İslâm'ı} aralarında parça parça ettiler. (Enbiyâ/93) 2. Emr, qaul/söz manasında kullanılmıştır; şu
âyette olduğu gibi:
Hani aralarında enirlerini {yani, gaullerini /sözlerini} tartışıyorlardı (yani, konuşuyorlar /söz alış-verişinde bulunuyorlardı}... (Kehf/21)
Enirlerini {yani, gavllerini /sözlerini} aralarında tar*tıştılar {yani, kendi aralarında konuştular / söz alış verişinde bulundular}. (Tâ-Hâ/62)
Nihayet emrimiz {yani, qavlimiz /sözümüz} gelip de tandır kaynaymca... (Hûd/40)
Hûd ve Salih hakkında da böyle (buyurulmuş)dur. 3. el-Emr, azâb anlamında kullanılmıştır; şu âyet*lerde böyledir:
Emr kaza edilince {yani, ateş ehli hakkında azâb vâ-cib olunca} şeytan da der ki... (İbrâhîm/22)
Emr'in kaza edileceği {yani, azabın vâcib olacağı}... (Meryem/39)
Su çekildi, emr kaza edildi {yani, suda boğulmak su*retiyle azâb vâcib/gerekli oldu}. (Hûd/44) 4. el-Emr ile, Isâ kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
O münezzehtir. Bir emri kaza ettiğinde Syani, isa'nın babasız doğmasına hükmettiğinde -ki isa'nın babasız doğacağı O'nun ilminde olan bir şeydi-} ona yalnızca 'Ol!' der, oluverir. (Meryem/35) 5. Emrullâh [Allah'ın emri] ile, Bedir'de katledile*cekler kasdedilmiştir; şu âyette böyledir:
Allah'ın emri {yani, Bedir'de öldürülecek olanlara dair hükmü) geldiğinde hak ile hükmolunur. (Mü'-min/78)
Bu buyruk JVIekke'de inmişti. Allah Mekkelilerin öldürülmesi hakkındaki emrini Medine'de gerçek*leştirdi. Enfâl süresindeki şu âyet işte bunu anlat*maktadır:
Hani karşılaştığınız o vakit onları sizin gözlerinize az gösteriyor, sizi de onların gözlerine az gösteriyor*du ki Allah emri kaza etsin. (Enfâl/44)
Bununla Mekke kâfirlerinin Bedir'de öldürülmesi
kasdedilmektedir. İşte Mü'min süresindeki, Alla*h'ın emri geldiğinde hak ile hükmolunur (Mü'min/78) âyetiyle kasdedilen budur. 6. Emr ile, Mekke'nin fethi kasdedilmiştir; şu âyet*te bövledir:
O halde Allah'ın emri (yani, Mekke'nin fethi/ gelince*ye kadar tarabbus edin [gözetleyip bekleyin]. (Tev-be/24) 7. Emr ile, Benî-Kurayza'nın öldürülmesi ile Benî-Nadîr'in sürülmesi kasdedilmiştir; şu âyette böyledir:
Afv ve safh ile davranın, Allah'ın emri gelinceye (yani, Yahudilerden Benî-Kurayza'nın öldürülmesi, Be-nl-Nadîr'in sürülmesi gerçekleşinceye} kadar. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Ba*kara/109)
Bunun bir benzeri de Mâide sûresinde yer almak*tadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 8. Emr ile, kıyamet kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Allah'ın emri (yani, kıyamet} geldi. (Nahl/1)
Ama siz Allah'ın emri (yani, kıyamet} gelinceye ka*dar tarabbus ettiniz, şüphe ettiniz, kuruntular sizi aldattı. (Hadîd/14) 9. Emr, kadâ'/hükm manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Emr'i tedbir eder (yani, kazasına dair hükmü yalnız*ca O verir}, Hiç kimse şefaat edemez; meğer ki O'nun izninin ardından ola. (Yûnus/3) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
İyi bilin ki, halk ve emr (yani, yarattıkları hakkında dilediği şekilde hükm vermek] O'na aittir. (A'râf/54) 10. el-Emr, vahy manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Semadan arza (yani, gök ile yer arasında} emr'i {ya*ni, vahyi} tedbir eder {yani, indirir}. (Secde/5) 11. Emr, bizatihi emr/iş manasında kullanılır; şu âyette böyledir:
İyi bilin ki, .emr'ler {yani, mahlukâta ait işler} Allah'a varır. (Şûrâ/53) 12. el-Emr, nasr [zafer, yardım] manasında kulla*nılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
"O emr'den {yani, zaferden} bize birşey var mı?" di*yorlardı. De ki: "Doğrusu bütün emr Allah'ındır." (Âl-i İmrân/154) 13. el~Emr, zenb I günah anlamına kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Böylece emrinin vebalini (yani, günahının cezasını} tattı. (Talâk/9)
Emr'lerinin vebalini {yani, günahlarının cezasını} tatmışlardı. (Haşr/15)
Emr'inin vebalini {yani, günahının cezasını} tatsın. (Mâide/95) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:26
kral41
75. El-Velı
el-Velî, on şekilde tefsir edilir: 1. Velî ile; veled [çocuk, evlat, oğul] kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
{Zekeriyyâ şöyle dua etti}: "Bana indinden bir velî {yani, ueled/oğulj bağışla!" (Meryem/5) 2. el-Veîî lafzı ile, akrabalığı bulunmayan arkadaş kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
O'na zülden bir velî de {yani, Kendisine isabet eden bir acizlikten ötürü yardımına ihtiyaç duyacağı bir arkadaş da} olmadı. (İsrâVlll)
Kimi de dalâlete düşürürse, artık onu irşad edecek bir velî {yani, arkadaş} bulamazsın. (Kehf/17) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 3. el-Velî, yakın kimse anlamında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
O gün mevlâ Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
mevlâdan birşey defedemez {yani, bir yakından bir yakınına fayda olmaz; kâfirlerden biri diğerine en küçük bir şeyle fayda sağlayamaz!. (Dulıân/41)
Onlar {yani, kâfirler} için, kendilerine velîlerden {kâfir yakınlarından} yardım edecek {yani, azâbtan koruya*cak} kimse olmayacak; Allah'tan başka. (Şûrâ/46)
Sizin için Allah'tan başka bir velî {yani, kâfirlerden size faydası dokunacak bir yakın} ve bir yardımcı da
yoktur. (Ankebût/22) 4. el-Velî, rabb anlamında kullanılmıştır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
De ki: "Gökleri ve yeri fatreden Allah'ın gayrı velî (yani, rabb} mi edineceğim?!" (En'âm/14)
Onu bırakıp başka velîlere (yani, rabblere} tâbi ol*mayın! (A'râf/3)
Onlar O'nu bırakıp başka velîler (yani, rabbler} edin*diler? Oysa ki Allah, velî {yani, rabb} O'dur. (Şûrâ/9)
Çünkü onlar/.Allah'ı bırakıp şeytanları velîler (yani, onlara itaat etmek suretiyle rabbler} edindiler. (A'râf/30)
Sonra, hak mevlâları (yani, Rabb'leri} Allah'a reddo-lunurlar. (En'âm/62)
Bunun bir benzeri de Yûnus sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 5. el-Velî ile, ilahlar kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
Kazandıkları da, Allah'ı bırakıp edindikleri velîler de (yani, ilahlar da} onlardan hiçbir şey defedemez. (Câ-siye/10)
O'nu bırakıp birtakım velîler (yani, ilahlar} edinen*ler... (Zümer/3)
O'nu bırakıp birtakım velîler (yani, ilahlar} edinenle*re gelince, Allah onların üzerinde bir hafızdır. (Şû-râ/6) 6. el-Velî, asabe manasında kullanılmıştır; şu âyet*te olduğu gibi:
Doğrusu ben arkamdan gelecek velîlerden (yani, asa*be (olan akrabalarım'jdan} yana korkuyorum. (Mer*yem/5) 7. Velî, (bâtıl) dînde ve küfürde velayet I kâfirleri ve*lî edinmek manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde söz-konusu edilen odur:
Allah'ın kendilerine gazâb ettiği bir kavmi (yani, Ya*hudi ve Hristiyanları} velî edinen (yani, din husu*sunda velî edinen} kimseleri (yani, münafıkları} gör*medin mi? (Mücâdele/14)
İçinizden kim onları [Yahudi ve Hristiyanları] velî (yani, dîn hususuııda velî} edinirse, muhakkak o da onlardandır. (Mâide/51) 8. Velî, (hak) dînde velayet manasında kullanılmış*tır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sizin velîniz, sadece Allah, O'nun Rasûlü... (Mâide/55)
Allah îmân edenlerin velîsİdir; onları zulumâttan nu*ra çıkarır. (Bakara/257) 9. Velî lafzı iıe, kişiyi kölelikten kurtaran kimse kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Eğer babalarını bilmiyor iseniz, dînde kardeşleriniz ve mevâlinizdirler (yani, azad ettiğiniz I kölelikten
kurtardığınız mevlâlarınızdırlarj'. (Ahzâb/5) 10. Velî, içtenlik Ihayırhahtık hususunda evliya edinmek manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
Ey îmân edenler! Mü'minleri bırakıp da kâfirleri ev*liya edinmeyin {yani, içtenlik!hayırhahtık hususun*da mü'minleri bırakarak kâfirleri evliya edinmeyin!/ (Nisâ/144)
Mü'mİnler, mü'minleri bırakıp kâfirleri evliya edin*mesin (yani, içtenlik Ihayırhahtık hususunda kâfirle*ri evliya edinmesin}'. (Âl-i îmrân/28) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
76. Sayha
Sayha, iki şekilde tefsir edilir: 1. Sayha, Cebrail'in dünyadaki azâb sayhası I çığlı-ğı manasında kllanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O zulmedenleri (yani, Salih kavmini/ ise bir sayha (yani, Cebrail'in sayhası I çığlığı} yakaladı. (Hûd/67)
O zulmedenleri {yani, Şu'ayb kavmini} ise bir sayha {yani, Cebrail'in sayhası I çığlığı} yakaladı. (Hûd/94)
Hicr süresindeki buyruğunda olduğu gibi:
İşrak vaktine girerken sayha {yani, Cebrail'in sayha*sı/çığlığı} onları yakaladı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Hicr/73) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 2. Sayha, israfil'in ilk nefhası anlamında kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Başka değil, tek bir sayha (yani, İsrafil'in Kıyamet Günü'ndeki ilk neflıasından} olmuş; derhal hepsi hu*zurumuza ihzar edilmişlerdir. (Yâ-Sîn/53)
Hakkfa çağıran) sayhayı {yani, İsrafil'in ikinci neflıa-sınıj, işitecekleri gün... (Kaf/42) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:26
kral41
77. Ez-Zubur
ez-Zubur, beş şekilde tefsir edilir: 1. ez-Zubur, geçmiş ümmetlere ait hadîsler/haber*ler ve onların kitaplarda yazılı olan işleri j durumları anlamında kullanılmıştır; şu âyette bu böyledir:
Bcyyinât [apaçık deliller] {yani, nebilerin kavimlerine getirdikleri âyetler!, zubur {yani, onlardan önceki (ila*hi) kitapların hadisleri I haberleri ve nasihatleri} ve nurlu kitap (yani, emir ve nehiyleriyle aydınlatan ki*tap) ile... (Âl-i İmrân/184)
Bunun benzen de Fâtır Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve Nah! Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sûresinde bulunmaktadır. 2. ez-Zubur, (ilahî) kitaplar anlamında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Muhakkak ki o {yani, Muhammed. ve o'nun ümmeti*nin nitelikleri}, evvelkilerin zuhurunda {yani, kitap-larmd.a} vardır. (Şu',ırâ/196)
Andolsun Biz Zikr'in {yani, Levh-i Mahfuzun} ardın*dan zebûr'da (yani, bütün (ilahî) kitaplarda} da yaz*dık... (Enbiyâ/105) 3. ez-Zubur, Levh-i Mahfuz manasında kullanılmış*tır; şu âyette olduğu gibi:
İşledikleri herşey o zuhurdadır (yani, Levh-i Mah*fuz'dadır}. (Kamer/52) 4. ez-Zuber kelimesi, kütleler parçalar anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bana demir zuberi (yani, kütleleri} getirin! (Kehf796)
Ama insanlar işlerini kendi aralarında zubur ettiler (yani, kısım, kısım I parça parça ayırdılar}. (Mü'mi-nûn/53) 5. ez-Zebûr, Davud'a verilen kitap anlamında kulla*nılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Davud'a da Zebur (yani, Davud'a da kitap} verdik. (Nisâ/163)
Bunun bir benzeri de İsrâ sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
78. El-Ferah
el-Ferah, üç şekilde tefsir edilir: 1. el-Ferah, şımarıp azmak, azgınlık etmek anla*mında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ferahlanma (yani, şımarıp azma}! Doğrusu Allah fe-rahlananları (yani, şımarıp azanları} sevmez. (Ka-
sas/76)
Şüphesiz o, ferahlanır (yani, şımarıp azar}. (Hûd/10)
Bu şundandır: Yeryüzünde haksız yere ferahlanıyor*dunuz (yani, büyüklük taslıyordunuz, şımarıp azıyor*dunuz}. (Mü'min/75) 2. el-Ferah ile, rızâ [razı olma I hoşnutluk i memnu*niyet] kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlar ise dünya hayat ile ferahlandılar (yani şimdi*ki I yakın hayata razı oldular}. Halbuki dünya hayat, âhirete nisbetle bir geçimlikten başka birşey değildir.
(Ra'd/26)
Her hizb sahib olduğu ile ferahlık duymaktadır (ya*ni, ona razıdır}. (Rûm/32)
İlmden yanlarında bulunan ile ferahlandılar (yani, yanlarındaki ilme razı oldular}. (Mü'min/83) 3. el-Ferah lafzının, bizatihi ferah jsevinmek anla*mında kullanılması; şu âyette olduğu gibi:
Hatta gemilerde bulunduğunuz ve onlar içindekileri alıp elverişli bir rüzgâr ile seyrettikleri, kendileri de bununla ferahlandıkları (yani, sevindikleri} sırada... (Yûnus/22) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:27
kral41
79. El-Arz
el-Arz, yedi şekilde tefsir edilir: 1. el-Arz ile, cennet arzı kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Bizi arza {yani, cennet arzına} vâris kıldı; cennetten dilediğimiz yere yerleşiyoruz. (Zümer/74)
Andolsun zİkr'in ardından zebûr'da da, "Arza {yani, hasseten cennet arzına} sâlih kullarım vâris olacak" diye yazdık. (Enbiyâ/105) 2. el-Arz ile, hasseten Şam'daki Arz-ı Mukaddes kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Ve o zaafa uğratılmış kavmi, vâris kıldık arzın (yani, Ürdün ve Filistin'in} doğularına... (A'râf/137)
Biz o'nu ve Lût'u kurtardık; bereketlendirdiğimiz ar*za {yani, Arz-ı Mukaddes'e} çıkardık. (Enbiyâ/71) 3. el-Arz ile, hasseten Medine arzı I toprakları kas*dedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ey îmân eden kullarım! Şüphesiz Benim arzım {yani, hasseten Meduıe arzı} geniştir. O halde yalnız Bana ibâdet edin! f Ankebût/56)
Bu buyrukla onlara, oraya [Medine'ye] hicret etme*leri emre dilmektedir.
Allah'ın arzı {yani, Medine arzı} geniş değil miydi? Oraya hicret etseydiniz ya! (Nisâ/97)
Kim Allah yolunda hicret ederse, arzda gidecek bir*çok yol da, genişlik de bulur. (Nisâ/100) 4. Arz ile, hasseten Mekke arzı I toprakları kasdedil*miştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Veya Bizim arza (yani, Mekke arzına I topraklarına} gelip de onu etrafından eksilttiğimizi görmüyorlar mı? (Ra'd/41)
"Neyiniz vardı?" diye sorarlar. "Biz arzda (yani, Mekke arzında I topraklarında} mustaz'aftık" diye cevap verir*ler. (Nisâ/97)
Bizim arza {yani, hasseten Mekke arzına j topi'akları-naj gelip de onu etrafından eksilttiğimizi görmüyor*lar mı? O halde galibler onlar mı?! (Enbiyâ/44) 5. el-Arz kelimesi ile, hasseten Mısır arzı /topraklan kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
[Yûsuf dedi ki}: "Beni arz (yani, Mısır topraklarının} hazineleri üzerine görevlendir!" (Yûsuf/55)
İşte böylece Yûsuf a o arzda (yani, Mısır arzında/top*raklarında} bir yer sağladık. (Yûsuf/21)
(Yûsuf un kardeşlerinin kebiri dedi ki}: "Artık ben bu arzdan (yani, Mısır topraklarından} aynim ayacağım; ta ki babam bana izin verinceye..." (Yûsuf/80)
Şüphesiz Fir'avn o arzda {yani, Mısır topraklarında} ululandı. (Kasas/4)
Biz ise irade ediyorduk ki, o arzda (yani, Mısır toprak*larında} mustaz'aflara lütfedelim... (Kasas/5)
Onlara o arzda (yani, Mısır topraklarında} güç ve im*kân verelim... Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Kasas/6)
Şüphesiz o arz (yani, Mısır toprakları} Allah'ındır. (Kullarından) kimi dilerse ona vâris kılar. (A'râf/128)
Ola ki Rabbiniz düşmanınızı helak eder ve sizi o arz*da (yani, Mısır topraklarında} halef kılar. (A'râf/129)
...yahut o arzda {yani, Mısır topraklarında} üstün ge*lip fesad çıkarmasından (korkuyorum). (Mü'min/26)
Ey kavmim! Bugün bu arzda {yani, Mısır toprakların*da} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
üstünlük sahibi olarak mülk sizin. (Mü'min/29) 6. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. el-Arz ile, müslümanların topraklan kasde-dilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Doğrusu Ye'cûc ve Me'cûc bu arzda (yani, müslüman*ların topraklarında} müfsidlik ediyorlar. (Kehf/94) 7. el-Arz ile,,.yeryüzünün tümü kasdediîmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
O arzda (yani, yeryüzünün tümünde} hareket eden hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yok*tur ki... (En'âm/38)
Eğer arzdaki (yani, yeryüzünün tümünde bulunan}
ağaçlar kalem olsaydı... (Lokmân/27)
Benzeri âyetler çoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
80. El-Feth
el-Feth, dört şekilde tefsir edilir: 1. el-Feth, kadâ' [yargı / hükm] anlamında kullanıl*mıştır; şu âyetlerde böyledir:
Hakikat şu ki, Biz sana feth ettik: apaçık bir feth (ya*ni, senin lehine hükmettik: apaçık bir hükm}. (Feth/1)
Sonra, aramızı fethedecek (yani, aramızda hükm ve*recek}, hak ile; ve O, her şeyi bilen bir fettahtır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Sebe726)
Rabbimiz! Bizimle kavmimizin arasını hak ile iftah et! Sen fâtihlerin (yani, hüküm verenlerin} en lıayırlı-sısm. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(A'râf/89)
Derler ki: "(Söyleyin bakalım) bu feth (yani, hükm} ne zaman; eğer doğru söyleyenler iseniz." De ki: "Feth (ya*ni, hükm} Günü'nde kâfirlere îmânları fayda vermez." (Secde/28-29) 2. el-Feth, göndermek manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah insanlara rahmetinden feth edecek {yani, rızkın*dan gönderecek} olursa, onu tutacak olmaz. (Fâtır/9)
Nihayet Ye'cûc ve Me'cûc feth edildiğinde (yani, gön*derildiğinde}... (Enbiyâ/96)
Nihayet üzerlerine şiddetli bir azâb kapısı feth ettiği*mizde (yani, üzerlerine (şiddetli bir azâb) gönderdiği*mizde}... (Mü'minûn/77) 3. el-Feih lafzının, bizatihi feth [açmak, açılmak] anlamında kullanılışına şu âyet Örnektir:
Nihayet oraya gelip kapıları feth edildiğinde {yani, açıldığında}.,. (Ziimer/73) 4. el-Feth, nasr [yardım, zafer] manasında kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ola ki Allah o fethi {yani, Muhammed'e (o'na ve o'nun âline selâm, olsun) nasrı [yardımı-zaferi]}, yahut in*dinden bir emr ihsan eder. (Mâide/52)
Allah'tan bir nasr ve yakın bir feth {yani, çabuk bir yardım ve zafer}... (Saff/13) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:27
kral41
81. El-Kerîm
el-Kerim, altı şekilde tefsir edilir: 1. el-Kerîm, güzel manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ve sizi kerîm bir medhale (yani, güzel bir yere: cenne*te} sokarız. (Nisâ/31)
Doğrusu bana kerîm {yani, güzel} bir mektub bırakıl*dı. (Neml/29) 2. el-Kerîm, mevki ve makamı itibariyle Allah ya*nında üstün ve değerli anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Şüphesiz ki o, kerîm {yani, Rabbinin yanında değer*li} bir RasûTün sözüdür. (Tekvîr/19)
Şüphesiz ki o, kerîm {yani, Rabbinin yanında değerli} bir Rasûlün {yani, Cebrail'in} sözüdür. (Hâkka/40)
Şüphesiz ki Allah yanında en kerîm {yani, mevki iti*bariyle en değerli} olanınız, {dünyada} en fazla ittiqa edeninizdir. (Hucurât/13) 3. el-Kerîm, kendini üstün ve değerli saymak mana*sında kullanılmıştır; şu âyette böyledir:
Tat bakalım, çünkü sen azîz, kerîmsin {yani, kendini üstün ve değerli sayan bir kimsesin}, (Duhân/49) 4. Kiram lafzı ile, müslümanlar I teslim olanlar kasdedilmiştir; Hafaza melekleri hakkındaki şu âyette olduğu gibi:
Kiram yazıcılar vardır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(İnfitâr/11) 5. Kerîm lafzı ile, tebârek ve teâlâ Rabb, kusurları bağışlamak kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Kerîm arşm rabbidir (yani, kusurları- bağışlayandır}, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Mü'minûn/116)
{Süleyman dedi ki}: "Şüphesiz Rabbim ganidir, ke*rîmdir" {yani, kusurları bağışlayandır}. (Neml/40)
O kerîm (yani, kusurları bağışlayan) Rabbine karşı seni aldatan nedir? (İnfîtâr/6) 6. Kerim, faziletli I üstün anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
(îblis dedi ki}: "Şu benden kerîm {yani, bana üstün} tuttuğuna..." (İsrâ/62)
Andolsun biz Ademoğulları'nı tekrîîn ettik {yani, üs*tün tuttuk}. (İsrâ/70)
...ona ikrani eder (yani, onu üstün tutar} ve ona ni*metler verirse, "Rabbim bana ikram etti" (yani, beni üstün tuttu} der. (Fecr/15) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
82. Mesel
Mesel, dört şekilde tefsir edilir: 1. Mesel; benzerlik, benzer şeyler I benzer durumlar anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
işte o meseller (yani, benzer durumlar} var ya, Biz onları insanlar için darbediyoruz (yani, vasfediyo-ruz}. (Ankebût/43)
Allah bir mesel darbetti {yani, benzer bir durumu vasfettil. (Nahl/75, Zümer/29, Tahrîm/10)
İşte onların Tevrat'taki meseli. Onların İncil'deki meseline (yani, onların durumlarının benzerine} ge*lince... (Feth/29) 2. Mesel; hayat tarzı, âdet, yol, hâl ve gidiş, davra*nış anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Yoksa siz, sizden önce geçenlerin mesel olmuş halleriyle (yani, geçmiş ümmetlerin mü'minleri için âdet olmuş hallerle} karşılaşmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?! (Bakara/214)
Evvelkilerin meseli ({yani, halleri}) geçti. (Zuhruf/8)
Sizden önce geçenlerden bir mesel (yani, geçmiş üm*metlerden azaba uğrayanların hâlleri}... (Nûr/34) 3. Mesel, ibret anlamına kullanılmıştır; şu âyetler*de olduğu gibi:
Böylece onları bir selef ve bir mesel {yani, bir ibret} kıldık; sonrakiler {yani, onların ardından gelecekler} için. (Zuhruf/56)
Doğrusu o [îaâ], başka değil, kendisine nimet verdiği*miz bir kuldur ve Biz o'nu İsrâîloğulları'na bir mesel (yani, ibret} kıldık. (Zuhruf/59) 4. Mesel, azâb anlamına kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Her birine {yani, geçmişteki ümmetlerin her birine} meseller darbetmiştik {yani, dünyada başlarına ine*cek azabı vasfetmiştik /anlatmıştık}. (Furkân/39)
Size meseller de darbettik (yani, geçmiş ümmetlerin başına gelen azâbları da anlattık}. (İbrâhîm/45)
Bu buyrukla Mekke kâfirleri korkutulmaktadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 12:28
kral41
83. En-Nüşûr
en-Nüşür, dört şekilde tefsir edilir: 1. en-Nüşûr, hayat canlılık manasında kullanıl-mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O, semadan [yukarıdan/bulutlardan] belli bir ölçü ile su indirendir. Onunla Ölmüş bir beldeyi neşrettik (yani, ölmüş bir beldeye canlılık I hayat verdik}. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız. (Zuhruf/11)
Allah odur ki, rüzgârları gönderir de bir bulut kaldı*rıp onu ölmüş bir beldeye sevkeder, derken ona ölü*münün ardından hayat verir. İşte nüşûr da böyledir (yani, ölü toprağın su ile canlanıp bitkiler bitirdiği gibi, siz de ölümünüzün ardından dirileceksiniz /ha*yat bulacaksınız}. (Fâtır/9) 2. en-Nüşûı?'kelimesi, ba's: diriliş jdiriltiliş mana*sında kullanılmıştır; ki şu âyetlerde böyledir:
Onlar ne ölüme, ne hayata, ne de nüşûra mâlikler (ya*ni, onlar ne de diriltmeye: Ölüleri diriltmeye kadirler}. (Furkân/3)
Arzdan ilahlar edindiler; onlar mı neşredecekler (yani, arzdan ölüleri onlar mı diriltecekler}'?! (Enbiyâ/21)
Ve nüşûr (yani, ölümün ardından diriliş (diriltilmek suretiyle dönüş)} Onadır. (Mülk/15)
Hayır, onlar nüşûr ümit etmiyorlar {yani, (ölümden sonra) diriltilmekten haşyet duymuyorlar}. (Fur-kân/40) 3. Neşr kelimesi, yaymak I yayılmak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ve rahmetini neşredendir (yani, rahmetini: yağmuru yayandır}. (Şûrâ/28)
Rabbiniz size rahmetinden neşretsin {yani, rızkını si*ze yaysın}. (Kehf/16)
Ve O ki, rahmetinin önünde rüzgârları neşrediciler [nuşran] Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(yani, rüzgârları ve bulutları yağmur için yayıcılarj olarak göndermekte... (Furkân/48)
Bunun bir benzeri de A'râf sûresinde yer almaktadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
...ve rahmetinin Önünde rüzgârları neşredicilet [nuş-ran/ Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(yani, rüzgârları ve bulutları, yağmur için ya-yıcılar} olarak gönderen mi?! (Neml/63)
...sonra, beşer olup intişar ediyorsunuz (yani, yayılı*yorsunuz}. (Rûm/20) 4. en-Nüşûr kelimesi, dağılmak I ayrılmak anla*mında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
...yemeği yedinizmi hemen intişar edin (yani, dağı*lırı}! (Ahzâb/53)
Artık o salât tamamlandım! arzda intişar edin jyanl, dağdın}! (Cuma/10)
Gündüzü de bir nüşûr (yani, onda rızık aramak için dağıldıkları bir vakit} yaptı. (Furkân/47)
Mukâtil b. Süleyman'ın -Yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- el-Eşbah ve'n-Nezâir (adlı eser)inden birinci cüz bu*rada taniamlanmaktadır. Yüce Allah'ın izniyle ikinci cüz bunun akabinde gele*cektir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Devamı Akşama
12-05-2015, 23:56
kral41
Devamı
Bismil lâhi'r-Rahmâni'r-Rahîm
84. Ersâhâ
Ersaha, iki şekilde tefsir edilir: 1. Ersâhâ; tesbit etmek /sabitleştirmek, sağlamlaş*tırmak manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Dağları irsa' etti [ersâhâ] {yani, yeryüzü, üzerindeki-lerle birlikte zeval bulmasın diye yerleri dağlarla sağ*lamlaştırdı!. (Nâziât/32)
Ve râsiyât (yani, sabit} kazanlar... (SebeV13)
Onda/orada revâsî {yani, arzı, kendileriyle tesbit et*mek I sağlamştırmak için dağları ona ağır baskılar olarak} bıraktık. (Kaf/7) 2. Mursâhâ, demir atma I gerçekleşme zamanı ma*nasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sana Saat'i, onun ne zaman irsah edeceğini [mursâ*hâ] {yani, ne zaman demir atacağın I gerçekleşeceği*ni} soruyorlar. (A'râf/187)
Sana Saat'i, onun ne zaman irsah edeceğini [mursâ*hâ] {yani, ne zaman demir atacağını /gerçekleşeceği*ni} soruyorlar. (Nâziât/42) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
85. Ev
Ev, üç şekilde tefsir edilir: 1. Ev; bilakis I aksine, hattâ manasında kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Biz o'nu yüzbine, ev {yani, hattâ} daha ziyadesine gönderdik. (Sâffât/147)
Saat'in emr'i ise başka değil, bir göz kırpma gibi, ev {yani, hattâ} o daha yakındır/kısadır. (Nahl/77)
Qâbe qavseyni [bir yayın iki ucu/iki yay kadar] oldu, ev {yani, hattâ} daha yakın. (Necm/9) 2. Ev kelimesindeki —elif harfinin sıla [fazladan gelmiş] olması sebebiyle- ve manasında kullanılması; şu âyetlerde olduğu gibi:
Belki tezekkür eder, ev (yani, ve} haşyet duyar. (Tâ-Hâ/44)
...ev {yani, ve} tezekkür edecekti. (Abese/4)
Belki ittiqa ederler, ev {yani, ve} {Kur'âıı} onlar için bir zikr ihdas eyler. (Tâ-Hâ/113)
...bir özr ev {yani ve} uyarı olmak üzere. (Mürselât/6) 3. Ev, muhayyerlik ifade eder; şu âyetlerde olduğu gibi:
...on miskini-fakiri doyurmak, ev {yani veyaj giydir*mek, ev {yani veyaj bir kole-cariye azad etmektir. {yani, bunlardan birini seçmekte muhayyersiniz}. (Mâide/89)
Katledilmeleri ev {yani, veya} asılmaları ev {yani, ve*ya} ellerinin kesilmesi {yani, bunlardan birini seç*mekte muhayyersiniz}.., (Mâide/33)
Ona oruçtan, ev {yani, veyaj sadakadan, ev {yani, ve*ya} kurbandan fidye vardır {yani, o, bunlardan birini seçmekte muhayyerdir}. (Bakara/196) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 23:57
kral41
86. Em
Em, üç şekilde tefsir edilir: 1. Em lafzındaki mim harfinin sıla (yani, hem*zenin soru edatı anlamı alınarak, mim harfini?! ulama edatı) olması; şu âyetlerde olduğu gibi:
Yoksa [em] bir şeysiz mi/bir sebeb olmadan mı halke-dildiler?! (Tûr/35)
Burada mim harfi sıladır; dolayısıyla em huliqû min-ğayri şey'in ibaresi, e huliqû min-ğayri şey'in [yoksa bir şeysiz mi/bir sebeb olmadan mı halkedildiler?!] anlamındadır.
Yoksa [em] kızlar O'nun mu?! (Tûr/39)
Burada da mim harfi, sıladır; (dolayısıyla em le-hu'l-benâtu ifadesi, e lehu'l-benâtü [yoksa kızlar O'nun mu?!] demektir). 2. Em; hattâ, bilakis /aksine manasında kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Em {yani, aksine} sözden bir zahir (söylüyorsunuz). (Ra'd/33)
Em, burada, Yoksa ... mü ...? manasında değil, ak*sine [bel] manasında olup, ibare "Aksine sözden bir zahir söylüyorsunuz" manasındadır.
Em {yani, aksine} ben o'ndan daha hayırlıyım. (Zuh-
Em burada, "Yoksa ... değil miyim?" manasında de*ğil, aksine [bel] manasında olup, ibare "Aksine ben o'ndan daha hayırlıyım" anlamındadır.
Onlar, "Em {yani, aksine} biz birbirine yardım eden bir topluluğuz" diyorlar. (Kamer/44)
Em burada da, Yoksa ... mu? manasında değil, ak*sine [bel] manasında olup, ibare "Aksine biz birbiri*ne yardım eden bir topluluğuz" diyorlar anlamın*dadır. 3. Em edatı, veya I ya da i yahut manasında soru edatı olarak da kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Em {yani, yahut} sema hakkında emin mi oldunuz; üzerinize ölümcül bir fırtına göndermesinden?! (Mülk/17)
Em {yani, yahut} sizi tekrar oraya iade edip de... (İsrâ/69) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
87. Mâ-Beyne Eydîhim Ve Mâ-Halfehum
Mâ-beyne eydîhim ve mâ-halfchum ibaresi, dört şe*kilde tefsir edilir: 1. Mâ-beyne eydîhim ifadesi, halkedilişleri öncesi olanlar; ve mâ-halfehum ifadesi ise halkedilişleri son-rası olanlar manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
O, mâ-beyne eydîhim {yani, onların! meleklerin kedilişleri öncesi olanları} ve mâ-halfehum {yani, on*ların I meleklerin halkedilişleri sonrası olanları} bilir. (Bakara/255)
Mâ-beyne eydînâ {yani, halkedilişimiz öncesi olanlar} ve mâ-halfenâ {yani, halkedilişimiz sonrası olan*lar}... (Meryem/64) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
O, mâ-beyne eydîhim {yani, onlardan I meleklerden Önce olanları} ve mâ-halfehum {yani, onlardan I me*leklerden sonra olanları} bilir. (Tâ-Hâ/110) 2. Beyne eydîhim, âhiret; ve halfehum dünya için kullanılmıştır; -Cebrail'in ağzından dile getirilen- şu âyetlerde olduğu gibi:
Mâ-beyne eydînâ {yani, âhiretteki her şeyi ve mâ-halfe*nâ {yani, dünyadaki her şey} Onundur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Meryem/64)
Sonra, sokulacağım; min-beyni eydîhim {yani, âhiret tarafından gelerek, onlara ölümden sonra asla diriliş olmadığını bildireceğim} ve min-halfîhim {yani, dün*ya tarafından gelerek, onu gözlerine güzel gösterece*ğim}. (A'râf/17)
Onlara şeytanî dürtüleri musallat ettik. Onlar da on*lara mâ-beyne eydîhim {yani, Ölümden sonra ahirette asla diriliş olmadığı fikrini} ve mâ-halfehum {yani, dünyayı: ?na'siy etleri Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
gözlerine} güzel gösterdiler. (Fussilet/25)
Onlara denildiği vakit: "Mâ-beyne eydîkum {yani, âhiret azabına karşı} ve mâ-halfekum {yani, dünya azabına karşı} ittiqa edin..." (YâSîn/45) 3. Mâ-beyne eydîhim ve mâ-halfehum ibaresi, dün*yada öncelik ve sonralık ifade eder; şu âyetlerde olduğu gibi:
Min-beyni yedeyhi (yani, ondan önce Hûd ve Salih gibi kavimlerine gönderilen rasûller geçmişti} ve min-halfi-hi {yani, ondan sonra da, "Allah'tan başkasına ibâdet etmeyin!" diyen} uyarıcılar gelip geçmişti. (Ahkâf/21)
Hani rasûlleri onlara geldiği vakit, min-beyni eydî*him (yani, onlardan; Hûd ve Salih'ten Önce geçen ra*sûller kavimlerine} "Allah'tan başkasına ibâdet etme*yin..." (Fussilet/14) 4. Mâ-beyne eydîhim ve mâ-halfehum ibaresiyle, akraba, aşiret kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sema ve arzdan, mâ-beyne eydîhim {yani, önlerinde-kileri} ve mâ-halfehum {yani, arkasındakileri} gör*müyorlar mı? (Sebe'/9)
Çünkü Âdemoğlu önünden de, arkasından da se*mayı ve arzı görüyordu.
Min-beyni eydîhim {yani, önlerinden} bir sed ve min-halfıhim {yani, arkalarından} bir sed çektik. (YâSîn/9) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 23:58
kral41
88. El-'Âlemîn
el-'Âlemîn, beş şekilde tefsir edilir: 1. el-'Âlemîn ile, hasseten insanlar ve cinler kasde*dilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Hamd, 'âlemînin {yani, insanlar ve cinlerin} rabbi Al*lah'ındır. (Fâtiha/2)
'Âlemîne (yani, insanlara ve cinlere} uyarıcı olsun di*ye... (Furkân/1)
O, başka değil, âlemin {yani, insanlar ve cinler} için bir hatırlatmadır. (Tekvîr/27)
Bunun bir benzeri de Sâd sûresinde bulunmakta*dır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 2. el-'Âlemîn lafzı ile, kendi zamanlarındaki 'âlem*ler [insanlar] kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ey İsrâîloğulları! Size verdiğim nimetlerimi ve sizi 'âlemin {yani, kendi zamanındaki 'âlemler [insanlar]} üzerine tafdil ettiğimi hatırlayın! (Bakara/47)
Andolsun ki Biz onları bir ilm üzere 'âlemin {yani, ken*di zamanındaki 'âlemler [insanlar]} üzerine ihtiyar et*miştik. (Duhân/32)
Onları {yani, İsrâîloğulları 'nıj âlemin {yani, kendi zamanlarındaki 'âlemler [insanlar]} üzerine tafdil et*miştik. (Câsiye/16)
Bunun bir benzeri de yine aynı sûrede geçmekte*dir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 3. el-'Alemîn ile, Adem'den Kıyâmet'e kadar -kendi cinsinden- gelecek tüm insanlar kasdedilmiştir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Şüphesiz ki {ey Meryem} Allah seni seçti ve tahir kıldi, hem de âlemin kadınları (yani, Adem'den itibaren bütün kadınların) üzerine seçti. (Al-i İmrân/42)
'Alemin (yani, Adem'den Kıyamet'e kadarki bütün in*sanlar} için bereketler verdiğimiz arza... (Enbiyâ/71) 4. el-'Alemin kelimesi ile, Nûh'dan sonrakiler kas-dedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Âlemin (yani, Nuh'tan sonraki insanlar) içinde Nuh'a selâm (yani, Nuh'un ardından o'na yapılan güzel senalar). (Sâffât/79)
Bununla Nûh'dan sonra insanlar tarafından o'na yapılacak güzel övgüler kas de dilmektedir. 5. el-'Âlemîn ile, Ehl-i Kitap kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Yoluna gücü yetenlerin O Ev'i haccetmesi Allah'ın in*sanlar üzerindeki bir hakkıdır. Artık kim nankörlük ederse şüphesiz ki Allah, âleminden (yani, Ehl-i Ki-tap'tan -çünkü onlar kaccın farz olduğu görüşünde değillerdi-} ganidir. (Al-i İmrân/97) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
89. El-İnzâr
en-Nüzur, üç şekilde tefsir edilir: 1. en-Nüzur, sakındırmak anlamında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İnsanları inzâr et (yani, Mekke kâfirlerini, azâb ile sakındır). (Yûnus/2)
Kendilerini inzâr etmen (yani, sakındırman! ile inzâr etmemen (yani, sakındırmaman} onlar için birdir: îmân etmezler. (Bakara/6)
Atalarının inzâr edildiği (yani, sakındırıldığı) gibi, bir kavmi Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
-ki gafil durumdalar- inzâr etmen (yani, atalarının sakındırıldığı gibi, Kur'ân-ı Kerîm'deki tehditler ile bir kavmi sakındırman} için... (Yâ-Sîn/6)
Kendilerini inzâr etmen (yani, sakındırman} ile inzâr etmemen (yani, sakındırmaman) onlar için birdir: îmân etmezler. (Yâ-Sîn/10) 2. en-Nüzur, haber manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bu da evvelki nüzurdan (yani, geçmiş ümmetlerin haberlerinden) bir nezirdir (yani, bir haberdir}.
Onlara döndükleri zaman kavimlerini inzâr etsinler (yani, kavimlerine haber versinler}. (Tevbe/122) 3. en-Nüzur lafzı ile, rasûller kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Semûd, nüzuru (yani, rasûlleri) yalanladı. (Kamer/23)
Lût kavmi nüzuru (yani, rasûlleri) yalanladı. (Ka*mer/33)
Andolsun Al-i Fir'avn'a da nüzur (yani, rasûller} gel*mişti. (Kamer/41)
...Size bir nezîr (yani, rasûl) gelmedi mi? Cevab ver*diler: "Evet, doğrusu bize bir nezîr (yani, rasûl} gel*mişti." (Mülk/8-9)
Sen sadece bir nezirsin (yani, rasûlsünj. (Hûd/12) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
12-05-2015, 23:59
kral41
90. El-Medd
Nemüddehum [onları meddetmekj, beş şekilde tef*sir edilir: 1. Nemüddehum [onları meddetmek]; onları götür*mek, sokmak, sürüklemek manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Yemudduhum Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
{yani, onları sürüklüyor}, tuğyanları
(yani, dalâletleri) içinde b o çalarlarken. (Bakara/15)
Kardeşleri ise onları ğayy içinde meddederler (yani, sürüklerler}] (A'râf/202) 2. Nemüddühum [onlara meddetmekj, onlara ver*mek/ihsan etmek manasında kullanılmıştır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Kendilerine sadece mal ve oğullardan meddetmekle {yani, ihsan etmekle}... (Mü'minûn/55)
Size inallar ve oğullar meddetsin {yani, ihsan etsin}... (Nûh/12)
Size mallar ve oğullar meddettik {yani, ihsan ettik}. (İsrâ/6)
Rabbinizin size meddetmesi {yani, ihsan etmesi/ yet*mez mi: indirilen meleklerden üçbini ile?! (Âl-i İm-rân/124)
Size icabet emişti; "Muhakkak Ben meddediyorum
{yani, müslümanlara ihsan ederek yardım etmişti}: meleklerden peşpeşe bini ile" diye. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Enfâî/9) 3. el-Medd kelimesi, kesintisiz/sürekli/daimi de*mektir; şu âyette olduğu gibi:
Memdûd {yani, daimi/sürekli} gölge... (Vakıa/30) 4. el-Medd, yaymak manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Rabbinin gölgeyi nasıl meddettiğini {yani, tan yerinin ağarmasından itibaren güneşin doğuşuna kadar göl*geyi bütün dünyada nasıl yayıp uzattığını} görmüyor musun? (Furkân/45)
O ki, arzı meddetti {Kabe'nin altından arzı yayıp dö*şedi}. (Ra'd/3)
Arzı da meddettik {Kabe'nin altından yayıp döşedik}. (Hicr/19)
Bunun bir benzeri de Kaf sûresinde geçmektedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 5. Müddet lafzı, düzlenmek jdümdüz edilmek ma*nasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Arz meddedildiği {yani, dümdüz edilip de üstünde bulunanlar içine girdiği}... (İnşikak/3) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
91. Et-Tuğyân
et-Tuğyân, dört şekilde tefsir edilir: 1. et-Tuğyân, dalâlet manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Onları sürüklüyor, tuğyanları {yani, dalâletleri} için*de bocalarlarken. (Bakara/15)
Bizimle karşılaşmayı ummayanları tuğyanları {yani dalâletleri} içinde bırakırız da bocalar dururlar. (Yû*nus/11)
Rabbimiz! Oiiu ben tuğyan ettirmedim {yani, onu ben dalâlete düşürmedim}; ve lakin kendisi derin bir da*lâlet içinde idi. (Kaf/27)
Aksine siz tuğyan etmiş {yani, dalâlete düşmüş} bir kavm idiniz. (Sâffât/30)
Bu böyle. Tuğyan etmişler {yani, dalâlete düşmüşler} için ise, muhakkak şerr bir meâb {yani, merci} var*dır. (Sâd/55)
Benzeri bir buyruk da Nebe sûresinde geçmekte*dir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 2. Tuğyan, isyan manasında kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
Fir'avn'a git; çünkü o tuğyan {yani, o, Allah'a isyan} etti. (Tâ-Hâ/24)
Onda tuğyan etmeyin {yani, menn ve selva'yı sakla*yarak Allah'a isyan etmeyin}. (Tâ-Hâ/81) 3. et-Tuğyân, yükseklik ve çokluk manasında kulla*nılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Şüphesiz ki, su tuğyan ettiğinde {yani, su çoğalıp yükseldiğinde} sizi gemide Biz taşıdık. (Hâkka/11) 4. et-Tuğyân, zulm manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Göz kaymadı ve tuğyan etmedi/taşmadı. (Necm/17) Mîzânda tuğyan {yani, zulm} etmeyin! (Rahmân/8) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:00
kral41
92. El-İştirâ'
el-İştirâ', üç şekilde tefsir edilir: 1. İştira, ihtiyar etmek [seçmek I tercih etmek] anla*mında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
İşte onlar {yani, Yahudilerin ileri gelenleri), hidâyet karşılığında dalâleti iştira' etmişlerdir {yani, kendisi*ne îmân edilmesi için gönderilen Muhammed'i inkâr etmeyi ihtiyar I tercih etmişlerdir}. (Bakara/16 ve 175)
Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de onu az bir pahaya iştira' edenler (yani, basit bir dünyalık karşılığında Muhammed'i inkârı seçenler I ihtiyar edenler} var ya... (Bakara/174)
insanlardan kimisi, lehve'l-hadîsi iştira' ederler {yani, bâtıl sözleri Kur'ân'a ihtiyar I tercih ederler: Kur'ân'ı seçecek yerde boş sözleri seçerler}. (Lokmân/6) 2. el-Iştirâ' lafzı, satın almak manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarım, cennet karşılığında iştira' etmiştir {yani, satın almış*tır}. (Tevbe/111) 3. İşterav lafzı, satmak anlamına gelir; şu âyette olduğu gibi:
Kendilerini işterâ' ettikleri (yani, kendilerini sattık*ları} şey ne kötüdür; Allah'ın indirdiklerine küfret*mek karşılığında... (Bakara/90)
Bunun benzeri bulunmamaktadır Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(yani, işterâ' kelimesinin ''satmak /sattı anlamında kullanıldığı başka âyet yoktur). Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
93. En-Nâr
en-Nâr, üç şekilde tefsir edilir: 1. en-Nâr; nur, aydınlık I ışık manasında kullanıl*mıştır; şu âyette olduğu gibi:
Ben cidden bir nâr (yani, nûr [ışık I aydınlık]} hisset*tim. (Tâ-Hâ/10)
Bunun bir benzeri de Nemi Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve Kasas Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sûrelerin*de yer almaktadır. 2. en-Nâr lafzı, Yahudilerin, Nebi (o'na ve o'nun âline salât u selâm olsun) ile savaşmayı kararlaştırma*larım ifade etmek üzere şu âyetteki meselde kullanıl*mıştır:
Onlar ne zaman harb için bir ateş yaktılarsa lyani, Yahudiler ne zaman Nebi ile savaşmak üzere karar uerdilersel, Allah onu söndürdü lyani, onların birlik*lerini dağıtmak suretiyle onu söndürdü}. (Mâide/64) 3. en-Nâr kelimesi, yakan şey: ateş manasına gelir; şu âyetlerde olduğu gibi:
O nârdan lyani, cehennem ateşinden} ittiqa edin; [ko*runun]; onun yakıtı/tutuşturucusu insanlar ve taş*lardır. (Bakara/24)
Bunun bir benzeri de Tahrîm sûresinde geçmekte*dir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
O tutuşturulmuş nâr lyani, ateş}... (Buruc/3) Benzeri buyruklar çoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:01
kral41
94. El-A'mâ
el-A'mâ, üç şekilde tefsir edilir: 1. el-A'mâ kelimesi, kalbin Ikalb gözünün körlüğü manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Çünkü (sadece) gözler a'mâ [kör] olmaz, göğüslerdeki kalbler de a'mâ [kör] olur. (Hacc/46)
Sağırdırlar, dilsizdirler, a'mâdııîar (yani, kalbleri/kalb gözleri kördür}. Onun için onlar akletmezler {yani, hi*dâyeti akleimezlerj. (Bakara/171)
A'mâ (yani, kalbi I kalb gözü kör olup da hidâyeti kal*biyle görmeyen kâfir} ile, basîr bir olmaz. (Fâtır/19)
Onlardan sana bakanlar da vardır, fakat a'mâları {kalb*leri/kalb gözleri kör olanları} sen mi hidâyete iletecek*sin; üstelik {hidâyetten yana} basiretleri de yokken?! (Yûnus/43)
Kim burada a'mâ ise (yani, Yüce Allah'ın, "Andolsun ki biz Ademoğulları'nı tekrlm ettik" (İsrâ/70) âyetinde sözkonusu edilen hususta kimin kalbilkalb gözü kör olup Rabbini tanımaz ve O'nu birlemez ise), o, âbiret-te de a'mâdır [basiretsizdir], yol itibariyle de şaşkın*dır. (îsrâ/72) 2. el-A'mâ, körlük /gözün körlüğü demektir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Kendisine o a'mâ {yani, kör/gözleri görmeyen kişi} geldi diye. (Abese/2)
A'mâya {yani, kö. ı/gözleri görmeyene} harec yoktur. (Nûr/61)
Feth süresindeki buyrukta da bu anlamdadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 3. A'mâ kelimesi, hüccetten/delilden yana kör, hüc-cetsiz I delilsiz manasında kullanılmıştır; şu âyette böy*ledir:
Ve onu Kıyamet Günü a'mâ olarak {yani, Bana [Al*lah'a] karşı hüccetsiz /hüccetten yoksun bir halde} hasrederiz. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
95. El-Basar
el-Basar, üç şekilde tefsir edilir: 1. el-Basar, kalb ile gören manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onlardan sana bakanlar da vardır, fakat a'mâlan sen mi hidâyete ileteceksin; üstelik basiretleri de yokken (yani, kalbleriyle hidâyeti de gönnüyorlarken}?! (Yû*nus/43)
A'mâ ile basîr {yani, kalbi îmân ile gören: mü'minj bir olmaz. (Fâtır/19)
Onları sana bakar görürsün. Halbuki onların basiret*leri yoktur (yani, kalbleriyle görmezler}. (A'râf/198) 2. el-Basır, gözlerle görmek anlamında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bu sebeble onu semi', basîr (yani, gözleriyle gören} yaptık. (İnsan/2)
Derhal basîr oldu (yani, gözleri görmeye başladı}. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Yûsuf/96)
Bugün basarın (yani, gözlerinin görmesi) pek keskin*dir. (Kaf/22) 3. el-Basîr kelimesiyle, hüccetten /delilden yana ba*siret sahibi kasdedilir; şu âyette olduğu gibi:
Oysa ben basîr (yani, dünyada hücceti delil getirme gücüne sahibi idim. (Tâ-Hâ/125) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:01
kral41
96. Es-Semî'
es-Semî', iki şekilde tefsir edilir: 1. Semt, kalble imânı işitmek manasında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sem'e güç yetiremiyorlardı (yani, kalbleriyle îmânı işitmeye takatleri yoktu}. (Hûd/20)
Sem'e (yani, kalbleriyle îmânı işitmeye} güçleri yok*tu. (Kehf/101) 2. Semt, kulaklarla işitmek manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bu sebeble onu semi' (yani, kulaklarıyla işiten), basîr yaptık. (İnsan/2)
Doğrusu biz îmâna nida eden bir münâdi (yani, o Nebi'yil semf ettik ((yani, kulaklarımızla işittik)}. (Âl-i İmrân/193) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
97. El-Mevt
el-Mevt, beş şekilde tefsir edilir: 1. el-Mevt ile, halkedilmemiş nutfe -ki bu, suret ve*rilmemiş canlıdır- kasdedilmiştir; şu âyetlerde böyle*dir:
Halbuki siz ölüler (yani, halkedilmemiş nutfelerj idi*niz size hayat verdi (yani, sizi halketti ve size ruhlar verdi). (Bakara/28)
Bizi iki kere mevt ettin (biz birinci ölüm demek olan nutfeler halinde bulunuyor iken bizi halkettin}... (Mü'min/11)
Hayy'dan (yani, canlıdan) meyyiti (yani, nutfeyi} çı*karırsın. (Âl-i İmrân/27)
Yûnus Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve Rûm Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sûrelerinde de bu şekildedir. 2. el-Meyyit ile, tevhidden sapmış I dalâlette olan kimse kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Meyyit (yani, hidâyetten sapmış I dalâlette) iken ken*disine hayat (yani, hidâyet} verdiğimiz... (En'âm/122)
Hayylar [diriler] (yani, mü'minler) ile emvât [ölüler]
(yani, ölüler mesabesinde bulunan kâfirler} bir ol*maz. (Fâtir/22)
Bu, Yüce Allah'ın kâfirler ile mü'minler için dar-bettiği bir meseldir.
Doğrusu sen mevtaya {yani, îmânı işitmek hususunda ölü*ler mesabesinde olan kâfirlere! işittiremezsin. (Nemi/80)
Bunun bir benzeri de Enbiyâ sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 3. el-Meyyit ile, toprağın verimsizliği ve nebatın az*lığı kasdedilmiştir; ;şu âyette olduğu gibi:
Rahmetinin jönünde rüzgârları müjdeci olarak gönde*ren O'dur. Nihayet bunlar ağır yüklü bulutları hafif birşey gibi kaldırdıklarında Biz onları meyyit {yani, nebatsızhktan dolayı ölmüş} bir beldeye sevkederiz de... (A'râf/57)
Bunun bir benzeri de Fâtır Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve Yâ-Sîn Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sûresinde geçmektedir.
(Kur'ân'da geçen) beldeten meyten [ölmüş belde] ve el-ardu'l-meyte [ölmüş arz] ibareleri, "kurak ve ve*rimsiz toprak" ve ahyeynâhâ [onu canlandır*dık I ona hayat verdik] ifadeleri de "bitkiyle onu canlandırdık" demektir. 4. el-Meut lafzı ile, dünyadaki rızkını tüketmemiş olduğu halde, ceza olmak üzere ruhun I canın alınması kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sonra (ey Isrâîloğullarıj şükredesiniz diye mevtinizin ardından sizi ba's ettik (yani, ey îsrâîloğullan, Mû-sadan taleb ettiğiniz şeyler dolayısıyla -ceza olmak üzere- sizi öldürdük, ardından da tekrar dirilttik). (Bakara/56)
O kimseler ki, hazere'1-mevt [ölüm korkusuyla] di*yarlarından çıktılar -ki onlar binlerce kişiydi- bu*nun üzerine Allah onlara, "Mevt olun [ölün]!" dedi. (Bakara/243)
Onlar da öldüler ve sekiz gün ölü olarak kaldılar. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Bunun ardından Allah onları tekrar diriltti. 5. el-Mevt kelimesinin, bizatihi mevt [ölüm]: ecellerin gelmesi sonucu ruhların I canların çıkması -ki bu da, ölen kimsenin dünyaya dönüşünün sözkonusu olmadığı ölümdür- manasında kullanılması; şu âyetlerde olduğu gibi:
Şüphesiz sen de meyyit olacaksın [öleceksin], şüphe*siz onlar da meyyit olacaklar [ölecekler]. (Zümer/30)
Her nefis mevti tadacaktır. (Âl-i İmrân/185)
Buradaki "Ölüm", kişinin Diriliş Günü'ne kadar tekrar dünyaya dönmesinin sözkonusu olmadığı Ölümdür. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:02
kral41
98. El-Hayât
el-Hayât, altı şekilde tefsir edilir: 1. el-Hayât, birinci halkedilişin ve ruhun üflenişi-nin ardından verilen hayât manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Siz emvât idiniz de size hayât verdi {yani, nutfeler halindeyken sizi halketti ve size ruhlar verdi}. (Baka*ra/28)
İki kere ihya ettin {yani, iki kere hayât verdin -hayâ*tın ilki, rahimlerdeyken suret verip rûh üflemesidir-}. (Mü'min/11)
Meyyitten {yani, nutfeden} hayyı {yani, canlıyı} çıka*rırsın. (Âl-i İmrân/27)
O ki, size hayât verdi {yani, sizi halketti ve ruhlar verdi}. (Hacc/66)
De ki: "Allah'tır size hayat veren" {yani, -halketmeyi başlatan anlamında- sizi yaratan}. (Câsiye/26) 2. el-Hayy [diri] ile, mü'min vasfedilmiştir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Hayy olanı {yani, Allah'ın ilminde hidâyette olan mümini} uyarmak için. (Yâ-Sîn/70)
Meyyit [ölü: kâfir] iken kendisini ihya ettiğimiz {ya*ni, îmân ile hidâyet verdiğimiz} kimse... (En'âm/122)
Hayâttakiler {yani, mü'minler} ile emvât/ölüler {yani, kâfirler} bir olmaz. (Fâtır/22) 3. el-Hayât, beka [kalıcılık] manasında kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ey lübb sahihleri! Kısasta sizin için hayât {yani, be*ka/kalıcılık} vardır. (Bakara/179)
Kim de ona hayât verirse, bütün insanlara hayât ver*miş gibi olur. (Mâide/32)
Kadınlarınızı hayâtta bırakıyorlardı {yani, kadınları*nızı (öldürmemek /sağ bırakmak suretiyle) kalıcı ya*pıyorlardı}. (Bakara/49)
Bunun bir benzeri de A'râf Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve İbrahim Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sûresin*de bulunmaktadır. 4. el-Hayât ile, toprağın nebat ile canlanması kas-dedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Bulutları kaldırır; derken onu ölmüş {yani, nebatı bu*lunmayan} bir beldeye sevkeder; derken onunla arza, ölümünün ardından hayat verir {yani, toprağı envayı çeşit nebat bitirmek suretiyle canlandırır}. (Fâtır/9)
Arzın hayât bulması/canlanması, bitki bitirmesidir.
Bunun bir benzeri de YâSîn Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve başka sûrelerde bulunmaktadır. 5. el-Hayât, dünyada bir rızık ve bir eser bırakmak*sızın Kıyamet Gününden önce ibret olmak üzere verilen hayât manasında kullanılmıştır; ki şu âyette bu tür bir hayât sözkonusudur:
Allah'ın izniyle ölülere hayât veririm/Ölüleri dirilti*rim. (Al-i İmrân/49)
Hz. Isâ, İsrâîloğulları'na —kendisini tasdik etmeleri için- ibret olmak üzere Allah'ın izniyle ölüleri di-riltirdi. Bu meyanda Sâm b. Nuh'u diriltmiş ve o da insanlarla konuşmuş, sonra da Ölmüş ve eski haline dönmüştü. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Bunun bir ^enzeri de Mâide sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 6. el-Hayât ile, sonrasında Ölümün sözkonusu ol*madığı Kıyamet Günündeki hayât kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Doğduğu gün, öleceği gün ve hayy (yani, ölümün ar*dından diri} olarak ba's edileceği gün {yani, Kıyamet Günü} selâm o'nun (Yahya'nın} üzerine. (Meryem/15)
(Isâ dedi ki}: "Doğduğum gün, öleceğim gün ve hayy (yani, ölümün ardından diri} olarak ba'sedileceğim gün (yani, Kıyamet Günü} selâm benim üzerime. (Meryem/33)
Öyleyse mevtaya [ölüye], (Kıyamet Günü} hayât ver*meye kadir değil mi? (Kıyâme/40)
Benzeri âyetler çoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
99. Darb
Darb, beş türlü tefsir edilir: 1. ed-Darb, seyr [yürümek /seyahat etmek] mana*sında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Arzda darbettiğiniz (yani, seyahat ettiğiniz} zaman... (Nisâ/101)
Diğer bir kısmının da arzda darbedeceklerini (yani, seyahat edeceklerini}... (Müzzemmil/20) 2. ed-Darb, el (ya da eldeki silah) ile vurmak mana*sında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Boyunlarının üstüne darbedin (yani, elinizdeki silah*larla vurun}; onların parmaklarından her birine (ya*ni, herbir azasına} darbedin {yani, elinizdeki silah*larla vurun}.' (Enfâl/12)
Küfredenlerle karşılaştığınızda boyunlarını darbedin (yani, elinizdeki silahlarla vurun}! (Muhammed/4)
Onları darbedin (yani, o kadınlara iz bırakmayacak şekilde elinizle vurun I dövün}! (Nisâ/34) 3. Darb, vasfetmek I benzetme yapmak [örneklendir*mek] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah bir mesel darbetti {yani, Allah bir benzetme yaptı}; iki adamı, o ikisinden biri dilsiz... (NahI/76)
Artık Aüah hakkında meseller darbetmeye {yani, Al*lah'a benzerler vasfetmeyej kalkışmayın. (Nahl/74)
Allah bir karyeyi mesel darbetti {yani, Allah bunun bir benzerini vasfetti). (Nahl/112) 4. Darb, vasfetmek i örneklendirmek ve zikretmek anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Doğrusu Allah bir sivrisineği mesel darbetmekten (yani, Örnek olarak zikretmekten, sözkonusu etmek*ten} çekinmez. (Bakara/26)
Allah bir mesel darbetti {yani, bir misal anlattı I zik*retti}. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(İbrâhîm/24) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
İbni Meryem bir mesel olarak darbedildiğinde {yani, bir örnek olarak zikredildiğinde}... (Zuhruf/57)
O meseller yokmu, işte onları insanlar için darbedi-yoruz {yani, onların niteliklerini belirterek zikrediyo*ruz}. (Haşr/21) 5. Darb kelimesi, beyân anlamıyla uasfetmek ma*nasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Size meseller de darbettik {yani, size vasfettik ve be*yân ettik}. (İbrâhîm/45)
Her birine meseller darbettik {yani, beyân ettik ve vasfettik}. (Furkân/39)
O meseller yokmu, işte onları insanlar için darbedi-yoruz {yani, beyân edip vakfediyoruz}. (Ankebût/43) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:02
kral41
100. Fevq
Fevq, dokuz şekilde tefsir edilir: 1. Fevq kelimesi, daha büyük manasında kullanıl*mıştır; şu âyette olduğu gibi:
Doğrusu Allah bir sivrisineği, hatta onun fevqıni {ya*ni, ondan daha büyük olan bir şeyi} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
mesel darbet*mekten çekinmez. (Bakara/26) 2. Fevq lafzı, efdaljdaha üstün manasında kulla*nılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Allah'ın eli, onların elinin fevqmdedir {yani, Allah'ın onlara yaptıkları, Hudeybiye Günü onların yaptıkları biat işinden daha üstündür}. (Feth/10) 3. Fevq kelimesi, menzil ve Allah'a yakınlık itiba*riyle üstünlük manasında kullanılmıştır; şu âyette ol*duğu gibi:
Halbuki o ittiqa edenler, Kıyamet Günü {yani, Al*lah'a yakınlık ve O'nu?ı indindeki menzilleri itibariy*le} onların fevqındedir {yani, kâfirlerin üstündedir}. (Bakara/212) 4. Fevq lafzı, daha çok I daha fazla manasında kul*lanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Eğer kadınlar ikiden fevqa {yani, çok I fazla} iseler... (Nisâ/11) 5. Fevq kelimesi, 'ala [üzerinde i üstünde] manasın*da kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Bazınızı (yani, zenginleri} derecelerle bazınızın (yani, fakirlerin} fevqme ref etti {yani, dünyadaki rızk hu*susunda zenginleri fakirlerdin üstüne i üzerine yükselt*ti /çıkardı}. (En'âm/165)
Bazınızı derecelerle bazınızın fevqme ref ettik (yani, dünyadaki üstünlükler hususunda kiminizi kimini*zin üzerine çıkardık I yükselttik}. (Zuhruf/32) 6. Feuq, zafer manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Sana tâbi olanları, o küfredenlerin fevqınde (yani, dünyada zafer hususunda üstünde I üzerinde} kılaca*ğım; Kıyamet Günü'ne kadar. (Âl-i İmrân/55) 7. Fevq, başlarının üstüne I üzerine manasında kul*lanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
O tûr'u (yani, o dağı} da fevqmize {yani, başlarınızın fevqıne [üstüne I üzerine]} ref etmiştik. (Bakara/3)
Bunun bir benzeri de A'râf sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Onlar için, fevqlerinden (yani başlarının fevgınden [üstünden I üzerinden]} ateşten zuleller ... vardır. (Zü-mer/16)
Onun fevqınden (yani, arzın üzerine} onda ağır baskı*lar yaptı. (Fussilet/10)
Arzın fevqmden (yani, yerin üstünden I üzerinden} cüsselenmiş... (İbrâhîm/26)
Ben kendimi gördüm ki, başımın fevqmde (yani, ba*şımın üstünde I üzerinde} ekmek taşıyorum... (Yû*suf/36) 8. Feuq kelimesiyle, Ahzâb Günü doğu tarafından,
vadinin yukarı kısmından gelenler kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
Hani onlar (yani, Ahzâb ordusunu teşkil edenle?'} size hem fevqmizden (yani, sabah aydınlığının geldiği do*ğu tarafındaki vadinin üst kısmından} ... gelmişlerdi. (Ahzâb/10) 9. Feuq kelimesi, sultan [saltanat/kudret] ve kahr Ikahredicüik anlamında kullanılmıştır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
O, kullarının fevqınde qâhirdir (yani, O'nun sultânı-Isaltanatı, egemenliği ve emri, kullarının saltanatı*nın üstündedir}. (En'âm/18)
(Fir'avn dedi ki}: "(Benî-İsrail'in) oğullarım öldürür, kadınlarını sağ bırakırız. Şüphesiz biz onların fev-qmde qâhiriz (yani, benim sultânım I güç ve kuvvetini ve emrim, onların sultânının I güç ve kuvvetinin üs*tündedir; işte bu sultân ve mülk ile onları kahredece*ğim}. (A'râf/127) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
101. El-Ezvâc
el-Ezvâc, üç şekilde tefsir edilir: 1. el-Ezvâc kelimesi ile, birbirine helâl olan erkek ve kadın kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
Orada onlar için tertemiz ezvâc (yani, erkekler için helâl olan kadınlar, kadınlar için helâl olan erkekler} vardır. (Bakara/25)
Âl-i İmrân Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ile Nisa Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
sûresinde de benzeri âyet*ler vardır.
Siz ve ezvâcınız (yani, birbirine helâl olan erkek ve kadınlar olarak} sevinç ve neşe içerisinde cennete gi*rin! (Zuhruf/70)
Ezvâcmızın {yani, ey erkekler, kadınlarınızın} geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. (Nisâ/12) 2. el-Ezuâc kelimesi, sınıflar [cinsler, neviler, tür ve çeşitler] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Arzı görmüyorlar mı, Biz orada her kerîm zevçten (yani, her güzel bitki sınıfından I türünden} nice bitki*ler bitirdik. (Şu'arâ/7)
Arzın bitirdiklerinden, nefislerinden ve bilmedikleri nice şeylerden bütün ezvâcı (yani, sınıfları I türleri} halkeden... (Yâ-Sîn/36)
Sekiz ezvâc {yani, (dört cinsten) sekiz sınıf I tür}... (En'âm/143)
Yükle ona, her zevcden {yani, her sınıftan I cinsten (birer erkek, birer dişi olmak üzere)} iki. (Hûd/40)
Onda iki zevç {yani, iki sınıf ttür) yaptı. (Ra'd/3)
Benzeri âyetler çoktur. 3. el-Ezvâc kelimesi; denkler, birlikte olanlar, eş ve arkadaş olanlar manasında kullanılmıştır; şu âyetler*de olduğu gibi:
Toplayın o zulmedenleri ve onların ezvâcmı {yani, şeytanlardan onlarla birlikte olanları, şeytanlardan onların eş ve arkadaşlarını}. (Sâffât/22)
Nefsler zevç edildiği (yani, kâfirlerin nefisleri şeytan*larla bir araya getirildiği} zaman... (Tekvîr/7) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:03
kral41
102. El-İlm
el-İlm, üç şekilde tefsir edilir: 1. Ya'lem, görmek anlamında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Andolsun ki, sizi deneyeceğiz; tâ ki içinizden müca-hidleri bilelim [na'lem] (yani, görelim}. (Muham-med/31)
Çünkü Yüce Allah, fiilen cihâd etmeden önce on*lardan kimlerin cihâd edeceğini, kimlerin cihâd et*meyeceğini bilmektedir. Onun için bilelim ifadesi, burada görelim anlamındadır. Çünkü mücâhid, fi*ilen cihâd edinceye kadar -henüz cihâd etmemiş olduğundan— Allah'ın onun cihâdını görmesi sözko-nusu değildir, fakat onun cihâd edeceğini bilir.
Yoksa Allah içinizden cihâd edenleri bilmeden [ya'lem] {yani, görmeden} ve sabredenleri bilmeden (yani, bela*lara sabrettiğinizi görmeden} cennete gireceğinizi mi sandınız?! (Âl-i İmrân/142)
Yoksa Allah içinizden cihâd edenleri bilmeden [ya'lem] (yani, görmeden} bırakılacağınızı mı sandınız?! (Tev-be/16)
Benzeri âyetler çoktur. 2. el~îlm kelimesi, bizatihi Um manasında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Sırlarını ve ilan ettiklerini bilir. (Bakara/77)
Şüphe yok ki O, sözden açığa vurulanı da bilir, gizle*diğinizi dcbilir. (Enbiyâ/110)
Bu buyruklardaki Um ile kasdedilen, "bizatihi ilim"dir. O, yaratmadan öncesini de, olanı da, ola*cağı da bilir. 3. Bm, izin anlamında kullanılır; Hûd süresinde*ki Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
şu âyette olduğu gibi:
De ki: "{Allah! onu ancak ilini lyani, izni} ile indirdi." (Hûd/14) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
103. Nerâ
Nerâ, dört şekilde tefsir edilir: 1. Yerâ, bilmek anlamında kullanılmıştır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Kendilerine ilm verilenler görür (yani, bilir} ki... (Sebe'/6)
Allah'ın sana gösterdiği {yani, Allah'ın sana Kur'ân'-da öğrettiği! bildirdiği} şekilde insanlar arasında hük*metmen için... (Nisâ/105)
Ve bize menâsikimizi göster (yani, Öğret I bildir}! (Ba*kara/128)
Allah'ın yedi semayı nasıl tabaka tabaka halkettiğini görmüyor (yani, bilmiyor} musunuz? (Nüh/15)
Acaba kâfirler görmedi (yani, bilmedi} mi ki, sema*larla arz bitişik idi de... (Enbiyâ/30) 2. Yerâ, göz ile görmek manasında kullanılır; şu
âyetlerde olduğu gibi:
Ne zaman görsen, sonra, görsen (yani, cennette nereyi ve orada bulunanların hangisini gözünle görsen}: na'îm... (İnsan/20)
Onları gördüğün (yani, gözünle gördüğün} zaman cüsseleri acaibine gider. (Münâfîkûn/4)
Allah üzerine yalan söyleyenleri, yüzleri kararmış görürsün (yani, gözünle görürsün}. (Zümer/60) 3. Elem tera, yaptıklarına bakmaz mısın manasın*da kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Elem tera [görmez inisin] {(yani, yaptıklarına bak*maz mısın)} kitaptan kendilerine nasib verilenlerin: cibt ve tağuta îmân ediyorlar. (Nisâ/51)
Elem tera [görmez misin] (yani, yaptıklarına bakmaz mısın} sana indirilene ve senden önce indirilmiş olanlara îmân ettiklerini ileri sürenlerin: küfretmek*le emrolundukları tağuta muhakeme olmayı irade ediyorlar. (Nisâ/60) 4. Elem tera ibaresi, Nebi'nin (s.a) görmediği geç*mişe ait herhangi bir şeye dair haber vermek maksa*dıyla kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Elem tera {yani, zorba Nemrud'a dair sana haber ve*rilmedi mi): Rabbi hakkında İbrâhîm ile mücadele
eden?! (Bakara/258)
Elem tera {yani, sana haber verilmedi mil: Rabbinin ashâb-ı ffl'e ne ettiği?! (Fîl/1)
Fe-terâ: o kavm, orada yere yıkılmış... (Hâkka/7)
Bu ifadeyle, onların durumundan haber vermekte*dir.
Elem tera {(yani, sana haber verilmedi mi)}: Rabbinin Âd'a-yüksek direkli İrem'e neler ettiği?! (Fecr/6-7)
Yüce Allah bu buyruğuyla, fırtına ile onlara nasıl azâb ettiğim haber vermektedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:03
kral41
104. Hîn
Hin, dört şekilde tefsir edilir: 1. Hîn kelimesi, sene manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Rabbinin izni ile her hîn {yani, Rabbinin emri ile her sene} yemişini verir. (Ibrâhîm/25) 2. Hîn, ecellerin /vâdelerin sonu manasında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Yeryüzünde sizin {yani, Adem ile Havva} için bir hî-ne {yani, ecellerinizin sonuna} kadar bir kalma/yer*leşme ve bir faydalanma vardır. (Bakara/36)
Bunun bir benzeri de A'râf sûresinde yer almakta*dır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Ve onları bir hîn'e {yani, ecellerinin sonuna} kadar faydalandırdık. (Yûnus/98)
Bir hîn'e kadar bir esas {yani, eskiyecekleri zamana kadar elbiseler, (yataklar, sergiler vb. eşyalar)} ve bir meta... (Nahl/80) 3. Hîn, sâ'ât [zamanlar-vakitler-anlar] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Allah'ı teşbih edin; akşam ettiğiniz vakit [hîn] {yani, güneşin battığı vakit} ve sabah ettiğiniz vakit [hîn] {yani, sabaha ulaştığınız vakit, sabah namazını kıla*rak} (.....) ve gündüzün sonunda {yani, ikindi vaktin*de} ve öğle ettiğiniz vakit [hîn] {yani, ilk öğle vaktin*de öğle namazını kılarak}. (Rûm/17-18)
Hine tuzhirûne ibaresiyle, "ilk öğle namazı" kasde-dilmektedir. 4. Hîn, muayyen bir sınırı olmayan belirsiz zaman manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Onun haberini bir hînin {yani, bir zamanın -bu da (müşriklerin) Bedr'de katledilmeleridir, ancak âyette bu vakit, beyan edilmemiştir-} ardından bileceksiniz. (Sâd/88)
İnsan üzerinden dehr'den bir hîn {yani, dehrden bir zaman -ki zamanın *bir süresi, dönemi demektir-} geçti. (İnsan/l) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
105. En-Nîsyân
en-Nisyân, iki şekilde tefsir edilir: 1. en-Nesiy, terketmek manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Andolsun, bundan önce Âdem'e 'ahid [yükümlülük] verdik de nesiy etti {yani, ahdi jyükümlülüğü terket-ti}. (Tâ-Hâ/115)
O halde tadın (azabı), bugününüze kavuşmayı nesiy ettiğiniz [unuttuğunuz] {yani, bugünüze kavuşacağı*nıza dair îmânı terkettiğiniz} için. Doğrusu Biz de si*zi nesiy ettik [unuttuk] {yani, azâb içine terkettik}. (Secde/14)
Aranızdaki fadlı nesiy etmeyin [unutmayın] {yani, aranızda fadlı terketmeyin}! (Bakara/237)
Âyetten neyi nesheder veya nunsihâ Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
[onu inşa edersek] {yani, onu neshetmeyip terkedersek /olduğu gibi bırakırsak}... (Bakara/106) 2. en-Nesiy, unutulmayan I hatırdan gitmeyen ve ke*sintiye uğramayan (bilgi) manasında kullanılmıştır; Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
şu âyetlerde olduğu gibi:
Sana okutacağız da nesiy etmeyeceksin {yani, Biz onu muhafaza edeceğiz de sen onu unutmayacak-sınfo senin hatırından çıkmayacak}. (Ala/6)
Doğrusu ben balığı nesiy ettim {yani, balık hatırım*dan gitti j çıktı}. Onu hatırlamamı, şeytandan başkası inşa etmedi. (Kehf/63)
{Hızır'a dedi ki Mûsâj: "Nesiy ettiğimden {yani, hatı*rımdan giden I çıkan şeyden} dolayı beni muahaze et*me!" (Kehf/73) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:04
kral41
106. En-Nasr
en-Nasr, dört şekilde tefsir edilir: 1. en-Nasr kelimesi; (gelecek tehlikelere karşı) koru*mak, korunmuş olmak manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Kimseden fidye de alınmaz, onlara nasr da olunmaz {yani, onlar azâbtan da korunmazlar}. (Bakara/48)
O gün mevlâ mevlâdan birşey defedemez ve onlara nasr da olunmaz {yani, onlar azâbtan da korunmaz*lar}. (Duhân/41)
Size nasr edebiliyor {yani, sizi azâbtan koruyabiliyor}, ya da kendilerine nasrlan dokunuyor mu {yani, ken*dilerini (azâbtan) koruyabiliyorlar mı}? (Şu'arâ/93)
Ne oldu size, neden birbirinize nasr etmiyorsunuz {yani, niçin bazınız bazınızı ateşten korumhyorsu-
Benzeri âyetler çoktur. 2. en-Nasr, avn [yardım I destek] manasında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Eğer sizinle savaşılırsa, size nasr ederiz {yani, yar*dım ederiz! destek veririz}. (Haşr/11)
Eğer onlarla savaşılırsa, onlara nasr etmezler {yani, on*lara yardım etmezler/destek vermezler}. Şayet onlara nasr edecek {yani, onlara yardım edecek /destek olacak} olsalar bile muhakkak gerisin geriye dönerler. (Haşr/12) ;
Ey îmân edenler! Eğer siz Allah'a nasr ederseniz {ya*ni, tevhîd olununcaya I birleninceye kadar Allah yo*lunda savaşırsanız}, size nasr eder {yani, O da düş*manlarınıza karşı size yardım eder [destek olur}. (Muhammed/7)
Allah, Kendisine {yani, tevhîd olunsun I birlensin diye Kendisine} nasr edene {yani, yardım edene [destek olana} nasr eder {yardım eder I destek olur}. (Hacc/40) 3. en-Nasr, zafer manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Nasr {yani, zafer} ancak Allah yanmdandır. (Al-i İm-rân/126)
Nasr (yani, zafer} ancak Allah yanmdandır. (Enfâl/10)
Kâfirler kavmine karşı bize nasr et {yani, bize zafer ver [bizi muzaffer kıl}! (Bakara/250)
Günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıkları mağfiret bu*yur; ayaklarımıza sebat ver ve kâfirler kavmine kar*şı bize nasr et {yani, bize zafer ver [bizi muzaffer kıl}! (Âl-i İmrân/147) 4. en-Nasr, intikam manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
Kim de uğradığı zulmün ardından nasr ederse {(yani, intikam I intikamını alırsa)}, onların aleyhine yol yok*tur. (Şûrâ/41)
Eğer Allah dileseydi, onlardan nasr {yani, kâfirler*den intikam} alırdı. (Muhammed/4)
Doğrusu ben {yani, Nuh} mağlubum; öyleyse nasr et {yani, kavmimden benim intikamımı al}! (Kamer/10) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
107. Es-Sâiqa
es-Sâ'iqa, dört şekilde tefsir edilir: 1. es-Sâ'iqa kelimesiyle, kişinin tekrar dünyaya dönmesinin sözkonusu olmadığı (asıl) ecelden önce ceza olarak gelen, sonrasında tekrar dünyaya dönülen ölüm kasdedilmiştir; şu âyetlerde böyledir:
Bunun üzerine sizi {yani, îsrâîloğullan'ndan bir gru*bu} sâ'iqa yakaladı {yani, ölüm yakaladı}. (Bakara/55)
Musa'dan (a.s), Allah'ı kendilerine açıkça göster*mesini istemeleri sebebiyle İsrâîloğulları'na ceza olarak gelen ölüm kasdedilmektedir.
İşte Yüce Allah'ın, Sonra şükredesiniz diye ölümü*nüzün ardından sizi hasettik (Bakara/56) buyruğu bunu anlatmaktadır, ki Allah onları (öldükleri) o gün Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
tekrar diriltti.
Mûsâ da sâ'iq oldu [baygın düştü] {yani, ölü olarak yere yığıldı}. (A'râf/143)
Sonra Allah o'nu hayata geri döndürdü; ki Allah'ın, fe-lemmâ efâqa [vaktâ ki ayıldı] (A'râf/143) buyru*ğu ile kasdedilen budur. 2. es-Sâ'iqa kelimesi, kişinin tekrar dünyaya dön*mesi sözkonusu olmaksızın azabla gelen Ölüm mana*sında kullanılmıştır; şu âyette böyledir:
De ki: "Ben Âd ve Semûd'a gelen sâ'iqa gibi bir sâ'iqa (yani, Ad ve Semûd kavminin üzerine inen ve ölümü de ihtiva eden bir azâbl ile sizi uyarıyorum." (Fussi-let/13)
Benzer bir buyruk da Zâriyât sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 3. es-Sâ'iqa, azâb sözkonusu olmaksızın ecelle öl*mek manasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
Semavât ve arzdakiler sâ'iq olmuştur (yani, ölmüş*tür}. (Zümer/68) 4. es-Savâ'ıq, buluttan düşen/kopan ateş [yıldırım] anlamında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
O savâ'ıkı (yani, semadan düşen /kopan o ateşi/yıldı*rımı} gönderir de onu dilediğine isabet ettirir. (Ra'd/13) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
13-05-2015, 00:05
kral41
108. Mâ
Mâ, yedi şekilde tefsir edilir: 1. Mâ, (olumsuzluk edatı ile aynı anlamda): lâ ma*nasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
De ki: "Sizden istemiyorum [mâ (yani, lâj es'elukum] ona karşılık ücretten [min-ecrin] ve ben tekellüfçü-lerden değilim" [mâ (yani, lâj ene mine'l-mütekeüifin] (yani, ben size ücret [ecren] vermenizi teklif edenler*den değilim}. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Sâd/86)
Sana söylenmiyor [mâ (yani, lâ} yuqâlu leke]. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Fus-silet/43)
Onlar karınlarında ateş dışında birşey yemezler [mâ
(yani, lâ} ye'kulûne]. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Bakara/174)
Hiçbir beşer için olamaz/olacak şey değildir [mâ kâ-ne-olamaz I olacak şey değildir, (yani, lâ yenbağî=ya-kısmaz I uygun düşmez}]: Allah kendisine kitap, hükm ve nübüvvet versin de sonra o, insanlara, "Al*lah'ı bırakın bana kul olun!" desin. (Âl-i İmrân/79)
Hiçbir beşer için olama?./olacak şey değildir [mâ kâne=olamaz i olacak şey değildir (yani, lâ yenbağî=ya-kışmaz I uygun düşmez}].., (Şûrâ/51) 2. Mâ, leyse I yoktur manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
Semûd'a da kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim! İbâdet edin Allah'a; sizin için olamaz O'nun gayrından ilah (yani, sizin için yoktur [leyse le-kum] O'nun gayrı Rabb}. (Hûd/61)
Medyen'e de kardeşleri Şu'ayb'ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim! İbâdet edin Allah'a; sizin için olamaz [mâ lekum] O'nun gayrından ilah (yani, sizin için yoktur [leyse lekum] O'nun gayrı Rabb}. (Hûd/84) 3. Mâ, ellezî [o kilo şey(ler) ki] anlamında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Halkedene [mâ halaqa] erkeği ve dişiyi {yani, O ki halketti [ellezî halaqa] erkeği ve dişiyi}. (Leyl/3)
Onlara geldi o şey ki, verilmedi mi [mâ lem ye'ti {ya*ni, ellezî lem ye'ti}], yoksa, onların evvelki atalarına. (Mii'minûn/68)
Doğrusu, onlar ki ketmediyorlar, o şey ki indirdik [mâ enzelnâ {yani, ellezî enzelâ}] beyyinâttan... (Ba*kara/159)
De ki: "O şey ki sizden istiyorum [mâ se'eltukum {ya*ni, ellezî se'eltukum}] ücretten; o sizin içindir." (Se-be'/47)
Yaptı sizin için gemilerden ve en'âmdan, o şeyler ki biniyorsunuz [mâ terkebûn (yani, ellezî terkebûn}]. (Zuhruf/12)
Benzeri buyruklar çoktur. 4. Mâ edatı, eyyü [hangi şey, ne?] manasında soru edatı olarak kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
{Oğullarına dedi ki Ya'kûb}: "Neye/hangi şeye [mâ {yani, eyyü şey'] ibâdet edeceksiniz, benim ardım*dan?" (Bakara/133)
Onları {yani, Yahudileri} ateşe sabrettiren nedir-/hangi şeydir [mâ {yani, eyyü şey'}] {yani, ateşe sokan bir amele karşılık onların cezaları nedir I hangi şey*dir}?! (Bakara/175)
Kahrolası o insanı küfrettiren nedir/hangi şeydir [mâ {yani, eyyü şey']?! (Abese/17) 5. Mâ, lem [muzârî fiilin başına gelen olumsuzluk bildiren edat] olarak kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Rabbimiz Allah'a andolsun ki biz müşrikler olmadık [mâ kunnâ müşrikin] {yani, lem nekun müşrikin: müşrik olanlar değildik}. (En'âm/23)
Olmadık Biz [mâ kunnâ] {yani, lem nekun: değildik Biz} gâibler. (A'râf/7)
Biz olmadık o memleketleri helak eden {yani, lem ne*kun mühliki'l-qurâ: Biz o kuraları helak etmedik}; müstesna onların ehlinin zâlimler olması. (Kasas/59)
Benzeri buyruklar çoktur. 6. Mâ, kelâmda (ayrıca anlamı olmayan) bir sıla [ulama edatı] -ki bunun Kur'ân tefsirinde belli bir esa*sı yoktur- olarak kullanılır; şu âyetlerde böyledir:
Bilmeli ki Allah çekinmez, mesel darbetmekten, bir sivrisineği [mâ baûdaten]. (Bakara/26)
İbaredeki mâ edatı, ifade arasında (fazladan gel*miş, ayrıca anlamı olmayan) bir sıladır.
Allah'tan bir rahmet sebebiyle/sayesinde sen onlara yumuşak davrandm. (Âl-i İmrân/159)
Âyetteki mâ edatı, ifade arasında bir sıladır; dola*yısıyla, fe-bi-mâ rahmeten min-allâhi ifadesi, fe-bi rahmeten min-allâhi demektir.
Fakat mîsâkjannı nakzetmeleri sebebiyle... (Ni*sa/155)
Âyetteki mâ edatı, ifade arasında bir sıladır; dola*yısıyla fe-bi-mâ nakzıhim mîsâqahum ifadesi, fe-bi-nakzıhim mîsâgâhum demektir.
Az bir zaman/çok geçmeden... (Mü'minûn/40)
Âyetteki mâ edatı, ifade arasında bir sıladır; dola*yısıyla, 'amma qalîlin ifadesi, 'an qâlîlin demektir. 7. Mâ, (benzetme edatı olan) kemâ [gibi] manasın*da kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Atalarının inzâr edildiği gibi, bir kavmi inzâr etmen için. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
(Yâ-Sîn/6)
Buradaki mâ unzire âbâuhum [ataları inzâr edil*memiş] ifadesi, kemâ unzire âbâuhum [atalarının
inzâr edildiği gibi] demektir.
Bedbaht olanlar ateştedir. Orada onlara Öyle bir so*luyuş ve inleme vardır ki... Gökler ve yer durdukça (yani, gökler ve yerin, ehl-i dünya için devamlı olması ve oradakilerin ondan çıkamaması gibi} ondadırlar... (Hüd/106-107)
Yani, ehl-i ateş onda/ateşte hep diri olarak kala*caklar; ebediyyen/asla ölmeyeceklerdir. Ateş onlar*dan ebediyyen kesilmeyecektir. Âyetteki, Rabbinin dilemeni müstesna ifadesindeki istisna, ateşe gir*miş bulunan ehl-i tevhîd içindir. Onlar, ebediyyen kalacaklarla birlikte ateşte kalmayacak; cennete gönderilmek üzere ateşten/cehennemden çıkarıla*caklardır.
Bahtiyarlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durduk*ça ondadırlar; Rabbinin dilemesi müstesna. (Hûd/108)
Yani, gökler ve yerin ehl-i dünya için devamlı ol*ması, oradakilerin ondan çıkamaması gibi, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
cen*net de ehl-i cennet için devamlı olacaktır. Ehl-i cennet ebediyyen ölmeyecek; cennet de asla son bulmayacaktır. Rabbinin dilemesi müstesna ifade*sindeki istisna, cehennemden çıkartılıp cennete sonradan sokulan ve dolayısıyla baştan eksik ka*lan ehl-i tevhîd içindir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
109. El-Mess
el-Mess, üç şekilde tefsir edilir: 1. Mess, cima' [cinsî münasebet] manasında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Ey îmân edenler! Mü'min kadınlara nikah akdi yapıp da sonra kendilerine messetmeden {yani, kendileriyle cima' etmeden} önce onları boşarsanız... (Ahzâb/49)
Size bir günah ;.yoktur; kendilerine messetmediğiniz {yani, kendileriyle cima' etmediğiniz} kadınları boşa*manızda... (Bâkara/236)
(Meryem dedi ki}: Bana bir beşer messetmemiş {yani, hiçbir kimse [erkek] benimle cima' etmemiş} iken... (Âl-i İmrân/47)
Bunun bir benzeri de Meryem sûresinde geçmekte-dir Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Yahut kadınlara messetmiş Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
{yani, kadınlarla cima' etmiş} iseniz... (Nisâ/43, Mâide/6) 2. el-Mess; Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
isabet etmek, değmek, gelip çatmak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
Atalarımıza da darrâ' ve serrâ' mess etmişti {yani, bolluk I saadet ve şiddet isabet etmişti}. (A'râf/95)
Doğrusu şeytan bana mess etti {yani, isabet etti} nusb [kötülük/bela] ve azab ile... (Sâd/41)
Orada onlara nasab [yorgunluk] mess etmez {yani, isabet etmez}. (Hicr/48) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Fâtır Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ve Kaf Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
süresindeki âyetlerde de bu mana*dadır.
Size bir hasene mess ederse {yani, isabet ederse}, on*ların hoşuna gitmez. (Âl-i İmrân/120)
Bunun bir benzeri de Tevbe sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 3. el-Mess ile, delilik kasdedilir; şu âyette bu mana*dadır:
Onlar ki, şeytanın çarpıp messettiği {yani, şeytanın delirttiği} kimse... (Bakara/275) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.