Baba Muhsin anne Emine'den 21.8.1935 de Bursa'da dünyaya gelen Adnan Şenses babasının memuriyeti dolayısıyla Ankara'ya taşındı.İlkokula Ankara İsmet İnönü ilkokulu'nda başlayan Şenses tahsilinin devamını İstanbul'a taşındıkları Karagümrük İlk ve Ortaokulunu tamamlayıp, ailesinin ısrarı ile marangozluk sanatına başlamıştır. Atelye çalışmaları zamanı sesinin güzelliği ile çevresinin dikkatini çekmiş, böylece sahne ve müzik hayatı 1956 yılında başlamıştır.
Süratle musiki sanatının akademik kısmına ihtiyaç duyan Şenses, Ankara Radyosunun açmış olduğu imtihana girerek pekiyi derece ile Ankara Radyosunda göreve başlamış, 16 sene görev yaptıktan sonra Radyo'dan istifa ederek profesyonel sanat hayatına atılmıştır. Türkiye'nin en ünlü gazinolarında solistlik yapmış, 35'in üstünde film çevirmiş, plak ve kaset dünyasında Altın Plak ve çok sayıda ödüller almış, sosyal düzende dernek, cemiyet, vakıflara konserleriyle yılarca hizmetler yapmış, toplumca çok sevilen Şenses şu an TGRT televizyonunda 1 sene anlaşmalı ayda bir solo konserler yapmakta olup; sanatsal tüm faaliyetlere Mega Star olarak iştirak etmektedir
01-05-2008, 22:02
sarıkanarya_41
Alişan
Bingöl´lü bir ailenin çocuğu olarak 19 Haziran 1976´da İstanbul Kasımpaşa´da dünyaya geldi. Müzik piyasasına atılana kadar adı Serkan´dı. Müzik yeteneği, küçük yaşlarda ailesi tarafından anlaşıldı. Henüz iki yaşındayken, İbrahim Tatlıses´in 'Sabuha', İzzet Altınmeşe´nin 'Maden Dağı' adlı türkülerini ezbere okurdu. Okul yıllarında öğretmenleri ders arasında Serkan´a türkü söyletirlerdi. Bu, liseyi bitirene dek sürdü.
Serkan´ın en büyük amacı pilot olmaktı ancak ÖSS´den yeterli puanı kazanamayınca bu hayali suya düştü. Lise 1. sınıftayken, babasının maddi desteğiyle ilk kasetini yaptı. Ancak bunu, gerçek bir kaset çalışması olarak kabul etmiyor.Dedesi ve dayısının yakın dostu olan, Prestij Müzik´in ortağı Hilmi Topaloğlu tarafından keşfedilen Serkan, daha sonra firmanın diğer ortakları Mahsun Kırmızıgül ve Burhan Aydemir´ in de desteğiyle ilk albümü 'Sana Birşey Olmasın' ı 1997´de piyasaya çıkardı.
Albümün çıkış parçası 'Kralı Gelse' adlı parçayla müzik dünyasında büyük yankı uyandırdı.
DİSKOGRAFİ
Sana Birşey Olmasın (1997)
Var Ya (1999)
01-05-2008, 22:03
sarıkanarya_41
Arif Sağ
1945 yılında Erzurum'un Aşkale ilçesi Dağlı köyünde dünyaya gelen Sağ, küçük yaşlarından itibaren saz çalmaya başlar... İstanbul'a gelir ve Aksaray Musiki Cemiyeti'nde Nida Tüfekçi' nin öğrencisi olur. Müzikal altyapısını kısa zamanda oluşturmayı başarır. 1960 ve 70'li yıllar Arif Sağ için müzikte arayış yıllarıdır. (Bu arayış bugünde devam etmekte...) Arif Sağ'ın , bu dönemin toplumsal hareketlerinin müzikle bağdaşan yanlarından çok, piyasadaki ve resmi kurumlardaki müzik uygulamalarına ağırlık verdiği söylenebilir. 60'lı yılların sonunda TRT Kurumuna (İstanbul Radyosu) bağlama sanatçısı olarak başladığı yıllarda Sağ'ın piyasadaki faaliyetleri de devam etmektedir. 45'lik plak dönemi olarak adlandırılan ve yaklaşık 20 yıl devam eden bu sürecin en parlak simalarındandır Arif Sağ... Çeşitli sanatçılara bağlamasıyla eşlik etmesinin yanında, - yine bu dönemde- bestelerini de pek çok sanatçıya okutur. Bununla birlikte kendi çalıp okuduğu plakları da vardır. Yapılan müzik bugünkü terminolojiyle bir tür arabesk- fantazi benzeridir; bestelerinde ise yerel motifleri ( yer yer pasajları) çok sık kullanır. Bu da onun halk müziğinden kopamadığı gerçeğinin bir başka göstergesidir.
1976 yılından itibaren Türk Müziği Devlet Konservatuarı'nda (İTÜ) öğretim görevlisi olarak çalışamaya başlayan Sağ, bu görevinden 1982 yılında ayrılarak özel çalışmalara ağırlık verdi. Bir çok ünlü sanatçıya kaset çalışmalarında yardımcı olur. Bu özelliğinin yanında 10'dan fazla kasette sanatçı olarak da ayrıca yer alır. "Muhabbet" serisi, "Resital 1 ve II", "İnsan Olmaya Geldim", "Halay", "Duygular Dönüştü Söze" albümlerinden bazılarıdır.
Yukarıda belirttiğimiz gibi halk sanatçılarının tümü anonim bir karakter taşır. Özellikle müzik alanında kişisel renklere ve üstün yeteneklere çok rastlanmasına rağmen, bağlama çalgısında bir ekol yaratan sanatçı sayısı parmakla sayılacak kadar azdır. İşte bunlardan birisi ve -şimdilik - sonuncusu Arif Sağ'dır. Bağlamaya teknik bakımdan hakim olduğu kadar Arif Sağ'ın icrası yerel tavırlar, repertuar ve duygu bakımından da zenginliklerle doludur.
01-05-2008, 22:04
sarıkanarya_41
Aydın
Aydın (Uğurlular), İstanbul´da dünyaya geldi. Ailenin tek çocuğu olarak 1 Temmuz 1966´da doğdu.İlk ve ortaöğrenimini ardından Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Fakültesi, Tekstil Bölümü´nü bitirdi. Daha sonra İstanbul Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi´nde yöneticilik üzerine ihtisas yaptı.Türkiye´de eğitimini tamaladıktan sonra Milano´ya giderek bir süre tekstil üzerine staj yaptı. Stajını tamamlar tamamlamaz Türkiye´ye döndü ve bir dönem tekstil alanında işletmecilik yaptı.
Profesyonel müzik hayatına, yirmili yaşlarda reklam müzikleri seslendirerek ve fasıl albümlerinde solistlik yaparak başladı.Müzik ve sahne dünyasına ısınan Aydın, sonraları Haldun Dormen´in 'Çılgınlar' adlı müzikalinde rol aldı.Bir süre Sezen Aksu´nun vokalistliğini de yaparak müzik sektöründe ismini duyurmaya başladı.
İlk albümüyle kitlelere ulaşma imkanı bulan Aydın, sunuculuğunu yaptığı çeşitli televizyon programlarıyla eşcinselliği çağrıştıran bir söylemle kitlelerin yozlaştırılmasında aktif rol aldı.1998 yılında 'Mutlu Yıllar Kuşum' adını verdiği albümünü çıkardı.Albümün prodüktörlüğünü ve aranjörlüğünü ermeni besteci Garo Mafyan üstlendi.Sinema, televizyon ve müzik alanında çeşitli projelerle faaliyetlerini sürdüren Aydın, uyuşturucu kullandığı gerekçesiyle defalarca gözaltına alındı.
01-05-2008, 22:05
sarıkanarya_41
Barış Manço
2 Ocak 1943 yılında İstanbul´da dünyaya geldi.Sahnelerle ilk kez 1958 yılında Galatasaray Lisesi´nde öğrenciyken tanıştı.Galatasaray Lisesi´ni bitirdikten sonra yüksek öğrenimini tamamlamak için Belçika´daki 'Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi´ne gitti.
Grubu 'Kurtalan Ekspres' ile beraber Türkiye´de ve yurtdışında birçok ülkede konserler verdi.Yaptığı 200´den fazla beste sayesinde 12 altın ve 1 platin albüm kazandı. Ayrıca bu besteler Arapça, Japonca, Farsça, İngilizce ve Fransızca gibi birçok dile çevrilerek farklı sanatçılar tarafından yorumlandı.
Manço´nun şarkıcı ve besteci kişiliği, sunucu ve program yapımcısı kişiliğiyle de birleşerek ortaya herkesin çok sevdiği 'Barış Manço' çıktı.Ekranların en sevilen eğlence ve kültür programlarından biri olan '7´den 77´ye', ilk olarak 1988 yılında TRT1´de yayınlanmaya başladı. 'Türkiye´nin Evliyası' lakabını da kazanan sanatçının, 'Barış Manço Live In Japan' (1996) adlı albümü, Japonya´daki konserinin canlı kayıtlarının olduğu bir albüm . Bu albümün özelliği, Manço´nun bizlere veda etmeden önce yayınladığı son albüm olmasıydı.Ancak ne yazık kı, 40 yıllık sanat hayatının en sevilen parçalarını yeniden düzenlediği 'Mançoloji ' adlı albümünün piyasaya çıkışını kendisi göremedi. 311 Ocak 1999 tarihinde İstanbul'da öldü.
DİSKOGRAFİ: Dünden Bugüne (1971) Barış Manço 2023 (1975) Ben Bilirim (Sakla Samanı Gelir Zamanı) (1976) Barış Mancho (1976) Sarı Çizmeli Mehmet Ağa (Yeni Bir Gün) (1979) 20. Sanat Yılı Disco Manço (1980) Sözüm Meclisten Dışarı (1981) Estağfurullah Ne Haddimize (1983) 24 Ayar Manço (1985) Değmesin Yağlı Boya (1986) Sahibinden İhtiyaç (1988) Darısı Başınıza (1989) Mega Manço (1992) Müsadenizle Çocuklar (1995) Live In Japan (1996) Mançoloji (1999) Barış Manço 2000 (2000)
Devlet sanatçiligindan seref madalyasina ünvanlari sunlardir:
Türkiye Cumhuriyeti: Devlet Sanatçisi - Ankara (1991) Hacettepe Üniversitesi: Onursal Doktora- Ankara (1991) Soka Üniversitesi: Uluslararasi Kültür ve Baris Ödülü- Tokyo, Japonya (1991) Belçika Kralligi: Leopold II Sövalyesi Nisani Brüksel- Belçika (1992) Fransiz Kültür Bakanligi: Edebiyat ve Sanat sövalyesi Nisani Paris, Fransa (1992) Türkmenistan Cumhurbaskanligi: Türkmen Vatandasligi Askabat, Türkmenistan (1995) Pamukkale Universitesi: Onursal Doktora- Denizli (1995) Min-On Vakfi: Yüksek Seref Madalyasi Tokyo, Japonya (1995):present:
01-05-2008, 22:06
sarıkanarya_41
Candan Erçetin
Pop Müzik Doğum Yeri : Kırklareli Doğum Tarihi : 1963 Kişisel Bilgiler : Candan Erçetin, İlk ve orta okulları Kırklareli’de okuduktan sonra Galatasaray Lisesi´ne girdi. Mezuniyetin ardından, Klasik Arkeoloji dalında İstanbul Üniversitesi´nde Yüksek Lisans öğrenimi gördü. 1979 yılında girdiği İstanbul Belediye Konservatuarı Şan bölümünü 1991 yılında bitirdi.
Kariyeri : 1986 yılında 'Halley' adlı parça ile 'Klips ve Onlar' grubunun elemanı olarak Norveç´de yapılan Eurovizyon Şarkı Yarışması´nda Türkiye´yi temsil etti. Öğrenimi nedeniyle çeşitli şarkı yarışmaları dışında bir süre sahne çalışması yapmadı. Profesyonel müzik hayatına 1989 yılında Siyah & Gümüş adlı gece klübünde Ariie Antique ve Chansons söyleyerk başladı. Daha sonra Caz Bar (Paris Nights Cabaret), Küfe (Restaurant), Royal Bistro, Galatasaray Cemiyeti, Moda Deniz Klübü, Home store ve Swiss Hotel´de (La Com D´or Restaurant) uzun süreli sahne programlarını sürdürdü.
İşkadını Şarkıcılığın yanısıra, Turizm & Organizasyon, Prodüksiyon, Promosyon ve Menajerlik alanlarında muhtelif çalışmalarda bulundu. Daha sonra Kanal D´de 94 Ekim ayında başlayan ve 17 hafta süren, Kol Düğmeleri adlı Erkek Magazin Programının sunuculuğunu yaptı. Candan Erçetin halen Galatasaray Lisesi´nde müzik öğretmenliğini sürdürmektedir. Sahne programının önemli bölümünü Fransız Chansonsları oluşurmakla beraber, repertuarında Türkçe, İngilizce, İtalyanca, Almanca, İspanyolca ve Yunanca nostaljik şarkılar da yer almaktadır.
Yalan
Geri döndüren gördün mü geçmişi boşa soldurdun o nazlı gençliği bir avuç toprak için yor kendini
dünyada ölümden başkası yalan yalan başkası yalan
zaman kendini benzetmez herkesi hesapsız açar baharlar pembeyi açmadığın dalda sözün geçer mi
dünyada ölümden başkası yalan yalan başkası yalan
sitem etme haberi yok dağların gözlerini ellerinle bağladın faydası yok geç kalınmış figanın
dünyada ölümden başkası yalan yalan başkası yalan
01-05-2008, 22:07
sarıkanarya_41
Çelik
Çelik Erişçi, 1966 yılında İstanbul´da doğdu.İstanbul Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi´nden mezun oldu.Müzik yaşamına İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikîsi Devlet Konservatuar´ında başladı.1991 senesinde Ercan Saatçi ve İzel Çeliköz´le biraraya gelerek 'İzel, Çelik, Ercan' adını verdikleri toplulukla 'Özledim' adlı bir albüme imza attılar.
Kariyerine tek başına devam etmeye karar veren Çelik, gruptan ayrılarak solo albümünün çalışmalarına başladı.1994 yılında 'Ateşteyim' isimli ilk albümünü çıkardı.1995´te ikinci albümü 'Benimle Kal'ı çıkardı.'Hercai' adlı şarkısı 1995 Kral TV Video Müzik Ödülleri´nde ´En İyi Beste´ ödülüne layık görüldü.'Sevemem' adlı parçasıyla Makedonya´da ödül aldı.1996 yılında piyasaya sürülen 'Yaman Sevda' albümünde, alışılagelen Çelik sound´undan farklı olarak rock etkileri göze çarptı.
1997 yılında 'Sevdan Gözümün Bebeği' albümünü yayınladı. Akdeniz ezgilerinin tüttüğü 'Ayrılık Deme Bana', sancılı bir hasretin dile getirildiği 'Sevdan Gözümün Bebeği' gibi parçalarla aşk, özlem, ayrılık ve ´insana dair güzel olan herşey´ ses ve notalara büründü.
Dört yılda çıkardığı dört albümden seçtiği hit parçaları 'Sevgilerimle' adını verdiği bir ´Best Of´ albümle 1998 yılında müzikseverlere sundu.1998 yılı Çelik için tam bir 'yenilenme yılı' oldu. Hem görüntüsü hem de 'O´nu Düşünürken' adlı yeni çalışmasındaki müzikal yaklaşımıyla daha olgun bir çizgi çizdi sanatçı.
Yorumculuğu yanında bir çok parçanın söz ve müzik yazarlığını da yapan sanatçı, İzel tarafından seslendirilen ve büyük başarılara imza atan 'Kızımız Olacaktı' dışında, parçalarını başkalarına satmamayı ilke edindiğini söylüyor.Okumak, sinema, tiyatro, konserler, Çin yemekleri ve mangal partileri ise en gözde hobileri arasında yer alıyor.
Kuşum aydın uyuşturucu işine bulaşmışmıydı.Hayret.
01-05-2008, 22:08
sarıkanarya_41
Edip Akbayram
29 Aralık 1950'de Gaziantep'te doğdu. 1968 yılında İstanbul'a gelip profesyonel müzik çalışmalarına başlayan sanatçı, 1972 yılında çıkardığı, ilk bestesi olan "Kükredi Çimenler" adlı 45'liğiyle "Altın Mikrofon Ödülü"nü kazandı. "Aldırma Gönül" ve "Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz" adlı parçalarıyla satış rekorları kıran ve altın plak kazanan sanatçının çeşitli kuruluşlar tarafından veilen 250 kadar ödülü mevcut...
1979 yılında Ayten Akbayram ile evlenen sanatçının bu evliliğinden Ozan ve Türkü adlarında bir oğlu, bir kızı var... 30 yıllık sanat yaşamının 28. albümünü Dün ve Bugün adlı albümünü Prestij Müzik'ten, 1998'in Mart ayı başında çıkaran sanatçı, yılların birikimini yansıtan bu çalışmasında, geçmişte hit olmuş parçalarını topladı.
01-05-2008, 22:10
sarıkanarya_41
Erkin Koray
25 Haziran 1941 İstanbul doğumludur. Annesi İstanbul Belediye Konservatuarı'nda Klasik Batı Müziği piyano öğretmeni olduğundan dolayı ilk enstrümanı piyano oldu. Hatta kendisine sorulduğu zaman: - "Ben piyano çalmaya nasıl başlamış olduğumu bile bilmiyorum. Bu enstrümanı doğal olarak çalıyorum.Ben gitarcıyım!", der. Alman Lisesi'nde okurken aynı zamanda konservatuara da devam etti. Gitara başlama tarihi 1956, ilk konser ise (piyanoyla) 29 Aralık 1957 Galatasaray Lisesi'ndedir. O konserdeki repertuarı veriyoruz: 1) Ain't That a Shame - Fats Domino 2) Whole Lotta Shakin' Goin' On - Jerry Lee Lewis 3) Hound Dog - Elvis Presley 4) I'm Walkin' - Fats Domino 5) Don't Be Cruel - Elvis Presley Bu konser Erkin Koray'ın hayatının büyük bir dönüm noktasını teşkil etmiştir. O güne kadar Elektronik ve Atom Mühendisi olmak isteyen Erkin, belki kaderin cilvesi, belki de normal netice olarak, kendi tabiri ile "Elektronik Müzik Mühendisi" olur. O konseri, tam bir ay sonra 25 Ocak 1958 de Eminönü Halkevi, 20 gün sonra Alman ve arkasından Avusturya Lisesi konserleri izler. Ve artık önüne geçilemeyen bir konserler zinciri birbirini takip eder. Gazeteler kendisinden "Rock'n'Roll Kralı" diye bahsediyorlardır artık... 1963 - 65 yılları arası askerlik yıllarıdır. Hava Kuvvetleri Caz orkestrası'nda Gitarist - Solist olarak görevini yapar. Söylediği şarkıların notalarını 14 kişilik orkestraya yazar. "Rock şarkılarını büyük orkestra ile söylemek çok şahane bir olaydı. Neredeyse askere tekrar gideceğim geliyor", diye bahseder o yıllardan... Askerden sonra "olayı yerinde incelemek" amacıyla doğru Almanya'ya gider. O sırada Beatles'ın da oradan şöhret olmuş olduğu, müziğin kalbinin attığı yer sayılan Hamburg'daki Star Club'da alır soluğu... Her gün en az üç İngiliz grubu çalmaktadır Star Club'da... Onları yakından izler. Bir çoğuyla da tanışır. Amaç Türkiye'de yapılacak olan şeyin hakkını vermektir. Bu arada Hiccups adlı bir Alman Grubu'yla da sahneye çıkmayı ihmal etmez. Ki, daha sonra o grubun basçısı Bernhard Weber'i yanına alarak dönecek ve bu olay Türkiye'de Hard Rock döneminin başlangıcı olacaktır. Diğer yandan ilk Elektro - Bağlamayı da Şemsi Yastıman'a tarifini vererek yaptırıp, o konuda da bir ilk olur. "Ben sazcı değilim. Saz çalanlara örnek olsun diye yaptım", der ama, sahnede kullanmayı da ihmal etmez.İki yıl sonra, askerden önce yaptığı "Bir Eylül Akşamı" adlı plak (kendi öyle diyor) sayılmazsa, ilk plağını dolduruyor: "Kızları Da Alın Askere - Aşk Oyunu". Onu "Anma Arkadaş, Sana Birşeyler Olmuş, Kendim Ettim Kendim Buldum" gibi 45'lik plaklar takibediyor. (Diskografi bölümünde, çıkmış olan plakların tam listesini bulabilirsiniz) 1971'de Fransa'ya gider, döndüğünde "Yağmur" piyasaya çıkar. 1974'te ise "Şaşkın, Fesuphanallah, Estarabim, Arap Saçı" ile bu sefer başka bir döneme imzasını atar. Sonra uzunca bir yurtdışı seyahati 1975 -1984 yılları arasına rastlar. 1983 yılında Kanada'da bir kız çocuğu sahibi olur. Bu onun dönüş sinyalidir. Çünkü: "Ben çocuğumu en az 18 yaşına kadar Türkiye'de büyütmek isterim", der. Dönüşten sonra özel durumları yüzünden, "kızı ayağa kalkacak yaşa gelinceye kadar" bir aradan sonra, yine bir İLK'e adını yazdırır: İstanbul Beyoğlu'nda BİLSAK (Bilim, Sanat, Kültür Merkezi) nde ilk Rock Bar açılır. "Bu da Elli'sinden sonraki ilk ...", diyor kendisi bu işe... Şimdi yüzlerce Rock Bar var Beyoğlu'nda... Orada eşine rastlanmayacak değişik bir formasyonla sahneye çıkar. Önünde klavye ve sırtında gitar... Her babayiğidin harcı olmayacak bir gösteri yapıyor Erkin Koray sahnede...
HAKKINDA YAZILANLAR
Bir Erkin Koray Kitabı Münir Tireli, Gökhan Aya Ada Müzik Kitapları
..varlık yokluk derdini şu kafandan sil bırak densiz işleri de kendini bilgerin şöyle, bir derin nefes al.kaç nefes alacağın var ya, hiç belli değil .-Ömer Hayyam
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
erkin koray'ın hayatı Yazan: Önder Ergun
Doğu ile batının en "cilveli" buluşma noktalarından biri olan şehri İstanbul da, 1941 yılının 24 Haziran gününde dünyaya gözlerin açtı. Babası Enver, annesi Vecihe *Koray*'dı. Vecihe hanım; *Erkin*' i, İstanbul belediye Konservatuarında sanat hayatına başlamasının bir yıl sonrasında, otuz dört yaşında dünyaya getirdi. Piyanistliği *ilk* zamanlarda icracı olarak sürdürmekteydi. İstanbul şehir orkestrasındaki müzisyenliği dışında solo konserleri de olmuştur. Nedeni meçhul, bu tür çalışmalarını aza indirgedi ve hayatını konservatuarda öğretmenlik yaparak devam ettirmeye karar verdi.
İşte bu vakitlerde 1943'te *Erkin*' in, Korkut adını verdikleri kardeşi dünyaya geldi. *Erkin*, beşinci yaşını bitirirken annesinden piyano dersleri almaya başlamıştır. Müzikle beraber büyüyen *Erkin*, Alman Lisesinde okumaya başladı. 1955/1956 yıllarında rock müzikle tanıştı. İki arkadaşıyla beraber rock şarkılarını kendi zevklerine göre çalmaya başlayan *Erkin **Koray* bir tanıdıkları sayesinde konser verme imkanı buldular. 1957'nin 29 Aralık günü Galatasaray Lisesinde *ilk* konserini verdi. Bu konser; hem *Erkin **Koray*' ın sahne hayatına start vermiş, hem de Türkiye' deki rock müziğinin miladını belirlemiştir. *Erkin **Koray*' ın Amerikalı bir asker sayesinde *ilk*elektro gitara sahip olması görüşleri arası ihtilaf olsa da "bir rock müzisyeni" olarak elektrikli gitara sahip *ilk* Türkiye Cumhuriyeti müzisyeni olduğunu söyleyebiliriz.
Mühendislik okumayı düşünen *Koray*, müzikle uğraşmaktan daha çok hoşlanıyor ve git gide okuyacağı okulla ilgili düşünceleri değişiyordu. Büyük bir ihtimalle bu yüzden ailesi ile girdiği tartışma sonucu on yedi yaşında evi terk etti. Birkaç konser daha veren *Koray*, 1958 senesinde yoğun iş teklifi almaya başladı.
*İlk* düzenli programına Moda Rainbow Otelinde çıkmaya başladı. Kısa süre sonra Cadde Bostan Gazinosuna transfer oldu. 1959 yılında 18 yaşındaki * Koray*, klüplerden aldığı cazip teklifleri daha iyi değerlendirmek amacı ile *"Erkin Koray Ve Ritimcileri" *adındaki *ilk* grubunu kurdu.*1962* yılında İstanbul, İzmir ve Ankara klüp çevrelerinde popüler bir hale gelmişti ve * 1962*'nin sonlarına doğru *ilk* plağı *"Bir Eylül Akşamı"* adı altında piyasaya çıktı. O dönemde kentli dinleyicinin hiç hoş gözle bakmadığı Türkçe sözlü şarkı formatıyla marjinal bir çalışma olarak karşımıza çıktı ve bu plak Türkiye'nin *ilk* ciddi rock plağı olarak tarihteki yerini almıştır.
1963'ün baharına doğru askere giden *Koray*, askerliğini 1965 yılının sonbaharında Hava Kuvvetleri Caz Orkestrasında gitarist olarak tamamladı. Kendi deyimiyle Avrupa ülkelerine "felsefe ziyafeti" için çıktı. *Koray*, Aralık 1965'deki dönüşünde karşılaştığı önemli bir durum ise Almanya günlerinden beri makas vurdurmamış olduğu saçlarıydı.
*Koray*, 1966 yılına gelindiğinde iki başarısız hamlede bulundu: Bunlardan biri; "Altın Mikrofon" yarışmasıydı, bir diğeri ise; *"Balla Balla"* adında çıkardığı ikinci plağı oldu. Tekrar klüp çalışmalarına dönen *Koray*, Ocak 1967'de *"Erkin Koray Dörtlüsü"* adındaki yeni grubunu kurdu. İstanbul Plak tarafından fark edilen *Koray* 1967 yılında çok tutulan 45'liği "Kızları da Alın Askere" yi çıkarttı. Bu çıkışı 1967'de piyasaya sürdüğü "Anma Arkadaş" 45'liği ile devam ettirdi. 1968 yılında artık ülke çapında tanınan biri olmuştur.
1968'de tekrar Altın Mikrofon yarışmasına katıldı. *"Çiçek Dağı"* adlı türküyü düzenleyen "*Koray* dörtlüsü" bu yarışmada dördüncü oldu. Bir süre sonra bu grubu dağıtan *Koray* 1969'un yazında, *"YER ALTI DÖRTLÜSÜ" *adı altında yeni bir grup kurdu ve 1969 yılında bu grubuyla *ilk* plağını* "Aşka Dönüyorum" *adıyla çıkarttı. 1970 yılına yaklaştığında grup ikinci plağını "Yine Yalnızım" gibi aranjman mantığıyla yaptı. Bir sonraki 45'liği ise "Nihansın Dideden" ile artık kimliğini oturtturmuştu. Bu yıllarda kısa zamanda sesini duyuran Orhan Gencebay ile tanıştı. Sen¤¤¤leme girişimini benimseyen "Senden Ayrı" adlı 45'liğini, daha sonrada "Kıskanırım" adlı 45'liğini çıkarttı. Bu plakta, en çok ilgiyi plağın arka yüzündeki "ilahi Morluk" adlı parça gördü. *Koray* 1971'in Mayıs ayında dönemin ünlü müzik muhabir Arda Uskan ile Fransa'ya gitti.
Fransa'dan dönen *Koray*, *"Erkin Koray Süper Group" *adında yeni bir grup kurduğunu ilan etti. 1971'in Aralık ayında bu grup *ilk* plağını "Yağmur" olarak piyasaya sürdü. *Koray*, bu plakla arabesk tavrını sürdürüyordu. Arka yüzdeki *"aşka inanmıyorum"* parçası bir hayli ilgi görmüştür ve bu albüm 1972 yılının en çok satan 45'liklerinden biri olmuştur. 1972 yılının Şubat ayında ise "Sen Yoksun Diye" adlı ikinci 45'liği çıkartmıştır. Plağın arka yüzünde dönemin en çok sevilen parçası *"Goca Dünya"* yer alıyordu. 1972 yılında *Erkin **Koray* Süper Group' un tarihe karıştığını açıkladı. Aynı müzikten hoşlanan bas gitaristçisi Özkan Uğur'u alarak *"TER"* adında yeni bir grup kurdu. Bir Orhan Gencebay bestesi olan *"Hor Görme Garibi"* ile grup 45'liğini dinleyicilere sundu, plağın arka yüzünde* "Züleyha" *adında nefis bir sen¤¤¤ parça kaydetmişlerdi.
TER topluluğu 1973'ün sonlarında sessizce dağıldı. Para sıkıntısı çeken *Erkin **Koray* Mayıs 1973'de "Mesafeler" adlı plağını çıkartmıştır ve bu plaktan üç ay sonra *"STOP! ERKİN KORAY"* adlı yeni grubunu kurmuştur.
1974 yılında çocukluk arkadaşı olan Müge ile evlenen *Koray*, *ilk* kez kendi başına çıkıyor ve istediklerini rahatça ortaya çıkartmak istiyordu. 1974'ün Mart ayında çıkarttığı "Şaşkın" 45'liği ile büyük bir yankı uyandırmıştır. Bu plak *Erkin*'in ikinci büyük çıkışı olmuştur. Elektro sazında mucidinin *Erkin **Koray* olduğuna dair yaygın bir kanaat var. 1974'de yapmak istediği bir çalışma ile çıkışı devam etti. *"Elektronik Türküler","Karlı Dağlar","Sır","Hele Yar".* Kısa bir kayıt molasında yaptıkları ilginç *"Korkulu Rüya*"nın ardından *"Fesupanallah*" ve "*Yalnızlar Rıhtımı*" plağın *ilk* yüzünü oluşturuyordu. Plağın arka yüzünde ise Ürgüplü Refik Başaran'ın ünlü türküsü "Cemalim" yer alıyordu.
1975 senesinde arabesk tarzında çalışmaya yönelen *Koray*, *"Estarabim*" 45'liğiyle devam etti. 1975 hitleri arasına girdi. Avrupa seyahatine devam eden *Koray* 1976 yılının Mayıs ayında "Arap Saçı" adında bir 45'lik daha çıkarttı.
1976 Temmuzunda *Koray*, "*The Great Error*" adı altında bir grup kurdu. Kervan plakla mukavele imzalayan grup *ilk* 45'liğini Ekim 1976'da "Cümbür Cemaat" adıyla çıkardı. Avrupa turnesine giden grup tutunamadı. *Koray*, Haziran 1977'de *"Erkin Koray Tutkusu" *adı altında bir 45'lik daha çıkardı. Eski dostlarının yardımıyla çıkan bu albümde iki güzel parça, enerjisi ve gitar sololarıyla dikkat çekiyordu. İlki *"Allah Aşkına",* ikincisiise *"Varsın Ekmeğimde, Varsın Suyumda, Yalnız Sen Varsın Hasta Ruhumda".* Politik çatışmaların had safhaya ulaşması, can güvenliğinin tehlikede olması nedeni ve ailevi sebeplerden 1977'de eşinden boşandı ve Almanya'ya gitti. 12 Eylül darbesini yurt dışında öğrenen *Koray*, 1981'in sonlarına doğru ül***e geri döndü. Temmuz 1982'de *"Benden Sana"* adlı albümünü çıkarttı. Bu albümünün tutulmamasıyla maddi sıkıntıya düşen *Koray*, Kanada'ya gitti. 1983'ün yazında tekrar ül***e dönen *Koray*, yeni kaset çalışmalarına başladı. Kayıtları iyi bir stüdyoda yapmak için Almanya'ya giden *Koray*, orada beyin kanaması geçirmiştir. Köln'de tedavisi sürerken 1983 Aralığında yeni *albümü * "illa ki" piyasaya çıkmıştır. Bu albümde dikkat çeken; *"Deli Kadın","Tek Başına"* gibi iki güzel parça vardı. 1984'de *Koray*, artık TRT ekranlarında görülmeye başladı. 1985'in sonbaharında *"Ceylan"* *albümü* ve*albümü*ayakta tutan *"Çöpçüler"* şarkısı vardı. Bu albümün tutulmasına rağmen korsan kasetçilerden dolayı para sıkıntısı çeken *Koray* H. C. Restaurant adında bir pizzacıda çalışmaya başladı. 1986 yılının sonbaharında "Gaddar"ı piyasaya sürdü. 1990'lara yaklaşırken gençliğin belirli bir kısmı rock dinlemeye başlıyordu. 1989 yazında *Koray*, en enerjik çalışmalarından biri olan *"Hay Yam Yam*" adlı albümünü çıkarttı. Bu albümünde *"Hayat Katarı*"da *"Hay Yam Yam"* kadar ilgi görmüştür. 1990 yılında "Müzik beni bırakmadıkça, benim müziği bırakmam söz konusu olamaz" diyen *Koray*, bu yılda manası üzerinde *"Tamam Artık*" adlı albümünü piyasaya sürdü. Bu albümde eski parçaları da bulunuyordu."Öyle Bir Geçer" ve yeni parçası "Hare Krisha" doğu felsefesinin derin etkisi altında kaldığını gösteriyordu. 1991 senesinde Gülhane Parkında verdiği ateşli konserle, genç dinleyicilerini büyülemişti. Bu konser *"Tek Başına Konser"* adıyla albüm halinde piyasaya sürüldü. Bu arada 1980'lerin ortalarında söylenmeye başlanan *"Rockın Babası Erkin Koray", "Erkin Baba*" gibi tanımlamalar git gide çoğalıyordu. Bundan sonra dinlenmeye çekilen *Koray*, Haziran 1996'da tekrar döndü. *"Gün Ola Harman Ola"* adıyla bir albüm çıkardı, bu *albümü* kaset ve CD formatında piyasaya sürüldü. *"Akrebin Gözleri","Öfke","Mezarlık Gülleri"* gibi sert rock parçalarının yanı sıra "*Melek misin?", "Mermer gibi*" hoş ve duygusal parçaları toplamıştı. Bu güzel albümün ardından 1998 yılında *"Devlerin Nefesi"* adlı albümünü çıkarttı. Bu *albümü* çıkartmayı düşünmeyen *Koray*'ın son *albümü* (şimdilik) olmuş oldu.
60 yıllık bir dev. Türkiye rock'ının tartışılmaz ismi *Erkin **Koray*, hala bar programlarına ve zaman zamanda konserlerine devam etmektedir.
01-05-2008, 22:11
sarıkanarya_41
Fatih Kısaparmak
1961 yılında Elazığ’da doğdu. Annesi Yıldız Hanım, ülkemizin birçok il ve ilçesinde binlerce aydın insan yetiştirmiş, emekli bir ilkokul öğretmeni; babası Necip Bey ise, sırasıyla ortaokul ve öğretmen okulu müdürü, il milli eğitim müdürü, ortaöğretim genel müdürü ve bakanlık teftiş kurulu başkanı olarak hizmetler vermiş; basılı beş eseri de bulunan bir bürokrattır.
Fatih Kısaparmak, 1991 yılında, şiir kitabı ve albümleriyle yüksek tirajlara imza atmasının yanısıra; TRT, Kanal 6 ve Kanal 7 televizyonlarının ana haber spikerliği görevini de başarıyla yürüten, ekonomist Şebnem Ergür’le evlendi. Bu evlilikten, Ozan ve Kaan adlı iki erkek çocukları dünya’ya geldi.
Fatih Kısaparmak, temel eğitim döneminden itibaren, Ankara Devlet Konservatuvarı ve TRT Ankara Radyosu’nda müzik; Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde ise resim çalışmalarında bulundu. Ankara Deneme Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarında, Tasvir Gazetesi adına TBMM foto muhabirliği yaptı. Üniversite döneminde ise, başta Varlık olmak üzere çeşitli edebiyat-sanat dergilerinde şiirleri, röportajları ve araştırmaları yayımlandı. Yukarı Fırat Havzası’ndaki inceleme ve derlemelerini topladığı “Dil Folkloru Açısından Harput Ağzı” isimli bilimsel çalışma, basılı ilk eseridir.
Ayrıca, “Ve Ağır Sevdam” adını taşıyan bir şiir kitabı da bulunmaktadır. 1985 yılında besteci, söz yazarı ve yorumcu olarak profesyonel sanat yaşamına atıldı. İlk çalışması olan “Kilim” ile milyonluk bir satış grafiğine ve büyük kitlelere ulaştı.
Bu başarısını daha sonra ürettiği 15 müzik albümüyle de sürdüren Kısaparmak, 200’den fazla besteye imza attı. “Çağdaş Ozan”, “Bay Kilim" ve "Türkü Baba" olarak da tanınan sanatçı, inançla tekrarladığı "Çağdaş Halk Müziği" kavramını, yıllarca süren mücadelesi sonunda yaygın bir ekol haline getirmesinin yanısıra, “Özgün Müzik” akımının kurucuları arasında da yer aldı.
TRT Türk Halk Müziği Repertuvarı bakımından "türkü formunda beste" çığırının açılmasını sağlamak suretiyle, geleneksel Anadolu müzik kültürünün genç kuşaklara aktarılmasında önemli bir işlev ve görev üstlendi. Kısaparmak, sırasıyla “Grup Kilim”, “Grup Mozaik” ve “Grup Avrasya” adlı üç ayrı konser orkestrası kurdu. Erzincan ve Gölcük depremzedeleri ile Zonguldak grizu faciasında hayatını kaybedenlerin yanısıra Darülaceze, Unicef vb. kurumlar yararına “Toplumsal Dayanışma Konserleri” düzenledi.
Türkiye’nin yanısıra ABD, Almanya, Avusturya, Fransa, Hollanda, Belçika, KKTC, Bosna, Venezuela, Kazakistan ve Özbekistan’da, büyük izdihamların yaşandığı çok sayıda resital ve konser verdi.
Malatyaspor ve Elazığspor’da, toplam 3 dönem yönetim kurulu üyeliği görevinde bulunan Fatih Kısaparmak, İstanbul-Elazığ Kültür Vakfı’ndaki kurucu üyeliğinin yanısıra, Elazığlılar Dayanışma Derneği’nde de yönetici ve genel sekreter olarak çalıştı.
Ülkemizin önde gelen kurum ve kuruluşlarınca 70’e yakın ödüle layık görülen sanatçı, 2000 yılında ise, halk müziğimize ve folklorumuza katkılarından dolayı, Fırat Üniversitesi Senatosu tarafından “Fahri Doktora” unvanıyla onurlandırıldı...
01-05-2008, 22:12
sarıkanarya_41
İzel
Pop Müzik Doğum Yeri : Yalova Doğum Tarihi : 1969 Kariyeri : İ.T.Ü. Devlet Müzik Konservatuarı´ndan mezun oldu, kemençe dalında eğitim aldı. Okul ve cemiyet korolarında yer aldı. Ülkemizi 1991 senesinde, İtalya´da düzenlenen Eurovision Şarkı Yarışması´nda temsil etti. Aynı yıl Ercan Saatçi ve Çelik´le kurduğu 'İzel Çelik Ercan' adlı toplulukla 'Özledim' isimli albümü çıkararak müzik dünyasına profesyonel olarak ilk adımını attı. Daha sonra grup, ikili olarak 'İzel - Ercan' adıyla çıkardıkları 'İşte Yeniden'le yoluna devam etti. İzel, 1993 senesinde Kuşadası Altın Güvercin Müzik Yarışması´nda da birincilik ödülünün sahibi oldu. Müzik yaşamına solo çalışmalarla devam etme kararı alan İzel, 1995 yılında ilk albümünü çıkardı. 'Adak' adını taşıyan albüm, kendisine ´Yılın Bayan Sanatçısı´ ünvanını getirdi. Prodüksüyonu Aykut Gürel ile Ercan Saatçi işbirliğiyle ortaya çıktı.Albümün açılış parçası 'Hasretim' dönemin en çok dinlenen hitleri arasında yer aldı. Albümün perde arkasında ise Bendeniz, Eda-Metin Özülkü, Kenan Doğulu, Seden Gürel ve Yıldız Tilbe gibi isimler yer aldı. 'Ah Yandım' ve 'Yakışıklım' dönemin diğer hitleriydi. Bu albümle beraber Türkiye çapında solo konserler vermeye başladı İzel. İki yıllık sessizliğin ardından, 1997 yılında Mustafa Sandal´ın müzik direktörlüğünü yaptığı 'Emanet' isimli albümüyle ikinci baharını yaşadı. Çalışmayla aynı ismi taşıyan parça, hem ilginç görütülerle bezeli klibi hem de melankolik yapısıyla müzikseverlerin gözdesi oldu. Üç albümü içinde slow parçaların ağırlığıyla dikkati çeken 'Emanet', söz ve müziği Çelik´e ait 'Kızımız Olacaktı' ve 'Eyvallah'la beğeni kazandı. İzel, yeni albümü 'Bir Küçük Aşk'la hem görüntüsünü hem de müziğini değiştirdi.İzel´in hobileri arasında kitap okumak ve sinemaya gitmek başta geliyor. Özellikle felsefe kitaplarına meraklı.
01-05-2008, 22:13
sarıkanarya_41
Kazım Koyuncu
HAKKINDA YAZILANLAR
Tulum ve gözyaşlarıyla Muhammet Kaçar, Hürriyet 28.06.2005
İstanbul’da kanser tedavisi gördüğü Amerikan Hastanesi’nde yaşamını yitiren etnik rock’ın ve Karadeniz müziğinin önemli temsilcilerinden Kazım Koyuncu son yolculuğuna uğurlandı.
İstanbul’da kanser tedavisi gördüğü Amerikan Hastanesi’nde yaşamını yitiren etnik rock’ın ve Karadeniz müziğinin önemli temsilcilerinden Kazım Koyuncu, memleketi Artvin’in Hopa İlçesi’nde, binlerce kişinin katılımıyla, gözyaşları ve çok sevdiği ‘tulum’ çalınarak son yolculuğuna uğurlandı. Sanatçı arkadaşları Volkan Konak, Gökhan Birben, radyo programcısı Nihat Sırdar, Almanya’dan Selma Kociva ve Grup Yorum elemanları da gözyaşlarını tutamadı. Törene Trabzon Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu, Trabzonspor Başkanı Atay Aktuğ ve Hopa Belediye Başkanı Yılmaz Topaloğlu da katıldı. Koyuncu’nun cenazesi, önce ilçe merkezinde Sugörün Mahallesi’ndeki evine götürüldü. Koyuncu daha sonra, sevenlerinin omuzunda, 1 saat süren yolu yürüyen yaklaşık 1000 kişilik grup tarafından tören alanına getirildi. Yoldan insanların da katılımı ile çoğalan grubun önünde sanatçı Birol Topaloğlu tulum çalarak yürüdü. Tabutunun başında babası Cavit Koyuncu, nişanlısı Gönül Bozoğlu ve annesi Hüsniye Koyuncu yer aldı. Merkez Camii’nde kılınan namazdan sonra Koyuncu’nun cenazesi Hopa’nın Yeşilköy Köyü’ne götürülerek toprağa verildi. Koyuncu’nun mezarına bir konserde çekilen fotoğrafı konuldu.
01-05-2008, 22:14
sarıkanarya_41
Mahzuni Şerif
1940’lı yılların başında doğmuştur. Oniki yaşından bu yana halk ozanlığı geleneğini devam ettirmektedir. Toplumsal sorunları sorgulayan, toplumsal hemen her konuyu eserlerinde dile getiren günümüz halk ozanlarındandır.
Sora Sora
Divane ettin aklımı Taştan taşa vura vura Aradım can yoldaşımı Baştan başa sora sora
Kimi yanar kimi söner Kimi iner kimi biner Saraylar virana döner Baştan başa dura dura
Gir Mahzuni dost bağına Kar yamış dostluk dağına Gençliğim ömrüm çağına Baştan başa yara yara
* Şu Dünyanın Aleni
Kolay değil şu dünyanın aleni Kuru lafla sürülmez ki süreyim Tutupta nefsime idam kararı Vicdan vardır verilmez ki vereyim
İçime akıyor gözümün yaşı Ne kadar zor olur ahbalan taşı Erciyes Dağı’nda uçan bir kuşu Kör gözünen görülmezki göreyim
Kalkmadı dizimin gayrı dermanı Ekin ektim yapamadım harmanı Suçum yokken beyler vermiş fermanı Dost Mahzuni verilmez ki vereyim
01-05-2008, 22:15
sarıkanarya_41
Muharrem Ertaş
1913 yılında Yağmurlubüyükoba Köyü'nde doğdu. Annesi Ayşe Hanım, babası zurnacı Kara Ahmet'tir. Anadolu'nun bir çok yerinde profesyonel müzisyen olarak karşımıza çıkan Abdal Aşiretlerinin Orta Anadolu'daki en büyük koluna bağlı olan Muharrem Ertaş'ın ataları Ala Kilise'lidir. Abdalların göçer bir aşiret olmalarından ötürü daha sonraları Kırşehir havalisine yerleşmişlerdir.
Ertaş'ın ilk ustaları dayısı Bulduk Usta ve Yusuf Ustadır. Küçük yaşlardan itibaren eline aldığı sazı ile köy köy dolaşır Muharrem Ertaş. Bazen sünnetçilerle, "düğün çalmaya" gider; bazen köy odasındaki muhabbetlere katılır sazıyla ve sesiyle...Her ne kadar "bozlak ustası" diye ün yaptıysa da, Orta Anadolu'nun yöresel melodilerini de repertuarında bulundurur. Özellikle çalıp söylediği halaylar şaheser niteliğindedir. Muharrem Usta'nın avazı açık havaların ve meydanların sazları davul-zurna ile yarış edecek kadar gür ve yüksektir. Sazından çıkan pırıl pırıl nağmeler ve sesinin tınısı coşkulu akan bir çağlayan gibidir. Aşiretinden aldığı yeteneği kendi kişiliğinde bütünleştirerek bir deha haline gelmiştir Muharrem Usta... 1984 yılında yaşama veda ettiğinde bizlere türkülerini ve o hoş avazını bıraktı.
01-05-2008, 22:16
sarıkanarya_41
Murat Kekilli
HAKKINDA YAZILANLAR
“Ben Anadolu’yum” Haşim Sönmez Aksiyon 8 Eylül 2001 s.353
Murat Kekilli, "Bu akşam ölürüm" deyip kaybolmuştu. Onu inzivaya çekildiği Tekir yaylasında Aksiyon buldu
Murat Kekilli... "Bu akşam ölürüm..." şarkısıyla bir anda Türkiye'nin gündemine bomba gibi düştü. Kekilli'yi gündemin ortasına oturtan onun parçasının ve sesinin güzelliğinden çok, insanları etkilemesi oldu. 200 kişinin intiharını ona yüklediler. Bu tartışmalar birkaç ay sürdü. Ama Murat Kekilli, İstanbul'a ve bu gereksiz, saçma tartışmalara daha fazla dayanamadı, herşeye sünger çekip gitti. Küstü İstanbul'a, daha doğrusu insanlara. Kendi deyimiyle insanların iki yüzlülüğüne. İnzivaya çekildi. Sadece çalışmaları için İstanbul'a geldi. Bunun dışında hep kendi toprağında, doğup büyüdüğü memleketi Adana'da kalmayı yeğledi. Aslında Kekilli istese de İstanbul'da ya da insanların hayatı menfaatlaştırdığı başka bir yerde yaşayamazdı. O kendini bulacağı, yapaylıktan uzak, kendi halinde mütevazı bir insan olmayı tercih ediyor. Bu yüzdendir ki, kendisine teklif edilen milyon dolarları, dizi filmleri, reklamları elinin tersiyle itti. Herkes yapımcısından Mercedes, Jeep ya da BMW isterken o sadeliğini burada da gösterip Wolksvagen Golf marka arabayı tercih etti. Kekilli şu anda Tekir Yaylası'nda kendi çabalarıyla yaptırmış olduğu evinde yaşıyor. Zorunlu işler haricinde buradan hiç ayrılmıyor. Elinde gitarı ya evinin balkonunda ya da ormandaki çam ağaçları arasında şarkısını çalıyor, kendi sesini kendisi dinliyor. Tam istediği gibi herşey doğal. İnsanlarla ilişkileri de çok farklı, kimisinin oğlu, kimisinin ağabeyi, kimisinin de arkadaşı. Tekir'de herkese selam veriyor, 7 'den 70'e herkes onun bu tavrından ve duruşundan çok memnun. Kim olursa olsun yolda kalan herkesi arabasına alacak kadar samimi ve tevazu sahibi. Kısaca doğanın ortasında inzivada Kekilli. Murat'ın evine misafir olduk, küçücük bahçesine dikmiş olduğu çam ağaçlarını, çamların ne kadar uzun sürede büyüdüğünü, ne kadar yararlı ağaçlar olduğunu anlattı. Bir ağacı kurumuş diye günlerce üzülmüş, olayın etkisinden kurtulamamış. Ve eğer günün birinde Kekilli yaşamını tam manasıyla rayına oturtup "ferah"a erip mutlu bir yuva kurarsa doğacak çocuklarının isimlerini şimdiden hazırlamış. Kız olursa; Su, erkek olursa; Toprak. Çocuklarına ismini verecek kadar suya ve toprağa aşık bir insan. Sadece bunlar değil Kekilli'yi farklı kılan. Fikir bazında da marjinal fikirlere sahip. Felesefeyi hayatın kendisi olarak yorumluyor ve Big–Bang Teorisi'nin yanlış yorumlandığını söyleyecek kadar da derin bir bilgiye sahip. Aksiyon Dergisi olarak Murat Kekilli ile Adana'nın Tekir Yaylası'nda hem yeni kasetinde yer alan şarkılarına eşlik ettik, hem de özel bir söyleşi yaptık. Hayat felsefesinden, fırsatları bir kenara bırakıp döndüğü mütevazı yaşantısına, Arabi'den Hegel'e, ilgilendiği Big–Bang Teorisine kadar herşeyi konuştuk. İnzivada mutluyum —Bir anda zirveye çıktınız, sonra sessizliğe büründünüz, hayata mı küstünüz, yoksa ortama alışamadınız mı? Mutlulukla alakalı birşey. Ben buralarda mutluyum. Yani yaşantının kendisi. Ben İstanbul'un yaşantısını kaldıramadım. Şehrin gürültüsü değil, insanların yaşantısındaki kalite beni rahatsız etti. Genel olarak almıyorum. İstanbul'da çok küçük de olsa bir zümre var, bu zümre, müzik alemine, sanat alemine örnek teşkil ediyormuş gibi görünüyor. Ve bütün Türkiye böyle yaşıyormuş gibi gösteriliyor. Türkiye günlük–güneşlik, insanların sorunları, kaygıları yokmuş gibi gösteriliyor. Açlık yok, ekonomik sorun yok gibi. —Diğer sanatçılar bundan pek rahatsız oluyormuş gibi gözükmüyor, siz niye rahatsız oldunuz? Ben bu toplumun bir ferdiyim. Toplumun içinde olmayan bir insan ancak ben rahatsız olmuyorum diyebilir. Ben bu gidişattan rahatsız oluyorum. Ekonomik kaygıları onlar güdüyorsa benim de gütmem lazım. İnsanım, o zaman toplumun bu kaygılarını benim de hissetmem insanlık vazifemdir. —Eğer İstanbul'da kalsaydınız, belki manevi değil ama maddi olarak çok büyük kazanç sağlayacaktınız. Çok doğru. Benim kaygım yok. Ben insanların kaygılarını birebir yaşıyorum. İstanbul'da cenazen olursa kimsenin haberi olmaz. Bir evde ölürsün insanlar ancak kokudan rahatsız oldukları için senin öldüğünün farkına varırlar. Burada ilişkiler çok farklı, ekonomik sorunlar var, diğer sorunlar var, benim bile su sorunum var, burada yaşayanlar gibi. Bu sorunlarla boğuşmak, bağırıp çağırmak beni mutlu ediyor. Doğal olacak, yapaylaştığı zaman ben rahatsız oluyorum. Mekanik bir insan olup çıkıyorsunuz. Ben mutluluğu burada buldum. İstanbul'da yaşantılar ve kaygılar çok farklı. —Peki bu tavrınız nereye kadar devam edecek? Benim tavrım, ben mezara girene kadar devam edecek. Ya hep beraber cennete gireceğiz, ya da dünyayı cehenneme çevireceğiz. —Ya müzik dünyası sizin bu tavırlarınızdan dolayı sizi sınırlarının dışına atarsa. Kendi seçenekleri. Ben terkedilmişlikle karşı karşıya kalacağım diye yaşantımdan taviz veremem. Bu benim yaşantım. Benim ışıklarım var —Doğru yerde doğru insanlarla karşılaşırsam çok büyük porjelere imza atabilirim demişsiniz. Karşınıza hiç mi doğru insan çıkmadı? Böyle bir söylemim var. Ama bu herkes için geçerli. Veriler hazır, önemli olan doğru insanların karşınıza çıkması. Ama orada doğru insanlar yok diye birşey yok. Musa Eroğlu, Cem Karaca, Moğollar, Fikret Kızılok, rehmetli Barış Manço bunlar hep benim için doğru insanlar. 68 kuşağı bana doğru geliyor, çünkü; idealleri var(dı). Bunlar benim takip ettiğim ışıklarım. —Işıklarınızdan Cem Karaca, bir taraftan Nazım Hikmet'i ağzından düşürmezken, Necip Fazıl'ı da göğe çıkarıyor. Hayat bir çelişkidir. Bu, doğru bir çelişkidir. En güzel insan birisinin inancına saygı gösteren insandır. Bir insan bir başkası onun fikrini taşımıyor diye çok rahat düşman olabiliyor. İnanılmaz bir ego tatmini var burada. Karşındakini dinlemeden, kendisinin haklı olduğu net yargısı kadar kötü birşey yoktur. Bütün fikirlere saygılı olmak gerekiyor. Basından çok korkuyorum —Medyadan niye bu kadar uzaklaşıyorsunuz? Medya niye benden uzaklaşıyor sence?. —Bilemiyorum. Belki Anadolu'yu ön plana çıkardığınız içindir. Doğru, Anadolu benim içimde. Onlar için demek ki Anadolu yanlışmış. Onların yaşantısı İstanbul içindir. Onlara mutluluklar diliyorum. Dolar 2 milyon olsa göbek atacaklar, ben bunun için geldim. Burada doların fırlama ihtimali yok. Birisinin cebinde dolar çıksa yüzüne tükürürler. Kaygıları farklı. Taban benzese de temel tamamen farklı. —Anlaşılan medyadan çok korkuyorsunuz. Basın doğru işler yapsın. Madem bu ülkede birinci güçler, o zaman doğru işlerle uğraşsınlar. Ben nasıl korkmayayım. İsteseler bir gecede herşeyi değiştirirler. Niye olumsuzluklarla uğraşmıyorlar. İşlerine geleni yapıyorlar. Canavarlar. Ben korkarım. Hiçbir güvenim yok. Ailemle televizyon izleyemez oldum.. Bir iki gazete ancak okuyabiliyorum. —Size birisi çıkıp köyün delisi derse ne dersiniz? Doğrudur. Ben bir deliyim. Bu köyün delisiyim. Allah herkesi deli etsin o zaman. Delilikle akıllılığa çokluğa göre karar veriliyor. Hoşuma da gidiyor deli demeleri. Ben delilikten gocunmuyorum. Tarihteki birçok delinin aslında deha olduğu daha sonra anlaşılmıştır. İnsanlar çekip geldim diye bana deli diyorlar. Dizi çekecek, reklamlara çıkacakken, işi kıvıracakken yapmadı, çekip gitti diyorlar. —Bana Murat ile Murat Kekilli arasındaki farkı anlatabilir misiniz? Daha önceki Murat Kekilli de kahve köşesine oturup, o*** oyunuyordu, şimdiki de. Şu anda bir değişiklik yok. Aslında kahve kültürü bana ters ama zaman yettiği kadarıyla takılıyorum. Sadece isimde bir uzama oldu. Yaşantımda çok büyük bir farklılık yok. Yaşantımdan taviz verecek değilim. —Duruş, konum ve tavırlarınız bakımından ideolojiyi bir tarafa bırakırsak sizi Yılmaz Güney'e benzetiyorlar. Yılmaz Güney'i çok iyi bilirim. Benim sevgililerimden biri. Benim ışıklarımdan biridir de. Benim güttüğüm kaygıları o yıllar önce gütmüştü. Aynı düşünceleri paylaşıyoruz. Tabii ideolojisini bir kenara bırakarak. Haftada 50 bin dolar teklif ettiler —Yılmaz Güney'deki bakışın sizde olduğunu fark edenler size dizi teklifinde bile bulunmuş. Film benim hakım değil. İhanete en büyük gerekçe. Sendeki bakış Yılmaz Güney'den sonra gelen en etkili bakış dediler. Bana haftada 50 bin dolar teklif ettiler. İstediğin mankenle oynacaksın, senaryo hazır, sen evet de tamam. Kabul etmedim. Ben sadece müzik yapmak istiyorum dedim onu da kursağımda bıraktınız dedim. Yaptığımız bu işten bir ekmek yiyip branşlaşabilirsek mutlu olurum. Teklifleri geri çevirdiğim için pişman değilim, olmayacağım da. —Piyasaya çıkan herkes ben sanatçıyım deyip, herşeye soyunuyor, siz bunlardan daha iyisiniz, neden bu teklifleri geri çevirdiniz? Biz ilk defa piyasaya çıkacağımız zaman, önüne gelen sanatçıyız diyor eleştirisini kendimize yönelttik ve cevabını kendi kendimize verdik. Çok korktuk, bunlar da kimmiş demelerinden. Sadece müzik yaptığımıza inanıyoruz. Sanatçı değiliz. Gerçek bir sanatçı olmayı isterim. Herkes sanatçı olamaz. Bu yakıştırma insanlar tarafından olur. Kültürü, birikimi, zaman dilimini aşmak lazım. Benliğinle karşı karşıya geldiğin zaman ben diyebilmelisin. Ben diyen şeytanın cennetten kovulmasına benzemesin. Yani benliğini aşmalısın. İnsanlar beni çok sevdi. Doğal ve yalın olduğum için. Bu insanları hayal kırıklığına uğratıp, piyasadakiler gibi olmam. Bu yüzden şimdi sadece müzik yapacağım. —Değişik yararlı etkinliklerde varsınız, TEMA, kimsesiz çocuklar yararına, belki yarın insanlık için önemli olan başka etkinliklerde bulunacaksınız, sizin gibi başkaları da var bu etkinliklerde ama başka türlü, yani ekmek köfte misali. Adana'da poliklinik yaptıracaklar, kaç para alırsın dediler. Sadece elemanlarıma verin yeter dedim. Sözleşmeye imza attım. Bizim yanımızda birkaç sanatçı daha vardı, onlar paralarını aldılar. Benim ismim verilecekti polikliniğe. Verilip verilmediğini bilmiyorum, dönüp bakmadım bile. Hayır işinde her zaman varım. İntiharlar polis kayıtlarında doğrulandı —Çok hümanist tavırlar ve görüşler sergiliyorsunuz, ama 35 kişinin intiharı ile suçlandınız. Burada bir çelişki yok mu? 35 değil 200 kişinin intiharı sözkonusu. Bu polis kayıtlarında doğrulandı. Bunu ilk defa söylüyorum. Olaylar doğru, intihar teşebbüsü, intiharlar, hepsi doğru. Nedenle araç arasında çok fark var. —Siz intiharlarda araç mı oldunuz? Araç değilim. Bir yaprağı bile incitmekten korkarım. Bunun hesabını bir şekilde verirsin.. Hem bu dünyada, hem öbür dünyada. Çıplak ayakla toprağa basarken aman toprağı incitmeyeyim diye korkuyorum. Hele ilkbaharda doğuma gebe olduğunu düşünerek toprağı incitecekmiş gibi basarım. Vakaları polis arkadaşlar doğruladılar. Gel de dehşete düşme. Bu ülkenin "Makber" gibi bir şarkısı var. "Bu akşam ölürüm" şarkısı yazılmış daha sonra sevgilisi karşılık vermeyince şarkıyı yazan intihar etmiş diye uydurmalar ortalığa yayıldı. Bu yüzden dinleyenler intihar ediyormuş. —Anadolu benim diyorsunuz, Anadolu nerenizde? Dağa, ağaca değil, ruha hitab etmek lazım. Bazı şeyler anlatılmaz. Sevgi anlatılmaz, aşk anlatılmaz. Seni seviyorum diyor, böyle sevgi olmaz. Onu söylerken onun kabarcıkları başka olur. —Sevgi nedir o zaman? Sevgi tarif edilmez aslında. Bazen bir bakıştır, bazen bir dokunuştur, eksiltmektir, çoğaltmaktır, bir yerden alıp bir yere koymaktır. Tam karşılığı herşeydir. Ben ağıtçı olabilirim —Müziğinizde Anadolu'nun etkisi nedir? Anadolu demek toprak demek. Ve o toprağın özü demek. İstanbul da bu coğrafyada ama Anadolu deyince İstanbul aklıma gelmez. Dağlar, ovalardır ve üzerindeki duygulardır Anadolu. Müziğimin kaynağı da budur. —Müziğinizi nasıl tarif ediyorsunuz? Benim bir tarzım yok. Ben sadece müzik yapıyorum. Yeri geldiğinde halk müziği yapıyorum, yeri geldiğinde aşk var, yeri geldiğinde sertleşiyoruz, benimle uğraş diyor. Yeri geldiğinde arabeskleş öl benim için diyor. Ruh nereye itiyorsa o şekilde müzik yapıyoruz. İnsanlar "ağıtçı" diyor. Çukurova'da ağıt çok yaygındır. Bundan etkilenip söylüyorlar. Ağıt ama tam ağıt değil. Benim kesin bir tarzım yok. —Anadolu Rock diye birşey var... Benimle bir ilgisi yok. Anadolu Rock'un babaları var. Moğollar, Haluk, Teoman, Kıraç gibiler bu işi çok iyi yapıyorlar. —Müziklerinde belirgin bir isyan yok... Belirgin olmasa da var. Ama sorunlarla her zaman boğuşuyorum. 21. yüzyıl insanlığın en büyük aybı. İnsanlar dünyanın hemen hemen her yerinde açlıkla boğuşuyor. Kapitalizm olduğu sürece bu hep böyle devam edecek. Açlık kadar kötü birşey yok. Bazıları bu kanla besleniyor. Sistemlerin tamamı bozuk. Ben bu dağların çocuğuyum, karşı koyarım. —Yörük müsün? Evet ben bu dağların yörüğüyüm. —Bu dağlarda Karakeçili yörükleri var. Çok doğru ben Karakeçili yörüğüyüm. Çocukluğum çadırlarda geçti. Kamyonlara doluşup yaylalara gider, orada yazı yaşardık. Çadırlarda yaşayıp doğayı tamamen içimizde hissederdik. Hamallık yaptım. Hem çalıştım, hem okulla gittim. —Elazığ'la bir bağlantınız var mı? Çok yaklaştınız, bunu hiçkimse bilmez. İlk defa söylüyorum. Benim babam Çukurovalı, Ceyhanlı, annem ise Malatyalıdır. —Felsefeye ilginiz olduğunu biliyoruz, nereden kaynaklanıyor bu ilgi? Felsefe insanın yaşantısı, birikimi, hayata bakışıdır. Muhyiddin Arabi'yi severim, Feridüddin Attar. Nasıl insan olabilirimin çıkarımları var. Eğer insan insan olmazsa dünya bugünkü halini alır. Demek ki; felsefeden yoksun bir dünya var, ya da sayıları çok az. Yani kendi felsefesini oluşturmuş olanların sayısı yeterli değil. Bugünkü halden hiç kimse memnun değil. Yöneticiler bile memnun değil. Özeleştiri vakti çoktan geçti. İngiltere batacak, Arjantin gitti, Almanya tökezliyor. Tarih kölelerin efendilerine başkaldırmalarıyla doludur. Bir gün mazaallah bir başkaldırırsa ortada hiçbirşey kalmaz. Doğrusunu istersen o günü merakla bekliyorum. Kölelerin başkaldırışını. —Siz köle misiniz? Evet ben bir köleyim. Siz sakın özgür olduğunuzu düşünmeyin. Hiçbirimiz özgür değiliz. Eğer bir insan bana biz üniversitenin kapısından içeriye giremiyoruz diyorsa, kazanmış olduğu hakkı elinden alınıyorsa, özgürlükten konuşmak yanlış olur. Birçok şey karıştı. İyi insanla kötü insan karıştı. Evet ben efendilere karşı mücadele veren, verecek bir köleyim, hamalım. Keşke kıyamet kopsa —Hamallıktan insanları derin düşüncelere götürecek kadar bir felsefi boyuta nasıl vardınız? Felsefe bir gecede oluşmadı. Topyekün bir birikimdir. Yaşadığım mahalle şimdi teksas. İnsanlar bir ekmeğin peşindeler. Eğer burası düzelirse, tüm dünyanın düzeleceğine inanıyorum. Oranın düzelebileceği hiç aklıma gelmiyor. Umutsuzluk ile umut arasında bir çizgideyim. —Çok karamsarsınız. Karamsar değilim. Aradayım. İnşaallah düzelir diyor insanlar. Neye göre diyor bilemiyorum. Bir gün tam düzelecek diyorum, ertesi gün geliyor kesin düzelmez diye bir düşenceye dalıyorum. Bu benim kişisel bir özelliğimden kaynaklanmıyor. Hal durumundan kaynaklanıyor. Hem içten hem dıştan ül***e çomak sokuyorlar. Tahtakale diye uyduruk bir yer var. İki beyefendi oturmuş bugün ne yapalımı tartışıyor, bugün doları yükseltelim, ertesi gün geliyor, hadi garibanları sevindirelim diye dolar düşsün diyorlar. Televizyonu açıyorum gülüyorum, gülmemek için açmıyorum, ağlanacak halimize gülecek değilim. Hiçbir kavim hep beraber kıyameti bu kadar istememişti. Kıyamet kopsun, bir an önce gelsin de kurtulalım diye. —Hegel–Arabi arasında bir bağ kuruyorsunuz... Üniversiteden bir dekan abimiz bana sordu "Biz daha bunun araştırması içindeyiz, bundan emin değiliz, sen nereden bu kanıya vardın" dedi. Hocam dedim Arabi'nin 70 deve yükü kitabı vardır, hepsi kayıp sadece bir deve yükü kitabı bulundu dedim. Bunlar o dönemde Doğu felsefesinin etkilenmesinden, ellerinde kitapların olmasından dolayıdır. Zaten Batılı düşünürler ve bilim adamları Doğudan çok etkilenmişlerdir. İlk önce dinsel felsefeler. Bunlar mistik Doğu kökenli. Hegel okunduğunda Arabi'den etkilendiği ortadadır. Bir tek farkı zaman. Mutlak bir etkileşim var. —Big–Bang Teorisine inanıyorsunuz. Herşey nokta ucu kadar bir iğneydi. Bir boşluk içindeydi. O patladı. Bu toz bulutu halinde sürekli dönüp, soğuyup kütle olup gezegenler, yıldızlar oluştu. Biz hatayı büyük patlamada yapıyoruz. Herşey bir boşlukta oldu. Bu yanlış, zaman ve o boşluk da o noktanın içindeydi. Patlar patlamaz boşluk içinde oluştu. Biz hatayı burada yapıyoruz. Zamanın etkileşimi olabilmesi için bir güce, bir enerjiye ihtiyacı vardır. Bu noktayı plak duvarına kadar getirebiliyorlar. Tahminleri de plak duvarına kadar. Bunların hepsi teori. Ama önemli olan bütün bunları hareketlendirecek güç. —Bütün bunlar sizi yaratıcıya daha da mı yaklaştırıyor ki, Allah'la dertleşiyorum diyorsunuz? Herşey aşkla. Kendimi yanlız hissediyorum. Bu yüzden Allahımla dertleşiyorum. Seviyorum demekle olmaz. Aşığım deyip bir ağaca dokunmak değildir, eğer gerçekten seviyorsan dokunursun. Ben bir nevi lisan—ı halimle dua ediyorum. Böyle şeyleri tam olarak anlatamazsınız. Tepkiler, hareketler aslında bunun kısmen dışa vurumu oluyor. Metafizik çok ayrı bir alem. Ama burada taşları çok iyi oturtmak gerekir. Yoksa yaratıcıya isyan başlar. —Son olarak şunu sormak istiyorum, yeni kaset ne zaman çıkıyor ve yine insanları etkileyecek parçalar var mı? İki yıldır hazırlanıyoruz. 20 parça var, sadece 10 tanesini kasete aldık. Ekibimle çok iyi çalıştık. Ekim başında kaset çıkacak. "Padişahın kızı", "Seni çılgın" 10 parçadan sadece ikisi.:45:
01-05-2008, 22:17
sarıkanarya_41
Yonca Evcimik
Pop Müzik Doğum Yeri : İstanbul Kariyeri : Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Yüksek Bale Bölümü´nden mezun oldu. 1978-1990 yılları arasında müzikallerde profesyonel dansçı ve şarkıcı olarak çalıştı. Aynı tarihlerde birçok tiyatroda oyunculuk yaptı. 1979´da Şan Tiyatrosu´na girdi. 1984´e kadar burada birçok oyun ve müzikallerde yer aldı. Yedi Kocalı Hürmüz, Hisseli Harikalar Kumpanyası, Şen Sazın Bülbülleri, Nükhet Duru ve On Yıl Geçti, Ajda Pekkan Süperstar, Hababam Sınıfı ve Carmen rol aldığı çalışmalardır. Bu dönemde ayrıca Hababam Sınıfı Güle Güle ve Kızlar Sınıfı adlı filmlerde de oynadı. 1985-1988 yılları arasında, Devekuşu Kabare Tiyatrosu´nda Yasaklar, Aşkolsun, Geceler, Reklamlar ve Deliler adlı oyunlarda rol aldı. 1989-1990 yılları arası Gülhane Etkinlikleri´nde sunucu ve Show Girl olarak çalıştı. 1990-1991 yıllarında müziğe ağırlık vererek, ilk albümünün çalışmalarını sürdürdü. Bu ilk albüm 1991´de yayınlandı ve ´Abone´ adıyla müzik marketlerde yerini aldı. Kısa sürede o günlerin satış rekorunu kırdı. Bu albüm ve şov tarzı, Türkiye´nin pop dünyasına yepyeni bir boyut getirdi. 2 milyon adet satan bu albümün başarısındaki temel nokta, dans grubu ve şov niteliğinde hazırlanan ilk albüm olmasıydı. 1993 yılında, ikinci albümü olan ´Kendine Gel´ çıktı. Profesyonel bir ekip tarafından hazırlanan bu albüm, vücut ritminin kullanıldığı, klibinden kartpostalına kadar bir reklam mantığıyla çalışılan ilk albüm olma özelliğini taşımaktaydı. 1994´de Türkiye´de bir ilki gerçekleştirerek ülkemizin ilk single´ını yaptı. '8:15 Vapuru' adlı bu single, kısa sürede müzik marketlerde ilk sıralara yükseldi. Aslında bu single´ı yapmaktaki amacı, yeni albümü 'Yonca Evcimik 1994'ü tanıtmaktı. Bu üçüncü albümü, 1994 yılı Temmuz ayında marketlere girdi. Farklı bir tarz deneyen sanatçı, Jamaican Rap Sound´un Türkiye´de ilk kez kullanıldığı bu albümle popülaritesinden ve başarısından bir şey kaybetmediğini kanıtladı. Artık sıra her zamanki gibi ´yeni ve ilk´ şeyler yapmaya gelmişti. Bu amaçla kendisine gelen teklifleri değerlendiren Evcimik, bu kez gerçek anlamda House Musıc ve Soul Vokal çalışması yaparak Avrupa ve dünyaya açılan ilk pop sanatçımız oldu. 29 Eylül 1994´de parçanın klibi MTV Party Zone´da gösterildi. 30 Eylül 1994´de Amsterdam Chemistry Dance Club´da yapılan Avrupa Premieri ile çalışmaları start aldı. Gerek promosyonun tamamıyla Avrupa´ya dönük olması ve gerekse single formatının sadece Avrupa´da piyasaya çıkacak olması, bu girişimi daha da önemli kıldı. Parça, Hollanda´da 12 inch(promo) ve cd formatında basıldı ve 'I´m Hot For You', onun Dub Miksi ve 'Haydi Durma Dans Et' adlı üç parçalık single, 1 Ekim 1994´de Avrupa´da satışa sunuldu. Parçanın klibi ise, yurtdışından gelen bir ekip tarafından çekildi. Daha önce çektiği video kliplerden ikisi ödül almış Rene Nujiens, klibin yönetmenliğini üstlenirken, prodüktörlüğünü de aynı zamanda 'I´m Hot For You' isimli parçanın söz yazarı olan Richard Cameron yaptı.
Kötülük ve Günah 1997 yılında ´Yaşasın Kötülük´ isimli single çalışması piyasaya sürüldü.1998´de ´Günaha Davet´ adlı albümünü çıkardı.
İşkadını Evcimik´in ayrıca prodüksiyon çalışmaları da bulunuyor. Birkaç İyi Adam ve Çıtır Kızlar gruplarının single ve albümlerinin prodüktörlüğünü de üstlendi. Tüm bu çalışmaların yanısıra Evcimik, başka bir yönünü de ortaya koyarak klip yönetmenliğine soyundu. Kendi kliplerinin yanısıra prodüktörlüğünü yaptığı Çıtır Kızlar Ve Birkaç İyi Adam gruplarının da birçok klibini yönetti. 1991´de çalışmalarının karşılığını birçok ödül alarak gördü. 'Abone' ile başlayan müzik maratonunda aldığı ödüller arasında 'En Çok Satan Albüm Ödülü', 'Ümit Vaad Eden Sanatçı Ödülü' ve en son olarak Türkiye´de bir müzik kanalının düzenlediği organizasyonda 'Yılın En İyi Kadın Pop Sanatçısı Ödülü' ve KKTC´de düzenlenen bir törende de 'Yılın Kadın Pop Sanatçısı Ödülü' bulunmaktadır.
01-05-2008, 22:18
sarıkanarya_41
Ahmet Kaya
AHMET KAYA (Malatya, 1957 - Paris, 16 Kasım 2000)
Dibine vurmuş gecelerden geldim... Yalanım yok... Bir cebimde küfür, bir cebimde çocuklara şekerle yaşadım. Hepinizin gurbetindeyim şimdi... Eyvallah!..
Ahmet Kaya, Malatya'da beş çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak 1957 yılında dünyaya geldi. Mensucat işçisi bir baba, çocuklarını yetiştirmekle yükümlü bir anne ve diğer dört kardeşle birlikte geçen çocukluk... Babası, neredeyse onun boyu kadar olan bir bağlama ile eve geldiğinde mutluluğun bu olduğunu düşünür. Dokuz yaşındadır daha. 24 Temmuz İşçi Bayramı’nda sahneye çıkarırlar onu, bir daha unutmaz bunu... Yaz tatillerinde, ya plakçıda ya da tanıdıkların minibüsünde çalışır. 'Başar ağabey'yi tutuklanınca Ahmet, küçük bağlaması ile ilk bestesini yapar: "Bir Wolksvagen alacağım, Adını ‘Başar’ koyacağım" der... Ruhi Su’nun plaklarını satın alan Ahmet Kaya, bol paçalı pantolonlar giyen uzun saçlı 68’lilerden etkilenen gençir artık... Mensucat fabrikasından emekli olan babası, daha iyi bir yaşam için İstanbul’a göç eder. İstanbul/Kocamustafapaşa’ya yerleşirler. Ahmet Kaya'nın ilk izlenim ‘korkudur.
Ahmet Kaya, ortaöğrenimini tamamlamaya çalışırken yetmişli yılların toplumsal çatışmalarının farkına varmardı. Ora'dan gelmiş olmanın farklılığını, bu yeni kültür ve yaşam biçimi ile içiçe yaşar. Türküler, devrimci marşlar, Ruhi Su ve Zülfü Livaneli’den müzikal anlamda etkilendiğini inkar etmez, ama kedi sesini arar. Bütün boş zamanlarda bağlama çalıp şarkılar söyler. İlk bestelerini bugünlerde yapar. Boğaziçi Üniversitesi’nde bir panelede Ruhi Su’yla karşılaşır. Ustayı çok sevse de yetmeyen birşeyler vardır Ahmet Kaya için, bunu ifade etmeye çalışır Ruhi Su’ya. Ruhi Su'nun 'Mahsus Mahal' türküsünü kendince yorumlar O'na. Bağlamanın sapını tutan Ruhi Su, 'Böyle bağlama çalınmaz!' der. Oysa Ahmet Kaya asi. Farklı birşeyler yapmak ve kendini aramaktadır. Yıllar sonra verdiği ilk resitalin afine 'Bağlama Böyle De Çalınır' 'i spota çıkaracaktı.
¤¤¤¤enli yılların başı talihsizliklerle geçer. Evliliği biter, bebeği ondan ayrı büyümeyecektir ve çok zordur. Bu dönem bestelerinin olgunlaştığı dönemleridir bu yıllar. Sadece müzikle kendini ifade eden Ahmet Kaya, 1985 yılına geldiğinde kararını verir. 'Zamanıdır' deyip, oltuğunun altında şarkılarını alıp, Unkapanı’nın yolunu tutar. Dinleyenlerin hiçbir kategoriye koyamadığı bu müziğe kimse yüz vermez. Sonraki günlerde arkadaş yardımları ve kendi olanakları ile ilk albümünü yapar. Ama hemen toplatılır. Yapılan itiraz sonuç verir. Olay gazetelere yansır, Ahmet Kaya’nın ‘Ağlama Bebeğim’ adlı albümü Danıştay kararıyla serbestir artık!'
Bu arada. Üniversite öğrencileri, dar gelirliler, 12 Eylül darbesinden nasibini almış-çeşitli kesimlerden tutuklu yakınları, Türkiye’de demokrasiyi yeniden inşa etmeye kararlı kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşları Ahmet Kaya'nın dinleyici profilini oluşturur.
Kısa bir süre sonra ikinci albümü "Acılara Tutunmak" ı yapar. Ahmet Kaya, edindiği toplumsal, siyasal duyarlılıkla üretim yapmaktadır, peşpeşe albümler çıkarmaktadır. Üçüncü albümü O sıralar tutuklu olan ve idamla yargılanan Nevzat Çelik'in 'Şafak Türküsü' şiirini besteler, aynı zamanda albümün de adıdır 'Şafak Türküsü'. Üllkenin gündemindeki idam cezaları ve hapishanelerde bulunan binlerce insanın ve onların ailelerinin içinde bulunduğu durumu şarkılaştırmıştır... 'An Gelir' isimli dördüncü albümünde Atilla İlhan, Hasan Hüseyin ve Ülkü Tamer'in şiirlerini besteleyen Ahmet Kaya, yeni arayışlar içerisine girmiş, besteciliği ile ilgili kendisini epeyce geliştirmiştir. İlk üç albümde aranjör olarak kendi çabalarının yanı sıra Sezer Bağcan, Oğuz Abadan gibi isimlerle çalışan Ahmet Kaya, dördüncü albümde Osman İşmen ile çalışmaya başlar ve bu beraberlik uzun yıllar sürer...
Beşinci albümünde ünlü şairlerin yanı sıra yeni bir isimle, Yusuf Hayaloğlu'yla çalışmaya başladı. Hayaloğlu'yla beraberlik, Ahmet Kaya müziğinde uzun ve verimli bir çalışmanın başlangıcını oluşturur. 'Yorgun Demokrat' isimli bu albüm, gerek dönemi gerekse içeriği bakımından yine Türkiye’nin toplumsal gidişatına denk düşmüş ve 12 Eylül döneminin etkisini üzerinden atmaya çalışan milyonlarca demokratın durumunu dile getirmiştir.
Albüm çalışmalarına paralel olarak halk konserleri de yapar Ahmet Kaya. Gösterilen ilgi, katılım ve çoşkuya rağmen, ülkenin birçok yerinde ‘sakıncalı’ bir şarkıcıdır artık O. Dinleyicisiyle buluşamamak onu üzmektedir... Konserde kendisine bağlamasıyla eşlik eden Ahmet Koç’la altıncı albümü olan 'Sevgi Duvarı" nın hazırlıklarına başlar. Can Yücel’in aynı isimli şiirini bestelemiş olan Ahmet Kaya, bu albümü ‘vazgeçilmezlerim’ dediği Yusuf Hayaloğlu ve Osman İşmen’siz hazırlar ve bu arada 'Resitaller' adını verdiği albümde canlı konser kayıtlarını toplar. 'İyimser Bir Gül' adını taşıyan yedinci albümü, Türkiye doksanlı yıllara adımını atmış, Ahmet Kaya gündemi ile ülke gündemi yine örtüşmüştür. Yeniden Yusuf Hayaloğlu ve Osman İşmen’ le çalışmaya başlar. Albümün adı 'Başkaldırıyorum'dur.
Olgunluk çağında ülkesinin içinde bulunduğu olumsuzluklara, mevcut gidişata ve sistemin hoşnut olmadığı her yanına şarkılarla müdahale etmeye çalışan bir 'muhalif'tir artık... Başı, zaman zaman derde girer, birçok yerde konser verememenin yanı sıra albümleri ‘sakıncalı’ bulunup kısmen de olsa toplatılır. Bu sürecin şarkılarına yansıması kaçınılmazdır. Yeni albümün adı 'Başım Belada'dır o yüzden. Ahmet Arif, Atilla İlhan ve Yusuf Hayaloğlu’nun şiirleri ve şarkı sözleri Ahmet Kaya müziği ile biraraya gelir. Bu arada ağırlıkla Türk Halk Müziği’nden örneklerin yer aldığı 'Resitaller 2' adlı albümü yayınlanır.
Onuncu albümü 'Dokunma Yanarsın' ile birlikte hayatında bir takım değişiklikler gündeme gelir. Bu yeni süreçte de milyonluk satışlara imza atan Kaya, 1993’te onbirinci albümü 'Tedirgin'i çıkarır. Ertesi yıl çıkardığı 'Şarkılarım Dağlara'da hemen hemen tüm şarkı sözlerinin altına da imzasını atar. Albüm, 'Kum Gibi', 'Ağladıkça', 'Saza Niye Gelmedin' gibi parçalarla satış rekorları kırarak Ahmet Kaya diskografisinde ayrı bir yere sahip olur. Toplumsal-kültürel gelişmelerin getirdiği etkileri üretkenliğe çeviren Ahmet Kaya, 1995 yılında onüçüncü albümü 'Beni Bul' u çıkartır.
Sesinin rengini ve olgunluğunu günün teknik imkanlarıyla yeniden deneyerek, ağırlıkla eski şarkıların yeni düzenledi. 1996 tarihli 'Yıldızlar ve Yakamoz' bu arada ortaya çıkar. Bunu, 1998 yılında Yusuf Hayaloğlu ve Osman İşmen’den oluşan çekirdek kadroyla hazırladığı 'Dosta Düşmana Karşı' izler.
'Gak Production' isimli bir yapım firması da kuran Kaya, Kent Ozanları isimli çağdaş halk müziği yapan bir grup ve on yıldır asistanlığını yapan Çetin Oraner’in albümlerine de yapımcı olarak imza atar.
Profesyonel süreci boyunca onun müziğine çeşitli isimler bulunmuşsa da Ahmet Kaya, kendisini hep toplumcu-gerçekçi sanat kategorisinde görmüştür. Dünyada ‘protest müzik’ olarak tanımlanan bu türün ülkemizdeki önemli temsilcilerinden olan Ahmet Kaya’nın en belirgin ve ayırdedici tarafı, müziğindeki geleneksel motiflerin ve ulusal kültür değerlerinden yola çıkmasıdır. Toplumsal süreçten kopmammış, olmuştur. Türkiye’nin siyasal ve toplumsal gidişatına paralel bir müzik seyri izlemiştir.
Türkiye'de her söylediği söz ve şarkısı olay olan Ahmet Kaya hakkında birçok dava açıldı ve kendi deyimiyle emniyetler onun ikinci adresi oldu. Bu baskılara rağmen Kaya, kimliğini hiçbir zaman inkar etmedi ve mücadele etti.
Kaya hakkında, yurtdışında verdiği konserlerde 'vatana ihanet' suçlamasıyla 3 ayrı dava açıldı. Bu davalardan biri geçtiğimiz günlerde sonuçlandı ve Kaya'nın 3 yıl 9 ay hapis cezası kesinleşti. Diğer iki davada ise, duruşmalara katılmadığı ve ifade vermediği için Kaya hakkında gıyabi tutuklama kararı verildi.
Kaya'nın çıkardığı kasetlerin bazılarının isimleri şöyle: "ağlama bebeğim, tedirgin, acılara tutunmak, şafak türküsü, an gelir, yorgun demokrat, başkaldırıyorum, dokunma yanarsın, adı bahtiyar, başım belada, şarkılarım dağlara, yıldızlar ve yakamoz, beni bul ve dosta düşmana karşı." 1980’lerde Nevzat Çelik'in ”Penceresiz kaldım anne / Saçlarına yıldız düşmüş, koparma anne” 'Şafak Türküsü' şiirini türküleştirerek patlama yaptı A. Kaya. Karyerinde “Ağladıkça” isimli türkünün büyük bir yeri oldu. Aram Dinkjian’ın bestelediği bu türkü, sanatçıya sağ veya sol görüşlü farketmeksizin milyonlarca dinleyici kazandırdı. Kaya, son olarak Gazeteciler Derneği’nde yaptığı konuşmada “Kürtçe bir klip çekmek istiyorum ve bunu yayımlayacak bir televizyon kanalı arıyorum” deyince İkitelli medyanın hışmına uğradı ve yüzünden Fransa’ya gitmişti. 16 Kasım günü sabah saat altıda topragından uzakt kalp krizi geçirip öldü. O Paris Komünarlarıyla Pere Lachais mezarlıgında yatarken bize duruşu ve sesi kaldı.
01-05-2008, 22:19
sarıkanarya_41
Cem Karaca
Muhtar Cem Karaca 5 Nisan 1945'de İstanbul'da dünyaya geldi. Tiyatrocu bir ailenin tek çocuğuydu ve sanatçı bir ailenin çocuğu olmak onun sanatla içiçe büyümesini sağladı. Ortaöğretimini Robert Koleji'nde yapan Cem Karaca'nın müzikle tanışması oldukça ilginçtir. Ergenlik çağındayken hoşlandığı kızı etkilemek amacıyla şarkı söylemeye başlamış ve bu başlangıcın arkasından devam eden olaylar sonucu kendisini müzik piyasasının içinde bulmuştur.Cem Karaca'nın sesinin keşfedilmesi ise annesi Toto Karaca tarafından olmuştur. İlk dönemlerde Jaguarlar, Dinamitler gibi gruplarla amatörce çalışmalar yapan Cem Karaca bu dönemlerde henüz Anadolu müziğiyle tanışmamış batının Rock'n'Roll müziğine gönül vermiş bir şekilde o dönemin popüler parçalarını söylemekteydi. O dönemlerde Cem Karaca'nın en büyük destekçilerinden biri de İlham Gencer'di ve onun orkestrasında müzikal deneyimini o dönemlerde oldukça ilerletmişti. Bu dönemlerde müziğin yanında tiyatro ile de ilgileniyordu Cem Karaca ve çeşitli oyunlarda da görev aldı.
Anadolu insanıyla tanışma
Cem Karaca'nın Anadolu müziği ile ciddi anlamda ilk tanışması ise askerliği esnasında oldu. Askerliği sırasında Anadolu'yu daha yakından tanımasının yanısıra birgün orada askerliğini yapan birisinin saz çalışı sonucu daha önce son derece ilkel ve sıkıcı bulduğu bu müziğin aslında onun o anki gerçek duygularını yansıttığını ve hiçbir batı müziğinin o sazın içerdiği duyguları içeremeyeceğini anladı. Cem Karaca'nın profesyonel olarak ilk müzikal deneyimi ise Apaşlar grubu ile 1967 yılında Hürriyet'in düzenlediği Altın Mikrofon yarışmasında Emrah isimli parçalarıyla aldığı ikincilikle oldu. Aldıkları bu dereceden sonra Apaşlar grubu müzikal çalışmalarına dört elle sarıldı ve daha önceki tutkuları olan batı beat müziği ile yeni tutkuları doğu müziğini sen¤¤¤leyip Anadolu-Beat tarzında çalışmalara giriştiler. Bir süre sonra arkalarına Ferdy Klein orkestrasını da alarak müzikal altyapılarını iyice güçlendiren Cem Karaca ve Apaşlar grubu Ferdy Klein orkestrası eşliğinde de bir süre yollarına devam ettiler. Bu beraberlik 1969'un sonlarına kadar sürdü ve ortaya çıkan sağlam ve başarılı eserlere rağmen grupta gitarist Mehmet Soyarslan ve Cem Karaca arasında doğan bazı politik anlaşmazlıklar sonucu Cem Karaca ve Apaşlar grubu dağıldı. Bu grubun dağılmasından sonra Cem Karaca kafasındaki gerçek anlamda sol söylemde ve doğulu kimliğiyle Rock müzik yapma düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla Apaşlar'ın basçısı Seyhan Karabay'ı da yanına alarak, yeni bir grup kurmak amacıyla genç ve yetenekli bir gitarist olan Ünol Büyükgönenç'i ziyarete gitti ve görüşme olumlu sonuçlanınca bu üçlü Cem Karaca-KARDAŞLAR grubunu kurma girişimlerinde bulundu ve hep beraber müzisyen arayışına girdiler. Birkaç başarısız kombinasyondan sonra vokalde Cem Karaca gitarlarda Ünol Büyükgönenç bas ve ıklığ'da Seyhan Karabay ve davulda Hüseyin Sultanoğlu tarafından kardaşların ilk gerçek kadrosu kurulmuş oldu.Fakat ilk baştaki maddi sıkıntılar nedeniyle Cem Karaca, Almanya'ya biraz para kazanıp gruba adam gibi ekipmanlar alabilmek için Ferdy Klein orkestrası eşliğinde çalışmalar yapmaya gitti. Almanya'dan dönüşte Karaca'nın Almanya'dan getirdiği yeni gitarist Alex Wiska'yı da yanlarına alarak tam gaz çalışmalara başladılar ve Cem Karaca-KARDAŞLAR'ın çıkış 45'liği olan Dadaloğlu'nu yayınladılar. Bu 45'liğin listelerde iyi bir sıraya yerleşmesinden sonra çok sağlam 45'lik çalışmalarına devam eden Kardaşlar bir dönem Alex Wiska gruptan ayrıldıktan sonra Fehiman Uğurdemir'le son kadrolarını oluşturup bir süre daha çalışmalarına devam ettiler. Dışarıda grubun durumu oldukça iyi gözükmesine rağmen Cem Karaca ve Seyhan Karabay arasındaki tartışmalar Cem Karaca Kardaşlar'ın dağılmasına sebep oldu. Grup Hüseyin Sultanoğlu yerine başka bir davulcu bulduktan sonra gerçekten Türk müzik piyasası ilginç bir değiş tokuşa sahne oldu. Cem Karaca, Kardaşlar grubundan ayrılıp Anadolu Pop'un güçlü sesi Moğollar'la birleşirken Kardaşlar'da o dönemliğine konserlerde solistlik yapmak için Moğollar'la anlaşmış Ersen Dinleten'i gruplarına dahil ettiler. Cem Karaca Moğollar'la Anadolu Rock tarzında çalışmalarına Kardaşlar sound'undan çok daha farklı olsa da devam ettiler. Moğollar'ın Cahit Berkay'ın Fransa'ya gitmesi üzerine dağılmasıyla, Cem Karaca yeniden bir grup kurma arayışına girişti ve müzikal kariyerinin en önemli ve olgun dönemlerinden birini yaşayacağı grup olan Cem Karaca-DERVİŞAN kuruldu. Cem Karaca bu grubu kurarken esas amacı Kardaşlar ve Moğollar'daki Anadolu Rock tarzına devam etmekti fakat gruba yeni giren basçı Oğuz Durukan ve Klavyeci Uğur Dikmen'in uzun süre İsveç'te Asia Minor Mission isimli grupla beraber yaptıkları müzikten ötürü batı progressive rock müziği konusunda deneyimli fakat Anadolu- Rock konusunda deneyimsiz olmaları bu grubun soundunun batıya kaymasına sebep oldu. Cem Karaca bu grubu Ünol Büyükgönenç ile birlikte kurmuştu fakat daha bir 45'lik yapımına bile girişmeden grupla verilen birkaç konser sonrası grubun kuruluş ilkelerine uyulmadığı gerekçesiyle Ünol Büyükgönenç gruptan ayrıldı. Dervişan grubu müzik yaptığı sürece gerçek anlamda birçok kadro değişikliğine uğramış bir gruptu. Bu grubun kilit isimleri ise Cem Karaca ve Uğur Dikmen'di. Cem Karaca'nın Kardaşlar ve Moğollar'da politik rock müziği çalışmalarına (Kardaşlar-Oy Gülüm Oy, Moğollar-İhtarname) yer vermiş olduğu görülse de ciddi anlamda sol söyleme geçtiği ve sanat toplum içindir düşüncesini gerçek anlamda benimsemiş olduğu esas grup Dervişan'dır. Dervişan politik-rock yapmanın yanısıra İngiltere'de King Crimson,Yes,Emerson Lake&Palmer gibi grupların öncülük ettiği progressive rock müziğinin Uğur Dikmen ve Oğuz Durukan gibi ustalar sayesinde Türkiye ile tanışmasında önemli rol oynamıştır. Türkiye'de bu tarz çalışmalar zaten olmuyor değildi(Barış Manço'nun 2023 albümü gibi) fakat Dervişan gerçekten "Zamanında acaba Türkiye'de progressive rock yapıldı mı?" sorularının hepsini safdışı edebilecek nitelikte bir grup olarak Türk Rock tarihinde derin izler bırakmıştır. Cem Karaca toplama olmayan ilk LP'sini yine bu grupla çıkarmıştır."Yoksulluk Kader Olamaz" adındaki bu LP adından da anlaşılacağı gibi sol söylemde bir albümdür. Bu albümün kadrosu son ve en uzun sürmüş Dervişan kadrosudur. Basta-Hami Barutçu, davulda-Sefa Ulaştır, gitarda-Taner Öngür, klavyede-Uğur Dikmen ve vokalde-Cem Karaca... Dervişan'ın dağılmasından sonra ise Cem Karaca 70'lerdeki son grubu olan Edirdahan'ı kurmuş ve bu grupla Safinaz isminde bir Long Play yapmıştır. Bu Long Play, Barış Manço-Kurtalan Ekspresi'nin 1975 yılı albümleri 2023 ile birlikte Türkiye'nin sayılı senfonik rock albümlerindendir.. Edirdahan'dan sonra uzun bir süre Almanya'da yaşayan Cem Karaca yurda döndüğü zaman solo olarak müzik çalışmalarına devam etmiştir. Sanatçının en son albümü, Nisan-1999'un başlarında piyasaya sürülmüş olan "Bindik Bir Alamete Gedeyoz Kıyamete" isimli albümdür.
Sanatçı Cem Karaca, solunum ve kalp yetmezliği nedeniyle 8 Şubat 2004 günü 59 yaşında hayatını kaybetti. Karaca, Üsküdar Seyit Ahmet Yesevi Camii’nde kılınan namazın ardından Karaca Ahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Hakkında yazılanlar
1.Bir Cem Karaca Kitabı Gökhan Aya Ada Müzik Kitapları
“Sevinçlerimiz bile artık mekanik Sevgisiz, saygısız, otomatik Bu şarkı kimilerine çok geç artık Bu şarkı kirlenmiş bir çığlık!”
01-05-2008, 22:20
sarıkanarya_41
Orhan Gencebay
Orhan Gencebay'ın yaşamında iki doğum tarihi vardır... Birincisi 1944 yılının 4 Ağustos'unda sıcak bir öğle vakti ilk soluk. İkincisi ise müziği kanında, duygularında solukladığı an. Müzik yaşantısına altı yaşlarında babasının "eğlensin" diye aldığı mandolin ve kemanı çalarak başladı. Bunlar daha çok batı aletleriydi. Hocası viyolanistti, çok iyi öğrenim yapmış birisiydi... Kırım Türklerindendi ama Samsun'da berberlik yapıyordu. Küçük Gencebay yetenekliydi, kısa zamanda notayı öğrendi.
Ancak gözü Halk müziğindeydi. Yedi yaşında iken bağlama ile tanıştı. 12 yaşına geldiğinde artık tamburda çalıyordu. Şarkı söylemiyordu ama müziğin felsefesini tanımaya çalışıyordu. Konservatuar sınavlarına girdi, kazandı ve bir süre devam etti. Ancak aradığı ve düşlediği müziği bulamadığı gerekçesiyle ayrıldı. Ardından Ankara Radyosu sınavlarına girdi 20 yaşındaydı. Sınavları iftiharla kazandı, Halk Müziği'ni tercih etmişti.
Müzik aletleri içinde ona bağlama kadar yakın gelen yoktu. Sınavları kazandığı halde usulsüzlük yapıldı diye radyoya girmedi. İki yıl sonra İstanbul Radyosu'nun sınavlarına girdi, onu da iftiharla kazandı, 10 ay TRT'de çalışıp ayrıldı. O sıralar çeşitli arayışlar içindeydi ve bütün sorunda buydu zaten. Var olan müziğin yapısından tatmin olmuyordu. Türk müziğin'de çok iyi malzeme vardı, çok iyi yerlere gelmesi mümkündü. O yıllarda böyle düşünüyordu.
TRT'den ayrıldıktan sonra babasının da işlerinin bozulması üzerine yeniden Samsun'a dönen, ne var ki içindeki müzik tutkusu her geçen gün biraz daha yoğunlaşan Orhan Gencebay çalışmalarını bu kez İstanbul Plakçılar Çarşısın'da yoğunlaştırdı. Söz yazarı, besteci, yorumcu, bağlama sanatçısı olarak zirveye doğru uzanan bir maratona başladı. Sanatçı henüz şarkıcı olarak tanınmadan önce de bir çok bestesiyle şöhret olmuştu. "Sevemedim Kara Gözlüm ", "Koca Dünya", "Sabır Taşı" adlı besteleri, besteci Orhan Gencebay'ın tanınmasına yetmişte artmıştı bile. Hatta "Sevemedim Kar Gözlüm " adlı bestesi rekor kırmış 45 sanatçı tarafından plak yapılmıştı.
Orhan Gencebay ses sanatçısı olarak adını ilk kez "Başa Gelen Çekilirmiş" adlı 45'lik plağı ile duyurdu ve hemen ardından "Derdim Dünyadan Büyük" adlı plağı geldi. 1969 yılında "Bir Teselli Ver"'in satışını katlayarak kırdığı rekor nedeniyle çalıştığı plak şirketş tarafından "Altın Taç" ile ödüllendirildi. 1978 yılında yaptığı "Yarabbim" adlı plağı yurt içinde ve dışında yaptığı satışlarla rekor kırdı.
Orhan Gencebay 1971 yılında İstanbul Plak'a ortak olmuş ve ilk plaklarının büyük çoğunluğu bu firmadan çıkmıştı. Sanatçı daha sonra merhum Yaşar Kekeva ile ortak olarak Kervan Plak şirketini kurdu ve kardeşi Burhan Gencebay ile birlikte çalışmalarını burada sürdürmeye başladı. Yaşar Kekeva Kervan Plak'tan ayrılıp kendi adını verdiği plak şirketini kurunca Kervan Plak Orhan ve Burhan kardeşlerin ortaklığı ile bugünlere geldi.
Orhan Gencebay'ın ilk evliliğini yaptığı Azize Gencebay'dan Altan adını verdiği bir oğlu dünyaya geldi. Daha sonra oğlunun annesinden boşanan sanatçı "Tanrı katında eşimdir" dediği Sevim Emre'yi kendine hayat arkadaşı olarak seçti. 1974 yılından bu yana birlikte olan ünlü çift çeyrek yüzyıla yakın bir zamandır beraberliklerini büyük bir uyum ve mutluluk içinde sürdürüyorlar.
Ünlü sanatçı şimdiye karar 35 tane Yeşilçam filmi çevirdi. Sayısız filme müzik direktörü olarak imza atan Orhan Gencebay'ın kendi firmasından çıkan 25 albümü bulunuyor. 28 yıllık sanat hayatında plak ve kaset olarak 50 milyonu aşkın bir sayı ile erişilmesi güç bir rekoru elinde bulunduruyor.
01-05-2008, 22:21
sarıkanarya_41
Müzeyyen Senar
Türk Sanat Müziği'nin ünlü sesi Müzeyyen Senar, 1919 yılında Bursa'da dünyaya geldi. Müzik eğitimine Anadolu Musiki Cemiyeti'nde, kemençe üstadı Kemal Niyazi Seyhun Bey ve udi Hayriye Hanım gözetiminde başladı. Hayranlık uyandıran bir sese sahip olan bu yetenekli kız çocuğunun ünü yayıldıkça, hafız Sadettin Kaynak, Selahattin Pınar, Lem'i Atlı, Mustafa Nafiz Irmak gibi devrin önemli üstadları da ona dersler verdiler, zamanın sevilen şarkılarının yanı sıra, kendi bestelerini de öğretip söylemesine yardımcı oldular. Kemal Niyazi Bey ve Hayriye Hanım'ın desteğiyle İstanbul Radyosu'nda şarkı söylemeye başlayan Senar, perşembe günleri ilgiyle izlenen bu programla geniş kitlelere adını duyurdu. Senar'ı bu programda dinleyenler arasında, İstanbul'un en önemli müzikhollerinden biri olan 10. Yıl Belvü Gazinosu'nun sahibi İbrahim Dervişzâde de bulunuyordu ve gazinonun 1933 yılının yaz sezonunun yıldızlar programına Müzeyyen Senar'ı da aldı. Senar, sonraki yıllarda İstanbul'un başka ünlü gazinolarında da sahne aldı.
Müzeyyen Senar'ın yeteneği, Cumhuriyet'in kurucusu ve Türk sanat müziğinin büyük hayranı Atatürk'ün de ilgisini çekti ve sanatçı birçok kez onun huzurunda, özel meclislerinde şarkı okudu.
Müzeyyan Senar, 1938 yılında Ankara Radyosu'nun ilk yayınlarına katıldı ve 1941 yılına dek radyo aracılığıyla dinleyicileri ile buluşmayı sürdürdü. Türkiye'nin ünlü gazinolarında yaptığı başarılı sahne programları ve plak çalışmalarıyla Türk müziğine yeni bir soluk getiren Müzeyyen Senar, son sahne konserlerini 1983 yılında İstanbul Bebek Gazinosu'nda verdi. Bu tarihten sonra yalnızca ender anlarda, müzikli özel toplantılarda şarkı söyledi.
Türk Sanat Müziği'nin büyük sesi, Devlet Sanatçısı Müzeyyen Senar'ın, sanat hayatı konser ve albüm hazırlıklarıya devam ediyor.
01-05-2008, 22:22
sarıkanarya_41
Mustafa Sandal
Mustafa Sandal'ın müzik kariyeri : Onno Tunç, Selçuk Başar, Uğur Başar, Garo Mafyan, gibi Türkiye'nin önemli müzik adamlarına asistanlık yaptığı dönemlerde başladı. Kendi müzik ruhunu öğrendikleriyle birleştirerek belki de asıl müzikal kimliği olan bestecilik ve söz yazarlığı yönünü ortaya çıkardı. Zerrin Özer, Hakan Peker, Yonca Evcimik, Ayşegül Aldinç gibi pop müzik yıldızlarına verdiği şarkılar Mustafa Sandal'ı aranan ve gerçek anlamda peşinden koşulan bir besteci ve söz yazarı konumuna getirdi. Düşünülecek olursa yüzü tanınmayan ve pek ortalarda görünmeyen bir şarkı yazarının bu derece popüler olabilmesi için Türkiye yeni ve alışılmamış bir durumdu. Yaptığı şarkıları müzik piyasasına verirken kendi adına bir albüm çıkartmak için daha fazla öğrenmeyi, daha iyi bilmeyi, daha çok biriktirmeyi bekledi. Bu süre zarfında müziği akademik yönüyle incelemeyi ve müzik teknolojisini yakından takip etmeyi ihmal etmedi.
Uzun çalışmalar sonucu artık kendi yaptığı şarkıları kendi söyleme kararı aldı ve 1994 yılında ilk albümü "Suç Bende"yi çıkardı. Bu albüm 1,5 Milyon MC ve 200 Bin CD tirajıyla, pop müzik albümlerinin ulaşabildiği satışların çok ötesine geçti ve Mustafa Sandal'ı tartışmasız bir star yaptı. Suç Bende isimli albüm piyasaya verildikten üç ay sonra Mustafa Sandal Türkiye turnesine başladı. Bir seneden çok daha kısa bir süre içinde Türkiye'de 140, Avrupa'da 30 konser vererek kırılması güç bir rekora imza attı. İlk albümün başarısından sonra Sandal bestecilik ve söz yazarlığıyla yetinmek istemedi. İlgi duyduğu başka bir alan olan ve asistanlık yaptığı dönemlerde öğrenmeye başladığı şarkı aranjörlüğü yönünü geliştirmeye karar verdi. Bu yüzden evine bir HomeStudio kurarak oldukça uzun bir zaman bu dalda çalışmalar yaptı.
Klavye, gitar, bilgisayar, müzik programcılığı konularında bu işin ustalarıyla çalıştı. 1995 yılında diğer sanatçı arkadaşlarına verdiği şarkıların yanı sıra ilk kez bir albümün aranjörlüğünü ve müzik direktörlüğünü üstlendi. Sibel Alaş'ın Adam adlı albümüne aranjör ve müzik direktörü olarak imza attı. 1996'da Londra'ya yerleşti ve müzik çalışmalarını orada sürdürmeye karar verdi. Yaklaşık iki yıl aradan sonra ikinci albümü "Gölgede Aynı" adlı albümünü hazırladı. Satışları ise rekor düzeye ulaştı. 2 Milyon MC ve 600 bin CD ile zirveye oturdu. Bu albümde de tam 140 konser vererek rekor üstüne rekor kırdı. Bu albümün ilk albümünden farkı tam anlamıyla bir Mustafa Sandal Prodüksiyonu olmasıydı. ilk albümdeki bestecilik ve söz yazarlığı perfonmasına albümün aranjörlüğü ve süpervizörlüğünü de ekledi. Gölgede Aynı yüzlerce yurtiçi ve yurtdışı konserleriyle örneğine az rastlanır bir Mustafa Sandal fanatizimini de beraberinde getirdi.
01-05-2008, 22:23
sarıkanarya_41
Ebru Gündeş
Ebru Gündeş, 12 Ekim 1974 tarihinde İstanbul´da doğdu.Konfeksiyon işçisi olarak çalıştığı yıllarda sesinin güzelliğini duyan bir tanıdık vasıtasıyla Neşe Demirkat´a götürülür. Amaç, Ebru Gündeş´in Allah vergisi güçlü sesini değerlendirmek ve müzik piyasasına kaliteli ve genç bir ses sunmaktır.Neşe Müzik Yapım, o günlerde henüz kurulmadığı için Neşe Demirkat, bu sesi değerlendirmeleri için Marş Müzik Yapım´ın o zamanki yöneticisi Koral Sarıtaş ve ünlü kemani ve besteci Selçuk Tekay´a yönlendirir onu.Gündeş, bu iki önemli müzik adamından da tam not alarak Marş Müzik Yapım´la anlaşır. Albüm hazırlıklarına başlamadan önce sahne tecrübesi kazanmak ve şöhret dünyasının büyüleyici dünyasına alışabilmek için bir süre Emel Sayın´a vokalistlik yapar. Güzel sanatçı, çok kısa sürede uyum sağlayarak ilk albümünün hazırlıklarına başlar.
Ve 1993 yılında 'Tanrı Misafiri' adlı ilk albümü müzik dünyasına bomba gibi düşer. Selçuk Tekay´ın prodüktörlüğünü, Özkan Turgay´ın aranjörlüğünü yaptığı albümde Gündeş, ilk albümünde milyonluk satış rakamına ulaşır. Bu albümle birçok ödüle layık görülen Gündeş, 1994 yılından başlayarak Kral TV Video Müzik Ödülleri´nde 'En İyi Kadın TSM Sanatçısı' ödülünü üç yıl boyunca kimseye kaptırmaz.
Ebru Gündeş, ilk albümün ardından hemen ikinci albümün hazırlıklarına başlar ve ertesi yıl 'Tatlı Bela' yayınlanır. Genç sanatçı, 'Tatlı Bela'da bu sefer ağırlıklı olarak slow ve romantik parçalar seslendirir.
'Ben Daha Büyümedim' adlı üçüncü albümü 1995 yılında çıkar.Albüm, 'Fırtınalar' adlı ilk hitiyle ses getirirken Gündeş, 'Ben Daha Büyümedim' ve 'Çok mu Gördünüz' adlı parçalarla eleştirilere sitem eder.Bu albüm, Ebru Gündeş´in müzik hayatında Serdar Ortaç´la olan birlikteliğin de başlangıcı olur.
'Kurtlar Sofrası' adlı dördüncü albümü 1996 tarihinde çıkar. Bu arada oyunculuk tekliflerini de değerlendiren Ebru Gündeş, albümlerinin ismini taşıyan televizyon dizilerinde başrol alır.
İki yıllık bir aranın ardından 1998 yılında 'Sen Allahın Bir Lütfusun' adlı albümü müzik marketlerdeki yerini alır. Albüm, Selçuk Tekay´ın yanında Kerem Ökten´in yönetmenliği ve aranjörlüğünde gerçekleşir. Oniki şarkının yer aldığı albüm, Ebru Gündeş´in kendi tarzını sağlamlaştırdığı bir çizgidedir.
Ebru Gündeş 2000 yılında hayranlarının karşısına yepyeni bir albümle çıktı. 'Dön Ne Olur' adını taşıyan bu albümünün stüdyodaki tanıtımı sırasında , basın mensupları önünde beyin kanaması geçiren Ebru Gündeş, bir süre hastanede kaldıktan sonra, uzun bir süre de dinlenerek hayranlarından uzak kaldı. Ancak hayranları ona olan sevgilerini albümüne yansıttılar ve Ebru Gündeş´in 'Dön Ne Olur' albümü milyon barajını geçerek büyük bir rekora imza attı. Tarık Ağansoy´un düzenlemelerini yaptığı albümde, genç söz yazarı ve bestecilerin de parçaları bulunuyor. Sezgin Büyük, Altan Çetin, Sinan Özşeker, Ertuğrul Polat, Hakkı Yalçın´ın yanısıra Sezen Aksu´nun unutulmaz 'Hata' parçası da albümde yer alıyor. Sanatçının alışılagelen çizgisini sürdürdüğü albümde bir de sürpriz yaptığı 'Deli Deli' isimli çocuk parçası da yer alıyor.
Uzun bir süre dinlenme döneminin ardından, ilk konserini 11 Mart 2000 gecesi Bostancı Gösteri Merkezi´nde veren Ebru Gündeş, konserin tüm gelirini Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Vakfı Hastanesi Reanimasyon Kliniği´ne bağışladı. DİSKOGRAFİ: Tanrı Misafiri (1993) Tatlı Bela (1994) Ben Daha Büyümedim (1995) Kurtlar Sofrası (1997) Sen Allahın Bir Lutfusun (1998) Dön Ne Olur (2000)
01-05-2008, 22:24
sarıkanarya_41
Haluk Levent
26 Kasım 1968 yılında Adana'da doğdu. İlk ve ortaokulu Sabancı İlk Öğretim Okulu'nda okudu. Ortaokul sıralarındaki taklit yeteneği onu tiyatro çalışmalarına yöneltti. Liseyi Adana Atatürk Lisesi'nde okudu. Haluk Levent'in tiyatro faaliyetleri lise yıllarında da devam etti. Liseden sonra Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Mühendisliği'ni kazandı, bir yıl okudu fakat devam etmedi. Sonra Ankara Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı'nı kazandı ancak yine bir yıl devam etti. İkinci yılında Orta Doğu Üniversitesi Fizik Bölümü'nü kazandı yine devam etmedi. Bu kez Ankara Üniversitesi Muhasebe Bölümü'nü kazandı ancak ısrarla yine devam etmedi ve son olarak Bilkent Üniversitesi Dil Öğretim'e kaydını yaptırdı.
Bu arada ticaretle de uğraşan Haluk Levent işlerinin iyi gitmemesi üzerine İstanbul'a geldi. Özellikle Ortaköy'de barlarda çalışarak geçimini sağlamaya çalışan Haluk Levent 1992 yılının sonlarına doğru ilk albümü "Yollarda Bulurum Seni" yi Nokta Müzik''e yaptı ve o albüm 600,000 adet sattı. Bu albümle birlikte tanınan Haluk Levent sayısız hayır konserine çıktı. Buradan elde edilen gelirlerle yüzlerce insana dializ ve solunum makinesi aldı.1989 yılında çekte tahrifat suçu işlediği gerekçesiyle 9 ay 15 gün cezaevinde yattı. Cezaevi günlerinde kendisini sevenlerin yalnız bırakmadığını söyleyen Haluk Levent cezaevi çıkışından sonra konserlerine devam etti. Albümleri satış rekorları kıran Haluk Levent son olarak askere giderken "Yine Ayrılık" adlı albümünü çıkardı. Bu arada çevreci özellikleri ile de bilinen genç sanatçı destek amacıyla 11 saat sahnede şarkı söyleyerek kırılması güç bir rekor denemesinde de bulundu.
01-05-2008, 22:25
sarıkanarya_41
İbrahim Tatlıses
1952 yılında Şanlıurfa`da doğdu.İnşaatlarda soğuk demir ustası olarak çalıştı.1977 yılında Ayağında Kundura türküsüyle sesini duyurdu.1980'li yıllarda bütün Avrupa ve Ortadoğuya sesini duyurdu.Kasetleri ve posterleri bazı ülkelerde milyonlarca satarken, yurtiçinde ve yurtdışında sayısız ödülün sahibi oldu. Bugün sadece sanatçı kisiliğiyle degil, insanlara iş alanları açan bir iş adamı olarak tanınıyor. Yönetmen, oyuncu, senarist, ve yorumcu İbrahim Tatlıses'in sahip olduğu şirketler grubu, gıda, film, prodüksiyon, turizm, havacılık, radyo, plak şirketi dallarında faaliyetini sürdürüyor.
01-05-2008, 22:27
sarıkanarya_41
İsmail Türüt
GÜNDEM GÜNDEM GÜNDEM
İsmail Türüt'e silahlı saldırı Hürriyet 14 Mayıs 2001
Türkücü İsmail Türüt, tavernada programı sırasında, silahla ayağından vuruldu. Saldırıyı gerçekleştiren Tolga Bilgi adlı kişi daha sonra yakalandı.
Tarabya'da bulunan ''Sevillanas'' adlı tavernada sahneye çıkan İsmail Türüt, saat 01.30 sıralarında tavernaya gelen sir kişinin tek el ateş etmesi sonucu ayağından yaralandı.
Olay sonrası İstinye Devlet Hastanesi'ne kaldırılarak tedavi edilen Türüt, yakınları tarafından basın mensuplarına gösterilmeden hastaneden götürüldü.
Polis saldırganı bugün öğleden sonra yakalandı. Saldırganın, 'Arto' takma adını kullanan Harutyun Dalga'yı yaralamak suçundan tutuklu yargılanırken kısa süre önce tahliye olan Tolga Bilgi olduğu belirlendi.
Soruşturmayı yürüten Asayiş Şubesi Cinayet Büro Amirliği ekipleri, Bilgi'yi silahıyla birlikte yakalayarak gözlem altına aldı.
Gayrettepe'deki Cinayet Büro Amirliği'ne getirilen Bilgi gazetecilerin, ''İsmail Türüt'ü neden vurdun'' sorusunu, ''Sanatçılar fazla konuşmamalı'' diye yanıtladı.
Polis yetkilileri, Bilgi'nin olayı tek başına yaptığının belirlendiğini kaydettiler.
'ARTO'NUN VURULMASI
Sahnede 'Arto' takma adını kullanan şarkıcı Harutyun Dalga, 24 Eylül 2000 tarihinde uğradığı silahlı saldırı sonucu bacağından yaralanmıştı.
Olaydan sonra yakalanan ve ''Ateşli silahla adam yaralamak'' suçundan 5 ile 11 yıl 3 ay arasında hapis cezası istemiyle İstanbul 1.Asliye Ceza Mahkemesi'nde tutuklu olarak yargılanan Tolga Bilgi, 27 Mart 2001 tarihli duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmişti.
01-05-2008, 22:28
sarıkanarya_41
İzzet Altınmeşe
1945 yılında Diyarbakır’ın Çüngüş ilçesi Arpadere köyünde dünyaya geldi. Ailesi, kendisi 5 aylık iken ekonomik nedenlerden ötürü Adana’ya göç etti. 6 kardeşten 3.cüsü olan İzzet Altınmeşe ilkokul mezunudur. Bir süre baba mesleği olan erkek kuaförlüğü yapmıştır. Ancak; sanatçılık yönü ağır basınca kuaförlüğü bırakmıştır. 1963 yılında Adana Halk Eğitim Merkezinde T.H.M. nota ve şan dersleri almaya ve amatörce sahne çalışmaları yapmaya başladı. 1965 yılında ilk plak çalışmasını müzik severlerin beğenisine sundu.
1966-1968 yılları arasında vatani görevini yerine getirdi. Askerlik dönüşü Adana’da 2 yıl çalışmalarını sürdürdü. 1970 yılında Ankara’ya yerleşti.1971 yılında eşi Müzeyyen hanımla evlendi. 1972’de ilk çocuğu Fatoş isimli kızı dünyaya geldi. 1972 yılında söz ve müziği kendisine ait olan “Biraz da Bana Gül Kader” isimli bestesiyle Türkiye genelinde ismini duyurdu. 1976 yılında Ankara Radyosu Sanatçılık Sınavını kazandı. Bu dönemde Nida Tüfekçi, Coşkun Güla, İhsan Öztürk ve Musa Eroğlu gibi Türk Halk Müziğinin ustaları ile çalışmalarını sürdürdü. 1977’de kendi derlediği “Maden Dağı” adlı türküyle bugünkü şöhretinin temelini atmış oldu. 1978 yılında “Esmerim” türküsü yılın hit parçası oldu. İzzet Altınmeşe’nin hit olan parçalarından bazıları şunlardır; Nazey,De Get Bayburt, Kınayı Getir Aney, Saza Niye Gelmedin, Sevdiğime Pişman Ettin, Fırat… Altınmeşe’nin 100 civarında derleme, sözü ve müziği kendisine ait olan parçalar mevcuttur. İzzet Altınmeşe’nin 7 tane filmi vardır İzzet Altınmeşe
1945 yılında Diyarbakır’ın Çüngüş ilçesi Arpadere köyünde dünyaya geldi. Ailesi, kendisi 5 aylık iken ekonomik nedenlerden ötürü Adana’ya göç etti. 6 kardeşten 3.cüsü olan İzzet Altınmeşe ilkokul mezunudur. Bir süre baba mesleği olan erkek kuaförlüğü yapmıştır. Ancak; sanatçılık yönü ağır basınca kuaförlüğü bırakmıştır. 1963 yılında Adana Halk Eğitim Merkezinde T.H.M. nota ve şan dersleri almaya ve amatörce sahne çalışmaları yapmaya başladı. 1965 yılında ilk plak çalışmasını müzik severlerin beğenisine sundu.
1966-1968 yılları arasında vatani görevini yerine getirdi. Askerlik dönüşü Adana’da 2 yıl çalışmalarını sürdürdü. 1970 yılında Ankara’ya yerleşti.1971 yılında eşi Müzeyyen hanımla evlendi. 1972’de ilk çocuğu Fatoş isimli kızı dünyaya geldi. 1972 yılında söz ve müziği kendisine ait olan “Biraz da Bana Gül Kader” isimli bestesiyle Türkiye genelinde ismini duyurdu. 1976 yılında Ankara Radyosu Sanatçılık Sınavını kazandı. Bu dönemde Nida Tüfekçi, Coşkun Güla, İhsan Öztürk ve Musa Eroğlu gibi Türk Halk Müziğinin ustaları ile çalışmalarını sürdürdü. 1977’de kendi derlediği “Maden Dağı” adlı türküyle bugünkü şöhretinin temelini atmış oldu. 1978 yılında “Esmerim” türküsü yılın hit parçası oldu. İzzet Altınmeşe’nin hit olan parçalarından bazıları şunlardır; Nazey,De Get Bayburt, Kınayı Getir Aney, Saza Niye Gelmedin, Sevdiğime Pişman Ettin, Fırat… Altınmeşe’nin 100 civarında derleme, sözü ve müziği kendisine ait olan parçalar mevcuttur. İzzet Altınmeşe’nin 7 tane filmi vardır
01-05-2008, 22:29
sarıkanarya_41
Kibariye
Manisa’nın Akhisar ilçesinden İzmir sahnelerine oradan İstanbul’a ve derken tüm Türkiye’ye mal olmuş bir ses bir yorumcu. 1980‘lerde İzmir sahnelerinde çalışan Kibariye o yıllarda İzmir fuarına gelen tüm sanatçıların dikkatini çeker. Bunlar arasında Muzaffer Özpınar’da vardır. Ünlü bestekar sanatçıyı o zamanlar İstanbul’da Stardust gazinosunu çalıştıran Turgut Akyüz’e anlatır. Rahmetli Turgut Akyüz Kibariye’yi dinlemek ister. İzmir’den İstanbul’a gelen Kibariye’nin kaderi de böylece değişmeye başlamış olur. Gazinocu Turgut Akyüz tarafından çok beğenilen Kibariye Stardust gazinosunda sahne almaya başlar.
Kibariye çok kısa sürede gerek sesi, gerekse yorum her şeyden önemlisi de doğallığıyla tüm meydanın dikkatini çeker. Böylece bir teklif yılbaşı gecesi (1980) TRT Televizyonundan gelir. Kibariye’nin yaşamını birden bire değiştiren yeni hayat başlamış olur. Kibariye Kimbilir adlı parça ile çıkış yakalar ve 1980’lerden 1990’lara 21. Kaset yapmasını sağlar. Halkın Kibariye’ye gösterdiği yoğun ilgi çeşitli gazinolarda gece klüplerinde Anadolu ve Avrupa turnelerinde çalışması sağlar. Bu çıkış Özel TV kanallarının da ilgisini çeker. İlk show Darısı Başınıza isimli evlendirmeyi konu alan eğlence programı ile Kanal 6 ile başlar, daha sonra "Eğlen Coş İşte Kiboş" ismi ile ATV’de devam eder daha sonra İnter Star’da Kibariye Show ile ve de son olarak TGRT’de yapılan program ile sona erer. Kibariye’nin bugüne kadar çalışmış olduğu şirketler Atlas Plak-Sembol. Sırasıyla Bayşu Plak-Makro Müzik-Banko ve de son olarak PRESTİJ MÜZİK.
01-05-2008, 22:30
sarıkanarya_41
Naşide Göktürk
HAKKINDA YAZILANLAR
Karanfil kanı var mısralarında Hızır Tüzel Radikal 13 Şubat 2000
Söz yazarı, besteci ve yorumcu Naşide Göktürk, ikinci şiir kitabını yayımladı. Yükselen değerlere yüz vermediği için televizyon programlarında görünmeyen, klipleri oynatılmayan, çıplak resimleri yayımlanmayan Naşide, 'Sesimi, şarkı sözlerimi satıyorum, başka satılık hiçbir şeyim yok' diyor
İstanbul- Yeniköy'de Passion Cafe'deyim. Naşide Göktürk karşımda. Kendisini pek tanımam. Ama duydum ki, farklı biriymiş. Sezen Aksu'ya yazdığı şarkı sözüyle ün kazanmış. Sonra da piyasada ne kadar şarkıcı varsa neredeyse hepsine söz yazmış, arkasından kendi albümlerini çıkarmış. İki tane de şiir kitabı var karşımdaki hoş bayanın. Konuşmaya başladıktan sonra bu kadının bana çok güzel baktığını fark ediyorum. Gözlerinde derin bir ifade söz konusu. Bana özel mi bu bakışlar diye düşünmeden edemiyorum. 'Olabilir' diyorum içimden, neyim eksik ki, bir pop sanatçısı neden benden hoşlanmasın? Naşide Göktürk, gerçekten de o tanıdığımız popçular, türkücülerden çok ayrı bir portre çiziyor. En azından şarkılarını zorla ezberlettirmiyor çünkü, klibi yayınlanmıyor. Zırt pırt televizyona çıkmıyor, çünkü çıkınca çenesini tutamıyor. Dergilerde bikinili pozlarını göremiyoruz çünkü, öyle fotoğraflar çektirmiyor.
Naşide az ama güzel gülüyor. Kendi bu özelliklerini pek beğenmiyor ama nazik ve dürüst birine benziyor. Benim için en güzel yanı ise artık nesli tükenmeye başlayan 'net insanlar' sınıfından olması. Bu arada garson geliyor ve Naşide ona da bana baktığı gibi derin derin bakıyor. Şaşırıyorum, dikkat ediyorum foto muhabiri arkadaşım Muhsin'e de aynı derinlikte bakışları. İşte o zaman bu kadının bakışlarının bana özel olmadığını anlıyorum, bir kerizlik duygusu sarıyor bedenimi.
Onun tüm bir yaşama böyle baktığının farkındayım artık. Denizin berraklığına, durgunluğuna, maviliğine bakar gibi. Bazı kadınlar böyle bakar, Atıf Yılmaz, Türkan Şoray'ın da erkeklere, "sıcak bir yaz günü soğuk bir CocaCola şişesine bakar gibi" baktığını yazmıştı. Naşide sonradan söylüyor, denizi çok severmiş, arabasını Salacak'a park edip saatlerce denizi seyredermiş. Çünkü çocukluğu ve gençlik yılları hep Büyükada'da geçmiş. Ailesinin desteğiyle hem okumuş, hem de yazmış. Büyüyünce bir süre muhasebecilik yapmış. Sonra Ankara'da bir cafe işletmiş. Bir yandan da durmadan şiir yazmış. Naşide'nin ikinci şiir kitabı 'Mavi Mavi Sevdim Seni' insanı acıtan, yüreğini buran şiirlerle dolu. Kekilli'ye kızıyorlar ama Naşide'nin şiirlerindeki ölüm temasının fazlalığı ülke nüfusunda ciddi azalmalara yol açacak ölçüde.
Bu şiirler sizi anlatıyor diyebilir miyiz? Aşkı hangi sınırlarda yaşayabileceğimi, ihaneti ne kadar kaldırıp kaldıramayacağımı anlatıyor. Şiirlerinizden bunu hiç kaldıramayacağınız anlaşılıyor. Ben ihaneti, dostluktan, komşuluktan, ahpaplıktan gelen ihanet olarak anlatmak istedim. Her şeyi kapsayan bir ihanet bu. Ayrılık, acı, ihanet ve çokça ölüm var şiirlerinizde. Hüznü seviyorum. Ama ölüm pek geçmez şiirlerimde. Aman Naşidanım tam tersi, ölüm 'bazı' şiirlerinizde geçmiyor. Bir yanlışlık yapmayın, ortalarda ikinci bir Kekilli olmak istemem. Ama siz söyleyince benim de dikkatimi çekti. Belki de bende bir ölüm korkusu var bilmiyorum. Sonuçta oraya gideceğimi biliyorum. Belli bir yaştan sonra kadınlarda böyle bir korku başlıyor. 'Ben gidince' isimli şiirinizde "söz yazarı besteci ve yorumcu / köşesinden biraz da şair naşide göktürk / bugün hayatını kaybetti" gibi dizeler var. Allah gecinden versin ölüm ilanı gibi. Ne yapayım o da bir gerçek. Hiç öldükten sonra ne olacak diye düşünmeyen insan var mıdır? Bizim yaptığımız işin içinde sanatçılara yapılan en güzel promosyon, ya hapishaneye girersin ya da ölürsün.
Peki neden ihanet teması da fazla diye sorsak ayıp olur mu? Bir kere ihanete uğradım, bir kere terk edildim. Fakat bu size acı koymuş galiba. Evet o benden çok şey alan ama bana da çok şey kazandıran bir ilişkiydi. Hâlâ saygı duyuyorum. Bitmesini hiç istemediğim, ve ayrılığa hiç hazırlıklı olmadığım bir dönemde bitti. Elbette izlerini taşıyorum. Dört yıl önce biten bir ilişkiydi. Artık her şey yolunda ama bir şiirde de yazdığım gibi 'İnsanın kalbi yüz kere vurur/ Bir kere de durur!' Aşkın kolay bulunacağına, yakalanacağına inananlardan değilim. Ama ¤¤¤¤en yaşına kadar da âşık olabilirim umudunu kendi içimde yaşayan bir insanım.
Çevremize baktığımız zaman gerçek aşkı yaşayanların sayısı çok fazla değil. Ama gazete ve dergilerde insanların durmadan aşk yaşadığını okuyoruz bu ne çelişkidir Naşidanım? Şimdi herkes birtakım yıkıntılar yaşıyor. Ben bunu, şiirlerle, şarkılarla dile getirenlerdenim. Bazıları da yeni birtakım aşklar yaşayarak üzüntülerini öyle dile getiriyor. Bir dejenerasyon da olabilir. Ben kendi adıma bir ilişkiyi içimde bitirmeden yeni bir ilişkiye giremem. Zaten artık sevgili bulmak da çok zor.
Neden, kapmışlar mı tüm adamları? Hayır o değil, öyle düşünmüyorum. Kapılanlar ve tutulanlar farklı ilişkiler bence. Ben yürek, sevgi, düşünce birliği istiyorum. Her şey o kadar çok tüketiliyor ki, onun için insanlar alternatifler üretiyorlar. Ama yine de her şey ayni, televizyondaki programlar aynı, şarkılar aynı, kadınlar erkekler o kadar aynılaşmaya başladı ki. İşin kötüsü duyguları da tüketiyorlar. Sonuçta sevgili bulmak, sevgili olmak zorlaştı.
Neden böyle oldu sizce? İnançlarımızla oynadılar, duygularımızla oynadılar. Hayatı daha iyi standartlarda yaşamak için, daha seri üreten insanlar var. Her ne kadar kirlenmemek istiyorsak da bazen onlara küçük tavizler vermek zorunda kalıyoruz. Ama en azından ben bu işlere girdiğimden beri hiçbir şekilde ödün vermedim.
Peki ödün vermeyince olumsuzluklar oluyor mu, mesela daha mı az para kazanıyorsunuz? Evet maalesef... Şarkıcılıksa benim yaptığım, ben sesimi, şarkı sözlerimi satıyorum bu karıştırımamalı. Başka satılık hiçbir şeyim yok.
Başka nelerinizi satın almak istiyorlar ki? Bikinili fotoğraf çekmek istiyorlar mesela. Yok benim hayatımda böyle şeyler. Kasetim daha fazla satsın diye bir havuzun başında poz vermek yerine, o işi bırakıp, yazdığım şiir kitaplarını alıp Ortaköy'de satarak da hayatımı devam ettirebilirim. Bu beni çok incitmez.
Yoksa bilmediğimiz bir yerden geliriniz mi var? Ben kendimi ekonomik olarak güvenceye alıp da sloganlar atan biri değilim. On sekiz yaşından beri kendi paramı kendim kazanıyorum.
Sevgililer Günü (yarın) ne yapmayı düşünüyorsunuz? Kendime daha özenli ve biraz daha romantik olabilirim. Kutlamalara annemden başlarım, en büyük sevgilim annemdir. Sonra arkadaşlarımı kutlarım. Bugün sadece sevgiliyle paylaşılacak diye bir şey yok. Sevgilisi olmayan ölsün mü yani? Herkesin Sevgililer Günü kutlu olsun. O gece belki içki içersem erken sarhoş olurum diye hissediyorum. Bu yalnızlık işareti gibi geldi bana. Yok canım!
ŞİİR ŞİİR ŞİİR ŞİİR ŞİİR
İSTANBUL
Aşkı aldatan bir şehrin sancısındayım denizinde bir terkediş bir hüzün maviye nasıl kıydıysa yüreğin, nasıl kıydıysa yapma nolur .....topla kendini şehr-i İstanbul vururum seni İstanbul vururum boynundaki gerdanlıktan vururum seni en sarı sonbaharından topla kendini... sana yalvaran kaçıncı şair kaçıncı şiir bu yarım kalan sevişmelerden geldik sana şiirimiz öksüz kalsın diye mi dilim yetmiyorsa kalbimi dinle sevda de buna ekmek parası de aşk de ar namus de töre de cefa de, vefa de topla kendini topla vururum seni İstanbul vururum en yeşil baharından kız kulen'den, Aşiyan'dan, Bebek'den denizinden vururum seni masmavi kanarsın
masmavi ağlarım sana kendimi vurdurma bana topla kendini topla kendini şehr-i İstanbul
Naşide GÖKTÜRK
01-05-2008, 22:31
sarıkanarya_41
Mustafa Yıldızdoğan
1966 Konya Kadınhanı Örnekköy doğumluyum. Çiftçi bir ailenin 7 çocuğunun ortancısıyım. Tahsilim lise terk. Askerliğimi 1986-1988'de Eğirdir ve Adıyaman'da tamamladım. 1990'da evlendim. Ahmet, Gülsüm ve İrem adlarında üç can parçam var. Sanata 1982 yılında hayalini kurduğum bağlama ile başladım. Hiç kimseden ders almadan, kendi kendime ama bıkmadan usanmadan çok çalışarak, gece uykularını yüreğime ve sevdama hapsederek bu günün temelini attım. Gerçi bir gün sanatçı olacağım diyerek değil. O günkü haşin, hırçın, deli dolu duygularımı Karacaoğlan gibi Yunus gibi şifresi yalnız bana ait olmak üzere ruhumdaki kara bulutları dağıtmak içindi. Meğer Yüce Mevlam rızkımızı sanatla verecekmiş de haberimiz yokmuş. Çok küçük yaşlarda ağabeylerimin ve arkadaşlarının Vatan ve Millet için ne kafa yorduklarını, bazı zaman göz yaşı döktüklerini unutamam. Beni önce Allah'a iyi bir kul, ana-babaya iyi bir evlat, yüce Milletime de iyi bir fert olarak yetiştiren anamdan, babamdan ve ağabeylerimden Allah razı olsun. 1989 yılında Kadınhanı Ülkü Ocağı'nın konseri ile başlayan ve bu günlere gelen zor ama güzel bir serüven. 1990 yılında Pendik Ülkü Ocağı'nın konserinde sahne alan Alperen ile tanışmamız ve kaset teklifi..... Doğuyoruz Ufuklardan, Üşüyorum ve Türkiyem Unkapanı müzik piyasasında bir yere gelmenin zorluğunu hatta imkansızlığını biliyordum. Ama neden olmasın. Alperen umutluydu benden. Yakalayacaktık. Bir türkü lazımdı. İşte o türkü: Şiirin yazarı, ömür boyu vatan hainleriyle, kalemi ile savaşan, yılmayan, yıkılmayan ve şu an hastalıkla savaşan saygıdeğer büyüğümüz Dilaver Cebeci. Bestesi kendime ait olan Türkiyem türküsü. Bize kapanan demir kapıları, yüreğimizden kopan fırtına ile yıkıyorduk. 7'den 70'e herkes sağcısı solcusu istemeseler bile mecbur kalıyorlardı, millî günlerde, millî maçlarda, hemen hemen her siyasi parti seçim zamanlarında devlet protokolünde Türkiyem'i çalıyorlardı. Başarmıştık. Yön vermeliydik sanata. Sevdalı gençlerimiz şifresini çözmeliydi aşkın, bizim türkülerimizle. Han Duvarları albümünden sonra Selçuklu Müzik'ten yani Alperen'den ayrılmak zorunda kaldım. Bu yere gelmemde çok büyük emeği olan sevgili ağabeyim Alperen'e sonsuz teşekkürler...
Akbaş Müzik'in sahibi Yılmaz Akbaş ile başlayan yeni bir dönem.. Yıl 1995. Kasetimiz bitmişti. Sonradan bir hafta içinde besteleyip aranjesini yapıp, okuyup kasete dahil ettiğimiz, Başbuğum'a yaktığım ağıt ve Yandı Yürekler Yandı. O nasıl duygu idi anlatamam. Mekanın cennet olsun Başbuğum. Bu Vatan Kimin, Mektup ve İnsanlar ... Bu Vatan Kimin albümünde, Saçların türküsü ile daha geniş kitlelere ulaştık. Mektup albümü ile Türkiye'de en çok satan 5 kaset arasına girdik. Çıkmadığımız tv kanalı kalmadı.1990 yılındaki hayallerimizi çoktan aştık. Gelen her başarı bizi çıtamızı yükseltmeye mecbur kıldı. Geldiğimiz nokta mükemmel ve güzel ama yeterli değil. Fikrimden, düşüncemden, taşıdığım bütün değerlerden taviz vermeden , buralara gelebilmenin güzelliği ve sevincini yaşıyorum. Sözün kısası değerli gönüldaşlarım; hiç bir eğitim almadan, hiç bir kimseden yardım görmeden, gece uykusuna hasret, evime hasret, eşime, çocuklarıma hasret, öte yandan da en güzel vuslat. Sabrın, şükrün ve azmin neticesi. İyi günde, kötü günde her konserde, cebinizdeki son kuruşu ile bilet alarak bize güç veren salonları, statları tıklım tıklım dolduran gençler, kendi evlatlarından bizi ayırt etmeyen, namazlarının ardında bize de dua eden analarım, bacılarım, ağabeylerim sizin duygularınıza tercüman olabilmek için uğraştık. Eğer zerre kadar başarılı olabildiysek ne mutlu bize.. Bütün gaye ve çabamız gençlerimiz. Onlar bizden kabiliyetli , daha cesur, daha sabırlı, daha inançlı, daha azimli ve her şeyi ilimle ve en önemlisi sevgiyle başaracaklar. Onlara deryada bir katre, küçücük bir ışık olabildi isek ne mutlu bize. Ve ne mutlu aynı dilek, aynı umut ,aynı ülküde paylaşmasını bilen ,sevdiğini riyasız seven gönüllere ve Ne Mutlu Türküm Diyene. Hakkınız Helal Edin. Saygılarımla
01-05-2008, 22:32
sarıkanarya_41
Neşet Ertaş
Muzaffer Sarısözen'in tabiri ile bir zamanlar sadece ve sadece "Kırşehirli Mahalli Sanatçı" olarak bilinen Neşet Ertaş'ı binlerce, hatta milyonlarca saz çalıp türkü söyleyen diğerlerinden ayıran nedir? Onun sazımn ve sesinin insanı büyüleyen sırrı nereden gelmektedir? Neredeyse yarım asra varan bir süreden beri gerçek anlamda gönül telimizi titreten, ruhumuzu ürperten bu esrarlı sesin, sazın ve yorumun arka planında neler ve kimler vardır? Sazı gümbür gümbür ses veren, adeta davula eslik edercesine sazının göğsünde pençesiyle sesler çıkaran, hep samimi ve kendi halinde yüreğinin acılarını ve kendi iç gurbetlerini seslendiren; hiç bir medyatik tutumu olmayan, kalabalıklardan ve şöhretten adeta köşe bucak kaçarak pek ortalıklarda görünmeyen; mezhep, parti ve etnik kimlik çağnsımlanna pirim vermeyen, sazından, sözünden ve sesinden gayri hiç bir şeyden medet ummayan bu "Garip" insanı tanımak kadar tanımlamak da gerçekten zor. Ayaklarının altındaki toprağın renginden, kokusundan haberdar olan, bastıkları yeri az çok tanıyan, yürekleri hep türkülerle birlikte atanlar için Neşet Ertaş, belki de tam bir "yaşayan efsane"; meçhul, uzak, esatiri ve sırlarla dolu...
Neşet Ertaş'ın bir iki cümlede özetlenebilecek resmi biyografisi bize belki sadece ipuçları verebilir. Onun "1938 yılında Kırtıllar Köyü'nde Döne'den doğma Muharrem Ertaş'ın oğlu" olduğunu; Kırşehir, Yozgat ve Keskin'in çeşitli köylerinde geçen çocukluk ve ilk gençlik yıllarının ardından, 15 yaşında çıktığı gurbet hayatinin hala devam etmekte olduğunu bilmenin fazla bir anlamı olmayabilir. Neşet Ertaş'ı tanımak, asıl onun ruh ve gönül macerasım bilmeyi gerektirir ki burada hemen karşımıza, Neşet Ertaş'la en rafine üslubuna kavuşan Orta Anadolu Abdal Müziği geleneğinin gelmiş geçmiş en büyük ustalanndan olan babası Muharrem Ertas karşımıza çıkar.
İşte Neşet Ertaş, babası Muharrem Usta ile adeta Anadolu'daki en olgun seviyesine erişen bu Türkmen/Abdal müzik birikiminin yeni bir yorumcusudur. Yoğun yöresel özellikleri ve baskın mahallilik unsurları ile donanmış bu müziği yöresinin dışına çıkarmış, ülke genelinde ve hatta yurt dışında bilinmesini ve tanınmasım sağlamıştır. 1960'lardan itibaren binlerce yıllık sazımız bağlama ile birlikte anılan; sadece geniş halk kesimlerinde değil, ciddi musiki çevreleninin ve gerçek türkü dostlarının da gündeminden hiç düşmeyen Neşet Ertaş'ı farklı bir bağlamda değerlendirmek gerekiyor- Çünkü o aslında bir anlamda tam bir yöre sanatçısı olmasına rağmen yaygın şöhreti ve söylediği türkülerin popülaritesi ile ülke genelinde tanınan biri olarak, hem babası Muharrem Ertaş'tan, hem de bu geleneğin diğer usta isimleri olan Hacı Taşan ve Çekiç Ali'den de ayrılır. Bir başka söyleyişle onun sanatı için, başta Muharrem Usta olmak üzere. Hacı Taşan, Çekiç Ali ve Abdal/Türkmen Müziği geleneğinin çeşitli yörelerde farklı tavır ve üsluplarda karşımıza çıkan diğer ustaları da dahil olmak üzere hepsinin üst seviyede bir sen¤¤¤i ve esrarlı bir bileşkesi denilebilir.
Neşet Ertaş'ın sanatı hayatı ile hayatı sanatı i1e o kadar içice ki, çalıp çığırdığı türkü ve bozlaklarında bütün bir hayat hikayesini bulmak mümkün olduğu gibi, hayatına yakından baktığımızda da o içli türkülerin, acılı bozlakların nelerden nasıl doğduğunun ipuçlarını elde ederiz hemen. Onun yokluk, yoksulluk ve acılarla dolu hayatım "Garip" mahlasıyla yazdığı koşma tarzında usta işi şiirlerle anlattığı ozan yönünü yıllarca kimse farketmedi bile. Babasından tevarüs ettiği geleneksel ve anonim türkülerin, bozlakların dışında, sözleri kendisine ait türküler, bozlaklar söylediğini de farkeden olmadı yıllarca. Sözü ve müziği ile, anonim türkülerdeki erişilmez sadeliği ve estetik seviyeyi yakalayan sayısız türkünün, bozlağın altına attığı mütevazı imzasını kimselere söylemedi bile. Neşet Ertaş o büyük yaratıcı yeteneği ile okuduğu her eseri yeni baştan öyle bir yorumlar, ona öyle bir ruh ve hava verir ki, adeta yeni bir beste ile karşı karşıya olduğunuzu dahi sanabilirsiniz. Bu durumu, yeteneği, kültürü ve birikimi oldukça sınırlı sığ ve sıradan sanatçıların yorum adına yaptıkları "dejenerasyon" ile karıştırmamak gerekir. Çünkü Neşet Ertaş kendisine ait olmayan bir türküyü bi1e öyle bir okur ve yorumlar ki, o türkü o şekliyle yıllar öncesine ait bir Neşet Ertaş türküsü gibidir artık. Olağanüstü denilebilecek yeteneği, geleneğe hakimiyeti, gelenekten kopmadan yeniye bağlılığı, yeni zamanların modern zevk ve eğilimlerini gözeten diri ve uyanık tecessüsü ile Neşet Ertaş, hep gündemde kalmış bir sanatçıdır. O, ismi bağlama ile özdeşmiş ve adeta bu dünyaya türkü söylemek için gelmiş gerçek bir türkü ustası... Türküyü bağlamaya, bağlamayı türküye bu kadar yakınlaştıran ve yaklaştıran, adeta birbirlerinin içinde -kendisi ile birlikte- eritip yok eden ikinci bir sanatçı bulmak öyle sanıldığı kadar kolay olmasa gerek. Neşet Ertaş'ın sanatı; müziğin özünü, ruhunu kavrayan birinin, hiç bir yapmacıklığa tevessül etmeden, olduğu gibi kendini, kendi özünü ve hissettiklerini saza, söze dökmesidir. Bayram Bilge Tokel
01-05-2008, 22:33
sarıkanarya_41
Sezen Aksu
13 Temmuz 1954'de İzmir'de doğdu.Ziraat fakültesindeki öğrenimini yarıda bırakarak profesyonel sarkıcılığa başladı.1970'lerin ortalarında 'Kaybolan Yıllar', 'Gölge Etme' gibi sarkılarla yıldızı parladı. Şarkılarının çoğunu kendi besteledi. Bazılarının da sözlerini yazdı. İlk kez 1979'da sinema oyunculuğu denedi.- Minik Serçe- oyunculuk yeteneğiyle dikkat cektiği, 'Bin Yıl Önce Bin Yıl Sonra' adlı muzikallerdeki 'Sen Ağlama 'Geri Dön', 'Dağlar Dağlar' gibi şarkılarla ününü perçinledi. Sonraki 'Git' kasetiyle zirvedeki yerini aldı. Türk pop muziğinin en güçlü seslerinden Sezen Aksu, Aşkın Nur Yengi, Sertab Erener, Levent Yüksel, Tilbe gibi bir zamanlar vokalistliğini yapmış gençleri pop muziğimize kazandırdı.Üç kez evlendi ve bir çocuk annesi...
Sezen Aksu'nun albümleri: Serçe,Ağlamak Güzeldir, Firuze, Sen Ağlama, Git, Sezen Aksu '88, Sezen Aksu Söylüyor, Gülümse, Deli Kızın Türküsü, Işık Doğudan Yükselir, Gül Bahçeleri, Düğün ve Cenaze, Adı Bende Saklı, Sarı Odalar(Ben Seni Çok Sevdim Oplum)
Dillerden düşmeyen bazı şarkıları: Kaybolan Yıllar, Gölge Etme, Yak Bir Sigara, Firuze, Hata, Ağlamak Güzeldir, İkinci Bahar, Dilimin Ucunda Kelimeler, Geri Dön, Tukeneceğiz, Git, unzile, Değer mi Hiç, Sarışınım, Bir Çocuk Sevdim, Seni İstiyorum, Şinanay, Gidiyorum, Belalım, Hadi Bakalım, Gülümse, Masum Değiliz, Deli Kızın Türküsü, Tenna...
HAKKINDA YAZILANLAR
BEBEK SEZEN Fen öğretmeni Şehriban Hanım ile matematik öğretmeni Sami Bey, Denizli'de tanışıp evlenirken, dünyaya gelecek çocuklarını disiplinli bir şekilde yetiştirmeye karar verirler... Şehriban Hanım ağır bir hamilelik dönemi geçirir, doktorların bütün ısrarlarına rağmen çocuğunu aldırmaz. 13 Temmuz 1954’de Fatma Sezen Yıldırım dünyaya gelir... Çocukluğu dünyaya geldiği Denizli Sarayköy'de geçer Sezen'in... Annesi ve babasıyla birlikte yaşadığı, Sarayköy'deki derenin yanındaki iki katlı o evi hiç unutamaz...sezen
SEZEN... CÜCE BELA Sezen 1999 yılında bir gazetenin yaptığı röportajda o iki katlı evi ve çok sevdiği anneannesini şöyle anlatıyor...'Alt katta Huriye teyzem otururdu... Üst katta ise anneannemle biz... Babamla annem, aldıkları eğitim gereği bana karşı hep mesafeli dururlardı... Bir yaıma kadar saçım yok, kabak kafalı bir Sezen 'dim... Bir tek dudaklar gene böyle, iri etli dudaklar... Beni epey özgür bırakmışlardı... Nasıl bırakmasınlar ki, adım 'Cüce Bela' ya çıkmıştı... İlle de dikkat çekeceğim... Hiçbir şey yapamasam, durduk yerde düşüp bayılırdım... İnsanlar benimle ilgilensinler diye neler yapmazdım ki... Habire evden kaçardım mesela... 10 yaşımda makyaj yapardım... Annemler bir ara benimle ilgili olarak çok çaresiz kalmışlar. Beni kendi halime bırakma kararları da ondan sonra kendiliğinden gündeme gelmiş zaten.'
YARAMAZ KIZ Çocukluğunda "acaip bir yaratık" olduğunu söyleyen Minik Serçe, bebekken bir gün annesinin yün yumaklarından kendisine meme yapmış ve eve ziyarete gelen kaymakam düşüp, bayılıvermiş. 10 yaşında makyaja başlayan Sezen, daha o zamandan haftada bir saçını değişik renklere boyamaya başlamış. Çocukluktan şöhret olmayı kafasına takan Sezen, İzmir'in bütün sokaklarında şarkı söyler, milleti başına toplarmış. Konak - Köprü arasındaki troleybüste aralıksız şarkı söylediğini söyleyen Sezen, bir gün bütün durakları es seçen şoförle biletçinin açığa alınmasına neden olmuş.Annesi ve babasının O'na hiç dokunmamış olması; belki de gençliğinde her on beş günde bir dikkat çekme amacıyla intihara kalkmasına neden olmuştur. Bu ten temasının yoksunluğuna karşın, Sezen ailesinin kendisine güven ve sevgiyi sonsuz bir güçle hissettirdiğini söylüyor. O'na göre, yalnızca sevgilerini gösterme şekilleri farklıydı.
KARA KUZU Sezen Aksu'nun yaramazlıklarındaki en önemli müsekkini anneannesidir... Nadire Hanım eski Osmanlı kadınlarından, karizmatik ve etkileyicidir... Ve Sezen onun 'kara kuzu'sudur... Ancak, Sezen'in yaşadığı ilk ve en önemli acı da onunla ilgili olur ne yazık ki... Sezen hayatı boyunca unutmaz, unutamaz o acıyı...'Çok özel bir kadındı anneannem. Mücadele içinde yaşamış, hayatı tırnaklarıyla kazımış. Annem henüz altı yaşındayken dedem ölmüş, çiftlikteki tüm işler onun üzerine kalmış. Her şeyi, tüm yükü göğüslemiş. Tam bir hanım ağa... At binen bir kadın. Zeki, ileri görüşlü. 'Doğurdum diye sevmem evladımı, faziletli olması gerek, sevgiyi hak etmesi gerek' derdi. Kişiliğimde derin izleri var onun. 14 yaşımdaydım. İlk acımı onunla yaşadım. Elimi tutarken öldü. 'Elimi ovar mısın?' dedi ve ben ağlamaya başladım. Bana 'kara kuzum' derdi. 'Kara kuzum ağlama, üzülürüm. Dilerim sen de benim gibi mutlu gidersin' dedi. Dua ederken, nefesi kesildi. O gece anneannemin yanında uyudum, hiç korkmadım.'
KARA KUZU BÜYÜYOR Büyüme çağında sanatın bütün dallarına ilgi duyan Sezen, resim, tiyatro, dans dersleri alır. Lise hayatında kendini iyice müziğe verir fakat yükseköğrenim için Ziraat Fakültesi'ni seçer. Aynı yıllarda İzmir Radyosu sanatçılarının dersler verdiği İzmir Radyosu Sanatçılar Derneğine girer ve dört yıl aralıksız, iki yıl aralıklı altı yıl süreyle Türk Sanat Müziği eğitimi alır.
PROFÖSYÖNELLİĞE İLK ADIM 1970'te "Hafta Sonu" gazetesinin açtığı Altın Ses Yarışması'nda 6. olan Sezen Ziraat Fakültesi'ne ikinci sınıfta eldeva der, çünkü aklı,fikri ve yüreği müziktedir. Bir süre sonra da Yeşil Giresunlu'dan, ilk plağını yapması için teklif alır. 1975'e girerken piyasaya çıkan 'Haydi Şansım' adlı bu 45'lik plak, sadece 50 tane satar.'Moralim çok bozulmuştu... Çünkü o ilk plağımdan kendim ve yakınlarım almıştı sadece... Kimbilir, belki de dağıtımı iyi yapılamamıştı...' Sezen'in daha sonra Kusura Bakma, Gölge Etme, Yaşanmamış Yıllar, Vurdumduymaz, Olmaz Olsun gibi parçalarla yıldızı parlar. 1976 yılında Bebek Belediye Gazinosu’ nda ilk kez sahne alır.Sezen 'in ilk filmi 1979 yılında Bulut Aras ile başrolleri paylaştığı Minik Serçe olur. Serçe'nin ikinci ve son filmi ise 1990 yılında Ferhen Şensoy'la oynadıkları "Büyük Yalnızlık"tır... Sezen son olarak 2000'in sonlarında ATV'nin sevilen dizilerinden İkinci Bahar'da Sezen Aksu rolüyle yer alır.
ARTIK SEZEN AKSU VAR 1982 yılının ilk haftasında Şan Müzikholu'nda "Sezen Aksu Aile Gazinosu" adlı müzikali sahnelemeye başlar. Sahnede 7 tipi canlandıran Sezen Aksu; Adile Naşit, Şener Şen, Ayşen Gruda, Altan Erbulak gibi usta tiyatrocularla aynı sahneyi paylaşır. Yine aynı yıl, bugün en iyi klasikler arasında yer alan "Firuze" albümü çıkar. Ancak o yıllarda eleştiriler pek de iç açıcı değildir. Ama kim ne dersin Türkiye'de artık Sezen Aksu gerçeği vardır...
TELLİ DUVAKLI 10 Temmuz 1981’de Beşiktaş Evlendirme Memurluğu'nda telli duvaklı Sezen Aksu ile beyaz smokinli Sinan Özer evlenir. Sezen Aksu'nun nikah sırasında Mithat Can'a 4.5 aylık hamile olduğu gündeme gelir. 11 Kasım 1981'de Mithat Can doğar ve bundan iki yıl sonra da bu evlilik son bulur. Ama dostlukları tıpkı diğer eşleri Hasan Yüksektepe, Engin Aksu ve Ahmet Utlu da olduğu gibi asla bitmez...
MÜZİĞİN ZİRVESİNDE 1984, 1986, 1988 ve 1989 yılında çıkardığı albümlerle yükselişine hızla devam eder Sezen. 1991 yılında çıkan "Gülümse" albümü çok farklıdır. Albümde bulunan bütün parçalar hit olur ve hepsi klasikler arasına girer. Albümdeki "Hadi Bakalım" ın Avrupa'da çıkan single'ı, klibi olmamasına rağmen iyi bir satış grafiği çizmeyi başarır. Sezen Aksu artık müziğin zirvesindedir.
KAHPE KADER Minik Serçe (Sezen Aksu'ya Minik Serçe adını rahmetli gazeteci Yavuz Gökmen takmıştır) 31 Mayıs 1994'te kaybettiğimiz Uzay Heparı ve 16 Ocak 1996'da kaybettiğimiz Onno Tunç'tan büyük yara alır.Tam 17 gün oturduğu yerden kalkmaz, kımıldamaz, gözleri bir noktada öylece kala kalır... Derken birden resim yapmak gelir içinden... Tuvalin üzerinde beliren siyah beyaz resimdeki kişi, Onno Tunç değil, ona 'kara kuzum' diyen anneannesi Nadire Hanım'dır... Sezen’in hayatında çok önemli yerlerde olan bu üç kişinin terkini Sezen uzun süre kabullenemez. 6 ay evden çıkmaz...'Resim yapmak iyi geldi... Ama bu arada hep düşündüm, düşündüm... Sonra bir gün aynaya baktım ki, saçlarım bembeyaz olmuş... Aslında beyaz saçlar da yakışıyor bana... Farklı bir görüntü...'
ONNO TUNÇ Sezen 1999 yılında bir gazetenin yaptığı röportajda Onno Tunç'la bir hatırasını şöyle anlatıyor... 'Sabah saatlerinde başladık tartışmaya Onno'yla. Akşam oldu, hala tartışıyoruz. Ağlamaktan gözlerim şişti. Evlerimiz de karşılıklı... Döne döne tartışma, kavga... Sonunda bu geldi, kapımı tekmelemeye başladı. Birden yukarı fırladım ve Smith Wesson marka silahımı kaptım.Ne diyorsun sen Onno! diye namluyu doğrultup kapıya fırlayınca, bu adeta ışınlandı... Yok oldu birden... Zigzaklar çizerek kaçtı... Ben onu duvar dibine sindi sandım... Meğer karayoluna fırlamış, koşuyor... O halini görünce, ben de asfalta çıktım, gülmekten sırtüstü uzanıp debeleniyorum asfaltta. Nasılsa o korkuyla uzun süre geri dönmez dedim, içeri girdim...Meğer o akşam Levent civarında beş ev soyulmuş. Polis gece karanlığında panik halinde koşan Onno'yu görünce 'Hırsız budur mutlaka' diyerek hemen enselemiş. Doğru karakola... 'Ben Onno Tunç'um' demiş ama karakoldaki hiçbir polis tanımamış bunu... Kavga ettiğimiz için benim adımı da verememiş... Sabahı karakolda etmiş... Derken, onu tanıyan bir polis gelmiş sabah... Sevincinden polisin boynuna sarılmış... Ancak o zaman salıvermişler... Bir daha kapımı hiç tekmelemedi!'
PRODÜKTÖR SEZEN Sezen Aksu vokalistlerine albümler yaparak onlara birer star olma yolunu da açar. Sezen'in bize ilk tanıttığı kişi Aşkın Nur Yengi'dir. 1990 yılında prodüktörlüğünü üstlendiği Aşkın N. Yengi'nin ilk albümü, "Sevgiliye" albümü, milyona yakın trajıyla büyük bir başarı sağlamıştır. Prodüksiyonunu üstlendiği ikinci kişi Sertab Erener olur. "Sakin Ol" albümü, yine büyük bir satış başarısıyla Sezen'in bir prodüktör olarak da ne kadar büyük işler yapabileceğini gösterir.Sertab Erener'in albümünden bir kaç ay sonra Levent Yüksel'in albümü "Med Cezir" piyasaya çıkar. Şarkılar ilk aylarda kimsenin dikkatini çekmez ancak, bir kaç ay sonra farkedilen albüm bir milyonu aşan tirajı ve klasikler arasına şimdiden geçen birbirinden güzel şarkılarla Sezen'in prodüktörlükteki başarısını bir kez daha kanıtlar.
TANRI KRALİÇEYİ KORUSUN Sezen 1991'den sonra çıkardığı bütün albümlerle çok dikkat çeker, çok eleştirilir. 1995 yılında türkü ve Anadolu atmosferiyle, 1996 yılında başka sanatçılara verdiği şarkıların bir derlemesi ve Onno Tunç'a adanan “Düş Bahçeleri”yle, 1997 yılında yine çok değişik bir tarzla Goran Bregoviç ile çalışarak karşımıza çıkar Sezen. 1998 ve 2000 yılında çıkan albümlerde de yeniliklerine devam eder. Belki de bütün bunlar Kraliçe 'nin zirve ***fini çıkarmasıdır...
MİTHAT CAN Sezen oğlunu ne kadar çok sevdiğini şu cümleyle çok iyi açıklıyor.‘Benim oğlumu sevdiğim kadar, beni seven olmadı...’Minik Serçe'mizin oğlu Mithat Can Özer 11 Kasım 1981 doğumlu. Özel Atanur Oğuz Lisesi'nden mezun oldu. Şimdi ise Londra Music Schooll 'da okuyor Mithat Can. Sezen babaannelik hakkında ise şöyle diyor:'Mithat Can’ın bir aşk bebeği yapmasını isterim ve ona ben bakarım.
04-05-2008, 15:15
sarıkanarya_41
Hüseyin ALTIN.(DARGINIM)
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Hüseyin ALTIN dünyada eşine ender rastlanacak bir ses rengine, müthiş şarkılara ve gerçekten usta bir yorum yeteneğine sahip olan bir sanatçıdır. Erzurum’ludur Türkiye’nin ilk çocuk şarkıcısıdır. Hayatı da, eserleri gibi tam anlamıyla arabesktir. Eğer hayatı senaryolaştırılsa, ''bu kadar da abartılmaz ki canım.'' tepkilerinin verilmesi kaçınılmazdır ama ne yazık ki hepsi gerçektir. Hüseyin Altın, 12-13 yaşlarındayken, hem okumakta, hem de yazlık parklarda şarkı söylemekteyken keşfedilmiş ilerki yıllarda Hüseyin altın çok değişik bir ses rengi ve gerçek arabesk repertuarıyla halkın sevgisini kazanmış ve 70’li yıllarda arabeskin zirvedeki isimlerinden biri olmuş ,arabesk müzik dinleyicisine yıllarca muazzam albümler hediye ederek halkın gönlündeki yerini perçinlemiştir. Hayatı boyunca şan, şöhret kaygısı taşımadan efendiliği, ahlakı ve sanatçı kişiliği ile gündeme gelerek örnek bir görüntü sergilemiştir.
Hüseyin Altın’ın yıllar boyu geçirdiği felaketler ve yaşadığı sorunlar sonrası hiç bir maddi birikimi yoktur bunlara rağmen Hüseyin Altın, hayatın tüm acımasızlığı omuzlarına binmiş bir anadolu delikanlısı olarak hayatına devam etmeye çalışmaktadır. Bahtı Karalı adlı 1 adet filmi bulunan sanatçının plak ve albüm çalışmaları şu şekildedir;
PLAKLARI
1976-A Yüzü -Deli Gibi Sevdim B Yüzü - Ayıp Vallahi Ayıp
Evren Plak No:107
1976-A Yüzü -Aaşkın Bende Kalbim Sende B Yüzü -Gönül Masalı
Evren Plak No:115
1976-A Yüzü -Beterin Beteri Var B Yüzü -Sattın Beni Bu Dünyaya
Evren Plak No:120
1976-A Yüzü-Bu Ne Acaip Dünya - B Yüzü-Bize Yazık Değil Mi
Grafson Plak No:3814
1976-A Yüzü-İçiyorsam Sebebi Var - B yüzü Of (Ne Kadar Kaçsanda Kurtulamazsın)
Grafson Plak No:3816
1977-A Yüzü- Bizi Sarhoş Görüyorlar - B yüzü Çileler
Grafson Plak No:3817
1977-A Yüzü- Zavallıyım - B yüzü İsyan Neye Yarar
Grafson Plak No:3818
1978-A Yüzü- Bıktım Artık Yaşamaktan - B yüzü Meçhul Sevgili
Grafson Plak No:3820
1979-A Yüzü- Anlatayım Derdimi - B yüzü Sevenler Günahsızdır
Grafson Plak No:3821
ALBÜMLERİ
1976- Tatlı Azap 1977- Gel de İçme 1978- Divane 1979- Sabahsız Geceler 1980- Gurbet Yolu 1981- Sorma Arkadaşım 1981- Dert Durağı 1982- Bahtı Karalı 1983- Zamanında 1984- Gecelerin Adamı 1985- Zoruma Gidiyor 1986- Hasret Akşamları 1987- Bahar Yeli 1988- Dargınım 1989- Cennetim Sensin 1989- Sevda Durağım 1990- Çarem Sensin 1991- Hazan Kuşları - Mutsuzum 1992- Dört Duvar Arasında 1992- Gecenin Bir Yarısı – İsyanları OynuyorumHüseyin Altın Erzurum' da doğmuştur. Erzurum' ludur. Türkiye' deki mükemmel seslerden biridir. Efendiliği , sanat gücü ile kendini ispatlamıştır. Gelin görün ki Bir türlü medyatik olamamıştır. Arabesk müzik ile öylesine haşır neşirliği olanlar belkide tanıyamazlar. Eski arabeskçilerden olan sanatçı şan ve şöhrete önem vermemiştir. Gerçek arabeskçilerdendir.Medyatik olayım diye günümüz modası o hatunla bu hatunla anlayacağınız aşna fişne olaylarına girmemiş, reklam olsun, şöhret olsun medyatik olayım diye kendini madara etmemiştir. Tam aile babasıdır.Üç çocuk babası olan sanatçı ; en küçük çocuğunun rahatsızlığı ve git gide çirkefleşen sanat dünyası yüzünden müziğe ara vermiştir. Şu günlerde ekonomik sıkıntılar çekmektedir. Yeniden müzik piyasına girmeyi düşündüğü haberleri gelmiştir.
Sanatçıda sevdiğimiz bir çok özellikler vardır. Bunlar sırası ile Efendiliği, Sanat Gücü, şarkılarının çoğunun sözlerini kendisi yazması ve yine kendisinin bestelemesi, sesinin güzelliği ve yaptığı müzik vb.
Sanatçının belirli bir dinleyeci kitlesi vardır. Yeterki insanlar onun kasetini veya cd' sini alıp dinlesinler. Sesindeki o dinlendiriciliği, vurguları ve çıkışlarındaki tatlılığı yakalarlar.Birde sözlerdeki güzellikleri ekledin mi bir başka dünyalara gidiyor, dinledikçe bir başka oluyor insan.
Hüseyin baba ilk kasedini 1976' da çıkarmıştır. Özellikle "Neden Saçların Beyazlanmış " onun müzik dünyasında en büyük bombası olmuştur. Sonraları sahne ve konser çalışmaları ile 70' li yıllarda aranan popüler sanatçı olmuştur. Devrin en büyük gazinolarında ve kulüplerinde sahne almış, konserleri tıka basa dolmuştur. O yine mütevaziliğinden ve efendiliğinden ödün vermemiştir. 80' yıllarda ise yine çok güzel albümler çıkarmıştır. Popülizm ile boğulduğumuz 90' lı yıllarda daha önceden belirttiğim nedenlerden dolayı müziğe ara vermiştir. Bu arada 1 kez film çevirmiştir.
04-05-2008, 15:20
sarıkanarya_41
Erol BUDAN
Şarkı Sözü Yazarı,Besteci,Yorumcu,Müzik Yapımcısı 24/04/1961 Fatih/İstanbul Doğumlu ; Aslen Tekirdağ lıdır.1980li Yıllardan Sonra İcra Edilen Yeni Nesil Arabesk Müziğin Sözü Geçen Önemli Emekçilerindendir . Genellikle "Koparamam Kalbimi , Arkadaşça Sevsen , Gülmesini Bil , O Kadın , Suçlu , Nerdesiniz Dostlarım , Hayat Kadını , Sevmedim Sevemedim , Gençliğim , Sevecekse , Neyim Var , Neylesin , Sonum Olursun , Sarhoşluğum , Olmaz Böyle ,Sen Varsın ,Umrundamı , Git Ne Halin Varsa Gör , Harabe Gönlüm(Uçurumun Kenarı) , Ettiğini Bulursun , Aynı Duygular , Kalbim Senin Kölenmi , Ayrılalım , Azad Et Gönlümü , Güldürme Beni , Benden Sana Ne , Ahım Kaldı , Sokaklardayım , Yasak Aşk , Bana Yakışır , Mektepli , KaraÇiçek(Surdibinde Devriye Var) , Dert Babası , Yorgun Bakışlar , Tanrıça , Feryat , Seyreylerem , Izdırap Kervanları , Tanımadınmı , Resimlerde Kaldık , Anlat Arkadaş , İnat , Sensiz Yaşanırmı , Sevemem , Ateşlere Attın Beni , Taş Kalpli , Söküp Attım Kalbimden , Tesadüf , Neden Ayrıldık Biz , Kopuk ,Kendimi Kandırıyorum , Kapanmayan Yarasın , Berduş Gönlüm , Değilmi , Ararsın , İnkar Etme , Bir Yapraktım Dalımda , Kendime Hayrım Yok , Bambaşka , Özür Dilerim , Meyhane Köşesi , Öldürsende Farketmez , Hayatımla Oynuyorsun , Dünya Malı ,Ölüp Gideceğim , Dedim Ya(Allah Değilsin) , Gecelerden Bir Gece , Gözlerinde , Kaçıncı , Ömrümü Yedin , Yaralarım , Yıkıpta Gitme , Yatacak Yerin Yok , Kendin Bilirsin , Aşk Acısı , Bilseydim Yar " Adlı Eserleriyle Bilinir Ve Sevilir. Bas Bariton Bir Sese Sahiptir . İlk Müzik Derslerini TRT Halk Müziği Bağlama Üstadı Orhan Dağlı' dan Almıştır . Müzikle Profesyonel Olarak İlgilenmeden Önce Değişik Birçok İşte İşçi Olarak Çalışmıştır . Bağlama Adlı Enstürüman'a İleri Derecede Vakıftır . Solistliğe Başlamadan Önce Yıllarca Şarkı Sözü Yazarlığı ve Bestekarlık Yapmıştır . Erol Budan 'ın Kendi Firması Olan Bahar Plak Ve Kasetçilik Etiketi İle Ürettiği Toplam Dokuz Adet Yasal Albümü Vardır .Evli ve İki Çocuk Babasıdır.
YASAL ALBÜMLERİ
Koparamam Kalbimi&Arkadaşça Sevsen(1989)
Umrundamı&Harabe Gönlüm(Uçurumun Kenarı)(1991)
Ayrılalım&Mektepli(1994)
Resimlerde Kaldık&Dert Babası(1996)
Sensiz Yaşanırmı&Ateşlere Attın Beni(1997)
Damardan Arabesk(1)(1998)
Hayatımla Oynuyorsun(1999)
Damardan Arabesk(2)(2001)
Dedim Ya&Kendin Bilirsin(2004)
04-05-2008, 15:22
sarıkanarya_41
ümit Yaşar OĞuzcan
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.Ümit Yaşar Oğuzcan 22 Ağustos 1926'da Tarsus?ta dünyaya geldi.1946 yılında Eskişehir Ticaret Lisesi?ni bitirdi, Türkiye İş Bankası?na girerek Adana, Ankara ve İstanbul?da çalıştı.30 yılını doldurunca Halkla İlişkiler Müdür Yardımcısı görevinde iken, emekliliğini istedi ve 1977 yılında ayrıldı.Oğuzcan, İstanbul?da kendi adını taşıyan sanat galerisi kurdu. Şiire ise 1940?da Yedigün şairleri arasında başladı. 1975?te 33 şiir, 4 düzyazı kitabı, 13 antoloji ve biyografik eser, toplam 50 kitap çıkardı.Ayrıca şiir plakları, şarkı sözleri ve yergileriyle tanındı.Şair 1973?te büyük oğlu Vedat?ın ölmesi üzerine, hayatın boşluğu, ölüm ve acı gibi derinliklere, öz ve biçim yoğunlaştırmalarına yöneldi. Şairlik başarısını, daha etkili, aruzla yazdığı rubailerinde gösterdi. Ümit Yaşar Oğuzcan 4 kasım 1984'de hayata gözlerini yumdu.
Eserleri Şunlardır:İnsanoğlu (1947), Dolmuş (1955), Aşkımızın Son Çarşambası (1955), Bir Daha Ölmek (1956), Kör Ayna (1957), İki Kişiye Bir Dünya (1957), Beni Unutma (ilk yedi kitabından seçmeler, 1959), Karanlığın Gözleri (1960), Akıllı Maymunlar (1960), Seninle Ölmek İstiyorum (1960), Üstüme Varma İstanbul (1961), Sahibini Arayan Mektuplar (1961), Yeni Dünya Rekoru (1961), Sevenler Ölmez (1962), Çigan Gözler (1962), Ötesi Yok (1963), Hüzün Şarkıları (1963), Bir Gün Anlarsın (1965), Sadrazamın Sol Kulağı (1965), Mihribana Şiirler (1965), Taşlar ve Başlar (1966), Seni Sevmek (1966), İnşallahla Maşallah (1966), Toprak Olana Kadar (1968), Göbek Davası (1968), Ben Seni Sevdim mi (1968), Halktan Yana (1969), Aşk mıydı O (1969), Önce Sen Sonra Ben (1971), Rubailer (1972), Yalan Bitti (1975), En Eski Yalnızlığımdın Sen Benim (1978), Dikiz Aynası (yergi şiirleri, 1982),
04-05-2008, 15:23
sarıkanarya_41
Gökhan Güney
Gökhan Güney 1954 Yılında Hatay’ın Reyhanlı İlçesinde doğdu. Yedi kardeşin en küçüğü olan Güney’in çocukluk hayatı bu mütavazı ilçede geçti.1967 yılında İstanbul’a üniversitedeki ağabeyinin yanına ziyarete gelen Güney daha sonra bir konfeksiyon atölyesinde çalışmaya başladı.
Askerlik çağına kadar tekstil işiyle uğraştı.Askerliğini Urfa’da bandocu olarak tamamladıktan sonra İstanbul’a geri döndü.Kısa süre sonra Fatma hanımla evlendi.Selin,Büşra ve Serhan isimli çocukları oldu.Bir yandan iş hayatını devam ettiren bir yandan da Melahat Pars yönetimindeki Kadıköy Musiki Cemiyetindeki eğitimini sürdüren sanatçı 1979 yılında ‘Garibin Çilesi isimli ilk albümünü müzik marketlere sundu.Aynı zamanda onun için bu yılardan sonra kariyeri resmi olarakta başlamış oldu.
Yeşilçam’da Banu Alkan,Seda Sayan,Oya Aydoğan ve Bahat Öztan gibi bir çok isimle 33 filme imza attı.Ayrıca 9 filminde yönetmenliğini yaptı.80’li yıların ilk yarısında peş peşe yaptığı albümlerle ve hem oynadığı hem de yönettiği filmlerle adından çok sık söz ettirdi ve Arabesk –Fantezi müzikte en başarılı isimlerden biri olmayı başardı.
Bir çok farklı kulvarda yaşantısını sürdüren Gökhan Güney’in başlıca filmleri;Garibin Çilesi Ölünce Biter (1979),Vurun Beni Öldürün (1980),Sevgi Dünyası (1980),Günah Defteri (1981) ,Talih Kuşu (1982),Gözüm Gibi Sevdim (1982),Hülyam (1982),Aşk Adası (1983),Çaresizim (1984),Candan Sevmeli (1985),Unutamadım(1985),Sensizliğe Alışacağım (1985),Ayrılık Acısı (1985),Melek Yüzlüm (1985),Namus Sözü (1986),Hırsız(1986),Gün Akşam Oldu (1986),Sevdan Öldürdü Beni(1986),Seni Sevmeyen Ölsün(1986),Can Yoldaşım(1982 )Sızı(1982),Sevdim Seni (1987),Tutsak (1987).Gözlerin Sevda Senin (1987),Tanrı Seni Korusun (1988),Sana Can Dayanmaz (1988),Ayrı Dünyalar (1988),Acı Şarkı (1989),Bir Umut Uğruna(1991),Bizim Mahalle (1993),Tomurcuk(1994),Polis Dosyası(1995),Düğüm (1995).Özlem(2000)…Bugüne kadar bir çok başarılı albümede imza atan Gökhan Güney,Güneş Yeniden Doğuyor,Geceler,Benim Sevdam,Eski Zaman Anılarım, gibi daha bir çok albümle dinleyicisi ile buluştu
04-05-2008, 15:24
sarıkanarya_41
Hilmi Topaloğlu (1957 - 2003)Kimdir ?
Müzik yapımcısı Hilmi Topaloğlu, 1957 yılında Sakarya?nın Karasu Kızılcık Köyü'nde dünyaya geldi. Artvin Hopalı bir baba ve Trabzonlu annenin 11 kardeşinden biri olan Topaloğlu, fakir bir ailenin çocukluk geçirdi. İlkokula devam ederken pazarlarda çalıştı, simit sattı, boyacılık yaptı. Sakarya Meriç Lokantasında önce bulaşıkçılık sonra komilik ve garsonluk yaptı.
1981 yılında İstanbul?a gelen Hilmi Topaloğlu, ilk olarak gece kulübü ve barlarda komilik yaptı. Topaloğlu, daha sonra komilik ve garsonluk yaptığı bu yerlerde uzun yıllar işletmeci olarak görev yaptı. Türkiye?nin en büyük gazinolarında metro del olarak çalışan Hilmi Topaloğlu, müzik sektörüne 1992 yılında girdi. Kardeşi Mustafa Topaloğlu ve İstanbul?a ilk geldiğinden itibaren tanışıp arkadaş olduğu Burhan Aydemir?le birlikte Nokta Müzik firmasını kurdu. Bir müddet sonra Mustafa Topaloğlu firmadan ayrıldı. Hilmi Topaloğlu, Burhan Aydemir?le birlikte yoluna Prestij Müzik olarak devam etti. Daha sonra ise 1994 yılında, firmanın sanatçılarından Mahsun Kırmızıgül de firmanın üçüncü ortağı oldu.
Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Beyin Cerrahi Servisi'nde tedavi görürken durumu daha da kötüleşen Topaloğlu, 1 Eylül 2003'ün sabah saatlerinde vefat etti. Hilmi Topaloğlu, sabah saatlerinde vefat etti.
Müzik sektöründe ?Şöhret fabrikatörü? olarak da anılan Hilmi Topaloğlu evli ve üç erkek çocuk sahibi idi.
04-05-2008, 15:27
sarıkanarya_41
Yıldırım Gürses biyografisi
1939 yılında Bursa'da doğan Yıldırım Gürses, Bursa Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi İşletme Bölümü'nü bitirdi. Sanat hayatına 1951 yılında Bursa Ses Kralı seçilerek başladı. 1959'da da Üniversitelerarası Ses Kralı seçildi. 1961 yılında kendisi gibi ses sanatçısı olan Ayla Gürses'le evlendi. Bu evlilikten Bayazıt adını verdiği bir oğlu dünyaya geldi. 1965 yılında Hürriyet Gazetesi'nin düzenlediği Altın Mikrofon yarışmasını kazandı.1961 yılında Devlet Opera imtihanına girdi ve birinci oldu. Opera'da 7 - 8 ay çalıştıktan sonra ayrıldı.Gürses, 1965 yılında Hürriyet'in düzenlediği Altın Mikrofon Şarkı Yarışması'nı kazanarak, müzik dünyasına adımını atmıştı. 350'yi aşkın Türk Sanat Müziği bestesine imza atan ünlü sanatçı Yıldırım Gürses, 14 Mayıs 2001 tarihinde 61 yaşında kalp krizi sonucu öldü
11-05-2008, 13:45
sarıkanarya_41
Uğur Mumcu (1942 - 1993)
Aslen, Ankaralı olan Uğur Mumcu, 22 Ağustos 1942 yılında, babasının memuriyeti dolayısıyla Kırşehir'de, dört kardeşin üçüncüsü olarak doğdu. Annesi Nadire Hanım, babası, Tapu Kadastro memuru Hakkı Şinasi Bey'di. İlk ve orta okulları Ankara’da okuyan Mumcu çok aktif bir öğrenciydi. Bu hızlı yaşam Hukuk fakültesinde de devam etti. 1961 yılında baş1adığı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni 1965 yılında tamamladı. Bir süre avukatlık yaptı; yabancı dil öğrenmek için İngiltere'ye gitti. 1969-1972 yılları arasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde İdare Hukuku Profesörü Tahsin Bekir Balta'nın asistanı olarak çalıştı. Yazmaya, üniversite öğrenciliği yıllarında, Doğan Avcıoğlu'nun yönetimindeki Yön Dergisinde başlayan Uğur Mumcu, 12 Mart döneminde bir yazısında kullandığı "ordu uyanık olmalı" sözleriyle, "orduya hakaret etmek", "sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak" suçunu işlediği iddasıyla gözaltına alındı. Uğur Mumcu bu davadan dolayı 7 yıl hapse mahkum edildi. Fakat yargıtayca karar bozuldu ve serbest bırakıldı. Bu olaydan sonra, Mumcu askerliğini, 1972-74 yılları arasında Ağrı'nın Patnos ilçesinde, resmi tanımıyla "sakıncalı piyade eri" olarak tamamladı. Patnos'ta, ağır koşullar altında askerliğini yaparken, zaten uzun zamandan beri var olan ülseri yüzünden mide kanaması geçirdi. İlk yazıları 1962'den itibaren Yön, Türk Solu, Devrim, Ant, KIM v.b. dergilerde yer alan Mumcu'nun, 1968-69-70 yıllarında Akşam, Milliyet, Cumhuriyet gazetelerinde zaman zaman çeşitli konularda inceleme yazıları da yayımlandı. Köşe yazarlığına 1974 yılında haftalık Yeni Ortam dergisinde başladı. Daha sonra çalışmaya başladığı Anka Ajansında 1975 yılından itibaren Cumhuriyet'e de köşe yazıları yazdı. 1977 yılından sonra sadece Cumhuriyet için yazmaya başladı. gözlem başlıklı köşesinde 1991 yılının Kasım ayına kadar aralıksız olarak yazdı. 6 Kasım 1991'de İlhan Selçuk ve yaklaşık 80 Cumhuriyet çalışanı ile birlikte gazeteden ayrıldı. Bir süre işsiz kaldı. 1 Şubat - 3 Mayıs 1992 tarihleri arasında Milliyet Gazetesi'nde yazan Mumcu, Cumhuriyet Gazetesi'ndeki yönetim değişikliği üzerine 7 Mayıs 1992'de Cumhuriyet'e döndü. Gazetecilik hayatı başarılarla dolu olan Mumcu 24 Ocak 1993 yılında uğradığı bombalı saldırı sonucu öldü.
Çalışma hayatı
[değiştir]1969-1972 yılları arasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde İdare Hukuku Profesörü Tahsin Bekir Balta'nın asistanı olarak çalıştı. Asistanlığa başlayınca Ankara barosundan adını sildirerek avukatlığı bıraktı. Bu dönemde incelemelerini Milliyet’te yayımlamaya başladı. Ant Dergisi, Cumhuriyet Gazetesi, Devrim Dergisi’nde yazılarını yayımladı.
Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra bir süre Cemal Reşit Eyüpoğlu’nun yanında avukatlık yaptı. 18 Haziran 1965’te “Biz Anayasayı Savunuyoruz. Ya Siz?” başlıklı makalesiyle Doğan Avcıoğlu’nun yönetimindeki Yön Dergisi’nde yazmaya başladı. 1967’de Kim Dergisi’nde yazmaya ve Akşam Gazetesi’nde inecelemelerini yayınlamaya başladı. 1968’de yabancı dil öğrenmek için İngiltere'ye gitti, bir sure yazılarına oradan devam etti.
Askerlikten sonra üniversitedeki görevinden ayrıldı ve gazeteciliğe profesyonel olarak 1974’te Yeni Ortam gazetesinde başladı. Yeni Ortam’da, köşe yazarlığı yapan Uğur Mumcu, 1975’ten itibaren Cumhuriyet’te Gözlem başlıklı köşesinde düzenli olarak yazmaya başladı. Aynı zamanda Anka Ajansı'nda çalışmaktaydı. 1975’te Mart dönemini sergilediği makalelerinden oluşan Suçlular ve Güçlüler adlı kitabını yayımladı. Aynı yıl, Altan Öymen'le birlikte hazırladıkları, Süleyman Demirel'in yeğeni Yahya Demirel'in hayali mobilya ihracatını konu edinen, Mobilya Dosyası adlı kitabı yayımlandı.
1977 yılından sonra sadece Cumhuriyet için yazmaya başladı. Gözlem başlıklı köşesinde 1991 yılının Kasım ayına kadar aralıksız olarak yazdı.
1977’de Sakıncalı Piyade ve Bir Pulsuz Dilekçe kitapları yayımlandı. Ertesi yıl, Sakıncalı Piyade adlı yapıtını Rutkay Aziz ile birlikte tiyatroya uyarladı. Oyunu Ankara Sanat Tiyatrosu tam 700 kere sahneledi. 1978’de, ünlünün yaşam öykülerini, siyasal geçmişlerini, bir güldürü zenginliğiyle anlattığı kitabı Büyüklerimiz yayımlandı.
1981’de terörün silah kaçaklığıyla ilgisini ortaya koymak ve kamuoyunu bu konuda uyarmak..." için yazdığı Silah Kaçakçılığı ve Terör yayımlandı. Aynı yıl, Mehmet Ali Ağca’nın Papa’yı öldürme girişiminden sonra Ağca üzerine inceleme ve araştırmalarını yoğunlaştırdı
Ülkede terör olaylarının artması nedeniyle 1979 yılında 12 Mart dönemi öncesi ve sonrası gençlik liderlerinin yaşadıklarını kendi ağızlarından yansıttığı ve silahlı eylemlerle bir yere varılamayacağına dikkat çektiği kitabı Çıkmaz Sokak’ı yayımladı. 1982’de Ağca Dosyası, ardından Terörsüz Özgürlük adlı makale derlemesi yayımlandı. 1983 yılında Ağca ile cezaevinde röportaj yaptı. 1984 yılında Aziz Nesin öncülüğünde bir grup tarafından Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Başkanlığına sunulan ancak, Kenan Evren'in imzalayanları "vatan hainliği" ile suçlayarak dava açtığı Aydınlar dilekçesinin hazırlanmasına katıldı; 12 Eylül döneminde aydınlara yapılan işkenceyi anlatan Sakıncasız adlı oyunu yazdı; Papa-Mafya-Ağca kitabını yayımladı.
1987’de araştırmacı gazetecilik açısından büyük bir başarı kabul edilen Rabıta ve 12 Eylül adlı kitapları; 1991’de en önemli araştırmalarından biri olan Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925 yayımlandı.
1991 yılında İlhan Selçuk ve yaklaşık ****en Cumhuriyet çalışanı ile birlikte gazeteden ayrıldı. Bir süre işsiz kaldı. 1 Şubat - 3 Mayıs 1992 tarihleri arasında Milliyet Gazetesi'nde yazan Mumcu, Cumhuriyet Gazetesindeki yönetim değişikliği üzerine 7 Mayıs 1992'de Cumhuriyet'e döndü.
Gazetecilik hayatı başarılarla dolu olan Mumcu 24 Ocak 1993 tarihinde uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Ölmeden önce, polis-mafya-siyaset ağının derin boyutlarını araştırmaktaydı.
11-05-2008, 13:46
sarıkanarya_41
İbrahim Tatlıses 1 Ocak 1952 yılında Şanlıurfa'da doğdu. Sanatçının çocukluğu hep yokluklarla geçmişti. Sesinin güzel olması nedeni ile yöreye has 'Sıla Geceleri"nde hep büyüklerinin yanında türküler okumuştur. İbrahim Tatlıses'i yöredeki herkes güzel ve yanık sesi ile tanımıştır. Belirli bir zaman sonra ailesi ile birlikte İstanbul'a göç etmeye karar verir. İstanbul'a gelen Tatlıses ve Ailesi burada bulunan akrabalarını yanına yerleşir ve bir çok işlerde çalışır, leblebi satıcılığı, inşaat demirciliği ustalığı gibi. İbrahim Tatlıses bir zaman sonra hayatı boyunca örnek aldığı adam Yılmaz Güney gibi olmaya karar verir.
Yaklaşık otuz yıl önce inşaatlarda işçilik yapan karayağız bir gencin, hem müzik hem de iş dünyası anlamında tırnaklarıyla kazıya kazıya zirveye tırmanmasının hikayesi… Yedi çocuklu kalabalık ve fakir bir ailenin çocuğuydu. Çocuk yaşlarda çalışmaya başladı, yaşamın ağır yükünü omuzladı. İnşaatlarda soğuk demir ustalığı yaptı. Adanalı bir sinemacının, inşaatta türkü söyleyen bu muazzam sesi duymasıyla birlikte şöhret yolu açılmış oldu. Önce Adana'da ardından Ankara'da çeşitli gazinolarda sahne aldı. Sesinin güzelliğini dinleyenler vasıtasıyla şöhreti dilden dile yayıldı. Yetmişli yıllarin ortalarına doğru İstanbul'a geçerek orada sahne almaya başladı. Şansını denemek isteyen Tatlıses Ailesinin ve çevresinin yardımıyla ilk kasetini çıkarır. Bu albüm onu şöhrete ulaştıracak olan kapıları ardına kadar açmıştır. "Ayağında Kundura" ile müzik dünyasına bomba gibi düşer. 1977 yılında çıkardığı "Ayağında Kundura" adlı kırkbeşlik plakla tüm Türkiye'ye sesini duyurdu. Ardından "Sabuha", "Dom Dom Kurşunu", "Bir Mumdur" gibi türküleriyle Türkiye'nin gelecekteki müzik hayatında sarsılmaz bir yere sahip oldu. İbrahim Tatlıses çıkardığı kasetten sonra sinemayada el atar. Sanatçı yaptığı her işte başarılı olmanın sırrını öğrenmişti. Ve artık ne yapsa başarılı oluyordu. Halkın bitanecik İbo'su olmuştu. Her kaseti satış rekoru kırıyordu. Filimleri en çok izlenen filmler arasında yer alıyordu. ****enli yıllarda tüm Avrupa ve Ortadoğu ülkeleri onunla tanıştı. Yunanistan'dan Suudi Arabistan'a, Almanya'dan Afganistan'a çok geniş bir coğrafyada, milyonlarca hayran edindi. Kasetleri ve posterleri bazı ülkelerde milyonlarca satarken yurtiçinde ve yurtdışında sayısız ödülün sahibi oldu. ****enli yıllarda çıkardığı "Allah Allah", "Kara Zindan", "İnsanlar" ve "Fosforlu Cevriyem" gibi albümlerinin satışı milyonları aştı. 80'li yıllar İbrahim Tatlıses'in yılları olmuştu. Sanatçı 90'lı yıllarda olgunluk devrine girmiştir. Artık sarsılmayacak kale olmuştur. Türkülerden Arabesk'e geçmiştir.90'lı yıllar aynı zamanda Tatlıses için ticaretin başlamış olduğu yıllar olmuştu. Tatlıses Turizm, Tatlıses Lahmacunculuk, Tatlıses Otelleri gibi birçok şirket kuran sanatçı şarkıcılığından kalan zamanlarda bunlarla uğraşmayı tercih ediyordu. İbrahim Tatlıses, 1991 yılında müzik sektörünün kurumsallaşmasında ilk adımı atan Raks Müzik'le anlaştı. Ve ertesi yıl "Ah Keşkem" adlı albümüyle çıktı hayranlarının karşısına.
Uğur Bayar ve Mustafa Özhan ikilisinin müzik yönetmenliğini yaptığı albüm, söz ve müziği kendisine ait "Ah Keşkem"le çıkış yaptı. "İki Gözüm İki Çeşme" ve "Yar Diline" gibi popüler parçaların yanı sıra kendisine ait eserleri yorumladı. 1993 yılında çıkardığı albüm ise "Mega Aşk" adını taşıdı. Mustafa Özden'in yönetmenliğini ve aranjörlüğünü yaptığı albümde Selami Şahin'e ait "Seni Sevmediğim Yalan", "Akşamdan Akşama", "İçem Diyorum", "Bu Nasıl Güzel"; Yusuf Hayaloğlu'na ait "Dağlarda Kar Olsaydım"; Ali Gencebay'a ait "Çakmak Çakmağa Geldik"; Arif Sağ'a ait "Kötü Kader"; Hasan Kaplan'a ait "Yürüyorum Dikenlerin Üstünde"; Mehmet Arslan'a ait "Ben Ne İnsanlar Gördüm" ve kendisine ait "Mega Aşk", "Sen Sen", "Derya" adlı onüç parça yorumladı. 1994 tarihini taşiyan "Haydi Söyle" albümü Burhan Bayar, Arif Sağ, Özkan Turgay ve Zafer Dalgıç'tan oluşan uzman bir kadro eşliğinde hazırlandı. "Haydi Söyle", "Nankör Kedi", "Saza Niye Gelmedin", "Tombul Tombul" gibi parçalar büyük beğeni kazanırken, Tatlıses köklerini de unutmayarak "Maraş Maraş" adlı derlemesini seslendirdiği Kazancı Bedih'i de müzikseverlere tanıtmış oldu. İbrahim Tatlıses, adıyla birlikte anılan ve eski kırkbeşliklerde kalan ünlü parçalarını, 1995 yılında "Klasikleri" adını taşıyan albümde biraraya getirdi. Günümüz teknolojisinden yararlanılarak alt yapısı hazırlanan albümde, eski parçalarını yeniden seslendirerek hem yeni kuşağın eski Tatlıses'i tanımalarını hem de hayranlarının piyasada kaydı olmayan bu şarkıları arşivlerine katmalarını sağladı.
"Ben De İsterem" adını taşıyan 1996 tarihli albümüyle yeni bir satış rekoruna imza attı. Sendur Güzelel'in yönetmenliğini, Osman İşmen'in aranjörlüğünü yaptığı çalışmada yer alan "Fırat" türküsüyle uzun süre listelerde kaldı. "Allahım Neydi Günahım", "Yakamoz", "Yol Ver Dağlar" gibi popüler parçaları kendisine has üslubuyla yorumlayarak 1996 ve 1997 yılında sayısız ödülün sahibi oldu. Hızını kesmeyerek ertesi yıl "At Gitsin" albümünü piyasaya sürdü. Albüme adını veren parça başta olmak üzere tüm parçaları yine Türk halkının diline dolandı. Tatlıses, bu albümde pop müziğin ünlü isimlerine ait parçaları da seslendirdi. Kayahan'ın "Odalarda Işiksizım", Sezen Aksu'nun "Erkekler" ve Yıldız Tilbe'nin "Anam" adlı parçalarını yorumladı. "Bi Tanem", "Güneş Doğmuyor" ve "Ağlıyorum Kahrımdan" adlı parçalarını seslendirdiği yeni bir yeteneği, Cengiz İmren'i müzikseverlere tanıttı. İbrahim Tatlıses, ****enli ve doksanlı yıllar boyunca çevirdiği sinema filmleriyle de çok yönlü bir sanatçı olduğunu kanıtladı. Sinemanın baştan sona her alanında yeteneklerini sergiledi. Talk show programları hazırladı, çeşitli sanatçıların video klip yönetmenliğini yaptı. Tatlıses, bugün, yalnız sanatçı kişiliğiyle değil, yanında çalıştırdığı İkibin kişiyle ve hâlâ insanlara iş alanlari açan başarılı işadami kimliğiyle de Türkiye'nin sayılı isimleri arasinda yer alıyor. Yönetmen, oyuncu, senarist, söz yazarı, besteci ve yorumcu İbrahim Tatlıses'in sahip olduğu şirketler grubu; gıda, film, prodüksüyon, turizm, havacılık ve yayıncılık dallarında faaliyetlerini sürdürüyor.
Sanatçının Şanlıurfa'dan bulunan eşinden 1 erkek ve 2 kız, sinema sanatcısı Perihan Savaş'tan bir kız ve şu an hayatını paylaştığı Derya Tuna'dan ise 1 erkek çocuğuna sahiptir. Sanatçı hayatı boyunca inandığı şeyler uğruna savaş vermiş ven bunları başarmıştı. Bu kadar ünlü olmanın tek sebebi bu olsa gerek.
11-05-2008, 13:46
sarıkanarya_41
Mehmet Akif Ersoy (1873 - 1936)
Türk, şair. İstiklal Marşı'nı yazmış, günlük konuşma dilinin şiirle kaynaşmasını sağlayarak halkçı bir nazmın doğuşuna ön ayak olmuştur. İstanbul'da doğdu, 27 Aralık 1936'da aynı kentte öldü. Bir medrese hocası olan babası doğumuna ebced hesabıyla tarih düşerek ona "Rağıyf" adını vermiş, ancak bu yapma kelime anlaşılmadığı için çevresi onu "Âkif" diye çağırmıştır. Babası Arnavutluk'un Şuşise köyündendir, annesi ise aslen Buharalı'dır.
Mehmed Âkif ilköğrenimine Fatih'te Emir Buharî mahalle mektebinde başladı. Maarif Nezareti'ne bağlı iptidaîyi ve Fatih Merkez Rüştiyesi'ni bitirdi. Bunun yanı sıra Arapça ve İslami bilgiler alanında babası tarafından yetiştirildi. Rüştiye'de "hürriyetçi" öğretmenlerinden etkilendi. Fatih camii'nde İran edebiyatının klasik yapıtlarını okutan Esad Dede'nin derslerini izledi. Türkçe, Arapça, Farsça, veFransızca bilgisiyle dikkati çekti. Mekteb-i Mülkiye'nin idadi (lise) bölümünde okurken şiirle uğraştı. Edebiyat hocası İsmail Safa'nın izinden giderek yazdığı mesnevileri şair Hersekli Arif Hikmet Bey övgüyle karşıladı. Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine mezunlarına memuriyet verilen bir yüksek okul seçmek zorunda kaldı.
1889'da girdiği Mülkiye Baytar Mektebi'ni 1893'te birincilikle bitirdi. Ziraat Nezareti (Tarım Bakanlığı) emrinde geçen yirmi yıllık memuriyeti sırasında veteriner olarak dolaştığı Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da köylülerle yakın ilişkiler kurma olanağı buldu. İlk şiirlerini Resimli Gazete'de yayımladı. 1906'da Halkalı Ziraat Mektebi ve 1907'de Çiftçilik Makinist Mektebi'nde hocalık etti. 1908'de Dârülfünûn Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliğine tayin edildi. İlk şiirlerinin yayımlanmasını izleyen on yıl boyunca hiçbir şey yayımlamadı.
1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte Eşref Edip'in çıkardığı Sırat-ı Müstakim ve sonra Sebilürreşad dergilerinde sürekli yazılar yazmaya, şiirler ve çağdaş Mısırlı İslam yazarlarından çeviriler yayımlamaya başladı. 1913'te Mısır'a iki aylık bir gezi yaptı. Dönüşte Medine'ye uğradı. Bu gezilerde İslam ülkelerinin maddi donatım ve düşünce düzeyi bakımından Batı karşısındaki zayıflıkları konusundaki görüşleri pekişti. Aynı yılın sonlarında Umur-u Baytariye müdür muavini iken memuriyetten istifa etti. Bununla birlikte Halkalı Ziraat Mektebi'nde kitabet ve Darülfununda edebiyat dersleri vermeye devam etti. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiyse de cemiyetin bütün emirlerine değil, sadece olumlu bulduğu emirlerine uyacağına dair and içti. I. Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin gizli örgütü olan Teşkilât-ı Mahsusa tarafından Berlin'e gönderildi. Burada Almanlar'ın eline esir düşmüş Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı. Çanakkale Savaşı'nın akışını Berlin'e ulaşan haberlerden izledi. Batı uygarlığının gelişme düzeyi onu derinden etkiledi. Yine Teşkilât-ı Mahsusa'nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid'e ve savaşın son yılında profesör İsmail Hakkı İzmirli'yle birlikte Lübnan'a gitti. Dönüşünde yeni kurulan Dâr-ül -Hikmetül İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine getirildi. Savaş sonrasında Anadolu'da başlayan ulusal direniş hareketini desteklemek üzere Balıkesir'de etkili bir konuşma yaptı. Bunun üzerine 1920'de Dâr-ül Hikmet'deki görevinden alındı. İstanbul Hükümeti Anadolu'daki direnişçileri yasa dışı ilan edince Sebillürreşad dergisi Kastamonu'da yayımlanmaya başladı ve Mehmed Âkif bu vilayette halkın kurtuluş hareketine katkısını hızlandıran çalışmalarını sürdürdü. Nasrullah Camii'nde verdiği hutbelerden biri Diyarbakır'da çoğaltılarak bütün ül***e dağıtıldı.
Burdur mebusu sıfatıyla TBMM'ye seçildi. Meclis'in bir İstiklâl Marşı güftesi için açtığı yarışmaya katılan 724 şiirin hiçbiri beklenilen başarıya ulaşamayınca maarif vekilinin isteği üzerine 17 Şubat 1921'de yazdığı İstiklal Marşı, 12 Mart'ta birinci TBMM tarafından kabul edildi. Sakarya zaferinden sonra kışları Mısır'da geçiren Mehmed Âkif, laik bir Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması üzerine Mısır'da sürekli olarak yaşamaya karar verdi. 1926'dan başlayarak Camiü'l-Mısriyye'de Türk dili ve edebiyatı müderrisliği yaptı. Bu gönüllü sürgün yaşamı sırasında siroz hastalığına yakalandı ve hava değişimi için 1935'te Lübnan'a, 1936'da Antakya'ya birer gezi yaptı. Yurdunda ölmek isteği ile Türkiye'ye döndü ve İstanbul'da öldü.
Mehmed Âkif'in 1911'de 38 yaşında iken yayımladığı ilk kitabı Safahat bağımsız bir edebi kişiliğin ürünüdür. Bununla birlikte kitabın Tevfik Fikret'ten izler taşıdığı görülür. Fransız romantiklerinden Lamartine'i Fuzuli kadar, Alexandre Dumas fils'i Sâdi kadar sevdiğini belirten şair, bütün bu sanatçıların uğraşı alanlarına giren "manzum hikâye" biçimini kendisi için en geçerli yazı olarak seçmiştir. Ancak, sahip olduğu köklü edebiyat kaygusu onun yalınkat bir manzumeci değil, bilinçle işlenmiş ve gelişmeye açık bir şiir türünün öncüsü olmasını sağlamıştır. Mehmed Âkif'in düşünsel gelişiminde en belirleyici öğe onun çağdaş bir İslamcı oluşudur. Çağdaş İslamcılık, Batı burjuva uygarlığının temel değerlerinin İslam kaynaklarına uyarlı olarak yeniden gözden geçirilmesini, Batı'nın toplumsal ve düşünsel oluşumuyla özde bağdaşık, ama yerel özelliklerini koruyan güçlü bir toplum yapısına varmayı öngörür. Bu görüşe koşut olarak Mehmed Âkif'in şiir anlayışı Batılı, hatta o dönemde Batı'da bile örneklerine az rastlanacak ölçüde gerçekçidir. Kafiyenin geleneksel Osmanlı şiirinde bir bela olduğunu savunan, resim yapmanın yasak sayılmasının, somut konumların betimlenmesini aksattığı ve bu yüzden şiirin olumsuz etkiler altında kaldığı görüşünü ileri süren Mehmed Âkif, Fuzuli'nin Leylâ vü Mecnûn adlı yapıtının plansız olduğu için yeterince başarılı olamadığını dile getirecek ölçüde çağdaş yaklaşımlara eğilimlidir. Konuşma diline yaslandığı için kolayca yazılıvermiş izlenimi veren şiirleri biçime ilişkin titiz bir tutumun örnekleridir. Hem aruzdan doğan bağların üstesinden gelmiş, hem de şiirin bütününü kapsayan bir iç musiki düzenini gözetmiştir. Dilde arılaşmadan yana olan tutumunu her şiirinde biraz daha yalın bir söyleyişi benimseyerek somutlukla ortaya koymuştur. Mehmed Âkif geleneksel edebiyatın olduğu kadar, Batı kültürünün değerleriyle etkileşimi kabul eder, ancak Doğu'ya ya da Batı'ya öykülenmeye şiddetle karşı çıkar. Çünkü her edebiyatın doğduğu toprağa bağlı olmakla canlılık kazanabileceği ve belli bir işlevi yerine getirmedikçe değer taşımayacağı görüşündedir. Gerçekle uyum içinde olmayı herşeyin üstünde tutar. Altı yüzyıllık seçkinler edebiyatının halktan uzak düştüğü için bayağılaştığına inanır. İçinde yaşanılan toplumun özellikleri göz önüne alınmadan Batılı yeniliklere öykünmenin doğrudan doğruya edebiyata zarar vereceği, "edebsizliğin başladığı yerde edebiyatın biteceği" anlayışına bağlı kalarak "sanat sanat içindir" görüşüne karşı çıkmış, "libas hizmetini, gıda vazifesini" gören bir şiiri kurma çabasına girişmiştir. Bu yüzden toplumsal ve ideolojik konuları şiir ile ve şiir içinde tartışma ve sergileme yolunu seçmiştir. Bütün çıplaklığıyla gerçeği göstermekteki amacı okuyucusunu insanların sorunlarına yöneltmektir. Bu kaygıların sonucu olarak yoksul insanların gerçek çehreleriyle yer aldığı şiirler Türk edebiyatında ilk kez Mehmed Âkif tarafından yazılmıştır. Mehmed Âkif şiirinin yaşadığı dönemde ve sonrasında önemini sağlayan gerçekçi tutumudur. Bu şiirde düş gücünün parıltısı yerini gözle görülür, elle tutulur bir yapıya bırakmıştır. Şairin nazım diline bu dilin özgül niteliğini bozmaksızın elverişli olduğu gelişmeyi kazandırması, aruz veznini yumuşatmayı, başarmasıyla mümkün olmuştur. Bu aynı zamanda Türkçe'nin şiir söylemedeki olanaklarının ne ölçüde geniş olduğunu göstermesi demektir. Söz konusu dönemde her şairin dili kişisel bir dil kurma adına dar bir vadiye sıkışmak zorunda kalmıştı. Mehmed Âkif dilin toplumsal kimliğini öne çıkarmış, üslupta öz günlük ve kişiselliğe ulaşmıştır. Yenilikçi bir şair olarak, yaşadığı dönemde görülen ölçüsüz yenilik eğiliminin bozucu etkilerine, ölçüsü işleviyle bağlantılı bir şiir kurmak suretiyle sınır çekmeye çalışmıştır.
11-05-2008, 13:47
sarıkanarya_41
Yunus Emre (1238 - 1328)
Türk halk şairlerinin tartışmasız öncüsü olan ve Türk'ün İslam'a bakışını Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Yunus Emre, sevgiyi felsefe haline getirmiş örnek bir insandır. Yaklaşık 700 yıldır Türk milleti tarafından dilden dile aktarılmış, türkü ve ilahilere söz olmuş, yer yer atasözü misali dilden dile dolaşmış mısralarıyla Yunus Emre, Türk kültür ve medeniyetinin oluşumuna büyük katkılar sağlamış bir gönül adamıdır. Bazı kaynaklarda Anadolu'ya gelen Türk boylarından birine bağlı olup, 1238 dolaylarında doğduğu rivayet edilirse de bu kesin değildir; tıpkı 1320 dolaylarında Eskişehir'de öldüğü yolundaki rivayetlerde olduğu gibi. Batı Anadolu'nun birkaç yöresinde "Yunus Emre" adını taşıyan ve onunla ilgili görüldüğünden "makam" adı verilen yer vardır. Bir garip öldü diyeler Üç gün sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar Şöyle garip bencileyin diyen Yunus, belki de doğduğu ve yaşadığı topraklardan çok uzaklarda bu dünyadan göçüp gittiğini anlatmak istemektedir. Türkiye'nin pek çok yerinde Yunus Emre'nin mezarı olduğu iddia edilen pek çok mezar ve türbe vardır. Bunlardan başlıcaları şöyle sıralanabilir: Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy; Karaman'da Yunus Emre Camii avlusu; Bursa; Kula ile Salihli arasında Emre Sultan köyü; Erzurum, Duzcu köyü; Isparta'nın Keçiborlu ilçesi civarı; Aksaray; Afyon'un Sandıklı ilçesi; Ordu'nun Ünye ilçesi; Sivas yakınında bir yol üstü. Görüldüğü gibi sayı ve iddia hayli kabarıktır. Bazı belgeler, Yunus Emre'nin asıl mezarının Karaman veya Sarıköy'de olduğuna işaret etmektedir. Nitekim, 1970'li yılların başında Sarıköy'deki mezarın Yunus'a ait olduğuna kesin gözüyle bakılarak bu köye Yunus Emre adı verildi ve oradaki bir bahçe içine anıt dikildi. 1980'li yıllarda ise, 1350'de yapılmış olan Karaman'daki Yunus Emre Camii'nin yanındaki mezarın onun gerçek mezarı olduğu iddia edildi. Aslında bu durum, Yunus Emre'nin Türkler tarafından ne kadar sevildiği ve benimsendiğinin çarpıcı bir örneğidir. Gerçekten de halktan biri olan Yunus Emre, halkın değer, duygu ve düşüncelerini dile getirişi itibariyle tarihimizin en halkla barışık aydınlarından biri olma özelliğine sahiptir. Türk tasavvufunun dilde ve şiirde kurucusu olan Yunus Emre'nin şiirlerinde ahlak, hikmet, din, aşk gibi konuların hemen hepsi tasavvuftan çıkar ve tasavvuf görüşü çerçevesinde bir yere oturtulur. Mısralarında didaktik ahlak telkinlerinde bulunan Yunus Emre, "gönül kırmamak" konusuna ayrı bir önem verir ve "üstün bir değer" olarak şiirlerinde bu konuyu özenle işler. Bu arada Yunus Emre'yi öne çıkaran bir başka önemli özelliği de, şiirlerinde işlediği konuları ve telkinleri bizzat kendi hayatında uygulamasıdır. "Din tamam olunca doğar muhabbet" diyen Yunus, İslam'ın sabır, kanaat, hoşgörürlük, cömertlik, iyilik, fazilet değerlerini benimsemeyi telkin eder. Yunus'un sanat anlayışı, dini ve milli değerleri bağdaştırdığı mısralarında kendini gösterir; millileşen tasavvufa, Türkçe'nin en güzel ve en güçlü özelliklerini kullanarak tercüman olur. Gerçekten de 11,12 ve 13. asırlarda Türkistan ve Anadolu Türkleri arasında çok yayılan tasavvufun Türk şairleri arasında iki büyük sözcüsü vardır: Türkistan'da Ahmet Yesevi, Anadolu'da Yunus Emre... Yunus Emre'nin tasavvuf anlayışında dervişlik olgunluktur, aşktır; Allah katında kabul görmektir; nefsini yenmek, iradeyi eritmektir; kavgaya, nifaka, gösterişe, hamlığa, riyaya, düşmanlığa, şekilciliğe karşı çıkmaktır. Yunus Emre aynı zamanda bütün insanlığa hitap eden büyük şairlerdendir. Bu anlamda Mevlana'nın bir benzeridir. O'nun Mevlana kadar çok tanınmayışı ise, bir yandan kullandığı dil olan Türkçe'nin Batı'da Farsça kadar bilinmemesi, öte yandan da Türk aydınlarının O'nu ihmal etmesindendir. Yunus'taki insanlık sevgisi, neredeyse kendisiyle özdeşleşmiş "sevgi felsefesi"nin bir parçası ve hatta sonucudur. Nitekim Yunus'un insan sevgisini ilahi sevgi ile nasıl bağdaştırdığını gösteren en çarpıcı mısralarından birisi "Yaradılanı hoş gör / Yaradan'dan ötürü"dür. Yunus Emre'ye göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki, sınıf farkı gözetilmeksizin sevilmeyi hak etmektedirler. Madem ki insanoğlu ruh yönüyle Allah'tan gelmektedir; öyleyse insanlar hiçbir şekilde birbirlerinden bu anlamda ayrılamazlar. Yaşadığı çağın gerçekleri göz önünde bulundurulduğunda Yunus'un bir başka önemli tarafı ortaya çıkar: Yunus Emre, hükümetsizlik içinde çalkalanan ve Moğol istilaları ile mahvolan Anadolu topraklarında ortaya çıkan sapık batınî cereyanların hiçbirine kapılmadığı gibi, bu akımların Türklerin bütünlüğüne zarar vermesi tehlikesi karşısında da engelleyici bir rol üstlenmiştir. Bu bakımdan bakıldığında Yunus Emre, hem Türk şiirinin kurucusu, hem de milli birliğin önemli tutkallarından biridir. Yunus Emre, kelimenin tam anlamıyla "milli bir sanatçı"dır. Tıpkı, Nasrettin Hoca, Köroğlu, Dadaloğlu veya Karacaoğlan gibi... Yunus Emre'nin şiirlerinde en fazla işlenmiş temalar; İlahi aşk, Din, Ahlak, Gurbet, Tabiat, Ölüm ve faniliktir.
11-05-2008, 13:48
sarıkanarya_41
Mevlana Muhammed Celaleddin-i Rumi (1207 - 1273)
Mevlana'nın asıl adı Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasına gelen Mevlana ismi, ona, daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya basladığı tarihlerde verilir. Bu isim sems-i Tebrizi ve Sultan Veled'den itibaren Mevlana'yı sevenlerce kullanılmış; Adeta adı yerine sembol olmuştur.
Rumi, Anadolu demektir.
Mevlana'nın, Rumi diye tanınması, geçmiş yüzyillarda Diyari Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kismının orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasındandır.
Mevlana'nın doğum yeri, bugünkü Afganistan'da bulunan, eski büyük Türk kültür beldesi Belh'tir.
Mevlana'nın Doğum tarihi ise (6 Rebiu'l Evvel, 604) 30 Eylül 1207'dır. Bazı araştırmacıların tespitine göre, O'nun doğum tarihi 1182'dir.
Asil bir aileye mensup olan Mevlana'nın annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi, Harezmsahlar (1157 Dogu Türk Hakanlığı) hanedanından Türk prensesi, Melike-i Cihan Emetullah Sultan'dır.
Babası, Sultanü'l-Ulema (Alimlerin Sultani) ünvanı ile tanınmış, Muhammed Bahaeddin Veled; büyükbabasi, Ahmet Hatibi oglu Hüseyin Hatibi'dir. Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmış Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrılmıştır.
Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuş burada tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmışlardır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etmiştir. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) gelip Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleşmişlerdir.
1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kalmışlardır. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlenmiş bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu olmuştur. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yapmıştır. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.
Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin ***kubâd idi. Alâeddin ***kubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet edip ve Konya'ya yerleşmesini istemiştir.
Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.
Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etmiştir. Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçilmiştir. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolunmuştur.
Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplanmış Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak görmüşlerdir. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar vermeye başlamıştır.
Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaşmıştır. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştür. Ancak beraberlikleri uzun sürmemiş Şems aniden ölmüştür.
Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü vefat etmiştir.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.
MEVLÂNA'NIN ESERLERİ
MESNEVİ
Mesnevî, klâsik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Sözlük anlamıyla "İkişer, ikişerlik" demektir. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım şekillerine Mesnevî adı verilmiştir.
Her beytin aynı vezinde fakat ayrı ayrı kafiyeli olması nedeniyle Mesnevî'de büyük bir yazma kolaylığı vardır. Bu nedenle uzun sürecek konular veya hikâyeler şiir yoluyla söylenilecekse, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevî tarzı seçilir. Bu suretle şiir, beyit beyit sürüp gider.
Mesnevî her ne kadar klâsik doğu'şiirinin bir şiir tarzı ise de "Mesnevî" denildiği zaman akla "Mevlâna'nın Mesnevî'si"gelir. Mevlâna Mesnevî'yi Çelebi Hüsameddin'in isteği üzerine yazmıştır. Kâtibi Hüsameddin Çelebi'nin söylediğine göre Mevlanâ, Mesnevî beyitlerini Meram'da gezerken,otururken, yürürken hatta semâ ederken söylermiş, Çelebi Hüsameddin de yazarmış.
Mesnevî'nin dili Farsça'dır. Halen Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunan en eski Mesnevî nüshasına göre, beyit sayısı 25618 dir.
Mesnevî'nin vezni : Fâ i lâ tün- Fâ i lâ tün - Fâ i lün'dür
Mevlâna 6 büyük cilt olan Mesnevî'sinde, tasavvufî fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır.
DİVAN-I KEBİR
Dîvân, şairlerin şiirlerini topladıkları deftere denir. Dîvân-ı Kebîr "Büyük Defter" veya "Büyük Dîvân" manasına gelir. Mevlâna'nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır. Dîvân-ı Kebîr'in dili de Farsça olmakla beraber, Dîvân-ı Kebîr içinde az sayıda Arapça, Türkçe ve Rumca şiir de yar almaktadır. Dîvân-ı Kebîr 21 küçük dîvân (Bahir) ile Rubâî Dîvânı'nın bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Dîvân-ı Kebîr'in beyit adedi 40.000 i aşmaktadır. Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr'deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu dîvâna, Dîvân-ı Şems de denilmektedir. Dîvânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir.
MEKTUBAT
Mevlâna'nın başta Selçuklu Hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerin.e nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen diıü ve ilmi konularda ise açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur. Mevlâna bu mektuplarında, edebî mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır. Mektuplarında "kulunuz, bendeniz" gibi kelimelere hiç yer vermemiştir. Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa o sözlerle ve o vasıflârla hitap etmiştir.
Fİ Hİ MA Fİ H
Fîhi Mâ Fih "Onun içindeki içindedir" manasına gelmektedir.. Bu eser Mevlâna'nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana gelmiştir. 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser aynı zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir. Eserde cennet ve cehennem, dünya ve âhiret, mürşit ve mürîd, aşk ve semâ gibi konular işlenmiştir.
MECÂLİS-İ SEB'A
(Yedi Meclis) Mecâlis-i Seb'a, adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna'nın yedi meclisi'nin, yedi vaazı'nın not edilmesinden meydana gelmiştir. Mevlâna'nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş, ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlemesi yapıldıktan sonra Mevlâna'nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği Hadis'lerin konuları bakımından tasnifi şöyledir :
1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı.
2. Suçtan kurtuluş. Akıl yolu ile gafletten uyanış.
3. İnanç'daki kudret.
4. Tövbe edip doğru yolu bulanlar Allah'ın sevgili kulları olurlar.
5. Bilginin değeri.
6. Gaflete dalış.
7. Aklın önemi.
Bu yedi meclis'de, asıl şerh edilen hadislerle beraber, 41 Hadis daha geçmektedir. Mevlâna tarafından seçilen her Hadis içtimaidir. Mevlâna yedi meclisinde her bölüme "Hamd ü sena" ve "Münacaat" ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufî görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevî'nin yazılışında da aynen kullanılmıştır.