Sağlıklı olmak, insan mutluluğunun öncelik taşıyan bir öğesidir. Sağlık genelliklekendiliğinden var olan bir durum olarak algılanır. Oysa sağlıklı olma uğrunda çaba gösterilmesi gerekir. Hatta bugünkü bilgilerimiz bize bu uğraşın daha doğum öncesi dönemde başlaması gerektiğini göstermektedir. Doğal olarak bu aşamada yapılması gerekenler, anne ve babalara düşmektedir. Olaya nesillerin sağlığı olarak bakıldığında, sağlığın ve sağlıksızlığın nesiller boyunca aktarılabileceği görülür. Anne ve babalar genetik özelliklerinin yanı sıra kendi sağlıklarına gösterdikleri özenle bebeklerine sağlık aktarabileceklerini bilmelidirler. Sağlıklı bir yaşam için alınması gereken önlemlerin pek çoğu günlük yaşamımızda uygulamamız gereken küçük ve kolay çabalardan oluşur. Nerede olursa olsun günlük yaşamı düzenleyen bazı temel kuralların bilinerek uygulanması, sağlığın korunmasını ve diğer bireylerle paylaştığımız yaşamı kolaylaştırır. Bu kurallardan en önemli bazıları temizlik, sağlıklı beslenme, bedensel ve zihinsel çalışma, düzenli yaşam, sigara, alkol, uyarıcı ve uyuşturucu maddelerden uzak durma, kazalardan korunma, sorunlarla başa çıkmada doğru ve uygun yöntemler kullanmadır. Çoğunlukla günlük çabalarda hedefin mutluluk olduğu varsayılır. Oysa altta yatan asıl neden güvenlik duygusudur. Çünkü hayatta kalmayı sağlayan en ilkel dürtü korkudur ve güvenlik duygusu korkunun yatıştırılmasıyla ortaya çıkar. Kendimizi güvende hissedebilmemizin ilk koşulu ise bilmektir. Ancak bildiğimiz şeyi, bildiğimiz kadarı ile kontrol edebiliriz. İkinci basamaksa bilginin eyleme dökülmesidir. Bilgimizi davranışımıza yansıtamıyorsak bu bilgi bizim için huzursuzluk kaynağı olmaktan öteye geçemez. Bir sonraki aşama ise paylaşarak çoğaltma, yandaş oluşturmadır. Bunun için bilgimize dayanan doğru bulduğumuz davranışı kurallaştırmaya çalışırız. Toplum içindeki pek çok kural bu yolla oluşmuştur. Zaman içinde altta yatan bilgi evrimleştikçe kurallar da değişecektir. Bugün sağlıklı yaşam için bilinmesi gereken başlıca kurallar şunlardır:
04-05-2008, 17:43
sarıkanarya_41
A- HİJYEN NEDİR, NE ÖNEMİ VARDIR?
Sağlığa zarar verecek ortamlardan korunmak için yapılacak uygulamalar ve alınan temizlik önlemlerinin tümü hijyen olarak tanımlanır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Her insan kendi temizliğinden sorumludur. Çocuk yaşlarda anne, baba veya öğretmenler tarafından çoğu zaman bizzat yapılarak öğretilen temizlik uygulamalarının, çocukluktan sonra bireyin kendisi tarafından yapılması gerekmektedir. Örneğin; tuvaletten sonra ve yiyeceklere dokunmadan önce ellerin yıkanması bir alışkanlık olmalıdır. Her gün yapılan işler arasında banyo yapma bir başka temizlik uygulamasıdır. Temizliğin sadece görünür kirlenme olduğunda yapılması yeterli değildir. Örneğin; uykudan uyanınca yüzün yıkanması, çamaşırların değiştirilmesi, gündelik temizlik uygulamalarıdır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Su ve sabun olmadan temizlikten bahsetmek olası değildir. Gelişmiş toplumlarda kişisel temizlikte en fazla kullanılan malzemelerin başında su ve sabun gelmektedir. Bunun yanı sıra banyo süngerleri, lifleri, diş fırçaları, el ve ayak temizliği ile vücut temizliğinde kullanılan fırçalar, tırnak makası ilk akla gelen temizlik araçlarıdır. Bunların tümü başkalarıyla paylaşılmaması gereken, kişisel temizlik araçlarıdır. Başta kişinin kendi sağlığı olmak üzere, başkalarının da sağlığını korumanın en önemli aracı temizliktir. Sadece beden temizliği değil, kullanılan her şeyi ve her ortamı temiz tutmak da temiz olmanın gereğidir.
04-05-2008, 17:43
sarıkanarya_41
B- CİLT TEMİZLİĞİ
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Vücuda ait kişisel temizlik ile pek çok hastalığın önüne geçilmektedir. Birkaç örnek vermek gerekirse; ishalli hastalıklar, soğuk algınlıkları, cildin mikrobik hastalıkları, cildin mantar, uyuz ve bitlenme gibi parazitlerle oluşan hastalıkları ve bazı allerjik hastalıklar sayılabilir. Uygun vücut temizliği bir çok deri sorununu ve hastalığını önleyici ve ortadan kaldırıcı bir önlemdir.
Kişisel temizlik alışkanlıklarının önlediği diğer bir sorun vücut kokusudur. Vücut kokusu vücut yüzeyinde bulunan mikropların (bakterilerin) teri parçalamasına bağlı olarak meydana gelmektedir. Koku meydana getiren vücut bölgeleri öncelikle ayaklar, kıl köklerinin yoğun olduğu kasık ve koltuk altlarıdır. Her gün banyo yapılamadığı durumlarda koltuk altı önce sabunlu bir bezle, sonra su ile iyice silinmeli ve temizlenmelidir. Deri üzerine daha sonra bir deodorant veya ter önleyici uygulanabilir. Deodorantlar kokuyu sadece maskelerler. Bu nedenle temizlik aracı olarak değil, geçici bir uygulama olarak değerlendirilmelidirler. Giysilere sinen ter kokusu, beden temizliği yapılsa bile, aynı giysinin temizlenmeden tekrar kullanılması halinde kalıcı olur. Özellikle sık yıkanmayan kalın kazaklar kullanılırken bu nedenle özen gösterilmelidir. Vücudun terleme oranının artması kokunun da artması anlamına gelecektir. Ancak insan bir süre sonra kendi kokusuna duyarsızlaşır. Yoğun bedensel çalışma vücuttan çıkan ter miktarının artmasına neden olmaktadır. Bedensel etkinliği fazla olmadığı halde, bazı bireylerin ter bezi salgısı fazla olabilir. Bu durum ergenlik ve menapoz durumlarında özellikle ortaya çıkabilir.
04-05-2008, 17:44
sarıkanarya_41
C- SAÇ TEMİZLİĞİ VE BAKIMI
Saçlar da baş derisinde bulunan kıl köklerinden uzayarak büyüyen kıllardır. Kıl köklerindeki bezlerden salgılanan maddeler yağlı yapıdadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Sağlıklı saçlara sahip olmak için düzenli biçimde yıkanmak gerekmektedir. Saçların fırçalanması dökülen saçlar, kir ve tozları uzaklaştırıcı işlev görmektedir. Normal bir saçın haftada en az bir ya da iki kez yıkanması gerekmektedir. Yağlı saçlar ise daha sık yıkanmalıdır. Saçlar temiz su ile iyice durulandıktan sonra kurutulmadan önce nazik bir biçimde taranmalıdır. Saçların kurulanmasında yumuşak bir havlu kullanılmalıdır. Kurulama işlemi de yumuşak olmalıdır. Eğer sert bir havlu kullanılır ya da çok şiddetli ovulursa saçların uçları çatallanabilir. Saçlar elektrikli kurutucularla kurutulabilir. Ancak kurutucunun saça çok yakın tutulmaması gerekmektedir. Bu durumda saçlı deri ve saçlar fazla sıcaktan olumsuz etkilenebilirler. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Saçların yıkanması için kullanılan sabunların ve şampuanların esasını kolay çözünebilir özellikteki yağ eritici bir madde oluşturur. Şampuanlara ayrıca koku, renk ve yoğunlaştırıcı maddeler eklenir. Bu ek maddeler saçlı deride tahrişe yol açabilirler. Piyasada bulunan şampuanlarda kullanılan bazı maddeler allerjik reaksiyonlara neden olabilir. Bu nedenle şampuan seçiminde, niteliği bilinmeyen maddelerden kaçınılmalıdır. Saç diplerinde kepek varsa, sık sık çok sıcak olmayan su ve sabunla yıkamak yararlı olabilir. Saçlar bol su ile iyice durulandıktan sonra da kepeklenme önlenemiyorsa bir sağlık kuruluşuna danışılmalıdır. Hekim önerisi dışında saçlar için yararlı olduğu ileri sürülen maddeler güvenli olmayabilirler. Saç temizliğinde kişisel olarak kullanılan fırça ve taraklar sık aralıklarla sıcak sabunlu su ile yıkanmalı ve durulanmalıdır. Sağlık yararı dışında saçların temizlik ve düzeni, insanlar arasındaki ilişkilerde ve kendini iyi hissetmede etkisi olan olumlu dış görünüş açısından da önemlidir.
04-05-2008, 17:44
sarıkanarya_41
D- YÜZ, GÖZ VE KULAK TEMİZLİĞİ Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Her sabah yataktan kalkıldığında su ile yüzün yıkanması gerekmektedir. Gece uykudan önce, yüzün sabunla yıkanarak temizlenmesi yüz derisi üzerindeki günün kirini arındırır. Cildin doğal kimyasal yapısına uygun sabunlar yüz temizliği için tercih edilmelidir.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Çoğu zaman görme keskinliğinin kaybedildiği farkedilmeyebilir. Bu nedenle düzenli aralıklarla göz muayenesi yaptırılmalıdır. Görme bozukluğu olanların gözlük yerine kontakt lens kullanması oldukça yaygındır. Bazı kişiler sadece göz rengini değiştirmek için estetik amaçlı kontakt lens kullanırlar. Kontakt lens kullanımında temizlik çok büyük önem taşımaktadır. Bu temizliğe ilk gün nasıl uyuluyorsa kontakt lens kullanıldığı sürece de aynı titizlikle uyulması gerekmektedir.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bazen güzelliği daha belirgin hale getirmek için başta göz çevresi ve kirpikler olmak üzere makyaj amacıyla yüze sürülen çeşitli maddeler kullanmaktadır. Öncelikle bu maddelerin kaliteli olması çok önemlidir. Buna rağmen göz çevresinde ve yüzde mikrobik ya da allerjik sorunlarla karşılaşılabilir. Makyaj yapılıyorsa her akşam yatmadan önce muhakkak göz çevresinde ve yüzde kullanılan makyaj artıkları uygun krem ve solüsyonlar kullanılarak ya da su ve sabunla temizlenmelidir. Makyaj temizliğinde kullanılan malzemelerin niteliği de en az makyaj malzemeleri kadar önemlidir. Bu tür malzemeler yeterince kaliteli olmadığında cildin yıpranmasına, sivilce ve siyah noktaların oluşmasına hatta lekelenmelere yol açabilir. Kulak temizliğinde kulak arkasının temizliği unutulmamalıdır. Kulak içine herhangi bir cisim sokulmamalıdır. Dış kulak yolunun zedelenmesi tehlikeli iltihaplanmalara neden olabilir. Kulağa küpe takarken bunun kulakta allerji yapabileceği bilinmelidir. Bu nedenle kullanılacak küpelerin allerji yapma özelliği çok az olan altın ya da gümüşten yapılanları tercih edilmelidir. Klipsi olmayan küpe kullananlar kulak memesinde delik açtırmaktadırlar. Bu deliği açarken kullanılan delici aracın ve peşi sıra takılan ip ya da halkanın mutlaka mikropsuz olması gerekir. Aksi takdirde kulak memesinde çok tehlikeli durumlara yol açabilecek iltihaplanmalar görülebilir. Ayrıca kulak memesine delik açılırken tek kullanımlık aletler kullanılmadığı taktirde bugün için çok yaygın hale gelmiş kan yolu ile bulaşabilen sarılık (hepatit B), AIDS (HIV) gibi, mikropların yol açtığı hastalıklara yakalanma tehlikesi vardır. Doğal olarak bu riskler kulak gibi vücudun başka yerlerine de takılan cildi delici takıların ve işlemlerin (dövme gibi) tümü için geçerlidir.
04-05-2008, 17:52
sarıkanarya_41
E- AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Diş ve diş eti hastalıkları ülkemizde ve dünyada en önemli sağlık sorunları arasındadır. Ancak hayatı doğrudan tehdit etmediği için gereken önem verilmemektedir. Ağız sindirim kanalının girişidir. Ağızdaki olumsuzluklar diş sağlığının bozulmasına, sindirimin olumsuz etkilenmesine yol açar. Ağızla aldığımız yiyecekler çiğnenip, tükürükle karıştırılarak yutulmaya ve sindirime hazır hale getirilirler. Ağız aynı zamanda konuşmaya yardım eder. Tat alma organı olan dilin; çiğneme, yutma, konuşma gibi çok önemli yan görevleri de bulunmaktadır. Dişlerin besinlerin parçalanması, öğütülmesi görevlerinin yanı sıra konuşmada ve görünümümüzde önemli etkileri vardır. Dişleri eksilmiş kişilerin bazı sesleri çıkarabilmeleri zorlaşır, çiğnemede ve/veya ısırmada da zorluk olur. Dişlerin gelişim süreci içerisinde ilk çıkan süt dişleri, daha sonra yerlerini kalıcı dişlere bırakır. Ağız ve diş sağlığında en önemli iki hastalık diş çürükleri ve diş eti iltihaplanmalarıdır. Diş eti hastalıkları kimi zaman diş yuvasının bulunduğu çene kemiğinin erimesine kadar ilerleyen bir etki yapabilir. Diş sağlığının bozulması vücuttaki diğer organları da etkileyebilir. Dişler neredeyse bütün sistemleri olumsuz etkileyen sürekli enfeksiyon odağı haline gelebilir ve kalp, böbrek, eklemler vb. yapılarda önemli sağlık sorunlarına yol açabilen enfeksiyonlara kaynaklık edebilir. Ağızda ve dişlerde yapısal ve işlevsel herhangi bir bozukluğun olmaması, ağız ve dişlerin görevlerini tam olarak yapabilmeleri durumu “ağız ve diş sağlığı”nın varlığını gösterir. 1. Diş Çürümesi
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Diş çürüklerinin oluşmasında üç temel etmen bulunmaktadır: Duyarlı bir diş yüzeyi, mikroorganizmalar için elverişli yiyecek artıkları, bunların parçalanmasına ve asit oluşumuna yol açacak mikroorganizmaların varlığı. Besinler içinde diş çürümesine en çok neden olanlar karbonhidratlar, yani kabaca, şekerli gıdalardır. Dişler düzenli olarak fırçalanır ve bakımlarına özen gösterilirse, mikroplar onlara zarar veremezler. Diş çürüğü, dişte oyuklar yaparak dişin yapısını bozan ve kendi kendine iyileşmeyen bir hastalıktır. Dişler iyi temizlenmeyecek olursa, üzerinde besin artıkları ve mikroplar birikir. Ağız içerisindeki bakteriler yiyecek artıklarındaki şekerli maddeleri kullanarak onu saydam, yapışkan bir madde haline getirir ve dişler üzerine yapışmasını sağlar. Bu birikintilere plak denir. Bu plaklar bakterilerin diş üzerinde tutunmalarını da kolaylaştırırlar. Besinlerin tatlandırılması için kullanılan şekerli maddelerin içinde bulunan asit, dişlere zarar verebilir, ancak bakterilerin kendileri de asit oluşturabilmektedir. Asit diş minesinin erimesine neden olur. Böylece oluşan erime bölgelerinden giren mikroplar kolayca alttaki yumuşak dokuya ulaşabilirler. Asitler dişin koruyucu tabakası olan diş minesi üzerinde küçük delikçikler oluşturur. Bu delikler giderek genişler ve küçük oyuklar haline gelir. Diş minesinin erimesinden sonra çürük hızla ilerler, alttaki tabakada geniş ve derin bir oyuk meydana getirir. Diş çürüğü diş özüne doğru ilerledikçe dişler ağrımaya başlar. Çürük daha da ilerlerse diş özü bölgesinde ve çene kemiği içerisinde cerahat oluşmaya ve birikmeye başlar. Buna diş apsesi denir. Eğer diş hekimi tarafından daha başlangıcında tedavi edilmeyecek olursa çürük diş için daha zor, karmaşık ve pahalı tedaviler gerekebilir. Diş plağı, diş etlerinin önemli hastalık nedenlerinden biridir. Yemeklerden sonra dişlerin fırçalanması ve diş ipi kullanarak yemek artıklarının çıkarılması dişlerin çürümesini, diş eti hastalıklarının oluşumunu ve ilerlemesini önler. Dişlerin ağrımaması sağlıklı olduğu anlamına gelmez. Diş ağrısının olması için diş çürüğünün çok ilerlemiş olması gerekir. Diş çürüklerinin tedavi edilebilir dönemde belirlenmesi için ağrı oluşmasını beklemeden senede en az iki kez diş hekimine giderek dişlerin muayene ettirilmesi gerekir. Diş hekimleri gerektiğinde dişlerin filmini çekerek gözle görünmeyen diş oyuklarını da belirleyebilirler. Diş çürüklerinin erken dönemde tanınması dişlerin kaybedilmesini engelleyebilir veya en azından geciktirebilir. Bu hem sağlık açısından, hem de sosyal ve ekonomik açıdan önemli katkılar sağlar. Ağza takma diş takılmasına olan ihtiyacı azaltır. Hiçbir şey kendi doğal dişlerimizin yerini tutamaz. Kalıcı dişlerin erken dökülmesi beslenme sorunlarına neden olur. Doğal dişlerin uzun süre dayanmasında ağız ve diş bakımının önemi çok büyüktür. Diş sağlığı açısından sularla aldığımız flor da çok önemlidir. Sularında flor eksikliği olan yerleşim yerlerinde diş çürüklerinin oranı çok artar. Bu nedenle florla ilgili olarak sağlık kuruluşlarının önerilerine uyulmalıdır. 2. Diş Eti Hastalıkları Dişin diş eti dışında görünen bölümü diş minesi denilen sert bir tabaka ile kaplanmıştır. Bunun altında daha yumuşak bir yapı vardır. En içte ise diş özü vardır. Burada bol miktarda damar ve sinir bulunur. Diş gövdesi diş etine ve onun altındaki kemiğe girdiği bölümde daralır. Bu bölüme dişin boyun bölümü denir. Çene kemiği içinde kalan bölümüne ise dişin kök bölümü adı verilir. Diş kökü diş yuvasında çene kemiğine özel doku uzantıları ile sıkıca bağlanmıştır. Diş eti hastalıkları, diş çürükleri ağız kokusuna neden olabilir. Ağız kokusu olduğunda nedeni araştırılmalıdır.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Diş eti hastalıkları en önemli diş sağlığı sorunları arasındadır. Ağız hijyeninin bozukluğu ile yakından ilişkilidir. Başlangıç döneminden itibaren diş etleri kolay kanar. Diş eti kanamalarında diş hekimi muayenesi zorunludur. Diş etleri, diş yuvaları ve ağız tabanındaki iltihaplanmalar genel olarak diş eti hastalığı olarak bilinmektedir. Diş üzerindeki plaklar bunun en önemli nedenidir. Tedavi edilmeyen diş eti iltihapları çene kemiğinin de iltihaplanmasına ve zarar görmesine yol açabilir. Diş çürüğü, diş eti hastalıkları, sinüzit, bademcik iltihabı, solunum sistemi hastalıkları, sindirim sorunları, ağız bakım yetersizliği ağız kokusuna neden olabilir. Bu hal, sosyal ilişkileri de etkiler. Bazı metabolizma hastalıkları da ağızda kendine özgü kokular yapabilir. 3. Dişlerin Gelişim Bozuklukları Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.Ağızda kapanma bozukluklarına neden olan diş düzensizlikleri dişlerin çürümesini kolaylaştırır ve daha erken dönemde dökülmesine yol açar. Düzensiz dişler, alt ve üst çene arasındaki ilişkinin bozulmasına neden olabilir. Çiğneme ve temizleme güçlüğü yaratırlar, kötü ağız kokusuna yol açarlar. Düzensiz dişlerin en önemli nedeni süt dişlerinin zamanından önce yitirilmesi olabilir. Bunun sonucunda çıkan kalıcı dişler birbiri üzerine gelecek biçimde yerleşebilirler. Düzensiz dişler konuşma bozukluklarına ve görünüm bozukluklarına neden olabilir. Sigara dişlerde renk değişikliği yapar. Sigara içenlerin dişleri kahverengimsi bir renk alır. Canlılığını kaybetmiş olan dişler gri renkte görünür. Çocuklarda hatalı olarak kullanılan bazı ilaçlar da dişlerde renk değişikliğine neden olabilir. Aşırı derecede flor dişlerin sararmasına neden olabilir. Hamilelikte ve süt çocukluğu döneminde kullanılan antibiyotik vb. bazı ilaçlar dişlerde kalıcı renk değişikliklerine neden olabilir. Bu nedenle hekim önerisi olmaksızın ilaç kullanılmamalıdır. 4. Ağız ve Diş Sağlığı Nasıl Korunur?
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Diş hastalıkları ve diş sağlığının korunması açısından erken tanı çok önemlidir. Bu nedenle yılda en az iki kez diş hekimine muayene olunması önerilir. Diş çürümelerinin önlenmesinde sularda yeterli flor olması, düzenli olarak dişlerin fırçalanması, diş ipi kullanılması, aşırı tatlı ve şekerli yiyeceklerden olabildiğince kaçınma bunlar yendiğinde mutlaka dişlerin fırçalanması, diş hekimi kontrollerine gidilmesi temel uygulamalardır. Diş eti hastalıklarının önlenmesinde de diş fırçalama ve düzenli diş hekimi kontrolleri önemlidir. Dişlerde gelişim bozuklukları varsa erken dönemde özel diş hekimliği dallarında uzmanlaşmış birimlere başvurularak gerekli tedavi sağlanmalıdır. Aşırı asitli ve şekerli yiyecekler mikroorganizmaların etkisini artırır. Dişler sert cisimlerle karıştırılmamalı, fındık, ceviz vb. kabuklu yiyecekler dişlerle kırılmamalıdır. Bunlar diş minesinin çatlamasına ve bakterilerin etkisinin artmasına neden olur. Diş minesinin koruyucu etkisi ortadan kalkar. 5. Diş Fırçalama Tekniği Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Dişlerimizi korumanın en etkili yolu düzenli olarak fırçalamaktır. Diş fırçalamanın ilk adımı doğru fırça seçimidir. En uygun fırça naylon ve orta sertlikteki fırçalardır. Ağız içinde kolay hareket ettirilmesi ve arka dişlere rahat ulaşabilme açısından fırçanın kafasının fazla büyük olmaması tercih edilir. Uygun fırça seçildikten sonra dişler en az günde iki kere düzenli olarak fırçalanır. Diş macunu ağza verdiği hoşa giden koku ve his nedeniyle diş fırçalanmasını kolaylaştırır. Diş parlatma tozları diş hekimi önerisi olmadıkça kullanılmamalıdır. Aşırı kullanımlar diş sağlığı açısından zararlıdır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Diş fırçalanmasında fırçanın duruşu dışındaki temel hareket aynıdır: Fırça diş eti çizgisine eğimli olarak yerleştirilir. Bu durum bozulmadan küçük dairesel hareketlerle dişler fırçalanır. Daha sonra fırça, bir fırça boyu kadar kaydırılarak fırçalama sürdürülür. 1. Diş fırçası 45 derecelik açı yapacak biçimde tutulur ve diş eti hizasından başlanarak ağız boşluğuna doğru fırçalamaya başlanır. Dış yüzeylerden başlayan fırçalama sert darbeler halinde değil, yumuşak ve daireler çizecek biçimde, ön dişlerden arka dişlere doğru yapılmalıdır. 2. Daha sonra dişlerin iç yüzeyleri aynı şekilde fırçalanır. Bu işlemde fırça eğik tutularak, diş etinden ağız boşluğuna doğru hareket ettirilir. 3. Daha sonra dişlerin çiğneme yüzeyleri fırça düz olarak ileri geri hareket ettirilerek fırçalanır. Fırçalama işleminin en az iki-üç dakika sürmesi gerekir. Sağlıklı diş etleri fırçalama sırasında kanamaz. Diş fırçası kişiye ait bir araçtır, başkalarıyla paylaşılmaz. Diş fırçaları birkaç ayda bir, en geç altı ayda değiştirilmelidir. Gerektiğinde ara yüzlerin etkin olarak fırçalanmasını sağlamak üzere ara yüz fırçaları kullanılır. Bunlarla ilgili önerilerini almak üzere diş hekimine başvurmak gereklidir. 6. Diş İpi Kullanımı
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Diş ipi, diş aralarında kalan yiyecek artıklarının uzaklaştırılması açısından çok yararlı bir araçtır. Çok küçük yaşlardan başlanarak uygun diş fırçalama ve diş ipi kullanma tekniklerinin öğrenilmesi gerekmektedir. Dişler fırçalandıktan sonra diş ve diş eti çizgisi ile dişler arasında kalan yemek artıklarının temizlenmesi için diş ipi kullanılır. Bu artıklar en önemli çürük nedenlerindendir. 1. Otuz santimetre kadar diş ipi alınır. Diş ipinin bir bölümü bir elin orta parmağına diğer ucu da diğer elin orta parmağına dolanır. İpin bir bölümü ortada kalmalıdır. 2. Ortada kalan ip bölümü işaret parmağı ile geriye doğru itilir.İp, dişler arasından geçirilir. Bu hareket sırasında sert olunmamalıdır. İp diş etine kadar indirildikten sonra ağız boşluğuna doğru diş aralarını sıyıracak biçimde indirilir. Bu sırada diş etinin kesilmemesine özen gösterilmelidir. 3. Aynı uygulama diğer bir parça ip alınarak alt dişler için de tekrarlanır.
04-05-2008, 17:53
sarıkanarya_41
F- MEMELERİN BAKIMI Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Kızlarda meme gelişimi 8-13 yaşlarında başlar. Meme bakımı gelişmeyi izler. Memelerin gelişimi sırasında önce bir tomurcuklanma, daha sonra meme dokusunda genişleme ve büyüme olur. Memenin büyümesi ile beraber meme ucundaki kahverengi kısım da büyümeye başlar. Gelişiminin sonuna doğru meme ucunun kahverengi kısımdan daha kabarık bir hale geldiği fark edilir.
Kızlarda meme gelişimi başladıktan birkaç sene sonra sütyen giyme gereksinimi doğar. Genç kız ne zaman sütyen giyme gereksinimi olduğunu en iyi kendisi anlar. Bir genç kıza sütyen almasında yardımcı olabilecek en yakın kişi annesi veya ailesinden birisidir. Öncelikle hangi boy sütyen alınmasına karar vermek gerekmektedir. Bunun için öncelikle göğüs çevresi göğüs altından mezurle ölçülür, bu sütyenin beden büyüklüğünü vermektedir. İkinci ölçüm ise kalıp için gerekmektedir. İkinci ölçüm göğsün meme uçlarından yapılan ölçümüdür. Göğüs altı ile göğüs uçları arasındaki ölçümler arasındaki fark hesaplanır. Bu fark 15 cm.den az ise “B” kalıbı, 15-22 cm arasındaysa “C” kalıbı ve 22 cm den büyükse “D” kalıbıdır. İlk defa sütyen takarken pamuklu dokumadan, göğüsleri rahatça saran ve destek olanlar tercih edilmelidir. Sütyen doğrudan vücuda giyilen bir çamaşır olup, sık sık değiştirilmesi gerekmektedir. Sütyenlerin yıkanma kuralları ise genellikle üzerinde bulunan kullanım kılavuzunda bulunmaktadır.
04-05-2008, 17:54
sarıkanarya_41
G- CİNSEL BÖLGENİN TEMİZLİĞİ
Ergenlik dönemiyle birlikte kızlar ve erkeklerde üreme organlarında bazı değişiklikler olmaya başlar. Erkeklerin üreme organlarında olan değişiklik büyüme ve gelişme tarzında olur. Ayrıca bu dönemde erkek üreme organlarının etrafında kıllanma başlamıştır. Önce kısa ve ince olan tüyler daha sonra kalınlaşmaya, sertleşmeye ve kıvrılmaya başlar. Erkeklerde cinsel organ etrafında olan kıllanmanın ardından koltuk altlarında, göğüste, yüzde bıyık ve sakal tarzında kıllanma da başlar. Kızlarda da dış üreme organlarında ve koltuk altlarında kıllanma başlar. Erkeklerdeki gibi önce kısa ve ince olan tüyler, daha sonra kalınlaşmaya, sertleşmeye ve kıvrılmaya başlarlar. Bu dönemden itibaren vücut temizliğinde banyo yapma dışında üreme organ temizliğine özel olarak önem vermek gerekmektedir. Kıllı deride ter bezleri çok daha fazla sayıdadır. Bu nedenle terleme ve terleme sonrasında koku çok daha rahatsız edici olabilir. Bunun yanı sıra terlemeden dolayı kirlenme ve cildimizde mikropların yerleşmesi çok daha kolay olmaktadır. Mikroorganizmaların bu bölgelere yerleşmesi ile kaşıntı, kızarıklık, şişme, ağrı ve o bölgede ısı artışı gibi iltihabın belirtileri görülmeye başlar. 1. Adet Döneminde Temizlik ve Bakım Nasıl Yapılmalıdır?
Kızlar yaklaşık on iki, on üç yaşlarına geldiklerinde, bir gün çamaşırlarında kan lekesi görürler. Genç kız bu kan lekesinin ne olduğunu bilmiyorsa korkabilir, endişelenerek telaşlanabilir. Bazen bilgisi olsa da utanabilir, çekinebilir. Hemen hemen bütün genç kızlar bu duygulardan bir kaçını beraber yaşarlar. Bu nedenle ergenlik belirtileri başlayan kız çocuklarına bu konuda önceden bilgi verilmelidir. Adet kanaması yaklaşık ayda bir defa vajinadan gelen bir kanamadır. Normalde 21-35 günde bir adet görme olabilir. Kanama süresi ise 3-7 gün arasında değişir. Adetin başlaması sırasında hafif bir karın ve kasık ağrısı, uyku hali, yorgunluk, halsizlik ve sinirlilik olabilir. İlk gün ağrı biraz daha fazla, kanama ise koyu renklidir. Daha sonra miktar giderek artar. Bir kaç gün içinde kanama azalır ve renginin açıldığı dikkat çeker. Adet döneminde kadın üreme organlarından rahmin iç duvarını kaplayan ince doku atılmakta olup, bu doku mikropların çok sevdiği bir ortam özelliğini taşımaktadır. Bu nedenle ayakta ya da başkaları tarafından kullanılmayan temiz bir taburede oturarak yıkanma önerilir. Eğer sık olarak banyo yapma olanağı yoksa, adet döneminde dış üreme organlarının özel olarak temizlenmesi gerekmektedir, çünkü adet sırasında rahimden gelen kan kullanılan pet ile dış üreme organları arasında birikmektedir. Dış üreme organları derisi üzerinde biriken bu kan artıkları yine mikropların yerleşmesi ve üremesi için oldukça uygun bir ortam oluşturmaktadır. Cilt üzerinde doğal olarak bulunan mikroorganizmalar vardır. Cilt temizliğine dikkat edilmediği zaman bu mikroplar cildimize zarar verecek şekilde üremeye başlar. Bunun yanı sıra bu bölgede idrar yolu çıkışı bulunmaktadır ve bağırsakların çıkışına da yakındır. Bağırsaklardan atılan dışkı içinde çok sayıda mikrop vardır, tuvalet sonrası temizlik, dışkının ön tarafa bulaşmasını önlemek için önden arkaya doğru yapılır. Aksi halde (arkadan öne doğru) mikroplar kolaylıkla bu bölgeye bulaşabilir. Dış üreme organlarına gelen bu mikroplar yalnızca burada yerleşmekle kalmaz, bu bölgeden içeriye doğru rahatlıkla giderek iç üreme organlarında ve idrar yollarında da iltihap oluşmasına neden olabilirler. Adet döneminde dış üreme organlarının temizliğinin yanı sıra kullanılan pedlerin temizliğine de dikkat edilmesi gerekmektedir. Çamaşır içine konan kanı emmesi istenen malzemenin temiz olması gerekmektedir. Adet döneminde kullanılması için üretilen özel pedler bulunmaktadır. Pedler temiz olarak üretilmekte ve kullanım kolaylığı da bulunmaktadır. Külot içine yerleştirilen pette bulunan koruyucu tabaka emilen adet kanının çamaşıra geçmesini önlemektedir. Pedler bir defa kullanılmalı, kanama durumuna göre sık sık değiştirilmelidir (bir ped asla altı saatten uzun kullanılmamalıdır). Gece kullanımına veya kanamanın fazla olduğu durumlara yönelik özel pedler üretilmektedir. Pedlere mikrop bulaşmaması için kullanmadan önce açıkta taşınmamalı, özellikle dış üreme organlarına temas edecek yüzü asla kirletilmemelidir. Sadece taşıma değil, kullanım öncesi el temizliği de önemlidir. Ellerin önceden sabunlu su ile yıkanmış olması ve pedin dış üreme organlarına temas edecek yüzünün olabildiğince ellenmemesine gayret edilmelidir. Pedler kullanım sonrası küçük torbalara konmalı ya da önerildiği şekilde katlanarak çöp kutusuna atılmalıdır. Pedler suda erimeyen malzemeden olduğu için tuvalete atılmamalı ve kapatılmadan açıkta bırakılmamalıdır. Ülkemizde adet döneminde bez kullanımı da oldukça yaygındır. Bezlerin kullanımında da uyulması gereken bazı kurallar vardır. Bezin adet dönemi için sıvı emici özelliği olan pamuklu kumaşlardan, kenarlarının bastırılarak özel olarak hazırlanması gerekmektedir. Adet kanı ile kirlenen bezin üzerindeki kanın yıkanması, çamaşır suyunda bekletilerek mikroorganizmalardan temizlenmesi, iyice durulanması, kuruduktan sonra da ütülenerek yine mikroorganizmaların yok edilmesi gerekmektedir. Ayrıca temiz bir şekilde saklanması ve taşınması da önem taşımaktadır. Bezlerin değiştirilme sıklığı da pedler gibidir, ancak bezin sıvıyı içinde tutup dışarıya vermeme özelliği olmadığı için çamaşırı kirletmesi daha kolay olabilir. Bazı kişiler de adet döneminde pamuk kullanmaktadır. Pamuğun kolaylıkla ayrılabilme özelliği kullanım zorluğuna neden olabilir. Pamuk kullanımı özellikle isteniyorsa, o zaman pamuğun temiz bir gazlı bez ile sarılarak kullanılması yerinde olur. Değiştirme sıklığı, saklanması ve uygulanması sırasındaki öneriler bez ile aynıdır. Ülkemizde tampon kullanımı da yaygınlaşmaya başlamıştır. Tampon vajina içine yerleştirilen ve vajinadan dışarıya doğru sarkan bir ipi olan, adet kanını emecek şekilde özel olarak hazırlanmış bir malzemedir. Üç değişik büyüklükte hazırlanmışlardır. Bu materyalin üretiminde pamuk kullanılmakta, ancak özel işlemlerden geçirilerek parçacıkların vajina içinde ayrılmaması sağlanmaktadır. Tampon temiz bir şekilde üretilmekte, kullanıma kadar üzeri kapalı kalmaktadır. Kullanım öncesinde yine ellerin mutlaka temiz olması gerekmektedir. Kullanım kılavuzunda anlatıldığı gibi, tampon üzerindeki ambalaj gösterilen yerden açılmalı, hiçbir yere konmadan hemen uygulanmalıdır. Uygulamayı kolaylaştırmak amacıyla bazı tamponlarda yardımcı bir araç bulunur. Tamponlar vajina içine doğrudan yerleştirildiği için uygulama sırasında temizliğe özellikle önem verilmelidir. Tamponun vajinada altı saatten fazla kalmamasına özen göstermek gerekir. Tamponun daha uzun süre kalması halinde vücutta bulunan mikropların, üzerinde üreyerek kana karışması “toksik şok” olarak bilinen istenmeyen bir duruma neden olabilir. İlk belirtileri ateş ve kan basıncının düşmesi olan, hastanede yatarak tedavi gerektiren toksik şok, ölüme neden olabilir. 2. Tuvalet Sonrası Beden Temizliği Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Sağlıklı bir insanda idrar mikrop içermez, ancak dışkının her milimetre küpünde milyonlarca bakteri bulunur. Bunlar bağırsaklarımızdan atılmış olmasına rağmen, herhangi bir yolla tekrar vücudumuzun iç ortamına bulaştıklarında hastalığa neden olurlar. Bu nedenle özellikle dışkılama sonrası temizliğin özenle yapılması çok önemlidir. Dışkılama sonrası temizlik, daha önce de belirtildiği gibi idrar çıkışı açıklığına ve kadınlarda vajina girişine mikrop bulaştırmamak için mutlaka önden arkaya doğru yapılmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken diğer noktaysa, dışkılama sonrası temizlik yapılırken ellere mikrop bulaştırılmamasıdır. Dışkılama sonrası temizlikte doğrudan eller kullanıldığında kirlilik öyle artmaktadır ki etkili yıkama ile dahi eller tam olarak temizlenmemektedir. Bu nedenle dışkılama sonrasında ilk temizliğin, gözle görünür bir kirlilik kalmayıncaya kadar yinelenerek her seferinde kuru temiz tuvalet kağıdıyla, daha sonra yine el değdirilmeden fışkıran suyla ya da ıslatılmış kağıtla yapılması ve bölgenin tuvalet kağıdı ile kurulanarak temizliğin bitirilmesi en uygunudur. Bu işlem bittiğinde eller mutlaka aşağıda el temizliğinde anlatılan şekilde etkili bir biçimde yıkanmalıdır. Özellikle ellerde istenmeyen bir bulaşmanın olduğu durumlarda kullanılan musluk, sifon ya da kapı kolu ve benzeri bir yüzeye dokunmak gerekiyorsa, buralara doğrudan temas yerine tuvalet kağıdı kullanarak dokunmak, tuvalet kağıdının ruloda kalan bölümünü kirletmemek, hem daha sonra kendimizi hem de birlikte ortamı paylaştığımız insanları, dışkı ile bulaştırmamak açısından önemlidir.
04-05-2008, 17:54
sarıkanarya_41
H- EL VE TIRNAK TEMİZLİĞİ VE BAKIMI
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Günlük yaşamda en fazla kirlenen organların başında eller gelmektedir. Kirli yüzeylere sürtünen ve dokunan ellerin yıkanmadıkları sürece birer mikrop barınağı olmaya başladığı bilinmelidir. Bu nedenle ellerin düzenli olarak yıkanması gerekmektedir. Olanak bulunan her ortamda eller akar su altında sabunla, el sırtı, avuç içi ve parmak araları köpüklerle kaplanıp 15 saniye ovuşturularak (yavaşça 15’e kadar sayarak bu süre belirlenebilir) yıkanmalı, durulanmalı, başkası tarafından kullanılmamış havlu, kağıt havlu ya da kağıt mendille kurulanmalıdır. Kurulama olanağı yoksa elleri bir yere sürmek yerine havada kendiliğinden kurumasını sağlamak en doğru davranıştır. Tırnakların kesilmiş, varsa ojenin eskimemiş olması el temizliği için ön koşuldur. Su ve sabun bulunmayan yerlerde el temizliği hazır ıslak temizlik mendiliyle yapılabilir. Eller ne zaman yıkanmalıdır?
yemeklerden önce ve sonra
yemek hazırlamadan önce ve sonra
diş, ağız, yüz, göz temizliği yapmadan önce
tuvalet gereksiniminin giderilmesinden önce ve sonra
kirli, tozlu bir işi tamamladıktan sonra
dışarıdan eve ve işe geldikten sonra
hasta olan bir yakınımızı ziyaretten sonra
-yukarıdakilere uyan hiçbir iş yapılmasa dahi gün içinde çeşitli saatlerde (her zaman temiz görünecek şekilde)
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Tırnağın etten ayrıldıktan sonraki bölümünün altında kir ve yağ kolayca birikir. Ayrıca burada mikroplar barınabilir, bağırsak parazitlerinin yumurtaları da bulunabilir. Tırnakların düzenli kesilmesi, banyo yaparken de tırnak fırçası ile fırçalanarak temizlenmesi gerekir. Tırnak yemek, bu nedenle de sağlığa zararlı bir alışkanlıktır. El tırnakları yarım ay biçiminde, ayak tırnakları ise düz olarak kesilir. Ayak tırnaklarının yarım ay biçiminde kesilmesi tırnak batmalarına neden olabilir.
04-05-2008, 17:54
sarıkanarya_41
I- AYAK TEMİZLİĞİ
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Ayaklar her gün çorap ve ayakkabı içerisinde terlediğinden düzenli olarak yıkanmalıdırlar. Yıkanma işlemi yapılmaz ise çevreyi rahatsız edecek kokular, daha sonra da ayak sağlığını bozabilecek nasır gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Ayaklar düzenli olarak yıkanmalı, her yıkamadan sonra parmak araları havlu hatta saç kurutma aracı ile iyice kurutularak mantar enfeksiyonları için ortam oluşması önlenmelidir. Ayak havluları ellerin kurulanmasında kullanılmamalıdır. Ayak sağlığı ve temizliği için kullanılan çorap ve ayakkabı da önemlidir. Özellikle çorapların pamuklu olması ayak sağlığı için tercih nedenidir. Çorapların temiz olması ve günlük olarak değiştirilmesi gerekmektedir.
04-05-2008, 17:55
sarıkanarya_41
J- BANYO YAPMA
Mümkün olduğunca sık yıkanmak gerekir. Özellikle deri yüzeyinde bulunan mikropların, yığılan kirlerin, ter ve diğer bileşiklerin uzaklaştırılması ve dökülen yüzeysel hücrelerin atılması için de bu uygulama gereklidir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Yıkanma, su ve sabun kullanarak derinin ovulması ve kirin akıtılmasıdır. Ter, yağ, diğer deri bezleri salgıları, deri üzerindeki mikroplar, deri döküntüleri, toz, çamur vb. birleşerek kir denilen tabakayı meydana getirir. Kirli ortamda çalışan kişilerde zararlı bir takım maddeler vücuda bulaşabilir. İşte tüm bunların günlük banyo ile hatta gereğinde daha sık banyo ile vücuttan uzaklaştırılması sağlanabilir. Vücuda bulaşan her tür zararlı kimyasal madde banyo ile hemen deriden uzaklaştırılmalıdır.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Yıkanma sırasında yıkanmayı kolaylaştıracak araç ve gereçlerden yararlanılabilir. Lif, kese mekanik etkinliği artırmak için yarar sağlayabilir. Lifler sabunun vücuda daha etkin olarak uygulanmasını sağlamaktadır. Sırt bölgesinin sabunlanmasında uzun saplı banyo fırçalarından yararlanılabilir. Kese geleneksel yıkanma araçlarındandır. Derideki döküntü hücrelerin uzaklaştırılmasına ve bir dereceye kadar deri dolaşımına yardımcı olabilir. Ancak soyucu etki yapacak şiddette kullanılmamalıdır. Her banyodan sonra iç çamaşırları ve giysiler değiştirilmelidir. Çeşitli nedenlerle banyo yapılamadığı durumlarda da iç çamaşırlarının sık olarak değiştirilmesi gerekmektedir. Spor ve aşırı yorucu işler yaparak fazla terlenildiği durumlarda muhakkak banyo yapılmalı ve iç çamaşırları değiştirilmelidir.
Cinsel İlişki Sonrasında Temizlik
Cinsel ilişki sırasında kişiler arasında vücut salgılarının bulaşması söz konusudur. Bu salgıların çoğu içerikleri nedeni ile mikropların çoğalmasına ve kötü koku oluşmasına elverişli ortam yaratırlar. Hatta bazen hastalık etkenlerini içerebilirler, bu nedenle cinsel ilişki sonrasında da banyo yapılması önerilir. Ancak vajina yıkanmamalıdır. Vajinanın yıkanması buradaki doğal korumayı bozacağından enfeksiyon riskini artırır.
04-05-2008, 17:55
sarıkanarya_41
II. SAĞLIKLI GİYİNME
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Sağlığın korunabilmesi için dış ortam koşullarına göre giyinilmesi gerekir. Giyecekler hava, mevsim ve sıcaklık şartlarına uygun olmalıdır. Giyeceklerin cildi tahriş etmeyecek, allerji yapmayacak, teri emebilecek özellikteki maddelerden yapılması gerekmektedir. Vücudun kirlenmesine yol açabilecek işlerde önlük, ellerin kirlenmesine yol açabilecek işlerde eldiven giyilmelidir. Ayrıca yapılacak iş sırasında ellerin, vücudun, gözlerin, kulakların, baş ya da ayakların korunmasını gerektiren bir durum ya da tehlike varsa özel koruyucu kıyafetler giyilmelidir. Bu giyecekler tüm iş uygulaması süresince çıkartılmamalıdır. Sağlığa uygun giysiler vücudu dış ortamın tüm etkilerinden koruyan, mümkün olduğunca teri emebilen, allerji ve kokuya neden olmayan doğal maddelerden yapılan giysilerdir. Ayrıca serbest harekete olanak vermeyen giysiler rahatsızlık vericidir. Tüm giyecekler seçilirken, önce rahatlığın amaçlanması en doğru yaklaşımdır. Bu konu ayakkabılar için özellikle önemlidir.
04-05-2008, 17:56
sarıkanarya_41
III. ORTAMIN TEMİZLİĞİ VE BAKIMI
Sağlığımız, yaşadığımız ortamın temizliğinden de doğrudan etkilenir. Temizlik işlemleri bilinçli olarak yapılmadığında var olan kirlilik daha geniş yüzeylere yayılabilir. Ancak temizlik elemanları dahi, nasıl temizlik yapılması konusunda bilgi sahibi olmayabilirler. Ortamın temizliği olabildiğince sık yapılır. Temizlik sırasında başka yerlere ait eşyalar yerlerine götürülüp (dolap içi, başka oda vs.) düzenlenerek ortam hazırlandıktan sonra temizlenmelidir. Yerler ve yüzeyler pürüzsüz olmalıdır. Bu nedenle cila ve boya bakımı en geç iki yılda bir yapılmalıdır. Tüm mobilya ve malzemeler ortama yerleştirilirken, temizlik için kolaylık sağlama düşüncesiyle, özel ilgi gösterilmelidir. Örneğin; yerinden oynamayacak kadar ağır olan parçaların arkasında ve yanında boşluk bırakılır, jaluzi gibi fazla yüzey içeren ve temizliği zor olan malzeme yerine, olanak varsa yıkanabilen basit gereçler kullanılması yararlıdır. Kirli zeminleri temizlerken kiri temiz alanlara yaymamak amaç olmalıdır. Temizlik gereçleri temizlenen yüzeylerden her zaman ve kesinlikle daha temiz olmalıdır.
Önce görünen kirler temizlenir; ileri temizlik, aşamalı olarak uygun sıraylagerçekleştirilir.
Temizlik sırasında öncelikle sıcak su kullanılır.
Temizliği yapılan yüzeyler sonunda kuru olarak bırakılır.
Kullanılacak malzeme etkili, kullanım amacına ve standartlara uygun olmalıdır.
A- FARKLI ORTAMLARIN TEMİZLİK ÖZELLİKLERİ
1. Yerler ve Yüzeyler
·Temizlik sırasında olabildiğince çok yüzeye ulaşmak için, hareket edebilen eşyalar yerlerinden oynatılır. ·Vakumlu süpürge ile toz kaldırmadan süpürülür. ·Süpürme sonrası arap sabunlu su ile ıslatılmış paspasla silinir. ·Uzun süre temizlenmemiş, kalıcı kirler bulunan ortamların temizliği özen ister. Yerlerin önce ıslatılarak, spatula gibi kazıyıcılar yardımıyla, mekanik olarak temizlenmesi gerekebilir.
·Mobilyaların tozları, nemli bezle silinir. Lekeler varsa, yüzeyi bozmayacak özel temizleyiciler ya da deterjan kullanılarak temizlenmeli, kuru bez ya da nemli bezle son bakım yapılmalıdır. ·Fayans yüzeyler her gün arap sabunlu nemli bezle silinir. Sabunsuz bezle durulanır. ·Camlar, çerçeveler ve kapılar, en geç ayda bir, arap sabunlu su ile ıslatılmış bezle temizlenir ve sabunsuz bezle durulanır. ·Kapı kolları, banko ya da merdiven kenarı gibi çok kişinin ellerinin değdiği yüzeyler, önce sıcak su ve arap sabunuyla, daha sonra dezenfektan eklenmiş suyla silinir. ·Perdeler ve diğer kumaş materyal en geç iki ayda bir çamaşır makinesinde uygun programla yıkanır ya da gerekirse kuru temizleme yapılır. ·Pano, tablo, ayna, abajur ve radyatör petekleri de temizlenecek yüzeyler
arasındadır ve mobilyalar gibi temizlenir.
·Akıtmayan naylon torbalar ile birlikte kullanılan çöp kovaları, en geç haftada bir, mekanik temizlik yapıldıktan sonra deterjanlı su ile fırçalanarak temizlenir, kurulanır.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
2. Buzdolapları
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. ·Dış kısmının yüzey olarak temizlenmesi, içinin düzenli kullanılması gereği dışında, otomatik eriticili değilse, buzluğun bakımı düzenli olarak yapılmalı, iç yüzeyleri ve raflar deterjanlı sıcak su ile silinmelidir. ·İçinde yalnızca besinler bulundurulmalıdır.
3. Lavabo ve Tuvaletler
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. . Önce görünür kirler ıslatılarak temizlik fırçalarının kazıyıcı kenarları da kullanılarak temizlenir. ·Toz ya da sıvı, ovucu bir deterjanla önce fırçalanarak temizlenir ve su ile durulanır. ·Musluk başları da toz ya da ovucu bir deterjanla, başka bir fırça ya da bez kullanılarak temizlenir. ·Sabunlukların dış yüzey temizliği her temizlikte yerine getirilmelidir. Sıvı sabunlar bittiğinde sabunluklar fırçalanarak temizlenip, kurulanmalı ve bu işlemlerden sonra yeniden doldurulmalıdır. ·Evyelerin dışında kalan yer ve yüzeyler yukarıda belirtildiği gibi temizlenir. ·Tuvalet ve lavabo fırçaları ayrı olmalı, başka yüzeylerde kullanılmamalı ve temas ettirilmemelidir
Temizlik sırasında kullanılan malzemeler ve bunların bakımı da özen ister. Temizlik sırasında eldiven kullanmakta yarar vardır. Burada amaç el cildinin korunmasıdır. Eldiven giyilmeden önce eller kurallara uygun olarak yıkanır ve kurulanır. Kirliliğin yayılmasının eldivenler aracılığıyla olabileceği unutulmamalıdır. Atık bulaşmış eldivenler, kendileri de birer bulaştırıcı araç olurlar. Bu nedenle temizlik sırasında eldivenler, faraş ve fırça gibi bir araç kullanmadan doğrudan, atıklarla temas ettirilmemelidir.
Deterjanların doğa kirliliğinde önemli payı olduğu bilinmektedir. Bu nedenle gereksinimi karşılayacak en az miktarda kullanılmasına özen gösterilmelidir.Durulanarak yüzeylerde bulanık görüntü yapmayacak şekilde temizlenirler. Yüzey ve yerlerin kaplamalarına zarar vermeyecek özellikte olanlar kullanılmalıdır.Arap sabunu da sulandırılarak akışkan kıvamda deterjan gibi kullanılabilir. Arap sabunu ile hazırlanmış temizlik suyuna hiç bir zaman çamaşır suyu karıştırılmamalıdır. Karıştırılırsa etkileri azalacağı gibi ortama zehirli gazların çıkmasına neden olunur.
Temizlik bezleri ısıya dayanıklı, tüy bırakmayacak, yumuşak pamuklu kumaşlardan yapılmış sağlam bezler olmalıdır. Kuru ya da nemlendirilmiş olarak, kirlendikçe su ve sabun ya da deterjanla temizlenip durulanarak kullanılır. Yırtılınca yenilenirler. Sıcak su ile yıkanamama özelliği ve gözenekleri nedeniyle çok geniş alan oluşturdukları için temizlenmeleri zor olan plastik süngerler bez yerine kullanılmamalıdır. Görünür biçimde yıprandıklarında yer paspasları yenilenmelidir. Temizlik fırçaları esnek ve hareketli ancak kuvvet uygulayacak kadar sağlam ve ısıya dayanıklı olmalıdır. Bu özellikleri bozulduğunda kullanılmayıp yenilenmelidir. B- YİYECEK VE İÇECEKLERİN TEMİZLİĞİ
Yiyecek ve içecekler hastalık yapıcı mikroplarla bulaşmamış olmalıdır. Denetlenmiş, kapalı kaynak suları en emin temiz içme suyudur. Açık su kullanmak güvenli değildir. Böyle sular, kaynama başladıktan sonra en az üç dakika daha kaynatılıp soğutulur ve bu sayede temiz olarak içilebilir. Anne sütü mikropsuz olduğundan ilk altı ay yalnızca emzirilerek beslenen bebekler bu açıdan en güvenli durumda olanlardır. Emzirdikçe süt oluştuğundan, anneler sık emzirerek süt miktarını artırabilirler. Biberon kullanma hem emzirme üzerine olumsuz etkisi olduğundan hem de temizlenme zorluğu nedeniyle mikroplar için uygun ortam oluşturur. Gerektiğinde, bebek beslenmesinde biberon yerine kaşık ya da küçük bardak kullanılmalıdır. Besin maddelerinde bulunan çok sayıda mikroorganizma, mutfak temizliğinin önemini artırır. Bu nedenle ayrıca özen ister. Gerekli malzemelerin satın alınması ile yemeklerin sunulması arasında, depolama, hazırlama, pişirme, bekletmeden, servis sonrası temizlik ve bakıma kadar tüm iş akışı mutfakta sağlıklı ortam oluşturmada ayrı ayrı önem taşır. Mutfaktaki sıcak ve nemli ortamda bulunan bakterilerin sayısı her 20 dakikada iki katına çıkabilir ve bir tek bakteri 10 saatte 1 milyar olacak şekilde üreyebilir. Mutfakta alınması gereken sağlık önlemleri içinde, yiyecek maddelerinin gördüğü işlemler özel bir önem taşırsa da, mutfaktaki tüm malzemelerle yüzeyler ve zeminin temizliği en az diğer önlemler kadar önemlidir. Mutfakta çalışanların elleri, diğer vücut yüzeyleri, ağızları, burunları, dışkı ve giysileri aracılığıyla yiyeceklere mikroplar bulaşabilir. Mutfakta iş yapanlar ellerini önceden etkili şekilde yıkamalı, ellerinde kesik ve yara bandı olanlar yiyecek hazırlamamalı, yemek hazırlama sırasında sigara içmemeli, saçlar ve buruna temas etmemeli, yemeklerin tadına bakılması gerektiğinde temiz bir kaşık kullanıp sonra hemen yıkamalıdır. C- BESİNLERLE İLGİLİ HİJYEN KURALLARI
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Besinler alındıktan sonra bekletilmeden buzdolabı ya da dolaplara kaldırılır. Son kullanma tarihleri geçmeden kullanılır. Kırık, çatlak ve kirli yumurtalar alınmaz. Zedelenmemiş ve beresiz alınmış sebze ve meyvalardaki toz, toprak, ilaç kalıntıları temiz bol akar suda yıkanır. Sebzelerin hazırlandığı tezgah diğerlerinden ayrıdır.
Dondurulmuş besinler sıcak ortamda değil buz dolabında çözülür, çözüldükten sonra tekrar dondurulmaz. Dondurulmalarına rağmen gıdalarda çürüme bir ölçüde devam eder. Çözme işlemi sırasında bu süreç hızlanır ve oda ısısında uzun sürede çözülen gıdalar kolaylıkla bozulabilir. Özellikle et, kıyma gibi yiyecekler mikropların üremesi için ideal ortamı oluşturur. Bazı buzluk ve derin dondurucuların kapaklarında gıdaların en fazla ne kadar süreyle saklanabileceğine ilişkin bilgi vardır. Gıdaların saklanmasında buna dikkat edilmeli aynı türden gıdaların eski ve yeni üretilmişleri aynı ortamda saklandığında önce eskilerinin tüketilmesine özen gösterilmelidir. Besin hazırlama alanlarının temizliği besinler kaldırıldıktan sonra yapılır. Özellikle et suları ya da her çeşit etten yapılmış gıdalarla bulaşmış yüzey, alet ve malzemelerin temizliği çok önemlidir. Bu tür yüzey ve malzemeler iş biter bitmez, hemen soğuk suyla akıtılmalı, sonra da yüksek ısıda su ve deterjan kullanılarak temizlenmelidir. Yüzey temizliği için çamaşır suyu da kullanılabilir. D- MUTFAKLA İLGİLİ HİJYEN KURALLARI
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Kullanılan malzemelerin yüzey özellikleri, kalitesi, mutfağın yerleşme planı kuralların uygulanmasını kolaylaştırır şekilde olmalıdır. Yabancı parçalar, cam kırıkları, kırık araç gereç, tezgahlardaki çentik ve bütünlüğünü bozan her tür zedelenme ve kırılma temizlik açısından risk oluşturur. Mutfakta yiyecek malzemesi kabul yeri, yiyeceklerin işlem gördüğü bölüm, artık ve bulaşıkların bulunduğu alanlar ve temiz kapların muhafaza olduğu yerler birbirinden ayrı olur. Yerlere dökülen yiyecek maddeleri hemen kaldırılır ve zemin temizlenir.Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Yemek kapları yıkanmadan önce, yemek artıklarının temizlenmeleri gerekir. Spatula, bulaşık telleri ve fırçalar bu işlem için kullanılacak araçlardır. Su ile durulama kirleri daha da azaltır. Tabakların makineye uygun şekilde yerleştirilmesi yıkamanın etkililiği için, yıkama işlemine kadar makinenin kapalı tutulması ise ortamın temizliğinin korunması için önemlidir. Bulaşıkların bir yerden bir yere taşınması ve yıkanmak için açıkta bekletilmesi mikropların bulaşmasını ve çoğalmasını artıran bir durumdur.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bulaşık makinesi fırın ve ocakların temizliği, geniş yüzeyleri ve yiyecek artıkları ile temasları nedeniyle özellik taşır. Mekanik temizlikleri yiyecekler kurumadan spatula ve fırça ile yapılır. Başarı sağlanamayan durumlarda 1/50 konsantrasyonda sulandırılmış çamaşır suyu ile yüzey uygunsa göllenme yapılarak, değilse silinerek yiyecekler uzaklaştırılır. Yer temizliğinde kullanılan araçlar, tezgah gibi çalışma zemini temizliğinde kesinlikle kullanılmazlar.
E- ATIKLAR
Çöpler ve diğer insan atıkları her zaman mikrop ve parazit yumurtası barındırır. Yemek ve bulaşık atıkları ıslak, dolayısıyla mikropların çok sevdikleri ortamlardır. Mikroplar genellikle bir aracı olmaksızın başkalarına geçip salgın hastalık yapmazlar. Atıkların üzerlerinde var olan ve üreyen mikroplar suya, ellere, dolayısıyla yiyeceklere geçerek hastalıklara neden olurlar. Bu nedenle el yıkama ile birlikte su ve besin temizliğinin yanı sıra çöplerin ve insan atıklarının uygun şekilde yok edilmesi de bulaşıcı pek çok hastalığa yakalanmamak için gereklidir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Ev atıklarını toplarken yiyecek atıklarıyla diğerlerini ayrı ayrı biriktirmek ve toplanma yerlerine götürmek en doğrusudur. Bu sayede dönüştürülebilir olanlar kolayca değerlendirilebilir. Çöp torbalarının sokak hayvanları tarafından parçalanması da önlenebilir. Çöp toplamanın sorun olduğu yerlerde yiyecek atıkları hayvan yiyeceği olarak ya da gömülerek yok edilebilir. Temiz boş naylon torbaların başka kullanım için saklanması, temiz olmayanların atılmadan önce katlanıp, düğümlenmesi uçuşan çöpleri azaltacaktır. Çocuk bezleri ve kadın bağları da naylon torbaların içinde, sıkıştırılıp ağzı düğümlenerek atılmalıdır. Kağıt atık, kutu ve konserve kaplarını atmadan önce düzleştirip sıkıştırarak, pet şişeleri küçülterek çöp yığınları kat kat azaltılabilir. Böylece mikrop, parazit, böcek ve kemiriciler tarafından çoğalmak için kullanılacak hacim ve yüzeyler de azaltılmış olur. Çöplerin toplanması için hazırlanmış yerler dışında bir yere kesinlikle çöp bırakmamak, yakında böyle yerler yoksa yiyecek atıklarını torbalara koymadan gömmek, diğerlerini uzakta da olsa var olan yere taşımak çöplerin istenmeyen etkilerinden korunmak için en uygun davranıştır. Yüzey azaltma tüm haşere mücadelesinin esasıdır. Eskimiş yüzeylerde oluşan gözenek, delik ve çatlaklar haşeratın yerleşerek çoğalması için uygun ortam oluşturur. Bu nedenle yaşadığımız ortamların düzenli bakımını yapmak her tür haşeratla mücadele için ilaçlamadan daha sağlıklı ve güvenli bir yoldur.
04-05-2008, 17:57
sarıkanarya_41
IV. BESLENME
Sağlıklı beslenme, vücudun büyüme, gelişme ve günlük işlevlerinin sürekliliğinin sağlanması için gerekli olan besin öğelerinin yeterli miktarlarda alınmasıdır. Gıdalar içerdikleri besin öğelerinin benzerlikleri açısından dört gruba ayrılırlar.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
1)Süt, yoğurt, peynir grubu: Süt ve sütlü gıdaların oluşturduğu bu gruptaki besinler protein, hayvansal yağlar, kalsiyum, fosfor, B2 , B12, A vitaminleri açısından zengindir.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
2)Et, yumurta ve kuru baklagiller grubu: Kırmızı et, tavuk, balık, yumurta, kuru fasulye, nohut, mercimek gibi gıdaların oluşturduğu bu gruptaki besinler başlıca protein kaynağıdır, ayrıca yağ, B vitaminleri, demir ve çinko da içerir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
3) Taze sebze ve meyve grubu: Bu gruptaki gıdalar vücut için kalsiyum, demir,
magnezyum ve diğer bazı minerallerin, A, B, C, E, folik asit gibi vitaminlerin
kaynağıdır.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
4)Tahıl grubu: İçerdikleri karbonhidratla başlıca enerji kaynağıdır, ayrıca B grubu vitaminleri içerir
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Yaşam boyu geçilen bebeklik, çocukluk, ergenlik, gebelik, emzirme, menapoz, iyileşme gibi dönemler ve yapılan işlere uygun olarak bu dört ana gruptan alınması gereken miktarlar değişebilir. Ancak az ve sık yemek, güne mutlaka kahvaltı ile başlamak, öğün atlamamak, abur cubur yememek, günde en az 4 - 6 bardak su Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
içmek, kolalı içecekler, çay, kahve, kızartma, kavurmalar, aşırı yağlı, tuzlu ya da şekerli gıdalar ve açıkta satılan yiyeceklerden kaçınmak, yağ seçiminde doymamış yağları tercih etmek, yiyecekleri hazırlarken içlerindeki besin öğelerinin korunmasına dikkat etmek ve uygun koşullarda saklamak, çiğ yenen meyve ve sebzeleri bol ve temiz suyla iyice yıkamak her yaş ve dönem için geçerli temel sağlıklı beslenme kurallarıdır.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Günümüzde beslenme ile ilgili sorunların başında, modern yaşamda günlük enerji tüketiminin azalmasına rağmen rafine gıdalardan alınan enerjinin artması sonucunda oluşan şişmanlık gelmektedir. Şişmanlık şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kalp ve damar hastalıkları başta olmak üzere pek çok hastalık açısından risk oluşturur. Bu nedenle ideal kilonun korunması sağlık risklerini azaltmak açısından özellikle önem taşır. İdeal kilo beden kitle endeksi (BKİ) olarak adlandırılan bir formülle hesaplanır. Buna göre bireyin kilogram cinsinden tartısının metre cinsinden boyunun karesine bölünmesi ile bireyin vücut kitle endeksi hesaplanır (kg/m2). BKİ 20’nin altında zayıf, 20 - 24 arası normal, 25 - 29 arası hafif şişman, 30 - 40 arası şişman ve 40’ın üzerinde ise çok şişman olarak kabul edilir. Gıdalarla ilgili bir diğer tehlikeli durum ise bazı hazır gıdaların içerdiği katkı maddeleridir. Bu katkı maddeleri çoğunlukla gıdaların görüntüsünü, kokusunu daha çekici hale getirmek, dayanıklılığını, kıvamını ve lezzetini artırmak üzere kullanılan kimyasal maddelerdir ve bunların bir bölümünün kanser yapıcı etkisinin olduğu kanıtlanmıştır. Bu nedenle tüketilen gıdaların bu tür maddeler içermemesine dikkat edilmelidir. Gıdaların temini sırasında da dikkat edilmesi gereken bazı kurallar vardır. Alınanların mutlaka taze olmasına dikkat edilmelidir. Ambalajlı gıdalarda paket üzerinde yer alan son kullanma tarihlerine dikkat edilmeli, zedelenmiş ambalajlarda ya da kötü saklama koşullarında bekletilmiş mallar kesinlikle alınmamalıdır. Konserveler paslanmamış ve özellikle dışa doğru bombeleşmemiş olmalıdır. Sıcaktan etkilenecek gıdalar alışverişten eve getirilirken ya buz çantaları kullanılmalı ve/veya en kısa yoldan ulaştırılmalıdır.
04-05-2008, 17:57
sarıkanarya_41
V. HAREKETLİ YAŞAM
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.Düzenli bir şekilde egzersiz yapan bireylerin yaşam enerjileri artar, kendilerini daha iyi hisseder ve daha iyi görünürler. Yaşam boyu egzersiz yapmak, kalp ve damar hastalıkları, tansiyon yüksekliği ve ileri yaşlarda kemik yoğunluğunun azalması gibi sorunları azaltır. Başka türlü spor yapma olanağı olmasa bile her gün, hiç değilse gün aşırı en az 30 dakika hızlı tempoda yürüyüş yapmak da iyi bir egzersizdir. Gebelik, doğum sonrası ve menopoz dönemlerinde kadınlar için egzersiz yapmak daha da önemlidir. Ancak egzersiz yapmak bir yaşam biçimiBu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. olmalıdır. Birey günlük hayatını programlarken temel gereksinimleri arasında egzersize de yer açmış olmalıdır. Daha önceden hiç egzersiz yapmamış bir kişi hareketli yaşama geçerken sorun yaşayabilir, ancak bu geçiş döneminin ardından kendi bedenindeki değişiklikleri ve bunun önemini kavrayarak egzersizi hayatının bir parçası haline getirecektir.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Düzenli egzersiz yapmak kas gücü ve bedensel esnekliğin yanı sıra kalp damar sistemini güçlendirerek dayanıklılığı da arttırır. Egzersiz akıl ve ruh sağlığı açısından da faydalıdır. Düzenli egzersizle kişi gerilimini azaltabilir, günlük baskılardan uzaklaşabilir ve zihnini zinde tutabilir.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.İdeal tartıya ulaşmak veya sabit tutmak için de egzersizden faydalanılabilir. Koşmak, yüzmek, tenis oynamak, bisiklete binmek, basketbol, voleybol, futbol, handbol gibi sporlar bedensel çalışmanın yoğun olduğu sporlardandır.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Egzersiz yapmak için zaman ya da başka koşullar nedeniyle olanak olmadığı düşünüldüğünde, gün içindeki zorunlu hareket egzersize dönüştürülebilir. Özel araç yerine toplu taşıtları tercih etmek, gidilecek yere varmadan bir kaç durak önce inip yola hedefe kadar hızlı bir yürüyüş eklemek, asansöre binmek yerine merdivenleri kullanmak, dans etmek hatta hızlı yürüyüşle alışveriş yapmak dahi hafif formda egzersiz yerine geçebilir.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Belli bir program dahilinde ve profesyonel yardım almadan egzersiz yapılacaksa bilinmesi gereken bazı kurallar vardır. Daha önce hiç egzersiz yapmamış olanlar gün aşırı 10 dakika gibi sürelerle başlamalı ve bunu zaman içinde en az 30 dakika olacak şekilde arttırmalıdırlar. Egzersiz öncesinde yumuşak ve yavaş hareketlerle gererek kaslar ısıtılmalıdır. Ani hareketler ve aşırı yüklenme özellikle daha önceden alışık olmayan bireylerde spor yaralanmalarına neden olabilir. Bilinçsizce yapılan aşırı egzersiz ise sağlık için hareketsizlik kadar zararlıdır.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bilinen bir kronik hastalığı olanlar, egzersiz programlarına başlamadan önce kendilerini izlemekte olan hekime başvurmalıdırlar. Egzersizle birlikte gelen şiddetli göğüs ağrısı ve nefes darlığının kalp hastalığı belirtisi olabileceği bilinmelidir. Açık havada yapılacak sporlar için hava kirliliğinin yoğun olmadığı ortamları seçmek dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli noktadır.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bedenimiz varolma aracımızdır. Egzersiz sırasında olduğu kadar gündelik yaşamımız sırasında da onu yanlış hareketle gelecek zararlardan korumamız gerekir. Uzun süre aynı şekilde durarak çalışmak zorunda kalındığında zaman zaman çalışmaya ara vererek gezinmek, oturuluyorsa kalkıp dolaşmak, kas yorgunluğunu azaltır. Ağır bir şey kaldırırken belden öne eğilmek yerine, çömelerek ağırlığı bedenin değişik bölümlerine paylaştırmak, belimizi korumak açısından önemlidir. Araçsız ve özel bir teknik kullanmadan yetişkin bir kadının kaldıracağı yük 15 kg.’ı, yetişkin bir erkeğin kaldıracağı yük ise 25 kg.’ı geçmemelidir. Kullanılan ayakkabı, doğal bel kavsini destekler nitelikte hafif topuklu olmalıdır. Uzun süre oturularak yapılan işlerde oturulan koltuk ya da sandalye bel boşluğunu desteklemelidir. Ayakları dayamak için yükseltici basamak bulunmalıdır. Çalışılan masalar, tezgahlar ergonomik yükseklikte olmalıdır.
04-05-2008, 17:58
sarıkanarya_41
VI. DÜZENLİ YAŞAM VE UYKU
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.Sağlık ve zindelik için düzenli yaşam ve uyku da vazgeçilmez şartlardır. Uyku gereksinimi insan yaşamı boyunca süre açısından değişkendir. Yeni doğmuş bir bebek neredeyse günün tamamını uyuyarak geçirir. Aylar içinde uyku gereksinimi giderek azalır. Oyun çocukluğu döneminin özellikle ilk yıllarında öğlen uykuları pek çok çocuk için vazgeçilmezdir. Büyüme hormonu uykuda salgılandığından çocukların büyüme ve gelişmesinde düzenli ve yeterli uyku çok önemlidir. Yetişkinlik döneminde 7-8 saatlik uykunun yeterli olduğu kabul edilir. Yaşamın ilerleyen yıllarında yaşlılıkta gece uykuları dört saate kadar inebilir. Bunun yanında gün boyunca uyuklamalarla (şekerleme) gece uykusu telafi edilir. Bireyler arasında uyku gereksinimi ve ritmi farklılık gösterir. Bazı insanlar 4-6 saatlik uyku ile yetinirler kimileri ise 10-12 saat uyurlar. Bazıları erken yatıp erken kalktıklarında, bazılarıysa geç yatıp geç kalktıklarında kendilerini daha zinde hissederler. Uyku aynı zamanda ruh sağlığının bir göstergesidir. Streste ve pek çok psikiyatrik hastalıkta uyku ritmi ve süresi bozulur. Bunun yanında yeterli uyku uyunmadığında kişinin fiziksel ve ruhsal streslere dayanıklılığı azalır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.Yeterli süre uyunduğu halde uykudan zinde kalkılmıyorsa, üzerinde yatılan yatak, kullanılan yastık, odanın ısısı, ortamda yeterli temiz hava olup olmadığı, ortamda bulunan ısıtıcıların, eşya ya da malzemelerin cila, boya, deterjan gibi kimyasallar yoluyla ortam havasını kirletip kirletmediği, uyku sırasında süre giden bir gürültü kaynağının olup olmadığı gibi etkenler gözden geçirilmelidir. Doğal olarak burun tıkanıklığı ve nefes almada zorlukla birlikte seyreden tüm hastalıklarda ve aşırı şişmanlıkta da uykunun kalitesi bozulur.
04-05-2008, 17:58
sarıkanarya_41
VII. ÇALIŞMA ORTAMI
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. İş ve çalışma ortamı da sağlık açısından riskler içerebilir. Çalışma ortamındaki kalabalık, gürültü, kirlilik, sürekli aynı beden pozisyonunda çalışma zorunluluğu, ağır kaldırma, manyetik alanlara ya da kimyasal maddelere maruz kalma, hava kirliliği, iş kazaları gibi daha pek çok etken sağlığı tehdit etmektedir. Bireyler çalışma ortamlarından kaynaklanacak sağlık risklerini tanımalı ve bunları en aza indirmelidirler. Gerektiği şartlarda kurum ya da işyeri hekimlerinden bu konularda danışmanlık alınmalıdır.
04-05-2008, 17:59
sarıkanarya_41
VIII. GÜNLÜK YAŞAMDA STRESLERLE BAŞA ÇIKMA Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Aslında bir parça stres günlük hayatta karşılaşılan zorluklarla başa çıkmada ihtiyaç duyulan enerji, uyanıklık ve gücü sağlar. Ancak uzun süreli, sürekli ve fazla miktarda stres yorgunluğa ve verimin düşmesine neden olur, bedensel ve ruhsal sağlığı tehli***e sokar.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Uyku bozuklukları, mide rahatsızlıkları, baş ağrısı, bir konu ya da işe yoğunlaşmada zorluk, huzursuzluk, çarpıntı, omuz ve sırt ağrıları gibi yakınmalar günlük yaşamda başa çıkamadığımız stresler sonucu olabilir. Stresle başa çıkmada ilk basamak, kişinin yaşamındaki strese yol açan etkenleri ve nedenlerini belirlemesidir. Bir sonraki aşama ise bunlardan hangilerinin ortadan kaldırılabileceği ya da hafifletilebileceği ve bunun için ne gibi önlemler alınabileceğini bulmasıdır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Günlük yaşamdaki streslerin pek çoğu -iyi iletişim kuramamaktan kaynaklanmaktadır. Yakın ve geniş çevremizdeki bireylerle iletişim kurarken açık, anlaşır ve samimi bir dil kullanmak, konuşmak kadar karşımızdakileri anlamaya ve dinlemeye de hevesli olmak ilk kuraldır. Olaylara karşımızdakinin bakış açısından bakmak, kabul etmesek bile anlamaya çalışmak iletişim açısından çok önemlidir. Olaylara olumlu yaklaşmak, kendi gücümüzle orantılı hedefler koymak, sonucunu değiştiremiyeceğimiz şeylerle uğraşmak yerine birey olarak üzerimize düşeni en iyi şekilde yapmaya çalışmak streslerle başa çıkmakta en etkin yoldur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Zamanı iyi değerlendirmek, “yapılacak işler listesi” hazırlamak, zor işleri basamaklara ayırarak bölümler halinde halletmek, zamanlı planlama yapmak ve bunu yaparken gerçekçi olmak, gerektiğinde yardım ya da danışmanlık istemek ve bir sorun için tek bir çözüme bağlanıp kalmadan diğer seçenekleri de göz önünde bulundurmak stres azaltıcı davranışlardır. Her çeşit bedensel çalışma, spor yapmak, hobiler için zaman ayırmak, stresten ve olumsuz etkilerinden uzaklaşarak güç kazanmak için yararlıdır. Bazen sadece bir arkadaş ya da yakınla konuşmak, onun tarafından anlaşıldığını görmek bile bireyin yükünü çok hafifletebilir.
04-05-2008, 17:59
sarıkanarya_41
IX. ZAMAN YÖNETİMİ
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.Zaman aslında herkes için sabittir, diğer bir deyişle herkes için günde 24, haftada 168 saat vardır. Ancak benzer koşullarda yaşayan ve çalışanların üretimleri bireysel yeteneklerden de kaynaklanan farklılıklar gösterir. Bu farkı yaratan etkenlerden biri de zamanın nasıl kullanıldığıdır. Zaman yönetimi, zamanı akılcı kullanarak daha verimli sonuçlar elde edilmesini sağlar. Günümüz koşullarında gündelik yaşamın gereklerini yerine getirmek zamana karşı gerçekleştirilen bir uğraş halini almıştır. Bu yüzden zamanı iyi değerlendirmeyi öğrenmek herkes için stresi azaltacak, yararlı bir beceridir.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Zaman yönetimi için yapılması gereken ilk şey zamanın nasıl geçirildiğini belirlemektir. Herkesin yaşamında sabit olan uyku, yemek yemek, kişisel temizlik ve bakım, ulaşım gibi zorunlu işler için harcanan zaman çıkarıldıktan sonra kalan süre için planlama yapılabilir. Plan yaparken dürüst ve gerçekçi olmalı, görevlerin yanı sıra sosyal aktiviteler ve egzersiz için de zaman ayırmalıdır. Uzun ve kısa vadeli hedef ve öncelikleri belirlemek, hedefler için eylem planı yapmak, bunları gerçekleştirmek için yapılacak işler listesi hazırlamak, mükemmelliyetçiliği bırakmak, öncelikleri belirleyebilmek, hayır diyebilmek, aynı zaman dilimine birkaç işi sıkıştırmak (örneğin işe ya da okula giderken veya bir şeyler beklerken kitap okumak, yemek hazırlarken ya da banyo yaparken önceden kaydedilmiş ders notlarını kasetten dinlemek gibi) bu konuda ana başlıklardır.
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Televizyona veya alışverişe dalmak, telefonda sohbet etmek en önemli zaman çalıcılardandır. Habersiz gelen ziyaretçiler ve kazalar (bilgisayarınızın çökmesi ya da virüs bulaşması, elektriklerin kesilmesi, bitmiş ödevin üzerine çay dökülmesi, bir işi yapmak için gerekli malzemelerin tümüne sahip olunmadığının son anda fark edilmesi gibi) özellikle belli bir tarihte bitmiş olması gereken işlerin planlanmasında önceden hesaplanmazsa “zaman yönetimi felaketleri”ne dönüşebilir. Bitmeyen sohbetleri kesmek, davetsiz misafirleri bertaraf etmek için kendinize uygun bir çözümü önceden hazır tutun. Süreli işlerinizi bitirmek için vakti hesaplarken son günleri, saatleri ve saniyeleri hesap dışı bırakın. Gerekiyorsa size zamanı hatırlatmak için çalar saat kullanın ve bir iş için ayırdığınız zamanda gerçekten o işi yapmakta olduğunuzdan emin olun.
04-05-2008, 18:00
sarıkanarya_41
X. SİGARA, ALKOL, MADDE KULLANIMI
1. Bağımlılık Nedir? Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.Bağımlılık kişinin kullandığı madde üstünde kontrolünü kaybetmesi ve onsuz bir yaşam sürememeye başlamasıdır. Bağımlılık bir kez geliştikten sonra, bir daha iyileşmez ve kişinin yaşamı boyunca onunla beraber gelir.
2. İradesiz Kişiler mi Bağımlı Olur? Herkes bağımlı olabilir. Madde kullanımı kişinin biyolojik yapısında zamanla değişikliklere yol açar ve ara sıra da olsa kullanan kişinin bundan kaçınması mümkün değildir. Madde kullanımının irade ile bir ilişkisi yoktur. Zaten kişiler “Ben kontrol edebilirim” düşüncesiyle başlar, daha sonra bağımlı hale gelir. Onlar da “Benim iradem güçlüdür” gibi bir yanlış inançla yola çıkmışlardır. Kişi maddeyi kontrol altında tuttuğunu, hiç dozu aşmadığını iddia etse de aslında bedeninde farkında olmadığı bir süreç devam etmektedir. Bu yüzden bireysel özellikler ile madde kullanımı arasında bir sebep sonuç ilişkisi kurmak yanlıştır. 3. Ne Kadar Alkol İçmek Risklidir? Kullanılan alkol miktarını değerlendirmek için "standart içki" tanımını kullanıyoruz. Yarım duble rakı, cin, viski ya da bir kadeh şarap ya da bir bardak bira bir standart içkiye eşittir (şekle bakınız). " Bir standart içki" Dünya Sağlık Örgütü'nün tanımladığı miktar olan 10-15 gram alkol içeren miktardaki içkidir. Alkolün yan etkilerinin ortaya çıkışı ve kandaki kabul edilebilir düzeyleri standart içki oranları baz alınarak hesaplanmaktadır. Yaşa, cinsiyete ve vücut ağırlığına göre haftalık ve günlük alkol tüketimi sınırları değişmektedir.
Bir Standart İçki
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
4. Esrar, Bağımlılık Yapar mı? Esrar hem bağımlılık yapıcı, hem de sigaraya oranla daha fazla kanser yapıcı madde içermektedir ve bireyin yaşam kalitesini düşürür. Esrar, bedende yağ dokusunda biriktiğinden hafıza kaybına, öğrenme ve solunum bozukluklarına neden olabilmektedir. Esrar ile ilgili bilinmeyen gerçekler:
<LI class=MsoNormal style="MARGIN-TOP: 6pt; COLOR: black">Esrarı kendileri için bir sorun olmasına rağmen kullanmaya devam edenler %97
<LI class=MsoNormal style="MARGIN-TOP: 6pt; COLOR: black">İş, okul ve diğer alanlarda kendileri için sorun yarattığını belirtenler %85
<LI class=MsoNormal style="MARGIN-TOP: 6pt; COLOR: black">Önemli etkinliklerini esrar için bırakanlar %66
<LI class=MsoNormal style="MARGIN-TOP: 6pt; COLOR: black">Bırakmak isteyen ancak bırakamayanlar %35
Çalışmaya alınan kişiler arasında bağımlılık oranı %70
5. Ecstasy Bağımlılık Yapar mı? Ecstasy’de bağımlılık yapar. Kişi bir süre sonra bu madde olmadan yaşamdan ***if alamaz hale gelir. Ayrıca bilinmeyen bir nedenden dolayı ölüme de neden olmaktadır. Ülkemizde satılan ecstasy’lerin içinde farklı kimyasallar olduğu saptanmıştır 6. Uyuşturucular Bazı Ülkelerde Serbest mi? Sadece Hollanda’da esrar kullanımı serbest bırakılmıştır. Ancak bunun nedeni esrarın zararsız olması değildir. Hollanda’da esrar kullanımı çok yaygın ve genellikle de diğer uyuşturucu maddelerle birlikte satılmaktaydı. Ülke politikası, bunun önüne geçmek ve kişilerin diğer uyuşturucu maddeleri kullanmalarını engellemek amacıyla böyle bir girişimde bulunmuştur. 7. Ara Sıra Kullanmak Zararlı mıdır? İnsanlar genelde ara sıra kullanarak başlarlar. İlerleyen dönemlerde daha önceki yaşadıkları etkiyi elde etmek için her seferinde kullandıkları miktarı arttırmak durumunda kalırlar. Bu durum madde talebinin artması anlamına da gelir ki bu da bağımlılığa götüren yoldur. Aralıklı da olsa uzun süre kullanım mutlaka bireyin ruhsal ve kimyasal yapısında değişikliklere yol açar. 8. Herkes Uyuşturucu Kullanıyor ve Onlara Bir Şey Olmuyor! (mu?)
Gerçekte yetişkinlerin ve gençliğin büyük bir çoğunluğu madde kullanmamaktadır. Böyle bir söylemi dile getirmenin amacı genellikle kişinin kendisine yandaş arama çabasından kaynaklanmaktadır. Uyuşturucu kullanan bir kişinin, maddenin kendisine ve çevresine verdiği zararları görmesi zaman alabilir. Maddelerin verdiği zararlar arasında okul başarısında düşme, aile ilişkilerinde kopukluk, arkadaş çevresinin daralması, bedensel ve ruhsal değişiklikler, zamanla üretkenliğin azalması sayılabilir. 9. Arkadaşımın Uyuşturucu Kullanması Beni Etkiler mi? Eğer kişinin madde alan bir arkadaşı varsa bir süre sonra bundan etkilenmesi olasılığı büyüktür. “Nerden bileceksin yaşadıklarımı, sen hiç kullanmadın ki!” gibilerinden bilinçli ya da bilinçsiz sözlerle yardım etme isteği içindeki kişiyi kullanmaya itebilir. Bu durumu bir girdaba benzetebiliriz. 10. Uyuşturucu Sadece Kullanan Kişiye mi Zarar Verir? Uyuşturucu kullanımı tüm topluma zarar verir. Bulaşıcı bir şekilde yaygınlaşır. Kara para ve mafya uyuşturucudan beslenir. İnsanlar sömürülür.
04-05-2008, 18:02
sarıkanarya_41
HANGİ SEBZE HANGİ MEVSİMDE YENİR
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Günümüzde tarım ve teknolojide yaşanan gelişmeler sayesinde hemen her mevsimde bütün sebze ve meyvelere ulaşma imkanımız var. Ancak bu sağlıklı bir beslenme şekli mi. Yüzlerce yıl önce İbn-i Sina: sebze ve meyveyi mevsiminde yiyin, şeklinde bir öneride bulunmuş. Bunun önemi, ürünlerin doğallığının değeri günümüzde yeni/yeniden keşfedilir. Peki... sebzelerin doğal olarak yetiştiği aylar ve hangi mevsimde ne yemeliyiz ?
SEBZELER
BAMYA: Haziran - Temmuz - Ağustos
BARBUNYA: Nisan - Mayıs - Haziran
BEYAZ LAHANA: Kasım - Aralık - Ocak - Şubat
BEZELYE: Nisan Mayıs - Haziran
BROKOLİ: Ocak - Şubat - Mart
CARLİSTON BİBER ve DOLMALIK BİBER: Haziran - Temmuz - Ağustos - Eylül
DEREOTU: yılın her mevsimi
DOMATES: Haziran - Temmuz - Ağustos - Eylül - ekim - Kasım
HAVUC: Eylül - Ekim - Kasım - Aralık - Ocak - Şubat - Mart
İÇ BAKLA: Nisan - Mayıs - Haziran
ISPANAK: Kasım - Aralık - Ocak - Şubat - Mart
KARNABAHAR: Kasım - Aralık - Ocak - Şubat - Mart
KEREVİZ: Kasım - Aralık - Ocak - Şubat
KIRMIZI LAHANA: Kasım - Aralık - Ocak - Şubat
KIRMIZI SALÇALIK BİBER: Ağustos - Eylül - Ekim
KURU SOGAN: Yılın her mevsimi
MADIMAK: Mayıs
MANTAR: Eylül - Ekim
MAYDANOZ: yılın her mevsimi
MARUL: Nisan - Mayıs - Haziran
PATATES: yılın her mevsimi
PATLICAN: Haziran - Temmuz - Ağustos - Eylül - Ekim - Kasım
PIRASA: Kasım - Aralık - Ocak - Şubat - Mart
SALATALIK: Mayıs - Haziran - Temmuz - Ağustos - Eylül - Ekim
SEMİZOTU: Nisan - Mayıs - Haziran
SİVRİ BİBER: Haziran - Temmuz - Ağustos - Eylül - Ekim
TAZE FASULYE: Mayıs - Haziran - Temmuz - Ağustos - Eylül
TAZE YEŞİL KABAK: Kasım - Aralık - Ocak - Şubat - Mart
TURP: Ocak - Şubat - Mart
MEYVELER: Ağaçta büyüyen meyveler için yukarıdaki durum söz konusu değil ama bunların da depolanma suresi boyunca kullanılan ilaçların zararını en aza indirmek için yıkama işleminde titiz davranmak gerektiği belirtiliyor. Çilek üretimi farklı olduğu için belirtmek gerekir:
ÇİLEK: Mayıs - Haziran
Aylara Göre Beslenme Şekli
OCAK: Sebze ve et suyu ile hazırlanmış çorbaları sofranızdan eksik etmeyin. Hareketsiz gecen soğuk kış günlerinde çorbalar bağırsak sistemini düzenler. Soğuk havalarda vücuda direnç veren balık ve baklagiller de en çok tüketilmesi gereken besinlerden.
ŞUBAT: Kansere karşı etkili lahanagilleri (lahana, Brüksel lahanası, karnabahar ve brokoli) sık sık yiyin. Bol betakaroten içeren havuç ile salata, zeytinyağlı yemek veya havuç suyu hazırlayın.
MART: Mart, yaza hazırlık ayıdır. Hafif beslenmeye ve diyet yapmaya başlamanın tam zamanıdır. Mart, ayni zamanda ilkbahara geçiş ayıdır. Bu nedenle hafif bir o kadar da direnç verici besinleri tüketmeye özen göstermek gerekir. Balık, ızgara et, sebze ve meyveler bol tüketilmeli.
NİSAN: Kuzu etinin en taze ve lezzetli zamanı. Bu aylarda et olarak kuzu etini tercih edin. Sutlu hafif tatlılar pişirin. Sabah kahvaltısında ve geceleri yatmadan önce bir bardak sut için. Hafif ama sağlıklı beslenerek ve açık havada düzenli yürüyüşler yaparak fazla kilolarınızdan kurtulabilirsiniz.
MAYIS: Çilek kısa omurlu bir meyve. içeriğindeki zengin vitamin (özellikle C vitamini) ve mineraller sayesinde ani enerji verip, geçiş mevsiminde ortaya çıkan yorgunluk belirtilerini giderir.
HAZİRAN: Kısa omurlu dut ve kirazı bu ayda bol bol tüketin. Her ikisi de zengin vitamin ve mineral kaynağı.
TEMMUZ: Semizotu, balıktan sonra en çok omega - 3 içeren sebze. Vücut tarafından üretilmeyen bir yağ asidi olan Omega - 3, kalp hastalıklarına, zihinsel karışıklığa ve bunamaya karsı etkili.
AĞUSTOS: Yaz meyve ve sebzelerinin en olgun zamanı. Meyveleri bol yiyin. Bunun yanı sıra balık, zeytinyağlı sebze, hafif soslu makarnaları günlük öğünlerinize paylaştırın.
EYLÜL: Eylül, kışa hazırlık ayıdır. Vücudu soğuk mevsime hazırlamak gerekir. Bol balık, sebze, meyve ve makarna gibi enerji verici karbonhidratlar ağırlıklı beslenin. Mürdüm erik ve fındığı hergün belli bir miktar tüketmeye özen gösterin.
EKİM: Ekim ayı omega - 3 içerikli cevizin tam zamanı. Cevizi bu aylarda bol bol tüketin. Ayrıca mantarlı nefis yemekler pişirebilirsiniz. Mantar, balık, et ve sebzelere çok yakışır. Mantarı ızgarada üzerine peynir serperek pişirip kahvaltıda da yiyebilirsiniz.
KASIM: Kasım ayında balkabağından bol bol yararlanın. Çorbası, tatlısı ve pastası ile nefis lezzetler hazırlayabilirsiniz . Balkabağını ayrıca etli sebze yemeklerine de ilave edebilirsiniz. içerdiği bol betakaroten sayesinde kansere karşı etkili bir sebze.
ARALIK: Soğuk algınlığı hastalıklarına yakalanmamak için sağlıklı beslenin. Portakal veya greyfurt suyu için. Ispanak, baklagil, et, yoğurt, muz,elma ve kuruyemişleri bol tüketin.
04-05-2008, 18:02
sarıkanarya_41
ALKOL GENÇLERDE HAFIZAYA ZARAR VERİYOR
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Doktorlar, gençlerin aşırı alkol tüketerek hafızalarına yıllarca zarar verebilecekleri uyarısında bulundu. 12 yaşındaki çocukların bile alkolizm tedavisi gördüğü uyarıları yapıldığı bir zamanda, bilim adamları, alkol tüketen gençlerde 20’li yaşlarına gelmeden önemli bozulmalar görüldüğünü ortaya koydu.
Aşırı alkol tüketmenin, beynin gelişmesindeki kritik aşamaya müdahale ettiği ve bu sorunun yaşla daha da kötüleştiği halihazırda biliniyor.
Araştırmacılardan Thomas Heffernan yaptığı açıklamada, “gençlerde aşırı alkolün ve içki alemlerinin, beyinde günlük hafızayı destekleyen bölüme zarar verdiğine dair kanıt bulunduğunu” söyledi.
Heffernan, bu gençlerin hafızalarına zarar vermekle kalmadıklarını, ayrıca bu durumun, gençlerin beyinleri gelişme safhasında olduğu sürece gelecek için de sorun oluşturacağını belirtti.
Northumbria ve Keele üniversiteleri tarafından denekler üzerinde yapılan bu araştırmanın sunumu, İngiliz Psikolojik Derneği konferansında yapıldı. Araştırmada incelenen deneklerin, beynin gelişme safhasında bulunduğu 17 ile 19 yaş arasında oldukları bildirildi
04-05-2008, 18:03
sarıkanarya_41
TATLANDIRICILAR ŞİŞMANLATABİLİR
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ABD’de yapılan bir araştırmada, şeker yerine yapay, kalorisiz bir tatlandırıcı kullanmanın kilo vermeyi kolaylaştırıcı değil, zorlaştırıcı olabileceği ortaya çıktı.
Indiana eyaletinin West Lafayette kentindeki Purdue Üniversitesi’nde yapılan araştırmada, yapay sakarin tatlandırıcısı ve normal şeker olan glikoz ile beslenen fareler incelendi.
Glikozla tatlandırılan yoğurt verilen farelerle kıyaslandıklarında, sakarinli yoğurt yiyen farelerin, daha fazla kalori harcadıkları, daha fazla kilo aldıkları ve daha fazla vücut yağı depoladıkları tespit edildi.
Tatlı gıdaların vücudu daha fazla kalori almaya yönlendirebileceğini, ancak yapay tatlandırıcı biçimindekilerin büyük miktarda kalori sağlamadıklarından vücudun şaşırdığını ve daha fazla yeme hissi ortaya çıktığını ya da normalden az enerji harcadığını belirten araştırmacılar, elde ettikleri verilerin kalorisiz sakarin ile tatlandırılan bir gıdanın daha fazla kilo almaya ve şişmanlığa yol açabileceğini gösterdiğini kaydettiler.
American Psychological Association tarafından Behavioral Neuroscience dergisinde yayımlanan araştırmada, aspartam gibi diğer yapay tatlandırıcıların da benzer etkileri olabileceği belirtildi.
04-05-2008, 18:04
sarıkanarya_41
ERKEKLER YAŞINIZA GÖRE BESLENİN
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Erkeklerin cinsel hayatlarında sağlıklı olabilmeleri için 20, 30 ve 40 lı yaşlarda dikkat edilmesi gerekenler var.
20 li yaşlarda erkeklerin özellikle yumurta yemeleri cinsel isteği artırıyor. Yumurtada bulunan B vitamininin stres hormonlarını azaltıp, vücudun gevşemesini sağladığını belirten uzmanlar, günde en az bir yumurta yenmesi gerektiğini söylüyor.
30 lu yaşlarda ise erkeklerin kirli havadan uzak durmaları gerekiyor. Uzmanlara göre bu yaşlarda da spor çok önemli.
40 lı yaşlarda ise erkeklerin bol bol meyve yemesi gerekiyor. Meyvedeki vitaminler kolesterolü azaltıyor. Bu sayede damar tıkanıklığı önleniyor ve kan dolaşımı normale dönüyor.
04-05-2008, 18:06
sarıkanarya_41
ZEKA DESTEĞİ BESİNLER
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Aniden bir fikre ihtiyacınız varsa diyetisyenler kimyon çayı içmenizi öneriyor. Odaklanmak için ceviz, yaratıcılık için zencefil, problem çözmek içinse üzüm suyu tavsiye ediliyor.
Her gün düzenli olarak kahvaltı yapan kişilerin diğerlerine oranla daha başarılı ve verimli oldukları biliniyor.
Yoğun bir güne başlarken; peynir, süt, yumurta gibi protein içeren besinlerden oluşan bir kahvaltı, şekerli çay ve simitten oluşan bir kahvaltıya kıyasla daha iyi sonuç almayı sağlıyor. “Odaklanma” için ceviz, fındık, fıstık gibi sinirleri kuvvetlendiren yiyeceklerin yenmesi öneriliyor.
Uzmanlar yaratıcılığın geliştirilmesi için zencefil yenmesini öneriyor. Kimyonun da içerdiği uçucu yağların bütün sinir sistemini uyardığını söyleyen diyetisyenler “Aniden bir fikre, bir buluşa ihtiyacı olan kimyon çayı içmelidir. Çay, bir fincana iki tatlı kaşığı dolusu kimyon eklenerek yapılabilir” önerisinde bulunuyor.
Tahıl: Önemli bir B vitamini kaynağı olan tahıllar, kan şekerini dengeliyor.
Patates: Kan şekerini dengeli olarak yükseltiyor bu sayede zekâ daha verimli çalışıyor.
Yoğurt: İçinde bulunan tirozin isimli madde hafızayı güçlendirip, beyni uyarıyor.
Üzüm suyu: Dopamin salgılanmasını arttırarak problem çözme yeteneğini geliştiriyor.
Fasulye: Lif ve protein bir arada özellikle çocuklarda zekâyı açıyor.
Kırmızı ve turuncu renkli sebzeler: Özellikle domates, havuç ve kırmızı biberde bulunan antioksidan beynin daha uzun süre sağlıklı kalmasını sağlıyor.
Somon: Omega-3 yağları hem beyni koruyor hem hafızayı güçlendiriyor.
Yağsız kırmızı et: Tam bir demir deposu, özellikle sağlıklı alyuvarlar için vazgeçilmez... Beyin gelişimi için büyük yarar sağlıyor.
Lahana: Tiroit bezlerinin aktivitesini yavaşlattığı için daha stressiz öğrenmeyi sağlar.
04-05-2008, 18:06
sarıkanarya_41
SİGARAYI BIRAKMADA YARDIMCI UYGULAMALAR
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Tarih belirlemek: Sigara bırakma tarihinin doğum günü gibi önemli bir tarih olması, bunun ilan edilmesi büyük yarar sağlar.
Sigara içme alışkanlıkları: Bırakmadan evvel sigaranın içildiği durumlar ve saatlerin not edilmesi gereklidir.
Sigarayı bırakma nedenleri: Kişilerin sigarayı bırakma nedenleri farklılık gösterse de en öne çıkan iki neden sağlıklı yaşamak ve çocuklarına iyi örnek olma isteğidir.
BIRAKMA EVRESİNDE İŞE YARAYACAK 9 ÖNERİ!
1- Sigara bırakıldığında ilk günler çok önemlidir. Eğer sigara bir hekimin süpervizörlüğünde bırakılıyorsa ilk iki hafta düzenli görüşme ve sonra 1, 3, 6 ve 12 aylarda görüşme faydalıdır.
2- Görüşmelerde sigarayı bırakmış kalma durumu, motivasyonun sürekliliği, yeniden başlama (relaps) eğilimi değerlendirilir.
3- Sigaraya yeniden başlama eğilimleri, sigara içmenin bırakıldığı ilk haftalar içinde olmaktadır. Bırakan kişi ilk iki kontrolüne kadar sigara içmemişse bırakmış kalma olasılığı yüksektir.
4- Ancak yeniden başlamalar başarısızlık olarak değerlendirilmemeli ve yeniden bırakma yönünde kişi motive edilmelidir.
5- Sigarayı azaltarak bırakanların yeniden başlama ihtimali bir anda keserek bırakanlara göre daha çoktur.
6- Sigara bırakıldığında ilk günler 3-5 dakika süren sigara isteği dalgaları sıklıkla gelecektir. Bu dalgaların kişinin sigara içme alışkanlıklarına göre, önceden de farkedilebilecek zaman ve durumlarda gelmesi, bırakma açısından kolaylık sağlar. Sigaranın zararlarına yoğunlaşarak veya bir arkadaşı ile sohbet ederek bu dalgayı atlatabilir.
7- Aynı zamanda sigarayı bırakan kişi için el alışkanlığının yerini alacak başka el ve ağız alışkanlıkları oluşturulur. İlk günler sigara içilen sosyal ortamlardan uzak kalarak 3-5 dakikalık dalgaların gelme sıklığının azaltılmasına çalışılır.
8- Bol sıvı gıda ve meyve tüketilerek hemen ağız alışkanlıkları değiştirilir hem de sağlıklı beslenilerek kilo alınmasının önüne geçilir.
9- Egzersize başlamak sigara bırakma sırasında görülen fazla yemenin getireceği fazla kilolar ve motivasyon açısından faydalıdır.
04-05-2008, 18:07
sarıkanarya_41
MESANE KANSERİ
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Erkek mesane kanseri olması riski kadınlardan üç kat daha fazladır. Amerika da her yıl yaklaşık kırk bin yeni mesane kanseri olayı teşhis edilir ve onbeş binden fazla ölümün nedeni bu hastalıktır. Mesane kanseri kırk yaşın altındakilerde nadiren görülür. Bunun en azından çevresel faktörlerle ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bu hastalık sigara içenlerde boya, kimya ve lastik sanayiinde çalışan işçilerde daha fazla görülür.
Belirtiler
-İdrarda kan;
-Pelvik sancı (ön ve yanlardaki kalça kemiklerinde sancı);
-İdrar yapmada zorluk;
Teşhis
En sık görülen ilk belirti, ağrı ya da başka bir rahatsızlık olmaksızın, idrarda kan bulunmasıdır. Sık yapılan bir teşhis hatası, idrardaki bu kanın mesane iltihabına bağlanmasıdır. Eğer mesane kanserini düşündüren şikayetleriniz varsa, doktorunuz kanserli hücreleri saptamak üzere idrar tahlili yaptıracaktır. IVP denilen özel bir böbrek röntgeni çekilebilir ve doktorun mesanenin içini görebilmesi için, sistoskopi yapılacaktır. Sistoskopi sırasında, habis hücreler açısından mikroskop altında incelenmek üzere, mesane duvarından parça alınır.
Eğer kanser saptanırsa, doktorunuz kanserin hangi evrede olduğunu saptamak için, karın ya da pelvis tomografisi isteyebilir. Kanserin mesane dışına yayılıp yayılmadığını anlamak için yapılan testler, göğüs röntgeni ve kan tahlilleridir.
Eğer mesanedeki tümör küçükse ve mesaneyi kaplamamışsa, iyileşme şansı yüksektir. Bu türden mesane kanseri olan insanların yaklaşık %50si ile 70i arasında kalan kısmı üç yıllık bir süre içerisinde iyileşme gösterecektir.
Mesane kanserinin çevre dokulara yayılması kötü prognoz göstergesidir, bu nedenle erken teşhis son derece önemlidir.
Tedavi
Yüzeysel mesane kanserindeki tedavi genellikle tümörün kendisinin alınması şeklindedir. Bunun için büyük bir ameliyat gerekmez, çünkü cerrah tümörü bir sistoskop aracılığıyla alınabilir.
Yüzeysel tümörün alınmasından sonra biyopsiyi ihtiva eden sistoskopik değerlendirme her 3 ile 6 ayda bir kanserin yeniden oluşup oluşmadığını belirlemek için yapılır. Eğer bu olay yinelenirse, tümör yeniden sistoskopi ile alınabilir. Ancak bu sefer gelecekteki mesane kanseri olasılığını azaltmak için kanserle mücadele edici ilaçlar verilir.
Eğer hastalık mesane kasları ve yağ dokusunu kaplarsa mesanenin kendisinin, erkeklerde de prostat bezinin de birlikte olmak üzere, alınması gerekir. İlerlemiş mesane kanseri olan kadınlarda da yumurtalıkların, rahmin ve vajinanın bir kısmının alınması gerekir.
Mesanenin alınması, idrarın geçeceği bir açıklığın yaratılmasını gerektirir. Bunu yapmanın değişik yolları vardır. En başarılı olan tekniklerden birinde üreterler, bir parça bağırsaktan yapılmış yapay bir mesaneye bağlanırlar. Yani mesane göbeğin yan tarafından vücudun iç kısmına tutturulur. Daha sonra idrarı giysilerin altından vücut üzerinde bir torbaya boşaltmak üzere karın duvarından bir delik açılır. Buna ileal kanal işlemi denir.
Bazı hekimler, invazif (yayılma gösteren) mesane kanseri için bu operasyondan sonra radyasyon terapisi ve kemoterapi önerirler. Tümör lenf ise kemoterapi kullanılabilir. Metastatik hastalığı (diğer organlara yayılan kanser) olan şahısların %30 ile 70 i arasındaki kısmında kemoterapi kanserin yayılmasını kontrol altına almak ve ağrıyı hafifletmek açısından yararlıdır. Ancak bunun yararı 6 aydan daha fazla sürmez ve kanser bu süreden sonra ilerlemeye devam eder. Mesanenin ameliyat ile alınması veya radyasyon terapisi ile devam eden kemoterapinin bir kombinasyonu yayılma gösteren (invasiv) hastalığı olan şahısların bazılarında yaşamı uzatır.
04-05-2008, 18:08
sarıkanarya_41
YÜKSEK ENERJİLİ BESLENEN KADINLARIN OĞLU OLUYOR!!!
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Enerji bakımından zengin besinler alan kadınların erkek çocuk doğurma olasılığı daha yüksek olabilir...
İngiltere’deki Exeter Üniversitesinden Fiona Mathews ve ekibi, annenin beslenme şekli ve bebeğin cinsiyeti arasındaki ilişkiyi araştırdı.
740 hamilenin, gebelikten önce ve gebelik sırasındaki beslenme alışkanlıklarını inceleyen bilim adamları, ilk çocuğuna gebe kalan ve bebeğin cinsiyetini bilmeyen bu kadınları hamile kalırken, kalori desteklerine göre 3 gruba ayırdı.
Enerji desteğini en fazla alan kadınların yüzde 56’sının erkek, en az alanların yüzde 45’ininse kız bebek dünyaya getirdiği görüldü.
Araştırmada, kahvaltıda tahıl tüketimi, potasyum, kalsiyum, C, E ve B12 vitaminleri bakımından daha zengin ve daha çeşitli besin tüketimi ve erkek çocuk doğurma arasında güçlü bir ilişkinin olabileceği de ortaya çıktı.
Mahthews, “bu çalışmaların, genç kadınların az kalorili beslenme tarzını tercih ettiği gelişmiş ülkelerde neden erkek oranının azaldığını açıklamaya yardımcı olabileceğini” söyledi.
Son 40 yılda sanayi ülkelerinde erkek bebek sayısının az da olsa azaldığı gözleniyor. Bu düşüş, tüketim ürünlerindeki kimyasal maddelere bağlanıyor. Bununla birlikte araştırmacılar, gelişmiş ülkelerdeki genç kadınların değişen beslenme alışkanlıklarının da bu düşüşü açıklayabileceğini belirtti.
Kahvaltı alışkanlığının gelişmiş ülkelerde neredeyse ortadan kalktığını söyleyen araştırmacılar, ABD’de kahvaltı yapan erişkinlerin oranının, 1965’te yüzde 86 iken 1991’de yüzde 75’e düştüğünü vurguladı.
Araştırmacılar, kahvaltıyı atlamanın normal gece açlığı süresinin uzamasına, bu nedenle glikoz seviyesinin düşmesine neden olabileceği görüşünü savunuyor. Daha önce laboratuvarda yapılan araştırmalar, glikozun erkek bebek dünyaya getirme olasılığını artırabileceğini göstermişti.
04-05-2008, 18:09
sarıkanarya_41
İŞTAHINIZA HAKİM OLMA YÖNTEMLERİ
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Diyetin en zor kısmı canınızın bir şeyler çektiği zamanlar. Eğer siz de iştahınıza hakim olamıyor, sürekli bir şeyler yeme arzusu duyuyorsanız Diyetisyen Yasemin Batmaca nın önerilerine kulak verin.
ATIŞTIRMA KRİZLERİNDEN KURTULUN
Gün içinde sık ve az öğünler yemek, iştahınızın kontrolden çıkmasını önlemenin en kolay yolu. Belki yine arada bir şeyler atıştırmak isteyebilirsiniz, ama bu sefer yiyeceğiniz miktarlar az olacaktır. Böyle bir durumda atıştırmak için sağlıklı karbonhidratlara yönelin, çünkü bu besin türü sindirim sisteminde daha uzun süre kalıyor ve şeker seviyenizi yavaşça yükselterek daha uzun süreli bir tokluk hissi sağlıyor.
ÇİĞNEYEREK YİYİN
Yiyecekleri uzun süre çiğnedikten sonra yutmak, beynin vücuda giren besinleri kaydetmesine zaman tanımak anlamına geliyor. Üstelik bu şekilde tat alma duyusu da tatmin oluyor. Böylece doyduğunuzu anlamanızla, yemeye son vermeniz arasındaki zaman kısalıyor. Fazla yemekten kaynaklanan sindirim sorunlarından kurtulmanız da ayrı bir avantaj!
TAT ALMA DUYUNUZU UYANDIRIN
Yapılan araştırmalara göre, tat alma duyusunu değişik tatlarla tatmin etmek, daha az miktarlarla yetinmeyi sağlıyor. Sürekli aynı yemeği yemek de, özellikle tadı hoşunuza gitmiyorsa, bir süre sonra tat alma mekanizmanızın iptal olmasına yol açıyor. Ve bu nedenle de kendinizi sanki hiç yemek yememiş gibi hissedebiliyorsunuz. Böyle bir durumu engellemek için öğünlerinizi taze otlarla ve baharatlarla tatlandırabilirsiniz.
Susasıkça Su İçin
Su içmek kendinizi tok hissetmeniz açısından önemli. Ayrıca vücudunuz susuz kaldığında çoğu zaman açlık hissine benzeyen sinyaller gönderiyor. Su içmek, bedeninizin su istediği zamanlarda yemeğe yönelmenizi engelleyecektir. Susadığınızda gazoz, meyve suyu vs değil su için.
GÜÇ GEREKTİREN EGZERSİZLER YAPIN
Egzersizleriniz zorlaştıkça vücut ısınız artıyor ve daha fazla kalori yakmaya başlıyorsunuz. Bu durum da egzersizi takip eden birkaç saat boyunca iştahınızın bastırılmasına neden oluyor. Böyle bir durumda normal öğün saatinden birkaç saat önce egzersiz yapmak en mantıklısı. Çünkü öğün saati geldiğinde spor yapmanın verdiği etkiyle iştahınız biraz daha kapanır. Fakat asla öğün atlama hatasına düşmeyin, aksi halde hem vücudunuz zayıf düşer, hem de bir süre sonra aşırı yeme isteği duyarsınız.
YEME İSTEĞİ BEYİNDE BAŞLIYOR
Beyin, vücutta enerjinin azaldığını fark eder etmez açlık hissetmemize yol açan kimyasal maddeler salgılıyor. Bunun sonucu doğal olarak biz de yeme gereği hissediyoruz. Ancak beynimizin bu kimyasal maddeleri salgılayan kısmı, aynı zamanda duyguları da kontrol ediyor. İşte, sıkıldığımız veya kendimizi kötü hissettiğimizde hemen buzdolabına koşmamızın başlıca sebebi bu. Ayrıca yemeklerin tadı, kokusu veya görüntüsü de açlık duygusuna neden olabiliyor. Örneğin, yemek sonrasında canınız tatlı vitrininde duran o dondurma kasesinden çekiyorsa, bunun nedeni kesinlikle aç olmanız değil, kontrolden çıkan yeme isteğinizdir. Eğer bunu aklınızdan çıkarmazsanız, tokken yediğiniz yemek miktarını en aza indirmiş olursunuz.
04-05-2008, 18:10
sarıkanarya_41
AKCİĞER ATARDAMARI DARLIĞI
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Kanın sağ karıncıktan akciğer atardamarına geçtiği yolun darlığıdır, oldukça iyi sonuç alınan cerrahi girişimlerle düzeltilebilir.
Doğumsal akciğer atardamarı darlığında, çeşitli bölgelerde ve değişik biçimlerdeki darlık sonucunda kan sağ karıncıktan akciğer atardamarına geçerken engellenir.
Bu bölümde, karıncıklar arası bölmenin sağlam ve aortun normal olduğu koşullarda ortaya çıkan, yani tek basma görülen akciğer atardamarı darlıkları incelenecektir. Karıncıklar arası bölmede delik ya da daha karmaşık kalp hastalıklarıyla, örneğin Fallot (tetraloji) dörtlemesiyle birlikte görülen akciğer atardamarı darlıkları konu dışı bırakılacaktır.
Tek başına görülen akciğer atardamarı darlığına oldukça sık rastlanır. Bütün doğumsal kalp hastalıklarının yüzde 10-15 ini bu hastalık oluşturur. Kalp cerrahisi girişimleriyle başarılı bir biçimde tedavi edilebilen ilk oluşum bozukluklarından biridir.
Nedenleri
Akciğer atardamar darlığı hemen her zaman doğumsal dır. Çeşitli nedenler sonucunda, örneğin, kalp İç zan iltihabına bağlı olarak geliştiği kesin bir biçimde gösterilen edinsel olgu sayısı çok azdır (romatizmal kalp hastalığı, diplokok enfeksiyonları, belsoğukluğu, frengiye bağlı olgular gibi).
Yerleştiği bölgeye göre akciğer atardamarı darlıkları çeşitli gruplara ayrılabilir:
• Kapak darlığı. Hastalık yalnızca akciğer atardamarı kapağını tutmuştur, kapak kanatları birbirine iyice kaynaşmıştır, ayrılmaları olanaksızdır. Kapak koni ya da kubbe biçimini almıştır, tepesinde küçük bir delik görülür; darlık oldukça ileridir. Bazen kapak kanatlarının yalnız bir bölümü birleşmiştir ve kısmen ayrılabilme özelliği taşır; bu olgularda darlık daha gevşektir. Bazen kapakta oluşum bozukluğu olabilir; örneğin, iki kanatlı yani iki ayrı kanattan oluşan bir kapak bulunabilir.
• Akciğer atardamar kökünde darlık. Darlık yalnız akciğer atardamarının dibindedir, kapak yapısında bozukluk yoktur.
• Kapak ve kökün darlığı. Her iki oluşum bozukluğunun birlikte bulunmasıdır.
• Kapak üstü darlığı. Akciğer atardamar gövdesinde, ana dallardan ya da daha uç dallardan birinde darlık bulunmasıdır.
Dolaşım Üzerindeki Etkileri
Olağan koşullarda, karıncıkların kasılması sırasında kan sağ karıncıktan akciğer atardamarına kolayca atılır, çünkü bağlantı deliği bütünüyle açıktır. Darlık durumunda ise kan delikten zorlukla geçer. Kan dinamiğinin bozulmasına neden olan bu aksaklık önemli sonuçlar doğurur.
Darlığın üst bölümünde, yani kanın sağ karıncıktan akciğer atardamarına akmasını zorlaştıran engelin üst bölümünde şu değişiklikler gözlenir.
• Sağ karıncıkta. Darlığın sonuçlarından en erken etkilenen kalp bölümüdür. Çünkü karıncık kasılması ile akciğer atardamarına atılması gereken kanın bir bölümü daralan deliği aşamayarak sağ karıncık boşluğunda kalır ve kasılma sonunda karıncık içinde normal olarak kalan kana eklenir. Böylece sağ karıncık kanla aşırı dolmaya başlar. Her dolum (diyastol) döneminde sağ kulakçıktan normal olarak gelen kan, bir önceki kasılmada atılması gerekirken karıncıkta kalmış olan kanla birleşir. Aşın çalışan sağ karıncık kaslarında kalınlaşma ballar. Sağ karıncık duvarındaki kasların kalınlığı bazen sol karıncık duvarının kalınlığına erişebilir; hatta daha kaini hale gelebilir. Karıncık kasındaki bu kalınlaşma, akciğer atardamarının darlığı ile doğru orantılıdır. Kalp içine gönderilen kateter ile elde edilen çok önemli bir veri de, sağ karıncık içi basınç artışının, farklı olgularda darlığın düzeyine göre değişiklik göstermesidir.
Sağ karıncığın kan atım kapasitesindeki artma ile birlikte sağ karıncığın atım (ya da kanı fırlatma, püskürtme) zamanı, yani kasılma süresi de uzamıştır. Yukarıda anlatılan aşın çalışma sürecinin yanı sıra kasılma süresinin uzaması sağ karıncık boşluğunu bütünüyle boşaltmaya yöneliktir.
Kısa ya da uzun sürebilen bir dönemden sonra, sağ karıncığın kası yorulmaya başlar, gücü giderek zayıflar, kasılma yeteneği azalır ve sağ karıncık boşluğunda daha çok kan birikmeye başlar. Böylece önce basit bir genişleme, ardından da karıncık duvarlarında güçsüzlük görülür. Sağ karıncık boşluğunun da genişlemesiyle sağ karıncık hacmi önemli ölçüde artar.
Sağ karıncığın aşın büyümesi kalbin kendi ekseni çevresinde saat yönünde dönmesine neden olur ve kalp yalnız bu hastalıkta görülen di*** bir görünüm alır.
• Sağ kulakçıkta. Sağ karıncıktaki kan göllenmesi ve basınç artışı geriye doğru etki yaparak Önce sağ kulakçığa yansır. Oldukça şiddetli olan bu yansıma sağ kulakçıkla sağ karıncığı ayıran deliğin aşırı genişlemesine neden olur ve üç kanatlı kapak artık bu deliği örtemez hale gelir. Sonuçta üç kanatlı kapakta, işlevsel yetersizlik görülür. Bu aşamaya gelindiğinde, sağ karıncığın her kasılmasında, içinde biriken kanın bir bölümü sağ kulakçığa kaçar. Sağ kulakçık bir süre sonra genişler, aşın kalınlaşır ve sağ karıncıkla birlikte büyümeye başlar. Son aşamada kalbin tüm sağ yarısının hacmi artar. Kalp kateterizasyonu ile sağ kulakçıkta, tıpkı sağ karıncıkta olduğu gibi basınç artışı saptanır.
• Akciğer atardamarındaki darlığın altında. En önemli sonuç akciğer atar damarı basıncının azalması dır. Artan sağ karıncık basıncı ile azalan akciğer atardamarı basıncı arasındaki fark, akciğer atar damarındaki darlığın düzeyini gösterir. Buna darlık endeksi ya da darlık düzeyi endeksi adı verilir; basınç farkı ne kadar fazlaysa darlığın o ölçüde ciddi olduğu anlaşılır.
Belirtileri
Hastalık belirtileri darlığın derecesiyle ilgilidir. Darlık orta derecedeyse hasta normal gelişimini sürdürebilir. Yalnızca dinlemede akciğer odağında bir üfürüm ile ikinci kalp sesinde sönme tek oluşum bozukluğu belirtisi olarak saptanabilir. Darlık ileri düzeydeyse, gelişme geriliği, güç harcandığında görülen nefes darlığı ve morarma ile sağ kalp yetmezliği bulguları ortaya çıkar. Bu belirtiler yaşamın İlk aylarında ya da yıllarında başlar ve giderek ağırlaşır.
Özellikle sağ kalp yetmezliği oluştuktan sonra sağ kulakçığın gerisindeki tüm toplardamar sisteminde kan göllenmesi ve buna bağlı belirtiler görülür:
• Morarma. Hastalığın ileri devrelerinde son derece ağırlaşabilir, özellikle yüz, dudaklar, burun, kulaklar ve ellerde belirgindir. Öksürme, titreme ve vücut hareketleriyle artar. Hastalık uzun sürdüğünde seyrek olarak polisitemi (kandaki alyuvarlar sayısının aşırı artması), el ve ayaklarda soğuma ve parmaklarda çomaklaşma (hipokrat parmağı) gibi belirtiler de görülebilir.
• Karaciğer büyümesi. Toplardamar sistemindeki kan göllenmesinin karaciğerde yoğunlaşması bu organın büyümesine yol açar.
• Kan basıncı düşmesi ve nabzın zayıflaması. Genel dolaşıma atılan kan miktarının azalmasına bağlıdır.
Komplikasyonlar
Akciğer atardamarı darlığının gidişi sırasında görülebilen başlıca komplikasyonlar şunlardır:
• Emboli (pıhtı parçalarının ana pıhtıdan koparak kan akımıyla başka organlara sürüklenmesi). Sağ karıncık ya da akciğer atardamarından kopan pıhtı parçaları akciğer enfarktüsüne neden olabilir.
• Tekrarlayan bronşit. Bu durum, solunum sisteminin yeterli kan almaması sonucunda kötü beslenmesine bağlıdır. Akciğer tüberkülozu. Akciğerin aynı koşullar nedeniyle yeterince kan alamamasına bağlıdır.
• Kalp iç zarının (endokart) bakteri kökenli subakut iltihabı. Bir kapak lezyonu varsa, mikropların yerleşmesi ve üremesi için elverişli bir ortam yaratılmış olur.
Gidişi
Hastalığın gidişine göre iki tip darlık ayırt edilir. Birinci tip darlıkta hastalık oldukça ağır gidişlidir. Kısa sürede ölümcül sonuçlar ortaya çıkabilir ya da erken bir dönemde düzeltilmesi olanaksız dolaşım bozuklukları görülür. İkinci darlık tipinde ise orta ağırlıkta bir tablo gözlenir. Hasta önceleri uzun süre iyi bir uyum gösterir, ama daha sonra hastalık aşağıda belirtilen evreleri izleyerek kötüleşir.
• Birinci devre ya da düzenlenme devresi. Darlık çok ileri değilse, sağ karıncık kası genellikle sağlam olduğundan, kan dinamiği dengesi yukarıda tanımlanan düzenleme süreçleriyle (aktif genişleme, yüksek basınç ve kaslarda kalınlaşma) kısa ya da uzun bir süre korunur.
• İkinci devre ya da yetmezlik devresi. İkinci devre bazı olgularda aniden, bazılarında ise aşamalı olarak gelişir.
Bu devrede birinci devre belirtileri ağırlaşır ve genel toplardamar sisteminde kan göllenmesi belirtileri ortaya çıkar.
İkinci devrenin klinik tablosunu sağ karıncık yetmezliği belirler. Hastanın ömrünü kısaltacak başka komplikasyonlar gelişmezse, akciğer atardamarı darlığının son devresini oluşturur.
Tanı
Akciğer atardamarı darlığı tanısı, belirtiler tam ve belirginse genellikle zor değildir.
Elektrokardiyogramda, genellikle sağ karıncığın, bazen de sağ kulakçığın aşın büyümesine ilişkin belirtiler saptanır. Göğüs filminde, orta derecede darlık olan olgularda genellikle kalbin normal boyutlarda olduğu ya da biraz büyüdüğü saptanırken, kalp yetmezliği olgularında kalbin büyüdüğü gözlenir. Büyüme sağ karıncık ve sağ kulakçıkla sınırlıdır.
Kapak darlıklarında sol kalbin oldukça özgün bir görünümü vardır. Akciğer atardamarı darlığının neden olduğu genişlemeye bağlı olarak akciğer atardamarı yayı belirginleşmiştir. Akciğer alanında havalanma artışı, damarlanmada ise azalma saptanır. Hastalığın ayırt edilmesinde kulakçıklar arası bağlantı önemli ipuçları verir. Çünkü kalbin sol yayındaki genişlemenin yanı sıra, kulakçıklar arası bağlantı çevresinde, akciğer alanında, kanlanma artışı görülür. Kesin tanı için sağ kalp kateterizasyonu oldukça önemlidir; sağ karıncıkta 100-200 mmHg ye varan basınç artışı olduğu saptanır, aynı anda akciğer atardamarı basıncı 15-20 mmHg olarak Ölçülür.
Kalp kateterizasyonu aynca darlığın tipi konusunda da bilgi sağlar: Kateter akciğer atardamarından sağ karıncık içine çekildiğinde kapak tipi darlıkta ani, atardamarın köküne ait darlıkta ise aşamalı basınç artışı saptanır.
Kalp boşluklarının kontrast madde verilerek görülebilir hale getirilmesi ilkesine dayanan anjiokardiyografi, bu hastalıkla birlikte görülebilen başka kalp bozukluklarını, örneğin, kulakçıklar ya da karıncıklar arası bölmede bir delik bulunup bulunmadığını, ayrıca darlığın yerini ve tipini belirlemede yardımcı olur.
Beklenen Gidişi (Prognoz)
Akciğer atardamarı darlığı ağır gidişli bir hastalıktır. Eskiden hastaların önemli bir bölümü, 50 yaşma varmadan görece kısa bir sürede yaşamlarını yitiriyordu. Gene de iyi koşullarda daha uzun yaşayan hastalar görülmüştür. Ama oldukça iyi sonuçlar veren cerrahi yöntemlerin uygulanmasıyla hastalığın gidişinde önemli iyileşmeler sağlanmıştır.
Tedavi
1945 e değin akciğer atardamarı darlığım tedavi edebilecek etkin yöntemler bilinmiyordu. Yetmezlik belirtilerini geciktirecek bazı önlemler alınır (aşırı yorgunluk ve beslenme dengesizliklerini önlenme gibi) ve özellikle kalp iç zarının bakteri kökenli subakut iltihabı başta olmak üzere enfeksiyonların önlenmesine çalışılırdı,
1945 ten sonra, kanın akciğerlere akımını artırmaya yönelik, oldukça iyi sonuç veren bir cerrahi girişim yöntemi uygulanmaya başladı.
Cerrahi girişimin bazen hemen uygulanması gerekir. Nefes darlığı, morarma ve kalp yetmezliği bulgulan ile hekime başvuran küçük çocuklarda, hastanın yaşamını sürdürmesi ancak cerrahi girişimle sağlanabilmektedir.
Ayrıca belirtilerin çok ağır olduğu, sağ karıncık ile akciğer atardamarı arasındaki basınç farkının 50 mmHg den, ya da sağ karıncık içi basıncın 80 mmHg den yüksek olduğu tüm olgularda kesinlikle cerrahi girişim uygulanmalıdır. Klinik belirtilerin çok hafif olduğu orta derecede darlıklarda cerrahi girişim için en uygun zaman 5 yaş dolayıdır.
KULAKÇIKLAR ARASI BÖLMEDE DELİKLE BİRLİKTE BULUNAN AKCİĞER ATARDAMARI DARLIĞI
Akciğer atardamar kapağı darlığı ile kulakçıklar arası bölme deliğinin bir arada bulunmasına oldukça sık rastlanır. Eskiden ayrı bir hastalık olarak kabul edilen bu tabloya Fallot üçlemesi adı verilmişti, ama günümüzde bu kavram artık kullanılmamaktadır. Buna karşın Fallot dörtlemesi kavramı hâlâ kullanılmaktadır. Hastalığın anatomik özellikleri:
• Kapak düzeyinde akciğer atardamarı darlığı tek başına görülen bir akciğer atardamarı darlığıdır; Fallot dörtlemesindeki akciğer atardamarı kökü darlığından farklıdır.
• Kulakçıklar arası bağlantı: Kulakçıklar arasındaki deliğin büyüklüğüne göre bağlantı az ya da çok olabilir.
• Bazen önemli boyutlara varabilen akciğer atardamarı darlığı sonucunda sağ karıncık aşın biçimde büyüyebilir.
Yukarıda tanımladığımız anatomik bozuklukların neden olduğu kan dinamiği bozukluktan ise şunlardır:
• Akciğer atardamarı kapağının darlığı, tek başına görülen akciğer atardamarı darlığı bölümünde geniş olarak açıklanan aynı yapısal-işlev sel bozukluklara neden olur.
• Kulakçıklar arası bağlantı iki kulakçık arasında bir kısa devre (kan geçişi) yaratır; bu kısa devre her zaman aynı yönde değildir:
• Atardamar-toplardamar kısa devresi. Sol kulakçıktan sağ kulakçığa doğrudur, genellikle Önemsizdir, hafif derecede akciğer atardamar darlığı bulunan ya da başlangıç dönemindeki hastalarda görülür. İki yönlü kısa devre. Kan hem sağ kulakçıktan sol kulakçığa hem de ters yönde geçiş yapar; darlığın daha belirgin olduğu ya da hastalığın ileri aşamaya geldiği hastalarda görülür.
• Toplardamar- atardamar kısa devresi. Kan sağ kulakçıktan sol kulakçığa kaçar. Nedeni sağ karıncıkta kan göllenmesi ve basınç artışı sonucunda sağ kulakçıkta da basıncın artmasıdır. Ergenlik döneminden sonra sağdan sola kısa devre akışı oldukça süt görülür.
Belirtileri
Belirtiler, tek başına görülen akciğer atardamar darlığında anlatılanlarla aynıdır; vücut gelişiminde gerilik, güç harcanırken nefes darlığı, kolay yorulma gözlenir. Dinleme ile muayenede, akciğer odağında emici tipte atım (sistol) sırasında duyulan üfurüm saptanır. Bu olgularda morarma daha kolay ortaya çıkar.
Göğüs filmi ve elektrokardiyogram bulguları da aynıdır. Anjiyokardiyografi ve kalp kateterizasyonuyîa kulakçıklar arası bölmede delik bulunduğu anlaşılır.
Gidişi
Hastalığın gidişi anatomik lezyonların ve özellikle atardamar darlığının yapısına göre farklı özellikler gösterir. Fallot üçlemesi olgularının büyük bir bölümünde hastalar uzun süre iyi uyum gösterirler. Önemli bir bozukluk görülmez; hafif morarma ve zorlanma sırasında orta derecede bir nefes darlığı dışında belirti yoktur. Ama genel olarak hastalığın sonunda oldukça ağır bir tablo ortaya çıkar.
Ani morarma nöbetleri, bazen de ölümcül bayılmalar görülebilir.
Olguların bir bölümünde morarma ve nefes darlığı giderek belirginleşir ve zamanla sağ karıncığa bağlı yetmezlik belirtileri ortaya çıkar.
Tedavi
Akciğer atardamarındaki darlığın düzeltilmesi ve kulakçıklar arası bölmedeki deliğin kapatılması kalp ameliyatı ile sağlanır. Ameliyat sırasında kan dolaşımı, kalp-akciğer makinesi ile sürdürülür.
04-05-2008, 18:11
sarıkanarya_41
ALIŞVERİŞ VE ÇOCUKLAR
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Dünyanın en büyük pazar araştırması şirketinden Millward Brown tarafından yapılan araştırmada, çocukların, ebeveynlerinin yaptığı alışverişi yönlendirdiği ortaya çıktı.
Millward Brown Türkiye’den yapılan açıklamada, şirketin BRANDchild adlı kitap için yaptığı araştırmaya göre çocukların, ebeveynlerinin hangi markaları satın almaları gerektiği konusunda fikirlerini aileleriyle paylaştıklarının görüldüğü belirtildi.
Araştırma kapsamında, ABD, Brezilya, Almanya, İspanya, Hindistan, Çin ve Japonya’da 1920 kentli çocukla yüzyüze görüşüldü. Araştırmaya göre, 9-14 yaş arasındaki her 3 çocuktan 2’si, anne ve babalarının otomobil, moda markaları, cep telefonları gibi pahada ağır alışverişlerini etkiliyor.
İlginç sonuçlardan birisi de, çocukların yarısının son modayı takip etmeyi sevdikleri ve giyimlerinin kimliklerini yansıttığını söylemeleri. Erkeklerin yüzde 45’inin, kızların da yüzde 55’inin moda tutkunu olduğu belirlenmiş.
Millward Brown Grubu Stratejik Planlama ve Gelişim Direktörü Nigel Hollis, çocukların hane alışverişi üzerinde belli oranda etkileri olduğunu tahmin ettiklerini, ancak etkinin bu kadar büyük olmasının kendilerini şaşırttığını belirtti.
Millward Brown Türkiye Genel Müdürü Betül Khan yaptığı değerlendirmede, araştırma sonuçlarının, yerel ve uluslararası markaları pazarlama anlayışını geliştirmeye zorlayacağını vurguladı.
04-05-2008, 18:13
sarıkanarya_41
ALTINI ISLATMA (ÇOCUKLARDA)
Geceleri altını ıslatan çocuklar psikolojik olarak içe dönük ve eziklik hissine kapılırken, bu sorun ailelere bıkkınlık veriyor. Yatağını ıslatan çocuğun kişilik gelişimi olumsuz etkileniyor. Çocuk bunu bir sır gibi saklıyor, arkadaş evinde kalamıyor, yaz kampları, okul gezileri, spor turnuvalarına katılamıyor ve ülkemizdeki her 7 çocuktan birisi geceleri yatağını ıslatıyor.
Çocuklarda gece işemeleri konusunda bugüne kadar sayısız araştırmaları bulunan Danimarka Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Norgaard dün ülkemize bir ziyarette bulundu. Çocuklarda uykuda işeme durumunun 2-3 yaşlarına kadar normal olduğunu, ondan sonra gece işemelerinin mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini ve bu durumun çocukların kendilerine olan güvenlerini azalttığını söyledi;" Yaptığımız araştırmalar çocuklardaki bu rahatsızlığın psikolojik herhangi bir yönünün bulunmadığını, tamamiyle fizyolojik bir rahatsızlık olduğunu gösteriyor. Çocuklarda "ADH" adı verilen bir tür su tutucu hormon, geceleri gündüze nazaran iki misli seviyeye çıkar. Bu da idrar kesesinde biriken sıvı miktarını azaltır. Ancak çocukta bu hormon eksik olduğunda çocuk idrarını kontrol edemez ve gece tam işeme yapar. Çoğu aile bunu bilmiyor, çocuğun sorununu psikolojik zannediyor, halbuki basit bir ilaç tedavisi ile sorun kolayca hallolur" dedi. Ülkemizde ilkokul çağındaki 7 çocuktan birisi "enüretik" yani geceleri altı işiyor. Bazen bu durum yetişkin çağı dediğimiz 17-18 yaşlarına kadar devam edebiliyor. Yine araştırmalar daha çok erkek çocukların gece altlarına işediğini gösteriyor. Burundan günde 1 kez kullanılan sprey ise, hormon eksikliğine bağlı gece işeme sorunu olan çocuklara çare oluyor. 6 ay düzenli olarak kullanılması tavsiye ediliyor, ilk kullanımından itibaren yatak kuruluğunu sağlıyor.
04-05-2008, 18:14
sarıkanarya_41
ANİ BEBEK ÖLÜMÜ RİSKİNİN AZALTILMASI
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
İngiltere’de ani bebek ölümü sendromu vakaları konusunda yapılan bir araştırmada, son yıllarda, ailelerin bebekleriyle kanepede uyumalarıyla meydana gelen bebek ölümlerinde dört kat artış tespit edildi. İngiliz tıp dergisi The Lancet’te de yayımlanan makalede, doktorlar, ailelerden bu uygulamadan vazgeçmeleri çağrısında bulundular.
Ani bebek ölümü sendromu (SIDS) vakalarında, erkek, prematüre, düşük kiloyla doğan ve yan veya yüzükoyun uyuyan bebekler için riskin daha yüksek olduğu belirtildi.
İngiltere’nin Avon bölgesinde 1984 ile 2003 yılları arasındaki verileri inceleyen araştırmacılar, ana baba yatağında uyuyan bebeklerin ölümlerindeki düşüşe karşın, kanepede ana babalarıyla uyurken meydana gelen bebek ölümü vakalarında önemli artış olduğunu tespit ettiler.
Dergideki makalede, ayrıca gebelik döneminde sigara içmek veya doğumdan sonra duman altında kalmanın da ani bebek ölümü sendromu vakalarını artırdığı kaydedildi.
SIRTÜSTÜ UYUTUN
İngiltere’de 1991’de “Sırtüstü Uyku” kampanyası sırasında aileler bebeklerini sırtüstü uyutmaya çağrılmış, kampanya sonrasında ani bebek ölümü sendromu vakalarında düşüş görülmüştü.
Doktorlar araştırmalarında, ayrıca ani bebek ölümü vakaları oranının, yoksul ailelerde yüzde 47’den yüzde 74’e ve evlerde gebelik sırasında sigara içilmesinden kaynaklanan ölümlerin yüzde 57’den yüzde 86’ya yükseldiğini belirlediler.
Ayrıca, prematüre bebeklerin ölüm oranının da yüzde 12’den yüzde 34’e yükseldiği ve anne sütüyle beslenen bebeklerin ölüm oranı da yüzde 50’den yüzde 26’ya düştüğü belirtildi.
04-05-2008, 18:15
sarıkanarya_41
ANNE BABANIN DEPRESYONU ÇOCUĞA GEÇİYOR
Anne ve babanın yaratacağı huzurlu ortam çocuğun gelişmesinde beslenme kadar önemli...
Amerikalı bilim adamları, depresyonun, anne ve babadan çocuklara geçebildiğini belirlediler.
Massachusetts hastanesinde yapılan araştırmada, 380 çocuk denek olarak ele alındı. Araştırmada, anne veya babası depresyon içinde olan çocuklarda aynı sorun, diğer çocuklara göre dokuz kez daha fazla bulundu. Sonuçları American Journal of Psychiatry dergisinde yayımlanan araştırmanın, hastalıkla ilgili klinik tedavisi konusunda doktorlara yeni ipuçları verdiği belirtildi.
04-05-2008, 18:15
sarıkanarya_41
ANNE BABAYLA YATAN ÇOCUKLAR
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Anne ve babasıyla birlikte yatan çocukların ileriki yaşamlarında sanıldığı gibi psikolojik sorun yaşamadığı bildirildi.
ABDde yapılan bir araştırma, birlikte uyumanın sağlıklı olduğunu ve çocuğun gelişimi üzerinde uzun süreli etkisi bulunmadığını ortaya koydu.
California Üniversitesinden Dr. Paul Okami, öncelikle ailelerden çocuklarının uyku planını sunmalarını istediklerini, buna göre, ailelerin yüzde 35inin bebekleri 5 aylıkken aralıklı olarak kendileriyle uyumasına izin verirken, yüzde 9unun sürekli birlikte uyuduklarını söyledi.
Okami, çocuklar 5 yaşına gelinceye kadar bu oranın yüzde 6ya düştüğünü, 6 yaşında ise sadece yüzde 3 olduğunu belirtti.
YALNIZ UYUYANLARDAN HİÇ FARKLARI YOK
Araştırmacılar, 5 aylık oluncaya kadar ailesiyle birlikte uyuyan çocukların 2 ya da 3 yaşına geldiğinde yalnız uyuyan çocuklardan hiç farkı olmadığını, birlikte uyumanın uyku bozukluğuna yol açmadığını saptadı.
Aynı şekilde bu çocukların 6 yaşına geldiğinde duygusal farklılık ya da davranış farklılığı ortaya koymadığı belirlendi. Araştırmacılar, ayrıca bu çocukların, birlikte uyumaya karşı olanların ortaya attığı akıllarında ****ten başka birşey olmuyor görüşünün yanlış olduğunu da kaydetti.
VAROLAN ENDİŞELER YERSİZ
Araştırmaya konu olan çocukların, 18 yaşına geldiklerinde yeniden incelendiğini ifade eden araştırmacılar, çocukların bu yaşta da yalnız uyuyan çocuklardan çok önemli bir farklılık göstermediğini belirtti. Her iki grubun da aileleriyle ve yetişkinlerle aynı şekilde ilişki kurabildiği kaydedildi.
Doktorlar, araştırmada birlikte uyumayla tütün, alkol ve uyuşturucu kullanımı arasında bir bağ da bulamadı.
Dr. Okami, Developmental and Behavioral Pediatricsde çıkan makalede araştırmaların birlikte uyumayla ilgli endişelerin yersiz olduğunu gösterdiğini söyledi.
04-05-2008, 18:16
sarıkanarya_41
ANNE SÜTÜ VE EMZİRME
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Gebelik dönemi boyunca annenin memeleri, doğacak bebek için dünyadaki en uygun sütü üretecek ve kullanmaya hazırlayacak bir fabrika haline gelir. Meme başının etrafındaki deriden yağlı bir madde salgılanmaya başlar. Bu doğal madde, emziren annenin meme ucunu çatlaklardan korur.
Memede süt üreten hücre kümeleri vardır. Hücrelerden toplayıcı kanallara taşınan süt meme ucuna yakın süt havuzuna gelir. Meme ucunda kanallar daralarak birleşir. Süt meme ucundaki deliklerden dışarıya akar.
Memedeki süt yapımını sağlayan madde annenin beyninden salgılanan prolaktin adlı bir hormondur. Prolaktin salgısı doğumdan sonra bazı annelerde hemen bazılarında dört gün içinde artmaya başlar.
Kan damarları, memede süt yapımı için gereken maddeleri süt hücrelerine taşır. Prolaktin etkisiyle memeler sütle dolar. Bu sürede memede kan damarları daha çok kan taşır ve memeler sıcak ve sert olur.
Süt nasıl akar?
İlk sütün rengi sarımtıraktır. Olgun süt ise beyaz ve inek sütünden daha sulu görünümdedir. Bebek büyüdükçe anne sütünün rengi değişir.
Süt yapılır yapılmaz memeden dışarı salınmaz, sütün akması için bebeğin emmesi gerekir. Bebeğin etkin emmesi için memeye iyi yerleştirilmesi ve memeyi iyi kavraması çok önemlidir. Bebek emerken, meme başındaki sinirlerden başka uyarılar da çıkar ve bu uyarılarla annenin beyninin başka bir bölümünden oksitosin adlı bir diğer hormon salgılanır.
Oksitosin süt adacıklarının etrafındaki küçük kasları etkiler. Bu etki ile kaslar kasılır ve süt, süt adacıklarından meme başındaki kanallara taşınır. Bebeğin emmesi ile meme ucunda bulunan 10-15 delikten süt dışarıya akar. Her iki meme aynı anda çalışır. Bebek bir memeden emerken, diğer memeden süt damlayabilir.
Bebek emmeye başladığında, ilk önce meme başının hemen arkasında bulunan süt havuzundaki birikmiş sütü alır. Bu süt hemen tükenir. Süt akımının devamı için oksitosin salgısının uyarılması gereklidir.
Memede süt yapımı ve yapılan sütün meme ucuna ulaşması bebeğin her iki hormonun yapımını uyaracak kadar kuvvetli ve etkin emmesi ile gerçekleşir. Bunun için bebeğin sık aralıklarla memeye yerleştirilmesi ve bebeğin de meme başını iyice kavraması gerekir.
Nasıl yerleştirilmeli?
İlk günlerde bebeği yatarak emzirmek anne için daha rahat olabilir. Bu durumda bebek yan yatmış olan anneye dönük yatırılır. Anne serbest kolu ve eliyle bebeği memesine yaklaştırabilir. Annenin ve bebeğin arkasının birer yastıkla desteklenmesi bebeğin yerleşmesine yardımcı olur. Eğer anne oturarak emziriyorsa, dik oturmalı veya hafifçe eğilmeli ancak kucağı düz olmalı.
Bebek ağzını iyice açarak ve dilini hareket ettirerek emer. Bebeğinizi yavaşça memeye yaklaştırın, ağzını meme başına dokundurun. Emzirmenin başlangıcında anne meme ucunda acı hissedebilir. Ancak emzirme boyunca meme ucunun acıması bebeğin memeyi doğru kavramadığını gösterir. Meme ucunda acı duyulmasının nedeni, bebeğin dilini meme yerine meme ucuna karşı hareket ettirmesidir.
Ağız yeterince açılmamışsa, dil meme ucuna sürtünerek zedelenmesine yol açacaktır. Bebek emdikten sonra doymuş görünmüyorsa sorun var demektir.
Bebek nasıl emer?
Eğer bebek memede uygun biçimde tutulmuyorsa iyi ememez ve annenin meme başları zedelenip acıyabilir. Bebeğin iyi emmesi için ağzıyla yalnız meme ucunu değil, etrafındaki kahverengi alanı da kavraması gerekir. Bebek emmeye yaklaştırılırken, ağız mümkün olduğunca açık olmalı ve çene memeye dayanmalı. Bebeğin ağzını iyice açması için meme ucu bebeğin alt ve üst dudaklarına değdirmeli.
Eğer bebek memeyi doğru olarak kavramışsa her emme işlemi sırasında çenesinin, bazen de kulaklarının hareket ettiği görülür. Bebek sürekli emmez. Kuvvetli emme hareketlerinden sonra kısa dinlenme aralıkları olur.
Emzirme pozisyonları
Klasik beşik tutuşu: Bu pozisyonda sırtınızı destekleyen rahat bir koltuğa oturun. Memenizi elinizle C şeklinde tutarak destekleyin. Bebeğinizin yüzü, karnı ve dizlerini size dönük biçimde midenize dayayın. Bebeğinizin başı dirseğinizin çukur kısmında bulunmalı. Kolunuzun yorulmaması için gerekirse yastıkla destekleyin.
Futbol tutuşu: Bebeğinizin bacaklarını koltuğunuzun altından sarkıtın. Bebeğinizin başını elinizle destekleyin, gerekirse elinizin altına bir yastık koyun. Bu tutuş memenizin kontrolü ve bebeğinizin emişi açısından kolaydır. İkiz bebeği olan anneler için idealdir.
Çapraz beşik tutuşu: Bebeğinizi, emzireceğiniz memenin aksi tarafındaki kolunuzun içine yatırın. Bebeğinizin vücudu size dönük ve meme hizasında olmalı. Bu şekilde bebeğinizin başını daha rahat kontrol edersiniz.
Yatarak emzirme: Hafif yan yatar biçimde sırtınızı ve omzunuzu bir yastıkla destekleyin. Kolunuzu bebeğinizin başının arkasından geçirerek onun vücudunu, diğer elinizle de memenizi destekleyin. Bebeğinizin sırtına bir yastık koyun, ağzı meme ucuna gelecek şekilde yanınıza yatırın.
04-05-2008, 18:18
sarıkanarya_41
ANNE SÜTÜYLE BESLENEN BEBEKLER DAHA SAKİN
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
İngilterede yapılan araştırmalara göre, bebeklik döneminde anne sütüyle beslenen çocukların, biberonla beslenen çocuklara oranla daha az sinirli oldukları ortaya çıktı. 1970 yılında doğan 8.900 çocuk üzerinde yapılan araştırmada, bebekler 10 yaşındayken, ailelerin son on yıl içinde boşanıp boşanmadıkları da incelendi. Anne babası boşanmış çocukların, diğerlerine göre daha sinirli olduklarını gözledi. Ancak boşanmış aileler arasında anne sütüyle beslenmiş olan bebeklerin, biberonla beslenenlerden daha az sinirli oldukları ortaya çıktı. Anne sütü alan çocuklar, şefkati daha yakından hissediyor.
04-05-2008, 18:18
sarıkanarya_41
ANTİBİYOTİĞE BAĞLI İSHAL
Antibiyotikler, özellikle clindamisin, ampisiun cephalosprin, aminoglikoside bağırsak zarı şişmesine neden olarak ishal yapabilir. Antibiyotik kökenli ishal oldukça yaygındır. Clindamisin kullananların %25i ve ampicillin kullananların %10 u ishal olmaktadır. Antibiyotikle bağlantılı ishalin en ciddi şekli (pseudo-memrenous colitis) denilen ve antibiyotiğin büyük abdestin oluşum ortamını değiştirmesinden dolayı bazı bakterilerin gelişmesini sağladığı durumdur. Bu da kolonda enflamasyon yapar. Tipik olarak ishal belirtisi antibiyotik alınmasından 4-10 gün sonra ortaya çıkar. Fakat antibiyotiğin kesilmesinden sonra belirtilerin %25i ortadan kalkar.
Teşhis
Antibiyotik uygulaması sırasında veya birkaç hafta sonra görülen ishal, karın krampları ve ateş en tipik belirtilerdir.
Doktorunuz ishalin antibiyotik kullanımına bağlı olduğundan şüphe ederse, büyük abdestin mikroskop muayenesini yaptırır. Buna bağlı kolitlerde, clostriduim diffıcile adlı bir organizma bulunur.
Antibiyotik kesildikten sonra çoğu kişinin rahatsızlığı geçer. Bazılarında ise ishal ve susuzluk devam eder. Başka kişilerde ise pseudo-membranous kolit ömür boyu sürebilir.
Tedavi Doktorunuz ishale neden olduğunu düşündüğü herhangi bir antibiyotiği derhal keser. Belirtiler hafifse, doktorunuz cholestyramine tavsiye eder. Bu ilaç clostriduim difficile organizmasını yok eder. Daha ciddi durumlarla vancomycin veya metronidazole kullanılabilir. Hastalık tekrarlayabilir ve birkaç tertip daha ilaç gerekebilir.
04-05-2008, 18:20
sarıkanarya_41
ACI BİBER KANSERE KARŞI KORUYOR
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Acı kırmızı biberin insan sağlığı üzerindeki olumlu etkileri, özellikle kanser hücrelerini yok eden özelliği, İngiltere de yapılan bir araştırmayla bir kez daha doğrulandı.
Nottingham Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada, jalapeno biberinin (acı kırmızı biber) içinde bulunan "kapsaisin" maddesinin, hücrelerin enerji üreten ısı odası mitokondriye saldırarak, kanser hücrelerinin ölümünü tetiklediği belirlendi.
Araştırmaya göre, kapsaisindeki molekül ailesi vaniloidler, kanser hücrelerindeki protein gelişimine engel olarak "apostosis"i veya hücre ölümünü tetikliyorlar. Vaniloidler, bunu yaparken, etraftaki sağlıklı hücrelere zarar vermiyorlar.
Kapsaisin etken maddesini akciğer ve pankreas kanser hücrelerinde deneyen bilim adamları, bu etken maddenin tümörlü hücrenin tam kalbine saldırdığını belirterek, "Tüm kanserlerin (Aşil topuğunu) keşfettiğimizi düşünüyoruz" diye konuştular.
Araştırmaya başkanlık eden Timothy Bates, kanserli hücredeki mitokondrinin biyokimyasal yapısının normal hücrelerdekinden çok farklı olduğunu kaydetti. Bates, bir doz kapsaisinin bir kanser hücresinin apostosise girmesine yol açtığını, ancak normal hücrede bu sonuca yol açmadığını belirterek, "Bu, kanserli hücreleri doğuştan diğerlerinden ayıran ve savunmasız olduğunu gösteren bir durum" dedi.
Türkiye de sıklıkla tüketilen acı kırmızı biberde de yoğun olarak bulunan alkaloid madde kapsaisinin başta kanser olmak üzere birçok sağlık sorununda olumlu etkiye sahip olduğu hekimlerce daha önce dile getirilmişti.
TÜRKİYE VE ABD DEKİ ÇALIŞMALAR
Gaziantep Üniversitesi (GAZÜ) Tıp Fakültesi nde geçen yıl yapılan bir araştırmada da acı kırmızı biberde yoğun olarak bulunan alkaloid madde kapsaisinin, kanser başta olmak üzere birçok sağlık sorununda olumlu etkiye sahip olduğu belirlenmişti.
ABD nin Los Angeles kentindeki Cedars-Sinai hastanesi Kanser Enstitüsü ve Kaliforniya Üniversitesi nde yapılan bir başka araştırmada da kırmızı biberin içinde yoğun olarak bulunan ve acılığını veren kapsaisinin, prostat kanseri hücrelerini yok eden etkisi ortaya çıkarılmıştı. Los Angeles taki Cedars-Sinai Hastanesi Kanser Enstitüsü ve California Üniversitesi nde yapılan araştırmaya göre, acı kırmızı biberde yoğun olarak bulunan alkaloid madde kapsaisin, kanserli prostat hücrelerine enjekte edildiğinde, bunların parçalanarak yok olmalarını sağlıyor.
İSOT-CAPSICUM-ANITUM
Türkiye de isot (ısı otu), bilim çevrelerinde ise “capsicum anitum” adıyla bilinen kırmızı acı biber, sevilerek tüketilen ve kültürü yapılan bir bitki. Anavatanının Meksika olduğu sanılan ve Azteklerin yazılı belgelerinde söz ettikleri kırmızı acı biber, Avrupa ya 15. yüzyılın sonlarında geldi, 16. yüzyılda kıta ülkelerine ve Osmanlı topraklarına yayıldı.
Kırmızı biberi en çok tüketen ülkelerden olan Hindistan a ise bu bitki 17. yüzyılda Portekizliler tarafından ulaştırıldı. Hint ve Meksika mutfağında çok sık kullanılan kırmızı acı biber, Türkiye de en fazla Güneydoğu Anadolu Bölgesi nde yetiştirilmekte ve tüketilmekte. L.T. Tresh adlı bilim adamı, 1846 yılında bibere acılığı veren maddenin kristal yapısında olduğunu tespit ederek, adını “capsaicin-kapsaisin” koymuştu.
04-05-2008, 18:21
sarıkanarya_41
AKCİĞER KANSERİ
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Tüm dünyada erkeklerde ve aynı zamanda dünyanın bir çok ülkesinde kadınlarda en sık rastlanan kanser türüdür. Bir çok kanser türünde giderek azalma söz konusu iken akciğer kanserine rastlanma sıklığı maalesef giderek artmaktadır. Tüm dünyada erkek ve kadınlarda halen en öldürücü kanser türüdür. Genel ölüm nedenleri arasında dünyadaçilmesidir. Bazı mesleklerde çalışma, hava kirliliği, radyasyon, genetik faktörler, beslenme alışka ikinci sırada yer almaktadır.
En iyi bilinen neden sigara inlıkları gibi...Adı geçen diğer nedenlerin hiç birisi sigara ile mukayese edilecek kadar önemli değildir.
Ülkemizin bazı yörelerinde bulunan ak toprak, gök toprak olarak bilinen asbest veya zeolit içeren toprakla temas akciğer kanseri yapmaktadır. Duvar sıvama ve yer döşeme amaçlı kullanılan ve bebeklerin altına konan bu toprağın bulunduğu alanlarda yaşayanlarda akciğer ve akciğeri örten zardan köken alan kanserlere çok sık rastlanmaktadır.
Bazen akciğer kanseri bir meslek hastalığı şeklinde ortaya çıkar. Örneğin radyolog hekimler ve diğer radyasyonla çalışanlarda ve asbest sanayinde çalışanlarda akciğer kanserleri çok daha fazladır. Asbest bir ses ve ısı yalıtım maddesi olarak sanayide kullanılmaktadır. Bu iş kollarında (fren ve balata üretimi, gemi ve uçak sanayi, asbestli tuğla ve yapı malzemeleri üretimi gibi...) çalışanlarda akciğer kanserleri bir meslek riski olarak ortaya çıkmaktadır.
Akciğer kanserinin sigaradan olduğu kesin midir?
Sigara ile akciğer kanseri arasındaki sebep-sonuç ilişkisi doğru orantılıdır. Bir kişi sigaraya ne kadar erken yaşta başlarsa, günde ne kadar çok sayıda ve ne kadar uzun süre sigara içerse, içtiği sigaradan ne kadar derin dumanı içine çekerse akciğer kanseri olma riski o kadar fazladır.
Sigara içmeyen akciğer kanseri olmaz mı?
Bu, çok daha az rastlanır bir durumdur. Oysa, sigara içen bir kişinin akciğer kanseri olma riski içmeyene göre 13 ile 22 kat daha fazladır.
Sigaranın kanser yapıcı etkisi uzun yıllar kullanıldıktan sonra kendini göstermektedir. Sigara içen bir kişi sigarayı kaç yıl içerse içsin bıraktıktan sonra akciğer kanseri olma riski giderek düşmekte ve 5-10 yıl içerisinde hiç içmeyenlerle ayni oranda risk taşır duruma gelmektedir.
Akciğer kanserlerinin %95 inde sebep sigaradır.
Önlenebilir kanser ne demektir?
Bazı hastalıkların -örneğin genetik hastalıklar gibi- nedenleri çok iyi bilinmez ya da, bilinse bile bunlardan kaçınmak olası değildir. Oysa diğer bazı hastalıklar değiştirilebilir çevresel faktörlerle -mikroorganizmalar, beslenme alışkanlıkları, is ve çalışma koşulları, hava kirliliği gibi- ilişkilidir. Bu faktörler kontrol altına alınabilir ve değiştirilebilirse hastalık önlenebilmektedir.
Akciğer kanseri olmamak için ne yapmalıyım?
Akciğer kanserleri sigarayla ortaya çıktığından önlenebilir kanser türü olarak kabul edilmektedir. Sigara kullanmamakla bir kişi akciğer kanseri olma olasılığını çok büyük ölçüde ortadan kaldırmış olmaktadır.
Akciğer kanseri genetik midir?
Ailede akciğer kanseri öyküsünün olması sigara içmemek için en önemli nedenlerden birisidir. Çünkü akciğer kanserinin ortaya çıkısında genetik faktörler de rol oynamaktadır. Amcanızın, babanızın, kardeşinizin akciğer kanserine yakalanmış olması eğer sigara içiyorsanız sizin için bir erken uyarıdır. Bu uyarıyı dikkate almazsanız sizin yakınlarınız da sizin yaşadığınız türden bir acıya hazırlıklı olmalıdırlar.
Sağlıkla ilgili her hangi bir yakınmanızın olmaması çok güzel. Ancak, bu yanıltıcı olabilir. Bazen hastalık uzun süre kendini belli etmeden ilerleyebilmektedir. Sigara içiyorsanız korkmalısınız! Gerçekten sizi rahatlatacak bir sözü söyleyebilecek durumda değiliz.
Akciğer kanserinin belirtileri nelerdir?
Tüm kanserlerde olduğu gibi kilo kaybı, halsizlik, iştahsızlık yanında; öksürük, balgam çıkarma, kan tükürme, göğüs ağrısı, nefes darlığı, hırıltılı solunum gibi akciğerlerle ilişkili yakınmalar olabilir. Bunlara bazen kanserin diğer organ ve dokulara yayılmasına bağlı olarak vücudun değişik alanlarında ağrılar, yutma güçlüğü, baş ağrısı, görme, denge bilinç bozuklukları vs gibi bir çok farklı şikayetler eklenebilir.
Bunların hepsinin birlikte olması gerekli midir?
Bazen hiçbirisi bulunmayabilir veya bir ikisi bulunabilir. Bazen de bu yakınmalar vardır ancak, hasta akciğer kanseri değildir. Bu belirtilerin hiç biri kansere özgül değildir.
Eğer uzun yıllar sigara içiyorsanız, yaşınız 40 in üzerindeyse ve yukarıdaki yakınmaların biri veya bir kaçı mevcut ise hekime başvurmanız ve akciğer kanseri bakımından değerlendirilmeniz önerilir.
Yukarıda bahsedilen belirtilere sahip bir kişinin öncelikle göğüs röntgeninin çekilmesi ve balgam incelemesinin yapılması ilk adımdır. Bunu bronkoskopi ve bilgisayarlı tomografiler ve tetkikler izler.
Bronkoskopi nedir?
Ağız veya burundan ince ve bükülebilir, ışıklı hortum veya rijit borularla akciğerlerimize kadar girilip solunum yollarımızın içten gözlenerek muayenesidir.
Solunum yollarında yerleşmiş hastalıkların teşhisi ve tedavisi için kullanılan bir yöntemdir. Hastalığın doğrudan görülebilmesine, hasta alandan parça alınarak biyopsi vb. işlemlerin yapılarak teşhis konulmasına yarar.
Bronoskopi, solunum sistemini tutan ve bilhassa solunum yollarında yerleşen bir çok hastalığın teşhisinde rutin olarak kullanılmaktadır.
Hayatimiz boyunca attığımız her adımın, yaptığımız her işin bir riski vardır. Trafiğe çıkmanın, uçağa binmenin, yüzmenin ve yaptığımız nice işin taşıdığı risk bronkoskopinin risklerinden az değildir. Bronkoskopi ve bilhassa bükülebilir cihazlarla yapılan bronkoskopi güvenli muayene yöntemlerinden birisidir. Dikkatli çalışıldığı sürece ciddi bir sorunla karsılaşma olasılığı son derece düşüktür.
Bronkoskopi öncesinde hastaya anestezi uygulanır. Yani agri, öksürük, bulantı hislerinin uyanmasına mani olmak üzere solunum yolu boyunca geçici süre uyuşma sağlayan bir ilaç nefes yoluyla hastaya verilir. Bu işlem usulüne uygun olarak yapılırsa hasta ağrı, acı çekmeden bronkoskopi yapılabilir.
Akciğer kanseri bir kaç çeşit midir?
Akciğer kanserleri farklı hücre tiplerine göre gruplandırılır. Her türün seyri, tedaviye cevabı, farklıdır. Tedavi planlanırken kanserin türü de bilinmelidir. Hastalığın ağırlığı da türüne göre farklılık gösterebilir.
Akciğer kanseri teşhisi konan hastaya ne yapılmalıdır?
Öncelikle kanser olduğu mutlaka biyopsi ile kesinleştirilmelidir. Sadece muayene veya röntgenlerine bakarak kanser teşhisi konamaz. Bunu takiben, kanser tipi belirlenmelidir. Bundan sonra ise kanserin büyüklüğü, yerleşim yeri, yayıldığı diğer bölgeler araştırılmalıdır. Bu işlemlere evreleme diyoruz. Son olarak hastanın direnci, günlük yaşamını devam ettirirken sahip olduğu performans tayin edilip, hasta ile konuşarak tedavi kararı verilmelidir.
Bazı hastalar parça alınmasına (biyopsi) pek sıcak bakmıyorlar. Oysa, bu yapılmadan kanser tedavisine başlanamaz. Kanser tedavisinde kullanılacak yöntemler ve ilaçlar hastaya bir çok bakımdan riskler getirecektir. Bu riskleri üstlenmesi için öncelikle kanser teşhisinden ve tipinden emin olmak gerekir. Rastgele kanser tedavisi olmaz.
Akciğer kanserinin tedavisi var mı?
Akciğer kanserli hastalarda da hastanın durumuna göre çeşitli tedavi şekilleri vardır. Ameliyat, radyoterapi (ışın tedavisi), kemoterapi (ilaç tedavisi) destek tedavisi ve ismi burada verilmesine gerek olmayan diğer tedavi yaklaşımları halen uygulanmaktadır.
Hangi hastalıkta olursa olsun uygulanacak tedavinin %100 başarılı olacağını önceden bilmek olası değildir. Akciğer kanserinde de bu tedaviler ile bazen tam şifa, bazen düzelme bazen ise sadece hastalığın ilerleyişini durdurmak mümkündür. Kuşkusuz başarısız kalınan olgular da söz konusudur. Hastanın, hastalığın ve uygulanan tedavinin türüne göre bu sonuçlar değişebilir.
Bazı kanserlerde elimizdeki tedavi şekilleriyle kanseri tamamen yok etme şansı akciğer kanserlerine göre çok daha yüksektir. Ancak, akciğer kanserli olgularda da bu şans vardır. Hastanın bu şansını kullanması uygun olan tercihtir. Hastayı tedavi ederken amacımız onu ölümsüz kılmak değildir. Buna kimsenin gücü yetmez. Ancak, hastalığı yok etmek, küçültmek, sınırlamak, sağ kalımı uzatmak, hastanın yasam kalitesini artırmak gibi amaçlarımız vardır. Bunlardan hangisine ne ölçüde ulaşılırsa ulaşılsın tedavi başarılı olmuş sayılmalıdır.Bazen ameliyat, radyoterapi ve/veya kemoterapi birlikte uygulanabilir. Bu eş zamanlı da olabilir. Birbirini takip edecek şekilde de olabilir.
Kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar belirli aralıklarla tekrarlayacak şekilde (kürler halinde) verilir. Hastanın ve hastalığın tedaviye cevap vermesi durumuna göre kürlerin sayısı değişmektedir.
Kanser tedavisinin yan etkileri nelerdir?
Yan etkiler kullanılan ilaca, ilaç veya ışını uygulama tekniğine, ilaç veya ışının dozuna, hastanın yaşına ve organ fonksiyonlarına, birlikte kullanılan diğer ilaç veya tedavilere bağlı olarak değişir.
Bu şekildeki yan etkiler kanser tedavisi sırasında sık görülmektedir. Ancak, bunların hepsi de tedavi tamamlandıktan sonra geri dönüşlüdür. Bazı ek ilaçlarla bulantı önlenebilir. İshaller, enfeksiyonlar, radyoterapi alanında cilt yanıkları, yutma güçlüğü, ağızda yaralar ve akciğerlerde fibrozis oluşabilir. Bu durumlarla karsılaşmamak için gerekli önlemler alınmalı ancak, buna rağmen oluştuğunda ise uygun şekilde tedavi edilmelidir.
Kanserle basa çıkmak için bu tedaviler dışında nelere dikkat edilmeli?
Kanser teşhisi çoğu kez hastada bir psikolojik travmaya yol açmakta ve bunu bazen depresyon izlemektedir. Hastalığın adının kanser olması her şeyin bittiği anlamı taşımaz. Kişinin olayı gerçek boyutlarıyla tanıması, hastalığını, tipini, ağırlığını öğrenmesi, kendisini bekleyen risklerden haberdar olması, planlanan tedavi biçimleri hakkında ve en doğru kararı vermek üzere bilgilenmesi gereklidir. Bu hekimiyle çok iyi bir ilişki kurmasını gerektirir. Kanser tanısı aldı diye kendini sosyal sorumluluk ve çevresinden dışlamamalı, hastalığı elverdiğince uğraşılarını sürdürmeli, ancak yeterli uyku, dengeli beslenme ve stresten uzak kalmaya özen göstermelidir. Hastada ağrı, öksürük gibi yaşam kalitesini bozan yakınmalar varsa bunlara dönük tedaviler ihmal edilmemelidir. Tedavi sırasında ve tedavi sonrasında gerekli kontrollerini zamanında yaptırmalıdır.
Kanser ağrısını nasıl kesebiliriz?
Bazen akciğer kanseri çevre dokulara veya uzak organlara yayılarak şiddetli ağrılar oluşturabilir. Bu durum hastayı fazlasıyla rahatsız eder ve bezdirir. Kanserle baş edilemese bile bu ağrının giderilmesi çok önemlidir. Ancak, ağrıyı gidermek için bazen doğrudan morfin vb ilaçlara başlanmaktadır. Gerçi bu ilaçlar kanser ağrısının tedavisinde kullanılırlar ve çok da etkin ilaçlardır. Ancak, bu ilaçlara bir süre sonra tolerans gelişir ve başlangıçtaki etki artık görülmez olabilir. Bu nedenle ağrı tedavisinde basamak ilerlemeli, önce basit ağrı kesicilerle ise başlanmalıdır. Gereğinde doz artırılarak kombinasyonlar uygulayarak zaman kazanılmalıdır. Morfin vb ilaçlar ileri dönemler için rezerv tutulmalıdır.
Kanser teşhisi hastaya söylenmeli midir?
Hastaya asla ve hiçbir zaman yalan söylenmemelidir. Hastanın hastalığı hakkındaki sorularına doğru cevaplar verilmelidir. Ancak, bütün doğruları hemen söylemek doğru olmayabilir. Yavaş ve kademeli olarak bilgi aktarılmalı, sorun açıklanırken çare ve tedavi biçimi birlikte anlatılmalıdır. Hastanın yaşamla bağı ve iyileşme umudu sarsılmamalıdır. Kuskusuz bu bir üslup sorunudur. Hastasını önemseyen, acısını paylaşan, ona zaman ayıran, sabırla dinleyen, onun sorununa çare arayan, umudunu artıran empatik bir hekim davranışı iyi bir tedavi kadar önemlidir.
04-05-2008, 18:22
sarıkanarya_41
AKCİĞER KANSERİ - TEDAVİ VE KORUNMA
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Akciğer tümörü tedavisi üç temel yönteme dayanır: Cerrahi girişim, ışın tedavisi (radyoterapi) ve ilaç tedavisi (kemoterapi). Bu üç ana yönteme bazı özel durumlarda laser tedavisi ya da bağışıklık tedavisi de eklenir. Hangi tedavinin seçileceğini hastanın genel durumu, tümörün içinde bulunduğu gelişme evresi ve tümörün tipi belirler.
• Cerrahi girişim
Küçük hücreli kanser (mikrositom) dışındaki bronş kanserlerinde erken tanı koşuluyla en çok yeğlenen tedavi yöntemi cerrahi girişimdir.
Cerrahi girişim kararının verilebilmesi ve girişim yönteminin seçilmesi her şeyden önce tümörün ameliyat edilebilirliğinin kanıtlanmasına bağlıdır. Şu durumlarda tümör cerrahi yöntemlerle çıkarılamaz:
- Uzak yayılım odaklarının bulanması.
- Akciğer zan boşluğunda kötü huylu hücre içeren sıvı toplanması (kötü huylu hücre içermeyen aşırı sıvı toplanmaları da akciğer göbeğindeki ya da akciğerler arası bölgedeki büyük tümörleri düşündüreceğinden bu olgular da genellikle ameliyat edilemez).
- Soluk borusunda da tümör bulunması.
- Akciğerler arası bölgedeki lenf düğümlerine yayılan tümörün diyafram ve gırtlak sinirlerinin felcine yol açması.
- Küçük hücreli akciğer kanserleri (mikrositom).
- Hastalığın son dönemlerinde solunum, böbrek ve karaciğer yetmezliği, kalp hastalığı gelişmiş olması.
Ameliyat edilebilir hastalarda girişimin temel amacı, tümörün bütünüyle çıkarılmasıdır. Tümör lezyonlarının yalnız bir akciğer lobunda olduğu ve merkezi lenf düğümlerine yayılmadığı olgularda kanserli lobun çıkarılması (lobek-tomİ) gereklidir. Bu yöntemde akciğer dokusunun büyük bölümü sağlam kalır. Ameliyat sonrası hastalık ve ölüm oranları da düşüktür. Bir akciğerin tümüyle çıkarılması (pnömonektomi) daha büyük ve yayılmış tümörler için geçerli bir yöntemdir. Bu girişim genellikle solunum yetmezliği, kalp ritminde bozukluk gibi komplikasyonlara yol açar. Ameliyat sonrası ölüm oram 70 yaşın üzerindeki hastalarda yüzde 30 u bulur.
Bronş-akciğer kanserli hastaların ancak yüzde 40-50 sİ ameliyat edilebilir durumdadır. Bu gruba giren hastaların yüzde 30 unda tümör çıkarılır; yüzde 10 unda yalnız tanı için doku Örneği alınır; yüzde 5 inde ise yalnızca geçici çözüm sağlayan girişimler uygulanır. Bronş-akciğer kanserinde yaygın olarak uygulanan cerrahi tedavinin çok olumlu sonuçlar verdiği söylenemez. Ameliyattan sonra 5 yıldan çok yaşayabilen hastaların oranı yüzde 10 u geçmez. Bununla birlikte bazı tümör tiplerinde daha olumlu sonuçlar alınabilmektedir.
• Işın tedavisi (radyoterapi)
Bronş-akciğer kanserlerinin önemli bir bölümünde kesin tedavi değeri olmadığı halde, hem tedavi edici olarak, hem de belirtilerin hafiflemesini sağlamak amacıyla ışın tedavisi kullanılır. Bu tedavi lenf düğümlerine yayılma bulunmayan, mediyastin ve aynı yandaki köprücük-kemiği üstü lenf düğümleri temiz olar ve tümörün yalnızca bir akciğerle sınırlı olduğu hastalara uygulanabilir. Tümörün uzak organlara yayıldığı ve genel durumu bozuk hastalara ışın verilemez. Işın tedavisi yapılabilmesi için hastanın
- hemoglobin miktarı 100 ml kanda 10 gramın üzerinde olmalı;
- fiziksel etkinliğe bağlı nefes darlığı bulunmamalı;
- solunum kapasitesi sağlıklı insanların en az yarısı kadar, yedek soluk verme hacmi de en az 700 ml olmalı;
- geçirilmiş ya da geçirilmekte olan bakteriyel zatürree ve verem uygun antibiyotiklerle tedavi edilmiş olmalıdır.
Işın tedavisinin kesin çizgilerle belirlenmiş tek bir biçimi yoktur. Tedavi sürekli ya da aralıklı olabilir. Birincisi değişken dozlarla en az 2 hafta, en çok 6-7 hafta sürebilir; ikincisinde 5 günlük tedavinin ardından 3 hafta ara verilerek gene 5 günlük tedavi uygulanabilir. Ya-Şam beklentisi açısından önemli bir değişikliğe yol açmamasına karşın, birçok uzman şu nedenlerle aralıklı tedaviyi yeğler:
- Tedaviye uyum daha iyidir.
- Tedavinin ilk ve İkinci bölümleri arasında değerlendirme yapılarak uzak yayılım odaklan saptanırsa tümör kütlesine gereksiz ışın verilmez.
- Tedaviye başlarken genel durumları çok iyi olmayan hastalar ara dönemde kendilerini toparlama olanağı bulurlar. Böylece tedavinin ikinci yansı rahatça tamamlanabilir.
- Ara dönemde kan kimyası incelemeleri, sintigrafi ve biyopsi gibi yöntemlerle karaciğerin durumu kontrol edilerek yayılım olmadığı kesinleştirilir. Karaciğerde tümör yayılımı yoksa tedavinin ikinci bölümüne geçilebilir; varsa yeni bir tedavi yöntemine başvurulur.
Kanserin başlangıç evrelerinde bile ışın tedavisiyle sağlanan yaşama süresi, tek başına uygulanan cerrahi girişimle sağlanan süreden daha kısadır. İleri evrelerde sonuçlar daha da olumsuzdur: Hastaların yüzde 38 i 1 yıl, yüzde 5 i 5 yıl yaşar. Işın tedavisinin olguların yaklaşık yüzde 50 sinde tümörü öldürdüğü (kısırlaştırdığı) göz önüne alınırsa bu oranlar çok düşüktür. Küçük hücreli akciğer kanserinde cerrahi girişimden çok ışın tedavisi uygulanır. Belirtileri geriletir ve hastalann yüzde 9O ı tedaviye iyi yanıt verir. Ama 5 yıl yaşayan hastaların oranı yüzde 2-5 i geçmez. Yakınmaları hafifletmeye yönelik ışın tedavisi birincil tümöre ya da yayılım odaklarına bağlı belirtileri denetim altında tutarak kanserli hastalann yaşam koşullarını kısa süre için de olsa iyileştirir. Değişen dozların verildiği 1 ya da 3-4 haftalık hafifletici ışın tedavisi belirti ve bulguları önemli ölçüde azaltır: Kan tükürme (yüzde 95), öksürük (yüzde 55), ağn (yüzde 70-75), akciğer zarında sıvı toplanması (yüzde 50-80), Paricoast sendromu (yüzde 70), nefes darlığı (yüzde 60), mediyastin sendromu (yüzde 75), kafaiçi komplikasyonlar (yüzde 80), kalp dış zarıyla ilgili yakınmalar (yüzde 40) azalır. Olgulann yüzde 70 ten fazlasında genel bir iyileşme gözlenir. Küçük hücreli akciğer kanserinde beyne yayılma olasılığı öbür tiplerden daha yüksek olduğundan beyne koruyucu ışın tedavisi uygulanır. Beyne yayılma hastaların yüzde 8-10 unda görülür. Koruyucu beyin ışınlaması yapılmayan olgularda bu oran yüzde 80 e yükselir. Bu olumlu etkisine karşın, beyne uygulanan koruyucu ışın tedavisi yaşama süresini uzatmaya yaramaz. Ayrıca ışın tedavisinin uygulanma süresi konusunda da kesin bilgi yoktur. Deneyimlere dayanarak ideal dozun, ışın tedavisine yanıt alındıktan sonraki 6 ay içinde 2-3 hafta süreyle beyne ışın verme olduğu düşünülmektedir.
• İlaç tedavisi (kemoterapi)
İlaç tedavisi olguların büyük bir bölümünde uygulanmakla birlikte etkili tedavi programlarının seçilmesi hâlâ Önemli sorunlar yaratmaktadır. Tümörün üremesini önleyecek ilaçlarla yapılan tedavilerin sonuçlan, birçok etkene bağlıdır. Tümörün tipi, hastalığın hangi evrede olduğu, hastanın genel durumu, yaşı ve daha önce uygulanan tedaviler sonucu belirleyen başlıca etkenlerdir.
Bütün tümörlerde olduğu gibi, bronş akciğer kanserinde de ilaç tedavisine tümör küçükken ve yalnız çok küçük yayılım odaklan varken, yani erken evrede başlanması büyük önem taşır. Tedaviye alman yanıtı nesnel olarak değerlendirmenin zorluğu kadar kullanılan ilaçların gerçek etkisi konusundaki verilerin yetersizliği de önemli sorunlar yaratır. Üstelik tedavinin olumlu yanıt verdiği olgularda bile yaşam süresi genellikle fazla uzamamaktadır. Bunun nedeni birçok olguda hastalığın gerileme belirtilerinin aşın iyimserlikle algılanması dır.
Birleşik tedavi yöntemleri
1. Işın tedavisi + cerrahi girişim.
Ameliyat Öncesi ışın tedavisi beklenen sonuçlan vermemiştir. Yani ışın tedavisi tümörün çıkarılabilirliğini sağlamak, cerrahi girişimle çıkarılması olanaksız lenf düğümlerinde hastalığı sınırlamak, tümör hücrelerinin uzaklara yayılmasını önlemek ve ameliyatla çıkarılacak akciğer bölümüne komşu dokuları kurutmak amaçlarına ulaşmamıştır. Bu durumda çeşitli dozlarla uygulanan ışın tedavisinden 4-6 hafta sonra cerrahi girişim yapılabilir. Ama birkaç seçilmiş küçük hücreli kanser olgusu dışında ameliyatın yaşam süresini uzatıcı hiçbir etkisi görülmemiştir.
2. Cerrahi girişim + ışın tedavisi.
Cerrahi girişim sonrasında ışın tedavisi uygulanması konusundaki tartışmalar hâlâ sürmektedir. Ama bu yöntemin aynı yerde yeniden gelişen tümörleri azalttığı, tümörün akciğer göbeği ve akciğerler arası bölgedeki lenf bezlerine yayılmış hastalarda yaşam süresini üç yıl uzattığı görülmüştür. Lenf bezlerinde yayılma olmayan hastalarda ise hastalığın gidişini düzeltmediği İçin uygulanmaz.
3. Cerrahi girişim + ilaç tedavisi.
Cerrahi girişimle birlikte ilaç tedavisinin amacı öbür tümörlerde olduğu gibi akciğer tümörlerinde de küçük yayılım odaklarını yok etmektir. Ama bu yöntem bronş-akciğer kanserinde etkisiz kalmaktadır. Bir ilacın tek başına ya da başka, örneğin bağışıklık sistemini uyarıcı ilaçlarla birlikte kullanılması hastanın yaşama süresini uzatmamaktadır. Koruyucu amaçlı ışın tedavisiyle birlikte uygulanan ya da ışın tedavisinden 18 ay sonra yapılan ilaç tedavisi de iyi sonuçlar vermemiştir. Birleşik tedavilerin sonuçları, tedaviler ayn ayn uygulandığında alınan sonuçlardan daha olumsuzdur.
Tedavinin yan etkileri
1. Cerrahi girişim.
Ölüm oranı yüzde 5-10 arasında değişir. Başlıca komplikasyonları derialtı amfizemi, akciğer zarı boşluğunda irin birikmesi (ampiyem), bronş-akciğer zan fıstülü ve kalbin kendi ekseni çevresinde dönmesidir (torsiyon). Bu olumsuz sonuçlardan olabildiğince kaçınmak için cerrahi girişimin çok dikkatli yapılması ve ameliyat sonrasında hastanın sürekli bakım ile denetim altında tutulması gerekir. Bu yapısal komplikasyonların tedavisi de cerrahidir. Cerrahi girişimden kaynaklanabilecek işlevsel komplikasyonlar ise kalp ritmi bozuklukları, solunum yetmezliği, miyokart enfarktüsü, kalp durması, akciğer sönmesi (atelektazi), ödem ve akciğer embolisidır. Bu sorunlar uygun ilaç tedavileriyle giderilmeye çalışılır.
2. Işın tedavisi. En önemli komplikasyonları omurilik iltihabı (miyelit), kalp bozuklukları ve ışınım zatürreesidir.
- Omurilik iltihabı (miyelit). Yüksek ışınım dozuna bağlı olarak tedaviden bir yıldan uzun bir süre sonra hastaların yüzde 1-5 inde görülür.
- Kalp bozuklukları. Kalp kasının kalınlaşması biçiminde ortaya çıkan kalp kası iltihabı (miyokardit) yavaş gelişen bir komplikasyondur. Gene sık görülen bir sorun da konstriktif perikardittir; kalp dış zarı iltihabına ve sertleşmesine bağlı olarak kalp hareketlerinin sınırlandığı bu bozukluk tedaviden yaklaşık bir yıl sonra gelişir.
- Akciğer hastalıkları. Işın tedavisi sonrasında fıbroz, yaş ya da kuru akciğer zarı iltihabı (plörezi) ve akut ışınım zatürreesi gelişebilir. Işınım zatürreesi tedavi kesildikten yaklaşık 6 hafta sonra ve akciğerde bağdoku artışıyla ortaya çıkar. Başlıca etkenleri verilen ışının toplam dozu, ışınlanan alanın genişliği, ışınlanan toplam doku miktarı ve tedavinin süresidir. Duyarlılık eşiği yüksek bazı hastalarda uzun süre belirtisiz kaldığı da görülmüştür. Normal koşullarda röntgen filminde ilk bulgular ışın tedavisinden 2-6 ay sonra ortaya çıkar. Bağdoku artışının belirginleşmesi içinse 12 ay gereklidir. Işınım zatürreesinde tedavi yalnız belirtileri ortadan kaldırmaya yöneliktir. Nefes darlığı için kortikosteroitler, balgam kültürü sonuçlarına göre de gerekli antibiyotikler verilir. Işın tedavisinin iştahsızlık, halsizlik, bulantı ve kusma gibi yan etkileri fazla yaygın ve önemli değildir. Kansızlık da sık görülmez. Yemek borusu ışınım alan hastaların yaklaşık yansında ortaya çıkan yutma güçlüğü 1-2 haftada kendiliğinden kaybolur. Hastaların daha küçük bir bölümünde ise deri bozuklukları ve saç dökülmesi görülür. Işın tedavisi yan etkilerinden kaçınmak için şunlara dikkat edilmelidir:
- Işın verilen alanda sağlam akciğer dokusu kesinlikle bulunmamalıdır.
- Işın tedavisine cerrahi girişimden en az 2-4 hafta sonra başlanmalıdır.
- Tedavi planı dikkatle düzenlenmeli, tümöre gereğinden fazla ışın verilmemelidir. Böylece sağlıklı dokular gereksiz ışın almaz.
3. İlaç tedavisi.
Tümörün üremesini Önleyen ilaçların en Önemli yan etkisi kemik iliğinde görülür. Bunların başında kemik iliğinde akyuvar üretiminin azalmasına bağlı lökopeni (kanda akyuvar eksikliği) gelir. Etkiyi artırmak amacıyla değişik ilaçların bir arada kullanıldığı tedavi programları kemik iliğini daha çok etkiler. İlaç tedavisinde akyuvar sayısının azalmasından başka kullanılan ilaca göre saç dökülmesi, kalp bozuklukları, sinir sistemi bozuklukları ve akciğer bozuklukları gibi yan etkiler de görülür.
4. Işın tedavisi + ilaç tedavisi.
İki tedavinin bir arada uygulanması, istenmeyen yan etkilerin birbirine eklenerek ortaya çıkmasına yol açar. Metotreksat gibi ilaçlarla birlikte uygulanan ışın tedavisi düşük dozlarda bile akciğerde bağdoku artışına neden olur ve zatürree tehlikesini artırır. Siklofosfamit, vinkristin ve hidroksiüre gibi ilaçlar ışın tedavisinin istenmeyen yan etkilerini şiddetlendirir. Toplam dozu 400 mg/m2 gibi düşük bir düzeyde de olsa adriamisin daha önce kalbi de kapsayan ışın tedavisi görmüş hastalarda kalp bozukluklarına yol açabilir. Üçten çok ilaç verilen hastalara eşzamanlı olarak ya da ilaç tedavisinin ardından ışın tedavisi de uygulanırsa, enfeksiyon sıklığı Önemli ölçüde artar: Darlıklara yol açan yemek borusu iltihabı, ışınım zatürreesi, deri enfeksiyonları yaygındır. Böyle ağır ilaç tedavilerinde Ölüm oranı yüzde 20 ye yaklaşır.
KORUNMA
Günümüzde kesin tedavisi olmayan, yalnız yakınmaları hafifletici geçici çözümler bulunabilen akciğer kanserinden korunmak birincil önem taşır. Öncelikle gençlere sigaranın zararları anlatılmalıdır. Hava kirliliği son yıllarda kamuoyunun dikkatini çekmekte ve çeşitli girişimlerle Önlenmeye çalışılmaktadır. Hava kirliliğine yol açan başlıca etkenler fabrika dumanı, egzoz gazı ve ısıtma sistemlerinin gazlarıdır.
04-05-2008, 18:23
sarıkanarya_41
KOMPLİKASYONLARI
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Akciğer tümörlerinin yayılım olasılığını belirleyen en az dört etken vardır;
- bölgede çok sayıda damar bulunması;
- akciğer lenf ağının geniş olması;
- tümörün hızlı gelişen tip olması (mikrositom denen küçük hücreli akciğer kanseri gibi);
- göğsün sürekli hareket ederek yayılmayı kolaylaştırması. Tümör lenf dolaşımı yoluyla göğüs boşluğu ve soluk borusu yanlarındaki lenf bezlerine yayılır. Aynı yolla diyaframı aşarak yemek borusu, aort ve böbrek çevresindeki lenf bezlerine de yayılabilir. Tek taraflı akciğer tümörleri genellikle aynı yandaki böbreküstü bezine de sıçrar. Otopsi sonuçlan bu tümörlerin uzaklık ayrımı olmaksızın geniş bir alana yayıldığını göstermektedir. Yayılımdan etkilenen başlıca organlar beyin (yüzde 45), karaciğer (yüzde 45), böbrek üstü bezleri (yüzde 35), kemikler (yüzde 30), böbrek (yüzde 25), pankreas (yüz de 10), dalak (yüzde 10), tiroit ve deridir (yüzde 3).
Çeşitli tümör tipleri arasında en geniş yayılım küçük hücreli akciğer kanserinde (mikrositom) görülür. Mikrositom olgularında yapılan otopsilerin yüzde 99 unda yayılım saptanmıştır. Bunun ardından sırasıyla büyük hücreli karsinom, adenokarsinom ve iğne hücreli karsinom gelir. Bronşçuk-hava keseciği (bronşiyol-alveol) tümörleri daha çok akciğer göbeğine yayılır. Bu olguların yüzde 10 unda tümör lenf bezleri, karaciğer ve kemiklere de sıçrar. Bronş-akciğer tümörlerinin yerinde büyümesi ve uzak organlara yayılabilmesi bir dizi önemli komplikasyona yol açar.
• Pancoast sendromu
Akciğer tepesinde yerleşen en tipik tümördür. Tümör aynı zamanda göğüs duvarındaki yapılarda, yani akciğer zarında, üzerindeki yumuşak dokularda, altındaki iskelet ve kemiklerde de gelişir. Aşınma ve baskı yapması nedeniyle bir dizi tipik belirtiye yol açar. Kürekkemiği ile omuz başı arasındaki bölgede, köprücükkemiğinin üstünde, boyunda ve aynı taraftaki kolda gittikçe şiddetlenen İnatçı ağrılar ortaya çıkar. Benzer belirtiler tümörün köprücükkemiği üstü ve boyun alt yanındaki lenf bezlerine yayılması durumunda da görülür.
• Metastaz
Bronş-akciğer kanseri vücudun birçok yerine yayılabilir. Yayılımdan en çok göğüs boşluğundaki ve köprücükkemiği üzerindeki lenf düğümleri etkilenir. Böylece kansere bağlı lenf daman iltihabı (karsinomatöz lenfanjit) gelişebilir. Tümörün karaciğer ve kemiklere yayıldığı durumlara da rastlanır. En çok küçük hücreli kanser türünde görülen beyin metastazları bazen tümörün ilk belirtilerini oluşturur. Akciğer tümörü tedavisi gören hastanın genel durumunun bîrden bozulması, konuşma bozukluklan, felç gibi belirtilerin ortaya çıkması tümörün beyne sıçradığının en açık işaretidir.
• Tümör dışı sendrom
Akciğer tümörünün ilk belirtileri vermeden geliştiği durumlarda bu gelişmeye tümör dışı sendrom eşlik edebilir. Sinir, iç salgı ve metabolizma sistemlerini ilgilendiren klinik belirtilerle ortaya çıkan bu sendrom tümör tanışma yardımcı olduğu için çok önemlidir.
• Üst anatoplardamar tıkanması
Bronş-akciğer kanseri akciğerler arasındaki bölgeyi kaplayarak üst anatoplar-damarın sıkışmasına ya da tıkanmasına neden olur. Bunun sonucunda tipik bir hastalık tablosu ortaya çıkar:
- Boyun, kollar ve yüzde morarma ve ödem görülür.
- Kollarda toplardamar tansiyonu yükselir.
- Göğüs kafesinin ön yüzünde yüzeysel toplardamarlar genişler.
• iltihaplı komplikasyonlar
Bronş tıkanıklığına bağlı zatürree sık görülen bir komplikasyondur. Akciğer apsesi de tıkanıklık ötesinde gelişen enfeksiyonlara ya da tümör çıkarıldıktan sonraki doku ölümüne bağlı olarak ortaya çıkar.
• Akciğer zarında (plevra) sıvı toplanması
Genellikle tümörün doğrudan akciğer zarında geliştiği olgularda görülür. Zar boşluğunda biriken sıvı çoğunlukla kanlıdır ve içinde kötü huylu hücreler bulunur. Tekrarlanan tahlillerle kötü huylu hücre içerdiği saptanmayan, ama çok uzun süren sıvı toplanması da çoğu kez bronş-akciğer tümörü belirtisidir.
• Kalp dış zarında sıvı toplanması
Tümörün kalp dış zanna doğrudan yerleşmesi ya da akciğerler arası bölgedeki lenf düğümlerine yayılarak dolaylı yoldan buraya ulaşması sonucunda gelişir.
Tedavi edilmeyen bronş-akciğer kanseri çok hızlı ilerler. Kanser türüne göre ortalama yaşam beklentisi 6 ile 13 hafta arasında değişir. Bu süre farklılaşmamış hücreli karsinomlarda en kısa, adenokarsinom ve yassı hücreli karsinomlarda biraz daha uzundur. Hastalığın gidişini belirleyen çeşitli etkenler vardır. Ama günümüzdeki tedavi olanaklarıyla akciğer tümörünün gidişinde önemli bir iyileşme sağlanamamaktadır. Son on yıl içinde de hastalığın gidişiyle ilgili beklentiler değişmemiştir. Bununla birlikte araştırmalar sürdürülmekte ve tedavi yöntemlerinin bulunmasına çalışılmaktadır. Bronş-akciğer kanserinde erken tanı ve tedavi zordur. Bu nedenle ölüm oranının azaltılması, hastalığın kanser yapıcı çevresel etkenlerin ortadan kaldırılmasıyla Önlenmesine bağlıdır.
04-05-2008, 18:24
sarıkanarya_41
ALKOL REKTUM KANSERİNE NEDEN OLUYOR
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Haftalık içilen toplam alkolün üçte birini şarap olarak tüketenlerdeyse bu riskin bir miktar azalabildiği gözlendi.
Danimarka da, yaş ortalaması 23-95 olan 29 bin kadın ve erkek denek üzerinde araştırma yapıldı.
Deneklerin haftada tükettiği bira ve şarabı belirleyen uzmanlar, ayrıca deneklerdeki bağırsak kanseri riskini araştırdı. Bu riskler, sigara tüketimi, kilo durumu ve deneklerin egzersiz alışkanlığı göz önüne alınarak değerlendirildi.
15 yıl izlenen denekler arasında 114 kalın bağırsak, 202 rektum kanseri vakası belirlendi.
Haftada 41 bardaktan fazla bira veya alkollü içki tüketen deneklerde, içki tüketmeyen deneklere göre, rektum kanseri oluşumunun 3 buçuk kat artabildiği saptandı.
Aynı oranda alkolün haftada üçte birini şarap olarak tüketen deneklerdeyse bu risk içki tüketmeyen deneklere göre, iki kattan biraz daha az bulundu.
04-05-2008, 18:25
sarıkanarya_41
ASPİRİN BAĞIRSAK KANSERİNDEN KORUYOR
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
İngiliz bilim adamları, uzun süreli aspirin kullanımının bağırsak kanserini önleyebildiğini tespit etti.
Oxford üniversitesi bilim adamları, sonuçlarını tıp dergisi The Lancet’de yayımladıkları araştırmalarında, beş yıl süreyle günde 300 miligramlık doz aspirin kullanımının, bu süreyi takip eden 15 yılda bağırsak kanserine yakalanma ihtimalini yüzde 74 oranında azalttığını gördü.
Mide rahatsızlıkları ve hatta mide kanamasına kadar varan yan etkilerinden dolayı uzun süreli aspirin kullanımının ancak bağırsak kanserine yakalanma riski yüksek olan kişilere tavsiye edilebileceğini belirten bilim adamları, araştırmalarını 7500 kişi üzerinde yaptı.
1970’li ve 80’li yıllarda başlayan araştırmaya katılanlara, günlük 300, 500, 1200 miligramlık doz olarak aspirin ve bir gruba placebo verildi. Araştırmaya katılanlara aspirin beş ve yedi yıl süreyle kullandırıldı. Daha sonra katılımcıların sağlık durumu 20 yıl süreyle izlendi.
04-05-2008, 18:25
sarıkanarya_41
ATEŞTE PİŞİRİLEN ET KANSERE NEDEN OLABİLİYOR
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Araştırmacılar, mangalda olduğu gibi yüksek ateşte ızgara yapılan etlerde oluşan bir bileşimin, farelerde prostat kanserinin ilerlemesine yardımcı olduğunu öne sürdüler.
Baltimore daki Johns Hopkins Üniversitesi nden doktor Angelo De Marzo ve meslektaşları, yaptıkları açıklamada, PhIP adlı bu bileşimin, etin çok yüksek ateşte kızartılması sırasında oluştuğunu bildirdiler.
Bu bileşimin, farelerdeki prostat kanserini hem başlattığı, hem de ilerlettiğinin üzerinde durulduğunu belirten De Marzo, farelerde pişmiş etin hazmedilmesiyle kanser arasında olası bir etkileşime rastladıklarını ifade etti.
De Marzo, etin pişirilmesi sırasında değişik miktarlarda PhIP oluştuğu için insanlarda bu bileşimin ne kadarının hazmedildiğini söylemenin çok zor olduğunu belirtti.
De Marzo ve ekibinin 8 hafta süren araştırmalarında, farelere PhIP karıştırılmış gıda verildi. Daha sonra farelerin prostatları, bağırsakları ve dalakları incelendi. Ekip, bu incelemenin sonunda, 4 haftadan sonra farelerin tüm organlarında genetik mutasyon olduğunu tespit ettiler.
Amerikan Kanser Araştırmaları Derneği ne sunulan bu araştırmanın, et tüketimiyle yüksek prostat kanseri riski arasındaki bağlantının açıklanmasına yardımcı olabileceği belirtildi.
Bu araştırmanın ayrıca, kızartılırken kömürleşen etin kansere neden olabileceğine ilişkin diğer araştırmaları desteklediği kaydedildi.
04-05-2008, 18:26
sarıkanarya_41
BEBEK ANNESİNİ MEME KANSERİNDEN KORUYOR
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
ABD de yapılan bir araştırma, doğum yapan kadınların, bebekten anneye geçen ve koruyucu etkisi olan hücreler sayesinde meme kanserine yakalanma riskinin daha az olabileceğini ortaya koydu.
Washington Eyalet Üniversitesi Kanserle Mücadele Araştırma Merkezi ndeki bilim adamlarının yaptığı araştırmanın başındaki V. K. Gadi, doğumdan sonra bile kimerizmin (hamilelik sırasında fetüse ait kök hücrelerin göbek bağı bariyerini geçerek annenin kanına karışması) meme kanserine karşı koruyup koruyamayacağını inceledi.
Bu hücelerin vücudu kanser hücrelerinden arındırıp arındırmadığını ya da diğer bir olasılık olarak kimerizmin hücrelerin yeniden oluşumuna katkıda bulunup bulunmadığını araştıran Gadi, Benim varsayımım fetüs hücrelerinin annenin vücuduna yerleşebileceği ve kansere dönüşebilecek hücreleri aktif olmadan önce tanıyabildikleri yönünde. Araştırma bunu gösteriyor dedi. Araştırma Cancer Research adlı derginin 2007 - Ekim ayı sayısında yer alıyor.
04-05-2008, 18:27
sarıkanarya_41
BİRA İÇENLERDE KANSER DAHA SIK
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
1980 li ve 1990 lı yıllarda elde edilen veriler ışığında yapılan araştırmaya göre, haftada 6 adet ya da daha fazla bira içen kişilerin akciğer kanserine yakalanma riski, içmeyenlere göre yüzde 20 ila 50 oranında artıyor.
McGill Üniversitesi nden araştırmacıların, araştırmaya katılanların tütün alışkanlığı hakkında kesin bilgi edinmeleri sayesinde, tütüne bağlı akciğer kanserinin gelişimine neden olan faktörleri alkol tüketiminin neden olduğu faktörlerden ayrı tutmayı başardıkları ve bu sonuca ulaştıkları belirtildi.
Alkol kullananların genellikle sigara da içtiğini söyleyen araştırmacılar, alkol ve akciğer kanseri konusunda daha önce yapılan araştırmalarda karşılaşılan en önemli sorunun tütünün oynadığı rolü belirlemek olduğunu ifade etti.
04-05-2008, 18:27
sarıkanarya_41
BÖBREK KANSERİ
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Erken saptanabilen böbrek kanserlerinde cerrahi ile tam tedavi sağlama şansı oldukça yüksek. Bu nedenle hastalığın belirtileri ile ilgili bilgi sahibi olmak büyük önem taşıyor.
Böbrekler, karın üst bölgesinde bulunan ve idrarı oluşturan bir çift organdır. Oluşan idrar üreter adı verilen iki ince borucuk aracılığıyla idrar kesesine aktarılır. Böbrekler sırtta göğüs kafesinin iki yanında yer alırlar ve kuvvetli sırt adaleleri ve alt kaburga kemiklerince dış etkilere karşı korunurlar. Etrafında Gerota kılıfı adı verilen kalınca bir kılıfla kaplı olup ayrıca da üst yüzeyi tıpkı bir elmanın dış kırmızı kabuğu gibi bir zarla kaplıdır.
Ana atardamar (Aorta)dan gelen bir damarla kanlanırken, toplayıcı damarı ana toplar damarlara (Vena Kava) boşalır. Vücutta metabolizma sonrası oluşan zararlı maddeleri ve fazla suyu idrar yoluyla uzaklaştırmak ana görevidir. Bunun yanısıra kan basıncını (tansiyon) ayarlamada ve kan yapımında da rol oynarlar.
Böbrek kanseri genellikle 50-70 yaşları arasında ortaya çıkar. Erkekte kadına göre 2-3 kat daha fazla görülür. Böbrek kanserinin nedeni henüz tam olarak bilinmemektedir. Böbrek kanseri türlerini iyi huylu ve kötü huylu olmak üzere 2 guruba ayırırız. Böbrekte en sık görülen kitle basit böbrek kistleridir. Böbrek kisti iyi huylu bir kitle olup kanserden tamamen farklıdır. Çoğu zaman raslantısal olarak ortaya çıkan böbrek kistleri insan yaşamını hiçbir zaman tehdit etmez. Böbrek kisti saptanan hastalar gereksiz yere paniğe kapılırlar ve tedavi arayışı içine girerler. Gerçekte böbrek kistleri çoğu zaman tedaviyi bile gerektirmezler, yalnızca izlemek hemen daima yeterli olur. Böbrek kanseri ise kötü huylu bir kitle olup, böbrek kistlerinin aksine insan yaşamı için tehdit oluşturabilmektedir. Renal hücreli kanser, böbrekte kanı süzen ve idrar oluşturan dokulardan köken alır. Böbrek kanseri büyüdükçe etrafında yer alan lenf bezeleri, karaciğer, kalın barsak ve pankreasa yayılabilir. Bunun yanında, ana tümörden kopan tümör parçaları vüCudun diğer uzak taraflarına giderek yerleşebilir (metastaz).
Böbrek kanserinin bilinen risk faktörleri:
Sigara
Aile öyküsü
Diet
Yüksek tansiyon
Şişmanlık
Mesleki risk faktörleri: Çelik endüstrisi, petrol, kadmiyum, kurşun endüstrisi çalışanları ve asbestoza maruz kalanlarda böbrek kanseri riski artmaktadır.
Radyasyon
Diyaliz: Kronik böbrek yetmezliği nedeniyle uzun süreli hemodiyaliz programında olan hastalarda böbrek kisti ve böbrek kanseri riski daha fazladır.
Genetik: Von Hippel-Lindau hastalığı genetik geçişli bir hastalık olup beraberinde iki taraflı böbrek ve diğer bazı organlarda kanser ortaya çıkması söz konusu olabilir. Bu hastalar ve ailesi yakından izlenmelidir.
BELİRTİLERİ NELER?
Böbrek kanserleri erken dönemlerinde sıklıkla herhangi bir belirti veya şikayet oluşturmaz. Böbrek kanserinin büyümesi ile birlikte bazı belirtiler ortaya çıkabilir.Bunlar;
İdrarda kan varlığı, gözle görülebilen kanama veya sadece idrar tahlilinde görülebilen mikroskobik kanama şeklinde olabilir.
Böbrek bölgesinde muayenede ele gelen kitle
İştahsızlık
Kilo kaybı
Tekrarlayan ateş
Devamlı olabilen yan ağrısı
Genel halsizlik ve kendini kötü hissetme
Tansiyon yükselmesi, kan değerlerinde normalin altına inme (kansızlık) de böbrek kanserlerinde görülebilir.Yukarda bahsedilen belirtiler böbrek kanseri dışındaki hastalıklarda da gözlenebilir. Bu belirtileri olan kişiler doğru teşhis ve tedavi için en kısa zamanda bir üroloji uzmanına başvurmalıdır.
Ancak unutulmamalıdır ki erken dönem böbrek kanserlerinde hiçbir belirti olmayabilir. Bu nedenle doktora başvurmak için yukarda bahsi geçen belirtilerin ortaya çıkması beklenmemelidir. Zira erken dönemde yakalanan böbrek kanserlerinin tedavi başarısı ve buna paralel olarak da tedavi sonrası yaşam süresi çok daha yüz güldürücü olur.
TANI NASIL KONULMAKTADIR?
Doktorunuz ile görüşmenizde genel sağlık durumunuz hakkında sorular sorulacak, takiben fizik inceleme yapılacaktır. Ardından, genel sağlık durumunuzu değerlendirmek amacıyla sizden kan ve idrar örnekleri alınacaktır. Böbrek ve çevre organların değerlendirilmesi amacıyla da çeşitli radyolojik tetkiklerden faydalanılmaktadır. Bunlar arasında ultrasonografi, İVP, bilgisayarlı tomografi, MRI vb. tetkikler yer alır.
Bir kez böbrek kanseri ön tanısı konulduktan sonra hastalığın yayılım derecesini anlamak amacıyla doktorunuz ek tetkikler isteyebilir.
BÖBREK KANSERLERİNDE TEDAVİ
Böbrek tümörünün tedavisi hastanın yaşı, genel sağlık durumu ve kanserin yayılım derecesine (evre) göre belirlenir. Böbrek kanserlerinde birinci basamak tedavi cerrahi yöntemle mevcut kanserli dokunun tamamen çıkarılmasıdır. Ancak unutulmamalıdır ki cerrahi ile tam tedavinin sağlanabilmesinde kanserin derecesi ve evresi çok önemlidir.
Erken saptanabilen böbrek kanserlerinde cerrahi ile tam tedavi sağlama şansı oldukça yüksektir. Kanserin evresi, büyüklüğü ve sayısına göre değişmek üzere ya radikal operasyon ile böbrek, böbrek üstü bezi ve etrafındaki zar ve yağ tabakaları ile birlikte tamamen çıkartılır (radikal nefrektomi) yada kısmi olarak yalnızca tümörün çıkarılması (parsiyel nefrektomi) söz konusu olabilir. Cerrahi teknik cerrah tarafından belirlenmek üzere açık operasyon yada laparoskopik denilen kapalı yöntemle olabilir. Kalan böbrek normal ise, hastalıklı böbreğin alınması böbrek fonksiyonları açısından her hangi bir sorun yaratmaz. Cerrahi tekniğe bağlı olmak üzere hasta genellikle ameliyattan sonra 3-4 günde hastaneden çıkarılabilir. Hastaneden çıktıktan sonra rahatlıkla normal günlük aktiviteye geçilebilir. Çıkarılan örnekler histopatoloji yöntemiyle incelenir ve tümörün cinsi, karakteri ve yayılım derecesi belirlenir. Bu, hem tanıyı kesinleştirir hem de yayılım hakkında bilgi verir. Kanser Gerota kılıfı içinde ise hastaların büyük kısmında başka ek bir tedaviye gerek kalmaz. Eğer tümör kılıfın dışına çıkmışsa yada başka yerde de mevcutsa cerrahi sonrası ek bir tedavi gerekecektir.
Ameliyattan sonra hastalığın derecesine göre gerekirse immünoterapi denilen ek bir tedavi yöntemine başvurulabilir.
Biyolojik tedavi (immunoterapi):
Aslında vücutta da doğal olarak üretilen savunma sisteminin silahları olarak nitelendirilebilecek maddelerin Dışarıdan vücuda verilmesi suretiyle biyolojik yapının daha iyi kullanılması ve güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. Bu maddelerin uygulanması doktor tarafından belirlenen bir program dahilinde olmaktadır. Yan etkileri nedeniyle son derece dikkatli ve deneyimli merkezlerde uygulanması uygundur. Biyolojik tedavi sırasında hasta yan etkilerinin izlenebilmesi için çoğu kez hastanede kalır. Bu tedaviler yan etki olarak kas ağrısı, halsizlik, dikkat kaybı, ateş, kusma ve ishale neden olabilir. Hastalar genelde kendilerini çok yorgun hissederler. Bazılarında deri dökülmesi olur. Bu problemler çok ciddi olabilir ama tedavi bitince bu etkiler kaybolur.
Kemik tutulumu olan hastalarda bölgesel ışın tedavisinden de (Radyoterapi) faydalanılır. Radyasyon tedavisi:
Radyasyon tedavisi vücut dışındaki radyoaktif bir kaynaktan gelen yüksek enerji içeren ışınların kanser hücrelerini öldürmek için kullanılmasına dayanır.
Kemoterapi:
Kemoterapi kanserli hücreleri öldürmek için ilaç kullanılmasıdır. Diğer bir çok kanserde etkili olmasına rağmen böbrek kanserinde çok sınırlı bir etki gösterir. Buna rağmen araştırmacılar yeni ilaç ve ilaç kombinasyonlarını denemektedirler.
Hormon tedavisi:
Hormonlarla hücrenin büyümesi kontrol altına alınmaya çalışılır. Hormon tedavisi ilerlemiş böbrek kanserlerinde kullanılır.
Akılda tutulması gereken önemli bir nokta da böbrek kanserlerinde cerrahi tedavi sonrası uzun yıllar boyunca düzenli takiplerin hastalığın kontrolü açısından önemli olduğudur.
04-05-2008, 18:30
sarıkanarya_41
En Çok İncelenen Hastalıklar
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. En Çok İncelenen Bitkiler
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Yeni Eklenen Bitkiler
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
» Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
14-07-2008, 17:21
CABBARİ
Bütün çaylar (yeşil ve siyah çaylar) bu bitkiden elde edilir.4000 yıldır Çin'de tıbbi amaçlarla kullanılmaktadır. Başağrısı, vücut ağrıları, hazımsızlık, depresyon, immun sistem destekleyicisi, toksinleri uzaklaştırıcı, enerji verici ve yaşam uzatıcı olarak kullanılmaktadır.
Modern tıpda şu özellikleri gözlemlenmiştir: (Yeşil çay içindeki kateşinler sayesinde)
Kanser riskini azaltır. (Reduces incidence of cancer)
Yeşil çay yemek borusu kanserini erkeklerde %57, kadınlarda %60 oranında önlemektedir.
Yeşil çay düzenli içilmesi halinde prostat kanseri riskini üçte iki azalmaktadır.
Yeşil çay deri kanserine yol açan ultroviyole ışınların zararından korur.
Tümörü küçültür. (Reduces tumors)
Antioksidandır. (Reduces oxidation by active oxygen)
Yeşil çaydaki antioksidan E vitaminindekinden 20 kez daha kuvvetlidir.
Kolestrolü düşürür. (Lowers blood cholesterol)
Tansiyonu ayarlar. (Inhibits increase of blood pressure)
Kan şekerini ayarlar. (Inhibits increase of blood sugar)
Bakterileri öldürürür. (Kills bacteria)
Grip virüsünü öldürür. (Kills influenza virus)
Ağız kokusunu önler. (Prevents halitosis)
Yeşil çay içindeki kafein sayesinde :
Performansı etkiler,yorgunluk ve uyku halini ortadan kaldırır. (Stimulates wakefulness - removes fatigue and sleepiness)
İdrar söktürücüdür. (Acts as diuretick) , idrar söktürücü özelliğinden dolayı zayıflama rejimlerinde kullanılıyor.
Yeşil çay içindeki C vitamini sayesinde :
Stresi azaltır. (Reduces stress)
Gribi önleyicidir. (Prevents flu)
Yeşil çay içindeki flavonoidler sayesinde :
Kan damarlarını güçlendirir. (Strengthen blood vessel walls)
Yeşil çay içindeki polisakkaridler sayesinde :
Kan şekerini düşürür. (Lowers blood sugar)
Yeşil çay içindeki fluorid sayesinde :
Diş çürümesini engeller. (Prevents cavities)
Yeşil çay içindeki E vitamini sayesinde :
Antioksidan olarak rol oynar. (Acts as antioxidant)
Yaşlanmayı geciktirir. (Regulates aging)
Yeşil çay içindeki EGCG(Epigallokateşin Gallat) adı verilen kimyasal madde sayesinde :
Kanser hücrelerinin gelişmesini önlüyor.
Akciğer, mide, bağırsak karaciğer ve deri kanserlerini önleyici etki yapıyor.
Sigara kullanımının toksik etkisini azaltıyor.
Yeşil çay içen hamile kadınlar sorunsuz bir doğum gerçekleştirebilirken, sakat çocuk dünyaya getirme riski de azalacak.
Bilim adamları, yeşil çayı fazlaca tüketen insanlarda neden kanser vakalarının daha az meydana geldiğini şimdi daha iyi anlayabildiklerini belirtti. Yeşil çayın içinde bulunan EGCG ve EGC gibi maddelerin, sigara ile ilişkili kanser riskine karşı da etkili bulunduğu belirlendi. EGCG maddelerin, brokoli, lahana, üzüm ve kırmızı şarapta bulunan flavonoid maddelerin değişik türü olduğu biliniyor.
Önceki araştırmalarda, flavonoid maddelerin kansere karşı etkili olduğu gözlendi. Bilim adamları, yeşil çayın romatizmal arterit ve kolesterole karşı da etkili olduğunu, kanser üzerindeki etkisinin ise yeni araştırmada yeni bir sürprizi ortaya koyduğunu açıkladı.
AH AKTİVİTESİNİ ÖNLEYEBİLİYOR
Yeni araştırmada uzmanlar, yeşil çayın içindeki maddelerin AH (aryl hydrocarbon) molekülünün aktivitesini önleyerek, sigara dumanı ve dioxinin ortaya koyduğu toksin etkiyi yok edebildiğini belirledi. Bir molekül olarak bilinen AH reseptörünün, bazı genlerin değişerek zararlı hale gelmesi üzerinde etkili olduğu biliniyor. Antikanserojen etkisi bilinen yeşil çayın AH reseptörü üzerinde etkili olduğu şimdiye kadar bilinmiyordu. Dr. Thomas Gasiewicz, yeşil çayın içerdiği maddelerle bilindiğinden daha farklı olarak kansere karşı etkili bulunduğunun saptandığını açıkladı. ÇAY OLARAK TÜKETİLMESİNİN ETKİSİ ARAŞTIRILACAK Uzmanlar, laboratuvar ortamında elde edilen etkili sonucun, çay olarak içilmesiyle de sağlanacağının söylenemeyeceğine değindi. Normal olarak içilen yeşil çayın aynı etkiyi ortaya koyup koymadığının ancak yeni araştırmalarla saptanabileceğine işaret edildi.
21 Temmuz tarihli “Chemical Research in Toxicology” dergisinde yer alan araştırma raporu, 4 Ağustos’ta özel bültenle duyuruldu.
Sağlık kaynağı yeşil çay
Moda, güzellik ve sağlık hakkında birbirinden ilginç konular yer alan Votre Beaute Dergisi’nin haziran sayısında yer alan habere göre günde dört bardak yeşil çay içmek kalp damar hastalıkları ve kanser riskini azaltıyor, diş çürümelerini ve kemik erimesini önlüyor, merkezi sinir sistemini uyarıyor, yaşlanmayı geciktiriyor.
Merakla beklenen gençlik ve sağlık kaynağı yeşil çay Türkiye’ye ithal edilerek eczanelerde satılmaya başladı. Almanya’da Dr. B. Scheffler firması tarafından üretilen Additive Green Tea, yeşil çay ekstresinden elde edilmiş. Doğal kafein ve C vitamini de eklenerek içecek tozu haline getirilmiş. Yeşil çayın sayısız yararları bilimsel olarak kanıtlanmış durumda.
Bilimsel raporlara göre günde dört bardak yeşil çay, yaşlanmayı geciktirdiği gibi kalp damar hastalıkları riskini azaltıyor. Kolesterol ve yağ değerlerini iyileştirerek tansiyonu ve kan şekerini ayarlıyor. Böylece damar sertliğinden koruyor. Kılcal damarları büzerek ödem oluşmasını önlüyor. Bakteriler ve grip virüsü ile savaşıyor.Ağız, yutak, mide ve bağırsak mukozasındaki ödemi azaltıyor.Yeşil çayın yararları saymakla bitmiyor. Migreni geçiriyor. İdrar söktürücü özelliğinden dolayı zayıflama rejimlerinde yardımcı oluyor. Diş çürümesi ve kemik erimesini önlüyor. Stres için birebir
Ayrıca bütün bunların dışında stres, aşırı çalışma, huzursuzluk gibi farklı nedenlerden kaynaklanan yorgunluk ve uyku halini ortadan kaldırıyor. Ülkemizde her yirmi kişiden birinde görülen ve tedavi edilmediğinde kişilerin yaşam kalitesini bozan depresyonu yeniyor. İçimiyle ferahlık veren, uyarıcı, canlandırıcı Additiva Green Tea’nin tadı limon tuzu ve C vitamini de eklenerek daha lezzetli duruma getirilmiş. Ürünün hazırlanması da son derece pratik. Fincana bir poşet boşalttıktan sonra üzerine sıcak su doldurulup karıştırılıyor. İçeriğinde şeker de bulunduğu için ayrıca tatlandırmaya gerek kalmıyor. Kanseri de önlüyor
Romatizmal arterit ve kolesterole karşı da etkili olduğu bilinen yeşil çayın, kansere karşı bilinenden daha fazla etkili olduğu tesbit edildi.
ABD’de Rochester Üniversitesi Çevre Sağlığı Bilim Merkezi’nde yapılan araştırmada, yeşil çay ve içindeki maddelerin kansere karşı bilinenden daha güçlü etki ortaya koyduğu saptandı.
Bilim adamları, yeşil çayı fazlaca tüketen insanlarda neden kanser vakalarının daha az meydana geldiğini şimdi daha iyi anlayabildiklerini belirtti. Yeşil çayın içinde bulunan EGCG ve EGC gibi maddelerin, sigara ile ilişkili kanser riskine karşı da etkili bulunduğu belirlendi. EGCG maddelerin, brokoli, lahana, üzüm ve kırmızı şarapta bulunan flavonoid maddelerin değişik türü olduğu biliniyor.
Önceki araştırmalarda, flavonoid maddelerin kansere karşı etkili olduğu gözlendi. Bilim adamları, yeşil çayın romatizmal arterit ve kolesterole karşı da etkili olduğunu, kanser üzerindeki etkisinin ise yeni araştırmada yeni bir sürprizi ortaya koyduğunu açıkladı. AH AKTİVİTESİNİ ÖNLEYEBİLİYOR
Yeni araştırmada uzmanlar, yeşil çayın içindeki maddelerin AH (aryl hydrocarbon) molekülünün aktivitesini önleyerek, sigara dumanı ve dioxinin ortaya koyduğu toksin etkiyi yok edebildiğini belirledi. Bir molekül olarak bilinen AH reseptörünün, bazı genlerin değişerek zararlı hale gelmesi üzerinde etkili olduğu biliniyor. Antikanserojen etkisi bilinen yeşil çayın AH reseptörü üzerinde etkili olduğu şimdiye kadar bilinmiyordu. Dr. Thomas Gasiewicz, yeşil çayın içerdiği maddelerle bilindiğinden daha farklı olarak kansere karşı etkili bulunduğunun saptandığını açıkladı. ÇAY OLARAK TÜKETİLMESİNİN ETKİSİ ARAŞTIRILACAK
Uzmanlar, laboratuvar ortamında elde edilen etkili sonucun, çay olarak içilmesiyle de sağlanacağının söylenemeyeceğine değindi. Normal olarak içilen yeşil çayın aynı etkiyi ortaya koyup koymadığının ancak yeni araştırmalarla saptanabileceğine işaret edildi.
21 Temmuz tarihli “Chemical Research in Toxicology” dergisinde yer alan araştırma raporu, 4 Ağustos’ta özel bültenle duyuruldu.
Dr. Lesley A. Mitscher ise geçtiğimiz yıl yayınlanan ‘‘Yeşil Çay Kitabı’’ adlı çalışmasında ‘‘Uzakdoğu Paradoksu’’ ile yeşil çay arasında bağlantı kuruyor. Çin ve Japonya’da büyük ölçüde sigara tüketildiğine ancak kalp damar hastalıklarının yaygın olmadığına değiniyor. Mitscher, ‘‘Yapılan araştırmalara göre bunun nedeni yeşil çayın kolesterol ve yağ değerlerini iyileştirmesi, tansiyonu düzenlemesi ve damar sertliğini önlemesidir’’ diyor. Ayrıca ABD’de yapılan Hücre Biyolojisi Kongresi’nde de Purdue Üniversitesi’nden araştırmacı Dorothy Moore ve D. James Morre ve yeşil çayın kanser hücrelerinin oluşmasını önlediğini ve kanserli hücreleri öldürdüğünü bilimsel olarak açıklamışlar. İki araştırmacı yeşil çayın yapraklarında bulunan EGCg adlı bileşimin özellikle göğüs, prostat ve kalın bağırsak kanserini önlediğini kaydederek günde dört bardak yeşil çay içenlerin korunduklarını belirtmişler.
Kaynak:11 Haziran 1999 Tarihli Hürriyet Gazetesinden alınmıştır. Uzakdoğu’da yüzyıllardır içilen, zengin antioksidan kaynağı. Kendine özgü aroması, yeşilimsi sarı rengi ve yalın tadı ile sağlıklı bir seçim. Doğal Mucize İlaç 'Yeşil Çay'
Yeşil Çay, değişik kanser risklerini azaltıyor, kan kolestrol seviyesini düşürüyor, yaşlanmayı geciktiriyor ve değişik bakterilerin gelişmesini engelliyor.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği bölümü öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr. Hayri Çoşkun, yeşil çayın yemek borusu kanserini erkeklerde yüzde 57, kadınlarda yüzde 60 oranında önlediğini söylüyor.
Yrd.Doç.Dr. Hayri Çoşkun, yaptığı açıklamada, yeşil çay'ın, oksidasyon olmaması için toplandıktan sonra ezilme gibi işlemlerden korunduğunu, böylece doğal bileşenlerinin ve aromasının muhafaza edildiğini söyledi. Yeşil Çay'ın polifenoller, polisakkaritler ve değişik vitaminler gibi birçok farklı kimyasal bileşen içerdiğini kaydeden Coşkun, şöyle konuştu: "Yeşil Çay, değişik kanser risklerini azaltmakta, kan kolestrol seviyesini düşürmekte, yaşlanmayı geciktirmekte ve değişik bakterilerin gelişmesini engellemektedir. Yeşil çay, yemek borusu kanserini erkeklerde yüzde 57, kadınlarda ise yüzde 60 oranında önlemektedir. Ultra viole ışınlarının deride kanser ve buruşukluklara neden olduğu bilinmektedir. Yeşil çayın ise bu tür deri hastalıklarını koruyucu özelliği vardır. Sigara dumanında potansiyel kanser yapıcı madde olan NNK, akciğer kanserine neden olmakta, Yeşil çayın bu hastalığa karşı koruyucu etkisi bulunmaktadır." GÜZELLİK İÇİN ÇAY
Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Yeşil çay, özellikle gözlere iyi gelir. Yeşil çaydan yapılan göz kremleri ve jelleri, vücut şampuanı ve nemlendiricileri piyasada bulabilirsin. Çayla yapılan kremlerin suda erime özellikleri vardır. Ayrıca cildin pH yapısına daha uygundur. Yalnız dikkat etmek gerek; çaylı kremler yaralı ciltlere sürüldüğünde cildi tahriş edebilir.
Çay, banyo ve güzellik ürünlerinde de kullanılır. Çünkü cildi, içerdiği bitki yağlarıyla nemlendirir. İçindeki maddelerle güneş yanıklarına karşı korur. Polifenolslarla ciltte oluşan kızarıkları ve güneş yanıklarını iyileştirir.
Yeşil çay duyarlı ciltleri yatıştırır, olgunlaşma aşamasında cildi besler ve vaktinden önce yaşlanmaktan korur.