TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)

AB: Farsça su demektir. Tasavvuf ýstýlahý olarak çeþitli manalarý ihtiva eder: Marifet, Ýlâhî feyz, zât, varlýk, kâmil nefs, ruh-i âzam, tümel akýl.

ABA: Arapça abâe veya abâye de denir. Geniþ, fakat kýsa bir nevi gömlek olup, dizden biraz aþaðý iner ; üst tarafýnda, baþ ve yanlarýnda kollar için birer delik bulunur. Keçi kýlýndan dokunan kalýn ve kaba kumaþtan yapýlýr. Beyaz veya kahverenkli olur. Derviþlerin giydiði bir elbise olup, kökeninin Hz. Peygamber (s)'e kadar uzandýðý söylenir. Aba giyen derviþlere, "Abâ-pûþ" denir. Sûfiyyenin abadan elbise giymesinin, Hz. Peygamber (s)'in sünnetine ittiba için olduðu zikredilir.

ABADÝLE: Abdullah kelimesinin çoðulu olup, Arapça Abdullahlar, anlamýna gelir. Allah'ýn esma-i hüsnasýnýn baþýna "âbd" kelimesi muzaf kýlýnarak yapýlan isimler de bu cümledendir. Allah'ýn isimlerine mazhar olan kullar çeþit çeþittir. Kimi Allah'ýn "es-Sabûr" isminin mazharý olur, yani amelen, kavlen ve halen, o sýfatý (sabr) kendinde gerçekleþtiren kiþi, Abdussabûr adýný alýr. Bu kiþi, sabrý gerçekleþtirmeye muvaffak olduðu için, sabrýna nihayet bulunmayan yüce Allah'ýn kulu özelliðini (veya ismini) almaya hak kazanýr. Kaþanî, Allah'ýn güzel isimlerinin hepsinde bu durumun geçerli olduðunu kaydeder. Kiþi, tahakkuk ettirdiði ismin, bilincine ermiþtir. Þeyhu'l-Ekber Muhyiddin Arabi'nin "Abadile" adlý bir eseri vardýr.

ÂBÂ-Ý ULVÝYYE: Arapça yüce, ulvi babalar demektir. Birinci akýl, tümel nefs, tümel tabiat ve heba, âbâ-i ulviyyeden addolunur. Zira bunlar, yaratýklarýn ortaya çýkýþýnda rolü olmalarý bakýmýndan, âba (babalar) adýný alýrlar. Yine, isimler de bunlarla ortaya çýkar.

ABASI KIRK YERÝNDEN YAMALI: Bu deyim, dilimize tasavvuftan geçmiþtir ; derviþlerin abalarýnýn yýrtýk pýrtýk olmasýný ifade eder. Eskiden derviþler, hýrkalarýnýn helal maldan olmasýna itina gösterirler, bu yüzden mallarýnýn helâl olduðuna inandýklarý sufilerden kumaþ parçalarý toplarlar, bunlarý birbirine dikip ekleyerek kendilerine aba yaparlardý. Bu çeþit aba ve hýrkaya, Arapça'da yamalý manasýna gelen, murakka da denir. Ayrýca, "abalý" kelimesi, fakir ve yoksul kimseler için kullanýlýr.

ÂBÂU'L-AHVAL: Arapça, hallerin babalarý demektir. Hâlin tasarrufu altýnda olan ve hal tarafýndan kullanýlan kimseye Ýbnu'l-vakt; hali kendi tasarrufuna alan kiþiye ise Ebu'l-vakt denir. Halleri bu þekilde kullanabilme gücüne sahip olanlara "hallerin babalarý" (abaü'l-ahval) denir. Abau'l-ahvalin mukabili ebnau'l-ahval'dir.

ABBASÝYYE: Ebu'l-Abbas Ahmet b. Muhammed b. Abdurrahman b. Ebi Bekri'l-Ensari'l-Endelusî (ö. 633/1235) tarafýndan kurulan bir tarikat. Ýspanya'da yaygýnlýk kazanmýþ Medyeniyye'nin bir koludur.

ABD : Arapça, lügatta köle insan için kullanýlýr. Bir insanýn kalbi, Allah'ýn gayri herþeyden sýyrýlmadýkça, kul olamaz. Bu durumda olan kiþiye de, Allah'ýn kulu denir. Allah mümin kulunu "abd" dan daha güzel bir isimle anmamýþ, Kur'an'da "ibâdun mukramun" (ikram olunmuþ kullar)" (Enbiya/26) buyurmuþtur. Nebilerini ve Resullerini de bu isimle anmýþtýr : "kullarýmýzdan Ýbrahim'i an" (Þad/45), "kulumuz Eyyub'u an" (Þad/41), "ne güzel kul" (Þad/30). Hz. Muhammed (s) de ibadetten ayaklarý þiþip kendisine : "Ya Rasulullah (s), Senin geçmiþ ve gelecek bütün günahlarýn afvolmadý mý?" diyen eþine : "Þükreden bir kul olmayayým mý?" karþýlýðýný vermiþtir. Yine Hz. Peygamber (s) þöyle der : "Melik peygamber olmakla kul peygamber olmak arasýnda serbest býrakýldým, ikinci þýkký tercih ettim" Allah ile mahlukat arasýnda kulluktan daha yüksek bir derece olsaydý. Rasulullah onu kaçýrmaz. Allah da, O'na verirdi. O, bu yüzden þehadet kelimesinde" abduhü ve resulüh" diye anýlýr. Görüldüðü veçhile, kulluk bir insan için en yüksek makamdýr. Tasavvufta, aþaðýdan yukarýya doðru manevi yükseliþi ifâde eden makamlarýn baþýna tevbe, en üst zirvesine de kulluk konulmuþtur. Kul olun kiþi gerçek hürriyet sahibidir. Zira o, Rab'dan baþka kimseye boyun eðmez. O, sadece Allah'ýn emirlerine sarýlýr. O'ndan baþka herþeyden baðýmsýz ve hür olur. Allah'ýn emirlerine uzak kalan kimse, nefis veya þeytanýn esareti altýnda demektir.
Mutasavvýflar, abd lafzýný er-Rabb mukabilinde kullanýrlar.
Ubudiyyet salih kula mahsus olup, Allah onu birine nasip etti mi, artýk o, Allah tarafýndan yardým görmüþ demektir. Bu þekilde kulun nefsinin ve nevasýnýn hazlarý örtülür. Sonunda, Allah onu kulluk nimetlerine daldýrýr ve sadece kendisi ile meþgul eder.

ABDAL: Arapça, bedel, bidl ve bedii kelimelerinin çoðulu olup, büdela da bu meyanda zikredilir. Karþýlýk, halef, þerefli, cömert, ivaz gibi lügat manalarý bulunmaktadýr. Tasavvufta ise veliler arasýnda, insanlarýn iþlerinde tasarruf için mânevi müsaade verilmiþ kiþilerdir. Türkçe'de kullandýðýmýz abdal (hatta aptal) kelimesi. Arapça "Ebdal"den bozmadýr. Kamus-ý Türkî'de safderun, ahmak, bir þeye akýl yormaz, kalendermeþrep ve derviþ adam þeklinde tarif edilir.
Tasavvufta, abdal, rical-i gaybtendir. Kur'an-ý Kerim'de geçmemekle birlikte. Aliyyü'l-Kari'nin Mevzuatý'ndan öðrendiðimize
II, 1265)." Sizden önceki ümmete mensup bir kiþi, hesaba çekildi. Hayýrlý bir ameli bulunamadý. Ancak yumuþak bir insandý. Hizmetçilerine emrederken zora koþmazdý. Allah (c), þöyle buyurdu. "Buna ondan daha lâyýkýz, onu affediniz (býrakýnýz)" Keþfu'l-Hafa, l, 135. Bu isim Kur'an'da beþ yerde geçer.

ABDU'L-ÂHÝR: Her þeyin sonunda Allah'ýn varlýðýnýn devam etmesi, bulunmasý, O'nun el-Âhir ismini tanýmlar. Yaratýlanlarýn fânî olmasýndan sonra, Allahü Ta'âlâ'nm bekâsýný ve âhiriyyetini görüp, "Onun üzerine bulunan her þey fânîdir. Celâl ve ikram sahibi olan Rabbinin vechi kalýcýdýr" (Rahman/26, 27), âyetini gerçekleþtiren (hakikatýna eren) kula denir. Bakî olan Allah'ýn vechi, onun üzerine doðduðu için, O'nunla bakî kalmýþtýr. Allah'a kavuþmakla yok olmaktan kurtulmuþtur. Velilerin bir kýsmý, hatta büyük bir çoðunluðu bu ikisiyle (fena ve beka) muttasýftýrlar. el-Âhir ismi Kur'an'da bir yerde geçer.

ABDU'L-ALÎM:El-Alîm, hakkýyla bilen demektir. Düþünme ve öðrenme söz konusu olmaksýzýn, aksine, sýrf fýtrî saflýk ve kudsî nurun te'yidi ile, Allah'ýn kendi katýndan, keþfe dayalý ilmi verdiði kula, Abdu'l-Alîm denir. Kur'an'da 163 kere geçer.

ABDU'L-ALÝYY: El-Aliyy, izzet, þeref ve hükümranlýk bakýmýndan en yüce demektir. Gücü akranýna üstün, mânâlarý istemede, himmeti, kardeþlerininkinden fazla, üzerinde bütün rütbeleri toplayan, yüce faziletlerin tümüne ulaþan kula, Abdu'l-Aliyy denir. Kur'an'da 11 yerde geçer.

ABDU'L-AZÎM: El-Azim, azamet sahibi anlamýnadýr. Allah'ýn azametiyle tecelli ettiði kul. Bu, azametinden dolayý Allah'a tam anlamýyla tezellül eder. Allah, bu kulunu, insanlarýn gözünde büyük gösterir, þanýný insanlar arasýnda yüceltir. Onlar ona saygý duyar, onu zahirinde görünen azamet sebebiyle yüceltirler. Kur'an'da altý yerde geçer.

ABDU'L-AZÎZ: El-Azîz, yenilmeyen yegâne galip, izzet sahibi anlamýnadýr. Allah'ýn izzet tecellîsi ile azîz kýldýðý kul, olaylar ve mahlûkattan hiç bir þey onu yenemez iken o her þeye
üstün gelir. Ýþte bu durumdaki kula, Abdü'l-Azîz denir. Kur'an'da 99 yerde geçer.

ABDU'L-BÂ'ÝS: El-Bâ'is, ölümden sonra dirilten demekter. Nefsinin, sýfat, hevâ ve heveslerini iradî ölümle (nefis terbiyesi ile) nihayete erdirdikten sonra, Allah'ýn, kalbini hakikî hayatla dirilttiði kiþidir, iþte Allah, bu kulu, el-Bâ'is isminin mazharý kýlar. Böylece o, cehalet ölümünü, ilimle diriltir, Hakk'ýn isteðine uygun olarak, onlara hayat verir. Kur'an'da yedi yerde fiil olarak geçer.

ABDU'L-BÂKî: El-Baki, devam eden demektir. Allah'ýn bekasýný gösterip fena-i külle erdiðinde onunla baki kýldýðý kuldur. Allah'a bununla onun taayyünü için mutlaka gerekli ubudiyetle ibâdet eder. Bu, tafsilen cem'an, ta'ayyünen ve hakikaten, âbid ve ma'bûddur. Zira el-Baki vechinin tecellisinin tesiriyle resmi (þekli) kaybolmuþtur. Hadis-i kudsi; "onu öldüren ben isem diyeti üzerimedir. Diyeti üzerime olanýn diyeti benim" Kur'an'da müþtak olarak iki yerde geçer."



alýntý