Teþekkur Teþekkur:  0
Beðeni Beðeni:  0
Sayfa 2/2 ÝlkÝlk 12
16 sonuçtan 11 ile 16 arasý

Konu: Tasavvuf terimleri ve deyimleri sözlüðü (A)

  1. #11

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)
    ..:: 11 ::..

    AKL-I EVVEL: Uluhiyyet mertebesi. Vücud bu mertebede kendisindeki sýfat ve esmayý mücmel olarak bilir. Bu mertebeye "vahdet-i hakiki", "teayyün-i evvel", "ilm-i mutlak", "tecelli-i evvel", "kabiliyyet-i evvel", "âlem-i vahdet", "hakikat-ý Muhammediyye" gibi isimler de verilir.

    AKL-I KÜL: Allah'ýn kudretinden ilk evvel ortaya çýkan akýl. Arþ-ý azam, Cebrail, Hazret-i Muhammed (s)'in nuru.

    AKYAZILI: Esas adý ibrahim-i Sani olan bir Bektaþi liderinin lâkabýdýr. Otman Baha'nýn (öl. 883/1478) müridleri ve bektaþilerce kutub olarak kabul edilir. Romanya ve Balçýk'taki tekkesi, hem Hýristiyanlar, hem de Bektaþîlerce ziyaret edilmektedir.
    Ancak Bektaþîler rakýya da 'Akyazýlý" demektedir. Onlara, göre, tarikata girmek isteyen kiþiyi sýnamak için, "dem" denen rakýyý muhabbet meclisine sokan bu zattýr. Bektaþîler, "zahir" dedikleri Bektaþî olmayanlar arasýnda birbirleriyle konuþurken "dün akþam filan kiþide misafirdik. Akyazýlý (yani raký) gördük" derler, bununla içki içtiklerini anlatmak isterler. Bektaþîler, ibahilik yoluna saptýktan sonra, Þia gibi, kendilerini gizlemek üzere, takiyye yollu özel terimler geliþtirmiþler ve kendi yollarýndan olmayanlarýn eleþtirisinden, bu þekilde kurtulmuþlardýr.
    Muhabbet sofrasýna oturulduðu zaman, baba, yahut eski bir Bektaþi tarafýndan çekilen gülbankta "nur ola, sýr ola Akyazýlý Sultan, gücümüz bekçimiz ola" denerek bu zatýn adý anýlýr.
    Tarih-i Cevdet'te XIX. yüzyýl baþlarýnda, Sultan II. Mahmud tarafýndan bazý yanlýþlar içinde olduðu tesbit ettirilince, Bektaþiliðin resmi olarak varlýðýnýn sona erdirildiði detaylarýyla anlatýlýr.

    ALAÝK : Arapça, ilgiler, baðlar, alakalar demektir. Talihlere ait olan sebeblerdendir. Talihler bu alakalar sebebiyle muradlarýný elde edemezler. Talihlerin Allahü Teala'ya vasýl olana kadar, bunlarla olan meþguliyetini kesmesi gerekir.

    ALAVANÝYYE: Alavan el-Hamevi (öl. 936/1530) ye nisbet edilen tasavvuf ekolü.

    ÂL: Arapça.Neseb bakýmýndan Hz. Muhammed (s)'in ailesidir. Bu nisbet Hz. Muhammed (s)'e cismani olur. Hz. Resulullah (s)'ýn çocuklarýnýn durumu bu gruba girer. Veya bu nisbet manevi olur. ilimde derinleþmiþ alimler, kamil veliler ve O'nun kandilinin nurundan nasibini alan Rabbani hakimler de bu grubda mütalaa edilirler. Bu iki nisbet bir kimsede birleþirse, nur üzerine nur olur. O'nun neslinden gelen imamlar bu iki nisbeti birleþtirmeye muvaffak olmuþ kiþilerdir.

    AL KÜLAHINI EYVALLAHI ÝÇÝNDE : Dayanýlmayacak hallerde söylenegelen bir atasözü. Dayandýðý yer olarak þu olay anlatýlýr : Çabuk sýkýlan biri derviþ olmuþ, teslimiyet gereði her emre eyvallah demeyi öðrenmiþ. Ancak zamanla, emirler aðýrlaþmaya baþlamýþ, aðýrlaþtýkca de caný sýkýlmaya baþlamýþ. Günün birinde þeyh, derviþe yine zor bir iþ buyurunca baþýndaki külahý çýkarýp þeyhin önüne koymuþ "al külahýný eyvallahý içinde" demiþ ve baþý açýk olarak tekkeden çýkýp gitmiþ.

    AL DELÝDEN USLU HABER : Bu ifadedeki "deli" bizim bildiðimiz p***riyatrik vak'alardaki deli deðildir. Kendisini Allah sevgisine tam olarak vermiþ, dünyayý ardýna atmýþ, mübalatsýz, hiçbir þeye aldýrmayan kiþidir ki, bunlara sufiyye ýstýlahýnda "meczup" denir. Bu tür kiþilerden, keramet ve hikmet zuhur edeceði inancý yaygýndýr. Bu atasözü ile kimseyi aþaðý görmemek gerektiði, aþaðý görülen kiþilerden bile doðru akýllýca bir sözün duyulabileceði vurgulanmaktadýr. Bu atasözündeki "us" kelimesi akýl manasýndadýr. Uslu demek akýllý demektir.
    Arþi-i þeydadan eðer ister isen doðru haber,
    Rah-ý Hakk'a eyle sefer, vakt-i kum kum kum
    Hurufi Arþi (öl. 1620) (Kum : kalk, demektir)

    ÂLEM: Arapça, kainat, güneþ sistemi ve çevresindeki dönen gezegenler topluluðu, cihan, dünya, bütün varlýklar, mahlukat, insanlar, halk, cemaat, cemiyet çevre vs. gibi kelime anlamlan vardýr. Tasavvufta ise, Allah'tan gayri herþeye âlem denir. Âleme, âlem denmesinin sebebi onunla Allah'ýn isimler ve sýfatlar bakýmýndan bilinmesidir. Zira âlem kelimesi bilmek masdarýndan türemiþtir.

    ÂLEM-Ý EMR: Arapça, emr âlemi demektir. Sebebe baðlý olmaksýzýn Hak tarafýndan vücud bulan âlem. Melekut âlemi bu âlemdendir. Halk âlemi ile arasýndaki fark, emr âleminin bir anda var olmasýdýr.

    ÂLEM-Ý HALK: Arapça, yaratýlan âlem demektir. Sebebe baðlý olarak vücuda gelen âlem. Þehadet âlemi bu gruba girer.

    ÂLEM-Ý DÜNYA: Arapça, dünya âlemi demektir. Hak buna insan vasýtasý ile nazar eder. Buna vücudi þehadet de denir. Ýnsan vasýtasýyla bakýlmayan her âlem, gayb âlemidir.

    ÂLEM-Ý KUDS: Arapça, kutsal âlem anlamýndadýr. Yaratýlýþa ait hükümlerden ve kevni noksanlýklardan yüce ve mukaddes olan Ýlâhî manalar âlemi.

    ÂLEM-Ý KÜBRA: Arapça, büyük âlem demektir. Zahiren büyük âlem, kainattýr. Küçük âlem de insan. Gerçekte kainat, insanda durulmuþtur. Aðacýn çekirdekte dürülü halde bulunuþu gibi. Ýnsan, bütün âlemlerin aslýdýr. Bu âlem, kamil insan için yaratýlmýþtýr. O halde insan "illeti gâiyye" olduðu için asýldýr, mevcudat ise fer'dir. Ýnsan zahiren küçük, fakat hakikatta büyük bir âlemdir.

    ÂLEM-Ý SUÐRA: Arapça, küçük âlem anlamýndadýr. Küçük âlem, insandýr.

    ÂLEM-Ý ERVAH: Ruhlar âlemi anlamýnda Arapça bir ifâde. Vücud, "taayyün-i sani" ve "vahidiyyet" mertebesinden sonra, "suver-i ilmiyye" bakýmýndan "ruhlar" mertebesine iner. Bu mertebede suver-i aliyye, cevher-i basit olarak ortaya çýkar. Bunlarýn rengi ve þekli yoktur. Zaman ve mekanla alakalan yoktur. Çünkü bunlar cisim deðildirler. Bu mertebede her ruh, kendisini ve kendi mebdei olan Hakk'ý idrak eder. "Elestü birabbiküm kâlû bela" (Ben sizin Rabbiniz deðil miyim? Evet dediler) A'raf/172 ayet-i kerimesi ile bu mertebeye iþaret edilir.

    ÂLEM-Ý MÝSAL: Arapça, misal âlemi demektir. Bu mertebe, sufiler tarafýndan kabul edilen bir mertebedir. Bu mertebe; zatýn, parçalanma ve bölünme kabul etmeyen þekiller ile hariçte zuhurudur. Bu mertebeye misal denmesinden maksad; ruhlar âleminde bulunan her bir ferdin, cisimler âleminde bürüneceði bir þeklin benzerinin bu âlemde zahir olmasýndan ötürüdür. Âlem-i berzah da derler. Bu mertebe, gayb ve þehadet arasýný ayýran bir sýnýrdýr.

    ÂLEM-Ý ÞEHADET: Arapça, görünen âlem demektir. Zat-ý Mutlak'ýn parçalanma ve bölünme kabul eden cisimlerin þekilleri ile hariçte zuhurudur. Onun için bu âleme "âlem-i kevn ü fesad" derler. Çünkü, cisimlerin þekilleri bir yandan oluþum halinde, diðer yandan da bozulma durumundadýr. Bu âleme, þu isimler de verilir : Âlem-i mülk, âlem-i nasut, âlem-i hiss, âlem-i anasýr, âlem-i eflak ü encam, âlem-i mevalid.

    ALEM: Arapça, bayrak ve sancak demektir. Devletin sembolü olarak kullanýlan bu enstrüman, sûfiyye tarikatlarýnda da kullanýlýrdý. Emevilerin beyaz bayraklarýna karþýlýk, Hz. Ali taraftarlarýnýn yeþil bayraðý olduðu söylenir. Bayraklarýn üzerinde "inna fetehna leke fethan mubina" çifte yazýlý "Muhammed" (s) "Nasrun minallahi ve fethun karib" ve özellikle "La ilahe illallah" gibi ibareler bulunur. Tekke bayraklarýnýn alemlerinde, "Ya Abdelkadir-i Geylani", "Ya Seyyid Ahmed er-Rufai", "Ya Gavs-i A'zam" gibi tarikat pirlerinin isimleri yazýlýdýr.




    alýntý
    Bana Ümit Baðlama Ben Topraða Sözlüyüm....

  2. #12

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)
    ..:: 12 ::..

    ALLAH: Kainatýn yegane yaratýcýsýnýn zat ismi. ism-i celal. Lafza-i celal. Ýsm-i a'zam. Varlýðýna, ilk insan Hz. Adem ile inanýlan ve baðlanýlan en yüce varlýk. Allah'ýn varlýðýnýn alametleri her yerde bulunmaktadýr. Maddi bir varlýk olmadýðý için, maddeye bulanmýþ varlýklar, Allah'ý doðrudan doðruya göremezler, görmeye tahammül edemezler. Hz. Musa'nýn Tur-ý Sina'da Allah'ý görme isteðine karþýlýk meydana gelen durum, bunun en güzel misalidir. Güneþin ýþýðýna bile dayanamýyan bir göz, nasýl olur da kainatýn yaratýcýsý ve ilk sebebini görebilir? O'nun varlýðý, kalplerde daha iyi hissedilir. Medeni veya vahþi her milletin, her kavmin dilinde O'na tekabül eden bir kelime mutlaka vardýr. Bütün milletlerin tarihlerinde, batýlý milletlerin kanunlarýnýn baþýnda, kitaplarýn baþlangýcýnda, paralarýn üzerinde, sanatkarlarýn eserlerinde, þairlerin mýsralarýnda, dindarlarýn dudaklarýnda veya kalplerinde, filozofun düþüncesinde, kafirlerin inkarýnda, bilim adamýnýn araþtýmalarýnda özet olarak her yerde O'nun ismiyle karþýlaþmak daima mümkündür. O, mutlak varlýktýr. Yoklukla karýþmýþ vaziyette deðildir. Mükemmeldir, noksanlýklardan beridir. Zaruri, ezeli ve ebedi varlýktýr. O, sübjektir veya objektif varlýk deðildir. Öyle olsaydý, insan O'nu tasavvur edebilirdi. Kur'an'a göre O'na benzer hiç bir þey yoktur. O, obje ve sübjeye göre deðiþmeyen, izafi olmayan mutlak varlýktýr. Mutlak varlýk olmasaydý, mutlak yokluk olurdu. Mutlak yokluk ise yoktur. Allah, gayr-i þahsi ve âlemle karýþmýþ bir varlýk deðildir. Panteistlerin dediði gibi, O, âlemin içinde deðildir. Âlemin dýþýnda varlýklarý hür iradesiyle yaratmýþtýr. Eðer, O yaratýcý olmasaydý, âlem ve varlýk, þuursuz bir tesadüfün eseri olurdu. Bu ise, mümkün deðildir. Mümkün olsa bile hürriyet ve düzen olmazdý. Hürriyet olmasaydý, însan hürriyeti, dolayýsýyla sorumluluðu ve ahlaký da mesnetsiz kalýrdý. Týpký varlýðýnýn mesnetsiz kalýþý gibi. Demek ki O, ontolojik yönden tek prensip olup, var oluþun ve külli faaliyetin en üstün sebebidir. Mantýk yönünden âlemdeki nizamýn, insandaki aklýn, eþya ile düþünce arasýndaki tavassufun üstün prensibidir. Allah, fiil sahibi mutlak fail olarak düþünülünce, insaný sonsuzca aþan, insanlýða emirler veren, tavsiyelerde bulunan, ona yol gösteren, kendisine ibadet edilen âlemin düzenini kuran ve kontrol altýnda tutan bir varlýk akla gelir. Allah'ýn varlýðýný ispat için çeþitli deliller ileri sürülmüþtür: Bunlar, fizik, ****fizik (ontolojik), ahlaki ve ilmi deliller olmak üzere çeþitli gruplara ayrýlabilir. Allah'ýn varlýðýna akýl ile nüfuz edilemez. O'na ancak inanýlýr. Çünkü aklý aþan ve onu yaratan bir varlýðý akýl kavrayamaz ve kuþatamaz (La tüdrikuhu'l-ebsar vehuve yudriku'l-ebsar). En'âm/103. insan zihni de, O'nu bu yüzden tasavvur edemez. Allah'tan vazgeçmek ve problem olarak dahi O'nun dýþýnda kalmak mümkün deðildir. Materyalistler bile bu hususu problem edinmiþlerdir. Nietsche, Nicolai Hartmann ve benzeri filozoflar, Allah'ý inkar etmek suretiyle, kendi varlýklarýný tasdik edebileceklerini ileri sürmüþlerdir. Bunlara Sartre'ý da dahil etmek mümkündür. August Comte, insanlýðý tanrýlaþtýrarak yine bu probleme yer vermiþtir. Friedrich Nielsche de insaný tanrýlaþtýrarak, ayný þeyi menfi yönden yapmýþtýr. Allah'ý inkar edip, insaný âlem ve madde içinde eritmek materyalist felsefelerin iþidir. Âlemi ve insaný Allah ile birleþtirmek ise panteist anlayýþlarýn kârýdýr. Bu ifratlarýn hepsinden kurtulmak, Allah'ý ve yaratýcýlýðýný, O'na teslimiyeti kabul etmekle mümkün olur. O zaman varlýklar, deðerlerine göre âlemde yerlerini bulurlar.
    Allah, Kur'an'ý Kerim'de kendisini doksan dokuz kadar isimle kullarýna tanýtmýþtýr. Þimdi kýsaca Esmau'l-Hüsna denilen bu isimlere göz atalým :

    1. Allah : Zat ismi. Ulûhiyete mahsus sýfatlarýn hepsini kendisinde toplamýþ bulunan, Zat-ý Vacibü'l-Vücud'a delalet eden isim olup sayýlan isimler içinde ism-i a'zamdýr.
    2. er-Rahman : Ezelde bütün yaratýlmýþlar hakkýnda hayýr ve rahmet dileyen, sevmediðini, sevdiðini ayýrdetmeyerek bütün yaratýklarý sayýsýz nimet, boðan manasýnadýr.
    3. er-Rahim : Pek ziyade merhamet edici verdiði nimetleri iyi kullananlarý daha büyük ve ebedi nimetler vermek suretiyle mükafatlandýrýcý.
    4. el-Melik : Bütün kainatýn sahibi, mutlak surette hükümdarý.
    5. el-Kuddus : Hatadan, gafletten, aczden ve her türlü ek***likten çok uzak, pek temiz.
    6. es-Selâm : Her çeþit arýza ve hadiselerden salim kalan, kullarýný her türlü tehlikeden selamete çýkaran, cennetdeki bahtiyar kullarýna selâm eden.
    7. el-Mü'min : Gönüllerde iman ýþýðý uyandýran, kendisine sýðýnanlara iman verip onlarý koruyan, rahatlandýran.
    8. el-Müheymin : Gözetici ve koruyucu.
    9. el-Aziz : Maðlup edilmesi mümkün olmayan galip.
    10. el-Cebbar : Kýrýlanlarý onaran, ek***leri tamamlayan dilediðini zorla yaptýrmaya muktedir olan.
    11. el-Mütekebbir : Her þeyde ve her hadisede büyüklüðünü gösteren.
    12. el-Hâlýk : Her þeyin varlýðýný ve varlýðý boyunca görüp geçireceði halleri, hadiseleri tayin ve tespit eden ve ona göre yaratan, yoktan var eden.
    13. el-Bâri : Eþyayý ve her þeyin aza ve cihazýný birbirine uygun ve mülayim bir halde yaratan.
    14. el-Musavvir : Tasvir eden, her þeye bir þekil ve hususiyet veren.
    Maðfireti, gufraný, baðýþlamasý pek çok. Her þeye, her istediðini yapacak surette
    15. el-Gaffâr
    16. el-Kahhâr galip ve hakim.
    17. el-Vahhâb duran.
    18. er-Rezzâk ihsan eden.
    19. el-Fettâh : kolaylaþtýran.
    20. el-Alim :
    21. el-Kabýd
    22. el-Bâsit
    23. el-Hafýd
    24. er-Râfi :
    25. el-Mu'izz
    26. el-Müzill
    27. es-Semi
    Çeþit çeþit nimetleri daima baðýþlayýp Yaradýlmýþlara faydalanacaklarý þeyleri : Her türlü müþkili çözen, açan, Her þeyi çok iyi bilen. Sýkan, daraltan. Açan, geniþleten. Yukarýdan aþaðýya indiren alçaltan. Yukarý kaldýran, yükselten. : izzet veren, aðýrlayan. Zillete düþüren, hor ve hakir gören. Ýyi iþiten.
    28. el-Basir : iyi gören.
    29. el-Hakem : Hükmeden, hakký yerine getiren.
    30. el-Adl : Çok adaletli.
    31. el-Latif : En ince iþlerin bütün inceliklerini bilen, nasýl yapýldýðýna nüfuz edilemiyen, en ince þeyleri yapan, ince ve sezilmez yollardan kullarýna çeþitli faydalar ulaþtýran.
    32. el-Habir : Her þeyin iç yüzünden, gizli taraflarýndan haberdar olan.
    33. el-Halim : Hilmi çok. Kula hakettiði halde hemen cezasýný vermeyip, geciktiren, müsaade veren.
    34. el-Azim : Pek azametli.
    35. el-Gafur : Maðfireti çok.
    36. eþ-Þekur : Kendi rýzasý için yapýlan iyi iþleri daha ziyadesi ile karþýlayan.
    37. el-Aliyyü : Pek yüksek.
    38. el-Kebir : Pek büyük.
    39. el-Hafiz : Yapýlan iþleri bütün tafsilatýyla tutan, her þeyi belli vaktine kadar afat ve beladan saklayan.
    40. el-Mukit : Her yaratýlmýþýn rýzkýný veren.
    41. el-Hasib : Herkesin hayatý boyunca yapýp ettiklerinin bütün tafsilat ve teferruatiyle hesabýný en iyi bilen.
    42. el-Celil : Celâlet ve ululuk sahibi.
    43. el-Kerim : Keremi bol.
    44. er-Rakib : Bütün varlýk üzerinde gözcü, bütün iþler murakabesi altýnda bulunan.
    45. el-Mücib : Kendine yalvaranlarýn isteklerini veren.
    46. el-Vâsi : Geniþ ve müsaadekâr.
    47. el-Hakîm : Buyruklarý ve bütün iþleri hikmetli.
    48. el-Vedûd : iyi kullarýný seven, onlarý rahmet ve rýzasýna erdiren yahut sevilmeye ve dostluðu kazanýlmaya biricik layýk olan.
    49. el-Mecîd : Þaný büyük ve yüksek.
    50. el-Bâis : Ölüleri diriltip kabirlerinden çýkaran.
    51. eþ-Þehîd : Her zaman ve her yerde hâzýr ve nazýr
    52. el-Hakk : Varlýðý hiç deðiþmeden duran.
    53. el-Vekil : Ýþlerini yoluyla kendisine býrakanlarýn iþini düzeltip, onlarýn yapabileceðinden daha iyi temin eden.
    54. el-Kavi : Pek güçlü.
    55. el-Metin : Çok saðlam.
    56. el-Veliyy : Ýyi kullarýna dost.
    57. el-Hamîd : Ancak kendisine hamd ü sena olunan, bütün varlýðýn diliyle biricik öðülen.
    58. el-Muhsî : Bir bir her þeyin sayýsýný bilen.
    Mahlukatý maddesiz ve örneksiz olarak ilk
    59. el-Mübdi: baþtan yaratan.
    60. el-Mu'id : yaratan.
    61. el-Muhyî
    62. el-Mümit :
    63. el-Hayy :
    64. el-Kayyum
    65. el-Vâcid :
    66. el-Mâcid :
    67. el-Vâhid :
    Yaratýlmýþlarý yok ettikten sonra, tekrar
    Can baðýþlayan, saðlýk veren Canlý bir mahlukun ölümünü yaratan. Diri, her þeyi bilen ve her þeye gücü yeten. : Gökleri ve her þeyi tutan.
    istediðini, istediði vakit bulan. Kadr ü þaný büyük, kerem ve semahatý bol. Tek. Zatýnda, sýfatlarýnda, iþlerinde,
    isimlerinde, hükümlerinde asla þeriki (ortaðý) veya benzeri bulunmayan.
    68. es-Samed : Hacetlerin bitirilmesi, ýztýraplarm giderilmesi için tek merci.
    69. el-Kâdir : Ýstediðini, istediði gibi yapmaya gücü yeten.
    70. el-Muktedir : Kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde istediði gibi tasarruf eden.
    71. el-Mukaddim : Ýstediðini ileri geçiren, öne alan.
    72. el-Muahhir : istediðini geri koyan, arkaya býrakan,
    73. el-Evvel : Kendisinden önce bir ilk bulunmayan "Ýlk".
    74. el-Âhir : Kendisinden sonra bir son bulunmaya "Son".
    75. ez-Zâhir : Aþikâr.
    76. el-Bâtýn : Gizli.
    77. el-Vâli : Bu muazzam kâinatý ve her an olup biten hadiseleri, tek baþýna tedbir ve idare eden.
    78. el-Müteâ'li : Yaratýlmýþlar hakkýnda, aklýn mümkün gördüðü her þeyden, her hal ve tavýrdan pek yüce.
    79. el-Berr : Kullarý hakkýnda müsâid bulunan, iyiliði, ve bahþiþi çok olan.
    80. et-Tevvâb : Tevbeleri kabul edip günahlarý baðýþlayan.
    81. el-Müntakim : Suçlularý, adaleti ile hak ettikleri cezaya çarptýran.
    82. el-Afüvv : Afvý bol.
    83. er-Rauf : Pek þefkatli, çok acýyan.
    84. Malikü'l-Mülk : Mülkün ebedi sahibi, hükümdarý.
    85. Zülcelali ve'l-Ýkrâm : Hem büyüklük sahibi, hem de fazi u kerem sahibi.
    86. el-Muksit : Bütün iþlerini denk ve birbirine uygun ve yerli yerinde yapan.
    87. el-Câmi : Ýstediðini istediði zaman, istediði yerde toplayan.
    88. el-Ganiyy : Çok zengin ve her þeyden müstaðni, hiç bir þeye ihtiyacý olmayan.
    89. el-Muðni : Ýstediðini zengin eden.
    90. el-Mâni : Bir þeyin meydana gelmesine müsaade etmeyen.
    91. ed-Dârr : Elem ve zarar verici þeyler yaratan.
    92. en-Nâfi : Hayýr ve menfaat verici þeyler yaratan.
    93. en-Nur : Âlemleri nurlandýran, islediði simalara, zihinlere ve gönüllere nur yaðdýran.
    94. el-Hâdi : Hidayeti yaratan, istediði kulunu hayýrlý ve karlý yollara muvaffak kýlan, muradýna erdiren.
    95. el-Bedi : Örneksiz, misalsiz, acaib ve hayret verici âlemleri icad eden.
    96. el-Bâki : Varlýðýnýn sonu olmayan.
    97. el-Vâris : Servetlerin geçici sahipleri, elleri boþ olarak yokluða döndükten sonra, varlýðý devam eden servetlerin hakiki sahibi.
    98. er-Reþîd : Bütün iþleri ezeli takdirine göre yürütüp dosdoðru ve bir nizam ve hikmet üzere akýbetine ulaþtýran.
    99. es-Sabûr : Çok sabýrlý.

    Allahü Teala'nýn bu güzel isimleri, çeþitli kaynaklara göre daha çoktur. Biz burada sadece Allah'ýn Kur'an-ý Kerim'inde bildirdiklerini zikrettik. Süleyman Cezulî'nin Delâil-i Hayrat adlý eserinde bu sayýnýn yüz bir olduðunu görürüz.
    Dikkat edilirse, Allah'ýn bu isimlerinin bir kýsmýnýn insanda sýnýrlý halde, sýfat olarak bulunduðu görülür: Görmek, iþitmek, sabýrlý olmak, zarar vermek, faydalý olmak, affetmek, þefkatli olmak, vs. gibi. Yine bir kýsým isimler vardýr ki bunlar yaratýklarda bulunmaz. Öncesi olmamak, yeniden diriltmek, vs. gibi.
    Bazý hadis-i þeriflerde, Allah'ýn doksan dokuz ismini ezberleyip her gün okuyanýn cennete gireceði müjdelenmektedir. Yine, çeþitli Kur'an ayetlerinde Allah, kendisine bu güzel isimlerle dua edilmesini tavsiye etmektedir.
    Allah kelimesinin üzerinde etimolojik açýdan bir hayli tartýþmalar vuku bulmuþtur. Bunlardan en dikkati çekeni, Allah kelimesinin dünya üzerindeki hiç bir lisanda bulunmadýðý, bu nedenle, Allah kelimesinin Allahça olduðudur. Bir baþka dikkat çeken açýklama da þudur : Allah kelimesi ve-le-he'den türemiþtir. Bu kelime de, diþi devenin yavrusuna duyduðu aþýrý sevgi ve þefkati ifade eder. Burada, þu husus antr-parantez olarak kaydedilir: Deve, hayvanlar içinde yavrusuna en fazla þefkat besleyen bir hayvandýr. Bu, yavrusuna zarar vereni öldürecek derecede aþýrý bir sevgidir. Ýþte Allah kelimesi, bu sevgi ve þefkatten türemiþtir.




    alýntý
    Bana Ümit Baðlama Ben Topraða Sözlüyüm....

  3. #13

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)
    ..:: 13 ::..

    ALEVÎ: Arapça, Hz. Ali isminin nisbesidir, Hz. Ali'ye mensup olanlar demektir. Hz. Muhammed (s) 'den sonra Hz. Ali'yi imam olarak tanýyanlar. Sufiyyeye göre, her tarikat, ashabtan birine baðlanýr. Maksiler ve Mevleviler Hz. Ebu Bekir (r)'e Anadoludaki diðer tarikatlar da Hz Ali (r)'ye baðlanýr. Hz. Ebu Bekir (r)'e silsile olarak dayanan tarikatlar zikri gizli, Hz. Ali (r)'ye dayananlar da açýk olarak çekerler. Bektaþîler, Hulefa-i Raþidinden ilk üçünü kabul etmedikleri için tarikatlarýný sadece Hz. Ali'ye baðlarlar. Bu þekilde silsileler "alevi" ve "sýddýki" diye ikiye ayrýlýr.
    Bu kelime, ayný zamanda Hz. Ali (r) neslinden gelenler için de kullanýlýr. Yani Hz. Ali ve Hz. Fatýma neslinden gelenler hakkýnda bu isim kullanýlmýþtýr. Bu gibilere genel manada "seyyid" (galat kullanýlýþý ile seyda) dendiði gibi, Hz. Hasan neslinden gelenlere "þerif" Hz. Hüseyin neslinden gelenlere de "seyyid" denilmiþtir. Bir kimse ayný zamanda hem Haseni, hem de Hüseyni, yani hem seyyid, hem de þerif olabilir. Nakþî geleneðine mensup ünlü kelamcý bilim adamý, Seyyid Þerif Cürcanî bu gruba dahildir. Bu gibilere fýkhen, sadaka ve zekat vermek yasak olduðu gibi, onlarýn kabul etmeleri de haramdýr. Osmanlý Devleti'nde, seyyid ve þeriflere maddi destek olmak üzere, "nakibu'l-eþraflýk" müessesesi kurulmasýnýn altýnda yatan espirilerden biri de budur.
    Þem-i bezm-i Hasaneyn'em, aleviyem, alevî
    Yakar a 'dayý benim þu'le-i ahým alevi.
    Fazýl Paþa (öl. 1882)

    ALEVÝYYE: Derkaviyye tarikatýnýn Cezayir'de yayýlma kaydetmiþ kolu.

    ALEVÝYYE: Sun'i bir baðlantý ile dördüncü halife Hz. Ali'ye dayandýrýlan bir tarikat.

    ALEVÎ TACI: Bektaþîlerin baþlarýna giydikleri on iki dilimli (terk) taç. Bir adý da "fahir" olan bu taç, beyaz yünden yapýlýr. Babalar, fazladan olmak üzere, bunun üstüne beyaz yünden mamul bir sarýk sararlar.

    ALIN: Türkçe. Tasavvuf edebiyatýnda vahdet (birlik) sembolü. Bazý tarikatlarda, derviþin sülük çýkarýrken geçirdiði zikirmakamlarýndan birisi. Sâlik bu makamda, iki kaþý arasýndaki nefs-i natýka noktasýnda ve saçlarýn alýna bitiþtiði yerde (cesed) zikir çeker. Bu nefy-i isbat'tan önce gelir.

    ÂL-Ý ABA: Arapça. Aba (kaftan, cübbe) ailesi demektir. Rivayete göre, bir gün Hz. Peygamber (s) üzerinde aba bulunurken, yanýna gelen Hz. Ali'yi, kýzý Hz. Fatýma'yý, torunlarý Hasan ve Hüseyin'i bu abanýn altýnda toplar. Bu þekilde, Hz. Peygamber (s)'in yakýnlarýný belirleyen bir ifade olmak üzere, adý zikredilen kiþiler "âl-i aba" terimiyle anýlmýþlardýr. Sayýlarý: Hz. Peygamber (s), Hz. Ali, Hz Hasan, Hz. Hüseyin ve Hz. Fatýma olmak üzere beþ kiþiden müteþekkil olduðu için bir elin beþ parmaðýna benzetilerek "pençe-i âl-i aba" yahut "penç ten-i âl-i aba" gibi isimlerle de anýlmýþlardýr.

    ALÝ SIRRI: Arapça. Buna "arý sýrrý" da denir. Aleviler ve tasavvuf ehli arasýnda kullanýlan bu terim, arýnýn kovan kurmasý, bal yapmasý ve yaþayýþý bakýmýndan, insaný hayrette býrakan bir düzene uymasý dolayýsýyla söylenmiþtir. Arýnýn sýrrýna nasýl akýl ermezse, Hz. Ali'nin sýrrýna da akýl ermez anlamýnda söylenir.

    ALÝYE: Halvetiyye tarikatýnýn kollarýndan biri. Ahmed b. Aliyyü'l-Harinî tarafýndan kurulmuþtur.

    ALLAH DERDÝNÝ ARTIRSIN : Sufilere göre, dert, gerçek aþktýr. Dert, gerçeðe ulaþma derdidir. Bu bakýmdan herhangi bir can, bilhassa tarikata yeni intisab eden bir kiþi bazý hallere maruz kalýr, cezbelere uðrar, yanar, yýkýlýrsa baþýndaki maneviyat öðretmeni veya duasý makbul büyüklerden birisi ona "Allah derdini artýrsýn" diye dua eder. Yunus Emre'nin Dertli Dolab'ýndaki inleyiþ ifadeleri, ayný dertten zuhur etmiþtir. Kýsaca bu söz, dýþtan bakýldýðýnda ilenme (beddua) gibi görünüyorsa da, hakikatta hayýr duadýr.

    ALLAH FEYZÝNÝ ARTIRSIN : Bu da, ayný manaya gelen bir ifadedir. Hayýr dualardandýr.

    ALLAH DEYÝP DÖNERÝZ, ALLAH DEYÝP DURURUZ: Bu ifadelerin dayandýðý olay þöyle nakledilir : Bir gün Bektaþî, Mevlevî'ye sormuþ :
    Ne der de dönersiniz? Mevlevî de;
    Allah deyip döneriz, demiþ. Bektaþî bu sözü duyunca þu karþýlýðý vermiþ :
    Biz de Allah deyip dururuz.
    Bu anlatýma bakýlýrsa Mevlevî telvinde ve gaybettedir. Bektaþî ise temkinde, sahv ve huzur halindedir. Sufiyye yolu için, her ikisi de sahihtir.

    ALLAH DÝYEN MAHRUM KALMAZ : Bu atasözünde, dil ile Allah diyen deðil, can ve gönülle (tefekkürle) kendi varlýðýný unutacak derecede Allah'ý ananýn, mahrum kalmayacaðý bildirilmiþtir. Burada mahrum kalmazdan kasýt, Allah'ý anan kiþinin, sonunda O'na kavuþmasýdýr. Þüphesiz bu dünyada, Allah'ý hayatýnýn her anýna tefekkür halinde hakim kýlanlar (ihsan mertebesi), öbür dünyada. O'nu cennette görecekler, veya bir baþka tabirle O'na kavuþacaklardýr (lika).
    Tevhidi eden deli olmaz, Allah diyen mahrum kalmaz, Her seher açýlýr, solmaz Bahara erer gülümüz.
    Muhyî (Ö. 1611)

    ALLAH EYVALLAH : Sufiler arasýnda ortak olan, fakat daha çok Bektaþîlerle Mevleviler tarafýndan kullanýlan bu deyim, muhatabý tatmin etmek için kullanýlýr ve yemin mahiyetini taþýr. "Allah, Eyvallah bu böyledir" gibi. Eyvallah, iki ayrý kelimenin birleþmesinden oluþmuþ birleþik bir ifadedir. Birinci kelime "ey" yahut "iy" lügatta "evet" manasýna gelir. Ýkinci kelime de "vallahi" dir. Bu kelime de "Allah'a yemin ederim ki..." demektir. Bu durumda "eyvallah" mürekkep ifadesi, "evet, Allah'a yemin ederim ki..." manasýna gelmektedir.

    ALLAH KÂFÝ: Arapça, Allah yeter anlamýnda bir ifade. Hasbünallü ve ni'mel-Vekil (O, bize yeter, O ne güzel bir vekildir.) sözü de bu manadadýr.

    ALLAH KERÝM YERÝ : Eski Türk kahvelerinde, fakirlerin para vermeden oturup yattýklarý yer ve sayvan hakkýnda kullanýlan bir tabirdir.

    ALLAH NAMERDE, MERDE, HÝÇBÝR FERDE MUHTAÇ ETMESÝN : "Namerde" yani gerçek anlamýyla adam olmayana ; "merde" yani adam olana : "hiç bir ferde" yani hiç bir kiþiye muhtaç etmesin demektir. Bektaþilerin "Büyük Gülbank" denen ve ayin-i cemlerin sonunda, baba tarafýndan okunan gülbanklarýnda geçer. Bu atasözünün espirisi, Kur'an-ý Kerim'deki "Siz Allah'a muhtaçsýnýz : Entümül-fukarau ilallah" (Fatýr/15) ayetinde bulunmaktadýr. Muhtaç olunacak tek varlýk Allah'týr. Sadece O'na muhtaç olan hiçbir þeye ihtiyaç duymaz. Buna, ihtiyaçsýzlýk manasýna gelen "gýnaya erme" de denir. Bu gibi kiþiler, hakiki hürlerdir. Kendi nefislerine bile muhtaç deðillerdir. Boyunlarý sadece Allah'a eðiktir. Allah'tan gayri kimseye ihtiyaçlarý yoktur.

    ALP ERENLER: Kahraman savaþçý derviþler zümresi. Osmanlý Devleti'nin kuruluþuna tesadüf eden dönemde bu derviþ zümreleri, çok yararlý hizmetler yapmýþtýr.

    ALTMIÞ ALTIYA BAÐLAMAK : "Allah" lafzýnýn ebced hesabýyla rakam olarak toplamý, altmýþ altýdýr.
    Elif : 1, Lam : 30, Lam : 30, He : 5 =66.
    Altmýþ altýya baðlamak; bir iþi düzüp koþarak sonunu emniyetle beklemek anlamýna gelir. "O, iþini altmýþ altýya baðladý", yani iþini çok güzel ayarladý, düzenledi, her türlü tedbiri aldý, þu anda, aldýðý tedbir sonucu baþarýyý beklemektedir, demektir. Bir de "Onun iþi altmýþ altýya kaldý, altmýþ altýya baðlandý" tarzýnda söylenir ki, bu takdirde " O iþten hayýr yok ya, belki Allah onarýr, düzeltir" demek olur. Bu, ilk ifadenin tam zýddýdýr. Ýslam ülkelerinin bayraklarýndaki "Hilal" de, 66 deðerindedir.





    alýntý
    Bana Ümit Baðlama Ben Topraða Sözlüyüm....

  4. #14

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)
    ..:: 14 ::..

    ÂLUN: Arapça yüksek seviyede olanlar demektir. Nurdan yaratýlmýþ melekler, Hz. Adem'e secde ile emrolunmayan melekler bunlardýr. Bu tabir Þad suresi 75. ayette geçer. Muheyyemûn melekleri de ayný durumdadýr.
    ÂMÂ: Arapça. Ehadiyyet mertebesidir. Lügat manasý itibariyle ince bulut ve körlüðü ifade eder. Hakikat gözü kapalý, zahir ehli için kullanýlýr. Ehadiyyet mânâsýna alanlar olduðu gibi, vahidiyyet mertebesi þeklinde kullananlar da olmuþtur. Bu takdirde ince bulut manasýnadýr. Abdülkerim Çili, el-Ýnsanü'l-Ka-mil'de "kayýtlara baðlanmaktan ve ýtlak olmaktan yüce olan mertebeye, âmâ derler ki bu zât-ý mahzdýr" der. Bir rivayete göre, sahabe-i kiramdan, Zeynü'l-Ukayli, Resulullah (s)'a "Rabbimiz mahlukatý yaratmazdan önce nerede idi?" diye sorar. O da þu cevabý verir : "Altý ve üstünde hava olmayan âmâda idi".
    AMAN DÝYENE KILIÇ ÇEKÝLMEZ : Araplarda bir kabilenin emanýna düþen kiþi canýný kurtarabilmek maksadýyla o kabileye veya o kabileden þerefli birine sýðýnýr da kabul görürse, o kabile onu mutlaka korur, peþinden gelen düþmana vermezdi. Eski Araplarca, bu bir namus meselesiydi. Bu adet baþka milletlerde de vardý. Hatta, halen siyasi mültecilerin, sýðýndýklarý devlet tarafýndan korunmalarý bir gelenek olarak sürmektedir. Tasavvufta da, kusurunu bilip itiraf ederek amana düþen kiþi, suçu, Ýslam'a göre bir cezayý gerektirirse, o cezayý görür, sonra baðýþlanýr ve yine kardeþ tanýnýr. Hatta o kusuru bir daha yüzüne vurulmaz. Ýslam'a göre ceza gerektirmeyen bir kusur ise ve amana düþerse yine baðýþlanýr. Halk dilinde bu, "amaný bilir misin?", "amana düþmek" deyimlerini meydana getirdiði gibi, tasavvuf erbabý arasýnda da "aman dileyene kýlýç çekilmez" atasözünün doðmasýna sebep olmuþtur.
    AMELÝ BOYNUNA, SEMERÝ SIRTINA : Islah olmasýndan, yola gelmesinden ümit kesilen kiþi, tarikatta "yolsuz" ve "düþkün" kabul edilir ve hakkýnda bu söz söylenir. Tasavvuf ehli olmayanlar arasýnda da söylenen bu söz, kimin hakkýnda söyleniyorsa, o kiþinin insanlýktan bir nasibi olmadýðýný ifade eder.
    AMMARÝYE: Kadiriyye Tarikatý'nýn bir koludur. Cezayir ve Tunus gibi Kuzey Afrika ülkelerinde yaygýndýr.
    AMME: Arapça, Cumhur, halk, ahali demektir. Dýþ þekilleriyle þeriata baðlý olan genel çoðunluk.
    AMUDÝYYE: Medyeniyye Tarikatý'nm bir koludur. Ebu isa Þad b. Ýsa tarafýndan kurulmuþtur.
    ÂN: Zamanýn taksim edilemeyen en küçük parçasý demektir. Sufilere göre mevhum ve mücerret bir mefhumdur. Cenab-ý Hakk'ýn zuhurundan dolayý anlaþýlýr. Ancak bu, zaman ve mekan kavramýnýn dýþýndadýr. Çünkü O, zamandan münezzehtir. Vahdetin sýrrýna tam olarak ulaþan sufiler "an-ý daim"i yaþarlar. Onlar Ýbnü'l-vakttir, yani vakti en iyi þekilde, Allah'ýn razý olacaðý þekilde deðerlendirirler.
    ANA-BACI : Mürþidin eþine, Bektaþilik'de "ana-bacý" denir.
    ANÂSIR-I ÇEHÂRGÂNE: Nefsin dört mertebesi, toprak, hava, su ve ateþle temsil edilir.
    N.Emmare = Ateþ N. Levvame = Hava N. Mülhime = Su N. Mutmaine = Toprak
    ANKA: Halk arasýnda, ismi olup, cismi bulunmayan mitolojik bir kuþa verilen isimdir. Misli az bulunan þeyler hakkýnda da kullanýlýr. Mutasavvýflar bunu, vücutta taayyünü olmayan, yalnýz zihinde suret bulan heyula diye tarif ederler. Eski edebiyatta da, kanaat sahihlerine kinaye olarak "anka meþreb" "anka tabiat" denilirdi. Fuzuli'nin þu beyti bu anlamdadýr :
    Cife-i dünya deðil herkes gibi matlubumuz Bir bölük ankalarýz kaf-ý kanaat bekleriz.
    ARABÝYYE: Ömer b. Muhammed el-Arabi tarafýndan kurulmuþ bir tasavvuf okulu.
    A'RAF: Arapça. Tepeler demektir. Günah ve sevabý eþit olan kiþiler, ne cennete ne de cehenneme giderler. A'raf denen yerde dururlar. Cennetle cehennem arasýndaki bir yer. Cenab-ý Hakk'ýn sýfatlarýyla tecelli etmesi durumunda, seyretme yeri.
    ARAÝS-Ý HAK: Arapça Hakk'ýn gelinleri anlamýnadýr. Allah, çok sevdiði velilerini kýskandýðý için halka açýklamaz. Gerdek gecesi, gelini damatdan baþkasý göremediði gibi bu velileri, ilâhî haremde Hak'dan baþkasý görmez.
    ARAK-ÇÝN: Arak, Arapça'da ter; "cin" Farsça'da toplayan demektir. Kavuðun veya fesin altýna teri toplamasý için giyilen takkedir. Buna Arapça'da Arakiyye denmektedir.
    ARAKÝYYE: Kavuðun veya fesin altýnda, ter toplanmasý için giyilen takkedir. Zamanla derviþlerin giydiði tak***e özel isim olmuþtur.
    ARBEDE: Arapça. Bed (kötü) huyluk etmek demektir. Cezbeli derviþlerin, hal galebesi durumunda Hak ile olan tartýþmalarý.
    ARIZ (AVARIZ): Arapça. Ýliþen demektir. Tabii olmayan, sonradan gelen, kalbe ve ruha musallat olup, Hakk'a ulaþmaya engel teþkil eden nefsani arzu ve istekler, vesveseler.
    ARÝF: Arapça, irfan sahibi anlamýndadýr. Allah'ý gerçek yönüyle bilen kiþi. Âlim gibi bilen manasýna gelirse de ondan farklýdýr. Âlim, ilmi bir tahsil ve çalýþma sonucu elde eder. Arif ise, irfana, ilham ve hal ile ulaþýr. Cenab-ý Hakk'ý keþf ve müþahade yoluyla bilen kiþi. Bu bakýmdan ümmi bir insana da arif denilir, ancak âlim denemez. Arifler için, ehl-i yakin, ehl-i din, veli, kutb ve genel olarak "arif-i billah" tabiri kullanýlýr.
    A'REF BÝ'L-MESNEVÝLÝK CÝHETÝ: Mevlevîlik terimlerindendir.
    Mesnevi-hanlýk verilecek kiþilerin, imtihan sonucunda ehil olduklarý belirlenince Evkafa teklif edilmesi demektir, ilk kez III. Selim zamanýnda Galata Mevlevi-hanesi þeyhi Þeyh Galib'e verilen bir unvandýr. Buna "Alem bi'l-Mesnevi" de denilir. Bu unvan, bir ara unutulmuþ ancak Üsküdar Mevlevihânesi þeyhi Ahmet Remzi Efendi tarafýndan tekrar canlandýrýlmýþ ve Galata Mevlevihânesi þeyhi Ahmed Celaleddin Efendi bu göreve getirilmiþtir.
    ARSLANLI ÇEÞME : Hacý Bektaþ ilçesinde, Hacý Bektaþ-ý Veli külliyesinde avlunun saðýnda bulunan çeþme. Bu çeþmede su, arslan heykelinin aðzýndan akmaktadýr ki, Bektaþilere göre zemzem olarak kabul edilir.
    ARÞ: Arapça bir kelime olan "arþ" m kelime anlamý, taht, çardak tavan ve kubbe demektir, islamî olarak; terim, Allah (c.c)'ýn kudret ve azametinin tecellisinden kinaye olarak, dokuzuncu kat semada bulunduðu tasavvur olunan taht'dýr. Bu bakýmdan asýl anlamýný ancak Allah'ýn bildiði bir þeydir. Kainattaki bütün varlýðý kuþatan bir cisim olup, yüksekliðinden dolayý bu ismi almýþtýr. Müfessirlerin izahýna göre, Allah (c.c) önce Arþ'ý yaratmýþtýr. Kur'an-ý Kerim'de bir çok ayette Allah (c.c) Arþ'ý istila etti yani Arþ'a hükmetti þeklinde geçmektedir. Bkz. msl: Tâha/5. Tasavvufta ise Arþ, gönül demektir.
    ARTSIN EKSÝLMESÝN, TAÞSIN DÖKÜLMESÝN : Bektaþî ve Mevlevî tarikatý terimlerindendir. Mevlevîlerin ayinde, Bektaþîlerin ise yemekte yaptýklarý dualardandýr.
    ARUSÝYYE: Kadiriyye Tarikatý'nýn Trablus-garb'ta tesis edilen koludur.
    ARZ: Arapça yer yüzü anlamýndadýr. Arz yaratýk, yaratýktaki süs ise Hak'dýr. Hakk'ýn sýfatý sema, halkýn sýfatý arzdýr.




    alýntý
    Bana Ümit Baðlama Ben Topraða Sözlüyüm....

  5. #15

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)
    ..:: 15 ::..

    ASA: Arapça, deðnek, baston anlamýndadýr. Hz. Musa (a.s)'ya mucize olarak bir "asa" verilmiþti. Bu asa, Mýsýr sihirbazlarýnýn hazýrladýðý bütün sihirleri yutan bir yýlan haline dönüþmüþtü. (Ta-Ha/18, Nemi/10, Kasas/31). Asa taþýmak Peygamberimizin de sünnetidir. Hz. Peygamber "asa" taþýr, sahrada namaz kýlacaðýnda bunu sütre olarak kullanýrdý. Bu sünnete uygun olarak, tarikat þeyhleri ve bazý müslümanlar da "asa" kullanýrlar. Bazý tarikatlarda post-niþin olan þeyh, halifesine bir emanet olarak, "asa" da verirdi. Hatta halk arasýnda, kýrk yaþýný geçtiði halde "asa" kullanmayan asi olmuþtur, þeklinde bir hikaye bile vardýr. Edebiyatta ise sevgilinin saçý bazen asaya benzetilir. Yine, sihir, yýlan, Musa, saç, derviþ, hýrka kelimeleri edebiyatta mecaz olarak kullanýlmaktadýr.

    ASAKÝR-Ý HAK: Arapça Hakk'ýn ordusu, ilâhî, ruhanî askerler demektir. Cundullah ayný manadadýr. Kuþ, yaðmur, zelzele gibi tabii olaylar ve varlýklar Hakk'ýn askerleridir.

    ASHAB: Arapça, arkadaþlar demektir. Ancak özellikle Hz. Peygamber'i görüp, Ýslam'a inanmýþ ve O'nu teyid etmiþ, müslüman olarak ölmüþ kiþilere denir. Hz. Peygamber ashab hakkýnda "Benim ashabýmýn her biri yýldýzlar gibidir. Hangisine uyarsanýz hidayete ulaþýrsýnýz" buyurmuþtur.

    ASHAB-I SUFFE: Hz. Peygamber (s)'in Medine'deki mescidinin sofasýnda ikamet eden fakir sahabiler. Bunlar Tasavvuf yolunun ilk temsilcileri olarak görülür. Hz. Ebu Hureyre, Hz.Selman-ý Farisi, Hz. Bilal-i Habeþi bu gruptandýr.

    ASÝTANE: Farsça, eþik, dergah, büyük tekke, baþþehir anlamýndadýr. Ayrýca tarikat pirinin kaldýðý tekke veya medfun olduðu yer Mevlevî tarikatý'nda ve çile çýkarýlan büyük tekkelere de bu isim verilir. Tasavvuf! edebiyatta ise, þeyhin kapýsýdýr ki oradan himmet umulur.

    ASL: Arapça kök anlamýndadýr. Hidayet herþeyin aslýdýr. Dinin esaslarýna asi denir ki bunlar tevhid, ma'rifet, iman, yakin ve sýdk'dýr. Bunlardan türeyen hal, makam, amel ve taatlere de, fer denir.

    ASSÂLÝYYE: Þam'lý Ahmed b. Ali EI-Harirî EI-Assalî (Ö./1639) tarafýndan tesis edilmiþ bir tarikat'dýr. Halvetiyye'nin Cemâliyye koluna baðlý bir þubedir.

    AÞÇIBAÞI POSTU : Bektaþî tarikatýnda bir makamdýr.

    AÞEVÝ: Hacý Bektaþ Tekkesi'ndeki makamlardan biri. Burada her on Muharrem'de aþure piþirilir.

    ÂÞIK: Arapça, seven demektir. Çok fazla seveni ifade eder.
    Ey âþýk-ý sadýklar gelin Allah (c.c) diyelim.
    Bezm-i Hakk'a layýklar gelin Allah diyelim.
    Yunus Emre

    ÂÞIKIYYE: Rafiziliðe mensub bir tarikatýn adý.

    ÂÞÝNÂ: Farsça, bildik, tanýdýk demektir. Hakikat þarabýný içerek ruhî zevke ermiþ Hakk'ý tanýmýþ kiþi.
    Kat eyle aþinalýðým ondan ki gayrdýr
    Ancak öz aþinalarýn et aþina bana.
    Fuzuli

    AÞK: Arapça, aþýrý derecedeki sevgi. Bu da maddi ve manevi þekillerde olur. Bir kadýn gözününde bulundurularak zevki ve cinsi cazibe ön planda tutulmak suretiyle oluþan aþk maddidir. Bunun platonik, hayali olaný da vardýr (Platonik). Þairlerin aþký böyledir. Bu aþk genelde mecazidir. Hakiki aþk ise, Allah aþkýdýr. Cenab-ý Hak bir kudsi hadiste, "Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi arzu ettim, âlemi yarattým" buyurmaktadýr ki ilâhî aþkýn kaynaðý budur. Çünkü Allah'ý bilmek, tanýmak ancak aþk ile olur. Allah'ý gerçekten seven kiþi O'nun yarattýklarýný da ayný þekilde sever. Yaratandan ötürü yaratýlaný sever. Bu aþk güzele deðil, güzelliðedir. Herkesi, herþeyi sevmektir. Varlýklarda tezahür eden Allah'ýn sanatýný, kudretini, rahmetini, lutfunu ibretle temaþa etmektir. Bu aþka bazen "mecazi aþk"la da ulaþýlýr. Bundan dolayý "mecazi aþk, gerçek aþkýn köprüsüdür" denilmiþtir. Gerçek aþka ulaþmak da ilimle olmaz. Nitekim Fuzuli bunu þu beytiyle çok güzel anlatmaktadýr :
    Aþk imiþ her ne var âlemde Ýlim bir kil u kal imiþ ancak. Bazý yazarlar aþký þiddetine göre þu þekilde sýralarlar:
    1. Ýrade 2. Muhabbet 3. Hevâ 4. Sakabe 5. Tebettül 6. Alaka 7. Vüluð 8. Kelef 9. Þaðaf 10. Aþk 11. Ülfet 12. Garava 13. Hullet 14. Teyemmüm 15. Valeh 16. Tedellüh 17. Velâ

    AÞK OLSUN: Bazý tarikatlarda özellikle Mevlevî ve Bektaþîlerde selamlaþma. Hoþ geldin, afiyet olsun yerine kullanýlýrdý. Buna "eyvallah" veya "aþkýn cemal olsun" diye cevap verilirdi. Bunu iþiten dilerse "cemalin nur olsun" derdi. Nihayet muhatab da bunu "Nurun âlâ nur olsun" þeklinde karþýlardý. Bu ifade aþk ve vecdin artmasýný istemek için kullanýlýrdý.

    AÞK VERMEK, AÞK ALMAK : Hoþ geldin, diyene hoþ bulduk demektir. Veya bir þey içene "aþk olsun" denildiðinde, onun da "eyvallah" diye cevap vermesidir.

    AÞK-U NÝYAZ: Mevleviler, "nasýlsýnýz?" diyenlere "aþk-u niyaz ederiz" diye cevap verirlerdi.

    AÞURÝYYE: Burhaneddin ibrahim ed-Desukî'nin 1287'de kurmuþ olduðu Desukiyye Tarikatý'nýn bir kolu olup Seyyid Aþur el-Maðribî'ye dayandýrýlmaktadýr.

    AÞURA: Arabi aylardan Muharrem'in onuncu günü. Bu günde, Hz. Hüseyin hicri 61/680'de Kerbela'da þehid edilmiþtir. Ayrýca rivayete göre, Hz. Nuh'un gemisi bu gün karaya oturmuþ bunun üzerine Hz. Nuh da þükür olarak gemide bulunan hububatý karýþtýrarak bir tatlý yapmýþtýr. Bunlarýn dýþýnda da on Muharrem'de gerçekleþtiði kaydedilen daha bir çok olay anlatýlmaktadýr. Muharrem'in 9-10. veya 10-11. günleri oruç tutmak sünnettir.

    ATAÞ: Arapça, susuzluk demektir. Aþýktaki hasret boyutunun derinlik kazanmasý.

    ATA: Baba. Yeseviyye ve Nakþilik Tarikatý'nda mürþid demektir. Hakim Ata, Halil Ata, Mansur Ata gibi.

    ATEÞ : Aþk sýcaklýðý.

    ATEÞ-BÂZ : Mevlevî Tarikatý'nda mutfak
    demektir.

    ATEÞ-BÂZ-I VELÝ: Ateþ-baz, Farsça'da "ateþle oynayan" demektir. Mevlevî Tarikatýnda, Muhammed Bahaeddin ve oðlu Mevlana'ya hizmet eden Muhammed Hâdim'in lakabý. Tekkede, mutfakta görevliydi. Yemek yaparken, devamlý ateþin önünde bulunduðundan bu þekilde isimlendirilmiþtir. (684/1285)' de vefat etmiþtir. Türbesi Meram yolu üzerindedir.

    ATEÞ-BÂZ-I VELÝ: OCAÐI Mevlevi tekkesinde, lokma piþirilen ocaðýn bulunduðu mutfak.

    ATEÞ-BÂZ-I VELÝ: MAKAMI Mevlevi tekkesinde, derviþlerin terbiyesi için ayrýlan odada bulunan, beyaz posta, Ateþ-bâzý Veli Makamý denirken, kýrmýzý posta da, Sultan Veled Makamý denirdi. Tahirü'l-Mevlevî'nin "ettim Ateþ-bâz-ý Mevlana'ya vakf-ý can ü ten" þeklindeki ifadesi, Mevleviliðe ikrar vererek, çileye soyunmak demektir.

    ATEÞ-GEDE:Farsça, ateþ yanan yere denir. Mecusîler ateþi kutsal kabul ederler, onu söndürmezlerdi. Hak aþýklarýnýn kalbindeki ateþ de, ayný þekilde hiç sönmeden yanar.

    AT EVÝ: Hacý Bektaþ Tekkesi'nde bulunan mekanlardan biri. Burada bulunanlar, tekkenin ve misafirlerin atlarýna bakarlardý.




    alýntý
    Bana Ümit Baðlama Ben Topraða Sözlüyüm....

  6. #16

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)
    ..:: 16 ::..

    ATILAN OK GERÝ DÖNMEZ: Bir Allah dostu beddua etti mi o bir ok gibi hedefini bulur. Artýk onu durdurmak mümkün deðildir. Bu oka, yani manevi darbeye "bâtýn oku, bâtýn kýlýcý" da denir.

    ATVAR-I DÝL: Arapça-Farsça. Gönül mertebeleri demektir. Gönlün mertebeleri yedidir.
    1- Sadr : Ýslam cevherinin madeni
    2- Kalb : Ýman cevherinin madeni, akýl nurunun bulunduðu yer.
    3- Þeðaf : Kalb zarý demektir. Mahlukata duyulan sevgi bunun ötesine geçemez.
    4- Fuâd : Müþahede ve rü'yet cevherinin madeni ve yeri.
    5- Habbetü'l-kalb : Kalbin içi. Burada Allah sevgisinden baþka þeye yer yoktur.
    6- Süveyd : Gaybý mükaþefe, ledün ilmi, hikmet menbaý ve Ýlâhî sýrlar hazinesi, isimlerin ilmi. Burada meleklerin bile mahrum olduklarý çeþitli keþfî ilimler vardýr.
    7- Muhcetu'l-Kalb : Kalbin içinin içi. Ýlâhî sýfatlarýn madeni ve zuhur yeri. Gaybu'l-gayb burada ortaya çýkar. Hiç bir kalp hastalýðý buraya giremez, onun için burasý temizdir.

    AVAM: Arapça, halk, cumhur demektir. Ýlim ve marifet ehli olmayan, derece bakýmýndan düþük kimseler hakkýnda kullanýlan terim. Her ne kadar, soylu soplu da, olsa tasavvufî olgunluk eðitiminden geçmemiþ nefsinin hastalýklarýný iyileþtirmemiþ kiþiler avam sayýlýr.

    AVAÝK: Arapça, engeller demektir. Ruhun Allah'a kavuþmasýna engel olan her þey.

    AVARIZ: Arapça, ilintiler demektir. Tasavvufa girmiþ kiþinin salikin önüne çýkýp, Hakk'a giden yolda, kendisini alýkoyan manevî engeller.

    AVAÝD: Arapça, adetler, alýþkanlýklar demektir. Toplumun benimsediði kurallar. Kiþiler bu kurallar uðruna, hak bildikleri þeylere uymakta zorlanýrlar.

    AVALÝM-Ý ERBA'A: Arapça dört âlem: Âlem-i Lahût, Âlem-i "Ývlelekut, Âlem-i Ceberut, Âlem-i Mülk (Veya Âlem-i Nasût).
    AVALÝM-Ý HAMSE: Arapça, beþ âlem demektir. Onlar da þunlardýr.
    1- Mutlak gayb âlemi
    2- Ruhlar âlemi
    3- Misal âlemi
    4- Cisimler âlemi
    5- Mertebe-i Cami'a.
    Bu âlemler þu þekilde sýralanýr:
    1- Âlem-i ilm
    2- Âlem-i Ceberut. Bu da ikidir, a) Âlem-i Ceberût-i âlâ b) Âlem-i Ceberût-ý esfel
    3- Âlem-i Melekût
    4- Âlem-i halk. Ceberut ikiye ayrýlýnca bu âlemler beþ olur.


    AVALÝM-Ý KÜLLÝYE: Arapça, külli âlemler demektir. Buna akl-ý küll, akl-ý evvel, rýefs-i külliye ve insan-ý kamil de denir.

    AVALÝM-Ý LÜBS: Arapça, giyme (veya karýþýk olan) âlemler anlamýndadýr. Ehadiyyet hazretinden inen ve onun aþaðýsýnda bulunan mertebelerin tümüne avalim-i lübs denir.

    AVALÝM-SEB'A: Arapça, yedi âlem demektir. Halvetilik'de yedi âlem kabul edilir.
    1- Âlem-i Þehadet
    2- Âlem-i Misal
    3- Âlem-i Ervah
    4- Âlem-Ý Ceberut
    5- Âlem-i Lahût
    6- Âlem-i Nasût
    7- Âlem-i Hakikat.

    AYAKÇI : Mevlevîlerde, tarikata ilk giren derviþin bulunduðu merhale.

    AYAK MÜHÜRLEMEK : Bazý tasavvuf okullarýnda bu tabir þöyle açýklanýr : Þeyhin huzuruna gelen müridin, sol elini sað omuzuna, sað elini de sol omuzuna sað ayaðýnýn baþ parmaðýný sol ayak baþ parmaðý üzerine koyarak hürmet ve saygý ifade eder bir vaziyette durmasýdýr. Bu hareketin manasý, müridin þeyhine: Elim, ayaðým yok, baþ eðik, þeyhime teslim olmuþum, demesidir.

    AYAK TÜRABI : Türab Arapça'da topraðý ifade eder. Mütevazi, sessiz, mahviyyet sahibi demektir.

    AYAKKABI ÇEVÝRMEK : Tekke adabýnda, misafirlerin ayakkabýlarý, çevrilmeden çýkardýklarý istikamette býrakýlýrdý. Bu, kiþinin tekkeden çýkarken þeyhe arkasýný dönmemesi içindir. Þayet ayakkabý çevirilirse bunun anlamý, git bir daha gelme, demekti.

    AYAN : Arapça, göz, pýnar anlamýna gelen "ayn" kelimesinin çoðuludur. Eþyanýn Ýlâhî ilimdeki suretidir.

    AYAN-I SABÝTE: Arapça, deðiþmez aynlar, özler demektir. Varlýklarýn Allah (c.c)'ýn ilminde sabit olan ezelî hakikatlarý. Varlýk âlemine çýkmadan önce, bunlar hakkýndaki ilmi.

    AYDERUSÝYYE: XV. asýrda yaþamýþ olan Ebubekir el-Aydarus (ö. 1503)'a dayandýrýlan bir tarikat. Kübreviye'nin Yemen'deki koludur.

    ÂYET: Arapça'da burhan, alamet, niþan eser demektir. Kur'an-ý Kerim'in her bir cümlesi. Tasavvufta ise, birbirinden farklý gibi görünen þeylerin hakikat gözüyle bir ve bütün olarak görünmesidir. Çünkü bir anlamda, ayetler Allah'ýn sýfatlarý olmakla beraber, zatýnýn aynýdýrlar.

    ÂYÝN: Farsça'da tören, merasim, usul demektir. Usul ve ibadet tarzý. Zikir ve sema esnasýnda okunmak ve mutribde çalýnmak üzere, muhtelif makamlarda bestelenen manzumedir. Ferahfeza, dügah ve rast âyini diye kýsýmlara ayrýlmýþtýr. Bu anlamda âyin okuyanlara, âyin-hân denir. Mevlevihanelerde, tekkelerin kapatýlmasýna kadar, sema sýrasýnda âyin-hânlarca okunan, ancak bestekarlarý unutulmuþ ilahilere de âyin-i kadîm denilirdi.
    Bektaþîlerin dem olmak, gülbank çekmek, nefesler okumak þekliyle yaptýklarý âyine ise, âyin-i cem denir.

    ÂYÝN-Ý EHLULLAH: Ehlullah'ýn merasimi anlamýnda Farsça ve Arapça kelimelerden oluþmuþ bir terkib. Þeyh ve halifesi tarafýndan yönetilen, müridlerin katýlýmý ile yapýlan tarikat merasimleri. Bu terkib evliyanýn ibadeti, adeti, ahlaký, meþreb ve zihniyeti için de kullanýlýr.
    Zikir merasimlerine, Mevleviler, sema veya mukabele; Celvetiler nýsf-ý kýyam, Halvetiler darb-ý esma; Þazililer hadra; Kadiriler devran, Rifailer ve Sadiier zikr-i kýyam; Nakþbendiler hatm-i hacegan derler.

    AYNA-AYÝNE : insan-ý kamilin kalbine, ayna denir.

    AYN: Arapça, pýnar, göz vs. gibi anlamlarý taþýyan bir kelime. Araz olmayan. Kendi kendine var olan. Varlýðý kendinden olan.

    AYNÜ'L-CEM GÜLBANGI : Mevlevî tarikatýnda þeyh ve derviþlerle, muhiblerin, âyin okunurken, kalkýp kol açmaksýzýn sema etmeleri.

    AYNE'L-YAKÝN: Arapça, yakini görmeyi ifade eder. Gözle görmek yoluyla ulaþýlan ilim.

    AYNU'L-ÂLEM: Arapça, âlemin gözü demektir. Ýnsan-ý kamil anlamýndadýr.

    AYÞ: Arapça, yaþamak demektir. Hak ile üns halinde olmaktan duyulan haz.

    AYYAR: Arapça, sözlük anlamý, atýlgan gözü pek yýlmayan, fedakar demektir. Abbasiler'de fedai bölüðüne denilirdi. Ayrýca fütüvvet teþkilatýnýn seyfî, kýlýçlý kýsmýdýr.

    ÂZÂD: Farsça özgür demektir. Dünya ve dünya ile ilgili bütün baðlardan kurtulup, manevi hürriyete kavuþmuþ kiþi.

    A'ZAMÝYYE: Ýmam-ý Azam Ebu Hanife (ö. 767)'den sonra, adýyla baðlantý kurulan bir tasavvuf okulu.

    AZÝMET: Arapça, kastetme, karar verme, ihtiyat ve ruhsatlardan uzak þer'i emirlerin ruhuna uygun yaþamak. Tasavvuf yolu. Mukabili ruhsat (kolaylýk) yoludur.

    AZÝZ: Mevleviler arasýnda Çelebi Efendi'nin derviþler arasýndaki adý. Bu bakýmdan kendisine "aziz efendimiz" diye hitab ederlerdi.

    AZÝZAN: Nakþibendî sadatýndan Þeyh Ali er-Ramitenî'nin lakabý ve bu isimle anýlan tarikatýn adý. Hacegan tarikatý ayný anlamdadýr.

    AZÝZÝYYE: Rifaiyye Tarikatý'nýn bir koludur. izzeddin Abdulaziz b. Ahmed ed-Dirinî (ö. 1295)'ye izafe edilmektedir.

    AZRA: Arapça, dilber, bakire, kimsenin keþfedemediði ve vakýf olamadýðý yüce hakikat demektir.

    AZUZÝYYE: XIX. asýrda Tunus'ta küçük bir alanda faaliyet gösteren bir tarikattýr.



    alýntý
    Bana Ümit Baðlama Ben Topraða Sözlüyüm....

Sayfa 2/2 ÝlkÝlk 12

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Þu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanýcý var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajýnýzý Deðiþtirme Yetkiniz Yok
  •