Teþekkur Teþekkur:  0
Beðeni Beðeni:  0
Sayfa 1/2 12 SonSon
16 sonuçtan 1 ile 10 arasý

Konu: Tasavvuf terimleri ve deyimleri sözlüðü (A)

  1. #1

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart Tasavvuf terimleri ve deyimleri sözlüðü (A)

    TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)

    AB: Farsça su demektir. Tasavvuf ýstýlahý olarak çeþitli manalarý ihtiva eder: Marifet, Ýlâhî feyz, zât, varlýk, kâmil nefs, ruh-i âzam, tümel akýl.

    ABA: Arapça abâe veya abâye de denir. Geniþ, fakat kýsa bir nevi gömlek olup, dizden biraz aþaðý iner ; üst tarafýnda, baþ ve yanlarýnda kollar için birer delik bulunur. Keçi kýlýndan dokunan kalýn ve kaba kumaþtan yapýlýr. Beyaz veya kahverenkli olur. Derviþlerin giydiði bir elbise olup, kökeninin Hz. Peygamber (s)'e kadar uzandýðý söylenir. Aba giyen derviþlere, "Abâ-pûþ" denir. Sûfiyyenin abadan elbise giymesinin, Hz. Peygamber (s)'in sünnetine ittiba için olduðu zikredilir.

    ABADÝLE: Abdullah kelimesinin çoðulu olup, Arapça Abdullahlar, anlamýna gelir. Allah'ýn esma-i hüsnasýnýn baþýna "âbd" kelimesi muzaf kýlýnarak yapýlan isimler de bu cümledendir. Allah'ýn isimlerine mazhar olan kullar çeþit çeþittir. Kimi Allah'ýn "es-Sabûr" isminin mazharý olur, yani amelen, kavlen ve halen, o sýfatý (sabr) kendinde gerçekleþtiren kiþi, Abdussabûr adýný alýr. Bu kiþi, sabrý gerçekleþtirmeye muvaffak olduðu için, sabrýna nihayet bulunmayan yüce Allah'ýn kulu özelliðini (veya ismini) almaya hak kazanýr. Kaþanî, Allah'ýn güzel isimlerinin hepsinde bu durumun geçerli olduðunu kaydeder. Kiþi, tahakkuk ettirdiði ismin, bilincine ermiþtir. Þeyhu'l-Ekber Muhyiddin Arabi'nin "Abadile" adlý bir eseri vardýr.

    ÂBÂ-Ý ULVÝYYE: Arapça yüce, ulvi babalar demektir. Birinci akýl, tümel nefs, tümel tabiat ve heba, âbâ-i ulviyyeden addolunur. Zira bunlar, yaratýklarýn ortaya çýkýþýnda rolü olmalarý bakýmýndan, âba (babalar) adýný alýrlar. Yine, isimler de bunlarla ortaya çýkar.

    ABASI KIRK YERÝNDEN YAMALI: Bu deyim, dilimize tasavvuftan geçmiþtir ; derviþlerin abalarýnýn yýrtýk pýrtýk olmasýný ifade eder. Eskiden derviþler, hýrkalarýnýn helal maldan olmasýna itina gösterirler, bu yüzden mallarýnýn helâl olduðuna inandýklarý sufilerden kumaþ parçalarý toplarlar, bunlarý birbirine dikip ekleyerek kendilerine aba yaparlardý. Bu çeþit aba ve hýrkaya, Arapça'da yamalý manasýna gelen, murakka da denir. Ayrýca, "abalý" kelimesi, fakir ve yoksul kimseler için kullanýlýr.

    ÂBÂU'L-AHVAL: Arapça, hallerin babalarý demektir. Hâlin tasarrufu altýnda olan ve hal tarafýndan kullanýlan kimseye Ýbnu'l-vakt; hali kendi tasarrufuna alan kiþiye ise Ebu'l-vakt denir. Halleri bu þekilde kullanabilme gücüne sahip olanlara "hallerin babalarý" (abaü'l-ahval) denir. Abau'l-ahvalin mukabili ebnau'l-ahval'dir.

    ABBASÝYYE: Ebu'l-Abbas Ahmet b. Muhammed b. Abdurrahman b. Ebi Bekri'l-Ensari'l-Endelusî (ö. 633/1235) tarafýndan kurulan bir tarikat. Ýspanya'da yaygýnlýk kazanmýþ Medyeniyye'nin bir koludur.

    ABD : Arapça, lügatta köle insan için kullanýlýr. Bir insanýn kalbi, Allah'ýn gayri herþeyden sýyrýlmadýkça, kul olamaz. Bu durumda olan kiþiye de, Allah'ýn kulu denir. Allah mümin kulunu "abd" dan daha güzel bir isimle anmamýþ, Kur'an'da "ibâdun mukramun" (ikram olunmuþ kullar)" (Enbiya/26) buyurmuþtur. Nebilerini ve Resullerini de bu isimle anmýþtýr : "kullarýmýzdan Ýbrahim'i an" (Þad/45), "kulumuz Eyyub'u an" (Þad/41), "ne güzel kul" (Þad/30). Hz. Muhammed (s) de ibadetten ayaklarý þiþip kendisine : "Ya Rasulullah (s), Senin geçmiþ ve gelecek bütün günahlarýn afvolmadý mý?" diyen eþine : "Þükreden bir kul olmayayým mý?" karþýlýðýný vermiþtir. Yine Hz. Peygamber (s) þöyle der : "Melik peygamber olmakla kul peygamber olmak arasýnda serbest býrakýldým, ikinci þýkký tercih ettim" Allah ile mahlukat arasýnda kulluktan daha yüksek bir derece olsaydý. Rasulullah onu kaçýrmaz. Allah da, O'na verirdi. O, bu yüzden þehadet kelimesinde" abduhü ve resulüh" diye anýlýr. Görüldüðü veçhile, kulluk bir insan için en yüksek makamdýr. Tasavvufta, aþaðýdan yukarýya doðru manevi yükseliþi ifâde eden makamlarýn baþýna tevbe, en üst zirvesine de kulluk konulmuþtur. Kul olun kiþi gerçek hürriyet sahibidir. Zira o, Rab'dan baþka kimseye boyun eðmez. O, sadece Allah'ýn emirlerine sarýlýr. O'ndan baþka herþeyden baðýmsýz ve hür olur. Allah'ýn emirlerine uzak kalan kimse, nefis veya þeytanýn esareti altýnda demektir.
    Mutasavvýflar, abd lafzýný er-Rabb mukabilinde kullanýrlar.
    Ubudiyyet salih kula mahsus olup, Allah onu birine nasip etti mi, artýk o, Allah tarafýndan yardým görmüþ demektir. Bu þekilde kulun nefsinin ve nevasýnýn hazlarý örtülür. Sonunda, Allah onu kulluk nimetlerine daldýrýr ve sadece kendisi ile meþgul eder.

    ABDAL: Arapça, bedel, bidl ve bedii kelimelerinin çoðulu olup, büdela da bu meyanda zikredilir. Karþýlýk, halef, þerefli, cömert, ivaz gibi lügat manalarý bulunmaktadýr. Tasavvufta ise veliler arasýnda, insanlarýn iþlerinde tasarruf için mânevi müsaade verilmiþ kiþilerdir. Türkçe'de kullandýðýmýz abdal (hatta aptal) kelimesi. Arapça "Ebdal"den bozmadýr. Kamus-ý Türkî'de safderun, ahmak, bir þeye akýl yormaz, kalendermeþrep ve derviþ adam þeklinde tarif edilir.
    Tasavvufta, abdal, rical-i gaybtendir. Kur'an-ý Kerim'de geçmemekle birlikte. Aliyyü'l-Kari'nin Mevzuatý'ndan öðrendiðimize
    II, 1265)." Sizden önceki ümmete mensup bir kiþi, hesaba çekildi. Hayýrlý bir ameli bulunamadý. Ancak yumuþak bir insandý. Hizmetçilerine emrederken zora koþmazdý. Allah (c), þöyle buyurdu. "Buna ondan daha lâyýkýz, onu affediniz (býrakýnýz)" Keþfu'l-Hafa, l, 135. Bu isim Kur'an'da beþ yerde geçer.

    ABDU'L-ÂHÝR: Her þeyin sonunda Allah'ýn varlýðýnýn devam etmesi, bulunmasý, O'nun el-Âhir ismini tanýmlar. Yaratýlanlarýn fânî olmasýndan sonra, Allahü Ta'âlâ'nm bekâsýný ve âhiriyyetini görüp, "Onun üzerine bulunan her þey fânîdir. Celâl ve ikram sahibi olan Rabbinin vechi kalýcýdýr" (Rahman/26, 27), âyetini gerçekleþtiren (hakikatýna eren) kula denir. Bakî olan Allah'ýn vechi, onun üzerine doðduðu için, O'nunla bakî kalmýþtýr. Allah'a kavuþmakla yok olmaktan kurtulmuþtur. Velilerin bir kýsmý, hatta büyük bir çoðunluðu bu ikisiyle (fena ve beka) muttasýftýrlar. el-Âhir ismi Kur'an'da bir yerde geçer.

    ABDU'L-ALÎM:El-Alîm, hakkýyla bilen demektir. Düþünme ve öðrenme söz konusu olmaksýzýn, aksine, sýrf fýtrî saflýk ve kudsî nurun te'yidi ile, Allah'ýn kendi katýndan, keþfe dayalý ilmi verdiði kula, Abdu'l-Alîm denir. Kur'an'da 163 kere geçer.

    ABDU'L-ALÝYY: El-Aliyy, izzet, þeref ve hükümranlýk bakýmýndan en yüce demektir. Gücü akranýna üstün, mânâlarý istemede, himmeti, kardeþlerininkinden fazla, üzerinde bütün rütbeleri toplayan, yüce faziletlerin tümüne ulaþan kula, Abdu'l-Aliyy denir. Kur'an'da 11 yerde geçer.

    ABDU'L-AZÎM: El-Azim, azamet sahibi anlamýnadýr. Allah'ýn azametiyle tecelli ettiði kul. Bu, azametinden dolayý Allah'a tam anlamýyla tezellül eder. Allah, bu kulunu, insanlarýn gözünde büyük gösterir, þanýný insanlar arasýnda yüceltir. Onlar ona saygý duyar, onu zahirinde görünen azamet sebebiyle yüceltirler. Kur'an'da altý yerde geçer.

    ABDU'L-AZÎZ: El-Azîz, yenilmeyen yegâne galip, izzet sahibi anlamýnadýr. Allah'ýn izzet tecellîsi ile azîz kýldýðý kul, olaylar ve mahlûkattan hiç bir þey onu yenemez iken o her þeye
    üstün gelir. Ýþte bu durumdaki kula, Abdü'l-Azîz denir. Kur'an'da 99 yerde geçer.

    ABDU'L-BÂ'ÝS: El-Bâ'is, ölümden sonra dirilten demekter. Nefsinin, sýfat, hevâ ve heveslerini iradî ölümle (nefis terbiyesi ile) nihayete erdirdikten sonra, Allah'ýn, kalbini hakikî hayatla dirilttiði kiþidir, iþte Allah, bu kulu, el-Bâ'is isminin mazharý kýlar. Böylece o, cehalet ölümünü, ilimle diriltir, Hakk'ýn isteðine uygun olarak, onlara hayat verir. Kur'an'da yedi yerde fiil olarak geçer.

    ABDU'L-BÂKî: El-Baki, devam eden demektir. Allah'ýn bekasýný gösterip fena-i külle erdiðinde onunla baki kýldýðý kuldur. Allah'a bununla onun taayyünü için mutlaka gerekli ubudiyetle ibâdet eder. Bu, tafsilen cem'an, ta'ayyünen ve hakikaten, âbid ve ma'bûddur. Zira el-Baki vechinin tecellisinin tesiriyle resmi (þekli) kaybolmuþtur. Hadis-i kudsi; "onu öldüren ben isem diyeti üzerimedir. Diyeti üzerime olanýn diyeti benim" Kur'an'da müþtak olarak iki yerde geçer."



    alýntý
    Bana Ümit Baðlama Ben Topraða Sözlüyüm....

  2. #2

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)
    ..:: 2 ::..

    ABDU'L-BÂRî: El-Bari', modeli olmaksýzýn canlýlarý güzel bir þekilde yaratan demektir. Manasý, Abdu'l-Hâlýk'a yakýndýr. O'nun ilmi, eksiltmek ve deðiþmekten uzaktýr. O, böylece, dengeli, uygun ve eksilmekten uzak þekilde, el-Bârî isminin hazretine uygun olarak iþ yapar. Âyet: "Rahman'ýn yarattýðýnda bir ek***lik göremezsin" (Mülk/3). Zira, el-Bârî, o kula, Rahman isminin altýndaki isim þubelerinden biriyle tecelli eder. Kur'an'da iki yerde geçer.

    ABDU'L-BÂSIT: El-Bâsýt, rýzký geniþleten veya ruhlarý bedenlere yayan demektir. Allahü Ta'âlâ'nin hilkatinde (yaratýlýþýnda) bast verdiði kiþi. Bu kiþi, Allah'ýn izni üzere kendisiyle ferahlýk duyduðu kullara, malýný, canýný, emrine uygun olarak verir, bunun sonucu, onlar da, basta ererler. Çünkü Abdu'l-Bâsýt, el-Bâsýt isminin tecellîsi ile bast eder. Bu, þeriata aykýrý olmayacak tarzda vuku bulur. Fiil faili halinde onbir defa Kur'an'da geçer.

    ABDU'L-BASÎR: Bkz. Abdu's-Semi' ve Abdu'l-Basîr.

    ABDU'L-BÂTIN: El-Bâtýn, zâtýnýn görülmesi ve mâhiyetinin bilinmesi açýsýndan gizli olan demektir. Kalbî muamelelerde bulûða eren hamdi, sýrf Allah'a mahsus kýlan ve Allah'ýn sýrrýný takdis ettiði kula, Abdu'l-Bâtýn denir. Ruhanîliði kendisinde galebe çalana kadar, el Bâtýn ismiyle ona tecellî eder, onu batýnlara yaklaþtýrýr. Gâib olan þeyleri haber verir. Böylece o, insanlarý manevî kemâlâta, iç arýnmasýna ve yolu temizlemeye çaðýrýr. Abdu'l-Bâtýn, semâviyyât, ruhaniyyât ve gayb âleminde kabuklardan sýyrýlmaya davet eden Hz. Ýsa (a) gibi, tenzîhi teþbihe tercih eder. Kur'an'da bir yerde geçer.

    ABDU'L-BEDÎ: El-Bedi, benzersiz þekilde yaratan demektir. Allah'ýn zat, sýfat ve fiillerinde bedi' olduðunu gösterdiði kul. Allah onu bu ismin mazharý kýlar. Kur'anda iki yerde geçer.

    ABDU'L-BERR: El-Berr, iyilik eden, va'dini yerine getiren, anlamýndadýr. Manâ ve suret açýsýndan, her çeþit iyiliði üzerinde taþýyan kiþiye Abdu'l-Berr denir. Gördüðü bütün iyilikleri ve faziletleri uygular. "Lâkin bir (iyi olan kiþi), Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle yakýnlarýna yetimlere, düþkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uðrunda mal veren, namaz kýlan, zekat veren ve ahitleþtiklerinde ahidlerine vefa edenler, zorda, darda ve savaþ alanýnda sabredenlerdir. Ýþte onlar doðru (sâdýk) olanlardýr ve sakýnanlar ancak onlardýr" (Bakara/177). Kur'an'da bir yerde geçer.

    ABDU'L-CÂMÝ': El-Câmi, toplayan. Allah'ýn isimlerinin tümünü kendisinde topladýðý kul. Allah, onu câmi'iyye'nin mazharý kýlar. O da nefsi veya baþkasýnda ortaya çýkan daðýnýklýk ve parçalanmayý ilahî cem'iyyetle toplar. Kur'an'da fiil olarak sekiz yerde geçer.

    ABDU'L-CEBBÂR: El-Cebbâr, iradesini her durumda yürüten veya yaratýlmýþlarýn hâlini iyileþtiren anlamýnadýr.
    Noksan veya kýrýk (yani zayýf) her þeyi (herkesi) güçlendiren kiþi. Çünkü Hakk, kulunun hâlini güçlendirir. Bu ismin tecellîsi ile, yüksek bir hâle getirmek üzere, onu güçlü kýlar. Kur'an'da sekiz yerde geçer.

    ABDU'L-CELÎL: El-Celîl, azamet sahibi anlamýnadýr. Allah'ýn celâli ile celîl kýldýðý kiþiye, Abdu'l-Celîl denir. Bu kul, sonunda öyle olur ki, kendisini gören herkes, kalbindeki celâlden dolayý heybete kapýlýr. el-Celâl, þeklinde Kur'an'da iki kere geçer.

    ABDU'L-CEVVÂD: El-Cevvâd isminin tecellisine mazhar olarak, insanlar arasýnda cömertlikte ileri giden kula, Abdu'l-Cevvâd denir. Kur'an deðil, hadisle sabittir.

    ABDU'D-DÂRR ve ABDU'N-NÂFÝ': Zarar veren fayda saðlayan
    Allah'ýn dilediðini yapar olduðuna muttali kýldýðý kul. Allah, ona fiillerin tevhidini açar. Gördüðü zarar; fayda, hayýr ve þerrin tümünü ancak Alah'dan bilir. Bu iki isim gerçekleþtirdiði, ve bunlara mazhar olduðu zaman, o insanlara zarar verir veya menfaat saðlar. Allah, bir takým kullarýna bu ikisinden sadece birini nasib eder. Mesela þeytan ve ona uyanlarý ed-Dasr isminin mazharý kýlar. Hýzýr ve ona uygun kiþileri de en-Nafi isminin mazharý kýlar. Ed-Dasr, türev olarak Kur'an'da iki yerde en-Nafi de ayný þekilde olmak üzere sekiz yerde geçer.

    ABDU'L-EHAD: El-Ehad, bölünüp parçalara ayrýlmamasý ve benzerinin bulunmamasý anlamýnda tek olan demektir. Bu ismin tecellî ettiði kul, zamanýn sahibi olan vaktin biriciðidir. O, ehadiyyet-i ûlâ'da bulunan, en büyük kutbiyyet sahibidir. Kur'an'da üç yerde geçer.

    ABDU'L-EVVEL: El-Evvel, varlýðýnýn baþlangýcý olmayan demektir. Hakk'ýn evveliyet ve ezeliyetini, her þeyde müþahede eden kul. Bu kul, tâatlarda yarýþýp, hayýrlarda koþarak, her makamda bu ismi gerçekleþtirmek suretiyle (Abdu'l-Evvel isimine layýk biçimde) birinci gelir, el-Evvel olur. Halkiyyetle beraber bulunan herkese, ezeliyyeti gerçekleþtirmek lâzýmdýr. Halkiyyete, hudûs (sonradan olma) adý verilmiþtir. Kur'an'da bir yerde geçer.

    ABDU'L-FETTÂH: El-Fettâh, iyilik kapýlarýný açan veya hakemlik yapan anlamlarýný ifâde eder. Allah'ýn, her çeþidiyle, anahtarlarýn sýrlarýnýn ilmini verdiði kula, Abdu'l-Fettâh denir. Allah onun (yani Abdu'l-Fettâh olan kulu) vasýtasýyla, husûmetleri, kilitleri, problemleri ve sýkýntýlarý açar. Allah, onun vasýtasýyla nimeti tutup vermediði gibi, rahmet (fütûhât)ini de yine onun (vasýtasý) ile gönderir. Kur'an'da üç yerde geçer.

    ABDU'L-GAFFÂR: El-Gaffâr, daima affeden, tekrarlanan günahlarý baðýþlayan demektir. Kendisine kötülük yapan herkesin suçunu örten ve kendisinden olanýn örtülmesini istediði þeyi, baþkalarý için de isteyen kula Abdu'l-Gaffâr denir. Çünkü Allah, bu kulunun günahlarýný örtüp, Gaffârlýk tecellîsi ile, onu baðýþlamýþtýr. Allah, el-Gaffâr'lýðmý, Abdu'l-Gaffâr (olan kulu vasýtasý) ile ortaya çýkarýr. Kur'an'da doksan yedi yerde geçer.

    ABDU'L-GANî: el-Ganî, zengin, ihtiyaçsýz. Allah'ýn cümle mahlûkâta muhtaç olmaktan kurtardýðý kuldur. Kendisinden daha istemeden ona ihtiyaç duyduðu þeyleri verir. Ancak bu, kulunun himmetinin gücünün topluluðuna, kendine muhtaçlýðýna zatî fakrý gerçekleþtirmesine ve istidadýna baðlýdýr. Kur'an'da onsekiz yerde geçer.

    ABDU'L-HÂDÎ: el-Hâdî, yol gösteren, murada erdiren demektir. el-Hâdî isminin tecellî ettiði kiþi. Allah, sýdk ile Hak'dan konuþarak emrettiklerini halka onun vasýtasý ile teblið edip, onlara hidâyet edici kýlar. Ona, Nebi'ye asaletle, tabi olanlarýna verasetle olduðu gibi inzar eder. Kur'an'da on yerde geçer.

    ABDU'L-HÂFID: el-Hâfýd, alçaltan, zillet veren demektir. Her konuda, Allah'a karþý tezellül hâlinde bulunan kuldur. Her þeyde Hakk'ý gördüðü için, nefsini alçaltýn Kur'an'da bir yerde geçer.

    ABDU'L-HAFîZ: el-Hafîz, koruyup gözeten ve dengede tutan demektir. Allah'ýn, içini, dýþýný, düþüncelerini, hallerini, sözlerini ve fiillerini, her türlü kötülükten koruduðu kiþidir. Allah, el-Hafîz ismiyle bu kuluna öyle bir tecellî eder ki, onunla beraber bulunanlara, bu hýfz sirayet eder. Ebû Süleyman ed-Darrânî'den, kalbine otuz sene müddetle kötülük gelmediði, onunla beraber bulunmaya devam ettiði sürece, yanýndakilere de ayný durumun söz konusu olduðu, anlatýlýr. Kur'an'da on iki yerde geçer.

    ABDU'L-HAK: el-Hak, fiilen var olan, realiteye uygun, gerçek gibi anlamlan ihtiva eder. Hakk'ýn tecellî ettiði kiþidir ki, Allah, bu kulunu, bâtýl fiil, söz ve hallerden korur. O da, her þeyde Hakk'ý görür. Çonkü O, zâtýyla kâim, vâcib ve sabit olandýr. Siva adý verilen þey, batýl ve yok olucudur, varlýðý Hakk'a baðlý (yani Hak ile)dir. Belki o, Hakk'ýn suretlerinde O'nu Hakk olarak, batýlý da bâtýl olarak görür.

    ABDU'L-HAKEM: el-Hakem, son hükmü veren anlamýndadýr. Abdu'l-Hakem, kullara, Allah'ýn hükmüyle hükmeder. Kur'an'da on üç yerde geçer.




    alýntý
    Bana Ümit Baðlama Ben Topraða Sözlüyüm....

  3. #3

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)
    ..:: 3 ::..

    ABDU'L-HAKîM: el-Hakîm, bütün emirleri ve iþleri yerli yerinde olan demektir. Allah'ýn, eþyadaki hikmet noktalarýný gösterdiði, konuþmasýnda mükemmelliðe ve davranýþýnda isabete muvaffak kýldýðý kiþidir. Bu kul, bir þeyde noksanlýk görmez ki onu gidermesin, yine bir þeyde bozukluk bulmaz ki onu ýslâh etmiþ olmasýn. Kur'an'da doksan altý yerde geçer.

    ABDU'L-HÂLIK: el-Hâlýk, takdirine uygun bir þekilde yaratan demektir. Bu isim bir kulda tecellî edince, o, Allah'ýn dilediði nisbette her þeye kadir olur. Zira, bu durumda Allah kuluna, halk ve takdir sýfatýyla tecellî etmiþtir. Kul da, Allah'ýn takdiri ile takdir eder. Kur'an'da sekiz yerde geçer.

    ABDU'L-HAMÎD: el-Hamîd, öðülmeye lâyýk olan demektir. Hakk'ýn üzerine öðülen sýfatlarla tecellî ettiði kuldur, insanlar (Abdü'l Hamîd olan) kulu öðdükleri hâlde, o, sadece Allah'ý öðer. Kur'an'da onyedi yerde geçer.

    ABDU'L-HALîM: el-Halîm, acele ve kýzgýnlýkla muamele etmeyen demektir. Bu ismin tecelî ettiði kul, kendisine karþý suç iþleyene ceza vermede acele etmez, ona yumuþak
    davranýr. Kendisine eza edenin sýkýntýsýna, sefihlerin sefihliðine tahammül eder, kötülüðü iyilikle savar. Kur'an'da onbeþ yerde geçer.

    ABDU'L-HASÎB: el-Hasîb, kullarýna yeten veya onlarý hesaba çeken demektir. Allah'ýn tâ nefislerine varana kadar, nefeslerini hesaba çeker hâle getirdiði ve bu konuda onu ve sevenlerini baþarýya erdirdiði kiþi. Kur'an'da dört yerde geçer.

    ABDU'L-HAYY: el-Hayy, ebedî hayatla diri olan manasýnadýr. Hakk'ýn ebedî hayatýyla, kendisine tecellî ettiði kuldur. Böylece (Abdu'l-Hayy olan) kul, O'nun devamlýlýðý olan hayatý ile yaþamayý sürdürür. Kur'an'da ondokuz yerde geçer.

    ABDU'L-KÂBID: el-Kâbýd, rýzký tutan veya canlýlarýn ruhunu alan demektir. Allah'ýn tutukluk (kabz) verdiði kuldur Allah, bu kulu adli ve hikmetine uygun olarak, üzerlerine feyzolmasý (gelmesi) gerekmeyen ve kendilerine lâyýk bulunmayan þeyden nefsini ve baþkasýný tutucu hale getirir. Yine Allah, bu (Abdu'l-Kâbýd olan kulujnu, kendilerine yakýþmayan konularda, kullara engel kýlar. Kullar da bu (Abdu'l-Kâbýd)nun engeli ve tutuþuyla kabza (tutukluða) uðrarlar. Fiil olarak bir yerde geçer.

    ABDU'L-KÂDÝR: el-Kâdir, her þeye gücü yeten, kudretli demektir. el-Kâdir isminin tecellîsi ile, tüm takdir edilen þeylerde, Allah'ýn kudretini gören kuldur. O, tutmayý kendisiyle gerçekleþtiren ilâhî elin suretidir. Ona hiç bir þey engel olamaz. Her þeyde, Allah'ýn etkisini, zatlarýndaki ademiyet (yokluk) ile beraber, ma'dûmlara vücûdun yardýmýnýn sürekli olarak ulaþtýðýný görür. Eþyada Allah'ýn kudretiyle tesir etmesine raðmen, kendi nefsinin yokluðunu görür. Durum, Abdu'l-Muktedir için de böyledir. Ancak o, icad (var etmen)in kaynaðýný ve hâlini görür. Kur'an'da elliyedi yerde geçer.

    ABDU'L-KAHHÂR: el-Kahhâr, yenilmeyen yegane gâlib, demektir. Nefsinin güçlerini kahretmek üzere, te'yidi ile, Allah'ýn baþarýya erdirdiði kuldur. Böylece, ona el-Kahhâr ismiyle tecellî eder. O, kendisinden yüz çevireni kahreder. Kendisiyle savaþan ve düþmanlýk eden herkesi, hezimete uðratýr. Mahlûkâta tesir eder, ancak, onlardan etkilenmez. Kur'an'da sekiz yerde geçer.

    ABDU'L-KAVî: el-Kavî, her þeye gücü yeten, kudretli anlammadýr. Gazap, þehvet, heva ile nefsine destek veren þeytan ve ordusunun, ayrýca ins ve cin þeytanlarýndan olan düþmanlarýnýn sultasýna karþý, Allah'ýn kuvvetiyle güçlenen kiþi. Kahri olmadýkça, Allah'ýn hiç bir mahlûkâtý, ona mukavemet edemez. Galebesi olmadýkça, hiç bir kimse ona güç yetiremez. Kur'an'da onbir yerde geçer.

    ABDU'L-KAYYÛM: el-Kayyûm, her þeyin varlýðý kendisine baðlý olup kâinatý idare eden demektir. Eþyanýn varlýðýný Hakk'a baðlý olarak gören kul. Kayyûmiyyet, tecellî edince, o kul, bununla, halk arasýnda, Allah'a baðlanýp emirlerini yerine getirerek, onlara, geçimleri, hayatlarý ve maslahatlarý için yaptýklarý iþlerde yardýmcý olarak hizmet eder. Kur'an'da üç yerde geçer.

    ABDU'L-KEBÎR: el-Kebîr, zâtýnýn ve sýfatlarýnýn mâhiyeti, anlaþýlamayacak kadar uludur anlamýna gelir. Hakk'm kibriyâsý ile büyük olan kiþi. O'nun büyüklüðü, fazlü keremiyle halktan üstün olmasýdýr. Kur'an'da otuzaltý yerde geçer.

    ABDU'L-KERÎM: el-Kerîm, fazilet türlerinin hepsine sahip anlamýný ihtiva eder. Allah'ýn, el-Kerîm isminin vechini gösterdiði (yani, el-Kerîm ibmine mazhar kýldýðý) kiþi. O, keremi tecellî ettirir. Zira, kerem O (Allah)nun kadrini bilmeyi ve O'nun sýnýrýna tecâvüz etmemeyi gerektirir. Malumdur ki, kulun malý mülkü olmaz. O, kullarý üzerine olan Allah'ýn kerem ve cömertliðinin dýþýnda, hiç bir þeyi kendisine baðlamaz (nisbet etmez). Zira, Mevlâ'sýnýn cömertliði, kendi mülkünde, dilediði kiþilere tahsis edilmiþtir. Onu, keremiyle herkesin günahýný örtmüþ olarak görür. Abdü'l-Kerîm, kendisine kötülük yapaný, en güzel huyla ve muamele ile karþýlýk vererek, onu affeder. Hz. Ömer (r), "Seni Kerîm olan Rabbine karþý gurura sevkeden þey nedir?" (infitâr/6) âyetini iþitince, "Senin keremin ya Rab!" demiþtir. Bunun hüccet telkin etmeyle ilgili olduðunu söylemiþtir. Kýsaca, Allah'ýn keremi yanýnda, tüm kullarýn günahlarýnýn bir deðere sahip olmadýðýný görür. Kereminin feyzi gereði, Allah'ýn tüm nimetlerini sýnýrlý görmez. Böylece, fiilleri, keremi sebebiyle kendisine tecellî eden Rabbisinin ikramý olarak ortaya çýkmasý bakýmýndan bu kul, insanlarýn en cömerdi hâline gelir. Abdu'l-Cevvâd'ý da bununla kýyasla; çünkü kullarýna onun cömertliðinin vasýtasý ve ve el-Cevvâd isminin mazharý (ortaya çýktýðý yer) olmuþtur. Halk içinde, nefsini sevgilisine adayan kiþiden daha cömert kim olabilir? Böylece o, kalbini, Allah'tan baþkasýna baðlamaz. Kur'an'da yirmi yedi yerde geçer.

    ABDU'L-KUDDÛS: el-Kuddûs, her ek***likten münezzeh demektir. Allah'ýn perdelenmeden arýndýrdýðý kiþi. Bu kulun kalbini, Allah'tan baþkasý meþgul etmez. Allahu Ta'âlâ'nýn þu kudsî hadiste ifade ettiði gibi, kalbi sadece O, istilâ eder: "Yere göðe sýðmadým mü'min kulumun kalbine sýðdým" (Keþfu'l-Hafâ, U/373). Kim Hakk'ý kuþatýrsa, baþkasýndan arýnýr. Çünkü Hak tecellî ettiðinde, O'ndan baþka hiç bir þey kalmaz. el-Kuddûs'ü, mahlûkâttan arýnmýþ kalpten baþkasý kuþatamaz. Kur'an'da iki yerde geçer.

    ABDULLAH: Allah, ism-i celâl, zât ismi. Hakk'ýn kendisine, bütün isimleriyle tecellî ettiði kuldur. Kullar arasýnda bundan daha yüce bir makam yoktur. Çünkü bu kul, O'nun en büyük ismini gerçekleþtirip, onunla sýfatlanmýþtýr. Bundan dolayý, þu âyette ifade edildiði gibi, bu isim, sadece Hz. Peygamber (s)'e mahsustur: "Allah'ýn kulu, O'nu anmak için kalktýðýnda, neredeyse, onun etrafýnda keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi" (Cinn/19). Gerçekte bu, sadece Hz. Peygamber (s) için geçerlidir. Kutuplar için bu makam, sünnetine uymakla ona mirasçý olduklarýndan dolayýdýr. Bu isim, baykalarýna mecazen verilir. Çünkü, bütün isimlerle muttasýf olmak, vâhidiyyet ve tüm isimlerin ehadiyyeti iledir. Kur'an'da, ikibin altýyüz doksansekiz yerde geçer.

    ABDU'L-LATÎF: el-Latîf, yaratýlmýþlarýn ihtiyacýný en ince noktasýna kadar bilip, sezilmez yollarla karþýlayan kiþi anlammadýr. Lutf için lütuflu olma mevkilerini bilmesinden dolayý, Allah'ýn kullarýna lütufla davranan kiþi. Bu kul, içlere muttali, kullara Hakk'ýn lütfunun vasýtasý olur. Latîf ismi kendisinde tecellî ettiði için,O'nun lütfü sebebiyle, kullarýna sezmedikleri tarzda yardým eder. Basiretler O'nu idrâk edemezler. 7 yerde geçer.

    ABDU'L-MÂCÝD: el-Mâcid, þanlý, þerefli demektir Allah'ýn kendi vasýflarýyla þereflendirdiði kul. Allah, ona kabiliyetine göre vermiþ; Abdu'l-Mecîd gibi, þan ve þerefine göre, kaldýrabileceði kadar tahammül (taþýma) gücü bahsetmiþtir. Kur'an'da yoktur. Ancak hadislerde sabittir.

    ABDU'L-MECÎD: el-Mecîd, þanlý, þerefli anlamýný ifâde eder. Ahlâk ve sýfatýný olgunlaþtýrdýðý, Allah'ýn ahlâkýný gerçekleþtirdiði için, Hakk'ýn kullar arasýnda yücelttiði kiþidir. Böylece, insanlar, güzel ahlâký ve fazlýndan dolayý onu yüceltmiþlerdir. Kur'an'da dört yerde geçer.

    ABDU'L-MELÝK: el-Melîk, görünen ve görünmeyen âlemlerin sahibi demektir. Allah'ýn dileyip emrettiði hususta tasarruf ederek, kendine ve baþkasýna güç yetirendir. Bu, Allah'ýn mahlûkâtý arasýndaki en güçlü varlýktýr. Kur'an'da bir yerde geçer.


    alýntý
    Bana Ümit Baðlama Ben Topraða Sözlüyüm....

  4. #4

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)
    ..:: 4 ::..

    ABDU'L-METîN: el-Metîn, her þeye gücü yeten, kudretli, demektir. Sapýttýrmak isteyenden etkilenmeksizin, dininde saðlam olan kul. Tam saðlam olduðu için, Hak'tan uzaklaþtýrýp dini yok eden kiþinin yanýnda bulunmaz. Abdu'l-Kavî, her þeye tesir ederken, Abdu'l-Metîn hiç bir þeyden etkilenmeyendir. Kur'an'da üç yerde geçer.
    ABDU'L-MUAHHÝR: el-Muahhir, geriye býrakan anlamýnadýr. Kul, bu isim vasýtasýyla, her tecâvüz ve taþkýnlýktan geri kalýr. Onu tuðyan ve tecâvüzden, bulunmasý gereken hududa döndürür. Yine, geciktirilmesi (alýkonulmasý) gereken her fiil için de durum böyledir. Allah, hududu, insanlar için çizmiþtir.
    ABDU'L-MÜBDÝ: el-Mübdi, ilkin yaratan demektir. Allah'ýn, ibdâýna (ilk yaratýcýlýðýna) muttali kýldýðý (ibda sýrrýna erdirdiði) kuldur. Halk ve emrin baþlangýcýný görür, ilk yapýlan hayýrlarý, Allah'ýn izniyle baþlatýr.
    ABDU'L-MUCîB: el-Mücîb, dualara karþýlýk veren anlamýna gelir. Hakk'ýn da'vetine icabet edip, O'na itaat eden kula denir. "Allah'a çaðýrana icabet ediniz"(Ahkâf/31) âyetini duyduðunda, Allah onun davetine öyle bir karþýlýk verir ki, sonunda, ona el-Mücîb ismiyle tecellî eder. Ýhtiyâcý için dua eden tüm kullarýna karþýlýk verir. Çünkü bu, Allah'ýn kendisine vacip kýldýðý isticâbe cümlesindendir. Onun bu icabeti "Kullarým, sana Ben'den sorarlarsa, onlara yakýným. Dua ettiðinde, onun isteðine karþýlýk veririm. Haydi öyleyse, Ben'den kabul talebinde bulununuz" (Bakara/186) âyeti gereðidir. "... Bana inansýnlar!..." (Bakara/186) âyetindeki þuhûdî imân için gerekli tevhîd ve kurb hükmünce, onlarýn duasýný kendi duasý olarak görür. Kur'an'da bir yerde geçer.
    ABDU'L-MUGÎS: el-Muðîs, yardým eden demektir. Allah'ýn, muhtacýn ihtiyâcýný, miktarý ve vaktiyle bildirip, bilgisine uygun biçimde, bunu baþarmaya ek***siz ve noksansýz olarak muvaffak kýldýðý kiþidir. Ýhtiyâcý gidermekte, ne geç kalýr, ne de erken davranýr.
    ABDU'L-MUHEYMÝN: el-Müheymin, kâinatýn bütün iþlerini gözetip, yöneten anlamýnadýr. Hakk'ýn, her þeyi görüp gözeten olduðunu müþahede eden kiþi. el-Müheymin ismi kendisinde görüldüðü için o, üzerinde her hakký bulunanýn hakkýný vererek, kendisini ve baþkasýný gözetmektedir.
    ABDU'L-MUHYî: el-Muhyî, can veren demektir. Allah'ýn el-Muhyî ismiyle tecellî ederek, kalbine hayat verdiði kula Abdu'l-Muhyi denir. Hz. Ýsa (a)'da olduðu gibi, (bu kulunu) ölüleri diriltmeye muktedir kýlar. Kur'an'da bir yerde geçer.
    ABDU'L-MU'îD: el-Mu'îd, tekrar yaratan anlammadýr. Tüm halk ve emr'in, sonunda kendisine döneceðine, Allah'ýn muttali kýldýðý (veya bu sýrra erdirdiði) kuldur. Bu kul, iadesi vacip olaný, Allah'a döndürür. Sonunda, akýbet ve me'âdýný, en güzel biçimde saadetini görür.
    ABDU'L-MUNTAKÝM: el-Muntakim, suçlularý cezalandýran demektir. Allah'ýn kullan arasýnda, hududunu meþru þekilde gözetmek üzere, görevlendirdiði kul'dur. Abdu'l-Muntakim, (bu konuda), insanlara yumuþak ve merhametli davranmaz." O ikisi için, Allah'ýn dinini uygulama konusunda sizi bir acýma tutmasýn (Nur/2). Kur'an'da bir yerde geçer.
    ABDU'L-MU'ÝZZ: el-Mu'izz, yücelten, izzet ve þeref veren demektir. Allah'ýn el-Mu'izz ismiyle tecellî ettiði kul, Bu kul, velilerden Allah'ýn izzetiyle þereflendirdiðini aziz kýlar. Kur'an'da doksandokuz yerde geçer.
    ABDU'L-MUKADDÝM: el-Mukaddim, öne alan anlammadýr. Allah'ýn öne geçirip, ilk safta bulundurduðu kuldur. O, bu ismin tecellîsi ile, fiillerden öne geçmesi gereken her þeyi ve ileri geçmeye hak kazanan herkesi, baþa geçirir.
    ABDU'L-MUKSIT: el-Muksýt, adaletli davranan anlammadýr. Bu (ismin tecellî ettiði kul), adaletli davranmada, insanlarýn en mükemmeli olandýr. Öyle ki varsa, baþkasýnýn kendi üzerindeki hakkýný bile teslim eder de bir baþkasý onu ne hisseder, ne de bilir. Zira o, kendisinde tecellî eden Allah'ýn adaleti ile hükmeder. Her hak sahibine hakkýný öder. Gördüðü her zulmü yok eder. O, nur kürsisi üzerindedir. Aþaðý inmesi gerekeni alcaltýr yükselmesi gerekeni de yüceltir. Hz. Peygamber (s) bir hadis-i þerifte þöyle buyurur: "Adaletli davrananlar, nurdan minberler üzerindedir" (Ahmed ibn Hanbel, Müsned, c. II., s. 160).
    ABDU'L-MUKÎT: el-Mukît, bedenlerin ve ruhlarýn gýdasýný yaratýp veren demektir. Bu ismin tecellî ettiði kul, ihtiyaç içindeki kullarýn ihtiyacýný giderir. Kur'an'da bir yerde geçer.
    ABDU'L-MUKTEDÝR: el-Muktedir, her þeye gücü yeten, kudretli demektir. Bu ismin tecellî ettiði kul, Allah'ýn kudretini her þeyde görür ve O'nun izniyle her þeye güç yetirir. Kur'an'da üç yerde geçer.
    ABDU'L-MUSAVVÝR: el-Musavvir, þekil ve özellik veren anlamýna gelir. Bu ismin mazharý olan kul, tasvirine Allah'ýn muvafakat ve mutabakat ettiðinden baþkasýyla tasvirde bulunmaz. Zira onun tasvir fiili, Allah'ýn tasvir ediciliðinden kaynaklanmaktadýr. Kur'an'da bir yerde geçer.
    ABDU'L-MU'MÝN: el-Mü'min, güven veren, va'dine güvenilen demektir. Allah'ýn bela ve cezadan emîn kýldýðý, insanlarýn zatlarý, mal ve ýrzlarý konusunda güven duyduðu kiþidir. Kur'an'da ikiyüz yirmi sekiz yerde geçer.
    ABDU'L-MUMÎT: el-Mumît, öldüren demektir. Allah'ýn nefsindeki neva, gazap ve þehveti öldürdüðü kuldur. Böylece kalbi canlanýr, aklý Hakk'ýn hayatý ve nuru ile aydýnlanýr. Öyle ki, tecellî eden bu sýfat ve Allah'tan gelen etkili himmet sonucu, kendisinde; nefsî kuvvetleri öldürmesi neticesinde de baþkalarýnda tesirli olur.
    ABDU'L-MUTE'ÂL: el-Mute'âl, izzet, þeref ve hükümranlýk bakýmýndan en yüce, aþkýn demektir. Baþkasýnýn idrak edemeyeceði yüceliðe ulaþýp yücelen. O, el-Müte'âl isminin mazharýdýr. Elde ettiði olgunluk ve yücelikte durmayan, daha yüce himmetiyle, her kayýt, mekân ve makamdan üstün bulunan mukaddes, mutlak, hakîkî ulvîliði gördüðü için, Allah'tan, yücelikte ilerlemeyi isteyerek, her kemâlâtta üstünlüðü, varlýklarýn en þereflisi, rütbece en üstünü olmasýna raðmen, Hz. Muhammed (s)'in "Rabbim, ilmimi artýr" (Tâhâ/114) âyetine muhatap kýlýndýðýný görmüyor musun? Kur'an'da bir yerde geçer.
    ABDU'L-MUTEKEBBÝR: el-Mutekebbir, azamet ve yüceliðini ortaya çýkaran demektir. Hak karþýsýnda kendisini zelil kýlmasý sebebiyle, büyüklenmesinin yok olup, neticede, kendi kibri yerine, Allah'ýn kibriyâsýnýn gelmesidir. Bu, Allah'tan gayrisine Hak ile tekebbür ederken, baþkasýnýn önünde eðilmez, Kur'an'da bir yerde geçer
    ABDU'L-MUZÝLL: el-Muzill, zillet veren, anlammadýr. Bu kul, el-Müzil isminin ortaya çýkýþ yeridir. O, Allah'ýn zelil etmek istediði düþmanlarýný, kendisinde tecellî eden el-Muzill ismiyle zillete düþürür.
    ABDU'N-NÛR: en-Nûr, nurlandýran, nur kaynaðý gibi anlamlarý vardýr. Allah'ýn en-Nûr ismiyle tecellî ettiði kuldur." Allah, yerin, göðün nurudur..." (Nur) âyetinin mânâsýný bu kul, anlar. en-Nûr, kevnî ve ilmî olarak, her þeyin kendisiyle ortaya çýktýðý ez-Zâhir'den ibarettir. O, kendisiyle hidayete erilen âlemlerin nurudur. Bu nura, asaleten Hz. Muhammed (s), O'nun sünnetlerini yaþamakla da mirasçýlarý sahiptir. Kur'an'da otuz üç yerde geçer.
    ABDU'R-RÂFÝ': er-Râfi', yücelten demektir. Her þeyin üzerinde yükselen kula, Abdu'r-Râfi' denir. O'nun ona nazarý, siva (diðer) ve gayr (baþka)'ýn nazarý iledir. Dereceleri yükselten, Hak ile kaim olmasýndan dolayý, nefsini kendi rütbesinden yukarý kaldýrýr. Durum bunun tersine de olabilir. Zira, el-Hâfýd isminin mazhariyeti sebebiyle, ilki, sýrf adem (yokluk) hâlinde gördüðü için, her þeyi alçaltýn Ýkincisi de, kendisinde olan er-Râfî' isminin tecellîsi ile gördüðü her þeyde, Hakk'ý yükseltir. Bana (el-Kâþânî'ye) göre, bu, daha doðrudur. Zira arif, sýfatlanmak üzere rahmeti ister, böylece acýnan (merhum) deðil, acýyan (rahîm) olur. Zira âsînin rahmetten olan payý, budur. Kur'an'da iki yerde geçer.
    ABDU'R-RAHÎM: er-Rahîm, baðýþlayan, esirgeyen, acýyan anlamlarmadýr. er-Rahîm isminin tecellî ettiði kula, Abdu'r-Rahîm denir. O, rahmetini takva sahibi ve sâlihlere tahsis etmiþ, kýzdýklarýndan da intikam almýþtýr. Kur'an'da yüz on beþ yerde geçer.



    alýntý
    Bana Ümit Baðlama Ben Topraða Sözlüyüm....

  5. #5

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)
    ..:: 5 ::..

    ABDU'R-RAHMÂN: er-Rahmân, baðýþlayan, esirgeyen, acýyan anlamlarmadýr. er-Rahmân isminin kendisinde ortaya çýktýðý kula, Abdu'r-Rahmân denir. O, rahmetin dýþýnda kalmadýðý için, kabiliyeti ölçüþündü bütün âlemlere rahmettir. Kur'an'da elli yedi yerde geçer.

    ABDU'R-RAKîB: er-Rakîb, gözetleyip, kontrol eden demektir. er-Rakîb isminin tecellîsi altýnda nefsinin fanî olup gittiðini idrak ederek, gözetleyicisini, kendisine nefsinden daha yakýn bulun kula, Abdu'r-Rakîb denir. Bu kul, Allah'ýn hiç bir hududuna tecâvüz etmez. Bu hadlere riâyet etmeye, kendini tam vermiþ kimse bulunmaz. Arkadaþlarý yanýna geldiðinde, onlarý Allah'ýn murâkabesiyle gözetler. Kur'an'da beþ yerde geçer.

    ABDU'R-RAÛF: er-Raûf, þefkatli, demektir. Allah'ýn re'fet ve rahmetine mazhar kýldýðý kuldur. Bu kul, þer'î hudud hariç, insanlara çok re'fetli (þefkatli) olur. Allah'ýn onun üzerine baðlý bulunan hükmü ve kazasý gereði, günahtan dolayý kendine vacip kýlmaný ve haddi, rahmet þeklinde görür. Her ne kadar dýþtan nikmet gibi görünse de... Bu durumu, sadece havassu'l-havass seviyesinde bulunanlar, zevken bilirler. Zahiren üzerindeki haddi uygulamak, bâtýnen ona acýmanýn ayn'ý dýr. Kur'an'da onbir yerde geçer.

    ABDU'R-RAÞîD: er-Raþîd, bütün iþleri isabetli ve hedefine ulaþýcý, irþâd edici demektir. Allah'ýn er-Raþîd ismiyle tecellî etmek suretiyle rüþdünü nasib ettiði kula, Abdu'r-Raþîd denir. Ýbrahim (a)'e dediði gibi: "Andolsun ki, daha önce ibrahim'e de, akla uygun olan (rüþd)ý göstermiþtik..." (Enbiyâ/51). iþte bundan sonra, halký Allah'a, ma'âþ ve me'âd konularýnda dünyevî, uhrevî maslahatlara yöneltmek üzere irþada baþladý. Kur'an'da üç yerde geçer.

    ABDU'R-RAZZÂK: er-Razzâk, bedenlerin ve ruhlarýn gýdasýný yaratýp veren demektir. Allah'ýn rýzkýný geniþlettiði kula, Abdu'r-Razzâk denir. Allah, kullarýna, onun vasýtasýyla tesir eder. (Yani, Abdu'r-Razzâk özelliðini taþýyan kulu vasýtasýyla, razzâklýðýný ortaya koyar). O, Allah'ýn vermeyi dilediði kiþilere verir. Zira, Allah, geniþlik ve bereketi, onun ayaðý altýna koymuþtur. O, ancak kendisinde bereket olana gelir, Allah, hayrý onunla gönderir. Kur'an'da bir yerde geçer.

    ABDU'S-SABÛR: es-Sabûr, çok sabýrlý demektir. Bu kul, es-Sabûr isminin kendisinde tecellî etmesi sebebiyle, iþlerde sebatlý hale gelmiþtir. Cezalandýrmada, muaheze etmede acele etmez, musibetlerde sabýrsýzlýk göstermez, mücahedelerde, (Allah'ýn tâat konusundaki emirlerinde, kendisine gönderdiði belalarda) maruz kaldýðý eziyetlerde tahammüllü olur. Kur'an'da yirmi altý yerde geçer.

    ABDU'S-SAMED: es-Samed, arzu ve ihtiyaçlarý sebebiyle, herkesin yöneldiði ulular ulusu bir müstaðni demektir. Hayýrlarý yardým olarak ulaþtýrdýðý, belâlarý kaldýrdýðý için, kendisine ihtiyâç duyulan, samediyyet'in zuhur ettiði kuldur. Onun vasýtasý ile, sevabýn verilmesi, azabýn kaldýrýlmasý için, Allah'tan þefaat istenir. O, terbiye edildiði alanda (kendine ait rubûbiyyet tecellisi ile), Allah'ýn âleme nazar ettiði mahaldir. Kur'an'da bir yerde geçer.

    ABDU'S-SELÂM: es-Selâm, esenlik veren demektir. Selâm ismi tecellî edip, her türlü noksan, âfet ve ayýptan kurtulan kiþiye, Abdu's-Selâm denir. Kur'an'da otuz dört yerde geçer.

    ABDU'S-SEMî' VE'L-BASÎR: es-Semî', iþiten; el-Basîr, gören demektir. Kendisinde bu iki isim tecellî eden kul, Hakk'ýn iþitme ve görmesiyle sýfatlanýr. Kudsî hadîs: "Onun iþiten kulaðý, gören gözü olurum..." (Buharî, l, 105). Bu kul, eþyayý, Hakk'ýn gözü ile görür, kulaðý ile iþitir. Semi' ve basîr kelimeleri Kur'an'da elli bir yerde geçerler.

    ABDU'Þ-ÞEHÎD: eþ-Þehîd, her þeyi gözlemiþ olarak bilen demektir. Þâhid olarak her þeyde Hakk'ý müþahede eden kul. O, kendinde ve Allah'ýn yarattýðý diðer varlýklarda, Hakk'ý görür. Kur'an'da otuz beþ yerde geçer.

    ABDU'Þ-ÞEKÛR: eþ-Þekûr, az iyiliðe çok mükâfat veren demektir. Bu kul, Rabbisine daimî þükür halindedir. O, ni'meti ancak O'ndan gelmiþ olarak görür. Bela ve cezalandýrma þeklinde bile olsa O'ndan gelen her þeyi, sadece ni'met olarak deðerlendirir. Çünkü, bela ve cezalandýrmanýn içindeki ni'metin farkýndadýr. Hz. Ali (r) þöyle der: "Evliyasýna rahmeti, cezalandýrmasý kadar geniþ, düþmanýný cezalandýrmasý, rahmeti kadar þiddetli olan Allah'ýn sâný, ne yücedir!" Kur'an'da on yerde geçer.

    ABDU'T-TEVVÂB: et-Tevvâb, kullarýný tevbe etmeye muvaffak kýlan ve tevbelerini kabul eden, demektir Bu, Hak'dan gayri olan her þeye ve nefsine veda edip, onlardan sürekli olarak, Allah'a dönüþ yapan kuldur. Öyle ki, sonunda, hakikî teveccühe þâhid olur da, günahýndan Allah (c)'a her dönen kiþinin tevbesini makbul sayar. Kur'an'da on iki yerde geçer.

    ABDU'L-VÂCÝD: el-Vâcid, dilediðini dilediði zaman bulan bir müstaðni demektir. Allah'ýn kendisine ayn-ý ehadiyyetü'l cem'de vücûd bahþettiði kuldur. Vacibü'l-Vücûdi'l-Ehadî ile vâcid (bulan) mevcudu buldu. Onunla, her þeyden müstaðni oldu. (Yani, onu bulunca hiç bir þeye ihtiyâcý kalmadý). Çünkü, bunu kazanan, her þeyi kazanmýþtýr. Bu kulun, ne kaybý vardýr, ne de talebi...

    ABDU'L-VÂHÝD: el-Vâhid bölünüp parçalara ayrýlmamasý ve benzerinin bulunmamasý anlamýnda tek olan demektir. Allah'ýn vâhidiyyet hazretine ulaþtýrýp, tüm isimlerindeki ehadiyyeti kendisine açtýðý kuldur. O, bu þekilde, O'nun isimleri vasýtasý ile, idrak edileni kavrar, akledileni düþünür, Esma-i Hüsnâ'nýn vecihlerini müþahede eder hâle gelir. Kur'an'da altmýþ iki yerde geçer.

    ABDU'L-VEHHÂB: el- Vehhâb, karþýlýk beklemeden, bol bol veren demektir. Hakk'ýn cömertlik ismiyle tecellî ettiði kiþi. Herhangi bir karþýlýk gerektirmeyecek þekilde, istediði kiþiye lâyýk olaný verir. Allah'ýn inayetine ehil olanlara, imdâdýyla yetiþir. Zira, o Allah'ýn cömertliðinin vasýtasý ve mazharý (ortaya çýktýðý yer) dir. Kur'an'da dört yerde geçer.

    ABDU'L-VÂLÎ: el-Vâlî, kâinata hakim olup onu yöneten, demektir. el-Vâlî isminin tecellî ettiði zuhuru ile, kendisini insanlara vâlî kýldýðý kula, Abdu'l-Vâlî denir, ilâhî siyâsetle o, kendisine ve baþkasýna valilik yapar. Kullar arasýnda, Allah'ýn adaletini gerçekleþtirir. Onlarý hayra çaðýrýr, iyiliði emreder, kötülükten men eder. Allah, ona ikramda bulunur, onu hiç bir gölgenin bulunmadýðý günde (mahþer meydanýnda) gölgelenecek olan yedi kiþinin ilki kýlar. O, âdil sultandýr. Mizanda, insanlarýn en aðýr basaný, yeryüzünde Allah'ýn gölgesidir. Zira, idare ettiði insanlarýn hasenatý ve hayýrlarý (ecirlerinden bir þey kaybetmeksizin) onun terazisine konur. Allah dinini, onun vasýtasýyla ayakta tutar. Onlarý hayýrlara yöneltir. O, Allah'ýn eli ve yardýmcýsýdýr. Allah da, onun destekçisi ve koruyucusudur.

    ABDU'L-VÂRÝS: el-Vâris, sonu olmayandýr. el-Vâris isminin tecellîsine mazhar olan kul. Bu, Abdu'l-Bakî benzeri bir isimdir. Çünkü, o, nefsinden fanî olduktan sonra Hakk'ýn bekasýyla varlýðýný sürdürür hâle gelince, Hakk'ýn mirasçý olduðu þeyin hepsine vâris olur. Bu, ilim ve mülklerinde fanî olduktan sonra vuku bulur. Abdu'l-Vâris, enbiyalarýn her konudaki ilim, marifet ve hidayetlerine mirasçý olur. Kur'an'da altý yerde geçer.

    ABDU'L-VÂSÝ': el-Vâsi', ilmi ve merhameti, her þeyi kuþatan demektir. O, fazlý ve geniþliðiyle her þeyi kuþatandýr. Bütün mertebeleri ihâte ettiði için, hiç bir þey, O'nu içine alamaz. Allah, fazlýndan bir þey vermedikçe, onu kendisine lâyýk bulmaz. Kur'an'da on üç yerde geçer.

    ABDU'L-VEDÛD: el-Vedûd, çok seven, çok sevilen anlamýna gelir. Allah ve velilerine sevgisi olgunlaþýp da, Hakk'ýn sevgisine mazhar olan kula, Abdu'l-Vedûd denir. O kiþi, sevgisini bütün mahlûkâta yayar insü cinnin câhilleri hâriç, herkes onu sever. Hz. Peygamber (s) þöyle der: "Allah bir kulu sevdiðinde Cibril'i çaðýrýr, ona 'Ben, filaný seviyorum, sen de onu sev'der. Böylece Cibrîl, onu sevmeye baþlar. Sonra semâya þöyle seslenir: 'Allah filaný seviyor, o halde onu siz de seviniz'. Böylece onu, semâdakiler de sevmeye baþlarlar. Bundan sonra o, yeryüzünde de makbul olur" (A. i. Hanbel, Musned, II., 267). Kur'an'da iki yerde geçer.




    alýntý
    Bana Ümit Baðlama Ben Topraða Sözlüyüm....

  6. #6

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)
    ..:: 6 ::..

    ABDU'L-VEKÎL: el-Vekîl, güvenilip, dayanýlan demektir. Sebeplerin þekillerinde perdelenenlerin kendisine nisbet edildiði bütün fiilleri yapan varlýk olarak sadece Allah'ý gören kiþidir. Böylece o, aradan sebepleri kaldýrýr, bütün iþlerini dayandýðý Allah'a havale eder, O'nun vekilliði ile de hoþnutluk duyar. Kur'an'da yirmi dört yerde geçer.

    ABDU'L-VELÎ: el-Velî, yardýmcý ve dost anlamýnadýr. Allah'ýn, sâlih ve mü'minlerden, kendisine dost edindiði kiþidir. Zira Allah (c) þöyle der: "O, salihleri dost edinmiþtir" (A'râf/196). Salih ve mü'minlerden olan velîleri, sadece Allah'ý dost edinmeleri münasebetiyle, O da, onlarý kendisine dost edinir. Âyet: "Allah, inananlarý dost edinir" (Bakara/257). Kur'an'da kýrk dört yerde geçer.

    ABDU'Z-ZÂHÝR: ez-Zâhir, varlýðýný ve birliðini belgeleyen bir çok delilin bulunmasý açýsýndan aþikâr olan anlamýndadýr. Hayýr ve tâatlarla ortaya çýkýp, sonunda, Allah'ýn kendisine, ez-Zâhir ismini açtýðý kuldur. O'nu ez- Zahir olarak tanýr. O'nun zâhiriyyeti ile sýfatlanýr, insanlarý zahirî olgunluklara ve onlarla süslenmeye çaðýrýr. Hz. Musa (a)'nýn davetinde olduðu gibi, teþbihi tenzihe tercih eder. Bu nedenle, Hz. Musa, onlara, cennetleri, sýðýnýlacak yeri ve cismanî lezzetleri va'detmiþ, Tevrat'ý iri hacimli ve altýn yaldýzlý olarak, büyükçe ortaya koymuþtur. Kur'an'da on sekiz yerde geçer.

    ABDU ZÝ'L-CELÂLÝ VE'L-ÝKRÂM: Zü'l-Celâli ve'l-ikrâm, azamet ve kerem sahibi anlamýnadýr. Allah'ýn kendi sýfatlarýyla sýfatlandýðý, isimlerini tahakkuk ettirdiði için celil kýlýp ikram ettiði kula denir. Onun isimlerini mukaddes, aziz, münezzeh ve celil olduðu gibi, onlarýn zuhur yerleri, ortaya çýkan þekil ve görüntüleri de ayný durumu hâizdir. Bu kul, düþmaný görünce kudretinin celâlinden heybete kapýlýr, karþýlaþtýðý evliyaullah'a da sýrf Allah ikramý olmasý bakýmýndan ikram ve i'zâzda bulunur. Bu isimle sýfatlanan kul, Allah (c)'ýn evliyasýna ikram, eder düþmanlarýna da korku salar. Kur'an'da iki yerde geçer.

    ABDÜSSELAMÝYYE: Rifaiyye'den Sa'diyye'nin kolu olan bir tasavvuf okulu.

    AB-I ATEÞ-EFRUZ: Farsça olan bu tabir, ateþin alevini artýran su anlamýna gelir. Tasavvufî açýdan bu tabir, Ýlâhî feyizleri ifade eder.

    AB-I HARABAT: Farsça-Arapça bir tamlama olup, harap yerleri canlandýran su anlamýna gelir. Rahmani tecelli bir su gibi, insanýn iç ve dýþ ******lerini temizler, onu ma'mur ve olgun hale getirir.

    AB-I HAYAT: Farsça, hayat suyu manasýnadýr. Bu suyu içenin ölümsüz olacaðýna inanýlýr. Ayný manaya gelen baþka terimler de vardýr : Ab-ý zindegi, ab-ý cavidani, dirilik suyu, bengisu, hayat kaynaðý, aynü'l-hayat, nehrül-hayat, ab-ý Hýzýr, ab-ý iskender. Kur'an'da ab-ý hayata iþaret Hýzýr (a) ve Hz. Musa (a) hikayesindedir. Bu hikaye þu þekilde cereyan etmiþtir: Ýsrailoðullarýnýn peygamberi, Hz. Musa (a) bir gün genç arkadaþýyla birlikte yolculuða çýkar. Hedef, yolda Hýzýr (a) ile buluþmaktýr. Buluþma yeri de "iki denizin birleþtiði" mevkidir. Hz Musa bu yeri tanýyabilmek için, yanýna balýk alýr, bu balýðýn canlanýp denize atlamasý, buluþma yerini belirleyen bir iþaret olacaktýr. Ancak Hz. Musa (a)'nýn genç arkadaþý deniz sahilinde uðradýklarý kayanýn yanýnda, balýðýn canlanarak denize atladýðýný ona haber vermeyi unutur. Yolda yemek için konakladýklarýnda, durumu kendisine anlatýr. Bunun üzerine Hz. Musa (a) tekrar o yere döner ve gerçekten aradýðý kiþinin, orada bulunduðunu görür. Kendisine Allah tarafýndan "rahmet" ve "gizli ilim" verilen bu kulun Hýzýr adýný taþýdýðý, baþta Buhari, Müslim olmak üzere Ebu Davud Tirmizi ve el-Müstedrek'te yer alan bazý hadislerde bildirilmiþtir. Kur'an-ý Kerim ve Buhari dýþýndaki hadis kaynaklarýnda, Hz. Musa (a) ile arkadaþýnýn yanlarýna azýk olarak aldýklarý tuzlu balýðýn nasýl dirildiðine dair, herhangi bir açýklama yoktur. Sadece Buhari'de mevcut deðiþik bir rivayette, bu sebebin açýklandýðý görülmektedir. Bu hadise göre, "Hýzýrla buluþacaklarý kayanýn dibinde bir ayn (kaynak) vardý ki, buna hayat kaynaðý (aynü'l-hayat, ab-ý hayat) deniyordu. O suyun temas edip de diritmediði hiç bir þey yoktu. Tuzlu balýða iþte bu sudan sýçramýþtý.
    Ab-ý hayat, Zülkarneyn kýssasýnda da geçer : Nuh (a)'un torunu Yunan'ýn soyundan gelen Ýskender-i Zülkarneyn, ebedi hayat veren ve insanüstü güçler kazandýran ab-ý hayattan bahsedildiðini duyar ve bunu aramaya karar verir. Rivayete göre, Allah, bunu Þam'ýn soyundan birine nasip edecektir. Zülkarneyn, halasýnýn oðlu olup Hýzýr diye anýlan Elyesa ile, askerlerinin refakatinde yolculuða baþlar. Ab-ý hayat, "karanlýklar ülkesi"ndedir. Yolda bir fýrtýna yüzünden Zülkarneyn ve Hýzýr askerlerden ayrý düþerler. Bir müddet sonra karanlýklar ülkesine gelirler. Zülkarneyn saða. Hýzýr sola giderek yollarýný tayine çalýþýrlar. Günlerce yol aldýktan sonra Hýzýr ilahi bir ses duyar ve bir nur görür. Bunlarýn kendisini çektiði yere gidince de orada ab-ý hayatý bulur. Bu sudan içer ve yýkanýr. Böylece hem ebedi hayata kavuþur, hem de insanüstü güçler ve kabiliyetler kazanýr. Sonra Zülkarneyn ile karþýlaþýrlar. Zülkarneyn durumu öðrenir ve ab-ý hayatý ararsa da bulamaz, kaderine razý olur. Bir müddet sonra ölür.
    Tasavvufta ab-ý hayat, Allah'ýn el-Hayy isminin hakikatmdan ibarettir. Bu ismi öz vasfý haline getiren kimse, ab-ý hayatý içmiþ olur. Artýk o, Hakk'ýn "hayy" sýfatýyla hayatta olduðu gibi diðer canlýlar da onun sayesinde hayat kazanýr. Bu mertebedeki insanýn hayatý, Hakk'ýn hayatýdýr.

    AB-I HAYAVAN: Farsça, dirilik suyu Ebedi hayat verdiði zannolunan su. Tasavvufta bu terim "irfan"ýn müteradifi olup nurun pýrýltýlarý ve Ýlâhî tecelliler için de kullanýlýr.

    AB-KEÞ: Farsça. Su çeken manasýnadýr. Tekkelerde su çekenlere verilen addýr. Farsça su manasýna gelen "ab" ile yine Farsça çekmek manasýna gelen "keþiden" masdarýnýn ism-i faili olan "keþ" ten teþekkül etmiþ bir terkiptir. Eskiden büyük tekkelerde sýrf bu iþle görevli kimseler vardý.
    Vaktiyle, hayýr için yapýlan sebilhanelerden bazýlarýnýn içinde, birer kuyu kazdýrýlýrdý. Bu kuyudan su çekerek, sebilhane bardaklarýný doldurmak hizmetiyle görevli olan bir de abkeþ bulunurdu. Bu göreve verilen kimseler için, vazife tahsis edildiðine dair evkaf defterlerinde kayýtlar vardýr.

    AB-I REVAN: Farsça , ruhlarýn suyu demektir. Sufilerin kalplerinde sürekli duyduklarý sevinç huzur ve iç açýklýðý hali.

    AB-I ÝNAYET: Farsça ve Arapça iki isimden teþekkül etmiþ bu tabir inayet suyu anlamýndadýr. Tasavvufta, ilahi rahmetin peþpeþe geliþine ab-ý inayet derler.

    ABRÝZCÝ: Farsça, su döken demektir. Mevlevi tekkelerinde abdesthane temizleyicilerine verilen isim. Kennas (süpürgeci) da denir. Tek***e yeni gelen adayýn, nefsini yenip yenemeyeceðinin ilk imtihaný tuvalet temizliði ile yapýlýr, daha sonra bunu baþarmasý halinde, tekkedeki diðer görevlerde istihdam edilirdi.

    AB U DANE: Farsça iki isim. Su ve habbe anlamýndadýr. Kanaate remz olan "bir hýrka, bir lokma" tabirini ifade eden bir terim. Takdir edilmiþ ve herkesin nasibine düþen su ve ekmeðe ab u dane denir.

    A'CEMÝYYE: Abdu'l-Abbas Ahmed b. Yusuf el-Harisî'ye nisbet edilen bir tarikat.

    A'DA: Arapça adüv kelimesinin çoðulu olup düþmanlar anlamýna gelir. Allah düþmanlarýna a'daullah denir. Bunlar dinsizler ve inkarcýlardýr. Bir hadis-i þerifte Hz. Peygamber "en büyük düþmanýn, iki yanýn arasýndaki (kendi) nefsindir" diyerek nefsi en büyük düþman olarak göstermiþtir. Yine bir hadiste, düþmanla savaþa küçük cihad, nefisle savaþa büyük cihad denilmesi ayný hususu te'yid eder.



    alýntý
    Bana Ümit Baðlama Ben Topraða Sözlüyüm....

  7. #7

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)
    ..:: 7 ::..

    ÂDÂB: Edeb kelimesinin çoðulu olan bu kelime, izlenmesi gereken esaslar, görgü kurallarý gibi manalarý ihtiva eder. Sufilerin uymak zorunda olduðu bu görgü kurallarýna "adab-ý sufiyye", "adab-ý tarikat", "adab ve erkan" gibi isimler verilir. Adab konusunda, bir hayli eser bulunmaktadýr. Bunlarýn bir kýsmý, sohbetin, bir kýsmý þeyhliðin, bir kýsmý da müridliðin görgü kurallarýný anlatýr. Bu görgü kurallarý, tarikatlara göre farklýlýk arzedebilir. Adab konusunda þu düsturlaþmýþ ifade, onun önemini ortaya koyar : "Edeblere riayet etmeyen, sünnetlere riayet etmeyi kaçýrýr, sünnetlere uymayý kaçýran farzlarý ve vacipleri gereði gibi yapmaktan uzaklaþýr farz ve vacip gibi dinin temellerinin yeterince yerine getirilememesi, kiþiyi imanýný kaybetme tehlikesine duçar eder. imanýný kaybedene binlerce vah olsun!" O halde mutlu sona ulaþmanýn ana kaynaðý daha doðrusu baþlangýç noktasý adab'týr. Adab'ýn korunmasý iþte bu sebeple büyük önem arzeder.

    ADAK: Türkçe'dir. Arapça'sý nezr'dir. Allah'a ibadet niyetiyle taat türünden bir iþin yapýlmasýný taahhüd etmek. Adaklar daha ziyade kurban kesmek þeklinde olur ve bu iþ çoðunlukla bir türbe civarýnda yapýlýr.

    ADALE: Arapça, âdil olmak, yasaklardan þiddetle kaçýnmak anlamlarýna gelir. Bu da farklý farklý olur. Bu konuda zirve noktasý, "emrolunduðun gibi dosdoðru olmak" (Hud/112)'týr. Bu uç nokta, Hz. Resulullah (s)'tan baþkasýnda bulunmaz.

    ADAM-ÂDEM: Arapça, adam demektir. Adam, Adem'in türkçeleþmiþidir. Kur'an'a göre Allah, insaný, þerefli, ve kerametli yaratmýþtýr, (isra/70) A'raf suresi 179. ayetinde kalpleri olduðu halde anlamayan, gözleri olduðu halde hikmetleri görüp sezmeyen, kulaklarý olduðu halde doðruyu duymayan insanlarýn mertebece aþaðýda ve gaflet ehlinden olduklarý bildirilir. Bu bakýmdan tasavvuf ehli, insanýn anlayýþ, duyuþ, seziþ ve huy bakýmýndan da gerçek insan olmasýna ehemmiyet vermiþtir. Hz. Peygamber (s)'in hakikatýna mirasçý olan "kutb" a da Âdem-i Mânâ ve Merd-i Mânâ denir. Oðlan þeyhi Ýbrahim (ö. 1065/1655) Dil-i Dana kasidesinde þöyle der:
    Sýfat-ý Hak'dürür âlem sýfatýn zatýdýr âdem
    Kamu þeyden olan akdem olubdur "Adem-i ma'na".

    Tasavvufî manadaki adam (racül) bilinç alanýný Allah'ýn istila ettiði yani sürekli Allah'ý tefekkür eden kiþi olup, bu Nur süresindeki þu ayetle açýklanýr : "Ticaretin ve alýþveriþin kendilerini Allah'ý anmaktan alýkoymadýðý erkekler..." (Nur/37). Bu tasavvufî mertebeye ulaþmýþ kadýnlara da, racül (erkek) denir.

    ADEM : Arapça, Vücud'un zýddý olup yokluk manasýna gelir. Tasavvufta Hak'tan gayrisi. Vahdet-i vücud düþüncesinde yokluða (adem) bir tür varlýk affolunur. Kamus-ý Türkî'de þöyle açýklanýr : 1- Yokluk vücut zýddý: onun vücudiyle ademi birdir : Diyar-ý adem sahra-yý adem 2- Olmama bulunmamafýkdan; adem-i itaat : itaasizlik; adem-i iktidar : iktidarsýzlýk; adem-i iþtiha : iþtahsýzlýk"
    Tasavvufî açýdan Hak'dan baþka tevehhüm edilen mevcudat hakikatta yoktur. Muhyiddin Ýbn Arabi'nin âyân-ý sabite için (Hakk'ýn sýfatý zatýndan olmadýðý ve yalnýz ilminde mevcut bulunduðu cihetle müstakil birer varlýkla) varlýk kokusunu bile duymamýþlardýr, dediði gibi Olanlar Þeyhi Ýbrahim Efendi de bu konuda þunlarý söyler :
    Yokluk bir ayinedir Yokluktaki varý gör. Varlýk görünür andan Ayine-i ademden Adem kelimesi "fena" manasýna da kullanýlmýþtýr: Varlýk ile iþim bitmez. Gönülden gümaným (þüphem) gitmez. Kulaðým çok söz iþitmez Ademden gayrisini bilmem
    Olanlar Þeyhi Ýbrahim Sahra-yý vücuda adem ender adem eyler
    Yeniþehirli Avni

    ADEM-Ý MA'NA: Arapça, maneviyat adamý demektir. Her þeyin aslýný bilen mana âlemine aþina kiþi.

    ADET : Arapça, itiyad, alýþkanlýk gibi anlamlarý olan bir kelime, ihlassýz, kuru þekilden ibaret ibadet.

    ADÝLÝYYE: Bedrüddin Mahmud b. Ömer b. Ahmedi'l-Adiliyyi'l-Abbasi (ö. 970/1 562)'nin kurduðu bir tarikat. Bargisiyye'nin þubelerinden birisidir

    ADL: Arapça, adalet denge demektir. Allah'ýn vacibi ihlalden ve çirkini iþlemekten münezzeh olmasýdýr. Allah boþa gayesiz, hedefsiz bir iþ yapmaz.
    ÂFET: Arapça musibet anlamýna bir kelime. Kötü huylarda bulu
    nan zararlar ve musibetler. Manevi eðitimde, derviþin olgunlaþmasýna engel hususlara da âfet denir.

    AFÝFÝYE: Abdülvahhab b. Abdissamed el-Afifi el-Merzuki (ö. 1180/1766)'ye nisbet edilen bir tarikat. Þaziliyye'den Nasýriyye'nin bir koludur.

    AFÝTAB: Farsça, güneþ anlamýna gelir. Afitab-ý Vücûd : Varlýk güneþi, varlýðýn kaynaðý membaý.

    AGÂH ETMEK: Farsça, uyandýrmak. Mevlevi tarikatýnda mutfakta görev yapan içmeydacýnýn, sabah ezanýndan evvel, tekke odalarýnda yatanlarý kapýlara vurarak "agah ol dedem" diyerek uyandýrmasýdýr. Bu uyandýrma gece teheccüd namazý için olurdu. Farsça'da bu kelime, "uyanýk" manasýna gelmektedir. Mevlevîlerde uyuyan kiþiyi ürkütmeden uyandýrmak tarikat edeblerindendir. Bu uyandýrma iþi bir baþka uygulanýþ þekliyle þöyleydi : Uyuyan derviþin hafifçe yastýðýna el ucuyla sað elin parmak uçlarýyla vurulur ve yavaþ bir sesle, adýyla hitap edilerek "derviþ... agah ol!" denilirdi ki bu, uyan demektir.

    AGÂH KÝÞÝ: Farsça, arif uyanýk, bilen sezen, anlayýþlý kiþi demektir. Hakikat yolunu bilen kimsede bu özellikler bulunur ve bu durumda olan kiþilere de, agah kiþi denir.

    AÐACA DAYANMA ÇÜRÜR, DUVARA DAYANMA YIKILIR, ÝNSANA DAYANMA ÖLÜR, DAYAN KUL, ALLAH'A DAYAN : Sufiyye arasýnda söylenen bu atasözü, herhangi bir iþe doðru dürüst baþlanýnca, saðlam bir gönülle, baþarý elde edeceðine inanarak, o iþin üstüne düþülmesini öðütler. Ayný zamanda insanlara güvenerek, bir topluluða dayanma baþaramayacaðý iþe giriþen kiþiye o iþe giriþmesine sebep olanlarýn el çekmeleri durumunda, desteksiz kalacaðýný da hatýrlatýr. Ancak bu dayanma ve güvenme bütün sebepleri hazýrladýktan, hiç birini ihmal etmeyip yerli yerine getirdikten sonra olmalýdýr. Mutasavvýflar bu söz ile, her þeyin geçici, sonlu zayýf, güçsüz olduðunu ifade ederek, sebeplere deðil, sebeplerin yaratýcýsý mutlak güç sahibine dayanmayý tavsiyeye þayan bulunmaktadýrlar.

    AÐLATAN GÜLMEZ : Kötülük yapanýn, sonunda yaptýðýnýn cezasýný mutlaka çekeceðini ve bunun Ýlâhî adaletin sonucu olduðunu bildiren bir atasözüdür. Bu söz, ayný zamanda gidiþin zulm ile deðil, adalet ile mümkün olduðunu, zulmün sonunun hüsranlýk þeklinde tecelli edeceðini bildirir.

    AÐUÞ : Farsça, kucak demektir. Sýrlarý kavrama.

    AÐYAR: Arapça, gayr kelimesinin çoðulu olup, lügatta yabancý, el, baþkasý gibi manalarý ihtiva eder. Tasavvufta hakikate yabancý olanlar, vâkýf olmayanlar makamýnda kullanýlýr.

    Ýçi umman-ý vahdettir yüzü sahra-yý kesrettir
    Yüzün gören görür aðyar içinde yar olur peyda.
    Niyazi

    Gel iste Kaygusuz yarý, çýkar gönülden aðyarý
    Bugün gör yine didarý, bu sevda özge sevdadýr.
    Kaygusuz




    alýntý
    Bana Ümit Baðlama Ben Topraða Sözlüyüm....

  8. #8

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)
    ..:: 8 ::..

    AÐZA TÜKÜRMEK : Sýtmaya ateþli hastalýklara, ellerde çýkan ve siðil denen içi dolu kabarcýklara, çeþitli sebeplerle ruhî dengesini bozan kiþilere nefes edilir ; yani muayyen ayetlerle, içlerinde "þifa" kelimesi geçen "þifa ayetleri" (ki Kur'an'da þifa ayetlerinin sayýsý altýdýr) okunur, üflenir. Kaðýda bazý ayetler, dualar, þekiller yazýlýr, çizilir, üçgen þeklinde bükülen bu kaðýt, yedi kat muþambaya sarýlýp, üstüne bir bez geçirilerek, bir kýlýfa konulur. Dikilen ve muska (doðrusu nüsha) denen bu nesne hastanýn boynuna takýlýr. Bazý kere de yazýlý kaðýt suya konur, üç gün suyu içilir, üçüncü günü durulup bükülerek bir yudum suyla yutulur. Eski dinlerden kalan ve bilhassa Keldanîlerden geçen bu inançlar ve adetler, Ýslam tarafýndan men edilmekle beraber, günümüzde dünyalýk menfaat elde etmek üzere bazý cahillerce meslek edinilmiþtir. Tarihte görülen uygulamasýyla, okumak ve nüsha yazmak için el almak, izin verilmek þarttý. Bu izin, ya sözle verilir, yahut mezun olan kiþi, el almak isteyenin aðzýna hafifçe tükürürdü. Bu þekildeki sýrrî güç geçiþimi olayý, Anadolu'da "ocak" olarak nitelendirilir. Bu terimin, Orta Asya'dan intikal eden Türk ocak kültürü ile bir baðlantýsý olduðu düþünülebilir.
    AH: Arapça bir iç çekiþ ve iþtiyak nidasý. Aþk ateþi ile kulun inleyiþi. Allah kelimesinin ilk ve son harflerinin bitiþmesiyle oluþan ah, eskiden minyatürlerde þu þekilde resmonulurdu : Daðlar, vadiler, aðaçlar, sular, çayýrlar hepsi yanýyor, hepsi alevler içinde, ok girmiþ bir kalb, kan damlýyor ve üzerinde "ah mine'l-aþk" þeklinde bir yazý. Bu þekildeki bir minyatür, Ankara Kalesi içindeki Devduran Mescidi'nde, kýble duvarýna asýlý olarak, deðerli din adamlarýmýzdan sayýn Abdülhalim Ünal Beyefendi tarafýndan muhafaza edilmektedir. Hz. ibrahim (a) çok âh eden (evvah) lerdendir.
    AHD: Arapça, Misakda Allah'a verilen sözün korunmasýdýr. Emrolunduðunu kaybetmemek, nehyolunaný iþlememektedir.
    AHDALÝYYE: Ebu'l-Hasan Aliyyi'l-Ahdalî tarafýndan kurulmuþ bir tarikat.
    AHDAS: Arapça, yeni yetiþmiþ, genç, delikanlý gibi manalarý olan bir kelime. Büyük sufiler, yeni yetme, güzel yüzlü gençler ile sohbet etmeyi tehlikeli görmüþlerdir.
    AHD-Ý EMANET: Arapça emaneti kabul sözü demektir. Ýlâhî sözleþme ezeli söz veriþ.
    AHÝDNAME: Arapça ve Farsça, yazýlý belge veya sözleþme anlamýnda bir tabir. Hilafetname. Þeyhin müridlere yaptýðý tavsiyeleri ve kurallarý gösteren yazýlý metin.
    AHFÝYA: Arapça, gizliler demektir. Bu tabir melami meþrepte olanlar için kullanýlýr. Onlar, adet ve þekle önem vermeyip, halk içinde sýradan biri gibi kendilerini gizledikleri için, bu tabirle anýlmýþlardýr.
    AHÝ: Arapça, kardeþim manasýna gelir. Fütüvvet yolunda sanat ve zenaat ehlinin her biri, þeyhlerine "ahi" derlerdi. Bir þehirde, yahut bölgede bulunan ve ahilerin baðlandýklarý þeyhe, þeyhlerin þeyhi manasýna "Þeyhu'þ-Þüyuh" yahut Türkçe "ahi baba" ve "ahi Türk" denirdi. Yunus bir þiirinde ahilere temasla þöyle der:
    Sufilere sohbet gerek Ahilere ahret gerek Mecnunlara Leyli gerek Bana Seni gerek Seni
    Özellikle Ahi Babalýk unvanýnýn, debbaðlar ve saraçlar gibi esnafýn baþlarýndaki kiþilere tevcih edildiðini görüyoruz. Bu, resmî bir unvandý. Ahilik, Halife Nasýr Lidinillah'ýn kurduðu, Baðdat fütüvvet teþkilatýnýn Anadolu'da aldýðý bir isimdi. Osmanlý Devleti'nin kuruluþ yýllarýnda çok güçlü bir teþkilattý. 1340'lý yýllarda bu teþkilat Ankara'da bir hükümet bile teþkil etmiþti. Ahi Babalýk'ýn, mimar aðalýðý ile birlikte verildiði de olmuþtur. O zaman ahi babalýk ve mimar aðalýðý unvaný birlikte kullanýlýrdý.
    AHÝR: Arapça, son demektir. Her þeyin evvel ve ahiri Allah'týr. Halife olan insanýn bu hilafeti, Evvel ile Ahir arasýnda bir berzahtýr. Evvel ve Ahir, bir yönden Hakk'ýn ayrý ayrý iki vechi, diðer yönden ise birbirinin aynýdýr.
    AHÝRET: Arapça, dünyanýn zýddý. Dünya, nisbeten daha yakýn anlamýna gelirken, ahiret, dünyaya nisbetle sona kalan, tehir eden, geciken, son, neticede varýlacak yer gibi anlamlara gelmektedir. Öbür Dünya diye tabir olunan, cennet, cehennem, ârâf, iyiliklerin ve kötülüklerin karþýlandýðý yer, sýrat, mizan gibi yerleri ihtiva eder. Ehl-i Sünnet inancýna göre bunlarýn hepsi haktýr ve gerçektir. Dinlerin çoðunda ahiret inancý vardýr. Öbür dünyada ölüm yoktur. Oradaki hayat ebedidir. Kur'an-ý Kerim'deki bir ayete göre ahiret dünyaya nisbetle daha hayýrlýdýr: "Ahiret Senin için dünyadan daha hayýrlýdýr" (Duha/4)
    AHÝ TAÇ: Arapça-Farsça. Kadirî tarikatýnýn Ahi koluna mensup þeyhlerin giydikleri tacýn adý idi. Beyaz çuhadan, içi pamuklu sekiz dilim üzerine yapýlýr, üzerine yeþil sarýk sarýlýrdý. Taç, her tarikatýn bir amblemiydi. Derviþin taþýdýðý tacdan, hangi tarikatýn hangi þubesine mensup olduðu anlaþýlýrdý.
    AHÝRET ADAMI: Arapça-Türkçe. Takva ehli için kullanýlýr. Genellikle yaþlý, elini eteðini, güçsüzlük, zayýflýk sebebiyle dünyadan çekmiþ, Mevlasýna kavuþmanýn hazýrlýðý içinde olan adamlara denilir. Ruhen itmi'nana kavuþmuþ, müsterih, huzur sahibi insan. Bu türlü olan kadýnlara da "ahiret hatunu" denirdi. "Ahiret hatunu bir bacýdýr". Manevî analar hakkýnda da "ahiret anasý" tabiri kullanýlýrdý.
    Doðar andan fiteni devranýn
    Ahiret anasýdýr þeytanýn.
    Ataî

    AHÝRETLÝK: Arapça, ahiret sevabý ümidiyle alýnýp büyütülmüþ olan kýz çocuklarý hakkýnda kullanýlýr, bir tabirdir. Manevî evlat demektir. Lügat-ý Ebuzziya'da konu ile ilgili olarak þu bilgi vardýr : Hüccet-i þer'iyye ile alýnan hizmetçi kýzlara ýtlak olunur ki ona ýstýlahýmýzda "besleme" de denilir.
    Samimi iki arkadaþ arasýnda, ahiret kardeþliði manasýný da ifade ederdi. Rumeli halkýnýn "a be ahîretlik" diye birbirlerine hitapta bulunmasý meþhurdur.
    Sýdk u imaný bana rehber kýl
    Herbirin uhrevi birader kýl.
    Atai

    AHKAM-I BATINA: Arapça içe ait hükümler anlamýnda bir tabir. Ahkam-ý Batmaya batinî fýkýh da denir. Kalbî amellere dairdir. Bunlar, ihlas, kibir, acýmak gibi gözle görülmeyen amellerdir.
    AHKAM-I ZAHÝRE: Arapça, dýþa ait hükümler demektir. Bunlar namaz, oruç, hac, zekat ve þer'î muamelelere ait hükümlerdir.
    Bana Ümit Baðlama Ben Topraða Sözlüyüm....

  9. #9

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)
    ..:: 9 ::..

    AHLAK: Arapça, hulk'un çoðuludur. Huylar demektir. Ahlak, insanýn manevi seciyesini temyiz eden hususiyetlere denir. Ahlak ilmi ise (ilmu'l-ahlak), öðretmeye yönelik düzenlenmiþ ahlak nazariyesidir. Edebiyatta da ahlaka dair çeþitli bahisler görülür : Þiirlerde, masallarda, atasözlerinde. Katip Çelebi, ahlak ilmini, hikmet-i ameliyyenin bir kýsmý, diye tarif etmiþtir. Bu tarif, ameli ve nazari felsefe arasýnda bir ayýrýmý ihtiva eder. Diðer bir tarife göre, ahlak ilmi, faziletler ve onlarý kazanmak, reziletler ve onlardan kaçýnmak ilmidir.
    Eski Yunun, Roma, Hind ve Ýran baþta olmak üzere eski ahlak felsefeleri bazý ayrýlýklarýna raðmen, temelde birleþtikleri konular bakýmýndan birlik arzederler. Bilhassa tevekkül, kadere rýza, dilini tutmak ve sabýr gibi, bazý faziletlere karþý derin bir takdir duygusu, bu eski ahlak anlayýþlarýnda olduðu gibi, Ýslam'da da bulunmaktadýr. Ýslam mutasavvýflarýnda þeyhi, ruhlardaki hastalýklarý tedavi eden hekim olarak görme eðilimi kuvvetle savunulur. Bunun gayesi de saadete, huzura, itmi'nana kavuþmaktýr.
    Her faziletin zýddý olan bir rezilet vardýr. Ýnsan þahsiyetinin "Allah'ýn ahlakýyla ahlaklanmak" esprisi doðrultusunda, reziletten fazilete doðru yeni bir yapýlanmaya maruz kalmasý, tasavvufun ana temasýdýr. Ancak Allah'ýn ahlakýnda fani olup, o ahlaka sahip olmadan önce, sufinin baðlý olduðu þeyhinin ahlakýnda, siretinde, daha sonra Ýslam'ýn "usvetun hasenetün (en güzel örnek)" olarak gördüðü Hz. Peygamberin ahlakýnda, siretinde fani olmasý büyük önem arzeder. Ýhsan mertebesinde, sürekli Allah ile beraber olmanýn bilincini taþýmasý gereken olgun, vasýl bir sufinin bu bilince varmasý ve bunun getireceði ruhi zorluklara tahammül edebilmesi için, ondan önce, daha az zor olan þeyh ve Rasulullah (s)'da fani olmanýn tecrübesini yaþamasý gerekir. Ýslam'ý anlama ve yaþama biçimi açýsýndan, kendine göre, bir menhec (metod) belirleyen tasavvuf ekollerinin gayesi, insanda, mükemmele doðru tedricen deðiþiklikler yaparak, ruh olgunluðunu, ihsan bilincini saðlamaktýr.
    Hz. Peygamber (s)'in "Ben, güzel ahlaký tamamlamak için gönderildim" hadisindeki espri ve Kur'an'ýn O'nu prototip olgun bir müslüman örneði þeklinde ön plana çýkarmasý, sufilerin dikkatlerinden kaçmayan, önemli bir husustur. Bu nedenledir ki sufiler olgunluk yolunda, Hz. Rasulullah (s)'in þemailini, ruhî özelliklerini, ahlakî yapýsýný anlatan eserleri hayatlarýna tatbik etmek üzere dikkatle okurlar. Bu kitaplarda, Allah'ýn örnek diye karizma yüklediði Hz. Rasulullah (s)'ý anlamaya çalýþmak, ayný zamanda Kur'an'ý yani Allah'ýn kullarý için arzu ettiðini anlamak demektir. Zira, Hz. Aiþe (r)'ye Rasulullah'ýn ahlaký sorulduðunda, verdiði cevap þu idi: " O'nun ahlaký Kur'an'dan ibaretti". Kendisini, Rasulullah'a benzetip O'nun manevi mirasýna konanlar, Allah'ýn Kur'an'da çizdiði müslüman adam (homo-Coranicus) tipine ulaþmýþ olurlar.
    Bütün bu anlattýklarýmýzdan ortaya çýkan þudur : islam'da ahlak'ýn kriteri Kur'an'dýr ve bu Kur'an ahlakýný en güzel biçimde aktüel hale getiren kiþi de, Hz. Muhammed (s)'dir. Þayet, Ýslam ahlakýnýn en güzel örneði (usvetun hasenetun) Hz. Muhammed (s) ise, O'nun her yönüyle anlaþýlmasý ve her müslümanýn hayatýna yansýtmasý kaçýnýlmazdýr. Yukarýda zikrettiðimiz türdeki kitaplardan birinde, Hz. Resulullah (s)'ýn ahlaki özelliklerini kýsaca verelim: "... Yüzünde nur-ý melahat, sözlerinde selâset, hareketlerinde letafet, lisanýnda talâkat, kelimelerinde fesahat, beyânýnda fevkalade belagat vardý. Beyhude söz söylemezdi. Her kelâmý, hikmet ve nasihat idi. Herkesin aklýna ve idrakine göre söz söylerdi. Güler yüzlü, tatlý sözlü idi. Sohbetlerinin tadýna doyulmazdý. Rikkat-ý kalbiyyesi vardý. Her kötüye þefkat göstermiþ, hiç bir kötüyü cemaatýndan tepmemiþ, ona merhametle elini uzatarak ýslahýna çalýþmýþ, her zayýfa mürüvvetle davranmýþ, istek ve arzularý ile O, türlü türlü insanlarla içice olup kaynaþmýþtý. Kimseye fena söz söylemez, kimseye kötü muamele etmezdi. O'na derdini anlatmaya gelen kim olursa olsun sözünü kesmez, sonuna kadar dinlerdi.
    Mülayim ve mütevazi idi. Haþin ve galiz deðildi. Kendisine yapýlan latife ve þakalarý anlayýþla karþýlar ve onlarý incitmezdi. Gerekliði zaman, ahlak-ý hamidesi dairesinde, onlarýn þakalarýna iþtirak eder, bu mevzuda onlara örnek olurdu. Kendilerine mahsus ciddiyet ve mehabetini, ashabýyla kendisi arasýnda duvar yapmamýþtý. Bununla birlikte O, yine de heybetli ve vakur idi. O'nu isteyen, gören bir kimse derhal heybet ve muhabbetine kapýlýrdý.
    Gülmesi tebessüm idi. O'nunla ülfet ve musahabe eden kimse, O'na can ü gönülden âþýk ve muhib olurdu. Fazilet sahiplerine durumlarýna göre saygý gösterirdi. Akrabasýna çok ikram ederdi. Ancak, onlarý dinen kendilerinden üstün olanlardan faziletli tutmazdý. Ehl-i beytine ve ashabýna hüsn-i muamele ettiði gibi, diðer insanlara da yumuþaklýk ve lütufla muamele ederdi. Hizmetkarlarýný pek hoþ tutardý. Kendi ne yer ve giyerse, aynýsýný onlara da yedirir ve giydirirdi.
    Cömerd, kerim, þefkatli, þecaatli ve halim idi. Ahd ü va'dinde sabit ve kavlinde sadýk idi. Hüsn-i ahlakça akýl ve zekavetçe cümle nasa üstündü, her türlü medh u senaya layýk idi. O'na bakan gözler, mahza güzellik görürler. O'na yakýn canlar, mahza güzellikle beraberdirler. O'ndaki bu güzellik ruhu, kalbinin derinliklerinde yerleþmiþ, hem bütün hasletleriyle, hem de insanlarla-bilhassa zayýflarla, gönlü kýrýklarla münasebetlerinde iradi ve irticali olarak kaynaþmýþtýr.
    Ýnsanlarýn yýkýk kalplerini yapmaya, hatýrlarýný hoþ etmeye düþkündü, üzgünleri teselli etme fýrsatýný gözler, onlarý incitmekten sakýnýr, küçük büyük bütün ashabýný arar sorardý, ister þöhret sahibi, ister þöhreti olmayan sýradan bir insan olsun, hepsine birbirlerini gözettirir, müsavi tutardý. Fakir, zengin ayýrt etmeden, kim davet ederse etsin icabet ederdi.
    Karþýlaþtýðý bir kimseye ilk selam veren, O olurdu. Hususi olarak çocuklarýn yanýna gider, onlara da selam verirdi. Öfkelenmekten bütün gücüyle sakýnýr, þayet öfkelenirse kendisini ruhen tedavi etmek için namaza baþlar ve Allah'ý teþbih ederbedenen tedaviye ihtiyaç duyarsa, gazap anýnda ayakta ise oturur, oturuyorsa yan tarafýna yatar, öfke anýnda bir harekette bulunmaktan sakýnýr, kendine hakim olurdu. Rasanet ve sükunet sahibi idi. O, hiç bir kimse hakkýnda kötülük düþünmemiþ ve hiç bir kimse O'nunla beraber olmaktan þikayet etmemiþtir, iþte bu, en geniþ manasýyla güzel ahlakýn en güzel misalidir.
    Elhasýl, sureti her bakýmdan güzel, sireti mükemmel, misali yaratýlmamýþ kainatýn seyyidi ve öðüncü idi.
    O, bir haya timsali idi. Bekarlýðýndan itibaren insanlar içinde en fazla haya sahibi, her yaptýðýný itina ile yapan ve hayat neþ'esini yitirmeyen bir insandý. Bir þeyi istemedi mi, derhal yüzünde görülür, bir þey hoþuna gidince, hoþnutluðu yüzünde müþahade edilirdi. Bu güzel bünyede zindelik, kuvvetli haya ve müstesna azim bir arada idi. Bütün hareketleri mutedil idi. Fevkalade iþitme ve görme hassasý vardý : Uzaktan görür ve duyardý. Bir yere giderken acele deðil, saða sola meyletmeyerek, kemal-i vakar ile doðru yoluna giderdi. Sür'at ve suhuletle yürürdü. Yavaþ yürür gibi görünür, lakin yanýnda gidenler, sür'at ile yürüdükleri halde, O'ndan geri kalýrlardý. Þevkle konuþmaya baþlar, þevkle bitirirdi. (Hani, Adab. 39-40).

    AHLÂM: Arapça rüyalar demektir. Zümer suresinin 41. ayetinde izah edildiði gibi, insan uyurken, ruhu bedenini terkeder. Ruh, beden dýþýnda, farklý bir varlýk alanýnda gezer, dolaþýr, bu dünyaya ait sembollerle bazý þeyler görür. Buna rüya denir.

    AHMED-Ý MUHTAR POSTU: Arapça-Farsça. Bektaþî deyimidir. Meydandaki tahtýn sað tarafýndaki makamýn ismiydi. Diðer makamlara olduðu gibi, bu makama da niyaz olunurdu. Nasip alan yeni talib (derviþ), rehberinin yol göstericiliðiyle bu makama gelince, kendisine þu açýklamalar yapýlýrdý : "Buna Ahmed-i Muhtar Postu derler. Cemî-i ulum-i evvelin ve ahirin bunun yüzü suyu hürmetine halk olunup ve hidayete ergören budur. Sebeb-i icad-ý âlem budur. Cümlenin atasý, anasý budur". Bu ifadelerle "levlake levlake lema halaktu'l-eflak" (Sen olmasaydýn, Sen olmasaydýn, felekleri yaratmazdým) kudsi hadisine telmihte bulunulurdu. Hz. Muhammed (s)'in, kainatýn yaratýlýþ sebebi olduðu hususu, tasavvufun ana konularýndandýr.





    alýntý
    Bana Ümit Baðlama Ben Topraða Sözlüyüm....

  10. #10

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    TASAVVUFÎ TERÝMLER (A)
    ..:: 10 ::..

    AHMEDÝYYE: Ebu'l-Ferhad b. Ali b. ibrahim el-Hüseyni el-Bedevi (öl. 675/1276) tarafýndan kurulan bir sufiyye okulu Þaziliyye'nin þubesidir.

    AHMEDÝYYE: Ahmed Þemseddin Efendi (öl. 910/1504-5)'ye nisbet edilen ve Hâlvetiyye'nin dört ana kolundan biri olan sufiyye okulu. Ahmediyye'ye. "Orta Yol" da denilir.

    AHMEDÝYYE: Seyyid Ahmed er-Rifaî'nin kurduðu, Rifaiyye tasavvuf okulunun diðer adý. Kurucusunun ilk adýna nisbetle, Rufaiyye'ye Ahmediyye denilmiþtir.

    AHMEDÝYYE: Ýmam-ý Rabbani Ahmed-i Faruki es-Serhendî'nin (971/1034-1563/1625) tesis ettiði, Nakþî þubelerinden Müceddidiyye'nin bir baþka adý. Yine Müceddidiyye, kurucusunun ilk adýna izafeten (Ahmed) bu isimle de anýlmýþtýr.

    AHMEDÝYYE: Ebu'l-Abbas b. Abdu'l-Hakk er-Rudavli el-Çiþtî (ö. 1000'den sonra)'ye nisbet edilen bir tarikat. Hoca Muinuddin-i Çiþtî'nin tesis ettiði Çiþtiyye tasavvuf okulunun þubelerinden birinin adý.

    AHRAR: Arapça hürr kelimesinin çoðuludur, hürriyet sahibi olanlar, hür kiþiler demektir. Dünya kayýtlarýndan ve nefsin kötü sýfatlarýnýn etkisinden kurtulmuþ kiþiler, özgürlüðü elde etmiþlerdir. Bu yüzden bunlara, ahrar yani hür kiþiler denir.

    AHRARÝYYE: Nakþilik þubelerinden biri olup Hoca Bahaeddin Nakþbend'den sonra, Nakþbendiyye tasavvuf okulunun aldýðý isimdir. Kurucusu, Hoca Ubeydullah ibn Hoca Mahmud Ýbn Þihabeddin Ahrar (ö.895/1490)'dýr. Hoca Ubeydullah, aslen Taþkent'lidir. Fatih Sultan Mehmed'in kendisine özel bir sevgi ve saygý beslediði söylenir. Hoca Ubeydullah, hayatýnýn ilk döneminde çok fakr ü zaruret çekmiþ iken, sonradan malýnýn miktarýný bilemeyecek kadar zenginleþmiþti. Adýnýn "Ahrar" olmasý sebebiyle kurduðu Nakþilik þubesine "Ahrariyye" adý verilmiþtir.

    AHVAL: Arapça hal kelimesinin çoðuludur, haller demektir. Ýçinde bulunulan zaman veya durum demek olan hal, sûfiyye terimi olarak, kendiliðinden, kesbsiz kalbe doðan mana, cezbe, baygýnlýk, coþkunluk demektir. Makam ile hal arasýnda bazý farklar vardýr :
    1. Hal çalýþmadan elde edilir vehbîdir, makam çalýþýlarak elde edilir, mekasib türündendir.
    2. Makam sahibi makamýnda kaim ve mütemekkin, hal sahibi ise halinde mütehavvil ve mütelevvindir.
    3. Hal çift çift gelir : kabz ve bast fena ve beka, sekr ve sahv gibi. Makamlar tevbe, tevekkül, teslim gibi ferd ferd teþekkül eder.
    Kaynaklar bu konuda þu izahý yapar : Hal þimþek gibidir. Parlar ve derhal kaybolur. Bazý sufiler, haller baki ve devamlý olursa hal deðil nefsin sözü olur, demiþlerdir. Diðer bir takdire göre haller, isimleri gibidir, yani haller kalbe gelirler ve derhal yok olup giderler. Sýfat mevsufla kaimdir. Kul, bulunduðu makamýn þartýný yerine getirmeden bir üst makama yükselemez, çünkü kanaati olmayanýn tevekkülü, tevekkülü olmayanýn rýzasý yoktur. Hal, kulun cehd ve gayreti ile olmayýp, kalbine gelen sevinç, üzüntü, geniþleme (bast) ve sýkýlma (kabz) vs. gibi ruhi hallere denir. Haller Allah vergileridir. Makamlar, kulun cehd ve gayretine baðlýdýr. Makam sahibi makama saðlamca yerleþmiþtir. Hal sahibi ise halden hale yükselir. Eðer haller birbiri ardýnca gelmez ve devamlý olmazlarsa onlara "levaih" ve "bevadih" denir. Hal, bazan insana haz verir, fakat gelip geçicidir. Yani "tavarýk" týrlar. Hz. Peygamber (s), bir halden bir hale yükselmekteydi. Makamlarýn gerektirdiði; karar ve sebat, halin gerektirdiði ise; geçiþ ve ilerlemedir. Haller amellerin mirasý ve neticesidir. Ahval, dini his ve heyecanlar manasýna da gelmektedir. Hal vehbî, makam kesbîdir, denilir. Her makamýn baþlangýç ve bitiþ noktalarý vardýr. Bu ikisi arasýnda bir çok haller vardýr. Her makama ait bir ilim ve her hale ait bir iþaret vardýr.

    AHYAR: Arapça, hayýrlýlar manasýna gelir. Dünya düzenini koruyan, "ricalü'l-gayb" veya "ricalullah" denilen seçkin insanlardýr. Bunlarýn sayýlarý çeþitli kaynaklara göre, altý ila üçyüz arasýnda deðiþmektedir.

    AHZ-I FEYZ: Arapça feyz alma anlamýndadýr. Bir müridin bir mürþidden veya kamil veliden manen yararlanmasý.

    AHZ-I TARÝKAT: Arapça tarikat almak demektir. Bir tarikata sülük etmek (initiation) manasýna kullanýlýr.

    AHZ-I YED: Arapça el almak manasýndadýr. Tarikata girmek, bir þeyhi, maneviyat bilgilerini kendisine öðretmek ve eðitmek üzere öðretmen olarak kabul etmek.

    AKABE: Engel ve yokuþ anlamýnda Arapça bir kelime. Hakk'a giden yolda karþýlaþýlan zorluklar. Açlýk, uykusuzluk, fakr, zillet vs. gibi.

    AKD: Arapça, bað, baðlama, akd etme, sözleþme vs. gibi manalarý vardýr. Akd, bazý sufilere göre, kalplerin yeminlerden olan kasýtlarý kazançlarýdýr. Ayet : "Ey inananlar akidleri yerine getiriniz" (Maide/1) Yine bir ayet : "Lakin O, sizi, baðladýðýnýz yeminler sebebiyle muahaze eder..." (Maide/89). Akd, müslümanlarm üzerinde icma ettiði sünnettir. Halef, selefin bunu uyguladýðýný tevatüren nakletmiþtir.

    AKL: Arapça men', hacr ve nehy manasýnadýr, insandaki idrak kabiliyetine verilen addýr. Ýslam'da dinin emirlerine uymak, yasaklarýndan kaçýnmak için insanda akýl ve ergenlik þarttýr. Eskilerin tarifiyle akýl, zatýnda maddeden mücerred, fiilinde maddeye bitiþen bir cevherdir. Akýl, nefs-i natýkadan ibaret olup, her ferd ona "ben" demekle iþaret eder. Bir görüþe göre akýl, kalpte hak ile batýlý ayýrdeden bir nurdur. Diðer bir görüþe göre, insan bedenine yönetmek, tasarruf etmekle baðlý soyut bir cevherdir. Yine bir farklý görüþe göre akýl, nefs-i natýkanýn bir kuvvetidir. Bir tarife göre, akýl baþka, nefs-i natýka baþkadýr. Çünkü kuvvet, kuvvet sahibine göre, bir emr-i mugayirdir (baþka bir þeydir). Gerçekte iþi yapan nefs-i natýkadýr. Akýl, kesme iþi yapan kiþinin elinde býçak gibi bir âletten ibarettir. Bir görüþe göre de akýl, vesveselere kapýlýp þehvetlere dalabilir. Fakat arif olan, yani "nefsini bilen Rabbini bilir" fehvasýnca kendisini acz ile, noksan ile, isyan ve zaaf ile bilen, anlayan kiþi, Rabbisine sýðýnarak aklýný doðru yola yönlendirebilir. "Akýl attýr, dizgini arif elinde" atasözü bunu dile getirir.
    Ýnsan zayýf ve bencil yaratýlmýþtýr, aklýna güvenen çok defa yanýlýr. Hatta bu yüzden sufiler, ileriyi, ahireti düþünen akla "akl-ý ma'ad" sadece dünyayý düþünen akla da "akl-ý ma'aþ" adýný vermiþlerdir. Daha doðrusu, akla, bu iki yöneliþi açýsýndan, bu iki ad verilmiþtir.
    Çeþitli ihtimaller karþýsýnda, aklý olgun kiþilerin hemen hepsi bir kararda birleþirler. Bu da "akýl için yol birdir" atasözüyle belirtilir.
    "Akýlla nefs birbirine düþmandýr" atasözü de, aklýn daima iyiyi, güzeli, hayrý seçeceðini ; nefis denen ve insaný bencilliðe götüren, þehvete kaptýran, kötülüðe sevkeden isteðinse, ona zýt harekette bulunacaðýný anlatmaktadýr.
    "Akýlla yol alýnmaz", çünkü manevî yol, insaný yokluða götüren, izafi ve geçici varlýðý terkettiren, iradesini Allah'ýn iradesine býraktýran yol olup o yolun duraklarýný akýl bilmez. Akýl, yaþadýðýmýz þu sonlu varlýk âlemini düzenlemeye çalýþýr. Onun sonsuz âlemden haberi yoktur. Akla uyan, mana yoluna ulaþamaz. Bu sebeple sufiler, "Akýl, erlerin ayak baðýdýr" derler. Ayný mealde olmak üzere Mevlana Celaleddin-i Rumi de
    Aklý, Mustafa'nýn önünde kurban et
    Allah bana yeter de ki, Allahým yeter!
    Mesnevi, c. IV.. beyt: 1408 der.
    Ancak, akýlla kalbin bir manada kullanýldýðý da görülür. Gazali idrak edici özelliðiyle aklý, kalble karþýlar. Yine Gazali aklý, kalbde bulunan ilim olarak görür.
    Bazý Mutasavvýflar, Cebrail'e, ruh-ý a'zama ve arþ-ý mecide, akl-ý evvel adýný verirler.
    Bana Ümit Baðlama Ben Topraða Sözlüyüm....

Sayfa 1/2 12 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Þu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanýcý var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajýnýzý Deðiþtirme Yetkiniz Yok
  •