TARÝHSELCÝLÝK YA DA KATOLÝSÝZMÝ OLMAYAN KUR’AN’I MÜBÝN’ÝN PROTESTANCA OKUNUÞU (1)
Tarih: Sun 12 Jun 2005 (7454 okuma)
Ýhsan ÞENOCAK
MUKADDÝME
Zaman ve mekan üstü duruþuyla bütün insanlýða konuþan, her devrin inþasýna etkin olarak katýlan ve müminlerinden her halükarda ahkamýnýn tatbik edilmesini talep eden Kur’an’ý Kerim’in Arapça ve ilk muhataplarýnýn Arap olmasý, Allah Rasulü’nün (s.a.v.) Kur’ani hükümleri tekit ve tebyin noktasýndaki ifade ve aksiyonlarý, Onun ne olduðu ve niçin gönderildiði noktasýndaki muhtemel anlaþýlma problemlerini bütünüyle izale etmiþtir.
Efendimiz’in (s.a.v.) bütün zamanlarýn en hayýrlý nesli olarak nitelediði Ashabýn[1] selüki bir Arapça’ya ve muhkem bir imana sahip olmalarý Kur’an’ý doðru anlayýþ usulunu þifahi olarak yaþatmalarýna ve kendilerinden sonraki kuþaklara aktarmalarýna yardýmcý olmuþtur. Bu aktarýþ Ýslam’ýn ilk yýllarýndaki muhtemel ladini tefsir anlayýþlarýnýn da önünü kapatmýþtýr.
Ýslam coðrafyasýnýn Tabiin devrinde hýzlý bir þekilde geniþlemesi ve buna paralel olarak farklý din, dil, örf ve kültüre sahip milletleri içine almasý, Arap dilinin saf yapýsýnýn bozulmasýna yol açtý. Dilin aslýnda mündemiç olan sarf ve nahiv kaidelerine dikkat edilmez oldu. Yazý ve konuþma diline galatýn hakim olmasý, zýndýklarýn Kur’an’ý Kerim’i ideolojileri doðrultusunda yorumlamalarýna müsait bir zemin hazýrladý. Fakat Kur’an’ý Kerim’in ashab tarafýndan cem edilmesi, hafýzlar tarafýndan tevatüren kuþaktan kuþaða aktarýlmasý, farklý metinleri Ona ekleme ya da Ondan çýkarma, gibi tahrif faaliyetlerini bütünüyle imkansýz kýldý. Kur’an’ýn lafzýna müdahele etmekten aciz kalan zýndýklar anlamdan hareketle bir takým sapýk tevillere tevessül ettiler. Bu çerçevede her meþrep, kendi yanlýþlarýný bir takým ladini tevillerle Kur’an’a doðrulatma yoluna gitti. Ayetler Arap dilinin kabul etmediði suretlerde tevil edildi. Dil kaidelerinin tanzim ve tedvin edilmemiþ olmasý sapýk tevil cereyanlarý içinde olanlarýn iþini kolaylaþtýrdý.
Ameli ve itikadý alandaki bu sapýk cerayanlara karþý alimler kayýtsýz kalmadýlar. Ýþe öncelikle yanlýþ anlamaya baþlangýç seçilen noktadan baþladýlar. Bu çerçevede, sarf ve nahiv kaidelerini tesbit ettiler.[2] Zira Arapça inen Kur’an’ý doðru anlamanýn ilk þartý bu iki ilmi bilmeye baðlýdýr.
Tabiin kuþaðýný takiben gelen müçtehit imamlar devrinde sarf ve nahivle alakalý çalýþmalara paralel olarak Kur’aný Kerim’i doðru anlamanýn esaslarý da kayda geçildi. Ýmam Þafi, Risale adýný verdiði telifi ile bu alanda ilk eser veren alim oldu (Önemli bir bölümü elfaz bahsinden oluþan fýkýh usulu ayný zamanda bir tefsir usuludür.). Zamanla fýkýh usulunden ayrý olarak ulum’u Kur’an literatürü oluþtu. Bütün bunlardan gaye, Kuranýn her asra, her topluma hitap eden “evrensel hakikatlerini” idrak etmenin belli bir disiplin çerçevesinde yapýlmasýnýn gerekli olduðunu göstermekti. Zerkeþi(794/1392) ve Suyuti’nin (911/1505) önceki örnekleri de dikkate alarak telif ettikleri “Ulumu’l-Kuran”la ilgili eserleri Kuran ahkamýnýn “gayelerinin” anlaþýlmasý sürecinde ortaya çýkabilecek batýnî ve lâdînî tefsir anlayýþlarýný bütünü ile tasfiye etti.
Alimlerin muradý ilahiyi doðru anlama sürecinde, Kur’an ve Sünnet’i temel alarak tesbit ettikleri esaslar, Ýslam geleneðini oluþturdu. Tecdit/unutulan Ýslami esaslarýn ihyasý, geleneðin içinde onun dinamikleri dikkate alýnarak yapýldý. Tecdit kapsamýnda deðerlendirilen bütün açýlýmlarýn özünde “Ýslami bir asl”ýn olmasýna ve bu aslýn ölçü kabul edilerek yenilemenin yapýlmasýna özen gösterildi. Çünkü vahiy olan Kur’an’ý Kerim yine vahiyle/asýlla yenilenebilir. Bu yüzden Ýslami referanslardan mahrum olan her yenileme hareketi bidat olarak deðerlendirildi. Allah Rasul’unün ifadesiyle bidat da, dalalettir.
Ýslami bir asýldan mahrum olan, Kur’an’ýn ne söylediðini anlamaktan ziyade ideolojisini Kur’an’a tasdik ettirerek meþruiyet kazanmayý amaçlayan ve bu yüzden de muradý ilahiyi doðru kavrayamayan anlayýþ usulleri içinde -bu gün itibariyle- en etkin olaný tarihselciliktir. Kur’an’ýn, lafzýný devre dýþý býrakarak ‘evrensel’ duruþunu ihlal eden tarihselcilik kavram olarak Ýslam’ýn ve genel manada dinin dýþýnda doðmuþtur. Kökleri Eski Yunan’a kadar uzanan felsefi bir gelenekten gelmektedir. Son hükümden, “tarihselcilik, Yunan’dan günümüze kadar bütün zamanlarýn mütedavel idrak sistemidir” türünden bir mana çýkarmak doðru deðildir. Zira bugünkü versiyonuyla tarihselcilik, aydýnlanma devrinde Hristiyanlýk içinde dinin deðerlerini koruyabilmek için bir anlama biçimi olarak þekillenmeye baþlayan ve ilerleyen zaman içerisinde Dilthey, Martin Heidegger ve Gadamer gibi düþünürlerle farklý perspektifleri içine alan bir modern çað düþünce biçimidir.
Zorlama referanslarla Kur’an’la iliþkilendirilen tarihselcilik; Ýslami cephede Fazlurrahman, Hasan Hanefi, Muhammed Arkoun, Nasr Hamid Ebu Zeyd, Emin el-Huli gibi modernist kimlikli araþtýrmacýlarla temsil imkaný bulmuþtur.
Biz bu makalede, kýsaca tarihselciliðin menþeini, Batý’daki uygulanýþ þeklini, oryantalistler tarafýndan farklý bir forma aktarýlarak Kur’an’a tatbik ediliþini ve müslüman modernistlerin bu noktada yaþadýklarý düþünce kýrýlmalarýný teþhis ve tenkit ettik. Bütün bu ameliyeler içerisinde hareket ederken ilmin ahlakýna da sadýk kaldýk. Peþinen bir “yanlýþ” kabul edip sonra da bütün okumalarý o yanlýþý çürütmek için “delil” toplamaya teksif etmedik. Fakat Allah Teala’nýn ayetlerine Efendimiz’in (s.a.v.) hadislerine uymayan her anlayýþýn yanlýþ olduðunu, hakikate yalnýz bu iki kaynaktan hareketle varýlabileceðini tartýþmasýz doðru olarak benimsedik.
BATIDA TARÝHSELCÝLÝK
Aydýnlanma Felsefesinin icat ettiði “akýl dini” Ýlerlemeci Tarih Anlayýþýnýn etkisiyle kiliseyi hurafelerin mahþeri olarak niteledi. Güçlü muhalefete uzun zaman dayanamayan kilise hakimiyetini kaybetti ve neticede egemenlik kiliseden akla geçti.
Ortaçaðda kilise, düþünenleri yargýlarken, Aydýnlanmaya gelindiðinde düþünmenin ölçüsünü yitirenler kiliseyi yargýladýlar.
Mitolojilerin içinde hurafeleþen dini yeniden okumak gerekliydi. Fakat akýl yeni okumada öylesine kinci davrandý ki, geçmiþin intikamýný alayým derken bütünüyle vahyi de reddetti.
Din -akýl çatýþmasýnda kilisenin yanýnda yer alanlar, dini makulleþtirme adýna tarihselciliði icat ettiler ve Ýncil’deki anlatýmlara tatbik ettiler. Buna mecburdular. Çünkü sürekli kutsanan Ýsa (a.s.) insani kimliðini kaybetmiþti. Onun yeniden keþfedilebilmesi tekrardan yeryüzüne indirilmesine yani uluhiyetten beþeriyete taþýnmasýna baðlýydý. Bu Onun cemiyetin bir parçasý haline getirilmesi/anlaþýlmasý için zorunluydu. Zira bütünüyle efsaneye dönüþtürülen mevcut Ýncil’le Hz. Ýsa’yý (a.s.) insan suretinde anlamak mümkün deðildi.[3] Bu yüzden Kilise tarihselci bakýþ açýsýyla Hz.Ýsa’nýn (a.s.) dönemine gidip söylediklerini o günün konjonktürü içerisinde anlama sürecini baþlattý. Tarihselcilik Pozitivist akla tarih üstü, insanüstü Hz. Ýsa’yý (a.s.) anlatamayan kilisenin doðrudan yanlýþý ayýklama hareketidir. Fakat çýkýþ noktasý aklýn saldýrýlarýna bir reaksiyon olduðundan nihai gayeye ulaþamamýþtýr.
Reform yanlýþta yapýlýr. Kilise yanlýþ olduðunu ya da yanlýþ yaptýðýný kabul etmiþ olmalý ki böyle bir ameliyeyi bizzat baþlattý ya da destekledi. Yeni Platonculuk, Patristik, Skolastik felsefe derken aslýndan uzaklaþan Hristiyanlýk, tarihselcilikle asla dönüþ hareketini baþlattý. Tarihselleþtikçe içindeki beþeri motifleri ayýkladý. Üstat Necip Fazýl’ýn ifadesiyle rýhtýma kadar geldiler fakat kurtarýcý adýmý atamadýlar. Yani yaklaþtýlar fakat doðrularýn gemisi Ýslam’a binemediler.
BÝZDE TARÝHSELCÝLÝK YA DA MUTLAK DOÐRUYU MUTLAK YANLIÞ ANLAMA USULU
Batýda geliþtiði þekliyle bu seküler tarihselci yaklaþým daha sonra müsteþrikler tarafýndan Kuran’a uygulandý.[4] Müsteþriklerin tarihsel açýdan Kuran’a yaklaþýmlarýný Rudi Paret’in ‘Kuran Üzerine Makaleler’inde ve Montgomery Watt’ýn ‘Hz.Muhammet’in Mekke’sinde[5] görmek mümkündür. Örneðin Rudi Paret, malum eserinde þunlarý söyler: ‘Kuran’ý anlamaya giden en kestirme yol tarihsel bakýþ açýsýndan geçmektedir. Bu yolu izlerken Kuran’i tebliðleri hemen genel geçer mutlak ifadeler olarak kabul etmemek gerekir. Kur’anî ifadeler yedinci asrýn þartlarýna karþý Peygamberin takýndýðý somut tarihsel duruþun tezahürleridir.”[6]
Batý-bilimi ve Batýlýlarýn Kuran’a bakýþlarý müstemleke kompleksine kapýlan bazý Müslümanlarý garip hallere soktu. Kur’an’a karþý müsteþrik ve müstaðrip koalisyonu oluþtu. Bu noktada bilimsel Kuran tefsirleri zuhur etti! Seküler ifadelere Ýslam kýlýfý geçirildi. Batý biliminin metodu, felsefesi, tarihselciliði tahlil edilmeden alýndý ve Kuran’ý anlamada kullanýldý.
Kainatýn ilahi bir müdahaleye uðramadan, kendiliðinden oluþtuðunu söyleyen pozitivist Batý bilimiyle, kainatýn Allah’ýn eseri olduðunu söyleyen Kuran nasýl anlaþýlabilirdi? Vahyi inkar temeline dayanan pozitivist bilimle vahyi anlamak ihya ya da tecdit hareketi diye isimlendirilebilir miydi? Müslüman modernistler bütün bu olmazlar içinde olurlar inþa ettiler.
Kur'an Oluþ Deðil Olduruþtur
Müslüman Modernistlerin müsteþriklerden ödünç alarak Kur’an’a uyguladýklarý tarihselcilik, nesnelerin ve onlara muhatap olan öznelerin tarih içerisinde sürekli bir deðiþim içinde olduklarý, bu deðiþimin tarihi ve tarihi yapanlarý tarihselleþtirdiði görüþü çerçevesinde bir anlam kazanmaktýr. Tarihselcilik Kuran’ý anlamada “merkez fikir” yapýldýðýnda Kuran tefsirine dair öncekilerden bütünüyle farklý yeni bir usul ortaya çýkmaktadýr. Þöyle ki: Ayet lafýzlarýnýn ifade ettiði mana her an farklýlýk ifade edecek, buna paralel olarak hitab-ý Ýlahîye muhatap olanlar da sürekli farklý bir kimlikle Kuran’ýn karþýsýna çýkacaklardýr. Çünkü insan tarihseldir. Onun tarihselliði sürekli bir deðiþim içerisinde olduðunu gösterir. Kuran deðiþen insanýn hayatýna konuþabilmek için bu deðiþime ayak uydurmak zorundadýr.
Tarih, insani oluþ ve buluþlardan ibarettir. Bütün tarihselci yaklaþýmlar da tarihsel olmanýn insana ait olmak anlamýna geldiðini benimserler. Tarihin tabi mecrasýndaki insani oluþlarla alakasý olmayan Kur’an’ý Kerim’in tarihsel olduðunu kabul etmek tarihselciliðin kendini izah ediþi ile çeliþir. Ya da Tarihselciler bu ameliyeleri ile Kur’an’ýn ilahiliðini reddetmektedirler.
Kur’an-ý Kerim, tarihin içindeki bir oluþ deðil bilakis tarihin içene gelen ve ona müdahil olan ilahi bir olduruþtur. Belli bir tarihte gelmesine raðmen, yaþayan ve yaþayacak bütün insanlara konuþur. Aksi takdirde Allah Teala’nýn tarihin belli bir devresinde yaþayan insanlarýn kurtuluþlarýný istediði, sonraki insanlara hitap etmediðinden onlarýn kurtuluþlarýný önemsemediði anlamý ortaya çýkar ki bu da ilahi adaletle baðdaþmaz. Yine Kur’an’ýn tarihsel olduðunu iddia etmek belli bir zaman geçtikten sonra –örneðin risaletten sonra- Kur’an’ýn hakikat ifade etmediðini söylemek anlamýna gelir.
LEVH-Ý MAHFUZ
Tarihselcilerin Kur’an yaklaþýmlarý, Ulum-u Kur’an (Kur’an Ýlimleri) ile olduðu gibi, Kur’an’ýn kendini ifade ediþi ile de çeliþmektedir. Çünkü, Kur’an, þer-i dilin meþhur ifadesi ile “Levh-i Mahfuz”dan[7] yani her þeyin yazýldýðý ve tarihi/insani hiçbir gücün müdahil olamadýðý varlýk sahifesinden[8] dünya semasýna indirilmiþtir. Bu konuda alimler arasýnda ihtilaf yoktur. -Ýhtilaf, sadece iniþin keyfiyeti hakkýndadýr.-[9] Ýhtilaf olmamasýnýn nedeni ise bizzat Kur’an’ýn -asýl itibariyle- ‘Levh-i Mahfuz’da olduðunu ifade etmesidir: ‘Hayýr o þerefli bir Kur’an’dýr. Levh-i Mahfuzdadýr.[10] ‘O, elbette deðerli bir Kur’an’dýr. Korunmuþ bir kitaptadýr (Kitab-ý Meknun/Levh-i Mahfuz).’[11] Melek iþte o ‘Levh-i Mahfuz’dan aldýðý ayetleri Allah Rasulüne indirmiþtir.[12] Bütün bu ayetler ortada dururken Kur’an’ý, kültür içerisinde þekillenen tarihi/insani bir metin olarak kabul etmek daha sonra da tarihselciliðin anlayýþ ve kavrayýþ disiplini içerisinde Onun anlamýný buharlaþtýrmak için Levh-i Mahfuz’da önceden var olduðunu inkar etmek[13] ilmi bir tavýrdan öte oryantalist ezberlere sadakat göstermektir.
Ayetlerin Hususi Ýniþ Sebepleri
Bazý Ayeti Kerimelerin bir takým tarihi sebeplere baðlý olarak inmeleri (esbab-ý nüzül) Levh-i Mahfuz gerçeði ile çeliþmez. Zira hususi bir sebeple inen ayetlerin anlamlarý umumidir. Hususi sebepler baðlamýnda nazil olmalarý ise, bir çok hikmete vabestedir. Bu noktada þunlar söylenebilir: Ayetin ifade ettiði hükmün bir hadise üzerine gelmesi, vicdanlarda itirazsýz bir þekilde kabul edilmesine etki eder. Ýffetli bir insana iftirada bulunan müfteriye seksen deðneyi vurmayý amir olan ayet Abdullah b. Übeyy’in organize ettiði bir grup insanýn Hz Aiþe’ye iftirada bulunmasý üzerine inmiþti. Cezanýn mahiyeti hadisenin çirkinliði ile iç içe deðerlendirildiðinde hükmün ne kadar isabetli olduðu itiraza mahal vermeyecek þekilde kabul görür. Bir diðer hikmet ise, inen ayetlerin sebebi nüzülle temsil imkanýna kavuþmasýdýr. Efendimiz (s.a.v.) teblið ettiði her meseleyi ayný zamanda ameli planda pratize de etmiþtir. Bu, dinin doðru anlaþýlmasý ve kolay kavranabilmesi için önemlidir. Diðer dinler bu fýrsattan yoksun olduklarýndan uygulamada bir çok eksikle yüz yüze olmuþlar ve bu yüz yüze oluþ tahrif edilmelerinde etkili olmuþtur. Sebebe baðlý olarak inen ayetlerin kolay kolay unutulmamalarý, sürekli hafýzalarda canlý kalmalarý sebebi nüzülün bir diðer hikmetidir. Tadat edilen bu hikmet zarfýna daha farklý hususiyetler de eklenebilir. Fakat bu hususiyetlerden hiç biri ayetlerin ‘Levh-i Mahfuz’da önceden var olduðu gerçeði ile çeliþmez. Çünkü ‘nüzül sebebleri’, ayetlerin var oluþ sebepleri deðil, daha iyi kavranmalarýnýn nedenleridirler.
Önce Kur'an Vardý
Kur’an haber verdiði bütün hadiselerden önce, Kuran olarak, Levh-i Mahfuz’da vardý. Yani Onun sebeblere/hadiselere önceliði vardýr. O sonlu ve sýnýrlý bir aleme sonlu ve sýnýrlý yaratýklar için gönderilen ezeli hakikatin bilgisidir.
Kelamullah olan Kuran’ý esbab-ý nüzül çerçevesinde deðerlendirirken Onun kültürel amillerin etkisi ile oluþtuðunu, dolayýsý ile tarihi deðerler ihtiva ettiðini iddia etmek peþinen Onu hadis ( sonradan olan ) kabul etmek anlamýna gelecektir. Kelam-ý Ýlahinin hudusuna hükmetmek, peþinen o kelamýn sahibi olan Allah Teala’ya da hades isnat etmek demek olacaktýr. Halbu ki O, hades dahil bütün noksanlýklardan münezzehtir. Ayrýca sonradan olan þeyler sonradan olan varlýklara aittirler.
Þu da bilinmelidir ki Cenab-ý Hakk’ýn iradesinin, fiillerine önceliði vardýr. Yani bir þey yaratýlmadan önce bilgi olarak O’nun katýnda ezeli bir surette mevcuttur. Alem yaratýlmadan, yani ‘kün’ (ol) emrinden önce alemin yaratýlacaðý Allah Teala katýnda malumdu. Buna göre, alemin yaratýlmýþ olmasý, ona iþaret eden ‘kün’ emrinin mana ve lafýz itibarýyla yaratýlmýþ olduðuna delalet etmez. Çünkü Ýlm-i Ýlahinin varlýklara önceliði vardýr.[14] Bu yüzden, her þeyin yazýldýðý varlýk sahifesi olan Levh-i Mahfuzun, Kur’an’ý önceden ihtiva ettiðini anlamamak oryantalist ezberleri deðiþmez sabiteler olarak kabul etmekten baþka türlü izah edilemez. Halbuki Kur’an’ýn deðiþmez hakikat kabul edildiði Ýslam irfan geleneðinde Levh-i Mahfuz her þeyin öncesinde mevcut kabul edilmektedir. Eðer tarihselciler deðer yargýlarýný, anlayýþ usullerini þekillendirirken Ýslam irfan geleneðini dikkate alsalardý, Levh-i Mahfuz’un her þeyin öncesinde var olduðunu kolayca kavrayacaklardý. Nitekim doðru duruþlarýndan dolayý hadiseyi kolayca kavrayan Sünnet ve Cemaat alimleri ‘Levh-i Mahfuz’u, her türlü bilginin ilk kaynaðý kabul etmiþlerdir. Bu yüzden tarih kitaplarý kronolojik soydan mahlukatýn yaratýlýþýný anlatmadan önce Levh-i Mahfuz’un hakikatinden bahsederler.[15]
Kur'an'ýn Evrensel Duruþu Bedihidir
Kur’an’ý Kerim’in, Levh-i Mahfuz’da önceden var olmasý onun nüzül gerçeðini isbat, tarihsellik iddiasýný ise ait olduðu küfür fideliðine iade eder. ‘Eþya zýddý ile kaimdir.’ kaidesinden hareketle tarihselciliðin tekzibi, buna mukabil evrenselliðin tasdiki güçlü bir hakikat olur. Bu hakikat zarfýna bir de Kur’an’ýn açýkça evrensel olduðunu ifade eden ayetler eklendiðinde, mesele bedihi bir gerçek suretinde inkiþaf eder. Kuran-ý Kerim’in evrensel olduðunu açýkça ifade eden ayetlerden bir kaçý þöyledir:
‘Alemlere bir uyarýcý olsun diye kuluna Furkan’ý indiren Allah’ýn þaný yücedir.’[16] Bu ayet, Kuran’ýn ve ilk muhatabý Allah Rasul’ünün belli bir zaman, coðrafya ve milletle sýnýrlý olmadýðý, bilakis Onunla ayný asrý paylaþanlar dahil kýyamete kadar gelecek bütün ins ve cinni kapsadýðý, yani tarih üstü olduðu gerçeðini ifade eder.[17]
‘O (Kur’an), bütün alemler için ancak bir uyarýdýr.[18] Yani sadece indiði toplumu deðil, bütün alemleri irþad etmek onun uhdesindedir.[19] Daveti zaman ve mekanla sýnýrlý deðildir.
‘Kuþkusuz o alemler için bir zikirdir.’[20] Zikr Hakim olan Kur’an’ý Mübin, bütün mükelleflere þamil bir kitaptýr.[21]
Açýkça evrensel olduðunu beyan eden Kur’an, ihtiva ettiði hükümleri de evrensel ölçülerde vaz etmiþtir. Bu baðlamda Onun hükümlerinin evrenselliði bir yönü ile Hz Adem’e, bir yönü ile de kýyamete uzanýr. Hz. Ýbrahim’in Müslüman olarak tavsifi, -özel durumlar hariç- semavi dinlerdeki bir çok hakikatin deðiþmeden Ýslamda da var olmasý, bütün Ýlahi dinlerin Ýslam üst baþlýðýnda cem ediliþi, Ýlahi Hitabýn öz itibariyle deðiþmeden bütün zamanlarda ayný kaldýðýný göstermektedir. Bu yüzden ‘Þer’u men kablena’ (bizden önceki Peygamberlerin þeriatý) bir çok konuda Müslümanlarý da baðlamaktadýr. Nitekim Kur’an’ý Kerim bu konuda þunlarý söylemektedir:’Sana ancak senden önceki peygamberlere söyleneneler söylenmektedir.’[22]
Bizzat Kur’an, Ýslam’ýn, önceki rasullerin þeriatlarý ile bir çok konuda ayniyet ifade ettiðini söylemesine ve fukaha da hükme medar olan kaynaklarý sayarken, ‘Þer-u menkablana’yý dikkate almasýna raðmen, çýkýp da Kur’an’da ki hükümlerin önceki þeriatlara benzemesi, Onun tarihselliðine iþaret eder demek, Kur’an’ý anlamamak için ýsrar ediþten baþka türlü izah kabul etmez.
DOÐRU ANLAYAMAYANIN YANLIÞ HÜKMÜ
Tarihselcilerin, Kur’an’ý Kerim’in tarihselliðine delil gösterdikleri tarihi þahýs ya da olaylarla ilgili ayetler, gerçekte ya genel hükümler için verilen örnekler ya da deðiþmez sembollerdir. Söz konusu ayetlerde geçen semboller ya meseleyi Müslümanlarýn zihninde müþahhaslaþtýrmak ya da hadiseye baðlý olarak -örneðin Tebbet Süresi- onlara moral vermek içindir. Bu çerçevede Fravun’la Ebu Leheb ayný gerçekliðe sahip küfrün sembol þahsiyetleridirler. Bu yüzden Kuranýn belli bir tarih içinde inmesi, bazý tarihi þahsiyetlerden bahsetmesi, evrenselliðini ihlal etmez. Çünkü, O fýtrat itibarýyla baþkalaþmayan insana hitap etmektedir. Ýnsan; konuþmasýyla, gülmesiyle, düþünmesiyle her devirde aynýdýr. Nitekim “Tebbet” suresinin adýna indiði “Ebu Leheb”, karakter olarak bütün zamanlarda yaþamaktadýr. Bu yüzden surede adý geçen þahsýn “tarihi” olmasý, sureyi tarihselleþtirmez. Çünkü Kur’an’ý Kerim, tarihi bir duruþtan bahsederken ayný zamanda ondan evrensel hakikatler de çýkarmaktadýr. Bu baðlamda ‘Tebbet Suresi’nin evrensel hakikatlerine dair þunlar söyleyenebilir: “Ebu Leheb” karakteri, ahlaki bakýmdan bozuk olacak, Ýslam’a ve insanlýða ihanet edecek, zulümle abad olacak, fakat kazandýklarý dünya ve ahirette ona fayda vermeyecek, periþan bir halde cehenneme girecektir.
Tarihi þahýslardan bahseden ayetlerde, yaþayan ve yaþayacak olan bütün insanlara dair, öðütler, ibretler ve deðiþmez ilkeler vardýr. Hadisenin bu boyutunu keþfedemeyen Modernist Müslümanlarýn, “tarihi” hadiselerden bahseden ayet ya da sureleri, tarihselciliðe delil göstermeleri, Kurana Fahreddin-i Razi’nin zaviyesi (evrenselliði ifade eden ayetlerin izahýna bakýlabilir) yerine, Rudi Paret’in ya da Watt’ýn perspektifiyle bakmalarýndan kaynaklanmaktadýr. Dolayýsýyla yanlýþ, görülende deðil, görendedir. Bu yüzden yanlýþýn izalesi için deðiþmesi gereken Kuran deðil, modernistlerin duruþlarýdýr.
Kur’an’ýn, ilk muhataplarý olan Ashab-ý Kiram’ýn bildikleri nesnelerden hareketle genel hükümlere ulaþmasý -hurma aðacýndan bahsedip kara yemiþten bahsetmemesi ya da deveden bahsedip ayýdan söz etmemesi- de Onun tarihselliðine iþaret etmez. Çünkü, Kur’an’ýn gayesi ne mutlak olarak hurmadan ne de deveden bahsetmektir. Asýl gaye, Cenab-ý Hakkýn (c.c.) yaratýcý oluþuna ve canlýlarýn yaratýlýþlarýndaki sýrlara dikkat çekmektir. Hadiseye gaye çerçevesinden bakýldýðýnda, hurma ya da devenin tarihsel deðil evrensel gerçekliðe iþaret ettikleri görülecektir.
Bazý ayetlerdeki, muþahhas hitaplardan hareketle Kur’an’ý Kerim’in tarihselliðine hükmedenlerin Arap Dilin mantýðýný idrak etmekten aciz olduklarý aþikardýr. Nitekim tarihselcilerin anlayýþ usullerine delil gösterdikleri ‘Ey Nebi’ diye baþlayan- özel durumlar müstesna- ayetler, Cenab-ý Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) olduðu gibi, Onun temsil ettiði ümmet kadrosuna dahil herkese þamildirler. Madem O Rasuldur, risaletin gereði olarak Ona söylenenler, temsil ettiði kitle içinde geçerli olmalýdýr. Nasýl ki bir kurumu temsil eden þahsa yöneltilen ‘Ey falan’ hitabý, aslýnda onun þahsýnda bütün kurum üyelerine þamildir. Devlet baþkanýn bütün reayasýný temsil etmesi de bu çerçevede deðerlendirilir. Aslýnda sadece ‘Ey Nebi’ diye baþlayan ayetlerin deðil, Kur’an’ý Kerim’in tamamýnýn ilk muhatabý Allah Rasulu’dür (s.a.v.) . Bu durumda, bütün ayetler Hz Peygamber’e (s.a.v.) hitap ediyor, dolayýsýyla onlarla diðer insanlarýn amel etmeleri doðru deðildir mi diyecekler?! Gerçekten ne kadar çürük bir idrakle karþý karþýyayýz. Allah Rasul’unun (s.a.v.) vahiyle olan münasebeti bu çerçevede olmasaydý, risaletin diðer beþeri vasýflardan ne tür bir farký olabilirdi.? Gerçekten tarihselciler hadiseyi mi kavrayamýyorlar yoksa Efendimiz’in (s.a.v.) onlar ve bütün insanlýk adýna vahye muhatap olmasýný içlerine mi sindiremiyorlar? Bilemiyorum, açlýk, susuzluk gibi fýtrý bir bilgiyi inkar edenlere ne söylenebilir ki? Hadise çok açýk. Öyle ki isbat deðil inkar delile muhtaç. Fakat, birileri ezberlerini bozamýyor. Ulemayý Kur’an’ý bütüncül tefsir edememekle itham edenler[23], Kur’an’ý tefsir ederken sadece oryantalistlerin gör dediklerini görüyorlar. Nevarki, oryantalizmin görülmesini kendilerinden talep ettikleri ayetleri Kur’an bütünlüðü içerisinde deðerlendirebilseler (önceki sayfalarda dökümünü verdiðimiz) yine de ayetler onlara Kur’an’ýn evrensel olduðunu anlatacaktýr.
Kur’an’ýn Yalnýz Nüzül Dönemine Hitap Ettiði Ýddiasý
Allah’ýn (c.c.) Kur’an’ýnda yalnýzca nüzül döneminde ve coðrafyasýnda yaþayan Araplara hitap ettiðini iddia eden Ýlhami Güler, söylediklerine delil olarak þu ayetleri gösterir: ( 6.En’am, 92; 36. Yasin, 6; 42. Þura,7) Bir paragraf aþaðýda da, ‘Ey insanlar..’, ‘Ey inanlar…’ diye baþlayan hitap ayetlerinden Kur’an’ýn evrenselliðini anlayanlarý arapça bilmemekle itham eder.[24]
Tashih Bir
Ýlhami Güler’in Kur’an’ýn yalnýzca nüzül döneminde ve coðrafyasýnda yaþayan Araplara hitap ettiði iddiasýna delil olarak gösterdiði; ‘Bu da kentlerin anasýný (Mekke’yi) ve çevresindekileri (þehirleri) uyarman için sana indirdiðimiz feyz kaynaðý ve kendinden öncekileri doðrulayýcý bir kitaptýr.’[25] ayeti hakkýnda onun sevdiðini tahmin ettiðim Reþid Rýza ( Muhtemel sevgisi, Reþid Rýza’nýn modernizmin ilk üç atlýsýndan sonuncusu olmasý hasebiyledir.) þunlarý söylemektedir: Ayette geçen ‘Ve men havleha’dan (Mekke’nin çevresindekiler) maksat Ýbn Abbas’tan da rivayet edildiði gibi bütün yeryüzü halkýdýr. Nitekim Mekke yerine ‘Ummu’l-Kura’ (Þehirlerin anasý) ifadesinin kullanýlmasý da bu manayý desteklemektedir. Bugün net bir þekilde görmekteyiz ki, insanlar yeryüzünün ona yakýn ve uzak her köþesinde içinde Beytullah olan ‘Ummu’l-Kura’ya yönelerek namaz kýlmaktadýrlar. Bu da bütün yeryüzü halkýnýn ‘Havleha’ya (Mekke’nin çevresi) dahil olduklarýnýn kanýtýdýr.[26]
Modernistlerin bu ayet üzerinden ulaþtýklarý tarihselci yorum, Kur’an’ý okurken oryantalistlerin ve bilcümle Allah (c.c.) ve Rasul (s.a.v.) düþmanlarýnýn gör dediklerini gördükleri ve tefekkürlerini bu çerçevede örgüleþtirdiklerinin þahitlerindendir. Nitekim Kur’an’ýn Arap Yarýmadasýnda yaþayanlarla sýnýrlý olduðunu ilk defa Yahudiler iddia etmiþlerdir. Her ne kadar yukarýdaki nakiller böyle bir anlamaya imkan vermiyor olsa da muhal farz, bu iddiayý, yani ayetin Allah Rasulu’nün (s.a.v.) risaletinin Kur’an’ýn indiði coðrafya ile sýnýrlý olduðu hezeyanýnýn kabulu, Onun diðer bütün insanlara gönderildiði gerçeðini ortadan kaldýrmaz.[27] Çünkü Onun risaletinin zaman ve mekan üstü oluþu diðer ayetlerle sabittir. Nitekim bu surenin 19. ayetinde Canab-ý Hak þöyle buyurmaktadýr: ‘Ýþte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriþtiði herkesi uyarayým diye vahy olundu.’[28]
Tashih Ýki
Yazarýn, Allah’ýn Kur’an’ýnda yalnýzca nüzül döneminde ve coðrafyasýnda yaþayan Araplara hitap ettiði iddiasýna delil getirdiði ‘Babalarý uyarýlmamýþ, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmýþ bir toplumu uyarman için (seni gönderdik)’.[29] ayete ise iki türlü anlam vermek mümkündür. Birinci anlam ayette geçen ‘Ma ünzire’de (uyarýlmayan)ki ‘ma’ yý nafiye kabul ederek verilir ki, yukarýdaki meal buna göre verilmiþtir. Ýkinci ise ‘ma’ ya olumlu anlam vermekle olur. Bu durumda ise ‘ma’, ya mastariyye ya da ‘ellezine’ anlamýnda ism-i mevsul kabul edilir. Buna göre manalar þöyle olur: ‘Gaflet içinde kalmýþ atalarýnýn uyarýldýðý gibi…; Gaflet içinde kalmýþ atalarý uyarýlan bu toplumu uyarman için…’ [30]
Fahreddin Razi ayetin, biri babalarýn uyarýldýðýný diðeri ise uyarýlmadýðýný söyleyen birbirine zýt iki tefsirinin nasýl anlaþýlabileceðine dair oluþacak mukadder suale karþý þunlarý söylemektedir: ‘Ma’ yý olumsuz/nafiye kabul etmemiz durumunda mananýn ‘Babalarý uyarýlmayan…’ þeklinde olmasý, önceki atalarýnýn peygamberler tarafýndan uyarýlmýþ, yakýn dönem babalarýnýn ise uyarýlmamýþ olduðu gerçeðine engel olmaz.[31] Kaldý ki, Araplarýn önceki babalarýndan bu tarafa uyarýlmamýþ olduklarýný söylemek tarihi gerçeklerle çeliþmektedir. Zira Araplar, Ýbrahim Peygamber’in çocuklarýdýr. Ayrýca Ben-i Ýsrail’in bütün rasulleri de onlarýn amca oðullarýdýr. Hem nasýl olur da Allah Teala Hz Adem’den Efendimizin risaletine kadar olan uzun zaman diliminde bir milleti din ve þeriattan yoksun býrakýr.[32] O halde Ma’nýn nafiye olarak alýndýðý durumda anlam; ‘önceki rasul’un yolundan saptýktan sonra uyarýlmayanlar’ þeklinde olur ki, bu durumda Yahudi ve Hýristiyanlarda bu anlama dahildirler. Zira yakýn dönemdeki atalarý sapýttýktan sonra onlar da uyarýlmamýþlardýr. Bu da Allah Rasul’ünün bütün insanlara gönderildiðinin delilidir.[33]
‘Ma’nýn nafiye kabul edilmemesi durumunda ‘Babalarý uyarýlmayanlarý uyarman için…’ þeklinde oluþan anlamýn sýnýrlandýrma bildirdiðini ve bu sýnýrlandýrmanýn Efendimiz’in risaletinin Arap Yarýmadasý ve Araplarla sýnýrlý olduðunu, babalarý peygamberler tarafýndan uyarýlan Ehl-i Kitab’ý kapsamadýðýný gösterdiðini söylemek öncelikle Arapça bilmemeye, ikinci olarak da Kur’an’ý tanýmadan konuþmaya delalet eder. Þöyle ki: Risaletin, babalarý uyarýlmayanlara tahsisi/sýnýrlandýrmasý babalarý uyarýlanlarý kapsam dýþý býrakmaz. Zira tahsis, özel anlamýnýn dýþýndaki manalarý geçersiz kýlmayan bir sebebe sahipse, bu durumda sýnýrlandýrdýðý anlamýn dýþýnda kalan manalarý geçersiz kýlmasý gerekmez. Burada o sebep mevcuttur. Çünkü Mekkelilerin uyarýlmalarý, Ehl-i Kitab-ýn uyarýlmasýndan daha evladýr. Zira Mekkeli müþriklerin uyarýlmasý tevhit ve haþr hususunda iken Ehl-i Kitab’ýnki risalet-i inkar sebebiyledir. Bundan dolayý müþriklerin burada zikredilmesi daha uygundur. Tahsis de baþka açýdan deðil, sadece bu noktadan dolayý gerçekleþmiþtir. Nitekim ‘En yakýn akrabalarýný uyar’[34] ayetindeki tahsis de bu çerçevede deðerlendirilmektedir. Kimse çýkýp da ayetten hareketle “Cenab-ý Peygamber” (s.a.v.) sadece akrabalarýný uyarmakla emrolundu. Onlardan baþkalarýný uyarmasý doðru deðildir’ türünden bir tahsise gitmemiþtir/gidemez de.[35]
Ýlhami Güler, tarihselci anlayýþýn Þeyh-i Kebir-i Fazlurrahman’ýn ýsrarla üzerinde durduðu bütüncül tefsir perspektifini yakalayabilseydi, en azýndan ayeti yanlýþ yorumlayýp, Efendimiz’in risaletinin sadece Araplarla sýnýrlý olmasý gibi, yanlýþ bir yargýya varmamýþ olurdu. Nitekim, ‘Ey Ehl-i Kitab! Peygamberlerin arasýnýn kesildiði bir dönemde bize ne bir müjdeci, ne de bir uyarýcý gelmedi demeyeseniz diye, size açýkca anlatan peygamberimiz gelmiþtir. Ýþte böylece size müjdeci de uyarýcý da gelmiþ.’[36] ayetinden hareketle Kur’an’ýn Ehl-li Kitab’a da gönderildiðini, ‘Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve uyarýcý olarak gönderdik.’ [37] ayetinden hareketle ise Kur’ani tebliðin zaman ve mekanla sýnýrlý olmadýðýný anlayacaktý.
Ýlhami Güler tefekkur etmek, hakikati anlamak, tarihselcilik iddialarýna kanýt toplamak ya da okunan her bir harfe on hasene müjdeleyen hadis-i þerif gereði sevap kazanmak için Yasin Suresini en son ne zaman okudu bilemiyorum. Fakat ‘Ýnzar’[38] ayetinden hareketle Kur’an’daki Ýlahi Hitabýn Araplarla sýnýrlý olduðunu iddia etmesi yakýnda okumadýðýný göstermektedir. Ya da okumuþ olsa bile ezberlerine aþýrý sadakatten dolayý murad-ý ilahiyi görmemiþ olmalýdýr. Zira, Yasin’i Þerif’in yetmiþinci ayetinde Cenab-ý Hak Kur’an ya da Allah Rasul’unun gönderiliþ gayesinin yaþayan herkesi uyarmak olduðunu izhar etmektedir. Söz konusu ayette geçen ‘men’ lafzý Ýsm-i mevsuldur. Ýsm-i mevsullerde umum ifade ederler. Buna göre umumilik ifade eden ‘men’in sýnýrlý olduðunu bildiren bir muhassýs/sýnýrlandýran olmadýðý müddetçe ‘men’ umumiyet ifade eder ki bu durumda ilahi hitab; yaþayan herkesi kapsamýna alýr.[39]
Yazarýn, Kur’an’a dair konuþurken, modernistlerin ýsrarla üzerinde durduklarý bütüncül yorumlamaya riayet etmesi gerekmez miydi? Diyelim yazar Kur’an’ýn bütününü tekrardan okumaya vakit bulamadý. En azýndan Yasin’i okumasý gerekmez miydi? Tabi ki bunlar, onlarýn Kur’an’ý anlayýþ ve ifade ediþ sistemlerine göre yapýlan önerilerdir. Sünnet ve cemaat anlayýþýna göre Kur’an’a dair konuþacak kiþi kimdir, hangi özelliklere sahip olmalýdýr? Bunu bu makale içerisinde, Kur’an’ý anlama usulu çerçevesinde izah edeceðiz.
Hakikat þu ki tek baþýna ‘Ýnzar’ ayeti bile Ýlahi Hitabýn evrensel olduðunu ifade etme noktasýnda yeterlidir. Fakat yazarýn ezber yoðunluðu murad edilen manayý anlamasýna engel olmuþtur.
Tashih Üç
‘Ya Eyyuhe’n-Nas/ey insanlar…’ ifadesinden Kur’an’ýn evrensel olduðunu anlayanlarý, Arapça bilmemekle itham eden yazarýn keþke ne kadar Arapça bildiðini bilmiþ olsaydým. En azýndan yanlýþ yargýlarýnýn Arapça bilmemesinden mi yoksa ezberlerine aþýrý sadakatinden mi kaynaklandýðýný yakinen öðrenmiþ olurdum. Böylece, her söylediðine þüphe ile bakma illetinden de kurtulurdum. Fakat onu tanýmamak bu imkaný elimden alýyor.
Ýyi bir Arapça eðitiminden yoksun olduklarýndan Arapça kaleme alýnan temel eserler yerine genellikle Batýlýlarýn kendi dillerinde neþrettikleri yayýnlarý okumayý tercih eden modernistlerin, gelenek üzerine mütalalarýný okurken sürekli içimde acaba bu görüþü nereden aldýlar, þayet Arapça eserlerden aldýlarsa okuduklarýný doðru anlayabildiler mi türünden bir ukde olagelmiþtir. Ýþte o ukde, her okur gibi benim de “kafa arþivimde” umumiyet ifade lafýzlarý tadat etmemi gerekli kýldý. Baktým ki yine doðru anlayamamýþlar. Halbuki doðru anlasalardý hitaptaki ‘Nas’ kelimesinin lafz-ý cins olduðuna, lafz-ý cinsin de onu sýnýrlandýran bir delil bulunmadýkça cinsin bütün efradýna þamil olduðuna hükmedeceklerdi.[40] Dolayýsýyle ‘Ya Eyyuhe’n-Nas…’ hitabýnýn bütün bir beþeriyeti içine aldýðýný söyleyeceklerdi.
KUR’AN KISSALARI MÜNASEBETÝYLE
Kur’an’ý Kerim’in nüzül dönemi ve coðrafyasýnda yaþayan insanlarýn kültür dünyasýný esas aldýðýný ve onlarýn bildikleri olaylara atýfta bulunduðunu iddia eden Mehmet Paçaçý bu baðlamda þunlarý söylemektedir: ‘Esatiru’l-evvelin olarak Kur’an’ý Kerim’de anlatýlan kýssalarýn Hicaz merkezli çevre medeniyetlerden bahsettiði halbuki uzak bölgelerde yaþayan Maya Uygarlýðýndan (mö 2600-ms 900) veya Oðuz Han Destaný’ndan tek söz ihtiva etmediði aþikardýr. Bu da Kur’an’ýn doðrudan nüzül dönemi insanlarýna konuþtuðunu açýklýkla ortaya koymaktadýr.’[41]
Esatýru’l-Evvelin
Kur’an’ Kerim’deki kýssalarý ‘Esatýru’l-evvelin/öncekilerin masallarý mazrufunda deðerlendiren yazarýn bu deðerlendirmesiyle neyi kastettiðini anlayabilmek için öncelikle esatýr’ýn kulanýmýna bakmak gerekmektedir. ‘Esatýr’ kelimesi ‘satr’ kökünden alýnmýþ bir çoðul sigasý/kipi ( Müntehe’l cumu’) ve ya kendi lafzýndan müfredi olmayan ‘abadid’ gibi bir çoðul ismidir. Bu noktada daha baþka ifadelerde vardýr. Her halukarda ‘esatýr’ kelimesi; nizamsýz/saçma sözler, yalan ifadeler, masallar, hurafeler, faydasýz hikayeler, kitaplardan alýnýp aktarýlan saçma sapan nakiller gibi anlamlara gelmektedir.[42] Nitekim Ýran’da, Rüstem ve benzeri þahýslarla alakalý öðrendiði haberleri Mekke’de pazarlarken ‘Ben size Muhammed’in anlattýklarýndan daha güzelini anlatýyorum diye propaganda yapan Nadr b. Haris, -insanlar ondan uzaklaþsýn diye- Kur’an’a esatýru’l-evvelin/öncekilerin masallarý/yalanlarý derdi.[43] Müþriklerin Kur’an’a bakýþlarý ise, Nadr b. Haris’le ayniyet ifade etmekte idi. Bu yüzden Kur’an’ý Kerim’deki kýssalarý ‘Esatiru’l-evvelin’üst baþlýðýnda toplamak, Mekke müþriklerine ait bir ameliyedir. Çünkü onlar, Kur’an kýssalarýný masallardan, uydurulmuþ sözlerden ibaret görmekte idiler.
Yazarýn, Zülkarneyn ve Ashab-ý Kehf kýssalarýný ‘esatýru’l-evvelin’ olarak nitelemesi -en azýndan bu hususta- Mekkelilerle bakýþ açýsýnýn ayniyet ifade ettiðini göstermektedir. Artýk bundan sonra Kur’an’ýn, nüzül dönemi insanlarýnýn kültürünü dikkate alarak indiðini söylemek kolaylaþacaktýr. Çünkü yeryüzüne yani kültürün içine inidirilen Kur’an için, ileriki adýmlar da ‘Öncekilerin masallarý, onlarý yazdýrmýþ, sabah akþam onlar kendisine okunuyor’[44] demenin önünde hiç bir engel kalmayacaktýr. Zaten yazara göre Kur’an’ý Kerim kýssalarýnýn Maya Uygarlýðý ya da Oðuz Destaný gibi Araplara meçhul olan tarih veya kýssalardan bahsetmemesi vahyin kültürü esas aldýðýný, yani bir anlamda vahyin yaðmur gibi öncelikle yerden göðe ardýndan da gökten yere indiðini göstermektedir (Tasavvur Nasr Hamid Ebu Zeyd’e aittir.). Bu yüzden kýssalar bir anlamda hasýlý tahsildir.
Kur'an Niçin Oðuz Destanýndan Bahsetmez?
Yazarýn kýssalarýn bilinirliði ile alakalý söyledikleri de gerçeðe aykýrýdýr. Çünkü Kur’an’ý Kerim’de anlatýlan kýssalarýn hiç biri ne müþrik Araplar ne de Efendimiz (s.a.v.) tarafýndan Kur’an’da olduðu þekli ile önceden bilinmekte idi. Bu yüzden Cenab-ý Hak (c.c.) Efendimiz’e (s.a.v.) hitaben þöyle buyurmaktadýr: ‘Sana bu Kur’an’ý vahyetmekle biz, sana kýssalarýn en güzelini anlatýyoruz. Gerçek þu ki, daha önce senin bundan hiç haberin yoktu.’[45] Yani yazarýn zannettiði gibi bu kýssalar ne Araplarýn kültürüne göre þekillenen ne de onlara bildiklerini tekrar eden ayetlerden ibaretti. Onlar, Allah Rasul’ünün (s.a.v.) önceden hiçbir mecliste duymadýðý hiçbir metinde okumadýðý hakikatlerdi. Gaybýn haberleriydi: ‘Ýþte bu, sana vahyettiðimiz gayb haberlerindendir.’[46] Madem kýssalar gaybýn haberleridir niçin sadece Mekke ve çevresindeki medeniyetlerden bahsediyor da Maya’dan ya da Oðuz’dan bahsetmiyor diye akla bir soru gelirse, Kur’an o soruyu cevaplama sadedinde þunlarý söylemektedir: ‘Gerçekten de onlarýn kýssalarýnda üstün akýllýlar için bir ibret vardýr. Bu Kur’an uydurulmuþ herhangi bir söz deðildir’[47] Buna göre kýssalarda Maya Uygarlýðý’ndan ya da Oðuz Destaný’ndan bahsedilmesinin insanlarýn uhrevi hayatlarýna yönelik ne tür bir faydasý olabilirdi?!
Kýssalarýn Hikmeti
Bütün bu zihinsel kargaþanýn temelinde modernistlerin Kur’an’a raðmen oluþturduklarý Kur’an tasavvurlarý yatmaktadýr. Gerçekte onlar, Kur’an tasavvurlarýný onun bütünlüðü çerçevesinde geliþtirmiþ olsalardý: Niçin Kur’an’ýn Peygamberler ve onlarýn düþmanlarýný anlatan kýssalarý ihtiva edip de, Maya’dan bahsetmediðinin hikmetlerini anlamýþ olacaklardý. Ancak Kur’an eksenli mütalaalarla anlaþýlabilecek bu hikmetlerden bir kaçýný þöyle sýralamak mümkündür:
1. Hak ile Batýlýn mücadelesini anlatan kýssalar, müminler için ibret vesikalarýdýr. Onlar, Peygamber ve ümmetlerinin Allah yolunda ne tür sýkýntýlara katlandýklarýnýn canlý tanýklarýdýrlar.
2. Kýssalar, Peygamberlerin Allah Teala’nýn dinine davet usullerini, bu süreçteki sabýr ve metanetlerini anlatmaktadýrlar.
3. Kýssalarda, Allah’a iman ettiklerinden dolayý kendilerine kötülük yapýlan fakat buna raðmen hak üzere yürüyüþte kararlýlýk gösteren müminler için örnek alýnacak büyük ruhlu kahramanlarýn hayatlarý vardýr.
4. Kýssalarda, insanoðlunun eðilimleri, mizacý, mizacýnýn çeþitleri ve bunlarýn ferdi ve ictimai hayatý üzerindeki etkileri anlatýlmaktadýr.
5. Kýssalar, Firavun gibi zalimlerin sahip olduklarý mal ve iktidar gücüyle yaptýklarý zulümlerin mutlaka hesabýnýn sorulacaðýndan bahsetmektedir.
6. Kýssalar insan, hayvan, bitki, dünya ve yýldýzlarla alakalý bugün modern bilimin henüz keþfettiði hakikatleri içermektedir.[48]
Ýlahi Olanla Ýnsani Olaný Deðerlendirme
Özelde yazarýn, genelde ise tarihselcilerin kýssalarýn önceden bilinir olmalarýný savunmalarý oryantalizmin öteden beri fýrsatýný beklediði bir ameliyenin de önünü açmýþtýr. O da Kuran-ý Kerimin, kadim medeniyetlere dair anlattýðý kýssalarý, Tevrat ve Ýncil gibi muharref kitaplarla ya da tarihi nakillerle karþýlaþtýrmak/test etmektir.
Muhammet Abduh’un[49] da ifade ettiði gibi; Kurandaki kýssalarýn, Yahudi ve Hýristiyanlarýn yanýndaki, kitaplarda anlatýlan kýssalarla örtüþtüðü dolayýsýyla onlarla test edilebileceði iddiasý, ilmi olmadýðý gibi ahlaki de deðildir. Ayný þekilde, Kuran kýssalarýnýn, tarihi yönünü, tarih kitaplarýnda anlatýlan nakillerle, ispat ya da inkar yoluna gitmek, “ilahi alaný”, “insani alanla” anlama gayretidir. Böyle bir ameliye de ya insaný Allah Teala’dan daha alim kabul etme ya da Kur’an’ý Kerim’in bildirdiði hakikatlerden þüphe duymaya iþaret eder ki her iki yol da küfre çýkar.
Hz. Meryem Meselesi
Ýlahi olan Kur’an’ý beþeri olan metinlerle test etme anlayýþý Müslüman tarihselcilerin bilinç altýnda tarihe tasdik ettirilen ya da ettirilmeyi bekleyen bir Kuran olduðunu göstermektedir. Bu yüzden müsteþriklerin her hangi bir iddiasýndan hareketle pekala Kuran’ý Kitab-ý Mukaddes’le ya da tarihi bir metinle karþýlaþtýrabiliyorlar. Mesela diyorlar ki: Kuran Hýristiyanlarýn Hz.Meryem’i[50] ilah edindiklerini söylüyor. Bu ifade Hýristiyanlarýn inancýna deðil, Hz.Peygamber (s.a.v.) zamanýndaki Müslümanlarýn ya da Araplarýn Hýristiyanlýk hakkýndaki malumatýna dayanýyor. Ayrýca bu ayet Kur’an’ýn “etkin tarihin” tesiri altýnda olduðunu gösteriyor. [51]
Gerçekte ise, -Hz.Meryem meselesindeki- ayet, Müslümanlarýn yanlýþ bilgilerine deðil yanlýþý olmayan Allah Azze ve Celle’ye dayanýyor. Ayrýca tarihi araþtýrmalar da oryantalistleri ve tarihselcileri deðil Kur’an’ýn hükmünü tasdik ediyor. Suat Yýldýrým, “Kuranda Uluhiyet”[52] adlý eserinde Wellhausen ve Blachere gibi müsteþriklerden nakiller yaparak Kur’an’ýn Hz. Meryem’e dair ifadesinin tarihi verilerle örtüþtüðünü anlatmaktadýr.
Kur'an Farklýdýr
Kuran’ýn iniþi, toplanýþý, çoðaltýlýþý, noktalanýþý, kýraatleri, hýfz ediliþi hasýlý bütün yönleri ve tarihi ortadadýr. Fakat Kitab-ý Mukaddes metinlerinin yazýldýðý ortam, ne zaman ve kim tarafýndan yazýldýklarý, farklý dillere nasýl tercüme edildikleri, hatalarýn, tenakuzlarýn nasýl oluþtuðu türünden sorulacak sorular yanýtsýz kalacaktýr. Bu yüzden Kur’an’ý Kerim’le Kitab’ý Mukaddes metinleri farklý dünyalara aittirler. Ýncil ya da Tevrat’ý Kur’an’la ayný seviyede deðerlendirmek en basitinden uçmadaki müþterekliklerinden dolayý kartala sinek, sineðe de kartal demek gibidir.
Voltaire
Tarihselciler varsýn kartala sinek sineðe de kartal desinler fakat Batý cephesinden bir tanýk; Voltaire onlarýn ve bu günkü Kitab-ý Mukaddes’in aleyhine, Kur’an’ýn ise lehine tanýklýk ediyor, þunlarý söylüyor: ‘Muhammet’in getirdiði din þüphesiz Hýristiyanlýktan daha iyiydi. Onun dininde asla bir Yahudi’yi (Hz. Ýsa) tanrý edinmiyorlar ve Yahudi bir kadýný (Hz. Meryem) tanrýnýn annesi saymýyorlardý. Yine geri kalan Yahudileri kin ve nefret odaðý haline getirmiyorlardý. Onun dininde asla Hýristiyanlarýn cinnet gibi küfrüne duçar olmuyorlardý. Bir tanrýyý üç ve üç tanrýyý bir tanrý tanýyarak inanmýyorlardý. Onun dininde asla kiþi tanrýsýný diþleri arasýnda parçalamýyordu ( Ýþa-i Rabbani’ye iþaret ediyor)… Hz. Muhammet’in (s.a.v.) dininin en büyük ve tek esasý bir olan Tanrýya imandý.
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) dini makul, ciddi, temiz ve insanlýðýn dostu bir dindir. Makuldür. Çünkü hiçbir zaman þirk cinnetine tutulmadý ve tanrýya benzer ve misil yapmadý. Prensiplerini akýldan ve mantýktan yoksun ve çeliþik sýrlar üzerinde inþa etmedi. Ciddidir. Çünkü kumarý, içkiyi, oyun ve eðlence araçlarýný haram bilmiþ, bunlarýn yerine günde beþ vakit namazý koymuþtur. Temizdir. Zira Asyalý yönetici ve hakimlerin sýnýrsýz ve hudutsuz kadýnla evliliklerini dört kadýna kadar evlenebilme ile sýnýrlandýrmýþtýr. Ýnsanlýðýn dostudur. Çünkü hemcinslerine zekat verme ve diðer þekillerle yardým etmeyi hac yolundan daha gerekli saymýþtýr. Bütün bunlar Ýslam’ýn gerçek (din) oluþunun göstergeleridir. Bütün bunlara bir de birbiriyle dayanýþma faziletini ekleyiniz.
Allah’ým! Keþke, bütün Avrupa milletleri Müslüman Türklerin yolunu örnek alsaydýlar.’[53] Bu satýrlar bir Hýristiyan filozofa aittir. Hadise, insaf ölçüsü dahilinde deðerlendirildiðinde doðru hükme varmak için, muhakkak Müslüman olmak gerekmiyor. Nitekim Müslüman etiketi her zaman doðru hükme varmak için de yeterli olmuyor. Bir Hýristiyan, dininin tashih edilemeyecek derecede tahrif edildiðini söylerken tarihselci bir Müslüman ise tahrif edilen dinle Kur’an’ý test etmeden yana tavýr alýyor.
Kur’an’daki kýssalarý; Tevrat’a ve Ýncil’e doðrulatmak isteyenler yarýn da cennete, cehenneme, haþre, neþre dair ayetleri modern bilime doðrulatmak isterlerse ortaya nasýl bir Kur’an tasavvuru çýkacaktýr?
Kutsal olan bir kitabýn akla muhtaç addedilmesi, Onun kutsallýðýný ihlal etmeyecek midir?! Kur’an’ý tarihin ya da bilimin þehadetine arz etmek, Onun haber verdiklerinden þüphe etmektir. Ayrýca “n”li deðiþme özelliðine sahip bilime ve bir kiþinin rivayetine dayanan tarihe göre geçmiþ ve gelecek zamanlarýn Rabb’i olan Allah’ýn Kuranýný test etmek metafizik alanda nesnel bilim yapmaya imkan aramak gibi avare bir uðraþý olur. Bunlarý söylerken Kur’an’ýn bilimle, tarihle anlaþýlamayacaðýný söylemiyoruz. Onun anlaþýlmasýnda, tarih ve bilimin “mutlak ölçü” kabul edilemeyeceðini söylüyoruz.
Müsteþrikler ve tarihselciler, bir taraftan Kitab-ý Mukaddes’in tahrif edildiðini, ondaki bir çok tarihi olayýn efsane olduðunu koro halinde ilan ederken, diðer taraftan ondaki efsaneleri delil kabul edip, Kuran’ýn karþýsýna çýkarmaktadýrlar. Oysa ki böyle bir ameliye, kýssalarý “iman alanýndan” çýkaracaktýr. Çünkü Ýlahi olan Kuran, ancak ilahilik özelliði devam eden nakillerle karþýlaþtýrýlabilir.
Ýhsan ÞENOCAK
TARÝHSELCÝ TASAVVURUN AHKAM AYETLERÝ MÜTAALASI
Tarihselciler, Ahkam Ayetlerini, modern dünya ile külli bir entegrasyona gidebilmenin önünde engel olarak görmektedirler. Bu yüzden, onlarýn bütününden genel ilkeler çýkarýlmak sureti ile anlaþýlmalarýný kaçýnýlmaz bir doðru olarak kabul etmektedirler. Vahyi, Peygamberin zihni vasýtasýyla yedinci yüzyýl Arap Yarýmadasýnýn sosyo-kültürel þartlarýna verilen tepkiden ibaret gören tarihselciliðin öncü ismi Fazlurrahman, iddialarýna delil getirme sadedinde þunlarý söylemektedir. ‘Kur’an’daki fiili yasama, o sýrada mevcut olan toplumu, baþvurulacak bir örnek olarak kýsmen kabul etmek zorunda kalmýþtýr.
Bu açýkça demektir ki, Kur’an’daki fiili yasamanýn bizzat Kur’an tarafýndan lafzi anlamda ezeli olduðu kastedilmiþ olamaz.’[54] Bu yüzden tarihi olma özelliði taþýyan ‘Kur’an’ýn emir ve yasaklarýnýn maksatlarýný (illetlerini) ortaya çýkaran ve onlarý genel ilke ve deðerler þeklinde ifade eden, daha sonra bunlarý sistemleþtiren ve nihayet onlardan hüküm çýkaran bir hukuk yöntemi ile çok daha geçerli sonuçlar elde edilebilir.’[55] Bu yaklaþýma göre, Kur’an’ý Kerim’deki tekil hükümler bu günün cemiyetine tatbik edilemez, zira bunlar yedinci yüzyýlýn külterel durumuna göre þekillenmiþlerdir. Dolayýsýyla yapýlmasý gereken tekil çözümlerden; adalet, yardýmlaþma, þefkat gibi genel ilkelere varmak, sonra da bu genel ilkelerden ana hedefler çýkarmak ve bunlarý tekil sorunlara tatbik etmektir.[56] Kur’an’da tekil hükümler kapsamýnda deðerlendirilen; iki kadýnýn bir erkek þahit yerine geçmesi, mirasta erkek kardeþlerin kýz kardeþlerin iki katýný almasý, faizin haramlýðý gibi hükümlerin bu gün uygulama alanlarýnýn kalmadýðý ileri sürülmektedir.[57] Nitekim Ahkam Ayetlerinin mahalliðine vurgu yapan bir tarihselci þunlarý söylemektedir: ‘Günümüzün aydýn, yüksek tahsilli hanýmýndan, Kur’an’da var diye kendi cahil biraderinin yarýsý þahid sayýlmasýný bekleyemezsiniz. Mesela, kýzlara erkek kardeþlerinin yarýsý kadar hisse tavsiye eden ayete, Müslüman toplumun doktor, mühendis, þirket patronu… olmuþ kadýnýný razý etmeniz mümkün deðildir.’[58]
Tarihselcilere göre Ýslam geleneði içerisinde Kur’an’ýn var oluþ gayesine muvafýk anlaþýlamamasýnýn bir yansýmasý olan her ayetin kendi baþýna delil kabul edilmesinin arka planýnda fukahanýn Kur’an’ý bir hukuk kitabý olarak görmeleri yatmaktadýr. Oysa ki Onun hukuka kaynaklýk etmesindeki asýl gaye, adaletin temini gibi külli bir taleptir.[59]
TASAVVURUN TENKÝDÝ
Kur’an’ý Kerim’in, evrensel olduðunu ifade eden ayetlerden de anlaþýlacaðý üzere, ahkam-ý ilahinin herhangi bir tarihi, coðrafi ve ictimai ortamla sýnýrlý olmaksýzýn bütün zamanlarý kapsadýðý ve istisnasýz her mümini baðladýðý tartýþmasýz bir hakikattýr. Nitekim Kur’an’ý Kerim’in, Allah Rasul’u tarafýndan uygulanýþý, ashabýn onu anlayýþ ve yaþayýþý ve on dört asýrlýk Ýslam ictihat geleneði ahkamý ilahinin bütün zamanlar ve nesiller tarafýndan evrensel anlaþýldýðýný göstermektedir. Öyle ki, tek bir alimin Kur’an’ýn tarihselliðini ima eden bir beyanýný bulmak mümkün deðildir.
Bu yüzden tarihselcilerin Ýlahi hükümleri anlayýþ noktasýnda önerdikleri sistem iki açýdan gayrý meþrudur. Bunlardan ilki tarihselciliðin kodlarýnda geleneði ve ona ait bütün deðerleri çaðdýþý gören, buna mukabil yaþanýlan aný bütün zamanlarýn en iyisi kabul eden Aydýnlanma artýðý Ýlerlemeci Tarih Tasavvurunun mevcudiyetinin, ikincisi ise, Kur’an ve Sünnet’i anlayýþ ve yaþayýþ usulune zýt anlamlarý ihtiva ediþin var olmasýdýr.
Ýlerlemeci Tarih Anlayýþý Baðlamýnda Tarihselcilik
18. yüzyýl itibariyle Batý düþüncesine hakim olan Ýlerlemeci Tarih Tasavvuruna göre; mükemmel hayat ya bugündür ya yarýndýr ya da ondan sonraki gün ve günlerdir. Hayatýn terakkisi bilimin terakkisine baðlýdýr. Dünyanýn yarýnlarý dününden daha iyi olacaktýr. Çünkü bilim sürekli geliþmektedir.
Aydýnlanmanýn Ýlerlemeci Tarih Tasavvuru bu çýkýþýyla merkezinde akýl olan yeni bir din icat etmekteydi. “Akýl dini”ne göre; gerek küfür havzalarýnda neþv-ü nema bulan politeist dinler gerekse semavi-tarihi dinler insan fýtratýndaki doðal dini tahrif etmiþlerdi. Ona göre hayat, insanüstü bir gücün müdahalesi ile karþýlaþmamýþtý. Toplumsal her olayýn üzerinde aklýn saltanatý olmalýydý. Her þey onun icazetine muhtaçtý.
Akýl dininin pozitivist bilim anlayýþý bir yönden “tarihi din”le bir baþka yönden de tarih anlayýþýnýn kendisiyle hesaplaþma içerisindeydi. Çünkü doðaya, deneye yönelme tarihe, tarihi bilgiye güvensizliði getirdi. Bu yüzden Akýl Dini, tarihi ya da dini deðerleri ya yok saydý ya da kýsmen kurtarýlmalarýna müsaade etti. Doða bilimleriyle bütün zamanlara bedel icatlara imza atan Batýlýlar, tarihin en mükemmel anlarýný yaþadýklarýna inandýlar.
Ýslam, Ýlerlemeci Tarih Anlayýþýnýn karþýsýnda, “sahv” halinin usulu “Dairesel Tarih Tasavvurunu’ ikame etmiþtir. Bu tasavvura göre, hayat bütün teferruatýyla olmasa da birçok yönüyle tekrar etmektedir. Faraza 1000 yýl önce A toplumunda yaþayan insanla bugün B toplumunda yaþayan insan tamamen ayný deðilse de tamamen farklý da deðillerdir. Balina, filin aynýsý deðildir fakat ayniyetteki zýtlýk, birçok uzvun benzerliðine mani olmaz. Karþýlaþtýrmalý anatomiden hareketle “fildeki þu kemik bana balinadakini hatýrlatýyor” demek ne kadar bilimsel deðilse, keza “balina ve fil birbirinden o kadar farklýdýrlar ki onlarý karþýlaþtýrmak suretiyle hiçbir bilgi elde edilemez” demek de o derece bilime aykýrýdýr.
Zamaný, bir daire içindeki dört mevsim suretinde düþündüðümüzde görürüz ki, mevsimler büyük benzerliklerle tekrar etmektedirler. Daire döndükçe mevsimler görünür, fakat yeniden görünen her mevsim ayný mevsim deðildir. Zira hiç bir þey bütün renkleriyle aynen tekrar etmemektedir. Fakat yeni dairedeki her bir mevsim eski dairede onun adýný taþýyan her bir mevsime yapýsal açýdan karþýlýk gelmektedir. Yani, zaman benzerliklerin esasý üzerine kurulan tarihi daire içinde yürümektedir. Onun için pozitivizmin iddia ettiði gibi ideal anlar yalnýz bugünler ve yarýnlar deðildir. Belki de yarýnlar tarihin kýþýna tekabül edecektir. Bu yüzden Ýslami ilimlerin teþekkül ve devam sürecinde benimsenen tarih tasavvuru ne Aydýnlanmada olduðu gibi tarihi karanlýk, yarýný aydýnlýk gören ilerlemeci tarih anlayýþý ne de kadim Yunan ve Romalýlarda hakim olan; yalnýz maziyi güzel, yarýnlarý kötü gören tarih anlayýþý ile örtüþmektedir.
Ayrýca “Ýlerlemeci Tarih Tasavvurunun” iddia ettiði gibi tarih, mazinin köklerinden doðup sürekli olgunluða ilerleyen bir fenomen de deðildir. O, iyi ya da kötü bir surette zuhur eden dairenin etrafýnda tekrar eder. Buna göre dün bugünden pekala daha iyi olabileceði gibi þartlara göre bugün de dünden daha iyi olabilir.[60] Bütün dünya milletlerinin tarih gerçeði bu çerçevededir. Onun için çað dýþýlýk yaftasýný maziye hasretmek doðru deðildir. Çünkü böyle bir ameliye Ýlerlemeci Tarih Tasavvurunun ürünüdür.
Ýslam’a göre tarihi dairenin yazý, peygamberlerin yaþadýðý anlara tekabül eder. Ýslami hükümlerin tekrardan yaþanan çaða hakim olmasý, dairenin yeniden yaza geldiðini ya da tarihin birçok benzerlikleriyle tekrar ettiðini gösterir. Bu yüzden Peygamber asrýna dönmek mazi de olsa, dönülen mazi tarihin en aydýnlýk zamanýdýr.
Dairesel Tarih Anlayýþýna göre, Kuran’ýn indiði zaman güzellikte bütün zamanlara bedeldir. Her yönüyle örnek alýnmasý gereken devir Kuran’ýn indiði devirdir. Bu görüþ Kuran’ýn zaman üstü kimliðine vurgu yapmaktadýr. Fakat Ýslam’a Ýlerlemeci Tarih Anlayýþýyla bakarsanýz Saadet Asrýný fikren, siyaseten, iktisaden çaðdýþý görürsünüz. Bu yüzden ahkam ayetlerinin modern zaman insanýný da baðladýðýný kabullenemez, mühendis, öðretmen ya da doktor bir kadýnýn mirasta erkek kardeþinin yarýsýný almasýna bir anlam veremezsiniz. Ýlerlemeci Tarih Tasavvuru üzerine tarihselcilik imaretini kuran, ardýndan da on dört asýr önce nazil oldu diye ahkam-ý ilahiyi çaðdýþý görenler bilmiyorlar ki;
Zaman korkunç daire, ilk ve son nokta nerde?
Bazý geriden gelen, yüz bin devir ilerde.[61]
Ahkam ayetlerinin çaðdýþý olduðunu söyleyen küfür idraki ile modern mantýðýn en önemli ayrýþým noktasý ise ilki ayetleri direkt devre dýþý býrakmayý tercih ederken ikincisi sahip olduðu Ýslami kimlikten dolayý mahallilik ya da tarihsellik etiketi ile muattal kýlmayý tercih etmektedir.
Ýslami Anlayýþ Usulu Açýsýndan Tarihselcilik
Kur’an’ý Kerim’i muradý ilahi çerçevesinde anlamak tarih boyu Müslümanlar için en mühim mesele addedilmiþtir.
Ýslam’ýn ilk yýllarýnda Ashabý Kiram, þeriatýn maksatlarýnýn neler olduðunu her hangi bir anlayýþ usulune ihtiyaç duymadan idrak edebiliyordu. Çünkü, Kur’an’ý Kerim onlarýn içinde, dilleri hatta lehçeleriyle inmiþti. Bu cihetle onlar, ayetlerin mantûk ve mefhumunu, delalet ve iþaretini, ima ve iktizasýný, hakikat ve mecazýný, temsil ve istiaresini,umum ve hususunu meleke ve tabii dil vukufiyetleri ile bilebiliyorlardý. Bu noktada dil eðitimine ve usul ilmine ihtiyaçlarý yoktu. Bilakis arap diliyle alakalý kaideler onlarýn telaffuzlarýndan, þivelerinden neyi nasýl anladýklarýndan hareketle tesbit edilmiþtir.
Bütün bunlarýn ötesinde ashab, Ýlahi hükümleri irfanýn menbaý olan Hz. Þari Rasul’u Ekrem’den (s.a.v.) almýþlardý. Ayetlerin iniþine, Cebrail’in (a.s.) geliþine tanýk olmuþlardý. Bu yüzden Kur’an’ý anlamalarý bir anlayýþ usulunu tedvin ya da tedris etmelerine hacet býrakmamýþtý.
Tabiin de Ashab gibi, arab diline son derece vakýftý. Bu yüzden lafýzlardan ayetlerin maksatlarýný, direkt olarak anlayabiliyorlardý. Çünkü ashabýn talebeleriydiler. Onlarýn birikimi bütünüyle kendilerine intikal etmiþti.
Tabiinden sonra durum bütünüyle deðiþti. Daha onlarýn devrinde Ýslam coðrafyasý hýzlý bir þekilde geniþledi. Bunun neticesinde hayatýn her alanýnda ciddi geliþmeler oldu. Hukuki olaylar çoðaldý. Ýhtilaf arttý. Örf ve adetler deðiþti. Alimler önceki yýllarda olmayan problemlerle karþýlaþtýlar. Yeni içtihatlarda bulunmak mecburiyetinde kaldýlar.
Farklý milletlerin Müslüman olmasý ve Araplarla kaynaþmalarý Arapça’nýn bozulmasýna neden oldu. Yeni kuþak dile olan tabi vukufiyetini yitirmeye baþladý. Bu yüzden Kur’an’ýn anlaþýlabilmesi bozulmamýþ Arapça’nýn ve ashabýn Kur’an’ý anlayýþ usulunun tesbit ve tedvinini gerekli kýldý. Bu çerçevede bir taraftan sarf ve nahiv ilmi ile alakalý meseleler diðer taraftan da Kur’an’ý anlayýþ usulü ile alakalý meseleler tesbit ve tedvin edilmeye baþlandý.
Nitekim ashab ve onlarý takip eden kuþakta þifahi olarak oluþan ve varlýðýný devam ettiren -Kur’an’ý Kerim’i doðru anlamanýn yolu ve yöntemi ile alakalý düzenli bilgilerin mecmuasýndan ibaret olan- Tefsir Usulu, bu dönemde (müçtehit imamlar devri) yazýya aktarýldý ve ilk örneðini Ýmam Þafi’nin Risale’si ile verdi. Fýkýh Usulu olarak bilinen ‘Risale’ tarzý literatür ayný zamanda Tefsir Usuludür. Zira bu ilim dalýnýn önemli bir bölümü Kur’an lafzýnýn açýk ve kapalýlýk ciheti ile manaya delaletini incelemektedir.
ÝSLAMÝ ANLAYIÞ USULU
Sünnet ve Cemaat Alimleri bütün hükümlerin ilk kaynaðý olarak kabul ettikleri Kur’an’ý Kerim’i þu esaslar dairesinde anlamýþlardýr:
1. Kur’an’ý Kerim lafýz ve mana itibari ile Allah Teala’nýn kelamýdýr.[62] Bu yüzden onu anlayabilmek için lügat alimlerinin istikra/tüme varým yolu ile tespit ettikleri kaidelerden hareketle ve mutlaka Onun lafzý dikkate alýnarak muradý ilahi anlaþýlmalýdýr.
2. Kur’an, þeriatýn esasýdýr. Dolayýsý ile dinin özüne, þeriatýn temellerine ulaþmak isteyen kiþinin Kur’an’ý diðer bütün hükümlerin kendi etrafýnda döndüðü bir mihver kabul etmesi zorunludur.[63]
3. Kur’an’ýn hükümleri tarihi deðil evrenseldir. Bütün zaman ve mekanlar için baðlayýcýdýr. Hicaz bölgesi, vahyin dünyaya açýlým noktasýdýr. Verilen örneklerde ilk muhatablarýn idrak seviyesi gözetilmekle birlikte aslýnda insanlýðýn ortak buluþma noktalarý dikkate alýnmýþtýr. Bilinenden bilinmeyene doðru bir seyir izlenmiþtir. Bu bilinenlerde bütün insanlýk için ortak yönler mevcuttur. Örneðin deveden ya da hurmadan bahsedilmesinden muþahhas olarak deve yada hurma deðil, Allah Teala’nýn yaratýþtaki eþsiz kudreti kastedilmektedir. Bunun içindir ki, Kur’an’ý Kerim’in deveden bahsetmesi, buna mukabil farklý iklimlerde bilinen bir baþka hayvandan bahsetmemesi, ilk muhatablarýnýn anlayýþ seviyelerinden hareketle anlaþýlabilir evrensel hakikatler vaz etme gayesine mebnidir.
4. Kur’an’ý Kerim Allah Teala’nýn gönderdiði kitaplarýn en sonuncusudur. Kendisinden önce gönderilen kitaplarla bazý hükümlerinin ayniyet arz etmesi tarihsel olduðuna deðil –önceki kitaplarý gönderen- Allah Teala tarafýndan gönderildiðine iþaret eder. Çünkü Allah Teala’nýn katýnda hak bütün zamanlarda hep aynýdýr.
Önceki kitaplara muhalif duran ayetlere gelince; bu da iki esas çerçevesinde izah edilebilir. Öncelikle diðer bütün Semavi kitaplar tahrif edilmiþlerdir. Kur’an’ýn, insanlarýn elleriyle tahrif ettiði kitaplarýn ifadelerine muvafýk olmasý vahiy gerçeðiyle çeliþir. Ýkinci olarak da önceki ümmetlere farklý konumlarýndan dolayý gönderilen ahkam ayetleri Allah Teala’nýn Ýslam ümmetine olan merhametinden dolayý deðiþtirilmiþlerdir. Bu yüzden bütün hükümler önceki kitablarla ayniyet arzetmezler.
Kur’an’ýn önceki kitablarla olan münasabeti; onlarda mevcut olaný ikmal, deðiþtirilmemiþ olaný ibka, deðiþtirilmiþ olaný ýslah ve ilga ya da onlarda hiç olmayaný ibda’ etme ekseninde gerçekleþmektedir. Bu kavramlarý tanýmadan Kur’an’ý Kerim’in önceki kitaplarla olan münasebetini tahlil etmek kiþileri sapýklýða sürükleyecektir.
5. Kalp geleni geldiði gibi kabul etme özelliðine sahip olduðundan Kur’an Allah Rasulü’nün (s.a.v.) zihnine deðil kalbine nazil olmuþtur. Vahiy, yukarýdan aþaðýya kullarýn maslahatýný temin için yapýlan bir müdahaledir. Bu müdahalede Allah Teala dilediðini dilediði gibi vahy etmiþtir. Bunda Hz Rasulullah (s.a.v.)dahil hiç kimsenin küçük de olsa bir tasarrufu yoktur. Böyle bir anlayýþ mütevatir haberleri inkar anlamýna geleceðinden küfürdür.
6. Hükümler hikmetlerle talil edilemezler. Bu yüzden fakihler Kur’an ve Sünnetten istinbat ettikleri hükümleri açýk olmayan hikmetler yerine zahir ve mundabýt olan illetler üzerine bina emiþlerdir. Zira, hükümleri hikmetler üzerine bina etmek ahkam-ý ilahinin keyfi anlaþýlmalarýna neden olacaktýr. Örneðin Ramazan ayýnda yolculuk yapan kiþi için iftar etmek, sefer illetinden dolayý mübahtýr. Velev ki yolculuðunda iftarýn hikmeti olan meþakket olmamýþ olsun. Fakat Ramazan’da iftarýn illeti olan hastalýk ya da yolculuk durumu olmayan buna mukabil taþ ocaðý ya da kömür ocaðý gibi meþakkatin en üst sýnýrda olduðu yerlerde iþçi olan kiþi iftarýn hikmeti olan meþakkatin varlýðýndan dolayý orucunu bozamaz.[64] Çünkü meþakkat, herkes için bütün hallerde standart sabitelerden yoksundur.
7. Ayetler, genel ilkeler tayin etmenin yaný sýra asýl olarak ifade ettikleri hususlarda lafzýn meþru kabul ettiði usuller dairesinde tek baþlarýna muayyen manalar içermektedirler. Buna göre miras, kadýnýn örtünmesi, faiz gibi muayyen hükümleri ifade eden ayetler sünnetin beyaný istikametinde neye nasýl delalet ediyorlarsa öyle anlaþýlmalýdýrlar. Usulcülerin ayetlerden hareketle tesbit ettikleri ilkeler ise kendi baþýna bir hüküm oluþturan ayetleri devre dýþý býrakmak þöyle dursun onlarýn ifade ettikleri anlamlarý pekiþtirmeyi amaçlamýþlardýr. Bu yüzden, Ýslam Alimleri ilke, maslahat ve hikmet zarflarý ile ayeti kerimelerin ifade ettikleri muayyen manalarýn perdelenmesini gayri meþru telakki etmiþlerdir.
8. Zamanýn deðiþmesini gerekçe göstererek miras, þahitlik, faiz… gibi Kur’ani hükümlerin deðiþmesini talep etmek Allah Teala’nýn þeriatýný nesh etmek/hükümsüz kýlmak anlamýna gelmektedir. Halbuki Onun ayetlerini yalnýz kendisi nesh edebilir.
‘Zamanýn deðiþmesi ile hükümlerin deðiþmesi inkar edilemez:’ kaidesi ise, nass ile sabit olan hükümler için deðil, örf ve adete dayalý hükümler için geçerlidir. Buna göre, hükmün kaynaklarý makamýnda olan örf ve adetin deðiþmesiyle hüküm de deðiþebilir. Fakat örf ve adetin deðiþmesiyle nass ile sabit olan hükümlerin de deðiþmesini talep etmek, örfü nassdan daha güçlü kabul etmek anlamýna gelir. Halbuki nass daha güçlüdür. Nitekim örfün batýl olmasý ihtimal dahilinde iken nassýn her halukarda sahih olduðu esastýr. Bu yüzden örfü temel alarak nassýn deðiþebileceðini savunmak imaný tehlikeye düþürür.[65]
Ulemanýn Kur’an’ý anlama hususundaki ameliyeleri göstermektedir ki; felsefi, edebi ya da baþka tür bir metni okurken takýnýlan tavýrla Kur’an’ý okurken takýnýlan tavýr muhakkak ki farklý olmalýdýr. Bu yüzden kutsal olmayan metinlerde cari olan özne-nesne iliþkisi Kuran’a uygulanmamalýdýr.
Kur’an’ýn dýþýndaki metinleri okuyan bir özne, istediði gibi yorum yapabilir. Çoðu zaman yazarýn anlattýðý ile öznenin anladýðý, farklýlýk arz edebilir. Ya da özne anladýðýnda özgürdür. Fakat Kuran’ý okumak her þeyden önce kiþiden farklý bir duruþ bekler. O, özneyi dinleyen, kendini ise dinlenen görür. Yani Kur’an’ý anlamada Kuran etken, anlayan ise edilgendir.
Kur’an’dan muradý ilahi dýþýnda manalar çýkarmak, Onu anlamamaktýr. Bu yüzden Allah Rasulü (s.a.v.) tefsir için gerekli malumata sahip olmadan aklýna göre Kuran’ý açýklamaya kalkan kiþi için cehennemdeki yerine hazýrlansýn[66] buyurmaktadýr.
Nitekim ilmi ve idraki noksan kiþilerin Kuran’ý tefsir etmelerini önlemek için ulema birtakým þartlar belirlemiþtir. Bu baðlamda Suyuti ‘Ýtkan’ýnda tefsir için zaruri olan 15 ilimden bahsetmektedir. Ona göre bu on beþ ilim þunlardýr: Lügat, Kýraat, Nahiv, Sarf, Ýþtikak, Meani, Beyan, Bedi, Kelam, Usulü Fýkýh, Sebeb-i Nüzul ve Kýssalar, Nasih ve Mensuh, Fýkýh ve Mevhibe.[67]
Yukarýdaki ilimlerden kýsmen nasipdar olanlar ya da cehaletin cesaret aþýladýðý kiþiler sürekli evrenselliðine vurgu yapan Kuran’ý kendi iç dinamiklerinden doðan ilimler yerine Batýlý adamýn anlayýþ usulu çerçevesinde kavramak istediklerinden beþeri metinler üzerine tatbik edilen tarihselciliði Kur’an’a da uygulamaktadýrlar. Böyle bir yaklaþým farklý alemlerin esaslarýný ayný ölçülerle deðerlendirmekten farksýzdýr.
Hüküm
Batýda özellikle Hristiyanlýk içinde, bir anlayýþ biçimi olarak kendini gösteren tarihselcilik etkinlik kazandýðý Aydýnlanma devrinde, dindar filozoflarýn urve-i vüskasý oldu. Çünkü onlar tanrý merkezli bir dünyadan insan merkezli bir dünyaya geçiþte imanlarýný tarihselcilikle güvence altýna aldýlar. Skolastik düþünce ile hayattan uzaklaþan, bu yüzden pozitivist bilimin saldýrýlarý karþýsýnda dik duramayan kilise, insan üstü anlatýmlara muhatab olan Hz. Ýsa ve Hz. Meryem’i tarihselleþtirerek hayatýn içine çekmeye çalýþtý. Yani Hýristiyanlýk içindeki konumuyla tarihselcilik, dini kurtarma operasyonuydu.
Ayrýca tahrif edilen Ýncil içerisinde beþeri ifadeler vardý, bir anlamda Ýncil beþerileþmiþti. Bu açýdan da tarihselcilik, doðruyu yanlýþtan, ilahi olaný beþeri olandan ayýklama ameliyesidir. Baþka bir ifadeyle tarihselcilik, Batýlý Adam’ý Katolisizmin dogmalarýndan/hurafelerinden kurtaran, ona özgürlük armaðan eden Protestanca bir duruþtur.
Tarihselcilik, yirminci yüzyýlda Oryantalistler tarafýndan yeni bir forma aktarýldý ve bu haliyle Ýslam coðrafyasýna taþýndý. Müslüman modernistler de oryantalizmin pratiklerinden hareketle tarihselciliði Kur’an’ý Kerim’e tatbik ettiler. Modernistler, klasik fýkýh ve tefsir usulune karþý bir anlayýþ tarzý olarak benimsedikleri tarihselciðin meþruiyet sorununu giderebilmek için, Ýslami literatürden kendilerine referans arayýþýna giriþtiler. Bu çerçevede Ýzzuddin b. Abdisselam, Karafi, Þatýbi gibi alimlerin vurguda bulunduðu ‘Makasýdu’þ-þeria’ sistemini tarihselciliðin üzerine oturduðu bir asýl kabul ettiler. Gerçekte ise Hýristiyanlýk içinde bir “anlama biçimi” olarak ortaya çýkan tarihselcilikle, bizzat Kur’an’ýn telkin ettiði Mekasýdu’þ-þeria sistemi taban tabana zýttýr. Ýlki, anlamak istediði metni, tarihin belli bir dönemine hapsedip ondan bir takým indî ilkeler çýkarýrken; ikincisi ise metni arka planýyla bütün zamana müdahil kýlmaktadýr. Yani tarihselcilikte tasavvur edilen metin; tarih içinde edilgen Mekasýdu’þ-þeria’da ise etkendir. Buna göre, Ýzzuddin b. Abdisselam, Karafi, Þatýbi gibi alimlerin öne çýkardýðý Mekasýdu’þ-þeria sistemi tecdit, Fazlurrahman, Nasr Hamid Ebu Zeyd, Hasan Hanefi gibi modernist Müslümanlarýn savunduðu “Kuran Tarihselciliði” ise Ýslam’da aslý olmayan bir icat /bidattýr. Bütün bidatlarda dalalettir.
Eðer tarihselciler, iddia ettikleri gibi “Ýslam dünyasý”nýn sorunlarýný çözmede samimi iseler lafzý ve manasýyla Kuran’ý Kerim’e dönmeye mecburdurlar. Çünkü; sorunsuz çaðlar, Kuranýn yaþandýðý, hükümlerinin uygulandýðý çaðlardýr. Bugünün problemleri ise, tarihselleþtirilmesini talep ettikleri Kur’an’ýn uygulandýðýndan deðil uygulanmadýðýndan doðmuþtur. Dolayýsýyla problemlerin izalesi, Kuranýn tarihselleþtirilmesiyle deðil, modern deðerlerin tarihselleþtirilmesiyle gerçekleþecektir. Fakat Batý ve onun deðerleriyle hesaplaþmaya cesaret edemeyenler, Batýnýn hedef gösterdiði Kuranla hesaplaþmakta, Ona karþý alenen protestanca bir tavýr takýnmaktadýrlar. Bütün bunlar beyhude uðraþýlardýr. Sonlarý hüsrandýr. Dün tarihte olduðu gibi bugün de insan ve insana ait olan her þey tarihselleþecek, fakat ilahi olan Kuran vahyedildiði hal üzere kýyamete kadar ayný kalacaktýr. Dün, insanlar Kuraný tarihselleþtiren bir güç göremediler. Bugün de yarýn da göremeyecekler. Çünkü Allah Teala hiçbir “kulu”nu böyle bir yetkiyle donatmamýþtýr.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ebû’l-Hüseyn b. el-Haccac el-Kuþeyri Müslim, Sahih-u Müslim, (tah. M. Fuad Abdulbâki), Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, ty., 44/Fedâilu’s-Sahabe, 52 (IV, 1962-1965, H. no: 2532,33,34,35,36); Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvîni Ýbn Mace, Sünen, 13/Ahkâm, 26 ( II, 791, H. no: 2362,2363); Tirmizî, 34/Fiten, 45 ( IV, 94, H. No: 2228,2229).
[2] Muhammed Seyyid Bey, Medhal, Asitane Kitabevi, Ýstanbul, ty, s. 6-50.
[3] Sait Þimþek, Günümüz Tefsir Problemleri, Kitap Dünyasý, Konya, ty., s.258
[4] Mehmet Paçacý,Kur’an ve Ben Ne Kadar Tarihseliz, Ankara Okulu, Ankara, 2000, s.57
[5] Rudi Paret, Kuran Üzerine Makaleler, (der. ve çev. Ömer Özsoy), Bilgi Vakfý Yayýnlarý, Ankara, 1995; Montgomery Watt, Muhammed’in Mekke’si, (çev.M.Akif Ersin), Bilgi Vakfý Yayýnlarý, Ankara, 1995,
[6] Paret, a.g.e.s.100
[7] Levh-i Mahfuzla ilgili mütalalar için bkz. Muhammed Ali b. Muhammed et-Tahanevi, Keþþaf-u Ýstýlahati’l-Funun, Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, 1998, IV, 70-73.
[8] Kur’an, Yasin (36): 12.
[9] Celaluddin Abdurrahman es-Suyuti, el-Ýtkan fi Ulumi’l-Kur’an, Kahraman Yayýnlarý, Ýstanbul, 1978, I, 53; Ýniþin keyfiyeti hakkýnda bkz. Bedruddin Muhammed b. Abdillah ez-Zerkeþi, el-Burhan fi Ulumi’l-Kuran, Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, 2001, I, 289 vd.
[10] Kur’an, Büruc (85): 21-22.
[11] Kur’an, Hadid (57): 77-7; Fahreddin Razi ve diðer müfessirler Levh-i Mahfuz ile ‘Kitab-i Meknun’un ayný anlama geldiðini söylemektedirler. Bkz. Fahruddin Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, 1990, 31, 114.
[12] Razi, a.g.e., XXIX, 168.
[13] Nasr Hamid Ebu Zeyd, Ýlahi Hitabýn Tabiatý, (ter. Ahmet Emin Maþalý), Kitabiyat, Ankara, 2001, s. 47-48.
[14] Nureddin Ahmed Sabunî, el-Bidaye fi Usuli’d-Din, Elif Ofset, Ýstanbul, 1995, s.71 vd.
[15] Ebu’l-Fida Ýsmail Ýbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Daru’l-Hadis, Kahire, 1992, I, 13.
[16] Kur’an, Furkan(25):1.
[17] Bkz. Razi, a.g.e., XXIV, 40; Muhammed b. Yusuf Ebu Hayyan, el-Bahru’l-Muhit, Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, 1993, VI, 440;
[18] Kur’an, En’am(6): 90.
[19] Bkz. Razi, a.g.e., XIII, 59; Reþid Rýza, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Kerim, Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, 1999, VII, 505.
[20] Kur’an, Tekvir(81): 27.
[21] Bkz. Muhammed b. Muslihiddin Mustafa, Haþiyet-u Muhyiddin Þeyh Zade, Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, 1999, VII, 528.
[22] Kur’an, Fussilet(41): 43.
[23] Bkz. Fazlurrahman, Ýslam ve Çaðdaþlýk, (çev:Alparslan Açýkgenç,M.Hayri Kýrbaþoðlu), Ankara, 1990, s.91-95.
[24] Ýlhami Güler, Soruþturma, Ýslamiyat Dergisi, Ankara, Ocak-Mart 2004, VII, sy. 1, s. 136.
[25] Kur’an, En’am(6): 92.
[26] Reþid Rýza, a.g.e., VII, 515; Ayrýca bkz. Razi, a.g.e., XIII, 67; Ebu Hayan, a.g.e., IV, 183; Kurtubi, a,g,e, VII, 27.
[27] Bkz. Razi, a.g.e., XIII, 67; Ebu Hayan, a.g.e., IV, 183; Reþid Rýza, a.g.e., VII, 515.
[28] Kur’an, En’am(6): 19.
[29] Kur’an, Yasin(36): 6.
[30] Razi, a.g.e., XXVI, 38; Þeyhzade, a.g.e., VII, 54.
[31] Razi, a.g.e., XXVI, 38.
[32] Razi, a.g.e., XXV, 146.
[33] Razi, a.g.e., XXVI, 38.
[34] Kur’an, Þuara(26): 214.
[35] Razi, a.g.e., XXV, 146.
[36] Kur’an, Maide(5): 19
[37] Kur’an, Sebe’(34): 28.
[38] Kur’an, Yasin(42): 6.
[39] Umum lafýzlarla ilgili mutalar için bkz. Vehbe Zuhayli, Usulu’l-Fýkhi’l-Ýslami, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1998, I, 248.
[40] Zuhayli, a.g.e., I, 245.
[41] Mehmet Paçaçý, Soruþturma, Ýslamiyat Dergisi, Ankara, Ocak-Mart 2004, VII, sy. 1, s. 132.
[42] Ebu’l-Fadl Cemaluddin Muhammed Ýbn Manzur, Lisanu’l-Arab, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1990, IV, 363; Mecdu’d-Din Muhammed b. Yakup b. Muhammed Firuzabadi, el-Kamus, Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, 1999, II, 111; Esatir kelimesinin ýstýlahi anlamlarý için bkz. Razi, a.g.e., XII, 155; Ebu Hayan, a.g.e., IV, 103; Ahmed Savi, Haþiyetu’s-Savi, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1993, II, 12; Reþid Rýza, a.g.e., VII, 286.
[43] Ýbn Kesir, a.g.e., I, 573.
[44] Kur’an, Furkan(25):5.
[45] Kur’an, Yusuf(12): 3.
[46] Kur’an; Yusuf(12): 112.
[47] Kur’an, Yusuf(12): 111.
[48] Daha ayrýntýlý bilgi için bkz. Abdulkerim Zeydan, el-Mustefad min Kýsasý’l-Kur’an, Risale, Beyrut, 1998, I, 6,8.
[49] Seyyid Muhammed Geylani, ,el-Müslimun ve’l-Muasýrun, Mýsýr, ty, s.27
[50] Kur’an, Maide(5):116.
[51] Roger Garoudy, Ýslam ve Ýnsanlýðýn Geleceði, (çev. Cemal Aydýn), Pýnar Yayýnlarý, Ýstanbul, 1990, s.65; Watt, Hz.Muhammed’in Mekke’si, Ankara, ty., s.25-26
[52] Suat Yýldýrým, Kuranda Uluhiyet, Kayýhan Yayýnlarý, Ýstanbul, 1987, s.350vd.
[53] M Rýza Hakimi, Ýslam Bilim Tarihi, Ýnsan Yayýnlarý, (çev. Hüseyin Arsalan), Ýstanbul, 1999, s. 112.
[54] Falurrahaman, Ýslam, (çev. Mehmet Dað-Mehmet Aydýn), Ýstanbul, 1992, s.54.
[55] Fazlurrahman, Allah’ýn Elçisi ve Mesajý, (çev. Adil Çiftçi), Ankara Okulu Yayýnlarý, Ankara, 1997, s. 143.
[56] Adil Çiftçi, Fazlurrahman Ýle Ýslam’ý Yeniden Düþünmek, Kitabiyat, Ankara, 2001, s.260.
[57] Fazlurrahman, Ana Konularýyla Kur’an, Ankara Okulu Yayýnlarý, Ankara, 2000, s.118.
[58] Mehmed Said Hatipoðlu, Kur’an’ý Kerim’de Mahalli Hükümler Meselesi, Ýslamiyat Dergisi, VII, sy. 1, s. 12.
[59] Fazlurrahman, Ýslam ve Çaðdaþlýk, Fecr Yayýnlarý, Ankara, 1996, s.121.
[60] R.G. Colling Wood, Tarih Felsefesi Üzerine Denemeler, (çev.Erol Özvar), Ay Iþýðý Yayýnlarý, Ýstanbul, 2000, s.116-144.
[61] Necip Fazýl Kýsakürek, Çile, Büyük Doðu Yayýnlarý, Ýstanbul, 1967, s.404
[62] Muhammed Ebu Zehra, Usulu’l-Fýkh, Daru’l-Fikr, Kahire, ty., s.81.
[63] Muhammed Hudari, Usulu’l-Fýkh, Beyrut, 1998, s.212.
[64] Abdulvahhan Hallaf, Ýlmu Usuli’l-Fýkh, Lübnan, 1940, s.50.
[65] Örnekler için bkz. Ali Haydar, Düreru’l-Hukkam Þerh-u Mecelleti’l-Ahkam, Ýstanbul, 1330, I, 101,102.
[66] Suyuti, a.g.e., II,465
[67] Suyuti, a.g.e., II,26
Yer imleri