Haliç (Altın Boynuz) İstanbul'un bir koyudur | Haliç Hakkında Detaylı Bilgiler ve Fotoğraflar, Haliç'in kelime anlamı, nehir ağızındaki koy demektir.

Haliç Çevresinde Yerleşim


İlkçağ'ın Halicinde esas yerleşme bölgesinin Haliç'in sonunda bir yerde. hatta birkaç yerde olduğu tahmin ediliyor. Sarayburnu bölgesinde Halicin girişindeki bir yerleşmeden başka içerilerde daha başka bölgeler kurulmuş olduğu zannediliyor. Ancak bunlara dair bugün belirli bir iz yoktur. Yalnız iki akarsuyun döküldüğü yer olan Silahtarağa'da Roma dönemine ait bir yapının temelleri. Alibeyköy'ün Soya merası denilen yerinde bazı mahzenler, Küçükköy'ün Çiftlik mevkiinde MÖ VI. yüzyıla ait kalıntılar bu yerleşmenin tarihi derinlikleri görülüyor. MS 5. yüzyılda II. Teodosius Sarayburnu ile Ayvansaray arasında 20 kapıyla Haliç'e açılan surları yaptırdı. Ortaçağın askeri mimari bakımından en güçlü tahkimatı olan bu surların önünde, 1453'deki büyük fetih olayına kadar. batıdan gelen bütün akınlar kırılacaktır. Bu dönemde Haliç'te yer alan küçük iskelelerden başka, Haliç de güvenli büyük bir liman teşkil ediyordu.





Bu dönemde surların dışındaki bölgede önemli bir yerleşim yoktu. Sularında balıkçılık yapılır, kıyıları da avcılık ve mesire alanı olarak kullanılırdı.Çevresindeki yerleşimin ise sadece tarihi yarımada da surların içinde kalan bölümde yoğunlaştığı görülür. Bu yoğunluğun ilk çekirdeğini de yarımadanın burun kısmı oluşturur.


l.Justinianus zamanında (6. yüzyılda) Blahernai sarayını surların hemen dışında inşa ettirmiş ve ilk olarak surdışı yerleşime açılmıştı. Yine burada Hz. Meryem'e ithaf edilmiş büyük bir kilise ile iki küçük kilise yaptırılmıştır. Bugünkü Eyüp'ün biraz kuzeyine düştüğü tahmin edilen yörede deniz kıyısında Aziz Kosmos ve Aziz Damianos adlarına adanmış bir manastır vardı ve bu manastırdan dolayı yöre Kosmidion adıyla biliniyordu.


Haliç'in Beyoğlu yakasına Bizanslıların rağbet etmedikleri anlaşılmaktadır. Önceleri İncirlik anlamına gelen Sycae veya Sykais adı ile bilinen bu kısım Cenova sömürgesi olunca Galata adını almıştır. Bugünkü Azapkapı-Kasımpaşa arasından yukarıya doğru olan yamaç zeytin ağaçlarıyla kaplıydı.


Haliç'in güney ucunu meydana getiren Sirkeci-Bahçekapı-Eminönü Yemiş ve Unkapanı Bizans'ta önemli bir liman ve deniz ticaret merkezi olmuştur. Bu yörede Venedik, Cenova, Pisa, Amalfi, Ankora gibi Latin kolonileri ile Yahudiler yaşamışlardır. Cenova kolonisi daha sonra Galata'ya geçmiş ve orada yerleşerek gelişmiştir.


Bizans Kralı Kostantin kentin merkezini yeni surlarla çevirirken, karşı burunda da Galata'yı çeviren surlar Örülür. Bugünkü Karaköy ile Tophane arasına bir şato yaptırır. Bu şatodan başlayıp karşı kıyıya uzanan kalın bir zincirle Haliç. Boğaziçinden ayrılır. Zincir Bizans tarihinde ilk zamanlarda düşünülenden fazla bir anlam kazanır. Yüzyıllar boyu Bizans başkentine yönelik ele geçirme girişimlerinde bir güvenlik öğesi olarak Bizanslı yöneticilere güven verir. Osmanlılar döneminde de bu durum uzun süre devam etti.




Osmanlı orduları her ne kadar batıdaki Kara surlarından şehre girdilerse de, önce Haliç'in kontrolünün ele geçirilmesinin büyük rol oynadığı kuşkusuzdur. Şehre girmeden beş hafta önce Osmanlı donanmasının, karaya döşenen yağlı kızaklar üzerinden Haliç'in içine indirilmesi, Bizans'ı her türlü askeri ve lojistik yardım ve destekten mahrum bırakmıştır.


Osmanlı İmparatorluğunun başkenti ve tarihi ticaret yollarının kavşağında olan İstanbul, İmparatorluğun gücüne paralel olarak, yüzyıllar boyunca Haliç'in hem önemli bir liman, hem de önemli bir donanma üssü olmasına yol açmıştır. Bizanslılar gibi Osmanlılar da Halicin güney yakasındaki yarımadayı kendilerine merkez seçmişler, surların içine yerleşmişlerdir. Güçlü bir donanmaya sahip olmak ve donanmayı geliştirmek isteği dolayısıyla Osmanlılar hem deniz üssü. hem de tersane olarak Haliç'i seçmişler, bu durum Haliç'in öneminin büyümesine yol açmıştır. Osmanlılar, tarihi yarımadanın güneyinde ve Marmara kıyısındaki Kadırga limanını kullandılar, Haliç'in kuzey kıyılarını da tersane haline getirdiler. Bugünkü Haliç, Taşkızak, Camialtı ve Hasköy tersaneleri Osmanlılar döneminden kalmadır.


Osmanlı İmparatorluğu döneminde İstanbul, biri suriçi esas İstanbul olmak üzere Galata, Üsküdar ve Eyüp kadılıkları ile idare ediliyordu. Bunlardan Eyüp. Müslüman dini hayatının bir merkezi olmuş ve buna uygun olarak kutsal bir çekirdeğin etrafında camileri, türbeleri, mezarlıkları ve tekkeleri ile gelişmiştir. Halbuki Halic'in karşı yakasında Galata etrafındaki Türk mahalleleri arasında bir Akdeniz İtalyan kasabası özelliklerine sahip olarak kalmıştı.

XVIII. yüzyıl İstanbul'unda Haliç kıyısındaki yerleşim birimlerine kısaca göz atarsak:


Eyüp: Haliç'in sonlarına doğru yer alır. İstanbul'dan ayrılmış gibi görünen Eyüp hemen hemen tamamı ile Türklerle meskun bir yerleşmedir. Çatalca. Büyük ve Küçük Çekmeceler, Silivri, Ereğli, Midye ve Terkos nahiyeleri ona tabidir. Türbesi burada bulunan. Hz. Muhammed'in bayraktarı Eba Eyyub el-Ensari'den adını alan Eyüp'te birçok önemli din ve devlet adamı tarafından yaptırılmış cami, medrese, tekke, mektep, çeşme, sahil sarayı, konak, türbe bulunmaktadır. Yine Eyüpsultan'a yakın olmak isteyen Müslümanlar Eyüp mezarlıklarında yatmaktadır.




Alibeyköy: Haliç nihayetinde, Haliç'e dökülen ve Alibey deresi adını alan derenin kenarında yer alan bu köy de tamamen Türklerle meskundur.


Kağıthane: Eski adı Barbyzes olup: bugün Kağıthane deresi denilen derenin kenarında yer alan Türk köyüdür. Köyün biraz aşağısında yer alan Kağıthane deresi kenarında III. İbrahim'in meşhur sadrazamı Damat İbrahim Paşa tarafından Sadabad adı verilen bahçe ve tesisler yaptırılmış, bu tesislerin yakınında saraylar, yazlık köşk ve bahçeler yapılmıştır. Fakat, Patrona Halil isyanı, Kağıthane ve Alibey derelerinde yapılan sandal sefaları uzun yıllar edebiyat ve sanata esin kaynağı oldu. Ancak ilginin Boğaza doğru kayması ile Halicin önemi azalmaya yüz tuttu.


Karaağaç Bahçesi: Kağıthane deresinin ağzının yakınında bir padişah sarayı ile bir bahçe vardı ve padişah bazen oraya taşınırdı. Bahçenin yukarı tarafında ve aynı derenin yanında ağaçlarla süslü ve içinde tatlı su bulunan Kırkağaç mevkii vardır. İmrahor köşküde aynı yerdedir. İlkbaharda padişahın atları derenin kıyısındaki merada kırk gün otlamağa çıkarıldığı vakit, İmrahorun neferleri bu köşkte otururlardı.


Sütlüce: Elli haneden ibaret ufak bir Türk köyüdür.


Hasköy: Türk ve birçok yahudi ile meskun bir kasabadır.


Aynalıkavak: Deniz kıyısında bir padişah köyüdür. Sultan Abdülhamid'in saltanatının son senesinde Sadrazam Yusuf Paşa tarafından tamir ve tevsi edilmiştir. Köşkün geniş bahçesi tersaneye bitişik olduğundan ona Tersane bahçesi de denir.


Kasımpaşa: İstanbul'un başlıca varoşlarından biri olan Kasımpaşa. Galata surundan başlayarak Hasköy'e, Aynalıkavak kasrına kadar uzanır. Kanuni Sultan Süleyman'ın vezirlerinden olup; H.932 senesinde ölen Güzelce Kasım Paşa, vadinin içindeki cami ve hamamı yaptırdığından dolayı burası Kasımpaşa olarak adlandırılmıştır. Genellikle Türk olan ve çoğu derenin içinde oturmakta olan Kasımpaşa halkı ekseriyetle debbağ ve keştibanlardan ibarettir.


Tersane: Eski ve yeni olarak adlandırılan tersaneler Kasımpaşa'dadır. İlk tersane Fatih Sultan Mehmed tarafından inşa ettirilmiş, daha sonra 1.Selim zamanında yeniden yapılmıştı. II.Selim zamanında yeni tersane inşa edilmiştir. Kasımpaşa'nın deniz kıyısında, kapudan paşanın divanhanesi bunun yakınında da denizci askerlerinin kışlası vardır. Donanmaya mahsus her türlü erzak ve levazım ambarı da Kasımpaşa sahilindedir.


Galata: Surlarla çevrili bir kasabadır. Galata suru fetih'ten az evvel Cenovalılar tarafından yapılmıştır. (1446 senesinde). Galata çoğu Ermeni ve Rum, Perşembe pazarı tarafından da Avrupalılar olmak üzere hristiyanlarla meskundur.


Beyoğlu: Beyoğlu adının, İstanbul'un fethinden sonra bir müddet orada ikamet eden ve sonra İtalya'ya giden prens Alexias Traktos Kommeneos'a izafeten verildiği zannedilmektedir. Avrupalılar bu kesime Pera derler.


XIX. yüzyılda başlayan batılılaşma faaliyetleri ile birlikte Haliç’in geçmişteki görkemli yaşamının sonu yaklaşmaktadır (Feshane, Silahtarağa Termik Elektrik Santrali, İplikhane v.s).


1940'larda Henry Prost tarafından hazırlanan planlarla Haliç kıyıları yanlış bir kararla sanayiye açılınca doğal ve kültürel yaşamı büyük tahribata uğramış ve sanayi atıklarından dolayı Haliç hızla dolarak yok olmaya yüz tutmuştur. Bunun getirdiği çevre kirliliği ve tarihi yapıdaki tahribatın önemi çok geç anlaşıldı.





1980'li yıllarda başlayan Haliç'i temizleme çalışmaları 1990'ları ortalarından itibaren hız kazandı. Birbiri ardından gerçekleştirilen projelerle de eski prestijli günlerine dönmeye başlamıştır. (Feshane - Sütlüce Kültür Merkezi ve Sadabad projeleri).


Tarih boyunca farklı kültür ve uygarlıklara ev sahipliği yapan Haliç ve çevresi, özellikle Eyüp, Fener, Galata, Balat ve civarında Türkler, Rumlar ve Museviler tarafından iskan edilmiş mahalleler hala o kültürlerin izlerini taşımaktadır.

Haliç'e Sınırı Olan İlçeler :


Eminönü

Fatih

Eyüp

Kağıthane

Beyoğlu

Haliç Çevresinde Kültürel Zenginlik :


Haliç çevresinde çok zengin bir kültürel ve tarihi dokunun izlerine rastlanır. Çoğu günümüze kadar ulaşan bu eserler, Haliç çevresinde biriken tarihi ve kültürel mirasın da canlı kanıtlarıdır. Bu eserlerden bazıları şunlardır: Cibali Tütün Fabrikası, Küçük Mustafa Paşa Hamamı, Cibali Kapısı, Unkapanı Şazeli Tekkesi, Gül Camii (Aya Teodosia), Emir Buhari Tekkesi, Aya Nikola Kilisesi, Ayakapı Hamamı, Ayakapı, Kanlı Kilise (Moğol Kilisesi), Fener Rum Patrikhanesi, Bulgar Kilisesi, Kadın Eserleri Kütüphanesi, Ahrido Sinagogu, Yanbol Sinagogu. Ferruh Kethüda Camii, Tahta Minare Hamamı, Anemas Zindanları, Blacherna Sarayı. Tokludede Hisarı, Emir Buhari Tekkesi, Hançerli Sultan Hamamı, Atik Mustafa Paşa Camii, Eğrikapı, Eyüpsultan Külliyesi, Eyüp Bostan İskelesi Yolu, Mihrişah Valide Sultan Külliyesi, Feshane Müzesi, Zal Mahmut Paşa Külliyesi, Hasan Hüsnü Paşa Kitaplık ve Türbesi, Hüsrev Paşa Külliyesi, Tunuslu Hayrettin Paşa Külliyesi, Bahariye Mevlevihanesi, Sokullu Külliyesi, Şah Sultan Külliyesi, Siyavuş Paşa Türbesi, Beybaba Sokağı, Adile Sultan Türbesi, Reşadiye Okulu ve Sultan Reşat Türbesi, Şah Sultan Tekke ve Camii, Gezeri Kasım Paşa Camii, Yavedud Tekkesi, Defterdar Camii, Kaptan Paşa Camii, Silahi Mehmet Bey Mescidi, Piyerloti Kahvesi, Sadabat Kasrı ve muhtelif kasır kalıntıları, Sütlüce Hamamı, Sütlüce Mezbahası, Lengerhane Binası, Çavuşbaşı Camii, Aynalıkavak Kasrı, Ali Baba Tekkesi



Haliç Üzerinde Yapılan Köprüler:


Boğaz'ın Marmara ile buluştuğu noktada, Avrupa yakasındaki İstanbul'u ortadan ikiye bölen Haliç, gittikçe büyüyen kentin ulaşımında bir engel haline gelince, daha Bizanslılar döneminde bu su yolunun köprüyle aşılması gündeme gelmişti. 5.-6. yüzyılda biri Ayvansaray'ı karşı kıyıya bağlayan, diğeri de Kağıthane Deresi üzerinde Justinyanos devrinde yapılmış iki köprüden söz edilir. Ancak bu köprüler 13. yüzyıldaki Latin istilası esnasında yıkıldı.


Türklerin İstanbul'u ele geçirmesi ve Galata ile bağlantının artması bu konuyu yeniden gündeme getirince. Rönesans'ın büyük ustası Leonardo da Vinci de dahil birçok tasarımcı Haliç'in iki yakasını birleştirecek projeler geliştirdi. Ama Haliç'in iki yakasının bir araya gelmesi için 1836'ya kadar beklenmesi gerekti. Bu tarihte Fevzi Ahmet Paşa'nın gözetiminde Tersane'de sallar kullanılarak yapılan, Unkapanı ile Azapkapı'yı birleştiren köprüyü, 1845'te hizmete giren Unkapanı ile Karaköy'ü birleştiren köprü izledi. Bu Haliç üzerinde dört köprü bulunmaktadır: Haliç Köprüsü, Eski Galata Köprüsü, Unkapanı Köprüsü, Galata Köprüsü.