Adı dilden dile, ünü kuşaktan kuşağa yayılan Seyyid Battal
Gazi'nin kimliği, ailesi ve soyu konusunda farklı bilgiler
verilmektedir. Azımsanmayacak kaynakta ortak görüş olarak benimsenmiş
ve yaygınlaşmış olanı şöyle özetlenebilir: 674/680-740 yılları arasında
yaşadığı kabul edilen Seyyid Battal Gazi, Malatya Serdarı (komutanı)
Hüseyin Gazi'nin oğludur.
Asıl adının Abdullah ya da Ebu Hüseyin olduğu ileri
sürülmektedir. Adının Cafer olduğunu benimseyenler ise, O'nun Peygamber
soyundan geldiğine, atalarının İmam Cafer, İmam Zeynel Abidin yoluyla
İmam Hüseyin'e, dolayısıyla da Hz. Ali'ye ulaştığına inanırlar ve
seyyidlik unvanını da soy geçmişinin kanıtı olarak gösterirler. Battal
adının yiğitliğinin, cesaretinin ifadesi olduğu, gazilik Şanının da
gazalarda gösterdiği kahramanlıktan dolayı verildiği belirtilmektedir.
Öbür değerlendirmelere gelince; Taberi başta olmak üzere kimi
tarihçilere göre O'nun asıl adı Amr ya da Omar'dır. Antakyalı veya
şamlıdır. Bazılarına göre de Emevilerin azatlı kölesidir. Çalışkanlığı
ve kahramanlığı sayesinde komutanlığa, hatta Misis şehri valiliğine
kadar yükselmiştir. Ölüm yeri konusunda da farklı bilgiler verilmekle
birlikte çoğunlukla Afyon yakınları veya bugünkü Seyitgazi olduğu,
ölümünün de Akrenion savaşları sırasına rastladığı ortak görüş
halindedir. F.R. Haslok'a göre: "Kahramanın kendisi Abdullah Ebül
Hüseyin el Entaki ismindeki tarihi şahıs olup el Battal (kahraman) bir
övünç unvanıdır. Zamanındaki Arap ve Bizans kaynaklarına göre sekizinci
asırda Arapların Bizans seferlerine katılmış ve Milâdi 740'da Akroneos
(Afyonkarahisar) çarpışmasında yaralanarak bugün ismini taşıyan
tekkenin birkaç mil güneyinde şehit düşmüştür.
Karl Wulzinger'e göre de: "Cafer Bin Hüseyin Seyyid Battal
Gazi, tarihi bir kişi olup babası Hüseyin Gazi'nin ve kendisinin
biyografisi destanlarla süslenmiştir. İslâmi tarihçilerin yanında
Theophones de halen Bonn'da bulunan Chanographia (Zamanın kronolojisi)
adlı eserin 633. sayfasında ondan söz etmektedir. Theophanes'e göre
Battal ve Melik 20 bin kişilik bir kuvvetle Akroenes (Akrenion)
yakınlarında Leon ve Konstantin komutasındaki Bizans ordusu ile
çarpışmakta olan İslâm ordusunun yardımına gelirler. Savaş çok şiddetli
geçer ve her iki taraftan da çok sayıda insan ölür. İslâm ordusu
Symnada (Şuhut)'ya çekilirken Battal da yaralı olarak III. Leon'a esir
düşer ve yolda ölmesi üzerine de Akrenion'a yaklaşık 100 km.
uzaklıktaki bugün Seyitgazi olarak anılan yerde vasiyeti uyarınca
defnedilir. Babası Hüseyin Gazi de bazı kaynaklara göre Bizans'a
yapılan bir akında şehit düşmüştür. Makamı Ankara yakınlarında kendi
adıyla anılan Hüseyin Gazi tepesindedir. Annesi Saide Hatun ile eşi
Zeynep Hanım'ın ve iki oğlunun mezarları ise eski Malatya'dadır. Annesi
Saide Hatun'un peygamber sülalesine ulaştığını söyleyenler de vardır.
Ancak soy süreğinin babadan geçtiğine inananlar bunu kabul etmezler.”
Prof.Dr. Mükrimin Halil Yinanç'ın 1940'lı yıllarda Almanya'da
bulduğu bir nesepname'de Battal Gazi'nin soy kütüğünün Hz. Hüseyin'e
ulaştığı gösterilmektedir. Prof. Dr. Fuat Köprülü'ye göre O,
"Müslümânlığı kabul eden Türk gazileri arasında yaşamış bir destan
kahramanıdır.11 Claude Cahen'e göre de "Bizans savaşlarının bir Arap
komutanıdır.12 İslâm tarihçisi ve bu alanın tanınmış araştırmacısı
Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak'a göre ise Battal Gazi; "Ünü Orta Asya'dan
Endülüs'e kadar yayılmış, tarihi kimliği, efsanevi" kişiliği tarafından
yutulmuş bir Arap mücahididir. Seyyid'lik unvanı ona XIII. ya da XIV.
yüzyıllarda Anadolu'da verilmiştir. Onun Hz. Ali ya da İmam Hüseyin
soyundan geldiğinin kanıtı olduğu iddia edilen siyadetnamenin ise
tarihen ispatı ve geçerliliğinin kanıtlanması mümkün değildir.
Seyit Battal Gazi Türbesi'nin efsanesi
Zaman 1204 yıllarında, Anadolu Selçuklu'larının başında Sultan Alâeddin Keykubat'ın hükümran olduğu çağlardır.
Alâeddin Keykubat, son derece adil, aydın ve sevilen bir insandı. Annesi Ümmühan Hatun da, tıpkı oğlu gibi, adalette, cömertlikte, iyilikte kimsenin yarış edemeyeceği bir kadındı. Günlerden bir gün, bir rüya gördü. "Tasvir gibi güzel, Hamza gibi kuvvetli, Ali gibi heybetli" bir yiğit Ümmühan Hatun'a dedi ki:
"Ey Hatun! Ben O kişiyim ki Diyarı Rûm'u aldım, kâh karada, kâh denizde doksan yıl gazilik ettim. Sonunda Mesihiye kalesinde şehit oldum. Gel beni ziyaret et, Üzerime bir türbe yap!."
Ümmühan Hatun, rüyasını oğluna anlattı, Alâeddin Keykubat haznedarlarına emir verdi, ne lazımsa develere yükletildi. Sultan Hatun Mesihiye kalesine doğru yola çıktı.
Hacı Emre köyünden, kutluca Çoban o devirlerde harap bir halde bulunan Mesihiye kalesi çevresinde koyunlarını otlatırdı. Çoğu çobanlar gibi uyanık gönüllü, keşfi açık, nasipli bir insandı.
Bir gün koyunlarını otlatırken, koyunların bir yere gidince yürüyemediklerini, sanki önlerindeki toprağa basmak istemediklerini fark etti. Acaba yanılıyor muyum diye bir denedi, iki denedi, fakat gördü ki hiçbir koyun o yere ayağını basmıyor. Kutluca Çoban ertesi gün, belki unutmuşlardır diye sürüyü gene dün işaretlediği o topraklardan geçirmek istedi ama nafile! Çoban gördüklerinde yanılmıyordu. Burada bir şey vardı, hayvanların basmak istemedikleri, her halde kutlu bir şey, belki bir mezar...
Bir gün, beş gün, on gün... Çoban artık o topraklardan ayrılamaz oldu. Bir gece, gene aynı yerde, koyunlar otlar, çoban derin derin düşünürken, ansızın, gökten bir nur dalgasının , koyunların asla çiğnemediği o toprak parçasına indiğini gördü.
Kendinden geçti, mest ve hayran kadı, koyunlar da yerlerinden kıpırdamadılar, gün ışıyıncaya kadar öyle kaldılar.
Kutluca Çoban gece gördüklerini vardı, gitti Mesihiye beyine anlattı. Bey, hemen o yerin etrafına bir duvar çektirtti,
" Kimse içeri abdestsiz girmesin, kimin ne haceti varsa orada iki rekat namaz kılıp istesin, niyazları kabul olunur." dedi.
Günlerden bir gün, Ümmühan Hatun'un kervanı geldi Mesihiye kalesinin yolunda bir yere kondu. Bey, Ana Sultan'ı karşılamaya varınca Ümmühan
" Bu kale yakınında hiç ziyaretgâh var mıdır?" diye araştırdı.
Bey bilmiyordu. Ancak, Kutluca Çoban'ın görüp anlattıklarını Ana Sultan'a aktardı,
" Ne vardır bilmem ama ben etrafına duvar çektirttim, şimdi herkes oraya gider" dedi.
Ümmühan Hatun ses etmedi, kalktı Kutluca Çoban'ın bulunduğu yere gitti, bir de onu dinledi. Sonra orada iki rekât namaz kıldı ve "Gördüğüm rüya Allah katından ise bana onu yine göster" diye yalvardı.
Evet! Ümmühan Hatun'un rüyası Allah katındandı. Çünkü o tasvir gibi güzel, Hamza gibi güçlü, Ali gibi heybetli insanı gene gördü."Kılıç belinde, imame başında, nikab yüzünde idi" idi.Nikabını açtı:
"Ol gördüğün benim! Seyyit Battal Gazi'yim. O kişiyim . Türbemi sen yaptır. Bir mescit, bir de tekke bünyad eyle. Alimler ve dervişler getir, vakıflar yap" dedi. Ümmühan Hatun ağzı dili bağlanmış, karşısında divan duruyordu. Seyit Gazi ona iki kitab verdi
" Bizim yâdigârımız olsun!" dedi.
Hemen ertesi gün Ümmühan Hatun'un emriyle mimarlar,nakaşlar, ustalar, kalfalar, çiniciler, boyacılar, camcılar... kısaca Selçuk ülkesinde ne kadar sanatçı varsa, Mesihiye kalesine çağrıldı. Seyit Battal Gazi'nin istediği gibi mescit, medrese, semâhane, aşhane, misafirhane binaları yapıldı.
Bütün bu sayılanlar güzelliğine ve değerine paha biçilemeyen bir çift küpenin tekiyle yapılmıştır. Bir gün türbe yıkılır, yanar, yeniden yapımı gerekirse diye, küpenin tekini Ümmühan Hatun direklerden birinin dibine bir demir kutu içinde gömdürdü. Ama hangisinin altında olduğunu direkler bile bilmiyor.
Türbenin büyük kapısında
"Esselâmün aleyküm ya Sultan Seyit Gazi" diye yazar.Giriş kapısında ise
"Bu mübarek makam Sultan Seyit Battal Gazi'nindir. Hak rahmet eylesin" diye haber verir.
Seyitgazi'deki (Eskişehir) Seyit Battalgazi Külliyesi:
![]()
Yer imleri