Kadere Ýman, Hayýr ve Þer Allah’tandýr, Allah’ýn Ed-Dârr,
En-Nâfi’ Ýsimleri


Kader, insanlarýn baþlarýna gelecek her þeyi Allah’ýn (c.c.) ezelde bilip bunlarý Lehv-i Mahfuz’a kaydetmesidir. Bunlarýn zamaný geldiðinde meydana gelmesine kaza denir.


Kader, Allah’ýn (c.c.) kullarýnýn baþlarýna gelecek olan olaylarý El-Alîm güzel ismi ile bilmesine dayanýr. Yoksa kullarýný buna mecbur tutmamýþtýr. Aksi taktirde insanýn bu dünyada imtihan edilmesinin bir anlamý olmayacaktý.


Ýnsanýn elinde bir güç ve kudret sözkonusu deðildir. Güç ve kudret tamamen Allah’a aittir. ‘Oysa sizi ve yaptýðýnýz þeyleri Allah yarattý (Saffat suresi, 96).’ Ýnsan yaptýðýný sandýðý þeyleri niyetiyle sahiplenmektedir ve bundan sorumlu tutulmaktadýr. Onun için niyet çok önemlidir. Peygamberimiz (s.a.s) hadis-i þerifte þöyle buyurmaktadýr: ‘Ameller niyetlere göredir.’ Niyetini temiz, himmetini âli tutan (iyilik, hayýr konusunda yüksek hedefleri olan) kiþiler oturduklarý yerden bir þey yapmaksýzýn büyük sevaplar elde edebildikleri gibi Allah’ýn rýzasýna da ererler. Ayrýca kaderleri de genellikle güzel olur. Çünkü yüce Allah (c.c.) genellikle olaylarý, kiþileri insanlarýn kalplerine göre biraraya getirmektedir.


Kader konusunda Ehl-i sünnet anlayýþýnýn dýþýnda tarih boyunca iki aþýrý uç, sapkýn inanç sözkonusu olmuþtur: Kaderiyeciler, insanýn her eylemini kendisinin yarattýðýný savunmuþlardýr. Dolayýyla hayýr ve þerrin Allah’tan geldiðini kabul etmemiþlerdir. Bunlarýn insan iradesinin mahsulü olduðunu iddia etmiþlerdir. Cebriyeciler ise, kulun kýsmi iradesini yok saymýþlardýr. Ýnsaný kaderin karþýsýnda rüzgârda uçuþan yapraklar misali kabul etmiþlerdir. Þerri (baþa gelen kötülükleri) tamamen ve koþulsuz olarak Allah’a baðlamýþlardýr.


Kadere iman bilindiði üzere imanýn altý rüknünden birisidir. Kader içerisinde en önemli konu ise hayýr ve þerrin Allah’tan (c.c.) geldiði hususudur. Ýnsanlar genellikle hayýr ve þerrin Allah’tan (c.c.) geldiðini unutup sebeplere bakarlar. Þer karþýsýnda öfkelenip deliye dönerler, dinden imandan çýkýp katil bile olurlar; hayýrda da Allah’a (c.c.) þükretmeyi unutup vesilelere takýlýp kalýrlar.


Ýnsanlarýn büyük çoðunluðu imanýn altý þubesinden beþine pek karþý çýkmazlar. Onlarý pek inkâr etmezler. Fakat kadere, hayýr ve þerrin Allah’tan geldiðine inanma hususunda çeþitli sýkýntýlar yaþarlar, bu noktada bazý itirazlar baþ gösterir. Çoðu kiþinin dine karþý olan olumsuz tavrýnda ana sebep kadere, hayýr ve þerrin Allah’tan geldiðine inanmama oluþturur. Hastalýk buradan kaynaklanýr. Hele çaðýmýzda çeþitli felsefelerin yaratýcý karþýsýnda insaný merkezi bir konuma oturtmalarý (Kaderiyeciler gibi) bu manevi hastalýðýn daha çok artmasýna neden olmuþtur.


Allah (c.c.) kullarýna karþý her zaman lütufkârdýr. Onlarý kaldýramayacaklarý yüklerle imtihan etmez. “Þu kesindir ki, Allah kullarýna zerre kadar bile zulmetmez (Nisa suresi, 40).” Allah’ýn (c.c.) Ed-Dârr (Þer, zarar hikmeti gereði Allah’tan [c.c.] gelir) güzel ismi insanýn zararýna deðil hayrýnadýr. Þöyle ki: Dünyada baþýmýza gelen kötü þeyler bir hikmete dayanýr. Dünya hayatý geçicidir, asýl olan ahiret yurdudur. Bu dünyada kötü olarak görülen þeylerin altýnda insanlarýn ahiret hayatlarýnda kurtuluþa, ebedi mutluluða vesile olan pek çok hayýrlar bulunabilir. Bu açýdan asýl þer, zarar bu baþa gelen kötü þeylerden gereði þekilde yararlanmamaktýr.


Bu durumda baþýmýza gelen kötü þeyler, her ne kadar Allah’ýn (c.c.) izni ve yaratmasý ile meydana geliyorsa da bu durumun sünnetullaha, ilahi bir kurala dayanan bir nedeni bulunmaktadýr. Allah (c.c.) bela ve musibetleri yaptýðýmýz kötü þeylere karþý vermektedir: “Baþýnýza gelen her musibet, iþlediðiniz günahlar nedeniyledir. Hatta Allah günahlarýnýzýn çoðunu da affeder (Þûrâ suresi, 30).”, “Sana gelen her iyilik Allah’tandýr. Baþýna gelen her kötülük ise nefsinden dolayýdýr (Nisa suresi, 79).”


Baþýna böyle bir bela ve musibet gelen, bununla ruhu daralýp sýkýlan bir müminin hemen geçmiþini deðerlendirip günahlarý için gözyaþý döküp tövbe ile Allah’ýn (c.c.) rahmetine sýðýnmasý gerekir. Bu tür bir davranýþ yerine isyan etmek, birilerini suçlayýp öfkelenmek insana pek bir þey kazandýrmaz. Belki pek çok þeyi alýp götürebilir. Yalnýz Allah’ýn (c.c.) el-Adl güzel ismi gereði bir zulme uðramýþsak hakkýmýzý savunmamýz, adaleti gerçekleþtirme yolunda mücadele etmemiz de gerekir. Tabii iþin bu cephesi yanýnda iç muhasebe ile kendimizde bazý kusur ve hatalarý aramak, bunlardan piþmanlýk duyup Allah’ýn (c.c.) merhametine sýðýnmak da icap eder.


Baþa gelen, özellikle baþkalarýnýn baþýna gelen bela ve musibetleri yalnýz yukarýda sözünü ettiðimiz sünettullahla, yani ilahi kuralla açýklamak Allah’ýn (c.c.) kaza ve kaderi üzerine ileri geri konuþmak anlamýna geleceðinden çok tehlikelidir. Ýnsaný maazallah dinden çýkarýr. Çünkü Allah’ýn (c.c.) olaylarý yaratmadaki ilahi hikmetini kimse tam anlamýyla kavrayamayacaðý gibi böyle bir konuda söz ve hüküm sahibi de deðildir. Hele baþkalarý için böyle birtakým yargýlarda bulunmak, örneðin bir hasta yada kaza nedeniyle geçmiþ olsun ziyaretinde ilgili hastalýðýn yada kazanýn gerçek nedenini yapýlan günah yada günahlar yüzünden olduðunu söylemek, bu konuda açýklamalarda bulunmak büyük bir edepsizliktir. Allah’ýn (c.c.) öfkesine yol açabilecek bir kendini bilmezliktir.


Bela ve musibetleri yukarýda sözünü ettiðimiz sünnetullah, yani ilahi kanun yanýnda Allah (c.c.) baþka nedenlerle de yaratabilir. Bunu kimsenin tam olarak bilmesine olanak yoktur. Örneðin Allah (c.c.) kulun katýndaki derecesini yükseltmek için bela ve musibete uðramasýna izin verebilir. Nitekim Mekke döneminde ilk Müslümanlar böyle bir sýnavdan geçmiþ, büyük bela ve musibetlere uðramýþlardý. Allah (c.c.) Kuran-ý Kerim’de bu konuda þöyle buyurmaktadýr: “Ey müminler, (itaat edeni asi olandan ayýrt etmek için) sizi biraz korku, biraz açlýk, biraz da mallardan ve mahsullerden eksiltmek ile imtihan edeceðiz. Ey resûlüm, sabredenleri müjdele! (Bakara suresi, 155)”

Bir Müslüman’ýn kendi baþýna gelen bela ve musibetleri günahlarý ile, baþkalarýnýn baþýna gelen bela ve musibetleri Allah (c.c.) katýndaki derecelerin yükselmesi ile açýklamaya çalýþmasý edep ve nezaket gereðidir. Bu yolla hem kendisinin sabýrlý olmasýnda hem de baþkalarýna sabrý tavsiye etmede önemli bir manevi güç bulabilecektir.


Sabýr, þükür gibi Allah’ýn (c.c.) sevdiði duygulardan birisidir. Allah (c.c.) Ed-Dârr (Þer, zarar hikmeti gereði Allah’tan [c.c.] gelir) güzel ismiyle kulda sabýr meyvesinin oluþmasýný arzular. En-Nâfi’ (hayýr, iyilik hikmeti gereði Allah’tan [c.c.] gelir) güzel ismiyle de kulda þükür ister. Bunlarýn ahiretteki karþýlýðý çok büyüktür. Ýnsan sabýr ve þükür duygularý ile Allah (c.c.) katýndaki derecesini yükseltir: “Sabredenlere mükâfatlarý hesapsýz verilecektir (Zümer suresi, 10).”


Genellikle hoþumuza giden þeyleri hayýr, gitmeyenleri þer olarak adlandýrýrýz. Hâlbuki bu deðer ölçüsü son derece görecelidir. Sadece insanýn bu dünyadaki yaþamýna göredir. Ebedi ahiret yurdu gözönünde bulundurularak yapýlmýþ deðildir. Çünkü bu dünya ödül ve ceza yurdu olmadýðý için baþa gelen hayýr ve þerrin hikmetini de bilmek olanaksýzdýr. Yüce Allah (c.c.) bu konuda þöyle buyurmaktadýr: “Hoþlanmasanýz da savaþ size farz kýlýndý. Olur ki hoþlanmadýðýnýz bir þey sizin için hayýrlýdýr. Yine olur ki, sevip arzu ettiðiniz bir þey de sizin için þerlidir. Gerçeði Allah bilir, siz bilemezsiniz (Bakara suresi, 216).” Savaþ görünüþte þerlerin, kötülüklerin simgesi gibidir. Çünkü onda her türlü bela ve musibet vardýr: Açlýk, yoksulluk, can ve evlat kaybý, ölüm korkusu, mal ve namus kaygýsý… Her þey baþa gelebilir. Allah (c.c.) iþte ilgili ayette böyle þerrin ve kötülüðün simgesi olan savaþta bile hayýrlarýn gizli olduðunu belirtmektedir. Bizim hayýr sandýðýmýz þeyler ise ahiretimiz için, Allah (c.c.) bizleri onlardan korusun, kim bilir nice bela ve musibetleri içeriyor olabilir. Gerçekten insanýn Allah’ý (c.c.) el-Vekîl olarak kabul edip (Hasbünallahu ve ni’mel-Vekîl [Allah bize yeter, O ne güzel vekildir] deyip,) O’na sýðýnmaktan baþka bir çaresi yoktur. Çünkü ahiretimiz için neyin yararlý neyin zararlý olduðunu ancak Allah (c.c.) bilebilir.


Baþa gelen bela ve musibetler sýrasýnda ‘Ya Dârru, ya Nâfi’u’ diye Allah’ýn bu güzel isimlerini sayýya vurmadan çokça zikretmek gerekir. Bu zikir bela ve musibetin ortadan kalkmasýný gerçekleþtirdiði gibi ilgili bela ve musibetin hayra dönmesini de saðlayabilir. Ayrýca bu zor anlarda hayýr ve þerrin Allah’tan geldiðine inanmak çok mühimdir. Allah (c.c.) her þeyi yaratabilir. Geceden gündüzü çýkarmak, ölüden diriyi meydana getirmek O’na zor deðildir. Evrenin baðlý olduðu kanunlar O’nu baðlamaz. Çünkü Allah (c.c.) gerektiðinde yeni kanunlar da yaratabilir. Her þey O’nun ‘Ol!’ buyruðu ile anýnda varlýk sahasýna çýkar.


‘Ya Dârru, ya Nâfi’u’ zikri kiþiliði güçlü kýldýðý gibi ruhsal saðlýðýn korunmasýnda ilaç gibi de tesir eder.


Ýnsanlar hayýr ve þerrin Allah’tan geldiðini unutunca baþlarýna çok büyük belalar açabilirler. Nefis bir kýzgýnlýk ve öfke anýnda büyük günahlara girebilir. Þeytanlar bu anlarý çok gözetlerler. Zaten hadis-i þerife göre insanýn bütün vücudunda kanýn damarlarda dolaþmasý gibidirler. Yine hadis-i þerife göre her Müslüman’da da mutlaka en az bir þeytan görevlidir. Onlar insanlarýn duygu ve düþüncelerini takip edebildikleri için nabza göre þerbet verirler. Öfke ve kýzgýnlýk anlarýnda bu çeþit vesveselerini artýrýrlar, ateþi alabildiðine körüklerler. Çoðu kiþi bu yüzden katil olur, adam yaralar. Kalpler kýrýlýr. Küslükler baþlar. Bu anda kiþinin nefsinin hayýr ve þerrin Allah’tan geldiðine inanmasý, büyük bir imtihana tabi tutulduðunu bilmesi biraz zordur. Þayet böyle bir anda kiþi Allah’ýn kudretini, hayýr ve þerrin O’ndan geldiðini bilirse bu büyük bir devlettir. Kadere rýza göstermek nefsin ve þeytanlarýn belini kýrar, kiþiyi yüce bir makama taþýr. Tasavvufta nefsin ulaþmasý istenen hedefi kadere rýzadýr. Kadere rýza göstermek, Allah’tan razý olmaktýr. Allah’tan razý olan bir nefis (Raziyye nefis) kýsa zamanda Allah’ýn rýzasýna (Marziyye nefse) ulaþýr. Yalnýz haksýzlýk karþýsýnda susmamak gerekir. Hadis-i þerifte böyle kiþilerin ‘dilsiz þeytan’ olduðu belirtilmiþtir. Kiþi gerek baþkalarýnýn haklarýný gerekse kendi hakkýný aramak için öf***e ve kýzgýnlýða kapýlmadan usulüne uygun olarak hareket etmelidir. Öfke ve kýzgýnlýk göstererek nefse ve þeytanlara prim vermemelidir. Hak arayýþý çok önemlidir. Bir çeþit cihattýr. Zalime gereken cezanýn verilmesi, toplumun esenliði için þarttýr. Bu konuda ihmalkâr olmak kul haklarýna kadar uzanabilir. Çünkü herhangi bir ceza görmeyen zalim aldýðý güçle baþkalarýna da zarar verebilir. Bu baþkalarýna verilen zararlar bu konuda vurdumduymaz insanlarýn amel defterlerine günah olarak yazýlabilir. Tabii bu baþka bir konudur. Yine yaptýðýna gerçekten piþman olmuþ bir insaný affetmek de Allah’ýn razý olduðu bir büyüklüktür. Bu da ayrý bir konudur.

Kadere, hayýr ve þerrin Allah’tan geldiðine inanma kiþiyi öfke ve kýzgýnlýkla büyük günahlar iþlemekten alýkoyduðu gibi onun büyük bela ve musibetlerde de depresyona, birtakým ruhsal hastalýklara girmesini önler, ruhsal terapisini saðlar. Ýnsana güçlü bir kiþilik kazandýrýr. Hapisteki bir insana en büyük manevi güç ve destek, kadere, hayýr ve þerrin Allah’tan geldiðine inanmadan gelir. Hele bu durumdaki kiþiler, haksýz yere bir suçtan hüküm giymiþseler ondan baþka bir limana da sýðýnamazlar. Þayet böyle bir insanýn kadere, hayýr ve þerrin Allah’tan geldiðine imaný yoksa ruh saðlýðý derhal bozulmaya baþlar, herkese þüphe ile bakarak paranoyaya, hatta ruhsal bütünlüðünü kaybedip büyük ruhsal hastalýklara, þizofreniyeye kadar düþebilir. Ýnsanlarýn psikoz türü aðýr hastalýklara düþmeleri genellikle kadere, hayýr ve þerrin Allah’tan geldiðine inanmamalarýndan, büyük bela ve musibetlerde kiþilere ve olaylara fazla takýntý yapmalarýndan kaynaklanýr. Hâlbuki Allah’ýn izni olmadan bir yaprak bile dalýndan düþmez (bk. En’am suresi, 59). Nerede kaldý ki kulun baþýna gelen bela ve musibetlerin Allah’ýn izni ve iradesiyle gerçekleþmemesi?.. Ýnsanoðlu Allah’ýn güç ve kudreti hakkýnda ne kadar az bilgi sahibi!.. Ýnsanlarý ve olaylarý da gözünde devleþtirmeye ve abartmaya pek eðilimli!.. Her iþ Allah’ýn dilemesi ve takdiri ile gerçekleþmektedir. Ýnsanlar iyi kötü bir þeyler yapmaya niyetlenseler de Allah dilemedikçe bu niyetleri gerçekleþmeyeceði gibi niyetlerini eylemlere de koyamazlar. Yüce Allah Kuran-ý Kerim’de þöyle buyurmaktadýr: ‘Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. (Tekvir suresi, 29).’ Ýþlediði bir ceza ile hüküm giyen kiþiyi de kadere, hayýr ve þerrin Allah’tan geldiðine imaný bir üniversitede öðrenci imiþ gibi eðitir, nefsini terbiye eder, ceza günlerini rahmete, günahlarý için istiðfar etmeye, dolayýsýyla günahlarýnýn Allah (c.c.) tarafýndan affýna çevirir. Zira kadere, hayýr ve þerrin Allah’tan geldiðine inanma kiþiyi kýsa zamanda geçmiþini deðerlendirmeye, bir iç muhasebe yapmaya götürür. Bu da onun tövbe yolunu tutmasýný saðlar. Ýçten yapýlan tövbeler, hangi günah olursa olsun, Allah tarafýndan affedilir. Bu konuda pek çok ayeti kerime vardýr. En müjdelisi de þudur: ‘De ki ‘Ey kendileri hakkýnda aþýrý giden (büyük günah iþleyen) kullarým! Allah’ýn rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Þüphesiz Allah bütün günahlarý affeder. Çünkü O çok baðýþlayandýr, merhamet edendir (Zümer suresi, 53).’ Allah’ýn günahlarý affetmeyeceði þeklinde bir ümitsizliðe düþmek, doðru olmadýðý gibi Allah hakkýnda da büyük bir suizandýr. Allah’ýn rahmetinden ümidini kesenler ancak kâfirler topluluðudur (bk. Yusuf suresi, 87) .


Hadis-i þeriflerde kul haklarýnýn affýnda Allah’ýn karýþmayacaðý, kiþinin hakký geçen kiþi ile barýþmasý, helalleþmesi gerektiði ifade edilse de yüce Allah (c.c.) her þeye kadirdir. Ýmam-ý Rabbani Hazretlerine (k.s.) göre böyle durumlardaki kiþiler üzerlerindeki kul haklarýný barýþma ve helalleþme yolunu çeþitli nedenlerle (hak sahibini bulamama, karþý tarafýn hoþgörüsüzlüðü, utanma, fitne ve dedikodu çýkma ihtimali vb.) kullanamayarak üzerlerinden atamýyorlarsa bu kul haklarýnýn aþaðý yukarý tutan bedellerini ihtiyaç sahibi kiþilere verme yoluna gitmelidirler. Elbette bazý kul haklarýnýn bedeli çok aðýrdýr. Parayla ölçülemez. Ödenmesi de çok zordur. Cana kastetme, namus, þeref ve haysiyetle oynama gibi. Ama Allah (c.c.) dilerse, bu dünyada affetmeyeceði, affettiremeyeceði hiçbir günah yoktur. Ýnsan günahlardan gerçekten piþman olup hatalarýný tamir yoluna girdiði zaman yüce Allah (c.c.) kiþiye fazl u ikramý ile öyle büyük fýrsatlar ve sevap kapýlarý açar ki, bunlar ahrette üzerindeki bütün kul haklarýný ödemeye yetebilir. Ama kul haklarýný ödemede hadis-i þeriflerin ýsrarla tavsiye ettiði karþý tarafla barýþma ve helalleþme yolunu tutmak daha doðru ve garantilidir. Dinin ruhuna daha uygundur. Tabii kul haklarý insanýn üzerinde dünyada iken büyük bir yüktür. Ýnsanýn baþýna bela ve musibet açabilecek bir nedendir. Kaderini çok olumsuz bir yoldan etkileyebilir. Çoluk çocuðuna kadar tesir edebilir. Ayrýca kul haklarý tasavvuf ve tarikat yolundaki manevi ilerlemede, yüksek makam ve hallere ulaþmada engel teþkil edebilirler. Bu kul haklarýnýn üzerimizden kalkmasýnda çeþitli nedenlerle doðal yolu, yani karþý tarafla barýþma ve helalleþme yolunu kullanamýyorsak bu niyetle sadaka vermek en azýndan bu yolla gelebilecek bela ve musibetlerin definde büyük yararlar saðlar. Onlarýn yükünü azaltabileceði gibi tamamen de kaldýrabilir. Zira hadis-i þerifte ifade edildiði üzere az sadaka çok belayý def eder.


Hastaneler de hapishaneler gibi üzerimizdeki günahlarýn dökülebileceði yerlerdir. Dünya imtihaný gereði Allah (c.c.) bazý kullarýný maddi ve manevi çeþitli sýkýntýlara uðratýr. O’ndan gelen her bela ve musibet aslýnda büyük bir ikramdýr. Güzel sabýr gösterirsek günahlarýmýza kefarettir. Güzel sabýr (sabr-ý cemil), ilgili sýkýntýdan dolayý kimseye dert yanmamakla, sýkýntýyý Allah’tan (c.c.) bilip haline þükretmekle gerçekleþir.


Bela ve musibetlere sabretme yanýnda üzerimizdeki sonsuz nimetlerin sahibini de En-Nâfi’ (hayýr, iyilik hikmeti gereði Allah’tan [c.c.] gelir) güzel ismi ile anmak gerekir. Her iyilik Allah’tandýr. Kullar sadece birer vesiledir.


Ýnsanýn yaptýðý iyilikleri nefsinden bilmesi büyük bir aldanýþtýr. Ýyilikler Allah’ýn (c.c.) dilemesi ve nasip etmesiyle gerçekleþir. Ýyilikler gerçekleþince Allah’a (c.c.) nasip ettiði için þükretmek gerekir.


Her insanýn nefsi kaderine isyan halindedir. Hiç kimse bu konuda nefsini temize çýkarmamalýdýr. Çünkü bu konuda insanlarýn bazý sýkýntýlarý olmasaydý nefsi marziyye (Allah’ýn razý olduðu nefis) ve kâmile gibi üst makamlara çýkmýþ olurdu. Yani imtihan sýrrý olarak nefis emmare (kötülüðü emreden nefis; Allah’a isyan eden nefis) düzeyinde yaratýlmýþ olup mutlaka içerisinde bulunduðu koþullarý kabullenmemekte, nimetlere gereken þükrü kýlmadýðý gibi haline de sýzlanmaktadýr.


Kadere rýzada ilk adým Allah’a her ne halde bulunursak bulunalým O’nun üzerimizdeki sonsuz nimetlerini dilimiz döndüðünce ve aklýmýza gelenlerini de sayarak þükürde bulunmaktýr. Her ‘Elhamdülillah, çok þükür…’ tespihleri bu yolda verilen nimetleri de hayal ederek atýlan birer adým olarak Allah’ýn kaza ve kaderine rýza yolunda ilerlememizi saðlarlar. Büyük kýsým ibadetlerin özü, özellikle zikrin ruhu þükürdür.


Bir insan içindeki bütün olumsuzluklarýna raðmen dili þükretmeye baþladýðý anda kaza ve kaderine rýza gösterme yolunda adým atmaya baþlar. Bu noktada nefsi yavaþ yavaþ kýrýlýp deðiþir. Üzerindeki sýkýntýlar hem maddi hem de manevi olarak azalarak ruhu büyük bir huzur duyar. Nefis üst makamlara, ileri hallere doðru terakki eder.


Þükür, insanýn bütün melekeleriyle olursa daha makbuldür. Yani dil, duygu, hayal, samimiyet þükürde birbiriyle kaynaþmalý, bu biçimde Allah’a ulaþmalýdýr.


Zikir ruhun gýdasý ise þükür de suyu gibidir. Ruh þükürle canlanýr. Hayat bulur. Geliþir, canlanýr.


Þükrün bazý incelikleri vardýr. Allah (c.c.) þükre muhtaç deðildir. Kul muhtaçtýr. Bunu özellikle bilmek gerekir. Yaptýðý þükürle kimse Allah’ý (c.c.) minnet altýna koymamalýdýr. Þükre de þükürle karþýlýk vermeye çalýþmalýdýr. Bu konudaki acziyetini de ifade etmelidir. Bir de Allah kendisine yapýlan þükürden önce kulun diðer insanlarla iliþkilerine büyük önem vermekte, kul haklarýyla kendi haklarýný ayýrmaktadýr. Bu meyanda insanlara teþekkür etmek de çok önemli bir konudur. Öyle ki bu konuda nezaketten uzak ve nankör insanlara Allah (c.c.) kaza ve kaderine rýzasýnda önemli bir adým olan þükrü nasip etmemektedir. Çünkü Peygamberimiz (s.a.s) bir hadis-i þeriflerinde þöyle buyurmuþlardýr: “Ýnsanlara teþekkür etmeyen, Allah’a þükretmez.” Bu doða kanunu gibi bir þeydir. Anlayana büyük uyarýdýr. Teþekkür etmek, baþkasýna duyulan içten bir minnettarlýk duygusudur. Nimete vesile olaný unutmamak, onun gönlünü çeþitli yollarla almaktýr. Bunu dil ile söylemekte bir sakýnca yoktur. Ama fazla bir abartýya kaçmak ve gerçek nimet sahibi olan Allah’ý (c.c.) akýldan ve hatýrdan çýkarmak da doðru deðildir. Bununla birlikte her þeyi Allah’a (c.c.) baðlayarak insanlara teþekkürden kaçýnmak da, demin zikredilen hadis-i þerif uyarýnca, sakýncalý bir durumdur. Demek ki teþekkür ederken bir edep sýnýrýmýz bulunmakta, belli bir ölçüye ve kurala uygun bir yol takip etmemiz gerekmektedir. Bu da çok doðal bir ses tonuyla, ifadede aþýrýya ve abartmaya kaçmadan gerçek nimet verenin Allah (c.c.) olduðunun bilincinde olarak insanlara teþekkür etmektir. Ayrýca teþekkürün sadece dille olmayacaðýný, hediye ile de takviye edilmesi gerektiðini belirtelim. Çünkü peygamberimiz (s.a.s) hediyeleþmenin kardeþlik duygusunu ziyadeleþtireceðini vurgulamýþtýr.


Bazý insanlara teþekkür etmek adeta üzerimizde bulunan bir borçtur, kul hakkýdýr: Anne-babalar, öðretmenler, akrabalar, bizlerin büyümesinde ve yetiþmesinde emeði geçen nice kiþiler… Kuþkusuz çoðu kez bunlara emeklerine karþýlýk dil ile bir kere bile teþekkür etme olanaðýna sahip bulunamamýþ olabiliriz. Belki bir kýsmýný yitirdik veya onlarla aramýza ulaþýlamaz mesafeler girdi. Teþekkür etmek dilden ziyade yürekle olur. Bu insanlarýn arkalarýndan yapýlacak güzel dualar, okunan sureleri ruhlarýna hediye etmeler, onlar adýna verilecek sadakalar onlara edilebilecek en güzel teþekkürlerin yerine geçecektir.


Teþekkür asýl Allah’a (c.c.) yapýlmalýdýr. O’na þükürde bir an bile gaflette bulunmamak gerekir. O’nu anmadan geçen her an boþa geçmiþtir. O’na þükür etmek bile büyük bir nimettir. Bu nimetin de þükrü gerekir. Yani þükre de þükretmeliyiz. Nitekim Allah (c.c.) Kuran-ý Kerim’de “Ey Davud ailesi, þükrederek çalýþýn…(Sebe suresi, 13)” buyurunca, Hz. Davud:
“Ey Rabb’im Sana nasýl þükredeyim ki? Benim þükrüm bile Senin bir nimetindir.” demiþtir. Yüce Allah (c.c.) ona þöyle karþýlýk vermiþtir:
“Ýþte þimdi Beni tanýdýn ve Bana þükrettin ey Davud! Çünkü þükretmenin de Benim bir nimetim olduðunu bildin.”


Ýnsan Allah’a (c.c.) gereði þekilde þükrün imkânsýz olduðunu bildiðinde, þükür haline de þükürle karþýlýk verdiðinde daimi bir þükür haline girebilir.


Ed-Dârr (Þer, zarar hikmeti gereði Allah’tan [c.c.] gelir) ve En-Nâfi’ (hayýr, iyilik hikmeti gereði Allah’tan [c.c.] gelir) güzel isimleri ile kula düþen görev, hayýr ve þerrin Allah’tan (c.c.) geldiði bilincine sahip olmaktýr. Baþýna gelen hayrý Allah’ýn (c.c.) bir lütfu ve ihsaný olarak görüp þükretmek, þerri ise günahlarýnýn bir meyvesi olarak düþünüp tövbe etmektir.


Allah lütf u ihsaný ile bizlere muamele etsin. Günahlarýmýz yüzünden baþlarýmýzdaki bela ve musibetleri fazl u ikramý ile kaldýrsýn. Bizleri nimetlerine þükreden kullarýndan eylesin. Bizlere rýzasýný nasip eylesin. Âmin.

Muhsin Ýyi